VAZ'
İSTİSNANIN HÜKÜMLERİ
METİN
Çünkü istisna cümle
başıyla veya ona müsavî olursa sözün hepsini istisna etmek bâtıl olur. Bunlardan
başkasiyle ise meselâ bütün kadınlarım boş olsunlar; yalnız, şunlar müstesna!
Yahut yalnız Zeyneb, Amra ve Hind müstesna derse; yahut, bütün kölelerim hür
olsunlar! Yalnız şunlar müstesna yahut yalnız Gânim, Sâlim ve Râşid müstesna der
de bütün köleleri bunlardan ibaret olursa istisna sahihtir. Nitekim ikrar
bahsinde gelecektir. Müstesnanın bütün sözün hepsi veya bir kısmı olması
muteberdir. Yoksa sahih olduğuna hükmedilen kısmın yani üçün cümlesinden olması
muteber değildir. Binaenaleyh sen on talâk boşsun dokuzu müstesna sözüyle bir
talâk vâki olur. Sekizi müstesna derse iki, yedisi müstesna derse üç talâk
meydana gelir. İstisna her ne zaman (ve) edatı kullanılmaksızın müteaddit
yapılırsa müstesnalardan her biri kendinden sonra gelenden ıskat olur.
Binaenaleyh sen on talâk boşsun yalnız dokuzu müstesna, yalnız sekizi müstesna,
yalnız yedisi müstesna sözleriyle iki talâk meydana gelir. "Onun bende on dirhem
alacağı var yalnız dokuzu, yalnız sekizi, yalnız yedisi, yalnız altısı, yalnız
beşi, yalnız dördü, yalnız üçü, yalnız ikisi, yalnız biri müstesna" sözleriyle
beş dirhem ödemesi lâzım gelir. Bu şöyle izah edilir: Birinci sayıyı sağ eline
alırsın, ikinciyi sol eline, üçüncüyü sağ eline, dördüncüyü sol eline alır,
böylece devam edersin. Sonra sol elindekini sağ elindekinden düşersin. Ne
kalırsa vâki olan odur.
İZAH
«Sözün hepsini
istisna etmek bâtıl olur.» Bu söz o istisnadan sonra sözün başını düzelten bir
istisna bulunmamakla kayıdlıdır. Bulunursa istisna sahih olur. Buna şu mesele
teferru eder: "Sen üç defâ boşsun yalnız üçü müstesna, yalnız biri müstesna."
derse bir talâk vâki olur. "Yalnız ikisi müstesna, yalnız biri müstesna" derse
iki talâk olur. Nehir. Bu, istisnanın müteaddit olmasındandır. İzahı ileride
gelecektir. Bütün sözü istisna etmenin bâtıl olması istisnadan sonra söyleyecek
bir şey kalmadığı içindir. Halbuki istisna onu yaptıktan sonra kalanı söylemek
için vaz' edilmiştir. Yoksa bazılarının dediği gibi karar kıldıktan sonra dönmek
için değildir. Aksi takdirde dönmeyi kabul eden şeyde istisna sahih olurdu.
Meselâ "Filancaya malımın üçte birini vasiyyet ettim, yalnız malımın üçte biri
müstesna." sözünde istisna sahih olurdu. Bunu Fetih sahibi söylemiştir.
«Çünkü istisna
cümle başıyla olursa...» Nitekim metinde verilen misâl böyledir. "Bütün
kadınlarım boş olsunlar, ancak kadınlarım müstesna.", "Bütün kölelerim hür
olsunlar, yalnız kölelerim müstesna..." sözleri de böyledir. Nitekim Bahır'da
belirtilmiştir. H. Fetih'de şöyle denilmiştir: "Kadınlarımdan biri ve ikisi boş
olsun, yalnız ikisi müstesna." yahut "İkisi ve biri boş olsun, yalnız ikisi
müstesna." derse üç talâk vâki olur. Kezâ "ikisi ve biri boş olsun yalnız biri
müstesna." derse üç talâk vâki olur. Çünkü ilk ikisinde ikiyi ikiden
çıkarmıştıryahut ikiyi birden çıkarmıştır. Üçüncüde ise biri birden çıkarmış
olur. Onun için de istisna sahih olmaz. "Birisi ve ikisi boş olsun, ancak biri
müstesna." demesi bunun hilâfınadır. Burada iki kadın boş olur. Çünkü biri
ikiden çıkarmak sahihtir. Kaide şudur: İstisna ancak kendinden sonra gelene
sarfedilir. İstisnadan sonra birkaç cümle gelirse istisna son cümlenin kaydı
olur.
«Veya ona müsavî
olursa..» Meselâ: Sen üç defa boşsun yalnız biri ve biri ve biri müstesna derse
istisna edilen sözün başında söylenene müsavî olur. "Sen üç defa boşsun, yalnız
ikisi ve biri müstesna." sözü ile üç karısı olan bir adamın: "Siz hepiniz
boşsunuz, yalnız Zeyneb, Amra ve Hind müstesna." demesi ve üç kölesi olan
birinin kölelerine: "Siz hepiniz hürsünüz, yalnız Sâlim, Gânim ve Râşid
müstesna." demesi de böyledir. H.
«İstisna sahihtir.»
Kezâ "Benim her karım boş olsun, yalnız şu müstesna," der de ondan başka karısı
bulunmazsa bu istisna sahih olur, kadın boş düşmez. Çünkü vücuda müsovî olmak
vaz' itibarı ile umumi ise istisnanın sıhhatine mâni değildir. Bu bir sîga
tasarrufudur. Bahır. Yani burada müstesna minhîn sîgasına bakılır. Şayet vaz'
itibariyle müstesnaya ve başkalarına şâmil ise istisna sahih olur. Zira vaz'
îtibariyle her kadın bu kadına ve başkasına şâmildir. Kezâ kadınlarım sözü
adlarını söyledikleri ile başkalarına şâmildir. Sizler demişse iş değişir. Çünkü
bu söz adlarını söylediği muhatab kadınlardan başkasına şâmil değildir. Aslı
itibari ile umumu olmayan da bunun hilâfınadır. Fetih'deki şu ifade bu
kabîldendir: "Bir kimse biri boş, biri daha boş, biri daha boş, yalnız üçü
müstesna derse istisna bilittifak bâtıl olur. Çünkü ortada içinden çıkarmak
sahih olacak müteaddid bir şey yoktur." Bahır'ın şu ifadesi de bu kabîldendir:
"Cima'da bulunduğu karısına: Sen boşsun, sen boşsun, sen boşsun yalnız biri
müstesna derse üç talâk vâki olur. Kezâ: Sen bir talâk boşsun, bir daha ve bir
daha yalnız biri müstesna derse yine üç talâk vâki olur. Çünkü bu adam ayrı ayrı
kelimeler zikretmiştir. Bunlar istisnanın sahih olması hakkında bir cümle
sayılırlar. Kezâ: Şu kadın boş olsun, şu da, şu da; yalnız şu müstesna derse
hüküm yine böyledir. Ama sizler boşsunuz, yalnız şu müstesna derse istisna sahih
olur."
