HASTANIN TALÂKI
BÂBI
METİN
Musannıfın bu
ünvanı vermesi hastalık olduğu içindir. Buna fâr (kaçan) da derler. Çünkü
kadının mirâsçı olmasından kaçmaktadır. Binaenaleyh kadının iddeti tamam
oluncaya kadar kasdettiği şey kendisine tatbik edilir. Bazen kaçaklık kadından
olur. Nitekim gelecektir. Bir kimsenin haline hastalık veya başka bir sebeble
helâk galebe çalarsa, meselâ hastalık bîtap düşürerek onun sebebiyle evinin
dışındaki içlerini görmekten âciz kalırsa yahut kendinden daha kuvvetli bir
adamla mübâreze eder veya kısâs yahut recm için öldürülmeye gönderilir yahut
geminin bir tahtası üzerinde kalır veya yırtıcı bir hayvanın pençesine düşüp
ağzında kalırsa, o kimse karısını boşamakla mirâs kaçıran sayılır.
İZAH
Hastalık ârizi
şeylerden olduğu için musannıf onu geriye bırakmıştır.
«Bu ünvanı vermesi
hastalık asıl olduğu içindir.» Yani başlıkta hastayı zikretmekle yetinmesi
hastalık asıl olduğu içindir. Yoksa "Bir kimsenin haline hastalık veya başka bir
sebeble helâl galebe çalarsa ilh..." demesi hasta olmayan hakkında da hükmün bu
olduğunu açık açık göstermektedir. Ancak bu bâbta asıl olan hastadır. Hasta
hükmünde olan başkaları ona katılırlar. Bazıları: "Hastadan murad mecazen helâk
hâli galebe çalandır. Binaenaleyh başkasına da şâmildir. demişlerdir.
«Çünkü kadının
mirâsçı olmasından kaçmaktadır.» Yani görünürde bundan kaçmaktır. Velevki bazen
kaçmayı kasdetmemiş olsun.
«Kasdettiği şey
kendisine tatbik edilîr.» sözü kadının ona mirâsçı ol-masının vechini beyandır.
Bu hüküm mûrisini öldürene kıyasen verilir. Zira her ikisinin yaptıkları iş
fâsid bir maksadla işlenen haramdır. Meselenin tam izahı Fetih'dedir. Bundan
dolayıdır ki Bahır sahibi: "Ulemanın sözlerinden anlaşıldığına göre hasta
kocanın karısını boşaması câiz değildir. Çünkü kadının hakkı onun malına teallûk
etmiştir. Meğerki kadın boşanmaya razı olsun." demiştir.
Nehir sahibi ise
şöyle demektedir: "Bu söz götürür. Çünkü şeriat sahibi o kimsenin kasdını
kendisine iade edince ancak ibtal suretini yapabilir, yoksa hakikatini değil.
Düşün!" Şöyle denilebilir: Bu kasid haram olmasa şeriat sahibi onu kendisine
iade etmezdi. Nasıl ki mirâsını hemen almak için mûrisini öldürene öyle
yapmıştır. Sonra Mültekât'tan naklen Tatarhâniyye'de şunu gördüm: "İmam Muhammed
demiştir ki; hastalanan bir adam karısıyla zifaf olmuşsa karısını boşaması
mekrûhtur. Zifaf olmadan önce boşaması mekrûh değildir."
«Kadının iddeti
tamam oluncaya kadar...» Çünkü mirâs ya neseb yahut sebeble alınır. Sebeb
karı-koca olmak ve kölenin âzâd edilmesidir. Birbirlerinden ayrılmakla
karı-kocalık sona erer. Bu İmam Mâlik'in hilâfına işarettir.
«Nitekim
gelecektir.» Yani musannıfın: "Kadın hasta olduğu halde ayrılmanın sebebine
teşebbüs ederse ilh..." dediği yerde gelecektir. T.
«İşleri görmekten
âciz kalırsa ilh...» Fakat evinin içindeki abdest almak, helâya gitmek gibi
işlerini görebilirse mirâs kaçıran sayılmaz. Hidâye sahibi bunu döşeğe düşen
diye tefsir etmiştir. Bundan murad sağlam kimselerin yaptığı gibi ihtiyaçlarını
görememesidir. Bu birinciden daha sıkı bir tariftir. Çünkü döşeğe düşmüş olmak
ev içindeki işlerini görmekten âciz kalmayı, muteber saymayı gerektirir. Bunlara
kâdir olursa mirâs kaçırmış sayılmaz. Fetih sahibi bunu sahih bularak şöyle
demiştir: "Ama ev içindeki işlerini görür de dışarıdaki işleri göremezse sahih
olan kavle göre o adam sağlamdır."
Ben derim ki: Bütün
bu sözlerin muktezası şudur: Bu adam helâkı galib bir hastalığa tutulmuş fakat
işlerini görmekten âciz değilse mirâs kaçıran sayılmaz. Nasıl ki hastalığa ilk
tutulduğunda hâli böyledir. Nuru'l-Ayn'da bildirildiğine göre Ebu'l-Leys: "Ölüm
hastası sayılmak için döşeğe düşmüş olması şart değildir. İtibar galebeyedir. Bu
hastalıktan ekseriyetle ölünürse o ölüm hastalığıdır. Velevki evinden çıkabilir
olsun. Sadru'ş Şehid bununla fetva verirdi." demiştir. Sonra Muhit sahibinden
şunu nakletmiştir: "İmam Muhammed Asıl nâmındaki eserinde birtakım meseleler
zikretmiştir ki, bu meseleler döşeğe düşmenin değil ekseriyetle helâl korkusunun
şart olduğunu gösterirler." Tamamı ileride gelecektir.
"Yahut kendinden
daha kuvvetli bir adamla mübareze ederse" cümlesi hasta hükmünde olan sağlam
kimsenin hükmünü beyandır ki, onun haline galebe çalan da helâktır. Nitekim
Nihâye ve diğer kitablarda beyan edilmiştir. Daha doğrusu ekseriyetle helâkından
korkulan demektir. Velevki helâk vukuu galib olmasın. Zira mübârezede helâk
galib değildir. Meğerki kendi akranından olmayan biriyle mübârezeye çıktığını
bilsin. Helâk korkusunun galebe çalması bunun hilâfınadır. Bahır'da böyle
denilmiştir. Bu ifadenin bir misli de Fetih'dedir.
Bunun muktezası
kendinden daha kuvvetli diye kayıdlamamanın evla olmasıdır. Onun için Kenz ve
diğer kitablarda kayıdlanmamıştır. Şuna binaen ki burada muteber olan helâk
korkusunun galebe çalmasıdır. Helâkın galebe çalması değildir. Zira harp
safından çıkarak bir adamla mübâreze yapan kimsede helâk korkusu gâlibdir.
Velevki o adam kendisinden daha kuvvetli olmasın. Ama helâk galib değildir.
Meğerki mübâreze yaptığı şahsın kendinden daha kuvvetli olduğunu bilmiş olsun.
Musannıfın tuttuğu
yol Nihâye'nin sözüne mebnîdir. Nihâye'de muteber olan helâkın galebe çalmasıdır
denilmiştir. Nehir sahibi de bu yoldan yürümüş ve "Onun içindir ki bazıları bu
meseleyi mübârezeye çıkan kendi akranlarından olmadığını, bilâkis kendinden daha
kuvvetli olduğunu bilirse diye kayıdlamışlardır." demiştir. Bu izahatımızdan
anlaşılır ki, kitabımızınmetni Bahır sahibinin ihtiyar ettiği kavle muhâliftir.
«Yahut geminin bir
tahtası üzerinde kalırsa» sözü o adamın fâr sa-yılması için geminin
parçalanmasının şart olduğu zannını vermektedir. Halbuki öyle değildir.
Mebsût'ta şöyle denilmektedir: "Dalgalar birbirine çarpar da boğulmaktan
korkarsa o kimse hasta gibidir." Bedâyı'da da böyle denilmiştir. İsbîcâbî ise
bunu: "Bu dalgadan ölürse..." diye kayıdlamıştır. "Dalga sükûnet bulur da sonra
ölürse karısı mirâsçı olmaz." demiştir. Bahır.
Ben derim ki: Bu
mübârezede ve diğerlerinde de şarttır. Nitekim gelecektir,
«Ağzında kalırsa» o
kimse fâr sayılır. Fakat hayvan onu bırakırsa helâkını mûcib olacak şekilde
yaralamadıkça sağlam hükmündedir. Nitekim geçen izahattan da anlaşılmaktadır.
"Mirâs kaçıran
sayılır." Yani o haldeyken boşamakla karısını mirâsından mahrum etmek ister.
METİN
«Evinin dışındaki
işlerini görmekten âciz kalırsa» sözü en doğru tâbirdir. Fakîhin mescide
çıkmaktan âciz kalması, pazarcının dükkânına gi-dememesi de böyledir. Kadın
hakkında gâlib olan helâk hâli evinin içindeki işlerini görmekten âciz
kalmasıdır. Nitekim Bezzâziye'de bildirilmiştir. Bu şunu ifade eder ki, kadın
yemek pişirebilir fakat terasa çıkamazsa hasta sayılmaz. Nehir sahibi: "Zâhir
olan budur." demiştir.
Ben derim ki:
Müctebâ'nın vasiyetler bahsinin sonunda: "Muteber olan hastalık bîtap düşürüp
oturarak namaz kılmayı mubah kılandır. Kötürüm, felçli ve veremlinin hastalığı
uzayıp döşeğe düşürmezse o kimse sağlam gibidir." denilmiştir. Sanra (şh) remzi
ile uzamanın haddi bir sene olduğuna işaret olunmuştur. Kınye'de: "Felçli,
veremli ve kötürüm kimse hastalığı arttığı müddetçe hasta gibidir." denilmiştir.
İZAH
«Sözü en doğru
tâbirdir.» Zeylai onu sahihlemiştir. Bazıları: "Ayakta namaz kılamayandır.",
birtakımları: "Yürüyemeyendir." demişlerdir. "Hastalığı artandır." diyenler de
olmuştur. Bunu Kuhistânî'den naklen Tahtâvî söylemiştir.
«Fakihin mescide
çıkmaktan ilh...» Bu gibi şeylerden âciz kalmaktan murad herkesin mescide veya
yakın işlerini görmek için dükkâna gidememesi olmak lâzım gelir. Yoksa ağır bir
sanatın sahibi olur, meselâ sırtında yük taşıyan hamal veya demirci yahut
marangozluk yaparsa -ki bunlar az bir hastalıkla ifâ edilemez- mescide veya
dükkâna çıkmaya kâdir olmakla beraber o işi göremediği takdirde hasta sayılmaz.
Aksi takdirde dükkâna meselâ alış-veriş için çıkamamak hastalık sayılmak icab
eder.
Sonra bu ancak
hasta olmazdan önce çıkmaya kudreti olan hakkında zâhirdir. İhtiyarlık veya
ayaklarında bulunan bir illet sebebiyle hastalığından önce de dışarı çıkamazsa
öylesi hakkında zâhir değildir. Onun hakkında helâk galebesi itibara alınmak
icab eder. O dayukarıda Ebu'l Leys'den rivâyet ettiğimizdir. Ona itimad gerekir.
