İSTİSNA
VE DİLEMEK MESELELERİ
METİN
Bir adam karısına
sözleri birbirine ekli olarak: Sen inşaallah boşsun der de bu söz bir kimse
kulağını ağzına yaklaştırmış olsa işitilecek şekilde olursa talâk vâki olmaz.
Çünkü şübhe vardır. Ancak soluk almak, öksürmek, geğirmek, aksırmak, dilinin
ağırlığı, ağzının başkası tarafından tutulması yahut te'kid, tekmil, had vurma,
talâk ve çağırma gibi mânâlar ifade eden fasılalar müstesnadır. Meselâ: Sen
boşsun ey fahişe yahut ey tâlik inşaallah derse istisna sahih olur. Bezzâziye ve
Hâniyye. Hükümsüz fasıla bunun hilâfınadır. Meselâ; Sen ric'î olarak boşsun
inşaallah derse talâk vâki olur ve bâin olarak derse talâk vâki olmaz. Ric'î
veya bâin derse bâin niyetiyle talâk vâki olur, ric'i niyetiyle olmaz. Kınye.
Nehir sahibi bunu kuvvetli bulmuştur. İşitilecek şekilde olursa dediğine göre
sağırı istisna etmek sahih olur. Hâniyye.
İZAH
"Bir adam karısına
ilah..." Musannıf burada istisna meselelerine başlamaktadır. Hidâye sahibi
bunlar için ayrıca bir fasıl yapmıştır. Fetih sahibi diyor ki: "İstisnayı tâlika
katması bunların ikisi de bir sözü mûcebini isbattan men etmek hususunda ortak
oldukları içindir. Şu kadar var ki şart bütün sözü, istisna ise bir kısmı men
eder. İnşaallah meselesini öne alması bütün sözü men etmek hususunda şarta
benzediği içindir. Bunda tâlik edatı da zikredilir. Lâkin usulünce değildir.
Çünkü bu sınırsız olarak men eder. Şart ise tehakkuk edinceye kadar men eder.
Onun için musannıf onu tâliklar bahsinde zikretmemiştir. İstisna sözü tevkîfi
bir isimdir. Yani rivâyete dayanır. Teâlâ Hazretleri: "İstisna da etmezler."
buyurmuştur. Bundan murad inşaallah demediklerini anlatmaktır. İsimde de
ortaklık olduğundan onu istisna faslında zikretmek münasip olmuştur. İstisnanın
hükmü haber sîgalarında sâbit olur. Velevki kendisi inşâ olsun. Emir ve nehyde
istisna yoktur.
Bir kimse: "Ben
öldükten sonra inşaallah kölemi âzâd edin!" dese buradaki istisnanın bir tesiri
yoktur, mirâsçılar köleyi âzâd edebilirler. "Şu kölemi sat inşaallah." dese
emrettiği kimse köleyi satabilir. Hulvânî'den nakledildiğine göre talâk ve satış
gibi dille yapılan her şeyi istisna ibtal eder. Dile mahsus olmayan oruç gibi
bir şey bunun hilâfınadır. İstisna onun hükmünü kaldıramaz. Bir kimse: Yarın
oruç tutmaya niyet ettim inşaallah dese bu niyetle o orucu eda edebilir.
Fetih'de böyle denilmiştir. Tevkîfîn mânâsı lügatta da kullanılmıştır. Yalnız
ıstılahan sâbit olmakla kalmamıştır demektir. Hatacî'nin Beyzâvî hâşiyesinde
Kehf Sûresinde şöyle denilmektedir: "İstisna lügat ve kullanışda şartla
kayıdlamaya verilen addır. Nitekim Seyrafî kitabın şerhinde bunu söylemiştir.
Râgıb'ın beyanına göre istisna geçen bir umumun gerektirdiğini kaldırmaktır.
Hadîsde: "Bir kimse bir şeye yemin eder de arkacığından inşaallah derse istisna
yaptı demektir, buyurulmuştur." İstisnanın ibtal mi yoksa tâlik miolduğu
hususundaki hilâf ileride gelecektir.
«Sözleri birbirine
ekli olarak...» ifadesi sözleri birbirinden ayrılmış olandan ihtiraz içindir. Bu
ayırma zaruret yokken susmak veya mânâsız bir söz söylemek gibi şeylerle olur.
Nitekim gelecektir. Fetih sahibi susmayı çok olursa diye kayıdlamıştır.
Hâniyye'de şöyle denilmektedir: "Bir adam karısına: Sen boşsun der de susar,
sonra üç defa derse bakılır: Susması nefesi kesildiği içinse kadın üç defa boş
olur, değilse bir defa boş olur." Bezzâziye'nin yeminler bahsinde dahi şu ibâre
vardır: "Bir kimseyi vali çağırır da billahi der o kimse de aynı şeyi söylerse,
sonra cuma günü mutlaka geleceksin derse, adam da bunu söylediği takdirde cuma
günü gelmezse yemini bozulmaz. Çünkü hikâye ve sükût ile AIIah Teâlâ'nın adını
yemininden ayırmıştır. Talâka yemin de böyledir."
«İşitilecek şekilde
olursa...» Bu şart Hinduvânî'ye göredir. Sahih olan da budur. Nitekim Bedâyi'de
belirtilmiştir. Kerhî'ye göre böyle bir şart yoktur. Şârih: "Kulağını ağzına
yaklaştırmış olsa ilh..." sözüyle o sözün işitilebilen cinsten olmasına işaret
etmiştir. Velevki seslerin çok olması dolayısıyla söyleyen kendisi işitmemiş
olsun.
«Çünkü şübhe
vardır.» Yani Allah Teâlâ'nın talâkı dileyip dilemediğinde şübhe vardır. Onu
kimse bilemez. H.
«Ancak soluk almak»
yani soluk almadan söylemeye imkânı olsa bile demek istiyor. Fakat nefes alacak
kadar susar da sonra inşaallah derse istisna sahih olmaz. Çünkü oraya fasıla
girmiştir. Fetih'de böyle denilmiştir. Bundan anlaşılır ki, nefes almadan nefes
alacak kadar susmak çoktur. Nefes almak için susmak ise zaruret olmasa bile
zarar etmez.
«Ağzının başkası
tarafından tutulması» yani tutan adam elini kaldırır kaldırmaz inşaallah derse
istisna sahihtir.
«Te'kid...» Sen
boşsun boşsun inşaallah diyerek bununla te'kid kasdetmektir. Zira kinâyelerden
önce fer'î meselelerde geçmişti ki, talâk sözünü tekrarlarsa hepsi vâki olur.
Ama bunlarla te'kidi niyet ederse diyâneten kabul olunur. Bir adamın kölesine:
"Sen hürsün hürsün inşaallah" demesi de böyledir. Nitekim Bahır'da
belirtilmiştir. H. Bu hususta sözün tamamı ileride gelecektir.
«Tekmil...» Sen bir
ve üç defa boşsun inşaallah gibi sözlerle olur. "Üç ve bir defa inşaallah."
derse bunun hilâfına olur. Yani üç talâk meydana gelir. Nitekim Bahır'da beyan
edilmiştir. Çünkü üçten sonra biri zikretmek hükümsüzdür. Aksi bunun
hilâfınadır.