«Bir talâk vâki
olur.» Eğer ondan çıkarılması sahih olduğuna hükmedilen üç muteber olsaydı üçten
dokuzu istisna lâzım gelirdi. Bu da hükümsüz kalarak üç talâk vâki olurdu.
«Ve edatı
kullanılmaksızın müteaddit yapılırsa müstesnalardan her biri kendinden sonra
gelenden ıskat olur.» Ve edatı kullanılarak yapılırsa hepsi cümlenin başından
ıskat olur. Meselâ: Sen on talâk boşsun yalnız beşi ve üçü ve biri müstesna
derse bir talâk vâki olur. H.
«İki talâk meydana
gelir.» Bu şöyle olur: Yediyi sekizden düşürürsün bir kalır, bu biri dokuzdan
düşürürsün sekiz kalır, sekizi de ondan düşürürsün iki kalır.
«Bu şöyle izah
edilir..» Tek sayıları yani bir, üç, beş, yedi ve dokuz sağ eline alırsın.
Bunlarınhepsi yirmibeş eder. Çift sayıları da sol elinle sayarsın. Bunlar iki,
dört, altı, sekiz olup mecmuu yirmi eder. Bunları sağ elindeki yirmibeşden
çıkarınca beş kalır.
Ben derim ki: Bunun
başka bir yolu daha vardır. O da tekleri çıkarmak, çiftleri koymaktır. Her teki
ondan önceki çiftten çıkarırsın. Şöyle olur: Dokuzu ondan çıkarırsın bir kalır.
Bunu sekize katarsın dokuz olur. Bundan yediyi çıkarırsın iki kalır. Bunu altıya
katarsın sekiz olur. Ondan beşi çıkarırsın üç kalır. Bunu dörde katarsın yedi
olur. Ondan üçü çıkarırsın dört kalır. Bunu ikiye katarsın altı olur. Ondan biri
çıkarırsın beş kalır.
Üçüncü bir yolu da
yukarıda geçtiği gibi her birini öncekinden çıkarmakla olur. Biri ikiden
çıkarırsın bir kalır. Onu üçten çıkarırsın iki kalır. Bunları dörtten çıkarırsın
yine iki kalır. Bunları beşten çıkarırsın üç kalır. Bunu altıdan çıkarırsın yine
üç kalır. Bunu yediden çıkarırsın dört kalır. Bunu sekizden çıkarırsın yine dört
kalır. Dokuzdan çıkarırsın beş kalır. Bunu ondan çıkarırsın beş kalır.
METİN
Bir boşamanın bir
kısmını çıkarmak hükümsüzdür. Bir boşamanın bir kısmını îkâ' ise bunun
hilâfınadır. Bir adam: Sen üç talâk boşsun, yalnız bir talâkın yarısı müstesna
derse muhtar kavle göre üç talâk vâki olur. İmam Ebû Yusuf'tan bir rivâyete göre
iki talâk vâki olur. Fetih. Sirâciy- ye'de şöyle denilmiştir: "Sen boşsun ancak
biri müstesna derse iki talâk vâki olur." Bu adam her halde mukadder olan üçten
istisna yapmıştır. Bir kadın üç talâk ister de kocası sen elli talâk boşsun der,
bunun üzerine kadın bana üç yeter derse kocası: Üçü sana kalanları ortaklarına
olsun der ve adamın bundan başka üç karısı bulunursa, muhatab olan kadın üç defa
boş olur. Diğerleri aslâ boş olmazlar. Muhtar olan kavil budur. Çün-kü diğer
kadınlar hükümsüz kalmıştır. Onlara talâkı sarfetmekle hiç bir şey vâki olmaz.
FER'Î MESELELER:
-Fethü'l-Kadir'in yeminler bahsinde şöyle de-nilmektedir: "Talâkta malûmdur ki
bir adam karısına: Şu haneye girersen sen boşsun, şu haneye girersen sen boşsun,
şu haneye girersen sen boş-sun derse üç talâk vâki olur." Bunu orada musannıf da
ikrar etmişti.
Bir adam: Ben bu
beldede oturursam karım boş olsun der de derhal oradan çıkar ve karısına hul'
yaparsa, sonra iddeti bitmeden o beldede oturduğu takdirde karısı boş düşmez.
Ama: O halde sen boşsun demişse bunun hilâfınadır.
Seninle evlenirsem
ve seninle evlenirsem sen şöyle ol derse o kadınla iki defa evlenmedikçe hiç bir
şey vâki olmaz. Ceza cümlesini evvel söylerse bunun hilâfınadır.
İZAH
«İmam Ebû Yusuf'tan
bir rivâyete göre iki talâk vâki olur.» Çünkü talâk îkâ'ı hususunda bir talâk
parçalanmayı kabul etmez. İstisnada da öy-ledir. Bu adam yalnız biri müstesna
demişgibidir. Cevap şudur: îkâ'ın parçalanmayı kabul etmemesi onu yapanda
bulunan bir mânâdan dolayıdır. İstisnada bu yoktur. Binaenaleyh parçalanmayı
kabul eder ve bu adamın sözü ikibuçuk talâktan ibaret olur ve kadın üç defa boş
düşer. Fe-tih'de böyle denilmiştir. Meselenin hâsılı şudur: Bir talâkın yarısını
yap-mak şer'an tasavvur edilemez. Onun için bütününü yapmış olur. Yarısını
istisna etmek bunun hilâfınadır. Çünkü mümkündür. Ancak hükümsüzdür. Zira kalan
yarısı ile bir talâk vâki olur.
Ben derim ki:
Savaba en yakın cevap şudur: Bu adam bütün hükmündeki yarıyı çıkarıp yine böyle
bir yarıyı bırakınca bıraktığı ile aleyhine bir talâk vâki olduğuna hükmederiz.
Onu çıkarması sahih değildir. Çünkü sahih olsa bir hükmî talâkı bir hükmî
talâktan çıkarmak lâzım gelir. Bu ise hükümsüzdür.
«Bu adam her halde
mukadder olan üçten istisna yapmıştır.» Ben de-
rim ki: Bunun vechi
şudur: Boşsun sözünün ikiye ihtimali yoktur. Çünkü iki sırf adeddir. Bu söz ya
hakikî ferde, yahut cinse yani üçe ihtimallidir. Hakikî ferd burada sahih
değildir. Çünkü istisnanın hükümsüz kalmasını gerektirir. Binaenaleyh cins için
teayyün eder.
«Üç talâk vâki
olur.» Yani o haneye bir girmekle üç talâk vâki olur. Nitekim Fethü'l-Kadir'in
ibâresi de buna delâlet etmektedir. Orada şöyle denilmiştir: "Bir adam karısına:
Vallahi sana yaklaşmam der, sonra yine vallahi sana yaklaşmam der de kadına bir
defa yaklaşırsa iki keffâret ver-mesi lâzım gelir." Zâhire bakılırsa bu sözle
te'kidi niyet ettiği takdirde diyâneten tasdik olunur. H.