Çünkü Sadru'ş-Şehid'in onunla fetva verildiğini gördün. İmam Muhammed'in sözü de
ona delâlet eder. Bir de hastalıktan önce âciz kalan hakkında muttariddir. Bunu
şu da te'yid eder ki: Kendisine hasta hükmü verilen mubariz ve benzeri
kimselerde sadece helâk galebesi itibara alınmıştır. Çıkmaktan âciz kalmaları
itibar edilmemiştir.
Şu da var ki bazı
mide hastaları hastalık ağır basmazdan önce işlerini görmek için dışarı
çıkarlar. Halbuki bunlar zayıflık ve baş ağrısı gibi hastalıklardan bîtâb düşen
kimselerden daha ziyade helâke yakındırlar. Bu iki kavlin arası şöyle
bulunabilir: Bir kimse ekseriyetle öldürücü bir hastalığa yakalanmış da gün
geçtikçe arttığı biliniyorsa bu muteberdir. Öldürücü hastalık olduğu bilinmezse
işlerini görmek için çıkmaktan âciz kalması muteber olur. Bana zâhir olan budur.
Ölüme bitişen
hastalık ölüm hastalığıdır. Şu halde onun böyle tarifinde ne fayda vardır?
dersen ben de derim ki: faydası şudur: Bazen hastalık bir sene yahut daha fazla
uzayabilir. Fakat ölüme bitişse bile ona ölüm hastalığı denilmez. Şu da var ki,
bazen hasta başka bir sebeble ölebilir. Meselâ öldürülür. Binaenaleyh üzerine
hüküm binâ etmek için bir sınır koymak mutlaka lâzımdır.
«Nehir sahibi:
zâhir olan budur demiştir.» sözü Fetih sahibine reddiyedir. Çünkü o: "Kadına
gelince: terasa çıkmak imkânı yoksa o hastadır." demiştir. Zira bu söz terasa
çıkmaktan âcizse hasta sayılacağını yemek pişirmek gibi ondan daha aşağı bir
sebeble çıkmazsa hasta sayılmayacağını iktiza eder. Halbuki Mültekâ ve diğer
kitablardaki ifadeye muhâliftir. Onlarda muteber olan kadının ev işlerini
görememesidir.
«Döşeğe düşürmezse»
sözü uzun zaman devam edip de sonra halinin değişmesinden ihtirazdır. Hali
değişip de ölürse o kimsenin tasarrufu malının üçte birinden olur. Nitekim
Hulâsa'da bildirilmiştir.
«Şıh remzi»
Şemsü'l-Eimme Hulvâni'ye işarettir. Hindiyye'de Timurtâşi'den naklen
bildirildiğine göre ulemamız hastalığın uzamasını bir seneyle tefsir
etmişlerdir. Bu hal üzere bir sene devam etti mi o kimsenin bundan sonraki
tasarrufu sağlamken yaptıkları gibidir.
«Kınye'de ilh...»
Halebi Hindiyye'den naklettiğimizden alarak; "Bu öncekine aykırı değildir. Çünkü
hastalığın artması yalnız bir seneye kadar muteberdir." demiştir. Bunun söz
götürdüğü meydandadır. Yine Hindiyye'de bildirildiğine göre kötürüm ile
felçlinin dertleri ziyadeleştiği müddetçe bunlar hasta gibidirler. Müzminleşir
de artmazsa talâk ve diğer hususatta sağlam hükmünde olurlar. Kâfî'de de böyle
denilmiştir. Ulemadan bazıları bununla amel etmişlerdir. Sadru'ş-Şehid ile
Sadru'I-Kebîr bununla fetva verirlermiş.
Hâsılı şudur:
Derdin üzerinden bir sene geçerde müzminleşir, fakat ziyadeleşmezse o
kimsesağlam hükmündedir. Sene geçmeden önce derdin arttığı sırada yahut daha
sonra ölürse hasta hükmündedir.
METİN
Mirâs kaçıran
kimsenin teberruu ancak malının üçte birinden olur. Kadın mirâsçı olduğu halde
-mirâsa ehil olduğu bilinsin bilinmesin, meselâ müslüman olmuş yahut âzâd
edilmiş de henüz bilinmemiş olsun- onu rızası olmadan kendiliğinden talâk-ı
bâinle boşarsa kendisi de bu halde ölürse, gerek bu sebeble ölsün gerekse
başkası tarafından öldürülsün veya cima' ettiği karısının iddeti içinde daha
başka bir sebeble ölsün karısı ona mirâsçı olur. Ama o karısına mirâsçı olamaz.
Çünkü kendi hakkını ıskat ettiği için buna razı sayılır.
İmam Ahmed'e göre
kadın iddetini bitirdikten sonra başka kocaya varmadıkça bu adama mirâsçı olur.
Kadını boşamaya mecbur edilir veya kadın buna razı olursa bu adama mirâsçı
olamaz. Ama kadın rıza göstermeye zorlanır veya kocasının oğlu tarafından zorla
cima' olunursa mirâsçı olur. Kocası bu hastalıktan düzelir de sonra kadının
iddeti içinde ölürse kadın mirâsçı olamaz.
İZAH
«Teberru ancak
malının üçte birinden olur.» Teberrudan murad mal vakfetmesi, satışta kayırma
yapması, mehr-i misliden daha fazla vererek evlenmesi gibi şeylerdir. Bundan şu
anlaşılır ki, hastalığın hükmü vasiyyet ile mirâstan kaçırma hususlarında hep
birdir. T. Teberruu ecnebîye olacaktır. Mirâs dolayısıyla olursa aslâ sahih
değildir.
«Talâk-ı bâinle
boşarsa» bir talâk-ı bâin ile yahut daha fazlasıyla olsun fark etmez kadın
mirâsçı olur. Musannıf burada Kenz sahibinin yaptığı gibi: "Yahut kadını talâk-ı
ric'î ile boşarsa..." dememiştir. Çünkü Nehir sahibi: "Bence ric'î kelimesini bu
bâbtan atmak gerekir. Çünkü kadın talâk-ı ric'îde iddet devam ettikçe kocasına
mirâsçı olur. Velevki onu sağlamken boşamış olsun. Talâk-ı bâin böyle değildir.
Talâk-ı bâinde kadın kocasına mirâsçı olamaz. Meğerki onu hastalığı esnasında
boşamış olsun. Kudûri yalnız bâini söylemekle ne iyi etmiştir. Ben buna tenbih
eden görmedim." demiştir.
Tahtâvî diyor ki:
"Talâk kayıd değildir. Bülûğ muhayyerliği sebebiyle veya kadının annesini yahut
kızını öpmekle ondan ayrılmak da böyledir. Nitekim Bedâyı'da belirtilmiştir."
Galiba bu sözle Tahtâvî erkek tarafından gelen her ayrılığa işaret etmektedir.
Lâkin bu Kenz sahibinin: "Kadını boşarsa..." demesine nisbetledir. Musannıf:
"Talâk-ı bâinle boşarsa..." demiştir ki bu söz kinâye ve işaret iddiasına hâcet
bırakmaz.
«Kendisi de bu
halde ölürse» cümlesinden murad helâk halinin galebe çalmasıdır. Musannıf
bununla şundan ihtiraz etmiştir: sağlamken boşar da sonra kadının iddeti içinde
hastalanarak ölürse kadın ona mirâsçı olamaz. Bahır. Meğerki talâk ric'i olsun.
O zamanmirâsçı olur. Kezâ iddeti esnasında kadın ölürse kocası da ona mirâsçı
olur.
Câmiu'l-Fûsuleyn'de
şöyle denilmektedir: "Bir adam hastalığı esnasında karısına: Ben seni sağlamken
talâk-ı bâinle boşamıştım yahut seninle şâhidsiz evlenmiştim veya nikâhtan önce
aramızda süt meselesi vardı yahut seninle iddet içinde evlendim der de kadın
bunları inkâr ederse ondan talâk-ı bâinle boş olur, mirâsını da alır. Fakat
tasdik ederse mirâsçısı olamaz."
«Cima' ettiği
karısının» sözünden murad hakiki cima'dır. Halvette bu-lunduğu karısı bundan
hariçtir. Zira iddet ona da vâcib olmakla beraber o mirâsçı olamaz. Nitekim
mehir bâbında halvetle clma' arasındaki farkı beyan ederken geçmişti. Bunu
Tahtâvî söylemiştir.
«İddeti içinde»
kocasının iddet bitmeden öldüğünü isbat hususunda söz yeminiyle beraber
kadınındır. Yeminden çekinirse mirâs alamaz. O ölmeden kadın başka biriyle
evlenir de sonra benim iddetim bitmemişti derse sözü kabul edilmez. Bu kadın
âzâd edilmiş bir cariye olur da kocası ölürse, kadın sahibim beni onun
sağlığında âzâd etti diye iddia ettiği, mirâsçılarsa öldükten sonra âzâd
olduğunu söyledikleri takdirde söz mirâsçılarındır. Sahibinin sözü muteber
değildir. Nitekim kadın kocasının hayatında müslüman olduğunu iddia eder de
mirâsçılar öldükten sonra müslüman oldun derlerse söz mirâsçılarındır. Meselenin
tamamı Hâniyye'den naklen Bahır'dadır.
«Ama o karısına
mirâsçı olamaz.» Yani erkek hasta iken karısını talâk-ı bâinle boşar da iddeti
bitmeden kadın ölürse, karısına mirâsçı olamaz. Talâk-ı ric'îyle boşaması bunun
hilâfınadır. Nitekim gelecektir.
«İmam Ahmed'e göre
ilh...» İmam Mâlik'ten bir rivâyete göre kadın bir kaç kocaya varmış olsa yine
mirâsçı olur. Şâfiî'ye göre hul' olan kadınla üç defa boşanan mirâsçı olamazlar.
Bunlardan başkaları mirâsçı olurlar. Çünkü Şâfiî'ye göre kinâye sözlerle ric'î
talâk meydana gelir. Dürr-ü Müntekâ.
«Kadını boşamaya
mecbur edilir.» sözü "kendiliğinden boşarsa" sözünün muhterezidir. Yani erkek
karısını talâk-ı bâinle boşamaya mecbur edilir de boşarsa kadın mirâsçı olmaz.
Ama bu ölüm tehdidiyle zorlandığına göredir. Hapis yahut tutuklama tehdidiyle
boşarsa mirâs kaçıran sayılır. Nitekim Attabîyye'den naklen Hindiyye'de beyan
edilmiştir.
Sonra bil ki
Câmiu'l-Fûsuleyn'de bu mesele hakkında kitablarda rivâyet bulunmadığı
zikredilmiştir. Onun hakkında ulemadan iki kavil nakledilmiştir. Birinci kavle
göre kadın mirâsçı olur. Çünkü zorlamanın talâka bir tesiri yoktur. Buna delil
zorlanan kimsenin talâkının muteber olmasıdır. İkinci kavle göre zorlama olduğu
için kadının mirâsçı olmaması gerekir. Çünkü bir adam mûrisini öldürmek için
zorlanırsa ona mirâsçı olur, Ama zorlayan kimse mirâsçılardan ise mirâs alamaz,
Velevki öldüren kendisi olmasın.