«Sen boşsun ey
fahişe yahut ey tâlik inşaallah...» sözleri iki misâldir. Biri haddi, diğeri
talâkı icab eder. Bahır sahibi diyor ki: "Bezzâziye'de şu ifade vardır: Sen üç
defa boşsun ey fahişe inşaallah derse talâk vâki olur, istisna vasfa verilir.
Kezâ sen boşsun ey boş inşaallah; ve sen boşsun ey sabiyye inşaallah sözleri de
böyledir. İstisna hepsine sarfedilir ve talâk vâkiolmaz. O adam sanki ey fülane
demiş gibidir. İmam-ı Â'zam'a göre kaide şudur: Cümlenin sonunda zikredilen
sözle talâk vâki olur veya o kimseye had lâzım gelirse -ey boş, ey fahişe
sözlerinde olduğu gibi- istisna hepsine sarfedilir." H.
Ben derim ki: Bu
ibârede tahrif ve düşüklük vardır. Tahrif yani değiştirme "Kezâ sen boşsun ey
sabiyye" ifadesindedir. Doğrusu şudur: "Sen boşsun ey sabiyye demiş olsa ilh..."
Nitekim Zahîre'de böyledir. Çünkü bu daha önce geçenin hükmüne muhâliftir.
Düşüklük de "Kaide şudur ilh..." sözündedir. Zira ondan sonraki "İstisna hepsine
sarfedilir." sözü ondan önceki "Talâk vâki olur ve istisna vasfa verilir."
sözüne muhâliftir. Yani talâk "sen boşsun" sözüyle olur, istisna vasfa verilir.
Bundan murad "ey boş veya ey fahişe" diye kadına yaptığı vasıtfır. Bu vasıfla
talâk olmaz, had vurmak da lâzım gelmez.
O halde işin
doğrusu Zahire'nin şu sözüdür: "Kaide şudur ki: Cümlenin sonunda zikredilen
sözle talâk vâki olur veya had vurmak icab ederse istisna ona verilir, mesela;
ey fahişe, yahut ey boş sözleri böyledir. O sözle had vurmak vâcib değil talâk
da vâki olmuyorsa istisna bütününe verilir. Ey habîse sözünde böyledir." Sonra
bil ki bu tafsilâtı Zahîre sahibi şu sözüyle nakletmiştir:
«Ebu'l-Velid'in
Nevâdir'inde Ebû Yusuf'tan naklen denilmiştir ki ilh...» Bundan önce Zahîre
sahibi zâhir rivâyetten naklen istisnanın tafsilâtsız olarak bütün cümleye
sarfedileceğini söylemiş: "Sahih olan budur." demişti. Telhisü'l-Câmi' şerhinde
dahi bunun bir misli vardır. Şu halde Bezzâziye sahibinin tuttuğu yol sahihin
hilâfıdır. Nitekim biz bunu cima edilmeyen kadının talâkı bâbının başında izah
etmiştik. Şârihin burada: "İstisna sahih olur." demesi ona uymaktadır. Zira o
ibâreden hatıra gelen istisnanın bütününe yani hem talâka hem vasfa
sarfedilmesidir. Yalnız vasfa sarfedilmesi değildir. O zaman talâk da vâki
olmaz, harf ve liân da lâzım gelmez. Lâkin bu Bezzâziye sahibinin tuttuğu yola
muhâliftir: Nitekim gördün. Binaenaleyh şârihin meseleyi Bezzâziye'ye nisbet
etmesi münasip değildir.
«Sen ric'î olarak
boşsun inşaallah derse talâk vâki olur.» Burada fasılanın hükümsüz kalması
şundandır: Çünkü ric'î sözünü zikretmekten bir fayda hâsıl olmaz. O zaten sîga
itibariyle şer'an lâfzın medlulüdür. T. Acaba bunu niçin te'kid veya tefsir
saymamıştır? Bir düşün! Ulema "Hürsün hürsün..." sözünü te'kid, "Hürsün ve
âzâdsın..." sözünü tefsir saymışlardır.
«Nehir sahibi bunu
kuvvetli bulmuştur.» Bilmelisinki Kınye'de şöyle denilmiştir: "Bir adam
karısına: sen ric'î veya bâin boşsun inşaallah derse niyeti sorulur. Ric'îyi
kasdetmişse talâk vâki olmaz. Bâini kasdetmişse talâk vâki olur, istisnanın bir
tesiri kalmaz." Bahır sahibi diyor ki: "Doğrusu şudur: Ric'îyi kasdetmişse talâk
vâki olur. Çünkü fasıla bulunduğu için istisna sahih değildir. Bâini kasdetmişse
talâk vâki olmaz. Zira istisna sahihtir." Nehir sahibi şöyledemiştir: "Ben derim
ki: Bilâkis doğrusu Kınye'nin sözüdür. Çünkü o adamın sözünün mânâsı: Sen bu
ikiden biriyle boşsun demektir. Bu sözle ric'î hükümsüz kalamaz. Velevki
hükümsüz kalmasını niyet etsin. Bâini niyet etmesi bunun hilâfınadır. Bâine
gelince: O hiç bir halde hükümsüz kalmaz.
Ben derim ki: Bu
ifadedeki bozukluk ve tam çelişki gözden kaçımamaktadır. Şöyle ki: "Bâine
gelince: O hiç bir halde hükümsüz kalmaz." sözü talâk vâki olmamasını
gerektirir. Çünkü istisna sahihtir ve bu söz ric'îye müsavîdir. Ric'î hakkında
kendisi "Niyet etse bile hükümsüz kalmaz." demişti. O zaman her iki surette
talâk vâki olmaz demektir ki, Kın-ye'deki ifadenin hilâfınadır ve onun sözüyle
çelişki halindedir. Bâini niyet etmişse bunun hilâfınadır.
Onun içindir ki
Halebî: "Hak olan Bahır'ın sözüdür. Çünkü o adam ric'îyi niyet ederse sen boşsun
sözü zaten bunu ifade eder. Binaenaleyh ric'î olsun bâin olsun dediği bu ikiden
biri mânâsına gelen sözü hükümsüz kalır. Bâini niyet etmiş olması bunun
hilâfınadır. Zira bu cümle onu ifade etmez. Binaenaleyh ric'î veya bâin sözü
hükümsüz kalmaz. "Bâini niyet edince ric'î sözü hükümsüz kalır. Çünkü sen bâin
olarak boşsun demesi yeterdi." dersen ben de derim ki: Bu lügaten ve şer'an
sahih bir terkibdir ve iki karımdan biri boştur sözü gibidir. Maksadı bâin
olduğuna ve sen boşsun sözü de talâk-ı bâin ifade etmediğine göre bu adam: Sen
ric'î veya bâin olarak boşsun diyerek bâini niyet etmekle sen bâin olarak boşsun
demek arasında muhayyerdir.
METİN
Velevki kadın o
inşaallah demeden ölmüş olsun. Fakat adam ölürse talâk vâki olur. Burada kasid
şart olmadığı gibi talâkla istisnayı söylemek de şart değildir. Talâkı söyler de
ona bitişik olarak istisnayı yazarsa yahut bunun aksini yaparsa veya istisnayı
yazdıktan sonra silerse talâk vâki olmaz. İmâdiyye. Mânâsını bilmek dahi şart
değildir. Hatta bilmeyerek ve kasidsiz olarak inşaallah dese talâk vâki olmaz.
