RİC'AT
BÂBI
METİN
Ric'at kelimesi
rac'at da okunabilir. Bazen müteaddi olur, bazen olmaz. Ric'at: Mevcut olan
milki iddetin içinde karşılıksız olarak devam ettirmek istemektir. İddetten
murad hakiki cima' iddetidir. Çünkü halvet iddetinde ric'at yoktur. İbn-i Kemâl.
Bezzâziye'de: "Bir adam zifaftan sonra cima'da bulunduğunu iddia eder de kadın
inkârda bulunursa ric'at edebilir. Bunun aksinde ric'at edemez." denilmiştir.
Ric'at zorla, şakayla oyun ve hata ile sahih olur.
İZAH
Musannıfın ric'at
bâbını talâktan sonra getirmesi ric'at hem tab'an hem vaz'an talâktan sonra
olduğu içindir. Nehir.
"Bazen müteaddi
olur, bazen olmaz." Yani bazen geçerli olarak kullanılır, bazen geçersiz.
"Devam ettirmek
istemektir." sözü reddetmektir mânâsında kullanılmıştır. Bundan murad ric'atdır.
Çünkü reddetmek deyince hatıra gelen mânâ elden gittikten sonra iade etmektir.
Bu ise mevcud olmaya aykırıdır. Bir de burada reddetmek ibkâ mânâsındadır. Teâlâ
Hazretleri: "Kocaları onları redde daha lâyıktır." buyurmuştur. (Yani Kocaları
bu kadınları ellerinde bırakmaya daha lâyıktır demektir.) Buradaki red mevcud
olan milki devam ettirmek ve tutmaktır. Teâlâ Haz'retleri: "Müddetleri
yaklaştığında onları mâruf vecihle tutun." buyurmuştur. Nehir sahibi diyor ki:
"Tutmak mevcudu devam ettirmektir. Elden gideni geri çevirmek değildir. Onun
için bu kadına îlâ, zıhâr ve liân yapılabilir. Kadınlarım boş olsun sözü bu
kadına da şâmildir. Ric'atta şahidler şart değildir. Mal olarak kadına bir şey
vermek de vâcib değildir."
"Karşılıksız
olarak" yani mal vermek şart değildir. Maksad yeni mehir koymanın şart
olmamasıdır. Yoksa konmuşsa verilmeyecek mânâsına değildir. Şârih bunu milk
bâkidir dâvâsını tekid için zikretmiştir. Çünkü milk bâki olmasa onu tekrar iade
ederken karşılık vermek şart olurdu.
"Çünkü halvet
iddetinde ric'at yoktur." Yani velevki halvet esnasında kadına dokunmuş,
şehvetle bakmış olsun. Bunun vechi şudur: Cima'dan sonra iddetin meşru'
olmasında esas rahimin temiz olup olmadığını bilmektir. Bu da nesebler birbirine
karışmasın diyedir. Cima'sız halvetten sonra iddetin vâcib olması ihtiyattır.
Ama o iddet esnasında ric'atı sahih kabul etmek ihtiyattan değildir. Rahmetî.
"İbn-i Kemal."
Cima'dan sonra beklenen iddet hakkında şöyle demiştir: "Bu kayıd mutlaka
lâzımdır. Çünkü iddet bazen cima' olmaksızın halvet'i sahiha ile de vâcib olur.
Ama bu iddette ric'at sahih değildir."
Ben derim ki: Mehir
bâbında da geçtiği vecihle halvet-i sahiha ric'at hususunda cima' gibi değildir.
Halvet-i sahiha böyle olunca halvet-i fâside evleviyetle cima' gibi olmaz.
"Bezzâziye'de
ilah..." cümlesini buradan atmak daha iyi olurdu. Çünkü ileride hem metinde hem
şerhde gelecektir. Bu cümledeki "zifaftan sonra" ifadesinden murad halvettir.
Halvetten sonra cima'ı iddia ederse demiş olsa daha iyi ederdi. Nitekim ileride
böyle diyecektir.
"Ric'at zorla
ilah..." Bahır sahibi diyor ki: "Ric'atın hükümlerinden biri de ileride bir
vakte izafesi ve bir şarta tâlikı sahih olmamaktır. Meselâ yarınki gün gelirse
sona müracaat ettim, şu haneye girersen sana müracaat ettim denilemez. Ama
zorla, şakayla, oyun ve hata ile nikâh gibi bu da sahih olur. Bedayi'de böyle
denilmiştir. T." Kınye'de. "Bir kimse fuzûlinin müracaatını kabul etse bu sahih
olur." denilmiştir. Bahır.
"Şaka ve oyun"
kelimelerini kâmûs sahibi ciddiyetin zıddıdır diye tefsir etmiştir. Bunu Tahtâvî
söylemiştir.
METİN
Ric'at: Sana
müracaat ettim, seni geri çevirdim ve seni tuttum gibi kelimelerle niyetsiz
olarak yapılır. Çünkü sarîhtir. Fiille yapılması kerâhetle câizdir. Hörmet-i
musahereyi icab eden dokunmak gibi şeylerle de olur. Velevki bunları kadın
yapsın ve bunlar ihtilas yoluyla yahut uyurken veya zorla yahut deli veya bunak
olarak yapılmış olsun. Elverir ki erkek kadını bizzât veya o öldükten sonra
mirâsçıları tasdik etsin. Cevhere. De
linin ric'atı
fiille olur. Bezzâziye. Ric'at kadınla iddeti içinde evlenmekle sahih olur.
Bununla fetva verilir. Cevhere.
İZAH
"Sana müracaat
ettim gibi kelimelerle ilah..." diyeceğine "Ric'at sözle olur." dese daha iyi
olurdu. Çünkü az sonra fiille de olur diyecektir. Bu onun rüknünü beyandır.
Ric'atın rüknü kavil veya fiildir. Kavlî ric'at iki kısımdır. Biri mis'âlde
gösterdiği gibi sarîhtir. Nikâh ve tezviç kelimeleri de sarîhten sayılırlar.
Nitekim gelecektir. Musannıfın işe bundan başlaması hilâfsız olduğu içindir.
Diğeri kinâyedir ki, benim indimde sen eskisi gibisin, sen benim karımsın gibi
sözlerle yapılır. Kinâyede niyetsiz müracaat sahih değildir. Bunu Bahır ve Nehir
sahibleri söylemişlerdir.
"Fiille yapılması"
sarîh veya kinâye değildir. Çünkü sarîh veya kinâye olmak sözün halleridir.
Evet, ulemanın zâhir olan sözlerinden anlaşıldığına göre fiil sarîh hükmündedir.
Çünkü delinin de fiille ric'atı sâbittir. Nitekim gelecektir.
"Kerâhetle
câizdir." Zâhire bakılırsa buradaki kerâhet tenzihidir. Nitekim Bahır sahibinin
sözü de buna işaret etmektedir. Fetih sahibinin sözü dahi bunu te'yid
etmektedir. Fetih sahibi Şâfiî'nin cima' haramdır dediği yerde söz ederken:
«Bize göre cima helâldır. Çünkü milk her cihetten bâkidir. Milk ancak iddet
bitince elden gider. Binaenaleyh iddet bitmezden önce helâllık bâkidir."
demiştir. Buna: "Talâk-ı ric'i ile boşadığı karısını sefere götürmesiharamdır."
diye itiraz edilemez. Çünkü o kıyasın hilâfına olarak nassla sâbit olmuştur.
Nitekim gelecektir. Bunu Fetih sahibinin: "Müstehab olan kadına sözle müracaat
etmektir." ifadesi dahi te'yid eder. Anla!
"Dokunmak gibi"
sözünden murad şehvetle dokunmaktır. Nitekim Minah'da belirtilmiştir. "Hörmet-i
musahereyi icab eden" ifadesi de bu mânâyı ifade etmektedir. H. Bahır sahibi
diyor ki: "Cima' ve şehvetle öpmek de bunda dahildir. Öpmek ağızdan, yanaktan,
çeneden, alından, baştan ve nereden olursa olsun mânisiz dokunmak yahut şehvetle
harerete mâni olmayacak derecede ince bir perde arkasından dokunmak, şehvetle
fercinin içine bakmak -ki bu kadın dayanarak otururken olur- hep dahildir. Bu
fiillerin şehvetsiz olarak yapılması fercin içine velev dübürün halkasına
şehvetsiz bakmak ise hariçtir. Çünkü böylesi müracaat etmiş olmaz .Lâkin
mekrûhtur. Nitekim Valvalciyye'de belirtilmiştir. Kınye'de ise müracaat kasdı
olmaksızın gözü şehvetle kadının fercine dokunmakla ric'at etmiş sayılır,
denilmiştir." Muhît'te şu ibâre vardır: "Ric'at kasdıyla olmazsa öpmek ve
şehvetsiz dokunmak mekrûhtur."
"İhtilas yoluyla"
tâbirinden murad aniden yapmaktır. Bahır sahibi diyor ki: "Öpmek, dokunmak ve
şehvetle bakmak gibi şeylerin erkek veya kadından olması fark etmez. Yeterki
erkek kadını tasdik etsin. Kadının bunları erkeğin müsaadesiyle yapması ile
ihtilasen yapması arasında fark olmadığı gibi erkeğin uyanık veya zorla yahut
bunamış olduğu halde yapması arasında da fark yoktur. Ama bunları kadın iddia
eder de inkârda bulunursa ric'at sâbit olmaz."
"Elverirki erkek
kadını tasdik etsin ilah..." Fetih sahibi diyor ki: "Bu şehvet hususunda kocası
kadını tasdik ettiğine göredir. Tasdik etmezse ric'at sâbît olmaz. Kezâ erkek
ölür de kadını mirâsçıları tasdik ederse hüküm budur. Şehveti isbat için
getirilen beyyine kabul edilmez. Çünkü şehvet gaib bir şeydir. Hulâsa'da böyle
denilmiştir."