Ben derim ki:
Meselenin tasviri her şart için ceza zikrettiğine göredir. Yalnız bir ceza ile
iktifa ederse Bezzâziye'de: "Şu haneye girersen, şu haneye girersen kölem hür
olsun." denilmiştir ki, bunların ikisi de birdir. Kıyasa bakılırsa o haneye iki
defa girmedikçe yemin bozulmamalıdır. İstihsana göre ise bir defa girmekle
bozulur. Geri kalan söz tekrar ve iade sayılır. Bezzâziye sahibi bundan sonra
bir işkâl ile o işkâlin cevabını zik-retmiştir. İbâresinin tamamı Bahır'dadır.
Bezzâziye sahibinin: "Onların ikisi de birdir." sözünden muradı iki yerde
bahsettiği haneler birdir demektir. iki haneye işaret ederek söylemesi bunun
hilâfınadır. O zaman mutlaka ikisine de girmesi lâzım gelir.
«Karısı boş
düşmez.» Bu söz zayıf bir kavle mebnîdir. Nitekim biz bunu musannıfın: "Milkin
elden gitmesi yemini ibtal etmez." dediği yerde tahkîk etmiştik.
«Ceza cümlesini
evvel söylerse bunun hilâfınadır.» Bazı nüshalarda böyle denilmiş, bazılarında
ise: "Ceza cümlesini geriye bırakmaması bunun hilâfınadır." ifadesi
kullanılmıştır. Bunların ikisi de doğrudur. Bazı nüshalarda da: "Ceza cümlesini
geriye bırakması bunun hilâfınadır." denilmiştir ki, Halebî bunun yanlış
olduğunu söylemiş: "Doğrusu ceza cümlesini önce söylerse olacaktır." demiştir.
Bununla beraber orta yerdesöylemiş olsa hükmün ne olacağından bahsetmemiştir.
Nehir sahibi diyor ki:"Muhit'te şu ifade vardır: Bir adam seninle evlenirsem ve
seninle evlenirsem sen boşsun derse o kadınla iki defa evlenmedikçe talâk vâki
olmaz. Ceza cümlesini önce söylemesi veya ortaya alması bunun hilâfınadır."
Nehir sahibinin sözü burada biter.
Fetâvâ'yı-Hindiyye
de ise tafsilâta gidilerek şöyle denilmiştir: "Sözünü atıf harfiyle
tekrarlayarak seninle evlenirsem ve seninle evlenirsem derse yahut seninle
evlenirsem veya seninle evlendiğim vakit yahut seninle ne zaman evlenirsem derse
o kadınla iki defa evlenmedikçe talâk vâki olmaz. Talâkı önce söyler de sen
boşsun seninle evlenirsem ve seninle evlenirsem derse bu bir evlenmeye
sarfedilir. Seninle evlenirsem sen boşsun seninle evlenirsem derse her
evlendiğinde kadın boş düşer."
METİN
Senden dört ay
kaybolursam emrin elinde olsun der de sonra o kadını boşarsa kadın iddetini
bekleyerek başka kocaya vardığı sonra ilk kocasına döndüğü takdirde kocası dört
ay kaybolursa kadın kendisini boşayabilir. Hul' yaparsa boşayamaz. Çünkü o
tencîzdir. Birincisi ise tâliktir.
Bir adam karısını
cima'a dâvet eder de kadın razı olmazsa adam ne zaman olacak dediğinde kadın
yarın cevabını verirse, bunun üzerine adam bu muradımı yarın yapmazsan sen şöyle
ol der; sonra ikisi de bunu unu-turlarsa yarın geçtikten sonra talâk vâki olmaz.
Bir adam karısına
yaklaşmayacağına yemin eder de arka üstü yatar-sa, sonra kadın gelerek cima'da
bulunduğu takdirde erkek uyanıksa ye-mini bozulur. Seni cima'a doyurmazsam diye
yemin ederse kadının menî-sinin inmesine yorumlanır. Seninle bin defa cima'
etmezsem şöyle olsun derse mubalegaya yorumlanır, adede yorumlanmaz. Seni
çiğnersem diye yemin ederse fercine cima' etmeye yorumlanır. Ayağı ile çiğnemeyi
niyet ederse yine yemini bozulur.
Bir adamın biri
cünüb, biri hayızlı ve diğeri nifas üç karısı olur da: Sizin en pis olanınız
boştur derse nifaslı kadın boş olur. Sizin en çirkininiz boş olsun derse
hayızlıya yorumlanır.
Bir adam birine
benim sana ihtiyacım var der de o adam: Senin hâce-tini görmezsem karım boş
olsun cevabını verirse, adam benim hâcetim senin karını boşamandır dediği
takdirde onu tasdik etmeyebilir. Bir adam arkadaşlarına sizi bu akşam evime
götürmezsem karım şöyle olsun der de onları yolun bir yerine kadar götürdükten
sonra gece bekçileri yakalayarak hapsederse yemini bozulmaz.
İZAH
«Senden dört ay
kaybolursam ilh...» Ben derim ki: Bu meseleyi Ba-hır sahibi Kenz'in: "Yeminden
sonra milkin elden gitmesi onu bozmaz." dediği yerde zikretmiştir.
Kınye'dekiibâresi şöyledir: "Bir adam karısına:
Emrin elinde olsun
der de sonra kadın o adamla hul' yaparak ayrılırsa, sonra tekrar evlendiğinde
kadının emri elinde olup olmayacağı hususunda iki rivâyet vardır. Sahih olana
göre emri elinde değildir. Kansına senden dört ay kaybolursam emrin elinde olsun
der de sonra onu boşarsa kadın iddetini bitirerek başka kocaya vardığı sonra ilk
kocasına döndüğü takdirde, kocası dört ay kaybolursa kadın kendini boşayabilir.
Bu iki meselenin arasındaki fark şudur: Birincisi muhayyerliği tencîzdir.
Binaenaleyh milkin elden gitmesiyle bâtıl olur. ikincisi ise muhayyerliği
tâliktir. Bu yemindir, bâtıl olmaz." Bahır sahibinin sözü burada sona erer.
Bundan anlarsın ki, şârihin sözünde mânâyı bozacak derecede kısalık vardır.
Hâsılı muhayyer bırakmak müneccez olursa tâlâkla bâtıl olur. Muallâk olursa
bunun hilâfınadır. Fûsul-ü İmâdiyye sahibi böylece ulemanın sözlerinin arasını
bulmuştur. Nitekim meşiet faslından az önce arzetmiştik.
«Talâk vâki olmaz.»
Çünkü yeminin bozulmasının şartı kadından yarın cima'ı istemesi, onun da mâni
olmasıdır. Halbuki bu adam istememiştir. Bahır. Bu ifadenin benzeri Müntekâ'dan
naklen Tatarhâniyye'dedir.