Rahmetî birinci
kavli daha zâhir bulmuştur. Çünkü erkeğin hastalanmasıyla mirâsınakarısının
hakkı teallûk etmiştir. Kadından bu hakkı ibtal edecek bir fiil de
bulunmamıştır. Meğerki boşamaya zorlayan bizzat kadın olsun. Bunu şu da teyid
eder ki; bu kadınla kocasının oğlu zorla cima' ederse kadın mirâsçı olur.
Halbuki ayrılık her ikisinin ihtiyariyle olmamıştır.
Ben derim ki:
Zâhire bakılırsa ikinci kavli tercih gerekir. Onun için şârih Bahır sahibine
uyarak kesinlikle buna kâil olmuştur. Çünkü hastalığı esnasında boşadığı kadının
mirâsçı olması maksadını kendisine iade etmek içindir. Onun maksadı kadının
mirâsçı olmasından kaçmaktır. Zorlama olunca mirâstan kaçması zâhir değildir.
Binaenaleyh talâk hükmünü icra eder, kadın ona mirâsçı olamaz. Nasıl ki kâtilin
mûrisine mirâsçı olamamasının illeti acele mirâsına konmak maksadıdır.
Binaenaleyh kasdı kendisine iade olunur. Zorla yaptırılırsa bu kasıd zâhir olmaz
ve o kimse mûrisine mirâsçı olur. Halbuki kati ona haramdır. Talâk bunun
hilâfınadır. Çünkü zorla kadını boşaması ona haram değildir. Rahmetî'nin: "Yahut
kocasının oğlu kadınla zorla cima'da bulunursa mirâsçı olur." sözü yanlıştır.
Doğrusu mirâsçı olamaz demektir. Nitekim ileride buna tenbih edilecektir. Bu da
bizim söylediklerimizi teyid eder.
«Veya kadın buna
razı olursa» sözü "rızası olmadan" ifadesinin muh-terezidir. Kadının razı
olmasına misâl hul' yapmasıdır. Kadın tarafından gelen her ayrılığın hükmü de
budur. Meselâ âleti kalkmayan bir adamın karısının kendini ihtiyar etmesi
böyledir. Kuhistânî T.
«Ama kadın rıza
göstermeye zorlanırsa» yani talâkını istemesi gibi rızasına delâlet eden bir şey
söylerse demektir. Böyle diyeceğine şârih başkalarının yaptığı gibi: "Kadın
talâk istemeye zorlanırsa" dese daha iyi olurdu. T.
«Veya kocasının
oğlu tarafından zorla cima' olunursa» sözü Nehir sahibinin bir incelemesidir.
Hamevî de onu tasdik etmiştir. Bahır sahibinin Bedâyı'dan naklettiği ifade buna
muhâliftir. Orada şöyle denilmektedir: "Karı-kocanın birbirlerinden ayrılması
kocasının oğlunun öpmesi sebebiyle olmuşsa kadın gerek isteyerek gerek zorla
cima edilsin mirâsçı olamaz. Birincisi hakkının ibtaline razı olduğu içindir.
İkincisi (yani zorla meselesi) kocası tarafından kadının mirâsa müteallik
hakkını ibtal edecek bir şey bulunmadığındandır. Çünkü ayrılık başkasının
fiiliyle olmuştur." Hörmeti müsâhere meselesinde cima'da bulunmak öpmek gibidir.
Bizim için nassa tâbi olmaktan başka çare yoktur. T.
Ben derim ki:
Câmiu'l-Fûsuleyn'de dahi" şöyle denilmektedir: "Kadınla hasta kocasının oğlu
zorla cima'da bulunursa kadın kocasına mirâsçı olamaz. Meğerki babası oğluna
bunu emretmiş olsun. O zaman ayrılık hususunda oğlunun fiili babasına intikal
eder ve babası mirâs kaçıran olur. "Bu ifadenin bir misli de Asıl nam kitaba
nisbet olunarak Zahire'de, kezâ Valvalciyye ve Hindiyye'de bulunmaktadır.
Rahmetî'nin burada nakledilene aykırı düşen sözü vardır ki makbul değildir.
«Kocası bu
hastalıktan düzelir de» diyeceğine "Bu hal geçerse ilh..." dese daha iyi olurdu.
H. Yani mübâreze yapan kimsenin harb safına dönmesine, öldürülmek için çıkarılan
hapishaneye döndürülmesine ve dalgalar sükûnet bulup adamın sonra ölmesi
hallerine de şâmil olurdu. Böylesi hastalığından iyileşen kimse gibi olur.
Nitekim Bedâyı'da belirtilmiştir.
Bunu İsbicâbî'den
naklen evvelce arzettiğimiz şu tasrih de teyid eder: "Dalgalar sükûnet bulur da
sonra ölürse kadın mirâsçı olmaz." Lâkin Fetih'de şöyle denilmiştir: "Ölmeye
yaklaşır da karısını boşar sonra serbest bırakılır veya hapsedilirse, sonra
öldürüldüğü veya öldüğü takdirde o kimse hasta gibidir, kadın ona mirâsçı olur.
Çünkü bu talâkla mirâs vermekten kaçtığı anlaşılır. Sonra ölümü tertip üzere
gelmiş olur ki, başka bir sebeble olmasına aldırış edilmez."
Bu ifadenin bir
misli de Mi'râc-ı Dirâye'de olup ta'lilsizdir. Bahır ve Nehir sahipleri de ona
tâbi olmuşlardır, ama müşkildir. Çünkü buna göre şu lâzım gelir: Hasta iyileşir
de sonra ölürse karısı ona mirâsçı olur. Zira adı geçen ta'lil buna sâdıktır.
Halbuki bu ulemanın ittifak ettiklerine mumâliftir. Onlar hastanın helâk galebe
çaldığı halde ölmesini şart koşmuşlardır. Şüphesiz ki bu adam serbest
bırakıldıktan veya hapse iade edildikten sonra ölürse galebe-i helâk halinde
ölmüş değildir. Bilâkis helâk gâlib olmayan bir halde ölmüştür. Onun için
hapisdeyken öldürülmeye çıkarılmadan önce kansını boşamış olsa mirâs kaçıran
sayılmaz. Hapse iade edildikten sonra da öyledir.
Evet, Fetih
sahibinin yaptığı ta'lil hasta o haldeyken başka bir sebeble ölürse, meselâ
vurularak öldürülür veya öldürülmek için çıkarılan şahıs bir yırtıcı hayvan
tarafından parçalanırsa sahih olur. öyle görünüyor ki, Fetih'in ibâresinde nâsih
tarafından yapılmış kalem hatası vardır. İbârenin aslı şöyle olacaktır: "O adam
iyileşmiş hasta gibi olur. Başka bir sebeble ölmesi bunun hilâfınadır. Çünkü
kadın ona mirâsçı olur. Onun mirâs kaçırdığı meydana çıkmış olur ilh..."
METİN
Kezâ ric'î talâk
isteyen kadın yahut sadece talâk isteyip de bir talâk-ı bâinle veya üç talâkla
boşanan kadın dahi mirâsçı olur. Çünkü talâk-ı ric'î, nikâhı yok etmez. Hatta o
kadınla cima'da bulunmak helâldır. İddeti içinde mutlak surette birbirlerine
mirâsçı olurlar. Ölüm vaktinde kadının mirâsa ehil olması kâfidir. Bâin bunun
hilafınadır. Keza kocasının oğlunu öpen veya öpülmeye rıza gösteren bâinle
boşanmış bir kadın kocasına mirâsçı olur. Çünkü hörmet kocası bâin olduğu için
gelmiştir.
Hastalığı esnasında
karısına liân veya îlâ yapanın hükmü de öyledir. Yani karısı mirâsçı olur.
Sebebi yukarıda geçti. Fakat sağlamken kadına îlâ yapar da hastalığında kadın o
îlâ sebebiyle bâin olursa yahut kadını hasta iken bâin olarak boşar da sonra
düzelir ve ölürseyahut kadını talâk-ı bâinle boşar da kadın dinden dönerek
tekrar müslüman olur ve kocası ölürse kocasına mirâsçı olamaz. Çünkü içerisinde
karısını boşadığı hastalığın mutlaka ölüm hastalığı olması lâzımdır. İyileşirse
bunun ölüm hastalığı olmadığı anlaşılır. Talâk-ı bâinde dahi kadının mirâsa
ehliyeti mutlaka talâk vaktinden ölüm vaktine kadar devam etmelidir. Hatta talâk
vaktinde kadın kitabîyye veya cariye olur da sonra müslümanlığı kabul eder veya
âzâd edilirse mirâsçı olamaz.
İZAH
«Kezâ ric'i talâk
isteyen kadın» yani kocasının hastalığında talâk-ı ric'î ile boşanmak isteyen
kadın mirâsçı olur demek istiyor. Ric'î sözüyle musannıf bâinden ihtiraz
etmiştir. Kadının isteği ile onu talâk-ı bâinle boşaması az sonra gelecektir.
«Yahut sadece talâk
Isterse» yani kocasının hastalığında kadın beni boşa der de o da üç defa
boşayarak sonra iddeti içinde ölürse kadın ona mirâsçı olur. Çünkü bu yeni bir
boşamadır, kadının mirâs hakkını ibtal etmez. Nitekim kadın beni talâk-ı ric'î
ile boşa der de kocası bâinle boşarsa hüküm budur. Câmiu'l-Fûsuleyn.
«Çünkû talâk-ı
ric'i nikâhı yok etmez.» Yani iddet bitmeden nikâhı ortadan kaldırmaz.
Binaenaleyh kadın hakkının ıskatına razı değildir. Bâin talâkı istemesi bunun
hilâfınadır.
«Hatta o kadınla
cima'da bulunmak helâldır.» Yani nikâh tazelemeye hâcet yoktur, Lâkin cima sözle
mürâcaattan önce olursa bu müracaat mekrûhtur.
«Mutlak surette
birbirlerine mirâsçı olurlar.» Yani kadını sağlamken veya hastalığında boşasın,
kadının boşamaya rızası olsun olmasın fark etmez. Nitekim Bedâyı'da
belirtilmiştir. Binaenaleyh iddet içinde hangisi ölürse diğeri ona mirâsçı olur.
İddet geçtikten sonra iş değişir. Çünkü nikâh kalmamıştır.
Az yukarıda
arzetmiştik ki, erkeğin iddet bitmeden öldüğünü isbat hususunda söz kadınındır.
Burada bir mesele kalır ki, o dâ fetva vak'asıdır. Bu mesele bana soruldu. Fakat
onu açık olarak bir yerde görmedim. Mesele şudur: Bir adam hasta olan karısını
talâk-ı ric'î ile boşar da kadın iki ay sonra ölürse ve kocası ona mirâsçı olmak
için iddetin bitmediğini iddia eder kadının mirâsçıları bittiğini söylerlerse,
kadın ölmezden önce iddetinin bittiğini ikrar etmemiş, hayızdan kesilme yaşına
da varmamışsa acaba söz kocasının mı olur, mirâsçılarının mı? Bana öyle geliyor
ki söz kocasınındır. Çünkü mirâsın sebebi olan karı-kocalık muhakkak vardı.