Ben derim ki: Lâkin
nikâhı haram olan kadınlar bahsinde kitabımızın hem metninde hem şerhinde geçti
ki, kadın kocasının veya oğlunun kendisini öpmesinde şehvet iddia eder de erkek
inkârda bulunursa erkeğin sözü tasdik edilir, kadının sözü tasdik edilmez.
Meğerki kadının yanına âleti kalkmış olarak gelerek onu kucaklamış olsun. Çünkü
burada yalan söylediğine karine vardır. Yahut kadının memesini tutsun veya
kadınla beraber vasıtaya binsin yahut onun fercine dokunsun veya ağzını öpsün.
Bu sözün muktezası şudur: Kadın kocasının fercine dokunur veya ağzını öperse
kocası yalanlasa bile kadın tasdik olunur ve burada şehvet için getirilen
beyyine kabul edilir. Çünkü şehvet olduğu eserleriyle bilinir. Meselenin tamamı
ileride gelecektir.
"Delinin ric'atı
fiille olur." Yani bir adam karısını talâk-ı ric'î ile boşar da sonra delirirse
onunric'atı fiille olur. Fetih sahibi şöyle demektedir: "Delinin ric'atı
fiilledir. Sözle ric'atı sahih olmaz. Bazıları bunun aksini söylemiş, bazıları
da her ikisine kâil olmuşlardır." Bu sözün zâhiri birinciyi tercih ettiğini
göstermektedir. Bezzâzî sade birinciyi söylemekle yetinmiştir. Bahır sahibi:
"Her halde tercih edilen budur. Çünkü delinin sözlerinden değil fiillerinden
sorumlu olduğu mâlumdur. Sayrafiyye sahibi bunu rıza şart değildir diye ta'lil
etmiştir. Onun içindir ki, fiille ric'ata zorlansa sahih olur." demiştir.
"Bununla fetva
verilir." Bahır'da şöyle denilmiştir: «Zâhir rivâyet budur. Bedâyı'da böyle
denilmiştir. Muhtar olan budur. Valvalciyye'de böyle denilmiştir. Fetva buna
göredir. Yenâbi'de böyle denilmiştir. Binaenaleyh şârihlerin: Bu İmam-ı A'zam'a
göre ric'at değildir. İmam Muhammed muhâliftir demelerı zâhir olmayan rivâyete
göredir. Nitekim gizli değildir. Böylece anlaşılır ki nikâh lâfzı ric'at için
istiare edilir. Ama ric'at lâfzı nikâh için istiare edilemez." Bu satırlar
kısaltılarak alınmıştır.
METİN
Kadını dübüründen
cima' etmekle de mu'temed kavle göre ric'at yapılır. Çünkü bu da şehvetle
dokunmaktan hâli değildir. Ric'at kadını bâin olarak boşamadıysa sahih olur.
Bâinle boşadıysa sahih değildir. Velevki kadın kabul etmesin veya erkek: Sen
benim ric'atımı ibtal ettin yahut benim sana ric'atım yok desin. Bu adamın
karşılık vermeksizin ric'at etmeye hakkı vardır. Acaba yeni mehir koyarsa bu
eski mehire ziyade sayılır mı sayılmaz mı? Bu hususta iki kavil vardır. Talâk-ı
ric'i ile mehr-i müeccel peşine döner. Ama kadına dönmekle müecceI mehir müeccel
olmaz. Hulâsa. Sayrafiyye'de: "İddet geçinceye kadar peşin olmaz." denilmiştir.
İZAH
"Mu'temed kavle
göre" demesi fetva ona göre olduğundandır. Nitekim Fetih ve Bahır'da
belirtilmişti.
"Çünkü bu da
şehvetle dokunmaktan hâli değildir." Burada mu'teber olan şehvetle dokunmaktır.
Musâheret meselesi bunun hliâfınadır. Orada bundan fazla olarak çocuğun
doğmasına sebeb olan bir şehvet mu'teberdir. Onun için bu cima' onu icab etmez.
Nitekim dokunduktan sonra menîsini indirse hörmet-i musahere sâbit olmaz.
Binaenaleyh burada ulemadan hiç biri dokunmak ve benzeri bir şeyden sonra menî
gelmemesini şart koşmamıştır.
"Ric'at kadını bâin
olarak boşamadıysa sahih olur." Bu söz ric'atın şartını beyandır. Ric'atın beş
şartı vardır ki düşünmekle bilinir. Şürunbulâliyye.
Ben derim ki: Bu
beş şart şunlardır:
1) Hürrede talâk
üç, cariyede iki olmayacaktır.
2) Mal karşılığı
bir talâk olmayacaktır.
3) Ayrılık bildiren
uzun veya şiddetli gibi bir sıfatla mevsuf olmayacaktır.
4) Dağ gibi boşsun
diyerek benzetme yapılmış olmayacaktır.
5) Talâk-ı bâin
ifade eden kinâye olmayacaktır. Gizli değildir ki şart birdir. O da talâkın
ric'i olmasıdır. Bu saydığımız beş şey talâkın ric'i olmasının şartlarıdır.
Bunlardan biri bulunmazsa talâk bâin olur. Nitekim biz bunu talâk bahsinin
başında izah etmiştik. Musannıf: "Ric'at kadını bâin olarak boşamadıysa sahih
olur." sözüyle bunlara hâcet bırakmamıştır. Musannıfın bu sözü Kenz sahibinin:
"Üç defa boşamadıysa" sözünden daha güzeldir. Lâkin Hayreddin-i Remlî şöyle
demektedir: "Mevcud olan milki iddet içinde devam ettirmek istemektir. dedikten
sonra buna hâcet yoktur. Çünkü talâk-ı bâinde her cihetten milk yoktur. Sözümüz
bâinde değil ric'îdedir. Ulemanın çoğu burada gaflete düşmüşlerdir. "Lâkin fazla
izah için ibârede biraz müsamaha göstermekte beis olmadığı meydandadır.
TENBİH: Cariyede
iki talâkın, hürrede üç talâk gibi olmasının şartı cariyeliği iki talâktan sonra
onun ikrarı ile sâbit olmamasıdır. Nehir'de Hâniyye'den naklen şöyle
denilmiştir: "Bulunan insan bir kadın olur da erkek kendisini iki defa
boşadıktan sonra cariye olduğunu ikrar ederse kocası ona ric'at edebilir. Bir
defa boşadıktan sonra ikrar ederse ric'ata hakkı yoktur. Fark şudur: Bu cariye
birinci defa ikrarıyla kocasının sâbit bir hakkını yani ric'atı ibtal
etmektedir. İkinci defada böyle değildir. Çünkü kocası için hiç bir hak sâbit
olmuş değildir."
"Velevki kadın
kabul etmesin." Yani kadın öğrendikten sonra ister razı olsun ister olmasın hiç
bilmemesi hâli de böyledir. İnâye'de: "Gaib olan kadına bildirmek şarttır."
denilmişse de bu yanlıştır. Çünkü kadına bildirmenin şart değil sadece mendûb
olduğu tekarrur etmiştir. Nehir.
"Ric'at etmeye
hakkı vardır." Çünkü bu şeriat tarafından verilmiş bir hüküm olup kadının
rızasıyla kayıdlı değildir. Iskat etmekle de sâkıt olmaz, mirâs gibidir.
"Bu hususta iki
kavil vardır." Yani bazıları: Evet kadın kabul ederse ziyade sayılır
demişlerdir. Bazıları ise arzettiğimiz gibi ziyade sayılmayacağını
söylemişlerdir. İkinci kavlin vechi Cevhere'deki şu ifadedir: "Ric'î talâk milki
yok etmez. Bir insana milkinn mukabilinde karşılık vermek vâcib değildir.
"Talâk ric'î ile
mehr-i müeccel peşine döner." Yani kadını talâk-ı ric'î ile boşarsa zimmetindeki
mehr-i müeccel peşine döner ve muaccel olur. Kadın onu derhal isteyebilir.
Velevki iddet geçmeden olsun. Ama iddet içinde kadına müracaat ederse muaccel
mehir müeccele dönmez. Bahır sahibi mehir bâbında şöyle demiştir: "Yoai te'cil
talâka kadar ise böyledir. Fakat muayyen bir müddete kadarsa boşamakla muaccele
dönmez."
"Sayrafiyye'de
ilah..." Bahır sahibi mehir bâbında şunları söylemiştir: "Fetâvâ-iSayrafiyye'de
talâk-ı ric'i ile mehr-i müeccelin mutlak surette muaccele döneceği veya iddet
bitinceye kadar devam edeceği hususunda iki kavil zikredilmiştir. Kınye sahibi
iddet bitinceye kadar helâl olmadığına kesinlikle hükmetmiş, umumiyetle ulemanın
kavli budur demiştir." Yani âdet mehrin milki gideren talâka yahut ölüme kadar
te'cilidir, demek istemiştir. Talâk-ı ric'î ise milki ancak iddet bittikten
sonra elden çıkarır.
Binaenaleyh ondan
önce mehir peşine dönemez. Bu naklettiğimizle anlarsın ki, Hulâsa'daki ifade iki
kavilden biridir ve şârihin zikri ile yetindiği Sayrafiyye'nin ifadesinde
müracaatla mehrin peşine döndüğüne dair bir şey yoktur. Velevki iddet müracaatla
bâtıl olsun. Çünkü iddet geçmekle peşine döner sözü söylediğimiz gibi ayrılık ve
milkin elden gitmesi sebebiyledir, iddetin bitmesi sebebiyle değildir. Müracaat
etmekle peşine dönmenin şartı olan iddetin bitmesi bulunmaz. Çünkü bu şartın
faydası müracaatla peşine dönmemektir, peşine dönmek değildir.
METİN
Müracaat ettiğini
kadına bildirmek mendûbtur. Tâ ki kadın iddetten sonra başka kocaya varmasın.
Şayet başkasına nikâh olursa zifaftan sonra bile olsa araları ayrılır. Şûmunnî.
Fiilen ric'attan sonra bile olsa iki âdil kimseyi şâhid tutmak mendûbtur.