Ben derim ki: Bunun
muktezası şudur: Unutmanın burada tesiri yoktur. Lâkin yeminler bahsinde
göreceğiz ki şârih bunu: "Yemin mün'akid olduktan sonra bâki kalması için
yeminde durma imkânı şarttır. Ebû Yusuf buna muhâliftir." diye ta'lil etmiştir.
Bunun söz götürdüğü gizli değildir. Çünkü hatırlamak suretiyle yeminde durma
imkânı muhakkaktır. Şu da var ki bu suretin başkasında da unutmak yeminin
bozulmaması için özür olmak lâzım gelir. Bu ise nakledilenin hilâfınadır.
«Erkek uyanıksa
yemini bozulur.» Çünkü buna erkek cima' etti adı verilebilir. Teâlâ Hazretleri:
"Tarlanıza nereden isterseniz oradan gelin." buyurmuştur.
«Kadının menîsinin
inmesine yorumlanır.» Yani onunla menîsini indi-rinceye kadar cima'da bulunmaya
yemin etmiş olur. Çünkü kadını doyurmaktan murad menîsini indirerek şehvetini
kırmaktır.
«Adede
yorumlanmaz.» Bu hususta bir takdir yoktur. Yetmiş desek çoktur. Hâniyye. Zâhire
bakılırsa bu sözün yeri aded niyet etmediği zamandır. Adedi niyet ederse niyeti
amel eder. Çünkü kendisine şiddet ve zorluk çıkarmıştır. T.
«Ayağı ile
çiğnemeyi niyet ederse yine yemini bozulur.» Yani cima'la bozulduğu gibi
çiğnemekle de yemini bozulur. Hatıra gelen mânâyı kasdetmedim demesi sahih
değildir. Niyetine göre muâhaze olunur. Çünkü kendisine zorluk çıkarmıştır.
Hangisini yaparsa onunla yemini bozulur. Acaba her ikisini de yaparsa iki defa
yemini bozulur mu? Zâhire bakılırsa evet bozulur. Ama diyâneten ancak niyetine
göre yemininin bozulması gerekir. Tahtâvî diyor ki: "Bu adam kadından ve kadın
zamirinden bahsetmeden sadece çiğnersem dese ayakla çiğnemek mânâsına alınır.
Lügat ve örf budur. Bunda ulemamızın ittifakı vardır. Bunun yeri ise cima'ı
niyet etmediği zamandır. Aksi takdirde görünüre göre niyeti amel eder.
«Bir adamın biri
cünüb ilh...» Bu meselenin bu bâbla münasebeti yoktur. Çünkü burada tâlik
yoktur.
«Nifaslı kadın boş
olur.» demesinin vechi her halde şu olsa gerekir:
Bazen sarımsakta
soğan kokusu gibi hoş görülmeyen şeylere pis denilir. Nifas kanı da uzun zaman
devam ettiği için fena kokar.
«Hayızlıya
yorumlanır.» Bunun vechi hayızlığının nass-ı Kur'an'la yasak edilmesi olsa
gerektir. Yahut çokluğu vakitlerinin fazlalığıdır.
«Onu tasdik
etmeyebilir.» Karısını da boşamaz. Çünkü bu sözün doğru ve yalan olmaya ihtimali
vardır. Binaenaleyh başkası aleyhine tasdik edilemez. Bunu Muhît'ten naklen
Bahır sahibi söylemiştir.
«Yemini bozulmaz.»
Bu söz yakında gelecek olan: "Yeminin bozulma şartı yokluğa aidse, âciz de
kalırsa yemini bozulur." sözüne aykırıdır. Bu sözün aslı Bahır sahibine aiddir.
Ben derim ki: İşkâl
yoktur. Çünkü bu adam için gitti demek doğrudur. Yemininden dönmüş olmaması
sözünde durması mevcud olduğu içindir. Buna yeminler bahsinde kitabımızın
metninde gelecek olan: "Çıkmayacağına yahut Mekke'ye gitmeyeceğine yemin eder de
Mekke'yi kasdederek çıkar sonra dönerse, şehrinin evlerini Mekke'ye gitmek
kasdıyla geçtiğinde yemini bozulmaz." ifadesi de şâhiddir. Çünkü burada yeminin
bozulmaması üzerine yemin edilen şey bulunduğu içindir. T.
Ben derim ki:
Hâniyye'de zikredildiğine göre bekçi meselesinde yeminin bozulmaması Ebû Hanife
ile İmam Muhammed'in kavline göre: Bugün bu tasdaki suyu mutlaka içeceğim diye
yemin edip de gün geçmeden dökerse meselesi hakkındadır ki, onlara göre yemini
bozulmaz. Zahîre'de bu meselede hilâf olduğu bildirilmektedir.
METİN
Şu haneden çıkarsan
şöyle olsun ancak benim iznimle çıkman müstesna! der de kadın o hanenin yanması
sebebiyle çıkarsa yemini bozulmaz. Bir kimse bu haneye dönmeyeceğine yemin eder
de sonra unuttuğu bir şey için dönerse yemini bozulmaz. Bir kimse evinde oturanı
bugün mutlaka çıkaracağına yemin eder, oturan da zâlim olursa, çıkarması mümkün
olmadığı takdirde yemin dille söylemeye sarfedilir.
İZAH
«Yanması sebebiyle
çıkarsa yemini bozulmaz.» Su basması sebebiyle çıkması da öyledir. Çünkü şart
yangın ve su baskını olmaksızın izinsiz çıkmasıdır. Bahır. Yani örfen bu
muraddeğildir, binaenaleyh yemine girmez demek istiyor. Kezâ nikâhın devamı ile
de kayıdlıdır. Nitekim yeminler bahsinde gelecektir. Fetih sahibi bu meseleyi
orada: "İzin ancak mâni olabilecek kimseye mahsustur. Sultan gibi ki, bir
insandan şehirdeki her yaramazın yaptığını haber vereceğine yemin alırsa bu
yemin velâyetinin devamı müddetincedir." diye illetlendirmiştir. Kadını evvela
talâk-ı bâinle boşar da sonra onunla evlenerek kadın izinsiz dışarı çıkarsa boş
düşmez. Velevki bize göre milkin elden gitmesi yemini ibtal etmesin. Çünkü bu
yemin ancak nikâhın devamı üzerine mün'akid olmuştur. Bunun bir misli de
alacaklının borçlusuna bu beldeden kendi izni olmaksızın çıkmayacağına yemin
ettirmesidir. Bu da borcun devam etmesiyle kayıdlıdır. Nitekim inşaallah orada
gelecektir.