Ric'î talâk onu yok etmez. O ihtimalle de yok olmaz. Kadın ölmezden önce
iddetinin geçebileceği bir müddette iddetinin bittiğini iddia etse söz
kendisinin olurdu. Çünkü bunu ondan başka bilen yoktur. Mirâsçıları bunun
hilâfınadır.
«Bâin bunun
hilâfınadır.» Çünkü talâk-ı bâinle ehliyetin talâktan ölüm vaktine kadar devamı
şarttır. Nitekim musannıf az ileride bundan bahsedecektir.
«Bâinle boşanmış
bir kadın kocasına mirâsçı olur.» Bu kaydı koymasına sebeb şudur: Kadın talâk-ı
ric'î ile boşanırsa mirâsçı olamaz. Nitekim bunu musannıf zikretmiştir. Kezâ
kocasının oğlu öptüğü için bâin olursa hüküm yine böyledir. Velevki kadın zorla
öpülmüş olsun.
«Çünkü hörmet
kocası bâin olduğu için gelmiştir.» Yani mirâstan kaçmak onun tarafından
gelmiştir.
«Hastalığı
esnasında karısına liân» sözünü musannıf mutlak bırakmıştır. Binaenaleyh kazfin
sağlamken veya hasta iken yapılmasına şâmildir. İmam Muhammed'e göre kazfi
sağlamken yapmış, liân hasta iken olmuşsa kadın mirâsçı olamaz. Nehir.
«Veya ilâ yapanın
hükmü de böyledir.» Musannıf bu sözle îlâ müddetinin de hasta iken geçtiğini
kasdetmiştir. Bahır
«Sebebi yukarıda
geçti.» Yani ayrılık koca tarafından gelmiştir. Hidâye sahibi diyor ki: "Bu
yapılması lâbud bir fiile tâlik kabîlindendir. Çünkü kepazeliği kendinden def
için kadın dâvâya vermeye mecburdur."
«Sağlamken kadına
ilâ yapar da ilh...» meselesinde kadının mirâsçı olamamasının vechi şudur: İlâ
talâkı cima'sız dört ayın geçmesine tâlik mânâsındadır. Tâlikla şartın ikisinin
de mutlaka erkeğin hastalığı zamanında olması lâzımdır. Burada ise dönmek
suretiyle bunun ibtali mümkünse de bu erkeğe lâzım gelen bir zararladır. Bu
zarar keffâretin vâcib olmasıdır. Binaenaleyh imkân bulmuş sayılmaz. Bahır.
«Ve ölürse» yani
kadının iddeti içinde ölürse demektir.
«Hastalığın ölüm
hastalığı olması lâzımdır ilh...» cümlesi ikinci meselenin ta'lilidir. T.
«Talâk-ı bâinde
dahi kadının ilh...» cümlesi üçüncü meselenin ta'lilidir. Yani dinden dönmek
mirâs ehliyetini ortadan kaldırır demek istiyor. T.
METİN
Nitekim kadını
talâk-ı ric'i ile boşar veya hiç boşamaz da kadın kocasının oğluna râm olur veya
onu öperse kocasına mirâsçı olamaz. Çünkü ayrılık kadın tarafından gelmiştir.
Yahut kadını onun emriyle bâin kılar veya kocasından hul' olur yahut kendini
ihtiyar ederse velevki bülûğ, âzâdlık, âlet kesikliği ve kalkınamamak
sebeblerinden biriyle olsun kocasına mirâsçı olamaz. Çünkü kadın razıdır.
Onun emriyle diye
kayıdlaması şundandır: Zira kadın kendisini talâk-ı bâinle boşar da kocası razı
olursa onun rızasiyle amel ederek kadın mirâsçı olur. Kınye. Kocası hapiste
kapalı yahut harb safında bulunursa -tâun hastalığının salgın hale gelmesi de
bunun gibidir. Eşbâh.- veya evinin dışındaki işleriyle meşgul olup bir elemden
şikâyeti varsa yahut hummalı ise kısas yahut recm sebebiyle hapsedilmişse karısı
mirâsçı olamaz. Çünkü selâmet gâlibtir.
İZAH
«Veya hiç boşamaz
da» yani talâk-ı ric'î ile hiç boşamamak arasında fark yoktur demek istiyor.
«Kocasının oğluna
râm olursa» ifadesindeki râm olmak yani itâat etmek bir kayıd değildir. Çünkü
kadın o işi zorla da yapsa yine mirâsçı olamaz. Zira kocası tarafından hakkı
ibtal edilmemiştir. Nitekim Bedâyı'dan naklen Bahır'da izah edilmiştir. Lâkin
oğluna bunu babası emrederse kadın mirâsçı olur. Nitekim arzetmiştik.
«Çünkü ayrılık
kadın tarafından gelmiştir.» Binaenaleyh kadın hakkının sâkıt olmasına razı
demektir.
«Yahut kadını onun
emriyle bâin kılar.» sözü kadın bir talâk isteyip kocasının üç talâkla
boşamasına da sâdıktır. Binaenaleyh Bahır sahibinin: "Ben bunun hükmünü
görmedim." demesi açık olarak görmedim mânâsınadır. Sonra şöyle demiştir: "Bu
kadına mirâs verilmemek gerekir. Çünkü talâk-ı bâine razı olmuştur."
«Veya kocasından
hul' olursa» diye kayıdlaması şundandır: Çünkü bu kadını ecnebî bir kimse hasta
olan kocasından hul' ederse, kocası iddet içinde öldüğü takdirde kadın ona
mirâsçı olur. Çünkü kadın bu talâka razı olmamıştır. Kocası mirâs kaçıran olur.
Bunu Câmiu'l-Fûsuleyn'den naklen Bahır sahibi söylemiştir.
Ben derim ki:
Ta'lil şunu ifade eder: Kadını ecnebî birisi mehri mukabilinde kocasından hul'
yaparsa kadın buna razı olduğu takdirde yine mirâsçı olur. Çünkü razı olması
ayrıldıktan sonra vuku bulmuştur. Binaenaleyh ayrılığa bir tesiri yoktur. Onun
yalnız mehrinin sukûtunda tesiri vardır. Böylece razı olmadan mirâs kaçırma
sâbit oldu demektir. Artık razı olmakla bunun hükmü kalkmaz ve bu kadın mirâsçı
olmaz denilemez. Çünkü rıza delili ortadadır. Muteber olan onun ayrılmazdan önce
bulunmasıdır. Ayrıldıktan sonra bulunması muteber değildir.
«Çünkü kadın
razıdır.» Ayrılık onun ihtiyariyle olmuştur. Zira sabredebilirdi. Bedâyı'.
«Onun rizasiyle
amel ederek ilh...» Çünkü mirâs hakkını ibtal eden onun razı olmasıdır. Nehir
sahibi buna itiraz ederek: "Talâk erkeğin hastalığında olursa bunun bir faydası
yoktur. Çünkü onda rıza delili mevcuddur." demiştir.
Ben derim ki: Bu
söz götürür. Çünkü kadın kendi hakkını ibtal etmeyen mevkuf bir talâka razı
olmuştur. Buna razı olmasından hakkını ibtal edene de razı olması lâzım gelmez.
Câmiu'l-Fûsuleyn'in ibâresi şöyledir: "Bu kadının isteği ile yapılan talâk gibi
değildir. Çünkü kadın ibtal eden bir amele razı değildir. Onun kendimi boşadım
demesi ibtal edici değildir. Yalnız kocasının razı olmasına bağlıdır. Kocası
hastalığı esnasında razı olunca yeni bir talâk yapmış gibi olur ve mirâs
kaçırandır."
«Kocası hapiste
kapalı ise...» Dürer-ü Müntekâ'da bunun ibâresi "bir kalede kapalıysa"
şeklindedir. Başka kitabların ibâreleri de öyledir. Bundan sonra harb safında
bulunursa demesi mübâreze için saftan çıkmaktan ihtiraz içindir. Çünkü çıkarsa
mirâs kaçıran olur. Nitekim geçti. Burada mirâs kaçıran sayılmaması şundandır:
UIema: "Kal'a düşmanın zararını def içindir." demişlerdir. Nehir sahibi diyor
ki: "Bunun mutlak ifade edilmesi birbirlerine nisbetle az veya çok olmalarının
farkı olmadığını göstermek içindir. Ama ben bunu ulemanın söylediklerini
görmedim."
Ben derim ki:
Zâhire bakılırsa harb safında bulunduğu müddetçe fark yoktur. Ama birbirlerine
karışırlarsa Mi'râc'tan naklettiğimizden biliyorsun ki hastalık hükmündedir.
Meğerki bir taraf gâlib gelmiş olsun.
TENBİH: Safta
olanın benzeri batma tehlikesi geçirmezden önce gemide bulunan yahut yırtıcı
hayvanların veya düşmanın bulunduğu yere giden gibidir. Bahır.
«Tâun hastalığının
salgın hale gelmesi de bunun gibidir.» Fetih'de Şâfiîlerden naklen
bildirildiğine göre bu hastalık hükmündedir. Fetih sahibi: "Ama ben bunu bizim
ulemamız tarafından söylendiğini görmedim." demiştir. Hanefîlerin kaideleri bu
kimsenin sağlam gibi sayılmasını gerektirir. Hâfız Askatânî Bezlü'l-Mâûn adlı
kitabında şöyle demiştir: "Hanefî ulemasından bir cemaatın bana söyledikleri
budur.
Eşbâh'da: Nihayet
bu kimse harb safında bulunan gibidir. Binaenaleyh mirâs kaçıran sayılmaz
denilmektedir. "İmam Mâlik'e göre de sahih olan budur. Nitekim Dürr-ü Müntekâ'da
belirtilmiştir. Şürunbulûliyye sahibi diyor ki: "Bu teslim edilemez Çünkü harb
safındakilerle beraber bulunup müdafaa yapan kimseyle onlar gibi bir kavmin
arasında bulunup atış kuvveti olmayan kimseler arasında tâun yayıldığı zaman bir
benzerlik yoktur."
Ben derim ki: Bir
mahalleye veya beldeye tâun girerse ora halkını helâk korkusu alır ve harbin
kızıştığı hale benzer. Tâunun gîrmediği mahalle veya belde böyle değildir.
Binaenaleyh bu tafsilâta göre hareket gerekir. Biliyorsun ki itibar helâk
korkusunun galebesinedir. Sonra gizli değildir ki, bütün bu söylenenler
yaralanmayan kimse hakkındadır.
«Çünkü selâmet
gâlibtir» Zira kal'a düşmanı def için yapılır. Yırtıcı hayvanların yaşadığı
yerle hapisten de bir çaresi bulunup kurtulunabilir. Bunu Hindiyye'den naklen
Tahtâvî söylemiştir.
METİN
Hâmile kadın mirâs
kaçıran olamaz. Ancak doğum sancısıyla beraber olursa müstesnadır. Çünkü kadın o
zaman hasta gibidir. İmam Mâlik'e göre ise altı ayını tamamladıktan sonra hasta
gibi olur.