Kadının izni olmaksızın kocasının onun yanına girmemesi dahi mendûbtur. Bu kadın
hazırlansın diyedir. Velevki ric'at maksadıyla girsin. Çünkü yukarıda geçtiği
vecihle fiilen müracaat mekrûhtur. Erkek: Ben sana iddetin içinde müracaat
etmiştim diyerek iddet geçtikten sonra iddet içinde kadına müracat ettiğini
iddiada bulunur da kadın kendisini tasdik ederse, birbirlerini tasdik etmeleri
sebebiyle sahih olur. Aksi takdirde ric'at iddiası bilittifak sahih olmaz.
İZAH
"Tâ ki kadın başka
kocaya varmasın." ifadesi Hidâye'nin: "Tâ ki kadın günâha girmesin." sözünden
daha güzeldir. Çünkü kadın ric'atı bilmediği halde burada bir günâh yoktur.
"Araları ayrılır."
"Yani erkeğin müracaatı beyyineyle sâbit olursa ikinci kocası ile cima'da
bulunsalar bile araları ayrılır. Fetih'de: "Birinci kocası o kadınla cima' etmiş
bulunsun bulunmasın." denilmişse de bu herhalde kâtibin bir yanlışlığı veya
kalem hatası olacaktır. Çünkü birinci kocasıyla cima'da bulunmayan kadına ric'at
yoktur. Bu âşikârdır.
"İki âdil kimseyi
şâhid tutmak mendûbtur." Bu hem birbirlerini inkârdan korunmak, hem de töhmet
altına düşmemek içindir. Çünkü halk bu adamı karısını boşadı bilirler. O kadınla
beraber kalırsa itham olunur. Mamafih şâhid getirmese de olur. "Adâlet sahibi
iki kişiyi şâhid tutun." âyet-i kerîmesindeki emir nedib içindir. Zeylaî.
"Velevki ric'at
maksadıyla girsin." Zira Bahır'da Hâvi'l-Kudsî'den naklen şöyle denilmiştir:
"Karısına öpmek veya dokunmakla ric'at ederse, efdal olan ikinci defa şâhid
getirerekmüracaat etmesidir." Yani karısına döndüğünü söylediğine şâhid getirir.
Yoksa cima'a, dokunmaya veya şehvetle baktığına şâhid getiremez. Çünkü şâhidler
bunu bilmez. Nitekim Zahîriyye'de buna işaret edilmiştir. Dürr-ü Müntekâ. Bahır
sahibi diyor ki: "Musannıf biri sünnî, biri bid'î olmak üzere ric'atın iki nev'i
olduğuna işaret etmiştir. Sünnî ric'at kadına sözle müracaatta bulunmak ve
ric'at ettiğine şâhid getirmek ve kadını haberdar etmektir. Kadına sözle
müracaat eder de şâhid getirmezse yahut şâhid getirir de müracaatını kadına
bildirmezse sünnete muhâlif hareket etmiştir. Nitekim Tahâvî şerhinde beyan
edilmiştir."
Ben derim ki:
Kadına fiilen ric'at eder de ikinci defa şâhid çağırmazsa hüküm yine böyledir.
Rahmetî: "Burada bid'îden murad mendûbun hilâfıdır. Talâkda ise tahrimen
mekrûhtur." demiştir.
"Kadının izni
olmaksızın" diyeceğine "kadına bildirmeden" dese daha iyi olurdu. Çünkü kadın
izin vermeden yanına girmesi mekrûh değildir. Kenz'in ibâresi: "Kadına
bildirmeden girmemesi" şeklindedir. Bahır sahibi diyor ki: "Yani yanına
girdiğini kadına bildirir. Bu ya ayak sesiyle; ya öksürmekle yahut seslenmekle
olur."
"Velevki ric'at
maksadıyla girsin." Hidâye ve diğer kitablarda buna muhâlif olarak "ric'at etmek
istemezse" diye kayıdlanmıştır. Onun için Bahır sahibi şöyle demiştir: "Musannıf
bunu mutlak bırakmıştır. Binaenaleyh kadına ric'atı kasdettiği ve etmediği
hallere şâmildir. Ric'atı kasdederse bildirmesi mendûbtur. Çünkü kadının fercini
şehvetle görmeyeceğinden emin değildir. Görürse bu şâhid çağırmadan fiilen
ric'at olur ki, evvelce arzettiğimiz gibi iki cihetten mekrûhtur. Ric'atı
kasdetmezse bildirmeden yanına girmesi çok defa kadının iddetini uzatmaya sebeb
olur. Çünkü bakmak istemediği halde kadını görür, bakmakla ric'at etmiş sayılır.
Sonra onu boşar. Bu ise kadına zarardır." İki cihetten mekrûhtur demesi biri
fiilen ric'at, biri de şâhid çağırmadan ric'at olduğundandır. Bunların ikisinde
de bildiğin gibi kerâhet tenzihîdir. Bununla Şürunbulâlî'nin itirazı def edilmiş
olur.
"Birbirlerini
tasdik etmeleri sebebiyle sahih olur." Çünkü karı-kocanın birbirlerini
tasdikleriyle nikâh sâbit olur. Ric'atın sâbit olması evleviyette kâlır. Bahır.
Bu sözün zâhirine bakılırsa yalan bile söyleseler ric'atın sâbit olmasıdır.
Fakat bunun mahkeme hükmüne göre olduğu gizli değildir. Diyâneten ise hakliate
göre hükmolunur.
"Aksi takdirde
ric'at iddiası bilittifak sahih olmaz." Çünkü o anda inşâsına mâlik olmadığı bir
şeyi haber vermiştir, kadın bunu inkâr etmektedir. Binaenaleyh söz yeminsiz
kadınındır. Mâlumdur ki altı şeyde yemin aranmaz. Bahır. Yani ileride gelecek
dâvâ bahsinde musannıf: "Nikâh, ric'at, fey', îlâ', döl alma, kölelik, neseb,
vela', had ve liânda yemin ettirmek yoktur. Fetva yedi şeyde yemin
ettirileceğine dairdir." diyecektir. Yani bunların ilk yedisinde yemin
verdirilmez. Bu İmameyn'e göredir. Son ikisinde ise bilittifak yemin
verdirilmez.
METİN
Kezâ iddet
geçtikten sonra koca: Ben ona iddeti içinde müracaat etmiştim yahut onunla
cima'da bulunmuştum diye beyyine getirirse ric'at olur. Sırf dokunduğuna ve
öptüğüne dair beyyine kabul edileceği evvelce geçmişti. Bellenmelidir. Çünkü
beyyine ile sâbit olan bir şey muayene ile sâbit gibidir. Bu en şaşılacak
meselelerden biridir. ikrarı ikrarıyla sâbit olmaz, beyyineyle sâbit olur.
Nitekim iddet içinde: ben sana dün müracaat etmiştim demiş olsa sahih olur.
Velevki kadın kendisini yalanlasın. Çünkü o anda inşâya mâliktir.
Kadına inşâ
kasdıyla: Ben sana müracaat ettim deyip de hemen arkacığından kadının ona: Benim
iddetim bitti diye cevap vermesi bunun hilâfınadır. İmam-ı A'zam'a göre bu sahih
olmaz. Çünkü iddetin bitmesiyle beraber olmuştur. Kadın susar da sonra cevap
verirse bilittifak sahih olur. Nitekim kadın geçen iddet hakkında yemin etmekten
çekinirse bilittifak yemin verdirilir. Cariyenin kocası iddet geçtikten sonra:
Ben ona müracaat ettim der de cariyenin sahibi kendisini tasdik, cariye ise
tekzib ederse beyyine de bulunmazsa yahut cariye iddetim bitti der de kocasıyla
sahibi inkârda bulunurlarsa İmam-ı A'zam'a göre söz cariyenindir. Çünkü cariye
emindir. Kocasını cariyenin sahibi yalanlar da cariye tasdik ederse söz sahih
kavle göre efendisinindir. Çünkü cariyeye mâlik olduğu anlaşılmıştır. Bunu ibtal
etmek cariyenin elinde değildir.
İZAH
"Evvelce geçmişti
ilah..." Yani haram olan kadınlar bahsinde geçmişti. H. Orada şöyle denilmişti:
"Şehvetle dokunduğunu ve öptüğünü ikrar ettiğine şehadet kabul edilir. Kezâ sırf
dokunduğuna, öptüğüne ve avret yerine şehvetle baktığına şehâdet dahi muhtar
kavle göre kabul edilir. Tecnis. Çünkü şehvet âletin kalkmasıyla ve eserleriyle
bir dereceye kadar bilinen şeylerdendir." Biraz yukarıda arzetmiştik ki, âleti
kalkarak sarılmak, fercine dokunmak ve ağzını öpmek söz şehvet iddia eden
tarafındır. Bu da şehvete şâhidliğin kabulünü te'yid etmektedir.
«Bu en şaşılacak
meselelerden biridir ilh...» Ulema bunu İmam Serahsî'nin Mebsût'undan
nakletmişlerdir. Şunun için şaşılır ki, sana bir adam şimdi bir şey ikrar etti
diyorlar da ikrarı sâbit olmuyor ve o şeyi geçmişte ikrar ettiğine beyyine
getirilirse sâbit oluyor. Buna elbette şaşarsın. Çünkü şimdiki ikrarı muayeneyle
sâbit ve beyyineyle sâbit olan ikrarından daha kuvvetlidir. Beyyinenin yalancı
olmak ihtimali vardır. Onun içindir ki bir kimse birinde alacak malı olduğunu
iddia eder de beyyine getirirse, sonra dâvâlı da ikrarda bulunursa beyyine bâtıl
olur. Çünkü ikrar daha kuvvetlidir. Burada ise bunun aksini kabul etmişlerdir.
Vechi şudur: Bu adamın iddet içinde ikrar etti diye şimdi ikrarda bulunması sırf
bir dâvâdan ibarettir, beyyinesiz sâbit olmaz. Sebeb meydana çıkınca aceb bâtıl
olur. Binaenaleyh bu enşaşılacak şeylerdendir diye ulemaya dolu dizgin itirazda
bulunmak terbiyesizlikten ileri gelir.