Şâfiî buna muhâliftir. Şâfiîlerden Şeyh Remlî bir şeye sahih olduğunu zannederek
talâkla yemin eden hakkında sorana talâk vâki olmadığına fetva vermiştir.
Ben derim ki: Bunu
bizim ulemamızdan birinin söylediğini görmedim. Allahu a'lem. İki şâhid buna
şâhidlik eder de o adam hatırlamazsa bakılır. Eğer bu adam öfkesinden ağzından
ne çıktığını bilmez bir halde ise o şâhidlerin sözüne itimad etmesi câizdir.
Aksi takdirde câiz olmaz. Bahır.
İZAH
«Velevki kadın o
inşaallah demeden ölmüş olsun.» Çünkü geçen söz tâliktır, boşama değildir.
Kadının ölmesi talika aykırı değildir. Çünkü tâlik ibtal eder. Ölüm de öyledir.
Binaenaleyh bunlar birbirine zıd değildir ve isnisna sahihtir. Kadına talâk vâki
olmaz. Tebyîn'de böyle denilmiştir. H.
«Adam ölürse talâk
vâki olur.» Yani kocası boşamak isteyerek inşaallah demeden ölürse talâk vâki
olur. Çünkü sözüne istisna bitişmemiştir. Adamın niyeti mâlumdur. Meselâ
boşamadan önce bunu birine söylemiştir. Nehir'de böyle denilmiştir. H.
«Burada kasid şart»
değildir. Mezhebin zâhir olan kavli budur. Çünkü istisna ile birlikte yapılan
talâk talâk değildir. Şeddâd b. Hâkim (R.) -ki altmış sene bugünün öğleni için
aldığı abdestle ertesi gününün öğlenini kılmıştır- şöyle demiştir: "Bana bu
meselede sofu Halef b. Eyyüb muhalefet etti. Derken rüyamda Ebû Yusuf'u görerek
ona sordum. Benim dediğim gibi cevap verdi. Kendisinden delil istedim, bana şu
cevabı verdi: Ne dersin! Sen boşsun diyecekken ağzından yahut boş değilsin sözü
çıkıverse talâk vâki olur mu? Hayır dedim. Bu da öyledir dedi." Bezzâziye ve
Fetih. '
«Yahut bunun aksini
yaparsa» yani talâkı yazar da istisnayı söylerse demek istiyor.
«Veya istisnayı
yazdıktan sonra silerse ilh...» sözüyle şârih dördüncü bir kısma işaret
etmektedir ki, o da her ikisini yazmasıdır. Bu da sahih olur. Velevki istisna
yazıldıktan sonra silinmiş olsun.
«Mânâsını bilmek
dahi şart değildir.» Bu bâkirenin susması gibi olur. Babası onu kocaya verir,
bâkire sükûtun rıza olduğunu bilmeyerek susar, böylece akid aleyhine geçerli
olur. Fetih.
«Şeyh Remlî ilh...»
Bilmelisin ki bu mesele Şâfiîlerce bir kimseye itimad ederek onun sözüyle amelde
bulunmak yemini bozmaz kaidesine mebnîdir. Buna tefri' ederek demişlerdir ki:
Bir kimse bir müftünün yeminin bozulmaz diye verdiği fetvaya itimad ederek
üzerine yemin ettiği şeyi yapsa doğru söylediğine kanaat hâsıl ettiği takdirde
yemini bozulmaz. Velevki fetva ehlinden olmasın. Çünkü hüküm galebe-i zannın
bulunup bulunmamasına göredir, ehliyete göre değildir. Onlar bu kabilden olmak
üzere şunu da söylemişlerdir: Bir kimse yemin ettikten sonra başka biri illa
enyeşâallah dese, sonra başkasının inşaallah demesi ona fayda vereceğini
söylese, o da bu habere itimad ederek üzerine yemin ettiği işi yapsa yemini
bozulmaz.
«Ben derim ki
ilh...» Bize göre karar kılmış kaide şudur: Bir kimse üzerine yemin ettiği işi
yaparsa yemini bozulur. Velevki zorla veya hataen, unutarak, yanılarak veya
baygın yahut deli olarak yapsın. Zorla yaptırıldığı halde ve benzerlerinde
yemini bozulursa bozulmaz zannıyla kasden yaptığında nasıl bozulmaz! Evet,
ulemanın yeminler bahsinde açıkladıklarına göre bir adam doğru söylediğini
zannederek gecmiş bir iş veya hal üzerine yemin etse üç şeyden başkasında
muahaze olunmaz. Bu üç şey: kadın boşamak, köle âzâdı ve adaktır. Şârih orada
şöyle demişti: "Binaenaleyh hilâfı anlaşılınca galib-i zanna göre talâkvâki
olur. Şâfiîlerden bunun hilâfı şöhret bulmuştur.»
«Bilmez bir halde
ise ilh...» İtimad edebilir. Fakat bu halde değilse onların sözüne itimad
edilmez. Nitekim Fetih ve diğer kitablarda beyan edilmiştir.
Ben derim ki: Bu
fer'in muktezası şudur: Bir kimse öfkesinden ne söylediğini bilmez hale gelmişse
talâkı vâkidir. Aksi takdirde istisna yaptı diyen iki şahidin sözüne itimada
muhtaç olmazdı. Halbuki talâk bahsinin başında: "Medhuşun talâkı vâki değildir.
Efkârlı ve kızgın bir kimsenin talâkı hakkında Hayreddin-i Remlî bununla fetva
vermiştir. Çünkü medhuş delilik kısımlarından biridir. Şübhesizki ne söylediğini
bilmez bir hal alan kimse deli hükmündedir." diye geçmişti. Orada biz de cevap
vererek şöyle demiştik: Buradakinden murad: Ne söylediğini bilmez bir hale
gelmesi, kasidsiz konuşması mânâsını anlamaması, uyuyan ve sarhoş olan kimseler
gibi olması değildir. Maksad zihnini öfke kapladığı için bazen ne söylediğini
unutur demektir."
METİN
Mezhebin sahibinden
rivâyet edilen kavlin zâhirine göre koca istisna iddia eder karısı inkârda
bulunursa, kocasının sözü kabul edilir. Bazıları beyyinesiz sözünün kabul
edilmeyeceğini söylemişlerdir, itimad bunadır. Fesad galebe çaldığı için
ihtiyatan fetva da buna göredir. Bazıları: "Bu adam iyi halli tanınmışsa söz
onundur." demişlerdir.
İZAH
«Koca istisna iddia
eder karısı inkârda bulunursa, kocasının sözü kabul edilir.» Şart da bunun
gibidir. Nitekim Fetih ve diğer kitaplarda beyan edilmiştir. Karısının inkârı
ile kayıdlanması hilâf yeri olduğu içindir. Çünkü bu adamla münazaada bulunan
biri olmamış olsa söz onun olacağında işkâl yoktur. Nitekim Fetih sahibi bunu
açıklamıştır.