Hasta olan bir
kimse kadının bâin talâkını ecnebî birinin yani karı-kocadan başka
birinin-velevki kadının o kocadan doğurduğu çocuğu olsun- fiiline yahut vaktin
gelmesine tâlik eder de hem tâlik hem şart hastalığında bulunursa yahut kadının
talâkını kendi fiiline tâlik eder de tâlikle şartın ikisi birden veya yalnız
şart hastalıkta bulunursa yahut kadının talâkını kadının yemek gibi mutlaka
lâzım olan tabiî veya anne-babası ile konuşması gibi şer'î bir filline tâlik
eder de her ikisi yahut yalnız şart hastalığında bulunursa kadın mirâsçı olur.
Çünkü kocası mirâs kaçırandır.
Bedâyı'daki şu
mesele de bu kabîldendir: "Bir kimse karısına: Seni boşamazsam yahut senin
üzerine evlenmezsem sen üç defa boşsun der de bunu yapmadan ölürse karısı
mirâsçı olur. Ama karısı ölürse kocası ona mirâsçı olmaz.
İZAH
«Doğum sancısı»nın
tefsirinde ihtilâf edilmiştir. Bazıları kadın doğuruncaya veya ölünceye kadar
dinmek bilmeyen ağrıdır demiş; bazıları bazen dinse de ona yine doğum sancısı
denildiğini söylemişlerdir. Çünkü sancı bazen sükûnet bulup bazen şiddetlenir.
Birinci tarif daha güzeldir. Bunu Müctebâ'dan naklen Bahır sahibi söylemiştir.
«Hasta olan bir
kimse» yani hem tâliki hem şartı yahut bunlardan birini yaparken hasta bulunan
bir kimse demek istiyor. Bu her ikisini yaparken sağlam bulunmaktan ihtirazdır.
Çünkü öylesi bu meselenin suretlerinden değildir.
«Bâin talâkını»
diye kayıdlaması mirâs kaçırma hükmü ancak onunla sâbit olduğu içindir. Bahır.
Çünkü talâk-ı ric'îde mirâs kaçırma yoktur. Velevki onu kadının rızası cimadan
hastalığında yapsın.
«Yahut vaktin
gelmesine tâlik ederse» cümlesinden murad semavî yani Allah tarafından olan bir
şeye tâlik etmektir. Buna tâlik demesi muzaf hükmün ona bağlı olması cihetinden
şart mânâsında olduğu içindir. Nitekim Bahır sahibi tâlik bâbında bunu tahkîk
etmiştir.
«Yalnız şart» yani
üzerine tâlik yapılan şey ki şu haneye girersen boşsun cümlesinde o haneye
girmesidir.
«Veya anne-babası
ile konuşması gibi» her zi-rahim akraba anne-baba gibidir. Oruç, namaz, borç
ödemek ve ödenen borcu almak gibi şeyler de böyledir. Nehir. Tatarhâniyye'de
şöyle denilmektedir: "Kadının talâkını anne-babasının evine gitmesine tâlik eder
de o da giderse koca-sına mirâsçı olur. Çünkü onları ziyarete gitmek kadının
mutlak surette borcudur."
«Yahut yalnız şart
hastalığında bulunursa» meselesinde İmam Muhammed muhâliftir. Ona göre tâliki
sağlamken yaparsa kadına mutlak surette mirâs verilmez. Bahır sahibi diyor ki:
"Ulema İmam Muhammed'in kavlini sahihlemişlerdir." Nehir sahibi bu kavlin sahih
kabul edildiğini Fahru'l-İslâm'dan nakletmiştir.
«Çünkü kocası mirâs
kaçırandır.» Tâlikı ecnebi birinin fiiline yahut vaktin gelmesine yapar daher
ikisi hastalık halinde bulunurlarsa mücerred tâlik ile mirâs kaçırma kasdı
tehakkuk etti demektir. Onun için hastalık halinde yalnız şart bulunursa bize
göre kadın mirâsçı olmaz. İmam Züfer buna muhâliftir. Tâlikı kendi fiiline yapar
da ikisi de yahut yalnız şart hastalıkda bulunursa yine mirâs kaçırmak tehakkuk
eder. Çünkü ya hem tâlik hem şartla yahut yalnız şartla kadının hakkını ibtal ve
ona zarar kasdetmiştir. Bu ise başkasının hakkını ibtal etmez.
Nitekim mecburiyet
halinde başkasının malını telef etmek böyledir. Tâlikı kadının mutlaka yapması
lâzım gelen bir işine yapar da şart hastalıkta bulunursa yine mirâs kaçırma
tehakkuk eder. Çünkü ya dünyada helâk yahut âhirette azab korkusundan kadın o
işi yapmaya mecburdur. Bu satırlar kısaltılarak Nehir'den alınmıştır.
«Bu kabildendir.»
Yani mirâs kaçırma kabilindendir ve kendi fiiline tâlikdır. Kadının burada
mirâsçı olması şart bulunduğu içindir Şart boşamamak yahut ölümünden önce
üzerine evlenmemektir ki, hastalığı zamanına rastlar. Binaenaleyh adam mirâs
kaçırandır. Velevki tâlik sağlamken yapılmış olsun. Erkeğin karısına mirâsçı
olamaması hakkının sâkıt olmasına rıza gösterdiği içindir. Zira şartı kadının
ölümüne kadar geciktirmiştir.
Yine Bedâyı'da
zikredildiğine göre bir adam karısına: "Basra'ya gelmezsem sen üç defa boşsun."
der de ölünceye kadar Basra'ya gitmezse kadın mirâsçı olur. Fakat kadın ölürse
kocası ona mirâsçı olur. Çünkü karısı iken ölmüştür. Zira vukûun şartı yoktur.
Bu adam Basra'ya karısı öldükten sonra gidebilir. Yani kadını boşaması ve
üzerine evlenmesi bunun hilâfınadır. Çünkü kadın öldükten sonra bunlar mümkün
değildir.
TENBİH: Şârihin
talâkı üç defa diye kayıdlaması kadının ölümü meselesinde lâzım değildir. Çünkü
talâk-ı ric'îyle boşar da kadının son nefesinde olduğuna hükmedersek meydana
gelen talâk yine bâindir. Çünkü iddet bekleme imkânı yoktur. Hiç cima edilmeyen
kadın gibi olur. Nitekim bunu Fetih'den naklen sarîh bâbında: "Seni boşamazsam
sen boşsun." dediği yerde arzetmiştik.
METİN
Diğerlerinde kadın
mirâsçı olmaz. Bundan murad her ikisi sağlamken yahut yalnız tâlik sağlamken
yapılan, yahut kadının yapmayabileceği bir işine tâliktir. Bunların toplamı
onaltı eder. Çünkü tâlik ya bir vaktin geçmesine, ya bir ecnebînin fiiline yahut
kendi fiiline olur. Bunların her birinin dört vechi vardır. Zira tâlik ile şart
ya sağlamken, ya hastayken yahut biri sağlam biri hastayken olur. Bunların
hükümlerini gördük.
Bir adam sağlamken
karısına: "Ben ve filan dilersek sen üç defa boşsun." der de sonra hastalanır ve
hem koca hem ecnebî beraberce dilerlerse yahut evvela koca sonra ecnebî
dileyerek koca ölürse kadın mirâsçı olamaz. Evvela ecnebî sonra koca dilerse
kadın mirâsçı olur. Hâniyye'de böyle denilmiştir. Fark gizli değildir. Çünkü
evvela ecnebîninin dilemesiyletalâk yalnız onun fiiline muallak olmuştur.
İZAH
«Yahut yalnız tâlik
sağlamken yapılan» yani yalnız tâlik ecnebî birinin fiiline yahut vaktin
gelmesine yapıldığı surettir. Nitekim Bahır'da belirtilmiştir. Bu evvelce
metinden anlaşılmıştı. Demek ki burada tâlik umumuna yorumlanmaz. Hatta kendi
fiiline şâmil değildir. Zira yalnız tâlikı sağlamken kendi fiiline yapar da şart
hasta iken olursa kadın ona mirâsçı olur. Musannıf bunu metinde açıklamıştır.
Binaenaleyh bunun umuma dahil olması doğru değildir. Sâlhânî'nin elyazısıyla
böyle denilmiştir.
«Yahut kadının
yapmayabileceği bir işine tâliktır.» Bu mutlaktır. Yani ister tâlik ve şart
hasta iken yapılsın, ister bunlardan yalnız biri hasta iken yapılsın fark etmez.
Tebyîn'de şöyle denilmiştir: "Bunlardan yani bu zikrettiğimiz suretlerden başka
yerlerde kadın mirâsçı olamaz. Bunlardan murad bütün vecihlerde tâlik ile şartın
sağlamken yapılması yahut ecnebînin fiiline veya vaktin gelmesine tâlik ederse
tâlikın sağlamken yapılması yahut kadının yapmayabileceği bir işine nasıl olursa
tâlik yapmasıdır ki, bu suretlerin hepsinde kadın mirâsçı olmaz." H.
«Bunların toplamı
onaltı eder.» Hatta yirmisekize çıkarmak mümkündür. Çünkü tâlikı kendi fiiline
veya kadının fiiline yahut ecnebî birinin fiiline yaptığında bu fiil ya çaresiz
yapılacak fiillerdendir ya değildir. Böylece altı suret meydana gelir. Bunlar
şart ve tâlikın dört vechiyle çarpılırsa yirmidört eder. Vakte tâlik ederse dört
suret daha meydana gelr ve mecmuu yirmisekiz olur. Lâkin kendi fiiliyle
ecnebînin fiili arasında yapılması lâbud olanlarla olmayanlar hususunda fark
yoktur. Kadının fiiline tâlik etmesi bildiğin gibi bunun hilâfınadır. Sonra
şurası da gizli değildir ki tâlikle şartın her ikisinin sağlamken yapılmasının
hastanın talâkında bir tesiri yoktur. Onun için Bahır sahibi bunu
zikretmemiştir. Binâenaleyh münasib olan onu atmaktır. Böylece suretler yirmibir
olur.
«Bir adam sağlamken
karısına...» tâlik yaparsa metinde beyan edildiği gibi hüküm verilir. Fakat
hasta iken tâlik yaparsa kadın bütün suretlerde mirâsçı olur. Çünkü bu hem
ecnebînin hem kendinin fiiline tâlik kabîlindendir. Buna delâlet eden suretler
yukarıda görüldü. T.
«Fark gizli
değildir» Bahır sahibi diyor ki: "Bunun hâsılı şudur: Talâk her ikisinin
dilemesine tâlik edilmiştir. Beraberce dilerlerse koca tam bir illet teşkil
etmez. Binaenaleyh mirâs kaçıran sayılmaz. Kocanın dilemesi sonra olursa iş
değişir. Çünkü o zaman onunla illet tamam olur." Yani bu iş kendi fiiline tâlik
kabîlinden olur ve yalnız şartın hastalık halinde bulunması kâfidir. İlk iki
vecih bunun hilâfınadır. Çünkü onlar ecnebînin fiiline tâlik kabîlindendir. Onda
tâlik ile şartın mutlaka hasta iken yapılması lâzımdır. Halbuki biz tâlikin
sağlamken yapıldığını farzediyoruz.