«Çünkü o anda
inşâya mâliktir ilh...» Yani inşâya mâlik olan kimse haber vermeye de mâliktir.
Vasî, mevlâ, satışa vekil ve muhayyerlik sahibi böyledir. Bunu
Telhisü'l-Câmi'den Bahır sahibi nakletmiştir.
«İnşâ kasdıyla»
söylerse kabul edilmez. Fakat ihbar kasdıyla söylerse kadının tasdikine müracaat
edilir. T.
«Hemen cevap
vermesi» sözüyle musannıf kadının bunu hiç gecikmeden söylediğine işaret
etmiştir. Nitekim bunun muhterezi az sonra gelmektedir. Bu sözle musannıf ilk
konuşanın koca olduğuna işaret etmiştir. Söze kadın başlar da: Benim iddetim
bitti der, arkacığından koca: Ben sana müracaat ettim derse söz bilittifak
kadının olur. Fetih'de: "Her ikisi beraber söylerse ric'atın sâbit olması
gerekir." denilmiştir. Nehir.
«İmam-ı A'zam'a
göre sahih olmaz ilh...» Şübhesiz bu müddetin bitmeye ihtimalli olmasıyla
mukayyeddir. Müddet buna ihtimalli değilse ric'at sâbit olur. Meğerki kadın
doğurduğunu iddia etsin de bu sübut bulsun. İmameyn'e göre ise sahihtir. Çünkü
zâhiren iddet devam ederken yapılmıştır. İmam-ı A'zam ise erkeğin konuştuğu anda
iddetin devamını kabul elmemektedir. Çünkü kadın iddetini haber vermekde
emindir. Kadının verdiği haberin havale edileceği en yakın zaman kocasının
konuştuğu zamandır. Binaenaleyh ric'at iddet bitmesiyle beraber olur ve sahih
kabul edilemez. Tamamı Fetih'dedir.
«Bilittifak sahih
olur.» Çünkü sustuğu için kadın müttehemdir. Fetih.
«Yemin etmekten
çekinirse» Fetih sahibi şöyle demektedir; "Kadın haber verdiği zaman iddeti
geçmiş olduğuna burada bilittifak yemin verdirilir. Bununla ric'at arasında Ebû
Hanife'ye göre fark vardır. Ric'atta adam karısına iddet içinde müracaat
etmediyse ona göre yemin verdirilmez. Çünkü yemin ilzamının faydası yeminden
çekinmektir. Bu ona göre bezl (harcama) dir. Altı şeyden ric'atı ve diğerlerini
bezl ise câiz değildir. İddet evlenmekten çekinmek, kocasının evinde kendisini
hapsettirmektir. Bunu bezlettirmek câizdir. Sonra kadın burada yeminden caydı mı
ric'at sâbit olur. Çünkü kadının yeminden caymasıyla bizzarure iddet sâbit olur.
Ric'at da ona bina edilir. Nasılki neseb ebe kadının şâhidliği ile sübut bulur.
Bu onun doğuma yaptığı şâhidliğe dayanır." Lâkin Fetih sahibinin Zeylaî ile
Mecma' şerhine uyarak bahsettiği icma'a Bahır sahibi itiraz etmiş: "Zeylaî ile
Mecma' şârihinin mezheblerine göre burada ric'at sahihtir. Binaenaleyh onlara
göre yemin verdirmek tasavvur olunamaz." demiştir.
«Sahibi tasdik,
cariye ise tekzib ederse» diye kayıdlaması şundandır: Çünkü her ikisi tasdik
ederlerse bilittifak ric'at sâbit olur. İkisi de tekzib ederlerse bilittifak
sâbit olmaz. Bunu Nehir'den Tahtâvî nakletmiştir.
«Beyyine de
bulunmazsa» söz cariyenindir. Beyyine getirirse ric'at sâbit olur. Nehir.
«İmam-ı A'zam'a
göre söz cariyenindir.» İmameyn söz cariye sahibinindir demişlerdir. Çünkü o
hâlis kendi hakkı olan bir şeyi ikrar etmiştir. Onun için sözü kabul edilir.
Nitekim cariye aleyhine nikâhı ikrar etse kabul olunur. İmam-ı A'zam'ın delili
şudur: Ric'at hükmünün sahih olup olmaması iddetin bitip bitmediğine bağlıdır.
Bu hususta cariye emindir. Verdiği haber tasdik olunur. Sahibinin bu hususta
sözü yoktur. Nikâh hakkında sözünün kabul edilmesi burada yalnız olduğu içindir.
Ric'at böyle değildir. Nehir.
«Söz sahih kavle
göre efendisinindir.» Yani bu hususta ulemamız müttefiktir. Fetih sahibi: "Söz
bilittifak efendisinindir." demiştir. Şârihin "sahih kavle göre" demesi
Yenâbî'in sözünden ihtiraz içindir. Orada bunun dahi ihtilâflı olduğu
bildirilmiştir.
«Çünkü cariyeye
mâlik olduğu anlaşılmıştır.» Nehir sahibi diyor ki: "Söz bilittifak cariye
sahibinindir. Sahih kavle göre demesi Yenâbî'in sözünden ihtiraz içindir. Orada
bu da ihtilâflıdır denilmiştir. İmam-ı A'zam'a göre bu meseleyle yukarıda geçen
arasında fark şudur: Bu meselede iddet bitmiştir. Efendisinin milkinin zâhir
olması gerekir. Onun için cariyeinin ibtal hususundaki sözü kabul edilmez. Geçen
mesele bunun hilâfınadır. Çünkü sahibinin ric'atı tasdik etmesi iddeti de ikrar
sayılır. Binaenaleyh iddetle birlikte milki zâhir değildir, ki sözü kabul
edilsin." Bahır sahibi: "Hâsılı hükümde her iki mesele arasında fark yoktur.
Hüküm ric'atın sahih olmamasıdır. Velevki izahı muhtelif yapılmış olsun." diyor.
METİN
Kadın iddetim bitti
der de sonra bitmediğini söylerse kocasının ric'ata hakkı vardır. Çünkü kadın
kendi üzerindeki bir hak için yalan söylediğini haber vermiştir. Şümunnî. Sonra
müddet hayızla olursa muteberdir. Çocuk düşürmekle mu'teber değildir. Düşük
çocuğun uzuvları belli olduğunda kocasının ondan yemin istemeye hakkı vardır.
Doğum için olursa ancak beyyineyle kabul edilir. Velevki kadın hürre olsun.
Fetih.
Kadın son hayzından
on günde temizlenirse mutlak surette ric'at hakkı kesilir. Bu cariyeye de
şâmildir. Velevki yıkanmış olmasın. Daha azda temizlenirse yıkanmadan ric'at
hakkı kesilmez. Velevki eşek artığı su ile yıkansın. Mutlak su varken onunla
yıkanması da câizdir. Çünkü temiz olması ihtimali vardır. Ancak pis olması da
muhtemel olduğundan ihtiyatan o temizlikle namaz kılamaz, evlenemez. Yahut bir
namazın bütün vakti geçinceye kadar bekleyip namaz zimmetinde borç olmadıkça
veya su bulunmadığı vakit teyemmüm edip -velevki nafile olsun- tam bir namaz
kılmadıkça esah kavle göre ric'at hakkı kesilmez. Kanı tekrar görürse on günü
geçmediği takdirde kocası ona ric'at edebilir.
İZAH
«Sonra müddet
hayızla olursa mu'teberdir.» Yani kadının "iddetim bltti" sözünün kabuledileceği
meselelerde ancak müddetin buna ihtimali varsa sözü kabul edilir. Bu da iddetini
hayızla beklediğine göredir. İddeti çocuk doğurmakla biterse velevki uzuvları
belli olmuş düşük bir çocuk doğursun müddet şart değildir. Müddetin beyanı bâbın
sonunda gelecektir
«Bu cariyeye de
şâmildir.» Çünkü cariyenin iddeti iki hayızdır." Son kelimesi ikinci hayıza da
şâmildir. Böyle demek Hidâye'nin: "Üçüncü hayıza da şâmildir." sözünden daha
iyidir.
«On günde
temizlenirse» sözü temizlenmenin illetidir. Yani temizlenmek tamam olduğu için
kan kesilsin kesilmesin ric'at hakkı biter demektir. Nehir. Lâkin on günde kan
kesilmez de kadının bu hususta bir âdeti olursa ric'at hakkı âdeti bittiği zaman
sona erer. Nitekim Müntekâ'da Zeylaî ve diğer kitablardan böyle nakledilmiştir.
«İhtiyatan» sözü
hepsine râci'dir. Çünkü eşek artığının temizlemediği şübhelidir. Mutlak su
varken onunla yıkanırsa ihtiyat olan ric'at hakkının kesilmesidir. Çünkü
temizleme ihtimali vardır. Kadının namaz kılamaması, kocaya varamaması onun
temizlenmemesi ihtimalinden dolayıdır.
«Yahut bir namazın
bütün vakti geçinceye kadar ilh...» Murad bir vaktin tamamiyle geçmesidir. Hayız
ondan önceki mühmel vakitte -kuşluk vaktinde- yahut vaktin evvelinde veya
ortasında kesilsin fark etmez. Bu söz bir namaz sığacak kadar vakit geçmesinden
ihtiraz içindir. Bu kadarcık vakit mu'teber değildir. Mu'teber sayılmak için
bütün vakit çıkıp namaz kadının boynuna borç olmalıdır. Onun içindir ki kadın
vaktin sonunda temizlense fakat yıkanıp namaza niyetlenecek kadar zaman kalmasa
ric'at hakkı kesilmez. Birinci namazın bütün vakti çıkacaktır. O çıkmadıkça o
namaz boynuna borç olmaz.
«Kanı tekrar
görürse ilh...» Bahır sahibi diyor ki: "Hayzın azı hakkında iki şeyden birinin
şart kılınması şundandır: Çünkü müddet bitmediği için kanın tekrar gelmesi
ihtimali olduğundan kanın kesilmesi ya hakikaten yıkanmakla yahut temiz
kadınlara mahsus bir hüküm lâzım gelmekle mutlaka kuvvet bulmak icab eder.