«Bu haneye
dönmeyeceğine yemin eder de ilh...» Hâniyye'de şöyle denilmiştir: "Bir adam vali
ile beraber şehirden çıkar da valinin izni olmadan dönmeyeceğine yemin ederse,
fakat az sonra yemin edenden bir şey düşerek onu aramak için dönerse yemini
bozulmaz. Çünkü bu dönüş âdet olan yeminden müstesnadır." Yani üzerine yemin
edilen şey gitmekten vazgeçmek mânâsına gelen dönüştür. Avdet niyetiyle bir
hâcet için dönerse üzerine yemin edilen şey tehakkuk etmez demek istiyor. Hâsılı
bu mesele ile bundan önceki meselede âdetin delâletiyle yemin tahsis edilmiştir.
Âdet tahsis eder. Nitekim usul-ü fıkıh kitablarında tekarrur etmiştir.
Bunun bir benzeri
de Hâniyye'deki şu meseledir: "Bir adam birine bütün emir ve nehylerinde
kendisine itâat edeceğine yemin ettirir de sonra karısı ile cima'da bulunmasını
ona yasak ederse ortada buna delâlet edecek bir sebeb bulunmadıkça yemini
bozulmaz. Çünkü halk bu yasakla âdeten o kimsenin karısıyla cima'da bulunmasını
men etmek istemezler. Nasıl ki bununla yiyip içmekten de nehy murad edilmez.
Yine Hâniyye'de bildirildiğine göre bir adamı karısı bir cariyeyle ilişkisi var
diye itham ederse, o cariyeye dokunmayacağına yemin ettiği takdirde bu yemin
ka-dının hoşlanmadığı dokunmaya sarfedilir. Kezâ bu adam "Elimi cariyemin
üzerine koyarsam hür olsun." der de cariyeyi döver ve elini onun üzerine koyarsa
-yemini karısı için yahut dövmekten başkaca elini koymak istediğini gösteren bir
şey için olursa- yemini bozulmaz.
Ben derim ki: Bunun
bir misli de bazı Hanbelî muhakkıkların söylediği şu ifadede görülür: Bir adam
karısına: Bana bir söz söylersen ben de sana onun mislini söylemezsem sen boş ol
der de kadın; Sen boşsun derse, kocası bunun mislini söylemediği takdirde kadın
boş düşmez. Çünkü kocasının sözü sitem, dûa ve benzeri bir şeyle tahsis
edilmiştir. Zira kocasının muradı: Karısı bana bir elbise satın al dese onun
mislini söylemek değildir. Bilâkis yeminine sebeb olan sözü murad eder.
«Yemin dille
söylemeye sarfedilir.» Kınye'de ve Zâhidî'nin Hâvî'sinde Veberî'ye nisbetleböyle
denilmiştir. Bu herhalde yemin eden şahıs yemin ederken o kimseyi bilfiil
çıkaramayacağını bildiğine hamledilir ve yemini evimden çık diye söylemesine
sarfedilir. Vakitle sınırlı yemine yorumlanırsa meselâ: Ben bu tasdaki suyu
bugün mutlaka içeceğim diye yemin eder de tasda su bulunmazsa, çık demese bile
günün geçmesiyle yeminin bozulmaması gerekir. Galiba bunu yorumlamaması acz
karinesiyle mezkûr yemini hakikatten telaffuza sarfetmek mümkün olduğu içindir.
Nasıl ki filancayı bu hanede oturtmayacağına yemin ederse ulema: "O hane yemin
edenin milki ise men etmek hem kavlen hem fi'len olur. Milki değilse yalnız
kaville olur demişlerdir. Bunun bir misli de o kimseye haneyi îcâra vermesidir.
Ulemanın açıkladıklarına göre o kimse evimden çık demekle yemininde durmuş olur.
Vechi şudur: Ücretle tutan hanenin menfaatlerine mâliktir. Yemin eden kişi o
hanede milki olmayan ecnebî gibidir.
Şârihin yeminler
bahsinin sonunda zikredeceği meseleye gelince: orada: "Filanca haneme girmesin
diye yemin ederse mâni olamadığı tak-dirde yemini nehye sarfedilir. Mâni
olabilirse hem nehye hem men'e sar-fedilir." diyecektir ki, bu söz benim bir çok
kitaplarda gördüğüm ona müsaade etmem veya onu bırakmam diye yaptığı yemin
hakkındaki tafsi-lâta aykırıdır. Valvalciyye'de şöyle denilmiştir: "Filanı evime
koyarsam yahut evime filan girerse veya filanın evime girmesine müsaade edersem
karım boş olsun diye yemin ederse birincide yemin onun emriyle girme-sine
sarfedilir. Çünkü onun emriyle girerse o koydu demek olur. İkincide yemin edenin
emri olsun olmasın, bilsin veya bilmesin girmeye sarfedilir. Çünkü girmek
mevcuddur. Üçüncüde yemin edenin malumatıyla girmeye sarfedilir. Çünkü yeminin
bozulmasının şartı girmeyi terk etmektir. Ne zaman bilir de men etmezse terk
etti demek olur." Bu ifadenin bir misli de Muhît ve diğer kitaplardan naklen
Bahır'ın yeminler bahsindedir. İkinciyi girmek mevcuddur diye ta'lil etmesi
yeminin başkasının fi'line mün'akid olduğu hususunda açıktır. Onun için şârih
orada: "Bir kimse karısına:vallahi şu işi yapacaksın derse yemin etmiş sayılır.
Muhatab o işi yapmazsa yemin bozulur ilh..." demiştir. Bundan anlaşılır ki,
filanca evime girmeyecek diye yemin ederse o kimsenin girmesiyle temini bozulur.
Velevki yemin eden girmesini yasaklamış olsun. Çünkü yeminin bozulma şartı
mevcuddur.
«Girmesine müsaade
etmem.» diye yemin etmesi bunun hilâfınadır. Çünkü bunda yukarda geçen tafsilât
vardır. Bu tafsilât başkasının fi'line yeminde câri olsa bu adam filanca haneme
girerse sen boş ol, dediği zaman onu girmekten nehy eder de yine de girerse
talâk vâki olmamak gerekir. Ve vallahi bu işi yapacaksın diyerek yapmasını
emreder de yapmazsa yemini bozulmaması gerekir. Ama şöyle cevap verilebilir:
Şârihin yeminler bahsindeki sözünde yemini men'ine kâdir olamadığı takdirde
nehye hamledilir.
Burada söylediği
gibi üzerine yemin edilen şahıs zâlimdir diye yorumlanır. Şu karine ile ki,
mesele yemin eden şahsın hanesi üzerine kurulmuştur. Binaenaleyh onu zikredilen
tafsilâta yormak mümkün değildir. Yeminler bahsinde bu mahallin daha ziyade
izahı gelecektir. Burada ondan söz etmemiz bazı Eşbâh hâşiyecilerinin şârihin
yeminler bahsindeki sözüne aldanarak: Filanca evime girmeyecek dediği yerde
girmezse yemini bozulmaz ,diye fetva vermesidir. Avam dilinde meşhur olan budur.
Mâlik olmadığı şeye yemin ederse yemini bozulmaz." derler. Ama bu söz mutlak
değildir.