METİN
Ölüm hastası ile
karısı sağlamken üç talâk yapıldığında ve iddetin bittiği hususunda birbirlerini
tasdik ederler de sonra adam karısına bir borç veya ayn ikrar eder yahut kadına
bir vasiyyette bulunursa, kadına onun yani ikrar veya vasiyyet ettiği şeyden ve
mirâsdan hangisi az ise o verilir. Çünkü töhmet vardır. Kadın kocasının ikrar
ettiği vakitten itibaren iddet bekler. Bununla fetva verilir.
İZAH
«Ve iddetin bittiği
hususunda» diye kayıdlaması ;mameyn'in muhalefetini belirtmek içindir. Onlara
göre erkeğin ikrar ve vasiyyeti câizdir. Zira iddet lâzım gelmediği için ortada
töhmet yoktur. Nitekim Tebyîn'de böyle denilmiştir. Bundan onlaşılır ki,
karı-koca sağlamken üç talâk yapıldığında birbirlerini tasdik eder de iddetin
bittiğinde tasdik etmezlerse kadın bilittifak az olanı alır. H.
«Kadına ikrar veya
vasiyyet ettiği şeyin ve mirâsın hangisi az ise o verilir.» Yani vasiyyet edilen
şey mirâstan azsa kadına o verilir. Mirâs vasiyyet edilenden azsa o verilir.
«Çünkü töhmet
vardır.» Bu töhmet kocası kadına alacağı mirâstan ziyadesini versin diye
karı-kocanın birbirinden ayrıldıklarını ve iddetin geçtiğini ikrar için
anlaşmaları töhmetidir ki, yalnız ziyade hususundadır. Biz bunu reddederiz.
İmameyn ikrar ve vasiyyetin câiz olduğunu söylemişlerdir. Çünkü iddet olmadığı
için kadın o adama ecnebî olmuştur. Buna delil adamın kadın lehine şâhidliğinin
kabul edilmesi, zekâtını o kadına verebilmesi ve kadının başka kocaya
varabilmesidir. Cevap şudur: Âdeten zekât, şâhidlik ve kocaya varma hususunda
anlaşma olmaz. Binaenaleyh töhmet de yoktur. Bu satırları Bahır sahibi
kısaltarak Hidâye ve şerhlerinden almıştır.
«Kadın kocasının
ikrar ettiği vakitten itibaren ilh...» Hidâye'de böyle denilmiştir. Hâniyye'nin
iddet bâbında fetvanın buna göre olduğu bildirilmiştir. Hal böyle olunca
yukarıda zikredilen hükümlerden hiç biri sâbit olamadığı gibi kocası bu kadının
kızkardeşi ile ve ondan başka dört kadınla dahi evlenemez. Halbuki bu ulemanın
burada açıkladıklarının hilâfınadır. Bununla Surûci'nin Gâye'de yaptığı itiraz
da defedilmiş olur. O şöyle demiştir: "Hâli hakem kılmak gerekir. Bakılır:
Karı-kocanın arasında geçimsizlik zuhur etmiş de kocası hastayken kadın onun
hizmetini terketmişse bu anlaşma yapmadıklarına delildir. Töhmet de yoktur. Aksi
takdirde sahih olmaz. Çünkü töhmet vardır." Nehir sahibi de bunu ikrar etmiştir.
Hâsılı şudur:
Ulemanın burada kararlaştırdıkları kocasının bu kadın lehine şâhidliğinin kabul
edilmesi gibi hükümler iddetin talâk vaktinde başlamasını iktiza eder. İddet
bâbında sahih diye kabul ettikleri iddet ikrar vaktinden vâcib olur. Sözü ise bu
hükümlerin bulunmamasını iktiza eder.
Ben derim ki:
İddetin ancak talâk vaktinden vâcib olduğu gizli değildir. Karı-koca iddetin
geçtiğini ikrar ederlerse töhmet bulunmayan bir hususta doğru söylemiş olurlar.
Onun için ulema bu kadına nafaka ve mesken verilmesi vâcib olmadığını
açıklamışlardır. Bunu kocası tasdik ettiği için yapmışlardır. Yukarıda geçen
şâhidlik ve emsalinde töhmet yoktur. Çünkü âdeten onlarda anlaşma olmaz. Mirâs
mikdarından ziyade vasiyyet bunun hilâfınadır. Onun hakkında Ebû Hanife'ye göre
karı-kocanın sözleri tasdik edilmez. O ziyadeyi ibtal için iddetin bitmediğini
takdir etmiştir. Çünkü töhmetin yeri budur. Şu halde murad sair hükümler
hususunda iddetin bitmemesi değildir. Murad sadece töhmet yeri hakkında onun
bitmesidir.
Bu izahtan
anlaşılır ki, her iki kavil yani gerek iddet talâk vaktinden başlasın, gerekse
ikrar vaktinden başlasın umumu üzere değildir. Onun için Fethü'l-Kadir sahibi
iddet bâbında şöyle demiştir: "Müteehhirinin fetvası yani iddet ikrar vaktinden
vâcib olur sözleri dört mezhebin imamlariyle sahabe ve tâbiinin cumhuruna
muhâliftir. Onların muhalefeti töhmetten dolayı olduğundan töhmet yerlerini ve
kendilerinden anlaşma beklenen insanları araştırmak gerekir.
Onun için İmam
Suğdî tafsilât vermiş, İmam Muhammed'in Mebsûttaki: "İddetin ibtidası talâk
vaktinden başlar." sözünü karı-koca talâkın isnad edildiği vakitte ayrıldılarsa
diye yorumlamıştır. Ayrılmadılarsa her ikisinin yalan söyledikleri zâhirdir ve
isnad hususunda tasdik edilmezler."
Bahır sahibi iddet
bâbında: "İşte arabulmak böyle olur." demiştir. Yani mütekaddiminle
müteehhirinin sözleri arası böyle yatıştırılır demek istemiştir. Bundan
anlaşılır ki Surûcî'nin: "Hali hakem kılmak gerekir." sözü dogrudur. Lâkin onun:
"Geçimsizlik ve kocasının hizmetini terk etmesi anlaşma olmadığına delildir."
sözünü Fetih sahibi reddetmiş, bunun zâhir olmadığını söylemiştir. "Çünkü
kocasının kadına alacağı mirâstan daha fazlasını vasiyyet etmesi, bu
geçimsizliğin bir hileden ibaret olduğu hususunda açıktır." demiştir. Evet, İmam
Suğdî'nin söylediği ayrılma işi bu adamın karısına vasiyyeti sahih olmak, onun
kızkardeşiyle evlenmek ve ondan başka dört kadın alabilmek hususunda anlaşma
olmadığında zâhirdir.
TENBİH: Bil ki
kadının aldığı şey mirâsa benzemektedir. Taksim edilmeden terekeden bir şey zâyi
olursa bütün terekeden sayılır. Tereke eşyadan ibaret olup kadın para almak
istese buna hakkı yoktur. Kadının aldığı bir cihetten borca da benzer. Hatta
mirâsçılar onu terekeden başka bir şeyden verebilirler. Kadının kendi ifadesine
göre aldığını borç sayarlar. Fethü'l-Kadir, Bahır ve diğer kitablarda böyle
denilmiştir.
METİN
İkrar vaktinden
itibaren iddet bittikten sonra koca ölürse bütün ikrar ve vasiyyet ettiği
şeylerkadına verilir. İmâdiyye. Birbirlerini tasdiklerl kocanın ölüm
hastalığında değilse kocanın ikrar ve vasiyyeti sahihtir. Ama karısı yalanlarsa
ikrarı sahih olmaz.
Mecma' şerhi,
Fûsul'de şöyle denilmiştir: "Kadın kocasının kendini hasta iken talâk-ı bâinle
boşadığını iddia eder de kocası inkârda bulunursa ve hâkim kocasından yemin
ister o da yemin ederse, sonra kansı kocasını tasdik edip kocası ölürse kadın
ölümünden önce onu tasdik ettiği takdirde kendisine mirâsçı olur. Ölümünden
sonra tasdik ederse mirâsçı olamaz." Nasılki kocasının hastalığında kadın kendi
isteğiyle üç defa boşanır da sonra kocası ona vasiyyette veya ikrarda bulunursa
kadına bunların az olanı verilir. Sağlam bir adam iki karısına sizden biriniz
boş olsun der de sonra ölüm hastalığında birisi hakkında talâkı beyan ederse, bu
beyanla mirâs kaçıran olur.
İZAH
«Bütün ikrar ve
vasiyyet ettiği şeyler kadına verilir.» Çünkü artık kadın ecnebî olmuştur.
Töhmet kalkmıştır. Bunun muktezası şudur ki: Kadının aldığı şeyin mirâsa benzer
yeri kalmaz.
«Ama karısı
yalanlarsa ikrarı sahih olmaz.» Vasiyyeti dahi sahih değildir. Kadına ifadesine
göre muamale yapılır. O kendisinin bu adamın karısı ve mirâsçısı olduğunu
söylemektedir. Mirâsçıya vasiyyet yoktur. Ona ikrar da yapılamaz. T. Ama bunu
"Kocası ölüm hastalığında ikrarından itibaren karısının iddeti bitmeden yaparsa"
diye kayıdlamak gerekir. Çünkü kocası üç defa boşadığını ikrar edince onun
ikrarıyla amel edilerek kadın ondan bâin olur. Velevki karısı yalanlamış olsun
ve adam mirâs kaçıran olur. Hastalığından düzelir de sonra iddet içinde ölürse
yahut düzelmez de iddet geçtikten sonra ölürse kadın ona mirâsçı olamaz. Ama
kocasının ona vasiyyeti ve mal ikrarı sahih olur. Kadının talâk hakkındaki sabık
yalanlaması şimdi vâki olan talâka razı olmak sayılmaz. Nitekim gizl değildir.
Bana zâhir olan budur.
«Ölümünden sonra
tasdik ederse mirâsçı olamaz.» Ben derim ki: Bu ancak kadın bâin talâkın
sağlamken yapıldığını iddia ederse zâhir olur. Çünkü kadının dâvâsı o adamdan
mirâsçı olmadığını itirafı tezammun eder. Adam mirâs kaçıran değildir. Ama kadın
bâin talâkın bu ölüm hastalığında olduğunu iddia ederse zâhir değildir. Çünkü
kadın arkasından kocasına mirâsçı olabileceği bir talâk iddia etmektedir. Şu
kadar var ki. bu adamdan bâin oldugunu söyleyince ondan ayrılması icab ederdi.
Kocasına bu vâcibi iddia etmekle boşanmış olmasına razı olması Iâzım gelmez.
Nitekim gizli değildir. Binaenaleyh ona mirâsçı olması icab eder. Bu hususta
kadının dâvâsında ısrar etmesi veya ölümünden evvel yahut sonra kocasını
tasdikte bulunması fark etmez. Nitekim kadının iddia ettiğini kocası ikrarda
bulunursa hüküm budur. Ben bundan bahseden görmedim. Galiba açık olduğu için
ulemabundan söz etmemişlerdir.
«Nasılki kocasının
hastalığında ilh...» Birinci meselenin hükmünü buna benzetmesi bunda hilâf
olmadığı içindir. Bildiğin gibi birinci mesele bunun hilâfınadır.
«Kadına bunların az
olanı verilir.» Yani ikrar veya vasiyyet ettiği şeyle mirâstan hangisi azsa o
verilir.