Kitabî kadın bundan hariçtir. Çünkü onun hakkında fazla bir emare beklenemez.
Kanın kesilmesiyle yetinilir. Şârihler bunu böyle söylemişlerdir.
Zâhirine bakılırsa
ric'atı kesen kanın dinmesidir. Lâkin bu muhakkak olmayınca onun hakikatini
meydana getiren şey şart kılınmıştır. Bu şunu ifade eder ki, kadın yıkanır da
tekrar kan gelirse on günü de geçmemişse kocası ona ric'at edebilir. Böylece
yıkanmakla ric'at hakkının kesilmediği anlaşılır. On günden azda kan kesilerek
yıkanmadan önce kadın kocaya varır da ondan sonra vakit biterse nikâhın sahih
olduğu anlaşılır.
Fethü'l-Kadir
sahibi bunu böyle incelemiştir. Bu inceleme metinlerin zâhirine muhâlif olsa da
mânâ ona müsaiddir. Kaidelere de aykırı değildir." Yani metinlerin ibârelerinden
anlaşılıyor ki, ric'atı kesen ya yıkanmak yahut vaktin geçmesidir. Bizzat kanın
kesilmesi değildir. Kankesilir de kadın yıkanırsa yahut vakit geçer de sonra
kadına ric'at ederse yahut kadın kocaya varır da kan tekrar galip on günü
geçmezse metinlerin zâhirine göre evlenme sahihtir, fakat ric'at sahih değildir.
Kan kesilir de tekrar gelmezse kadın da yıkanmadan başka kocaya varır ve vakit
geçerse evlenme sahih değildir. Ric'at hakkı bâkidir. Şübhesiz ki bu Fetih
sahibinin bahsettiğinden başkadır. Nehir sâhibinin anladığına muhâliftir. Ama
şöyle denlebilir: Ulemanın on günden azda kan kesilirse sözlerinden murad
hakikaten kesilmesidir. Çünkü tekrar kan gelir de on günü geçmezse, anlaşılır ki
kadının yıkanması sahih olmamıştır, boynuna namaz da borç olmamıştır.
Binaenaleyh ric'at
hakkı bâkidir, kadının evlenmesi doğru değildir. Lâkin kadına ric'at eder de
yahut kadın yıkanmadan evlenir de namaz vakti geçer ve tekrar kan gelmezse
metinlerin muktezasınca ric'at sahih, evlenme sahih değildir. Bu te'vil
götürmez. Binaenaleyh sırf inceleme neticesi buna muhalefette bulunmak makbul
değildir. Ric'atı kesen bizzat kanın dinmesi olursa bunun takviye eden bir
şartla mevcud olması uzak görülemez. Bu da o kadına temiz kadınlar hükmüyle amel
etmesi hususunda şeriatın hükmüdür. Çünkü yıkanırsa şeriat kendisine Kur'an
okumayı, tavâf etmeyi ve emsalini câiz görmüştür. Kezâ şeriat namazın boynuna
borç olduğuna hükmetmiştir.
Kıyâsa bakılırsa
tekrar kan gelebilecek bir müddet bulundukça kadın hayızlı sayılmalıdır. Şeriat
kadına temiz kadınlara aid bir hüküm verince bu ondan hayız kalktığına hüküm
sayılır. Ama kan tekrar gelirse bu hüküm ortadan kalkar. Gelmezse hüküm bâkidir.
O zaman kanın kesilmesi ancak bu şartla iş görür. Yani ric'at bu şartla kesilir.
Başka kocaya varmak bununla sahih olur. Kanın tekrar gelmesiyle devam eden bu
hüküm ortadan kalkarsa ameli bâtıl olur. Hüküm bâkiyse amel de bâkidir. AIIahu
a'lem. Şârih zikri geçen bahsin yalnız bir kısmını zikretmekle bunun için
yetinmiştir.
«Esah kavle göre
ilh...» Bunun sahih olduğunu Fetih sahibi Mebsûttan nakletmiştir. Tebyîn ile
Mecma' şerhinde de sahih olduğu bildirilmiştir. Lâkin Cevhere'de Fetâvâ'dan
nakledildiğine göre sahih olan kavil mücerred başlamakla ric'at hakkının
kesilmesidir. Kadın mushafa dokunur veya Kur'an okur yahut mescide girerse,
Kerhî ric'at kesilir demiş. Râzî kesilmeyeceğini söylemiştir. Fetih'de böyledir.
Şürunbulâliyye. Nehir saihibi diyor ki: "Musannıfın namazla kayıdlaması Râzî'nin
kavlini seçtiğine işaret etmektedir. Bu Şeyhayn'a göredir. İmam Muhammed
mücerred teyemmümle ric'at kesilir demiştir ki, kıyas da budur. Çünkü mutlak
temizliktir. Fetih sahibi bunu tercih etmiş, Bahır ve Nehir sahibleri de bunu
ikrarda bulunmuşlardır.
METİN
Kitabî kadında
mücerred kanın kesilmesiyle ric'at biter. Mültekâ. Çünkü o muhatab değildir. Ben
derim ki: Bunun ifade ettiği mânâ deli ve bunak kadınların da böyle olmasıdır.
Kadın yıkanır da bir uzuvdan daha az bir yerini unutursa rlc'at kesilir. Çünkü
kurumak çabuk olur. Kadın su ulaşmadığını kesin olarak bilir veya kasden
yıkamayı terk ederse ric'at hakkı kesilmez. Bir uzvu yıkamayı unutursa ric'at
hakkı kesilmez. Mazmaza ve istinşaktan her biri uzuvdan az mesabesindedir. Çünkü
sahih kavle göre bunların ikisi bir uzuvdur. Behensî. Bir kimse hamile olan
karısını boşar da onunla cima'da bulunduğunu inkâr ederse, sonra doğurmadan ona
ric'at eder ve kadın talâktan altı aydan daha az bir müddette, nikâhtan altı ay
veya daha fazlada çocuk doğurursa sâbık ric'atı sahih olur. Sahih olduğunun
anlaşılması doğurmaya bağlı olması onun daha önce sahih, olmasına aykırı
değildir. Binaenaleyh Vikâye'nin sözünde müsamaha yoktur. l
İZAH
«Mücerred kanın
kesilmesiyle» yani yıkanmaya, namaz vaktinin geçmesine veya teyemmüme hâcet
kalmaksızın hayız kanının kesilmesiyle ric'at hakkı biter. Çünkü kitabîyye küfür
halindeyken ibâdetin edasıyla mükellef değildir.
«Ben derim ki...»
diyen Nehir sahibidir.
«Bir uzuvdan daha
az bir yerini» meselâ bir veya iki parmağını, pazı ve baldırının bir kısmını
yıkamayı unutursa demektir. Bahır. Unutmaktan murad şübhedir. Zira kuru bir yer
bulur da oraya su isabet edip etmediğini bilemezse demektir. Bunu Rahmetî ve
Tahtâvî söylemişlerdir.
«Ric'at kesilir.»
Bununla kayıdlaması kocasının onunla cima'ı helâl olmadığı içindir. Unutulan
yeri yıkamadıkça yahut yıkanmaya kudreti varken yıkanmadan üzerinden bir namaz
vakti geçmedikçe başka kocaya da varamaz. Bunu İsbîcâbî'den Bahır sahibi
nakletmiştir. Yani fercler meselesinde ihtiyat göstermiş olmak için bunu yapar.
Nehir. Onun için ulema yıkanmada itibara aldıklarını burada itibar
etmemişlerdir.
«Çünkü kurumak
çabuk olur» Zâhirine bakılırsa zikredilen hüküm ıslaklık kurumadan önce şübhe
ettiğine göredir. Islaklık kuruduktan uzun müddet sonra şübhe ederse zâhire göre
şübhe tam bir uzuvda olsun, daha azında olsun itibara alınmaz. Çünkü burada
illet zâhir değildir.
«Bir uzvu» meselâ
elini veya ayağını unutursa ric'at hakkı kesilmez. Bahır.
«Bunların ikisi bir
uzuvdur.» Yani ikisi bir uzuv mesabesindedir. Ayrı ayrı ele alınırlarsa bir
uzuvdan daha az hükmündedirler. Bu kavil İmam Muhammed'indir. İmam Ebû Yusuf'tan
da bir rivâyettir. Diğer rivâyette bunları ayrıca terketmek bir uzvu terk etmek
gibidir. Mültekâ sahibi birinci kavlin sahih kabul edildiğine işaret etmiştir.
Çünkü onu evvel zikretmiştir.
«Bir kimse hamile
olan karısını» yani kadın talâktan sonra altı ay geçmeden doğurmaksuretiyle
boşandığı zaman hamile olduğu anlaşılırsa demektir.
«Sonra doğurmadan
ona ric'at ederse» sözünü musannıf Sadru'ş-Şeria'ya uyarak ziyade etmiştir.
Nitekim gelecektir. Çünkü doğurduktan sonra ric'ata hakkı yoktur.
«Kadın talâktan
altı aydan daha az bir müddette, nikâhtan altı ay veya daha fazlada çocuk
doğurursa..» Ekseri nüshalarda böyle denilmiştir. Bazılarında ise "Kadın talâk
vaktinden sonra altı aydan azda, nikâh vaktinden itibaren altı ay veya daha
fazlada doğurursa" denilmiştir ki, doğrusu da budur. Çünkü çocuğun talâktan önce
ana rahmine düştüğü bununla bilinir.
«Sâbık ric'atı
sahih olur.» Velevki kocasının cima'ını inkâr etmesi sahih olmamasını
gerektirsin. Çünkü kocasının sözüne göre kadına müracaatı cima'dan öncedir.
Halbuki cima' edilmeyen kadına ric'at edilmez. Lâkin çocuğun nesebi kendisinden
sâbit olunca koca şer'an yalanlanmış olur. Onun için de ric'atı sahihtir.