METİN
Filan kimseyi şu
saatte getirmezsen yahut elbisemi bu saatte iade et-mezsen sen boşsun der de o
fülan başka taraftan kendiliğinden gelirse ve elbiseyi kadın vermeden alırsa
yemini bozulmaz. Kezâ: Bende alacağın dinarı ay başına kadar vermezsem şöyle
olsun der de kadın ay başından önce kendisini ibrâ ederse yemini bâtıl olur.
Şimdi tâliklarda yazdığı kalır. Kadını ne zaman başka yere naklederse veya
üzerine evlenirse şöyle olsun diye yazar da, kadın da onu şu kadar borcundan
ibrâ ederse yahut kalan mehrinden ibrâ ederse kadına bütün borcunu verdiğinde
acaba yemin bâtıl olur mu? Zâhire göre bâtıl olmaz. Çünkü ulema ıskât beraetinin
ve verdiğini dönmenin sahih olduğunu açıklamışlardır.
İZAH
«Yemini bozulmaz.»
Çünkü yeminde durma imkânı yoktur. Bazıları her ikisinde yeminin bozulacağını
söylemişlerdir. Bunu Tahtâvî Bahır'dan nakletmiştir.
Ben derim ki:
Hâniyye'de şu ifade vardır: "Bir kimse karısına filan eşyayı yarın getirmezsen
sen boşsun der de kadın o eşyayı bir insan vasıtasıyla gönderirse eşyanın yarın
vâsıl olmasını niyet ederse yemini bozulmaz. Çünkü sözünün muhtemelini niyet
etmiştir. Hiç bir şey niyet etmez yahut kadın bizzat götürmeyi niyet ederse
yemini bozulur, eline geçmek üzere yemin ancak niyet ederse olur."
«Yemin bâtıl olur.»
Çünkü kadın ibrâ ettikten sonra kocasında bir alacağı kalmamıştır, vermesi de
mümkün değildir.
«Tâliklarda yazdığı
kalır.» Yani karısı kendisini nakledeceğinden veya üzerine evleneceğinden
korktuğu vakit kocasının kendi aleyhine yazdıkları kalır.
«Acaba yemin bâtıl
olur mu?» Buradaki tevakkufun vechi şudur:Talâk iki şarta tâlik edilmiştir.
Bunların biri nakil, diğeri ibrâdır. Yahut biri üzerine evlenmek, diğeri
ibrâdır. Bunların biri bulundu mu diğeri de mutlaka bulunacaktır ki, o da
ibrâdır. Halbuki ibrâ ettiği şeyi kadına vermiştir.
«Açıklamışlardır.»
Eşbâh'ta şöyle denilmiştir: "Borcu ödedikten sonra ibrâ sahihtir. Çünkü ödemekle
sâkıt olan borcun aslı değil ödenmesidir. Şu halde ıskât suretiyle ibrâ
ettiktensonra borçlu verdiğini alır. İstifa suretiyle berâette ise alamaz.
Berâeti mutlak yaptıysa ne hüküm verileceğinde ulema ihtilâf etmişlerdir. Bu
izaha göre kadının talâkını mehrinden ibrâya tâlik etti de sonra kadına mehrim
verdiyse tâlik bâtıl olmaz. Ama kadın onu ıskât suretiyle ibrâ ederse vâki olur
ve verdiğini kadından alır."
Hâsılı borç
borçlunun zimmetinde plan bir vasıftır. Borç misliyle ödenir. Yani alacaklısına
bütün alacağını verirse kendisi için onun üzerinde alacaklısının hakkı kadar hak
sâbit olur. Böylece isteme hakkı sâkıt olur. Alacaklısı kendisini ıskât
suretiyle ibrâ ederse ona olan vereceği sâkıt olur. Ve ona verdiğini isteme
hakkı sâbit olur. Bu suretle ödedikten sonra berâet sahih olmuş olur ve yemin
bâtıl olmaz. Bilâkis vuku berâete bağlı kalır. İstifa suretiyle ibrâ etmesi
bunun hilâfınadır. Çünkü bu borcunu aldığını ikrar mânâsına gelir. Artık borçlu
ondan bir şey isteyemez. Zira bununla onun zimmetindeki sâkıt olmamıştır. Mutlak
söylerse bizim zamanımızda bu sözü istifaya yormak gerekir. Çünkü başkasını
anlamazlar.
METİN
Bir kimse bugün şu
eve girmediysem diye yemin eder de sonra gir-mediysem kölem hür olsun derse
keffâret lâzım gelmez, kölesi de âzâd olmaz. Bu ya doğru söylediği için yahut
yemin gâmus olduğu içindir. Allah'a verilen yeminde kazanın bir tesiri yoktur.
Hatta ilk yemini köle âzâdı veya talâk için olsa her ikisinde yemini bozulur.
Çünkü kazaya girer.
Kadın kocasının
malından bir dirhem alarak onunla et satın alırsa ve kasap bu parayı kendi
dirhemleriyle karıştırırsa, kocası bu dirhemi bugün iade etmezsen şöyle ol
dediği takdirde bunun çaresi şudur: Kadın kasabın kesesini alır ve o gün
geçmeden kocasına teslim eder. Aksi takdirde kocasının yemini bozulur. O dirhemi
kasap da kaybederse dirhemin eritildiği veya denize düştüğü bilinmedikçe yemini
bozulmaz.
Bir adam: Ben bugün
bu âlemde yahut bu dünyada olmazsam şöyle olsun diye yemin ederse hapsedilir.
Bir evde olmazsam diye yemin ederse o gün geçinceye kadar hapsedilir. Filanın
evini yarın yıkmazsam diye yemin ederse bağlanarak bundan men edildiği ve yarın
geçtiği takdirde yemini bozulur. Kezâ bu evden çıkmazsam şöyle olsun diye yemin
eder de bağlanırsa yahut seni kendi evime götürmezsem diye yemin eder de kadını
tutar ve kadın elinden kaçarsa yahut kadına bu gece evime gelmezsen şöyle olsun
der de kadını babası men ederse muhtar kavle göre, yemini bozulur. Bu evde
oturmam diye yemin eder de kapısı kilitlenirse yahut kendisini bağlarlarsa bunun
hilâfına olarak muhtar kavle göre yemini bozulmaz.
Ben derim ki: İbn-i
Şihne: "Asıl şudur: Her ne zaman yemini bozma şartından âciz kalırsa yokluk
şartında yemini bozulur, varlık şartında bozulmaz." demiştir.