«Sağlam bir adam»
diye kayıdlaması mirâstan kaçırması beyanla olacağı içindir. Hasta ise beyanla
değil o sözle mirâs kaçıran olur.
«Sizden biriniz boş
olsun.» Yani üç defa boş olsun derse demek istiyor. Nitekim Kâfî'den naklen
Fetih'in ibâresi böyledir. Maksad budur. Çünkü sözümüz erkeğin ne ile mirâs
kaçıran olacağı hususundadır. Ric'î talâkla mirâstan kaçılmaz.
METİN
Kadın da ona
mirâsçı olur. Kâfî. Bu şunu ifade eder ki, bu adam sağlamken yemin eder de hasta
iken yeminini bozarak onun kadınlardan biri hakkında olduğunu beyan ederse mirâs
kaçıran olur. Ama ben bunu bir yerde görmedim. Nehir.
Kocanın karısının
mirâsa ehil olduğunu bilmesi şart değildir. Karısını hasta iken bâin olarak
boşar da daha önce efendisi onu âzâd etmiş bulunursa yahut kadın kitabîyye iken
müslüman olursa, kocası bunu bilmezse mirâs kaçıran olur. Kadın ondan mirâs
alır. Zahîriyye.
Bunun hilâfına
olarak bir kimse cariyesine: Sen yarın hürsün der, kocası da: Sen yarından sonra
üç talâkla boşsun derse, kocası efendisinin sözünü bildiği takdirde mirâs
kaçıran olur, bilmezse kadın mirâsçı olamaz. Hâniyye.
Talâkı cariyenin
âzâd olmasına veya kendisinin hastalığına tâlik eder yahut kendisi sağlam iken
talâka birini vekil eder de o kimse onun hastalığı zamanında fakat kendisini
azle kâdir olduğu halde boşarsa mirâs kaçıran olur.
İZAH
«Kadın da ona
mirâsçı olur.» Çünkü talâkı kadının hakkı kendi malına teallûk ettikten sonra
beyan etmiştir. Binaenaleyh yapmak istediği kendine iade olunur. Nasılki yeni
talâk yapmış olsa hüküm budur. Bunun mirâs hakkında yeni talâk sayılması
töhmetten dolayıdır. İki kadından birisi adamdan önce ölür de ondan sonra adam
ölürse kalan kadın teayyün eder ve mirâsçı olamaz. Çünkü bu hükmen beyandır.
Erkekten töhmet kalkar. Meselenin tamamı Fetih'dedir.
Ben derim ki: "Bu
beyanla mirâs kaçıran olur" sözü "Mübhem talâkda beyan talâkı mânen beyan
şartıyla tâliktir." sözünü teyid eder. Yani beyan zamanında talâkın vukuu için
hâlin sebebi olur ve beyan halinde talâk sabık sözle vâki olur. Ama "Talâk halen
kadınlardanbirine gayr-i muayyen olarak vâkidir. Beyan hangisine olduğunu
tâyindir." diyenlere göre bu adamın mirâs kaçıran olmaması gerekir. Çünkü talâk
onun sıhhatli zamanında olmuştur. Bedâyı'da böyle denilmiştir. Bu hususta sözün
tamamı da oradadır.
«Sağlamken yemin
eder de» meselâ talâkı birinin fiiline tâlik ederek: Zeyd haneme girerse biriniz
üç defa boş olsun derse beyanla mirâs kaçıran olur. Fakat talâkı kendi fiiline
tâlik ederse beyanla değil hastalığındaki fiiliyle mirâs kaçıran olur.
«Karısının mirâsa
ehil olduğunu bilmesi şart değildir ilh...» Hâsılı adamın mirâs kaçıran olması
için karısının mirâsa ehil olması şarttır. Kadın cariye veya kitabîyye olur da
kocası hastalığında onu talâk-ı bâinle boşarsa kocasına mirâsçı olamaz. Çünkü
ehliyeti yoktur. Lâkin kocasının haberi yokken âzâd edilmiş veya müslüman
olmuşsa kocası hasta iken onu talâk-ı bâinle boşadığı takdirde mirâs kaçıran
olur. Kadın ondan mirâsını alır. Çünkü ayrılırken şart tehakkuk etmiştir.
«Sen yarından sonra
üç talâkla boşsun» derse cevap metinde beyan edildiği gibidir. Fakat: Sen yarın
dahi üç talâkla boşsun derse boşanmakla âzâdlık beraber olur. Kadına mirâs
yoktur. "Sen âzâd edildiğin zaman üç talâkla boşsun." derse mirâs kaçıran olur.
Zahîriyye'de böyle denilmiştir. Çünkü muallak rnuallaku'n-aleyhi tâkip eder ve
talâk vâki olmadan mirâs kaçırma şartı teallûk eder. Önceki bunun hilâfınadır.
Çünkü yarına muzaf olan iki şey beraberce vuku bulurlar.
«Bilmezse kadın
mirâsçı olomaz» Çünkü bu adam tâlk vaktinde kadının hakkını ibtal etmek
istememiştir. Velevki kadın talûk vâki olmazdan önce mirâsa ehil olsun ve tâlik
zamanında hür olmasın. Çünkü kadının âzâdlığı izafe edilmiştir. Talâk vaktinde
hür olması ve kocasının bunu bilmemesi bunun hilâfınadır. Zira bu hükmî bir
iştir. Onu bilmek şart değildir. Bahır'da böyle denilmiştir. Daha doğrusu:
"Çünkü bu sâbit bir iştir." demelidir.
TENBİH: Musannıfın:
"Mirâs kaçıran olur." demesi kadının üzenine üç talâk vâki olmasını iktiza eder.
Aksi takdirde talâk ric'î olur. Çünkü kadın hürre olmuştur. Ric'î talâkda
mirâstan kaçmak yoktur. Anla! Buna göre tâlik bâbında şart lâfızlarından önce
geçen: "Bir adam cariye olan karısına: Şu haneye girersen üç defa boşsun der de
cariye âzâd edilir ve o haneye girerse ona ric'at edebilir." ifadesi müşkil
kalır. Bunun muktezası burada iki talâk olmalıdır ve o adam mirâs kaçıran
sayılmamalıdır.
Fakat ulemanın
izafetle tâlik arasında söyledikleri farktan alarak şöyle cevap verilebilir:
Muzâf hale sebeb olur, muallak bunun hilâfınadır. Hatta sen yarın hürsün dese
bugün onu satmaya mâlik değildir. Ama yarın geldiği vakit hürsün derse
satabilir. Nitekim Eşbâh'ın talâk bahsinde beyan edilmiştir. Bizim meselemizde
de cariyesine sen yarın hürsün deyince hal için sebeb münakid olmuştur. Kocası:
Sen yarından sonra üç defa boşsun deyincehürriyetin sebebi tehakkuk ettikten
sonra talâk için sebeb münakid olmuştur. Binaenaleyh üç talâk boş olur. Tâlik
meselesi bunun hilâfınadır. Zira bu adam tâlik vaktinde iki talâktan fazlasına
mâlik değildir. O vakit hürriyetin sebebi de tehakkuk etmiş değildir. Şu halde
mâlik olduğundan daha fazlası vâki olamaz. Bana zâhir olanın son haddi budur.
«Talâkı cariyenin
âzâd olmasına» tâlik eder de hem tâlik hem şart hastalığında bulunurlarsa demek
istiyor. Çünkü bu ecnebî birinin fiiline tâliktir. T.
«Veya kendisinin
hastalığına» tâlik ederek: Ben hasta olursam sen üç defa boşsun derse mirâs
kaçıran olur. Çünkü yeminin bozulmasının şartı olarak mutlak surette hastalığı
göstermiştir. Mutlak hastalık ekseriyetle ölümle neticelenen döşeğe düşmedir.
Ölüm hastalığı da budur. Valvalciyye'de böyle denilmiştir. Bahır sahibi bu
kavlin sahih kabul edildiğini Hâniyye'den nakletmiştir.
Ben derim ki: Bunun
muktezası şudur: Bu adam önceden hastalanıp sonra düzelse kadın boş düşmez.
Çünkü hastalığı mutlak mânâsına almıştır ki, kâmil olan demektir. O da kendisine
ölüm bitişen hastalıktır. O halde murad mutlak hastalık değil maraz-ı mutlaktır.
Bunların arasında ise mâl mutlak ile mutlak su arasında olduğu gibi açık fark
vardır.
METİN
Ayrılık sebebine
hasta olduğu halde kadın teşebbüs eder de iddet bitmeden ölürse kocası ona
mirâsçı olur. Nitekim aralarındaki ayrılık bülûğ ve âzâdlık muhayyerliğinde
kadının kendini ihtiyar etmesiyle veya hasta olduğu halde kocasının oğlunun onu
öpmesiyle veya ona râm olmasıyla vuku bulursa hüküm budur. Çünkü ayrılık onun
tarafından gelmiştir. Bundan dolayı da talâk değildir. Ayrılmalarına âletin
kesilmesi, kalkınamamak ve liân gibi bir şeyin sebeb olması bunun hilâfınadır.
Çünkü bu suretlerde kocası ona mirâsçı olamaz. Hâniyye'de ve Câmi'den naklen
Fetih'de bildirildiğine göre mezheb budur. Kâfî sahibi kesinlikle buna kâil
olmuş; Bahır sahibi de mezhebin bu olduğunu söylemiştir. Çünkü bu talâkdır ve
kadına muzaftır. Bu birincisi gibidir. Binaenaleyh kocası ona mirâsçı olur
diyenler de olmuştur. -Bunu diyen Zeylaî'dir.- Kadın dinden döner de sonra ölür
yahut dar-ı harbe kaçarsa bakılır: Dinden dönmesi hastalık esnasında olmuşsa
kocası istihsanen ona mirâsçı olur. Aksi halde yani sağlamken dinden dönmüşse
ona mirâsçı olamaz. Kocasının dinden dönmesi bunun hilâfınadır. Çünkü bu onun
ölüm hastalığı mânâsındadır. Binaenaleyh karısı ona mutlak surette mirâsçı olur.
Karı-koca beraberce dinden dönerler de sonra kadın müslüman olursa kocasına
mirâsçı olur. Aksi câiz değildir. Hâniyye.
İZAH
«Ayrılık sebebine
kadın teşebbüs eder de ilh...» sözü erkeğin nasıl mirâs kaçıran olacağını
beyandan sonra kadının nasıl mirâs kaçıran olacağını beyana başlamaktır. Şârih
bâbınbaşındaki: "Mirâs kaçırma bazen kadından da olur." sözü ile buna işaret
etmişti.
«Kocası ona mirâsçı
olur.» Çünkü erkeğin ölüm döşeğinde iken malına nasıl karısının hakkı teallûk
ederse kadının ölüm döşeğinde de malına kocasının hakkı teallûk eder. Bahır.
«Veya ona râm
olmasıyla» sözü zorla yapmasından itiraz içindir. Çünkü zorla yaparsa ayrılık
sebebi kadından gelmediği için kocası ona mirâsçı olamaz. Kadını zorlaması için
babası oğluna emretmişse evleviyetle kadına mirâsçı olamaz. Fakat erkek hasta
olur da analığını zorlaması için oğluna emrederse bunun hilâfınadır. O mirâs
kaçıran olur, karısı mirâsına konar. Emretmezse mirâs kaçıran sayılmaz. Nitekim
yukarıda geçmişti.