Ben derim ki: Lâkin
Tatarhâniyye'de Mültekât'tan naklen: "Kadın talâkı işitir de istisnayı işitmezse
cima' için kocasına imkân vermesi câiz değildir." denilmiştir. Yani kadın
işitmezse kocasıyla münazaada bulunması lâzım gelir demektir. Bahır sahibi diyor
ki; "Şâhidler bu adamın istisna yapmadan boşadığına veya hul' yaptığına yahut
istisna yapmadığına şâhidlik ederlerse kabul olunur. Bu mesele nefy üzerine
beyyine kabul edilen yerlerden biridir. Çünkü bu mânâ itibariyle vücudî bir
şeydir. Zira mûcibi söyledikten sonra hemen dudakları kapamaktan ibarettir.
Şâhîdler: Boşadı ama biz hul' kelimesinden başka bir şey duymadık derler de koca
istisna iddia ederse söz kocanındır. Zira onu söyleyip de şâhidlerin işitmemiş
olması câizdir. Câmi-i Sağîr'den bilindiğine göre şart olan kocanın işitmesidir,
şâhidlere işittirmesi değildir." Nehir sahibi bu sözün akabinde şöyle demiştir:
"Şemsü'l-İslâm'ın Fevâid'inde bu adamın kavli kabul edilmeyeceği bildirilmiştir.
Fûsul'de sahih olan da budur denilmiştir."
Ben derim ki: Kezâ
bedeli ve emsalini teslim almak gibi hul'un sahih olduğunu gösteren bir delil
bulunursa yine erkeğin sözü kabul edilmez. Nitekim Câmiu'l-Fûsuleyn'de
belirtilmiştir. Tatarhâniyye sahibi: "Murad bedelin zikredilmesidir, teslim
almanın hakikati değildir." diyor. Bu izaha göre talâk ve hul' vaktinde bedeli
zikrederse kazaen istisna dâvâsı tasdik edilmez.
Minah hâşiyesinde
Hayreddin-i Remli: "Kocasının sözü yeminiylemi kabul edilecektir, yeminsizmi
bundan bahsetmemiştir." diyor. Bahır ve Nehir sahibleriyle Kemâl de böyle
demişlerdir. Ben bundan kimsenin bahsettiğini görmedim. Ama mu'temed kavle göre
karısı inkâr ederse kocasının kavli yeminiyle birlikte kabul edilmek gerekir.
Karısı inkâr etmezse ona zaten yemin verdirilmez. Meğerki hâkim itham etmiş
olsun.
«Bazıları
beyyinesiz sözünün kabul edilmeyeceğini söylemişlerdir." Hayreddin-i Remlî şöyle
demiştir: "Her iki kavil hakkında hilâf ve tercih bulunduğuna göre zâhir
rivâyete başvurmak vâcib olur. Zira ondan başkası bizim ulemamızın mezhebi
değildir. Bir de fesad erkeklerde galib olduğu gibi kadınlarda da galibdir.
Kadın buna zorlanmış olabilir de bundan kurtulmak için kocasına iftira atabilir.
Binaenaleyh müftü zâhir rivâyetle -ki mezheb odur- fetva verir, işin bâtın ve
hakikatini Allah Teâlâ'ya havale eder. Düşün ve kendine insaf et!"
Ben derim ki: Fesad
her iki fırkada mevcud ise de avam takımının ekserisi istisnanın yemini
bozduğunu bilmezler. Bunu bir hîle olmak üzere ancak bazı Allah'dan korkmazlar
bilir. Şu da var ki kocanın dâvâsı zâhirin hilâfınadır. Çünkü o istisna dâvâ
etmekle mûcibi itiraf ettikten sonra onun ibtalini dâvâ etmektedir. Yukarıda
geçen: "Kadının haneye girmesi gibi şartın bulunmasında söz erkeğindir." sözü
bunun hilâfınadır. Çünkü kocası sen şu haneye girersen boşsun dedikten sonra bu
söz ancak kadın haneye girdikten sonra talâkı mûcib olur. Kocası ise bunu inkâr
etmektedir. Zâhir de kocasına şâhiddir. Burada ise zâhir kocasının sözüne
muhâliftir. Fesad umumileştiği vakit zâhire müracaat gerekir. Fetih sahibi diyor
ki: "Necmeddin-i Nesefî'nin Şeyhülistâm Ebu'l-Hasen'den naklettiğine göre
ulemamız talâkta istisna dâvâsında kocanın beyyinesiz tasdik edilmemesi cevabını
vermişlerdir. Çünkü zâhirin hilâfınadır. İnsanların hali bozulmuştur."
«Bazıları: Bu adam
iyi tanınmışsa ilh...» Bu söz Fetih sahibinindir. Yukarıda kendisinden
naklettiğimiz ifadeden sonra şöyle demiştir: "Bence bakılmalıdır. Eğer o adam
iyilikle meşhursa şâhidler de nefye şehâdet etmediklerine göre Muhît'in kavliyle
amel ederek sözünü tasdik için talâk vâki değildir demelidir. O adam fâsık diye
bilinir veya hali mâlum olmazsa sözü tasdik olunmaz. Çünkü bu zamanda fesad
galibdir."
Ben derim ki:
Şübhesiz bu müftâbih olan ikinci kavli tahkiktir. Çünkü ulema zamanın fesadıyla
onu illetlendirmişlerdir. Yani koca müttehem olur. Kendisi iyi insansa töhmet
ortadan kalkar ve sözü kabul edilir. Bu söz üçüncü bir kavil değildir.
METİN
İnsan, cin, melek,
duvar ve eşek gibi dileği bilinmeyen şeylerin zikri geçen hususatta hükmü de
böyledir. İki nev'i ortak zikretmesi de böyledir. Meselâ Allah dilerse, Zeyd ve
dilerse demesi bu kabîldendir ki asla talâk vâki olmaz. "İlla , inlem, iza, mâ,
mâlemyeşe'" kelimeleri de in gibidirler. "Baban olmasa sen boşsun. güzelliğin
olmasa sen boşsun, seni sevmem olmasa sen boşsun." gibi sözler de istisnadan
sayılır. Bunlarla talâk vâki olmaz. Hâniyye. Sübhanallah sözü de istisnadan
sayılır. Bunu Kemâl b. Hümam Fetva'sında zikretmiştir. Bir adam karısına: Sen üç
defa boşsun ve üç defa inşaallah yahut kölesine: Sen hürsün ve hürsün inşaallah
derse karısı üç defa boş olur. İmam-ı A'zam'a göre köle de âzâd olur. Çünkü
ikinci söz hükümsüzdür. Onu te'kid yapmaya da imkân yoktur. Çünkü ve edatıyla
ayrılmıştır. Hürsün hür yahut hür ve âzâdsın demesi bunun hilâfınadır. Çünkü
te'kid ve atf-ı tefsir olur. Bu suretle istisna sahih
olur.
İlla: Meğer ki,
İnlem: -madı ise, İza: Vakitte, Mâ:Eğer, Mâlemyeşe: Dilemedikçe demektir.
İZAH
«Dileği bilinmeyen
şeylerin hükmü ilh...» ifadesi tahsisden sonra ta'mimdir. Çünkü Allah Teâlâ
Hazretleri dilediği bilinmeyenlerdendir. Musannıf bu misâllerle muradı insan
gibi dilemesi olanlarla duvar gibi aslâ dilemesi olmayan şeylere ta'mim etmek
istemiştir. Bunu Tahtâvî söylemiştir.
«Zikri geçen
hususatta» yani dilemeye tâlik hususunda hükmü de böyledir. Yani Allah'ın
dilemesine tâlik gibidir. H.