«Sahih olduğunun
anlaşılması ilh...» Bilmelisinki Vikâye'de şöyle denilmiştir: "Bir adam hamileyi
veya çocuklu kadını boşar da cima' etmedim derse ona dönebilir." Kenz, Hidâye ve
diğer kitablarda da böyle denilmiştir. Sadru'ş-Şeria kendilerine itirazda
bulunarak şöyle demiştir: "Hamile meselesinde işkâl vardır. Çünkü kadının talâk
vaktinde hamile olduğunu bilmek ancak o vakitten itibaren altı ay geçmeden
doğurmakla bilinir. Doğurursa iddet biter. Şu halde ric'ata nasıl hakkı olur?
Doğurmadan ric'ata hakkı vardır mânâsı da kasdedilemez. Çünkü kocası cima'ı
inkâr edince şer'an tekzib olunmamış, ancak altı ay geçmeden doğurursa tekzib
olunmuştur. Şu halde sözün doğrusu: Bir kimse cima'da bulunduğunu inkâr ederek
hamile olan karısını boşar da sonra ona müracaat ederse kadın altı ay geçmeden
doğurduğu takdirde ric'at sahih olur demektir." Bu satırlar kısaltılarak
alınmıştır.
Musannıf metinde
Sadru'ş-Şeria'ya tâbi olmuş, şârih ise Vikâye nâmına cevap vermeye işaret
ederek: "Sonra doğurmadan ona ric'at ederse" demiştir ki, bunun mânâsı
doğurmadan ric'at ederse ric'atı talâktan itibaren altı ay geçmeden doğurmasına
bağlı olarak sahihtir, demektir. Ric'atının sahih olmasının anlaşılması
doğurmasına bağlanmak onun sahih olmasına aykırı değildir. Lâkin ihtimalden uzak
olması da gözden kaçmamaktadır. Ama Bahır sahibi ulemanın tarafını tutarak
Sadru'ş-Şeria'nın sözünü şöyle reddetmiştir: "Hamilelik doğurmadan sâbit olur.
Onunla neseb de sâbit olur. Çünkü ulemamn hıyar-ı ayb (kusur muhayyerliği)
bâbında açıkladıklarına göre satılan cariyenin hamileliği doğurmadan meydana
çıkmakla anlaşılır. Nesebin sübutu bâbında da: Bu açık hamilelikle sâbit olur,
denilmiştir." Yani doğurmadan hamilelik sâbit olunca doğurmadan ric'at sahihdir
diye de hüküm verilebilir demek istemiştir. Ama Yâkub Paşa dahi hâşiyelerinde
bunu iki vecihten reddetmiştir. Biri Bahır'dan naklettiğimizdir. İkincisi
aşağıdaki meselede görülecektir ki, karısına ric'at eder de sonra kadın iki sene
geçmeden doğurursa çocuğun nesebi sâbit olur. Yâkub Paşa: "Böylece anlaşılır ki
gebelik altı aydan fazlada doğurmakla bilinir." demiştir. Nehir sahibi de onu
tasdik etmiştir.
Ben derim ki:
Birinci vecih nâmına Allâme Makdisî cevap vermiş ve şöyle demiştir:
"Sadru'ş-Şeria'nın sözü bir tahkîktır ve kabule şâyândır. Onu reddederek:
Gebelik doğurmadan sâbit olur, neseb de bununla sabit olur diyenin sözü
reddedilir." Hıyar-ı ayb bâbında istidlal ettiği söze gelince: Bu söz İnam
Muhammed'den nakledilen zayıf bir rivâyettir. Ona göre kadının kusur var diye
şâhidlik etmesiyle reddedilir. Ebû Yusuf'tan bu hususta iki rivâyet vardır.
Bunların zâhir olanına göre kadının kavli ancak husumet ve dâvâ için kabul
edilir, red için kabul edilmez.
Nesebin sübutu
bâbında ulemanın açık gebelik hakkında: "Neseb ancak nikâhla, doğum ise kadının
sözüyle sâbit olur." sözlerine gelince: Oradaki hilâf mâlumdur. Ebû Hanife şöyle
demektedir: "Koca didet bekleyen karısının doğurduğunu inkâr ederse, doğum ancak
iki erkeğin veya bir erkekle iki kadının şâhidlikleriyle sâbit olur. Meğerki
gebelik açık olsun. O zaman bir kadının yani ebenin şehâdetiyle sâbit olur. Bu
sözle hamileliğin sübutuna dair bir şey yoktur. Sadece hamileliğin anlaşılması
kadının şehâdetini te'yid eder. Sübutu ise doğurmaya bağlıdır. Nitekim Mebsût'ta
kocası: Gebe kalırsan boşsun dediği yerde şu ifade vardır: Kadınla bir defa
cima'da bulunduysa efdal olan ona yaklaşmamaktır." Sonra şöyle demiştir: "Bu
sözü söyledikten sonra kadın iki seneden fazlada. bir çocuk doğurursa talâk vâki
olur ve çocuğun doğmasıyla iddet biter." Demek ki onu ancak vech-i mahsus üzere
doğumla isbat etmiştir. Gebeliğin zâhir olması sâbit olması demek değildir.
Sübuta bağlı olan bir şey zuhura terettüb etmez."
Ben derim ki: Bu
söz götürür. Çünkü Zeylaî'nin orada anlattığı şudur: "Ortada açık gebelik yahut
mevcud nikâh veya koca tarafından gebeliğin zuhurunu itiraf varsa, doğum ebe
kadının doğurdun demesiyle sâbit olur. Hatta kadının talâkını doğurmasına tâlik
ederse Ebû Hanife'ye göre ebe kadının doğurdun demesiyle talâk vâki olur. Ona
göre ebe kadının şâhidliği çocuğun tâyini için şarttır. İmameyn'e göre ise
çocuğun doğması ancak ebe kadının şehâdetiyle sâbit olur. Bu suretle anlaşılır
ki doğum İmam-ı A'zam'a göre gebeliğin zuhuru ile sâbit olur.
Allâme Kâsım orada
demişti ki: Gebeliğin zuhurundan murad emarelerinin görülmesidir. Öyle ki her
gören galebe-i zanla bu kadının hamile olduğunu anlar. Evet, bizim meselemizde
olduğu gibi başka bir şey muaraza etmezse zuhuru itibara alınır. Çünkü kocasının
cima etmedim diye ikrarı yalanı meydana çıkmadıkça ric'atının sahih olduğuna
aykırıdır. Altı aydan azda doğurursa yalanı meydana çıkar.
Bunun bir benzeri
de şudur: İddetini bekleyen kadın iddetinin bittiğini haber verir de sonra gebe
olduğunu iddia ederse ulema gebeliğin zuhuruna bakmamış, yalnız doğurmasına
bakmışlardır. Bu kadın haber verdiğinden itibaren altı aydan daha azda
doğururursa nesebi sâbit olur. Çünkü yalan söylediği kesindir. Altı aydan
fazlada doğurursa neseb sâbit olmaz: Zira sözünde çelişki vardır demişlerdir.
Demek oluyor ki çelişki olduğu yerde gebeliğin zuhuruna bakmamışlardır. Onlar
ancak ilk haberin kesinlikle yalan olduğunu meydana çıkaran şeye bakmışlardır
ki, bu da Sadru'ş-Şeria'nın söylediğini te'yid eder.
İkinci vecih nâmına
verilen cevab da şudur: Aşağıdaki meselede talâk kocası o kadınla halvette
bulunduğunu ikrar ettikten sonra farzedilmiştir. Halvetten sonra yapılan talâk
iddeti icab eder. Talâk-ı ric'î iddetini bekleyen bir kadın iddetinin bittiğini
ikrar etmez de bir çocuk doğurursa onun nesebi sâbit olur. Lâkin çocuğu iki
seneden fazlada doğurursa yaptığı doğum ric'at sayılır. Aksi takdirde sayılmaz.
Zira boşamadan ana rahmine düşmüş olması câizdir. Nitekim iddet bahsinde
gelecektir.
Çocuğun nesebi
sâbit olunca kadına da meselâ sözle ric'at etmişse iki seneden azda doğurmak
suretiyle bu ric'atın sahih olduğu anlaşılır. Bizim meselemizde ise erkek
halveti ikrar etmiş değildir ki kadına lâzım gelsin. Bu kadını boşarsa cima'dan
önce boşadığı zâhir olur. Binaenaleyh kadına iddet yoktur. Talâk vaktinden
itibaren altı aydan azda doğurursa talâkın cima'dan sonra olduğu anlaşılır ve
kadın iddet beklemektedir. Ona doğurmadan ric'at etmişse ric'atın sahih olduğu
anlaşılır. Çünkü kadın iddet içindedir. Talâk vaktinden itibaren altı ay sonra
doğurması bunun hilâfınadır. Çünkü ric'atın iddet içinde olduğu bilinmez.
Çocuğun nesebi de sâbit olmaz. Zira ulemanın açıkladıklarına göre kaide şudur:
Kendisine iddet vâcib olmayan her kadının çocuğunun nesebi kocasından sâbit
olmaz. Meğerki yüzde yüz ondan olduğu bilinsin. Meselâ altı aydan azda doğursun.
Bununla anlaşılır ki ric'atın doğuma ve nesebin sübutuna bağlı olması hususunda
iki meselenin arasında fark yoktur.
Bizim meselemizde
neseb ancak talâk vaktinden itibaren altı aydan azda doğurmakla sâbit olur. Zira
kadının talâktan önce gebe kaldığı ve iddet vâcib olmayan her kadının çocuğunun
nesebi kocasından sâbit olduğu kendisiyle halvet yapılıp da üzerine iddet vâcib
olan kadın hakkında farz edilmiştir. Binaenaleyh o altı aydan fazlada da doğursa
ona ric'at sahihdir. Bir çok kimselerin ayakları kaydığı bu makamın izahını
ganimet bil! Selâm sana!