«Bundan dolayı»
yani kadın tarafından geldiği için talâk sayılmayıp fesh olur. Çünkü kadın
boşamaya ehil değildir.
«Kocası ona mirâsçı
olamaz.» Kadın da kocasına mirâsçı olamaz. Nitekim izahı musannıfın "kocasından
hul' olur veya nefsini ihtiyar ederse" dediği yerde geçmişti. Lâkin liânda kadın
kocasına mirâsçı olur. Çünkü liânın başlangıcı erkek tarafındandır. Nitekim
geçmişti.
«Çünkü bu
talâkdır.» Binaenaleyh kocası tarafından yapılmış sayılır ve kadın buradan
muztar mevkide kaldığı için mirâs kaçıran sayılmaz. Liânda kendinden kepazeliği
def için buna muztardır, âlet kesildiğinde ve kalkınamamada ise nikâhtan
beklenen iffet hâsıl olmadığı içindir. Binaenaleyh kadının çaresiz yapması
gereken bir fiiline tâlik gibi olur. Kocasının hastalığında kadının talâk
istemesi, onun da boşaması bunun hilâfınadır. Çünkü kadın zaruret yokken
hakkının iskat edilmesine razı olmuştur. Onun için kocasına mirâsçı olamaz.
Velevki kocası tarafından yapılmış talâk sayılsın.
Evet, kocasının
hastalığında âleti kesik olduğu veya kalkınamadığı için kadın kendini ihtiyar
ederse kocasına mirâsçı olamaması müşkildir. Zira mirâsçı olamamasının illeti
kadının razı olmasıdır. Nitekim yukarıda geçti. Binaenaleyh bu muztar kalma
dâvâsına aykırıdır. Cevap şudur: Bu hakikaten muztar kalmak değildir.
Binaenaleyh aykırılık yoktur. Kadının hakikaten muztar kaldığı teslim edilse
bile bundan kocasına mirâsçı olması lâzım gelmez. Çünkü ona mirâsçı olması ancak
onun mirâs kaçırdığı sâbit olduğuna göredir. Böyle bir şey de sâbit olmamıştır.
Binaenaleyh bu kadın kocasının oğlu tarafından zorla cima edilen kadın gibidir.
Ona mirâsçı olamaz. Meğerki babası oğluna bunu emretmiş olsun. Nitekim yukarıda
geçti.
Şu halde kadının
muztar kalmasından kocasının mirâs kaçırıcı olması lâzım gelmez. Çünkü kocasının
ona bir cinayeti yoktur. Buradaki onun hilâfınadır. Zira kadının muztar kalması
bir özürdür. Çünkü kendi tarafındandır. Binaenaleyh burada muztar kalışı
tesirlidir. Erkeğin mirâs kaçırması bunun hilâfınadır. O onun tarafından geldiği
için kadının iztırarı ona tesir etmez. Zorlanan kimse gibi ki başkasının ölümü
için zorlanması ancak kısası kendinden def için kendi fiilinde tesir eder,
başkasının fiiline tesir etmez. Başkasından murad zorladığıkimsedir.
Bu söylediklerimizi
Fetih sahibinin şu sözü de teyid eder: "Erkeğin hastalığında karısı ile
ayrılmalarına âletinin kesikliği, kalkınamaması, bülûğ muhayyerliği ve âzâdlık
gibi şeyler sebeb olursa karısı ona mirâsçi olamaz. Çünkü kadın hakkını ibtal
eden sebebe razıdır. Velevki muztarı olsun. Zira iztırarın sebebi erkek
tarafından gelmemektedir. Binaenaleyh ayrılma hususunda erkek cinayet işlemiş
değildir." Burada bana zâhir olan budur.
«Kocası istihsanen
ona mirâsçı olur.» Çünkü kadının mirâs kaçırmak istediği anlaşılmıştır. T.
Kıyasa göre ona mirâsçı olamaması gerekirdi. Çünkü müslümanla kâfir arasında
mirâs muamelesi cereyan etmez. T.
«Sağlamken dinden
dönmüşse ona mirâsçı olamaz.» Çünkü kadın helâke yaklaşmadan dinden dönmekle
bâin olmuştur. Bu helâke yaklaştıran dinden dönme değildir. Zira kadın
öldürülmez. Fetih'de böyle denilmiştir.
«Kocasının dinden
dönmesi bunun hilâfınadır ilh...» Çünkü dinsizliğinde devam ederse öldürülür. T.
"Mutlak surette
mirâsçı olur." Yani sağlamlığında ve hastalığında mirâsçı olur. T.
"Karı-koca
beraberce dinden dönerlerse ilah..." Burada Bahır sahibi şunları söylemiştir:
"Karı-koca beraberce dinden dönerler de sonra birisi müslüman olur ve sonra
birisi ölürse müslüman olan öldüğü takdirde mürted ona mirâsçı olamaz. Mürted
olarak ölen koca ise müslüman olan karısı ona mirâsçı olur. Dinden dönen kadın
ölürse bakılır: Dinden dönmesi hastalık esnasında olmuşsa müslüman olan kocası
mirâsını alır. Sağlamken olmuşsa kadına mirâsçı olamaz. Hâniyye'de böyle
denilmiştlr."
METİN
Bir adam evlendiğim
son kadın üç defa boş olsun der de bir kadın nikâh ederse, sonra bir kadın daha
nikâh edip koca ölürse evlendiği anda son kadın boş olur. Ve kocası mirâs
kaçıran olmaz. İmameyn buna muhâliftir. Çünkü ölüm bildiricidir. Evlenmenin son
diye vasıflanması şart vaktinden itibarendir. Binaenaleyh müstenid olarak sâbit
olur. Dürer.
FER'İ MESELELER:
Bir adam hastalığında karısını talâk-ı bâinle boşar da sonra ona seninle
evlenirsem üç defa boşsun der ve iddet içinde onunla evlenerek hastalığı
esnasında ölürse kadın mirâsçı olamaz. Çünkü kadın yeni bir iddet içindedir.
Evlenme kadının fiiliyle hâsıl olmuştur. Binaenaleyh bu mirâs kaçırma değildir.
İmam Muhammed buna muhâliftir. Hâniyye.
Kocası öldükten
sonra kendisini hastalığı esnasında boşadığını iddia eden karısını mirâsçılar
yalanlarlarsa söz kadınındır. Nasılki kadın kocam beni uyurken boşadı der de
mirâsçılar uyanıkken boşadığını söylerlerse söz yine kadınındır. Valvalciyye.
Bir kimse hasta
iken karısını boşar da iddeti bittikten sonra ölürse ev eşyasından müşkil
olanlar kocanın mirâsçısına verilir. Çünkü kadın ecnebi olmuştur. İddet içinde
ölmesi bunun hilâfınadır. Câmiu'l-Fûsuleyn.
İZAH
"Son kadın boş
olur." Sözünü Şârih Dürer sahibine uyarak ziyade etmiştir. Bunu metnin ibâresini
düzeltmek için yapmıştır. Kocası mirâs kaçıran olmayınca kadın ondan mirâs
alamaz. Kadın zifaf olunmuşsa kendisine bir buçuk mehir verilir. Mehir şüpheyle
zifaf için, yarısı da cima'dan önce boşandığı içindir. Kadın iddetini hayızla
bekler yas tutmaz. Zeylai.
"İmameyn buna
muhâliftir." Onlara göre talâk ölüm anında olur. Çünkü son diye tehakkuk eden
vakit o vakittir ve adam mirâs kaçıran olur. Karısı kendisinden mirâs alır, bu
kadına bir mehir verilir ve talâkla vefat iddetlerinin hangisi uzunsa onu
bekler. Ric'î talâkla boşanmışsa vefat iddeti beklemesi gerekir, yas tutması da
lâzımdır. Bunu Zeylaî söylemiştir.
"Çünkü ölüm
bildiricidir ilah..." Cümlesi İmam-ı A'zam'ın kavlinin illetidir. Yani ölüm bu
kadının son kadın olduğunu bildirir.
"Binaenaleyh
müstenid olarak sâbit olur." Yani evlenme vaktine müstenid olarak sâbit olur.
Nasılki talâkı kadının hayız görmesine tâlik etse kanı görmekle yemini bozulmaz.
Çünkü kanın kesilmesi ihtimali vardır. Üç gün akarsa talâkın hayzın başında vâki
olduğu meydana çıkar. Zeylaî. Bunun muktezası şudur: Bu adam evlendiği vakit
hastaysa mirâs kaçıran sayılır ve karısı kendisine mirâsçı olur.
"Kadın mirâsçı
olamaz ilah..." Bunun izahı şudur: Bu kadının birinci iddeti evlenmekle bâtıl
olur. Binaenaleyh hastalığında boşanmasiyle kendisine sâbit olan mirâs hakkı da
bâtıl olur. Çünkü kadın ona ancak iddeti içinde mirâsçı olur. İddet bitmiştir.
Kadına ikinci talâk ile yeni bir iddet vâcib olmuştur. Nitekim iddet bahsinde
görülecektir ki, bir kimse iddet bekleyen karısını cima' etmeden boşarsa o
kadına yeni bir iddet beklemek vâcib olur. İkinci talâktan sonra kadının mirâsçı
olmasına imkân yoktur: Çünkü bunun şartı evlenmektir. O da hâsıl olmuştur.
Binaenaleyh kadın üç talâkın vukuuna razı demektir. Bu Şeyhayn'a göredir. İmam
Muhammed'e göre ise kadın ona mirâsçı olur. Çünkü kadına vâcib olan yalnız
birinci iddeti tamamlamaktır. Binaenaleyh iddeti kaldığı için mirâs kaçırma
hükmü de birinci talâkla bâkidir. Rahmetî.
"Mirâsçılar
yalanlarsa ilah..." Yani kadın kocam beni ölüm hastası iken bâin olarak boşadı
ve iddetim içinde öldü diye iddia eder de mirâsçılar: Hayır sağlamken boşadı
derlerse söz yeminiyle birlikte kadınındır. Çünkü kadın mirâsın sukutunu inkâr
etmektedir. Kadın mirâsı iskat etmeyen bir talâkı ikrar etmektedir.
"Ev eşyasından
müşkil olanlar" dan murad: Hem erkeğe hem kadına elverişli olanlarıdır. Yalnız
birine elverişli olanlar hakkında söz elveren tarafındır. Bu meselede dâvâ
bahsinin yeminleşme bâbında inşaallah tafsilât verilecektir.
"Çünkü kadın ecnebî
olmuştur." Yani artık zilyed değildir. Zilyed mirâsçılardır. Söz ise
zilyedindir.
"İddet içinde
ölmesi bunun hilâfınadır." Yani kocasının iddet içinde ölmesi bunun hilâfınadır.
Çünkü Ebû Hanife'ye göre o zaman müşkül kadının olur. Zira kadın mirâsçıdır,
ecnebî değildir. Sanki kocası boşamadan ölmüştür. Câmiu'l-Fûsuleyn. Allahu
a'lem.