«İki nev'i ortak
zikretmesi de böyledir.» Meselâ Allah dilerse ve Zeyd dilerse demesi bu
kabîldendir.
«Aslâ talâk vâki
olmaz.» Yani Zeyd dilese bile talâk vâki olmaz. Bahır.
«İllâ» yani kocası
meğerki Allah dilemiş olsa derse inşaallah demiş gibi olur. Bu illânın şart
mânâsına gelen in ile nefy mânâsına gelen lâ'dan mürekkep olması ihtimali de
vardır.
TENBİH:
Valvalciyye'de zikredildiğine göre bir adam: "Ben fülanla ancak unutarak
konuşurum" der de, unutarak konuşursa, sonra bilerek konuştuğunda yemini
bozulur. "Meğerki unutmuş olayım." demesi bunun hilâfınadır. Bu sefer yemini
bozulmaz. Fark şudur: Birincide bu adam sözünü mutlak bırakmış; yalnız unutarak
konuşmasını istisna etmiştir. İkincide ise yemini unutmakla sınırlandırmıştır.
«İnlem» yani Allah
dilemediyse demektir. Bir adam: Allah Teâlâ dilerse sen bir talâk boşsun; ve
Allah Teâlâ dilemezse iki talâk boşsun." derse hiç bir şey vâki olmaz. Birinci
sözde bir şey olmaması istisnadan dolayıdır. İkincide ise talâk vâkidir desek
Allah Teâlâ'nın onu dilediğini biliriz. Çünkü vuku dilemeye delildir. Her şey
Allah Teâlâ'nın dilemesiyle olur. Halbuki bu adam talâkı Allah Teâlâ'nın
dilemesine değil dilememesine tâlik etmiştir. Binaenaleyh bizzarure talâkın
îkâ'ı bâtıl olur. Bahır. Bu mesele üzerine sözün tamamı Telvîh'de zarf mânâsına
gelen fî bahsindedir.
«Mâ» yani mâşâallah
sözüyle talâk vâki olmaz. Mâ kelimesini masdariyet mânâsına alırsak talâk vâki
olmayacağı zâhirdir. Çünkü şübhe ifade eder. Bu kelimeyi ism-i mevsul mânâsına
alırsak yine talâk vâki olmaz. Çünkü "Sen Allah'ın dilediği talâkla boşsun."
mânâsına gelir. Allah'ın dileyip dilemediği ise bilinmez. Zira ismet yakînen
sâbittir, şekle zâil olmaz. Bunu Nehir sahibi söylemiştir.
«Mâlemyeşe'»in
mânâsı: Allah senin talâkını dilemediği müddetçe sen boşsun demektir .Bununla
talâk vâki olmamasının vechi inlemde geçen gibidir. T.
«Baban olmasa
ilh...» ifadesinin istisna olması şundandır: Olmasa sözü cezanın yani talâkın
meydana gelememesi şart bulunduğundandır. Şart da babadır yahut kadının
güzelliğidir.
«Fetva'sında
zikretmiştir.» Her halde şârih bunu İbn-i Hümam'a nisbet edilmiş bir fetvada
görmüş olacak. Çünkü biz onun fetva kitabı olduğunu işitmedik. Zâhire bakılırsa
bu rivâyet ondan sâbit değildir. Zira Fethü'l-Kadir'de zikrettiğine muhâliftir.
Orada şöyle demiştir: "Az bir zikirle sözü birbirinden ayırmakta hilâf olduğu
görülüyor. Çünkü Neyâzil'de: Bir adam vallahi fülanca ile konuşmam. İnşaallah
Allah'dan istiğfar ederim dese diyâneten istisna yapmış sayılır, kazaen sayılmaz
denilmiş, Fetâvâ'da ise: Bir adama yemin verdirmek ister de gizlice istisna
yapacağından korkarsa ona yemin ettirir, yeminin sonunda bitişik olarak
sübhanallah demesini veya başka birşey söylemesini emreder." denilmektedir. En
güzeli "zikirle fâsıla yapılarak istisna sahih olmaz" demektir. Görüyorsunki bu
sübhanallah gibi kelimelerin yeminin akabinde fâsıla sayılacağı ve istisnayı
bozacağı hususunda açıktır. Bunun istisna olduğunu ise kimse söylememiştir.
«Çünkü te'kid» sözü
hürsün hür ifadesine râci'dir. Fetih sahibi diyor ki: "Bunun kıyası ve edatı
olmaksızın üç defa tekrarlanırsa onun gibi olmaktır." Atf-ı tefsir sözü de hür
ve âzâdsın ifadesine râci'dir. Yani ibârede lef ve neşr-i müretteb vardır. Hür
ve hürrü atf-ı tefsir yapmaması atf-ı tefsir başka lâfızla olduğu içindir.
Nitekim Fetih'de belirtilmiştir.
METİN
Kezâ Allah dilerse
sen boşsun sözüyle talâk vâki olur. Zira bu söz Tarafeyn'e göre tatlîk, Ebû
Yusuf'a göre tâliktir. Çünkü bozan kısım icaba bitişmiştir. Onun için talâk vâki
olmaz. Nitekim sona bıraksa talâk vâki olmazdı. Hilâfın bunun aksine olduğunu
söyleyenler de vardır.
İZAH
«Bu söz Tararfeyn'e
göre tatlîktır ilh...» Bilmelisinki Allah Teâlâ'nın dilemesini tâlik İmam-ı
A'zam'la İmam Muhammed'e göre ibtaldir. Yani sâbık icabın hükmünü kaldırmaktır.
EbûYusuf'a göre ise tâliktır. Onun için de sair şartlarda olduğu gibi bitişik
bulunmasını şart koşmuştur. Tarafeyn'in delili şudur: Allah Teâlâ'nın dilediğini
bilmeye yol yoktur. Binaenaleyh bu ibtaldir. Geri kalan şartlar bunun
hilâfınadır. Ne olursa olsun sen boşsun inşaallah gibi sözlerle talâk vâki
olmaz.
Evet, hilâfın
semeresi bazı yerlerde kendini gösterir. Bunlardan biri şartı önce zikredip
cevabını fâ edatıyla bağlamamaktır. Meselâ inşaallah sen boşsun demek böyledir.
Tarafeyn'e göre talâk vâki olmaz. Çünkü ibtaldir, değişmez. Ebû Yusuf'a göre
talâk vâki olur. Çünkü tâlik vâcib olan yerde fâ edatı olmaksızın yapılamaz.
Biri de bir kimsenin talâka yemin etmemeye yemin etmesi ve bunu söylemesidir.
Tâlik olduğuna göre yemini bozulur, ibtal olduğuna göre bozulmaz. Nitekim
gelecektir.
Zeylaî, İbn-i Hümam
ve diğerlerinin anlattıkları budur. Mevahibü'r Rahmân metninde de bunun misli
vardır. Orada şöyle denilmiştir: "Ebû Yusuf inşaallahı tâlik saymış, Tarafeyn
ise ibtal için olduğunu söylemişlerdir. Bununla fetva verilir. Fâ edatını
kullanmadan inşaallah sen şöylesin derse birinciye göre talâk vâki olur,
ikinciye göre hükümsüz kalır." Lâkin Mecma' metninde bunun aksi zikredilmiştir.