METİN
Nasılki boşanmadan
önce doğuran kadını cima'ını inkâr ederek boşasa ric'at sahih olur. Çünkü şeriat
çocuğu nikâha nisbet etmekle adamı yalanlamıştır. Binaenaleyh ikrarına
başkasının hakkı teallûk etmedigi yerde sözü bâtıl olur. Kadın talaktan sonra
doğurursa ric'at yoktur. Çünkü müddet geçmiştir. O kadınla halvette kalır da
sonra cima'ı inkâr eder vesonra kadını boşarsa ric'ata hakkı kalmaz. Çünkü
şeriat kendisini yalanlamamıştır. Cima'ı ikrar eder de onu karısı inkârda
bulunursa ric'ata hakkı vardır. Kadınla halvet yapmamışsa ric'ata hakkı yoktur.
Çünkü zâhir kadına şâhiddir. Valvalciyye. Kadını boşar da sonra kendisine ric'at
ederse mesele de aynı halde olursa kadın talâktan itibaren iki seneden azda
çocuk doğurduğu takdirde sâbık ric'atı sahih olur. Çünkü yukarda geçtiği vecihle
kendisi yalanlanmış olur.
İZAH
«Boşanmadan önce
doğuran kadını» yani nikâhtan itibaren altı ayda veya daha fazlada doğuran
karısını boşarsa ric'atı sahih olur.
«İkrarına
başkasının hakkı teallûk etmediği yerde ilh...» Bahır sahibi diyor ki: "Burada
Kâfi sahibinin itirazı vârid değildir. O şöyle itiraz etmiştir: Bir kimse bir
köleyi başkasınındır diye ikrar eder de sonra onu satın alırsa, sonra hak sahibi
çıkarsa bu haber ulaştığında o kimsenin köleyi ikrar edilen şahsa teslimi
emredilir. Velevki şer'an yalanlanmış olsun. Çünkü ikrarına başkasının hakkı
teallûk etmiştir. Ric'at meselesi bunun hilâfınadır." H.
«Çünkü şeriat
kendisini yalanlamamıştır.» Zira bu adam ric'ata yalnız cima' iddetinde
mâliktir. Halvet iddetinde ric'ata hakkı yoktur. Kendisi cima'ı inkâr etmişti.
Binaenaleyh kendisi hakkında sözü tasdik edilir. Ric'at da kendi hakkıdır. Bu
bâbta şeriat onu yalanlamamıştır. Yukarda geçenle aşağıda gelen bunun
hilâfınadır. Zira neseb sâbit olmakla adam şer'an yalanlanmış olur.
Burada "Halvetle
mehir kuvvet bulur ve iddet vâcib olur." şeklinde bir itiraz vârid olamaz. Çünkü
mehrin kuvvet bulması mübdelin teslimine bağlıdır. İddet ise cima' ihtimali
olduğundan ihtiyatan vâcib olur. Bundan cima'ın isbatı lâzım gelmez. Binaenaleyh
inkâriyle şer'an yalanlanmış olmaz. Bahır'dan anlaşılan budur.
«Ric'ata hakkı
vardır» Çünkü zâhir adama şâhiddir. Halvet cima'a delildir. Bahır.
«Mesele de aynı
halde olursa» yani kadınla halvette kalmış, fakat cima'da bulunduğunu inkâr
etmişse sâbık ric'atı sahih olur. Yani yaptığı ric'atın sahih olduğu anlaşılır.
«Kendisi
yalanlanmış olur.» Yani ben bu kadınla cima'da bulunmadım iddiasında yalancı
olduğu meydana çıkar. Zira neseb sâbit olmakla talâktan sonra değil önce cima'
ettiği anlaşılır. Velevki inkâr etsin. Çünkü kendisini yalancı çıkarmak zinâya
yormaktan daha evlâdır. Nehir. Biz bu meselenin tahkîkını evvelce yapmıştık.
METİN
Erkek karısına
doğurursan sen boşsun der de kadın doğurursa ve boş düşerek iddeti içine
girerse, sonra iki batında başka bir çocuk doğurduğu takdirde -yani altı ay
geçtikten sonra demek istiyor ki, iddetinin geçtiğini ikrar etmedikçe on seneden
fazlada da doğurursa- ikincidoğan çocuk ric'at sayılır. Çünkü temizlik
müddetinin uzaması için ye'sten başka bir sınır yoktur. Bu çocuğun ana rahminde
kalması iddette yapılan yeni bir cima'la sayılır. İkisinin bir batında doğmaları
bunun hilâfınadır. Sen her doğurdukça boşsun der de kadın üç batın çocuk
doğurursa üç talâk vâki olur, ikinci çocuk birinci talâktan ric'at sayılır.
Nitekim geçti ve onunla kadın ikinci defa boş olur. Nasılki üçüncü çocuk da
öyledir. Yani o da ikinci talâk hakkında ric'attır ve onunla kadın üç defa boş
olur. Bu "Her doğurdukça" sözüyle amel edilerek böyle olur. Kadın üçüncü talâk
için hayızla iddet bekler. Çünkü hayızdan kesilme yaşına varmadıkça kendisi
hayızla iddet bekleyenlerdendir. O yaşa varırsa aylarla bekler. Çocukların üçü
de bir batından doğarlarsa ilk ikisiyle iki talâk vâki olur, üçüncüyle talâk
vâki olmaz. Çünkü onunla iddet biter. Fetih.
İZAH
«Yani altı ay
geçtikten sonra» sözü iki batında doğurmanın tefsiridir. Zira iki doğum arasında
bundan daha az bir müddet geçerse, birinci çocuk doğmadan önce ikincinin mevcud
olduğu teayyün eder ve iki çocuk bir batında beraber bulunmuş olurlar. O zaman
ikincinin doğması ric'at olamaz. Çünkü bu çocuk kesin olarak talâktan önce ana
rahmine düşmüştür.
«İkinci çocuk
ric'at sayılır.» Yani ikinci çocuğun meydana geldiği cima" ric'at sayılır.
Ric'atın doğuma isnad edilmesi cima ancak onunla bilindiği içindir.
«Yeni bir cima'la»
yani boşandıktan sonra iddet içinde yaptığı bir cima'dan kalmış olur ki,
karı-kocanın hallerini iyiye yormak için bu adam onunla ric'at etmiş sayılır.
Zira kadın iddetinin bittiğini ikrar etmemiştir. Nitekim kadını talâk-ı ric'î
ile boşar da iki seneden fazla geçtikten sonra doğurursa çocuk kesinlikle yeni
bir cima'dan kalmış demek olur. İki seneden azda doğurursa bunun hilâfınadır.
Zira ric'at sayılmaz. Talâktan önce kalmış olması ihtimali vardır. Burada bu
ihtimal sâkıttır. Çünkü çocuklar iki batından olunca ikincisi mutlaka talâktan
sonra yapılan yeni bir cima'dan kalmış olur. Nitekim bunu Fetih sahibi
söylemiştir. Bununla Miskîn şerhindeki muhalefet dâvâsı defedilmiş olur.
«Üç batın çocuk
doğurursa» yani her iki doğum arasında altı ay yahut daha fazla müddet bulunarak
doğurursa demek istiyor.
«Nitekim geçti.»
Yani ikinci çocuğun iddet içinde yapılan yeni bir cima'dan kalmış olduğu
yukarıda geçmişti. "Burada nifas halinde cima' etmiştir hükmü vardır. Bu ise
haramdır." diye bir itiraz vârid olamaz. Çünkü nifasın azı için gün sayısı
yoktur. Kadının hiç kan görmemesi ihtimali de vardır. Nehir.
«Her doğurdukça
sözüyle amel edilerek» ifadesi her iki yerde kadının boş olmasının illetidir.
Yani her kelimesi tekrar iktiza eder. Zira umum fiilleri ifade eder.
«Çocukların üçü de
bir batından doğarlarsa» meselâ her iki çocuğun arasında altı aydandaha az
müddet bulunursa ilk ikisiyle iki talâk vâki olur.
«Çünkü onunla iddet
biter.» Ve şart vakti olan doğum iddetin bittiği vakte rastlar. Binaenaleyh
onunla bir şey vâki olmaz. Dürr-ü Müntekâ sahibi şöyle demiştir: "Meğerki bir
dördüncüyü doğursun. Yani o zaman üçüncü çocukla bir talâk meydana gelir.
Üçüncüyü doğurmazsa ikinciyle boş olmaz demek istemiştir. İlk iki çocuk bir
batından, üçüncüsü ayrı bir batından doğarlarsa ilk çocukla bir talâk vâki olur,
ikinci çocukla iddet biter, üçüncü çocukla hiç bir şey vâki olmaz. İlk çocuk bir
batında, ikinciyle üçüncü de bir batında olurlarsa birinci ve ikinci çocuklarla
iki talâk vâki olur, üçüncü çocukla iddet biter ve bir şey vâki olmaz. Bunu
Fetih'den naklen Bahır sahibi söylemiştir.
METİN
Talâk-ı ric'î ile
boşanan bir kadın ric'at ümidi varsa evde olan kocası için zînetlenir, ric'at
ümidi yoksa zînetlenmez. Bunu Miskîn söylemiştir. Kocası evde yoksa zînetlenmez.
Çünkü illet yoktur. Talâk-ı bâinde ve ölüm iddetinde zînetlenmek haramdır.
Kocası ric'at ettiğine şâhid getirmedikçe kadını evinden çıkaramaz. Velevki
sefer müddetinden az bir yere götürmek için olsun. Çünkü nehy mutlaktır. Ric'at
ettiğine şâhid getirirse iddet bâtıl olur. Ama bu ric'at etmediğini açık
söylediğine göredir. Açık söylemezse sefer delâleten ric'at sayılır. Bunu
inceleme suretiyle Fetih sahibi söylemiş, musannıf da ikrar etmiştir. Talâk-ı
ric'î cima'ı haram kılmaz. İmam Şâfiî Radıyallahü Anh buna muhâliftir. Cima'da
bulunursa ukr lâzım gelmez. Çünkü bu cima' mubahdır. Lâkin karısına dönmeye
niyeti yoksa onunla başbaşa kalmak tenzihen mekrûhtur. Aksi takdirde mekrûh
değildir. Karısına dönmeye niyeti varsa kadın için kasm hakkı sâbit olur. Aksi
takdirde bu kadına kasm yoktur. Bunu Bahır sahibi Bedâyı'dan nakletmiş ve:
"Ulema zîneti terkettiğinden dolayı bir adamın karısını dövebileceğini
açıklamışlardır." demiştir. Bu hal ric'î talâkla boşanan kadına da şâmildir.