İZAH
«Bugün şu eve
girmediysem...» Bazı nüshalarda böyle denilmiş, ba-zılarında: "bugün girmezsem"
şeklindedir. Doğrusu birincisidir. Çünkü ikinciye göre yemin müstakbele
yapıldığından mün'akid olur. Halbuki mesele geçmişe aid kurulmuştur, Çünkü
ikinci yemin çelişki hâsıl etmektedir. Bahır'da Muhit'ten naklen şöyle
denilmiştir: "Birbirini nakzeden bugün şu haneye girmedimse diye Allah'a yapılan
yemindir ki, sonra eğer bugün girmedimse kölem hür olsun der. Burada keffâret
lâzım değildir. Kölesi de âzâd olmaz. Çünkü bu adam Allah Teâlâ'ya verdiği
yeminde doğru söylerse yemini bozulmaz. Keffâret de lâzım gelmez. Yalan söylerse
bu yemin-i gâmustur. O da keffâreti icab etmez. Allah'a verilen yeminin kazaya
(mahkeme hükmüne) bir tesiri yoktur. Binaenaleyh bu adam yemini hakkında şer'an
yalanlanmış değildir. Köle âzâdı için yaptığı yeminin bozulma şartı tehakkuk
etmemiştir. Bu şart haneye girmemektir. Hatta ilk yemini köle âzâdı veya talâk
hakkında olsa her ikisinde yemini bozulurdu. Çünkü bunların kazaya tesiri
vardır,"
«Kasap da
kaybederse ilh...» Bu cümleyi Bahır sahibi gün zikrinden mutlak olarak yapılan
yemin hakkında Hâniyye'den nakletmiş sonra şunları söylemiştir: "Bunun mefhumu
şudur; İade etmediyse yemini bozulur. Bundan anlaşılır ki ulemanın yeminin
devamı için yemininde durma imkânı şarttır, sözleri ancak vakitle mukayyed olan
yemin hakkındadır. Böylesinin bulunmaması yemini ibtal eder, Mutlak olanın
bulunmaması ise yeminin bozulmasını icab eder." Bunun hâsılı şudur: Yemin
vâkitle mukayyed yapılırsa vakit geçmekle yemin bozulur. Meğerki kadın reddinden
âciz kalsın. Meselâ o dirhem zâyi olsun yahut eritilmiş bulunsun. Fakat yemin
mutlak ise her ikisi sağ kaldıkları müddetçe dirhem zâyi olsa bile yemin
bozulmaz. Çünkü bulunmak imkânı vardır. Fakat birisi ölürse yahut dirhemin
eritildiği veya denize düştüğü bilinirse yemin bozulur. Çünkü iade imkânı
yoktur. Böylece şârihin sözündeki sakatlığı anlarsın.
«Bu âlemde olmazsam
ilh...» Sayrafiyye'den naklen Bahır'da böyle denilmiştir. Ben Sayrafiyye'nin
ibâresine müracaat ettim. Fakat "olursam" şeklinde yazıldığını gördüm ki,
doğrusu da budur.
«Hapsedilir.» Bu
hapsin hâkim veya vali tarafından yapılması müsavidir. Çünkü hapse nefy denilir.
Teâlâ Hazretleri: "Yahut yerden nefy edilinceye kadar.." buyurmuştur. Bunu Bahır
sahibi Sayrafiyye'den nakletmiştir. Yani bize göre âyet hapis mânâsına
yorumlanmıştır. Bir kitabta gördüm ki 322 tarihinde Halife Râdîbillâh vezir
İbn-i Mukle'yi hapsettiğinde İbn-i Mukle şu beyitleri söylemiş:
"Dünya ehlinden
olduğumuz halde dünyadan çıktık. Artık ne ölü sayılıyoruz ne diri. Birgün
gardiyan bir hâcet için bize gelirse seviniyoruz ve: Bu dünyadan geldi diyoruz."
«Murtar kavle göre
yemini bozulmaz.» Çünkü oraya oturmuş değil oturtulmuştur. Yemininbozulmasının
şartı oturmaktır. Oturmak ancak kendi ihtiyariyle olursa onun fiili sayılır.
"Çıkmazsam" ve benzeri bir sözle yemin ederse bunun hilâfınadır. Çünkü yeminin
bozulmasının şartı fiilin bulunmamasıdır. Bulunmamak kendi ihtiyarı olmaksızın
da tehakkuk eder. Bunu Zahîre sahibi söylemiştir. Hilâfın kapı kilitlendiği
vakte aid olduğunu da ifade etmiştir. Bağlanmak suretiyle men edilirse hilâf
yoktur. Bu ifadenin bir misli de Bahır'dadır. Bezzâziye'de dahi açıklanmıştır.
Hâsılı men hissi olursa hilâfsız yemini bozulmaz. Başka bir şeyle olursa dahi
muhtar kavle göre yemin bozulmaz. Fakat bozulur diyenler de olmuştur.
«Asıl şudur ilh...»
İbn-i Şihne'nin ibâresi şöyledir: "Asıl şudur ki, yemini bozmanın şartı yokluğa
aid olup onu yapmaktan âciz kalırsa muhtar olan kavil yeminin bozulmasıdır.
Varlığa aid olup âciz kalırsa muhtar olan yeminin bozulmamasıdır."
Ben derim ki:
Zâhire göre "onu yapmaktan âciz kalırsa" ifadesindeki zamir yemini bozma şartına
değil yeminde durma şartına aiddir. Çünkü bir şeyden âciz kalmak onu yapmak
istemenin fer'idir. Yemin eden kimse ancak yemininde durmanın şartını arar. Bunu
ya yapar yahut âciz kalır. Binaenaleyh şârihin: "Ne zaman yemininde durma
şartından âciz kalırsa." demesi lâzım gelirdi. Anla! Bahır sahibi iki fer'î
meseleyi müşkil saymıştır. Birisi yukarıda geçen bekçi meselesidir. İkincisi
Kınye'deki: "Bu senenin tamamını ziraatta çalışarak geçirmezsem diye yemin eder
de hastalanır ve seneyi tamamlayamazsa yemini bozulur. Ama kendisini sultan
hapsederse yemini bozulmaz." meselesidir. Bahır sahibi: "Bunların ikisinde de
yokluk şarttır. Ama buna hapis tesir etmiştir." diyor.
Ben derim ki: Bekçi
meselesi hakkında cevap yukarıda geçti. Kınya meselesine gelince: Öyle görünüyor
ki bu mesele muhtar kavlin hilâfına bina edilmiştir ki, o da men hissî değilse
yeminin bozulmamasıdır. Onun için hastalık sebebiyle men ile sultanın hapsetmesi
sebebiyle men arasında fark görmüştür. Çünkü hapsetmek hapishanenin kapısını
kapamaktır ki, bu hissî olmayan bir mendir. Hastalık böyle değildir. O bağlamak
gibi olup hissi bir mendir. Lâkin Bezzâziye'nin onbeşinci yeminler bahsinde
zikredildiğine göre bir adam karısına bu akşam bana gelmezsen şöyle olsun der de
kadın bağlanır ve gitmekten hîssen men edilirse Fazlı yeminin bozulacağını
söylemiştir. Fakat esah kavle göre bozulmaz. Demek oluyor ki, hissî mende de
yeminin bozulmaması sahihlenmiştir. Lâkin Zahîre'de bildirildiğine göre muhtar
olan bozulmasıdır. Orada kadının hissen men edilmiş olması kayıdlanmamıştır.