Onun ifadesi şudur: "İnşaallah sen boşsun sözünü Ebû Yusuf tâlik, Tarafeyn ise
boşamak saymışlardır. Bahır sahibi onu yukarıda geçene yorumlamıştır. Ama söz
götürür.
Çünkü tâlik ile
tatlîkı karşılaştırmak Ebû Yusuf'un kavline göre talâk olmamayı iktiza eder. O
tâlika kâildir. Talâk vukuu Tarafeyn'in kavline göredir. Halbuki bunu Mecma'
sahibi şerhinde açıklamıştır. Şübhesiz ev sahibi daha iyi bilir. Bunu
Dürerü'l-Bihâr şârihi dahi açıklamış, evvela Ebû Yusuf'un bunu tâlik saydığını
söylemiştir. Çünkü ibtal eden kısım icaba bitişince onun hükmünü ibtal eder.
Sonra Tarafeyn'in bunu tenciz saydıklarını belirtmiştir. Çünkü iki cümleyi
birbirine bağlayan fâ edatı bulunmayınca sen boşsun sözü müneccez olarak kalır.
Tatarhâniyye'de
şöyle denilmektedir: "İnşaallah sen boşsun der de fâ edatını zikretmezse bu söz
Ebû Hanife'yle Ebû Yusuf'un kavline göre sahih bir istisnadır. Valvalciyye
sahibi biz bununla amel ederiz demiştir. Muhît'te beyan edildiğine göre İmam
Muhammed: Bu istisnanın münkatı olduğunu söylemiştir. Kazaen talâk vâkidir. Bu
sözle istisnayı murad etmişse diyâneten de tasdik olunur. Bu vecihle hilafı
Kudûrî de zikretmiştir. Hâniyye'de ise Ebû Yusuf'un kavline göre boş olmaz. İmam
Muhammed'in kavline göre boş olur. Fetva Ebû Yusuf'un kavline göredir
denilmektedir." Bunun bir misli de Zahîre'dedir. Hâniyye'de bundan önce tâlik
bâbının başında Zeylaî'den ve diğerlerinden naklettiğimiz gibi sözler
zikredilmiştir.
Hâsılı İmam Ebû
Yusuf dilemek tâliktır demektedir. Lâkin onun kavline göre tahriçde ihtilâf
edilmiş, bazıları sair şartlarda olduğu gibi cevabda fâ lâzım olacağını
söylemiş; fâ bulunmazsa talâk vâkidir demişlerdir. Bazıları cevabda fâ lâzım
gelmiyeceğine kâil olmuştur. Binaenaleyh talâk vâki değildir. İmam Muhammed
bunun ibtal olduğuna kâildir. Onun kavline göre dahi tahriç muhteliftir.
Bazıları cevabda fâ edatı bulunarak rabt sahih olursa o zaman ibtaldir. Şayet
fâ'nın vâcib olduğu yerde fâ atılırsa müneccez olarak talâk vâkidir demişlerdir.
O zaman boşamak için kullanılmasının mânâsı budur. Birtakımları bu İmam
Muhammed'e göre mutlak surette ibtal içindir. Binaenaleyh ibâreden fâ düşse bile
talâk vâki olmaz demişlerdir.
Ebû Hanife'ye
gelince: Bazısı onun Ebû Yusuf'la bazısı da İmam Muhammed'le beraber olduğunu
söylemişlerdir. Bu izahtan anlaşılır ki, Bahır'deki "Tâliktır denildiğine göre
fâ zikredilmezse talâk vâki olmaz. Fetih sahibinin tevehhümü buna muhâliftir. O
talâk vâki olacağını söylemiştir." ifadesi söz götürür. Çünkü gördün, tahriç
muhteliftir. Kezâ anlaşıldıki Fetih'deki: "Ebû Yusuf onun ibtal için olduğuna
kâildir. Hâniyye sahibi bunu açıklamıştır." ifadesi işittiklerine muhâliftir. Şu
da var ki benim Hâniyye'de gördüğüm bu sözün ona göre tâlik için olmasıdır. Kezâ
oradaki Mecma' şerhinin sözü yanlıştır ifadesi de öyledir. Nehir sahibi de ona
uymuştur. Bu söz ihtimalden uzaktır. Biliyorsun ki o bir çok muteber kitablara
muvafıktır. Kudûrî de bunu açıklamıştır. Olsa olsa bu iki kavlin biridir. Burası
Fetih, Bahır ve Nehir sahibleriyle diğerlerine gizli kalmıştır. Bu makamın
izahını ganimet bil. Zira burada bir çok ayaklar kaymıştır.
«Çünkü bozan kısım
icaba bitişmiştir.» ifadesi tâliktir sözünün illetidir. Nitekim Dürerü'l-Bihâr
şerhinden naklen yukarıda geçti. Bozandan murad inşaallah sözüdür. Çünkü bu
sahih bir istisnadır. Velevki cevabından fâ edatı düşmüş olsun. Nitekim
Tatarhâniyye'den naklen geçti. Binaenaleyh icab hükümsüz kalır. İcab "sen"
sözüdür ve vâki olmaz. Bahır sahibi bunu müşkül görerek: "Tâlikın muhtezası fâ
bulunmadığı vakit talâkın vukuudur. Çünkü rabt edatı yoktur." demiştir. Remlî
kendisine Valvalciyye'nin şu sözüyle cevap vermiştir: "Bundan maksad tâlikı
değil hükmü yok etmektir. Yok etmekte ceza harfine hâcet yoktur. Şu haneye
girersen sen boşsun sözü bunun hilâfınadır. Zira ondan maksad tâliktır. Böylece
birbirlerinden ayrılırlar."
Ben derim ki: Bu
tahriçden biridir. Mecma' ve diğer kitablarda tutulan yol budur. Diğer tahrice
göre tâlikın fâ'sız sahih olmamasıdır -ki Zeylaî ve başkalarındaki budur-
Bununla talâk vâki olur. Nitekim yukarıda geçti.
«Hilâfın bunun
aksine olduğunu söyleyenler de vardır.» Yani hilâf dilemeye tâlik ibtal midir
tâlik midir meselesindedir. Metnin meselesinde değildir. Bazıları bu Ebû Yusuf'a
göre ibtal, İmam Muhammed'e göre tâlikdır demişlerdir. Böyle diyenler Ebû
Hanife'den bahsetmemişlerdir. Ama metnin meselesindeki hilâfı murad etmiş olması
ihtimali vardır. Yanibazılarına göre Ebû Yusuf'a göre talâk vâkidir. Tarafeyn'e
göre vâki değildir. Nitekim Zeylaî ile diğer ulemadan naklen yukarıda geçti.
METİN
Herhalde müftâbih
olan kavil dileği evvel söyler de (Arapçada) fâ'yı zikretmezse talâk vâki
olmamaktır. Fâ'yı zikrederse bilittifak talâk vâki olmaz. (Bittabi bu Arapçaya
mahsustur.) Nitekim Bahır, Şürunbulâliyye, Kuhistânî ve diğer kitablarda böyle
denilmiştir. Bellenilmelidir. Bunun semeresi talâka yemin etmemeye yemin eden de
bunu söyleyen kimsede zâhir olur ki, tâlik diyene göre yemini bozulur, ibtaldir
diyene göre bozulmaz. Sen Allah'ın meşietiyle veya iradesiyle veya mahabbetiyle
yahut rızasiyle boşsun sözüyle kadın boş olmaz. Çünkü (ile diye tercüme
ettiğimiz) bâ edatı ilsak (yani hükmü yapıştırmak) için kullanılır. Binaenaleyh
cezayı şarta ilsaka benzer. Bunu yani meşiet ve diğer kelimeleri köleye izafe
ederse temlîk olur ve meclise münhasır kalır. Nitekim geçmişti. Sen Allah'ın
emriyle veya hükmüyle yahut kazasıyla veya izniyle veya ilmiyle yahut kudretiyle
boşsun derse derhal talâk vâki olur. Allah Teâlâ'ya veya kula izafe edilmiş
olması birdir. Zira böyle bir sözle örfen tenciz kasdedilir. Sen hâkimin
hükmüyle boşsun demesi bu kabîldendir. Bu sözü (Arapçada) bütün vecihlerde lâm
ile söylerse hepsinde talâk vâki olur. Çünkü lâm ta'lil bildirir. (Arapçada) fi
edatıyla söylerse Allah Teâlâ'ya izafe ettiğinde bütün vecihlerde talâk vâki
olmaz. Çünkü fi edatı şart mânâsınadır. Ancak ilim kelimesinde derhal talâk vâki
olur. Kudret kelimesiyle aczin zıddını niyet ederse onunla da derhal talâk vâki
olur. Çünkü ilim gibi Allah Teâlâ'nın kudreti de kesin olarak mevcuddur. Bu
kelimeleri kula izafe ederse ilk dördünde ve heva ve rü'yet gibi bunların
mânâsındaki kelimelerde temlîk, diğerlerinde tâlik olur ki, bunlar altıdır.
İZAH
«Herhalde» yani
ister tâlik veya ibtal Ebû Yusuf'un kavli olsun, ister başkasının kavli olsun
fetva talâk yoktur diye verilir. Musannıfın tuttuğu yol müftabih kavlin
hilâfınadır.
«Bilittifak talâk
vâki olmaz.» Çünkü o zaman tâlikin sahih olduğunda şübhe yoktur.
«Bunun semeresi
ilh...» Buradaki zamirin şârihin sözünde mercii yoktur. Çünkü zamir şartı geriye
bırakır da sen boşsun inşaallah derse yahut şartı öne alır da cevabını fâ ile
zikrederse oraya râci'dir. Bu Tarafeyn'e göre ibtal, Ebû Yusuf'a göre tâlik
olur. Yukarıda arzetmiştik ki hilâfın semeresi bir kaç yerde zâhir olur.
Onlardan biri metindeki meseledir. Yani şartı öne alır, cevabında da fâ
zikretmezse meselesidir. Nitekim izah etmiştik. Biri de bu meseledir. Bunun
beyanı Hâniyye'deki ifadedir: Orada şöyle denilmiştir: "Koca senin talâkına
yemin edersem sen boşsun der de sonra kadına sen boşsun inşaallah cümlesini
söylerse EbûYusuf'un kavline göre karısı boş olur. İmam Muhammed'in kavline göre
boş olmaz. Çünkü Ebû Yusuf'un kavline göre sen boşsun inşaallah sözü şart ve
ceza bulunduğu için yemindir. İmam Muhammed'in kavline göre yemin değildir."
Yani ona göre bu söz ibtal içindir. Fetvanın buna göre olduğunu arzetmiştik. Bu
söylediklerimizden anlaşılır ki. "onu söylerse" cümlesindeki zamir şartı geriye
bıraktığı zamana râci'dir. Sen boşsun inşaallah demiştir yahut öne alıp rabt
fâ'sı getirdiğine göredir.
Râfii diyor ki:
Bilâkis zamirin mercii vardır. O da birinci ihtimale göre hilâftır. İkinci
ihtimale göre cümleden anlaşılan mânâdır. Halbuki Ebu Yusuf tâlik olur desede
bunda yine ibtâl olduğunu kabul etmektedir. Şârihin ta'lil yaparken: "İbtâl eden
kısmı icaba bitişdiği için ilh..." demesi buna delildir.
«Rizasiyle...» Riza
failine itiraz etmemektir. Velevki onunla birlikte sevgi olmasın. T.
«Çünkü bâ ilsak
içindir.» Yani bu edatın hakiki mânâsı yapıştırmaktır. Şu halde bu dört
kelimeden birine talâkın vukuu yapışır. Ama bunlar gaibtir, bilinmezler. Onun
için kadın şübheyle boş düşmez. T.
«Meclise münhasır
kalır.» Yani öğrendiği meclise münhasır kalır. O mecliste dilerse kadın boş
düşer, dilemezse emir elinden çıkar. «Nitekim geçmişti.» Yani meşiet faslında
geçmişti. H.
«Örfen tenciz
kasdedllir.» Binaenaleyh ben tâliki kasdetmiştim şeklindeki iddiası tasdik
olunmaz. Fakat zâhire göre diyâneten tasdik olunur.
«Bu sözü» yani bu
on sözden birini demektir.
«Çünkü lâm ta'lil
bildirir.» Yani talâk îkâ'ının illetini bildirir. Meselâ sen şu haneye girdiğin
için boşsun der. Fetih. Talâk îkâ'ı ise illetinin bulunmasına bağlı değildir.
Nitekim geçmişti. Binaenaleyh "Dilemek ve benzerleri bilinen şeyler değildir.
Allah Teâlâ'nın talâkı sevmesi de yoktur." şeklinde bir itiraz vârid olamaz.
«Çünkü fi edatı
şart mânâsınadır.» Binaenaleyh bilinemeyen bir şeye tâlik olur. Deniliyor ki:
"Şart mânâsınadır sözünde onun hâlis şart olmadığına işaret vardır. Hâlis şart
olsa talâk ondan sonra olurdu. Halbuki birlikte olmaktadır." Bu sözün semeresi
şurada görülür: Bir adam ecnebî bir kadına sen nikâhında boşsun der de o kadınla
evlenirse kadın boş olmaz. Nasılki nikâhınla birlikte dese boş olmazdı. Ama
seninle evlenirsem demesi bunun hilâfınadır. Telvîh. Çünkü talâk ancak nikâhtan
sonra olur.
«Derhal talâk vâki
olur.» Çünkü bunu hiç bir halde Allah Teâlâ'dan nefy etmek sahih değildir. O
olmuşu da bilir, olacağı da. Binaenaleyh bu söz mevcud bir şeye tâlik olur, îkâ'
sayılır. Zeylaî.
«Aczin zıddını
niyet ederse» yani kelimenin hakikatini niyet ederse demek istiyor. Çünkükudret
aczin zıddı olan bir sıfattır. Binaenaleyh mevcud bir şeye tâlik olur. Ama bu
kelimeyle takdir mânâsını niyet ederse talâk vâki olmaz. Çünkü Allah Teâlâ bir
şeyi takdir eder, bazen etmez.
«Rü'yet...»
Ekseriyetle gözle görmek mânâsına kullanılan bir masdardır. Kalb gözüyle
görmenin masdarı rey, uyku gözüyle görmenin masdarı da rüyadır. Bunların her
biri diğerinin mânâsında kullanılır. Burada da bu kabîldendir. Çünkü kadının
talâkını görmek gözle değil kalble olur.