Zahire bakılırsa o Fazlı'nın sözünü tercih etmiştir. Yukarıda gecen asla muvafık
olan da odur. Çünkü burada şart yokluğa aiddir. Hissî olan men ile hissî olmayan
arasındaki tafsilât varlığa aid olan şarta mahsus kalır ve Kınye ile
Bezzâziye'deki ifade yok-luğa aid şartta dahi icra edileceğine mebnî olur.
Allahu a'lem.
TENBİH: -Bilmiş ol
ki ulemanın açıkladıklarına göre mahallin bulun-maması yemini ibtal eder.
Üzerine yemin edilen fiilden âciz kalmak da yemin muvakkat ise yemini bozar.
Mutlak ise bozmaz. Yemin ibtidaen mün'akid olmak için yeminde durma imkânı
mutlak surette şarttır. Yemin muvakkat ise bu onun devamı için şarttır. Bu izaha
göre ulemanın: "Beri bugün bu tasdaki suyu mutlaka içeceğim diye yemin eder de
tasda su bulunmazsa yemini bozulmaz." demelerinin vechi şudur: Bu yemin
ibtida-en onda durma imkânı bulunmadığı için mün'akid olmamıştır. Tasda su
bulunur da dökülürse yemin bozulur. Çünkü yemin mün'akid olduktan sonra onda
durma imkânı yoktur. Buradaki acz mahallin bulunmamasın-dan ileri gelmektedir.
"Dışarı çıkmazsam"
gibi bir yemin yapar da bağlanarak men edilirse yemini bozulur. Çünkü buradaki
acz mahalli bulunmadığından meydana gelmemiştir. Burada mahal ya yemin eden
kimse veya kadın ve ben-zeridir. Ki, mevcuddur. Dökülen su bunun hilâfınadır. O
kimse dışarı çık-mayınca yeminden dönmenin şartı tehakkuk etmiştir. Zira mahal
bâkidir. Velevki hakikaten aciz kalsın. Çünkü aklen yemininde durma imkânı
var-dır. Kendisini hapseden şahıs satmış olabilir. Nasıl ki ben bugün gök
yü-züne dokunmazsam diye yemin ederse o gün geçmekle yemini bozulur. Zira gök
yüzüne dokunmak âdeten imkânsız olsa da haddi zâtında müm-kündür. Bazı
peygamberler bunu yapmıştır. Suyu dökmesi bunun hilâfı-nadır. Çünkü üzerine
yemin edilen suyun geriye dönmesi aslâ mümkün değildir.
«Burada oturmam»
diye yemin eder de bağlanarak bundan men edilirse yemini bozulmaz. Çünkü yeminin
bozulmasının şartı varlığa aiddir. O da bizzat oturmasıdır. Varlığa aid olan
şartı zorla yok etmek mümkündür. Zorlamak başkasına nisbet edilir. Çıkmayacağına
yemin bunun hilâfınadır. Zira bozulma şartı yokluğa aiddir. Bunu zorla yok etmek
mümkün değildir. Çünkü zorlanan tarafından tehakkuk etmiştir. İşte
ulemanın:"Zorlamak varlığa aid şarta tesir eder, yokluğa aid şarta tesir etmez."
demelerinin mânâsı budur.
Hâsılı şudur:
Yeminin bozulma şartı yokluğa aidse mahalli bulunma-ması sebebiyle yemininde
durma şartından âciz kalınca yemini bozulmaz. Mahal bâki ise yemini bozulur.
Mâni hissî olsun olmasın fark etmez. Kezâ gök yüzüne dokunmak gibi âdeten
imkânsız olursa yine böyledir. Eğer şart varlığa aidse mutlak surette yemini
bozulmaz. Velevki mâni hissî olmasın. Muhtar olan kavil budur. Ulemanın
sözlerinden benim anladığım da budur. Allahu a'Iem.
METİN
Nehir sahibi diyor
ki: "Bunun ifade ettiği mânâ bugün borcumu mutlaka ödeyeceğim diye yemin edip de
fakirliğinden ve ödünç verecek kimse bulamadığından dolayı âciz kalan kimsenin
yemini bozulmasıdır. Bahır sahibinin bahsettiği bunun hilâfınadır.
İZAH
«Bunun ifade ettiği
mânâ ilh...» Çünkü burada yeminin bozulma şartı yokluğa aiddir. O da
ödememektir. Mahal -ki yemin edendir- bâkidir. Bugün gök yüzüne dokunacağım diye
yaptığı yeminde durma şartı âdeten imkânsız olduğu halde yemini bozulursa burada
evleviyetle bozulur. Zira yemininde durma şartı mümkündür. Birinin malını
gasbeder yahut ödünç verecek kimse bulur veya akrabasından birine mirâsçı olur.
Bu gök yüzüne dokunmaktan daha uzak değildir. Burada: "Yeminin bozulmaması
Minah'ın şu ibâresinden çıkarılır: Bir kimse filana olan borcumu yarın mutlaka
ödeyeceğim diye yemin eder de, yarından önce ikisinden biri ölürse yahut borcu
daha önce öderse veya alacaklı ibrâ ederse bu yemin mün'akid olmaz." diye bir
itiraz vârid olamaz. Çünkü burada yeminin bozulmaması mahal kalmadığı için yemin
bâtıl olduğundandır. Nitekim tasdaki su dökülse hüküm bu olur. Zira yeminde
durma şartı hem aklen hem âdeten imkânsız olmuştur.
Gök yüzüne dokunmak
bunun hilâfınadır. Çünkü o âdeten imkânsız olsa da aklen mümkündür. Kezâ
Hâniyye'nin şu ifadesiyle de itiraz edilemez: "Bugün bu çöreği yemezsem şöyle
olsun der de güneş kavuşmadan çöreği başkası yerse yemini bozulmaz." Çünkü bu
mesele tas meselesinin fer'lerindendir. Nitekim ulema açıklamışlardır. Zira
mahal yoktur. Mahal çörektir. Bahır sahibinin istişhad ettiği ve: "Kınye
sahibinin yemin muvakkat olur da üzerine yemin ettiği şeyden âciz kalırsa bu
yemin bâtıl olur sözü zikri geçen hadisede de yeminin bâtıl olmasını
gerektirir." demesi söz götürür. Çünkü Kınye sahibinin muradı tas meselesinde
olduğu gibi hakikî acizdir. Aksi takdirde metin sahiplerinin bilittifak
söyledikleri göğe çıkacağım diye yemin etmekle yemin bozulmaz sözü bunu bozar.
Sonra gördüm ki Remlî Bahır sahibinin Fetâvâ'sından şunu nakletmiş:"Bahır sahibi
meselemizde yeminin bozulduğuna fetva vermiş, bunda hakikaten ve âdeten
yemininde durma imkânına dayanmıştır." Bu ifade bizim ilk söylediğimizin tâ
kendisidir. Hamd Allah'a mahsustur.