METİN
Sonra bu on kelime
ya Allah'a izafe edilir yahut kula. Böylece yirmi olur. Bunlar da ya bâ yahut
lâm veya fi edatlarıyla zikredilir ve altmış olurlar. Bezzâziye'de: "Bir kimse
talâkı yazar da yazıyı istisna ederse sahih olur." denilmiştir. İmâdiyye'den
naklen yukarıda geçtiğine göre bunların mecmuu 180 olur. "Allah nasıl dilerse
sen öyle boşsun." sözü ile kadın ric'î talâkla boş olur. Sen üç defa boşsun
yalnız biri müstesna sözüyle iki talâk: üç defa boşsun ikisi müstesna sözüyle
bir talâk; üç defa boşsun üçü müstesna sözüyle üç talâk vâki olur.
İZAH
«Bunlar da ya bâ
ilh...» Şârih (in) edatını taksimden düşürmüştür. Nitekim musannıf da onun
hakkında söylenecek sözlerin bakiyyesini terketmiştir. İn'in hükmü kısaca şudur:
Bu kelime diğer on kelimenin içinde Allah Teâlâ'ya izafe edilirse ya ibtal yahut
tâlik içindir. Kula izafe edilirse temlîktir. Bahır sahibi diyor ki: "Hâsılı in
edatını zikrederse hiç birinde talâk vâki olmaz." Yani Allah'a izafe edilirse
demek istiyor. Şu halde kısımlar seksen olur. H.
Ben derim ki:
musannıfın da başkaları gibi zikrettiğine göre ilk dört kelime temlîk içindir.
Bunu bâ ve fi edatlarıyla birlikte zikretmişse de lâkin onlar şart mânâsına
gelir. Şart edatlarının aslı in'dir. Binaenaleyh geriye kalan altı kelime asla
temlîk için olamaz. Sonra gördüm ki Zeylaî bunu açıklamış ve şöyle demiştir:
"Hâsılı bu lâfızlar ondur. Dördü temlîk ifade eder. Onlar da meşiet kelimesiyle
arkadaşlarıdır. Altısı temlîk için değildir. Onlar da emir ve arkadaşlarıdır."
Bu izaha göre bu kelimeler şart edatı olan in ile kula izafe edilirlerse ilk
dördü temlîk ifade eder ve meclise bağlı kalır. Kalan altısı tâlik içindir.
Meclise bağlı kalmaz.
Demek oluyor ki
Bahır sahibinin: "Hiç birinde talâk vâki olmaz." sözü Allah Teâlâ'ya izafe
edilirse asla vâki olmaz. Kula izafe edilirse derhal vâki olmaz mânâsınadır.
Anla! Lâkin Bahır sahibine Tahtâvî'nin dediği gibi şu itiraz vârid olur: Bu
musannıfın: "İlim Allah Teâlâ'ya izafe edilirse" sözüne aykırıdır. Çünkü burada
talâk vâki olur. Musannıf bunun illetini gösterirken: "Bu mevcud bir şeye tâlik
yapmaktır. Binaenaleyh tenciz olur." demiştir.
«İmâdiyye'den
naklen yukarıda geçtiğine göre» yani "Talâk kelimesini söyler de ona bitişik
olarak istisnayı yazarsa yahut bunun aksini yaparsa veya istisnayı yazdıktan
sonra silersetalâk vâki olmaz." diye geçmişti.
«Bunların mecmuu
180 olur.» Bu hesap yanlıştır. Doğrusu 240 olur. Çünkü Bezzâziye'de zikredilen
bir surettir. O da talâk ve istisnayı beraberce yazmaktır. İmâdiyye'deki de üç
surettir. Altmışı dörtle çarparsak 240 eder. Hatta bundan da ziyadedir. Şöyle
ki: Bu on kelime ya Allah Teâla'ya ya dilediği bilinen kuluna yahut dilediği
bilinmeyen bir şeye izafe olunur. Bunların üçüne birden veya ikisine izafe
edildiği de olur. Şu halde yedi suret meydana gelir. Yediyi onla çarpınca yetmiş
olur. Bunların her birinde in, bâ, lâm veya fi edatlarından biri kullanılır ki,
böylece yetmiş adedi dört ile çarpılınca ikiyüz seksene bâliğ olur. Bunların her
birinde talâk ve istisnayı veya mânâsını söyler yahut ikisini de yazar yahut
yazdıktan sonra ikisini de siler veya talâkı yahut istisnayı siler. Yahut talâkı
söyler ötekini yazar veya bunun aksini yapar, yahut bütün yazdıklarını siler.
Böylece suretlerin sayısı olan 280 sekizle çarpılınca 2240 eder.
«Kadın ric'î
talâkla boş olur.» Çünkü Allah Teâlâ'nın meşietine izafe edilen talâkın hal ve
keyfiyyetidir. Yani bir mi, fazla mı, ric'î mi, bâin mi olacağıdır. Aslı
değildir. Binaenaleyh en azı vâki olur. Çünkü kesin olarak bilinen odur. O da
bir talâk-ı ric'îdir.
«Sen üç defa boşsun
yalnız biri müstesna...» ifadesiyle musannıf ta'tilî istisnadan sonra tahsîli
istisnaya başlıyor. Nitekim Kuhistânî zikretmiştir. Bahır'da şöyle
denilmektedir: "İstisna iki nev'îdir. Biri örfî olup yukarıda geçen dilemeye
tâlik meselesidir. Biri de vaz'îdir. Burada murad odur. Vaz'î istisna: Arapçada
illâ ve arkadaşları olan diğer istisna edatlarından biriyle illâdan sonra
zikredilen kısmın cümlenin başından murad olmadığını beyandır. Bu beş şeyle
bâtıl olur. Bunlar: Kasden susmak, müstesna minhe ziyade etmek, ona müsavî
olmak, bir talâkın bazı kısımlarını istisno etmek ve bir kısmı ibtal etmektir.
Meselâ sen iki
talâk boşsun iki daha boşsun ancak üç müstesna sözü böyledir. Nitekim Hâniyye'de
belirtilmiştir." Bu satırlar kısaltılarak alınmıştır. Demek istiyor ki iki tane
ikinin birinden üçü çıkarmak hükümsüzdür. Fetih'de Müntekâ'dan naklen şöyle
denilmiştir: "Sen üç talâk boşsun ve üç daha ancak dördü müstesna derse İmam-ı
A'zam'a göre üç talâk boş olur. Çünkü ve üç daha sözü fâsıladır, hükümsüzdür.
İmameyn'e göre ise iki talâk vâki olur. Bu adam sen altı talâk boşsun ancak
dördü müstesna demiş gibidir. "Sen üç defa boşsun yalnız biri veya ikisi
müstesna" derse sözünü açıklaması istenir. Açıklamadan ölürse kadın bir talâk
boş olur. Sahih olan budur. Bir rivâyete göre iki talâk boştur."
«Üç defa boşsun
ikisi müstesna sözüyle bir talâk» vâki olur. İmam Ebû Yusuf'tan bir rivâyete
göre böyle demesi sahih değildir. Lisan ulemasından bir taifenin kavilleri de
budur. İmam Ahmed de buna kâildir. Tahkîkı Fetih'dedir.