İZAH
«Talâk-ı ric'î ile
boşanan kadın zinetlenir.» Çünkü kocasına helâldır, nikâhı mevcuddur, ric'at
müstehabdır. Zînetlenmek ric'ata teşvik sayılır. Binaenaleyh meşru'dur.
«Çünkü illet
yoktur.» İllet ric'ata teşviktir. T.
«Talâk-ı bâinde ve
ölüm iddetinde zînetlenmek haramdır.» Bâinde haram olması ric'at meşru olmadığı
ve o kadına bakmak haram olduğu içindir. Vefat iddetinde ise yas tutmak
vâcibdir. Bunu Bahır sahibi söylemiştir.
«Çünkü nehy
mutlaktır.» Nehyden murad Teâlâ Hazretlerinin: "Onları evlerinden çıkarmayın."
âyet-i kerîmesidir. Bu âyet-i kerîme talâk-ı ric'î ile boşanan kadın hakkında
inmiştir. Evden çıkarma yasağı mutlaktır, sefer müddetinden daha az bir mesafeye
dahi şâmildir.
«Ric'at ettiğine
şâhid getirmedikçe» cümlesinin yerine: "Ric'at etmedikçe kadını evden
çıkaramaz." dese daha iyi olurdu. Çünkü şâhid getirmek sadece mendûbtur. T. Yani
şâhid getirmeyi evden çıkmanın haram olmasıyla sınırlamak doğru değildir. Çünkü
haram olmak ric'atla mutlak surette sona erer. En güzeli mutlak surette sefere
çıkarmak haramdır demektir. Çünkü bu hususta nass mutlaktır.
«Ama bu ilh...»
ifadesindeki işaret şâhid getirmedikçe cümlesinden anlaşılan çıkarmanın ric'at
olmamasınadır. Bahır'da şöyle denilmiştir: "Murad kadına ric'at etmediğini
açıklamış olmasıdır. Şayet susarsa yolculuk delâleten ric'at sayılır. Nitekim
Fetih'de Câmi-i Sağîr şerhinde Bedâyı' ve Gâyetü'l-Beyân'da buna işaret
edilmiştir. Bu kitablarda seferin delâleten ric'at sayıldığı bildirilmiştir.
Böylece Zeylaî'nin: "Sefer delâleten ric'at değildir." sözü def edilmiş olur."
«Bunu inceleme
suretiyle Fetih sahibi söylemiştir.» Burada şöyle denilebilir: "Fetih sahibinin
sözünde bunun kendi incelemesi olduğunu gösteren bir şey yoktur. Buna yukarıda
zikredilen kitablarda işaret edilmiştir. Fetih'in ibâresi şudur: «Kadını sefere
götürmek bu nassla haram olduğu için ric'at sayılmamıştır. Hatta ric'ata delâlet
dahi olamaz diyenler vardır. Çünkü sözümüz kadına ric'at etmediğini açıkca
söyleyen hakkındadır. Buna da şöyle itiraz edilmiştir: Şehvetle öpmek ve benzeri
şeyler bizzat ric'at sayılır. Velevki ric'at etmiyorum diye seslensin. Bu
itirazın cevabı haramla helâl arasında fark vardır sözüdür." Yani öpmek
helâldır. Binaenaleyh ric'at sayılır. Sefere götürmek haramdır, o ric'at olamaz.
Ric'at etmediğini söyleyip dururken ric'ata delil de sayılamaz. Fetih sahibinin:
"Çünkü sözümüz ilh..." demesi gösteriyor ki, bu söz kendisinin bir incelemesi
değil ulemadan nakledilmiştir.
«Şâfiî buna
muhâliftir.» Hilâfın esası şudur: Bize göre ric'at mevcud milkin devamını
istemektir. Ona göre ise elden giden helâllığın yenilenmesidir. Binaenaleyh bize
göre nikâh milki mevcud olduğu için cima' her vecihle helâldır. Nikâh milki
ancak iddetin bitmesiyle elden gider.
«Çünkü bu cima'
mubahdır.» ifadesinde müsamaha vardır. Çünkü bu cima' sünnete muhâlif olduğu
için bize göre mekrûhtur. Nitekim izahı yukarıda geçti. Mubah Allah'ın hitabının
bir şeyin fiil ve terkine müsavî olarak muhayyer bırakmak suretiyle teallûk
etmesidir. Mekrûh velevki tenzihen olsun terki tercih edilen şeydir. Binaenaleyh
mubah olamaz. Onun için "çünkü mubahdır" diyeceğine "çünkü câizdir" dese daha
iyi olurdu. Zira şer'an haram olmayan şeye câiz denilir. Velevki o şey vâcib
veya mekrûh olsun. Nitekim Tahrîr'de belirtilmiştir.
«Karısına dönmeye
niyeti yoksa onunla başbaşa kalmak mekrûhtur.» Çünkü halvet çok defaşehvetle
dokunmaya vardırır. Böylece o adam istemediği halde ric'at etmiş olur. Sonra
kadını tekrar boşar ve kadının iddeti uzar. Bunu Bahır'dan naklen Tahtâvî
söylemiştir.
«Kasm hakkı sâbit
olur iIh...» Bundan sonraki bâbta görüleceği vecihle ric'î talâkla boşanan bir
kadının kazaen ve diyâneten cima' hakkı yoktur. Onun için bu ka'dına cima'dan
başka bir şeyle ric'at etmek müstehabtır. O zaman kasm sohbette bulunmak
içindir.
«Aksi takdirde
ilh...» Yani ric'at etmeye niyeti yoksa bu kadın için kasm hakkı yoktur. Zira
ric'ata niyeti yokken sâbit olursa çok defa iş halvetle neticelenir ve az
yukarıda söylediklerimiz lâzım gelir.
METİN
Bir adam üçten
aşağı talâk-ı bâinle boşadığı karısını iddeti içinde ve iddetten sonra bilicma'
nikâh edebilir. İddet içinde kocasından başkası men edilir. Çünkü neseb şübheye
düşer. Sahih ve geçerli bir nikâhtan boşanan kadın -ki tahkîkını yapacağız-
hürre ise üç talâkla, cariye ise iki talâkla boşanırsa velevki cima' etmeden
boşansın başkası tarafından geçerli nikâhla cima' edilmedikçe nikâh olunamaz.
Velevki o başkası cima' edebilen mürahîk olsun. Şeyhülislâm bunu on yaşla takdir
etmiştir. Yahut enenmiş veya deli yahut zimmîye için zimmî olsun. Müşkilât'ta
beyan edilen bâtıldır. Yahut evvelce geçtiği vecihle müevveldir.
İZAH
«Üçten aşağı
talâk-ı bâinle boşadığı karısını nikâh edebilir ilh...» Musannıf talâk-ı ric'î
ile gevşemiş bulunan nikâh bağının nasıl ekleneceğini beyandan sonra burada da
talâk-ı bâinle kopan bağın nasıl ekleneceğini anlatıyor. Fetih. Onun için
Hidâye'de buna ayrıca bir fasıl yapılmıştır.
«Bilicma' nikâh
edebilir.» sözü iddet içinde sözüne râci'dir. Bu bir sualin cevabıdır. Sual
şudur: Teâlâ Hazretleri: "İddet bitinceye kadar nikâh akdine girişmeyin."
buyurmuştur. O halde bir adam boşadığı karısıyla iddeti içinde nasıl
evlenebilir? Bu nass umumiyle onu men etmektedir. Cevap şudur: Kocasının iddet
içinde nikâhı bu âyetten bilicma' tahsis edilmiştir.
«Çünkü neseb
şübheye düşer.» Yani kadın gebe kalır, fakat birinci kocasından mı yoksa
ikinciden mi gebe kaldığı bilinemez. Böylece neseb karışır. Esasen iddetin
meşru' olmasının hikmeti budur. Burada zikredilmesinden murad kocanın bilicma'
tahsisine mâni olmadığını beyandır. Yoksa illetini beyan değildir. Zira illetini
beyan olsa küçük kızla, hayızdan kesilen kadınla cima'dan önceki vefat iddetiyle
sâbiden iddet bekleyen kadınla, ikinci ve üçüncü hayızlarla buna itiraz vârid
olurdu. Çünkü bunlarda nesebin karışması yoktur. Ama müddet içinde evlenmek
başka bir illetten dolayı câiz değildir. O da mahallin ehemmiyetini göstermek
veya teabbüdî (kulluk icabı yapılan) bir hükümdür. İzahın tamamı Fetih'dedir.
«Boşanan bir kadın
nikâh olunamaz.» cümiesindeki "nikâh oluna-maz" sözünü atıfmuktezası olarak
şârih takdir etmiştir. Lâkin evlâ olan "Milk-i yeminle cima da edemez."
cümlesini de ziyade etmektir. Çünkü o' kadını nikâh akdiyle alması helâl
olmadığı gibi milk-1 yeminle cıma etmesl de helâl değildir. Nitekim gelecektir.
Âyet-i kerînlede olduğu gibi: "Boşa-nan bır kadın helâl olmaz." deseydi ikisine
de şâmil olurdu.
«Sahih ve geçerli
bir nikâhtan» ifadesindeki sahih sözüyle fâsid nikâhtan ihtiraz etmiştir. Meselâ
şâhidsiz kıyılan nikâh böyledir. Böyle bir nikâhın cima'dan önce hükmü yoktur.
Cima'dan sonra ise mehr-i misil vâcib olur. Bu nikahın talâkı talâk sayısını
azaltmaz. Çünkü bir mütarekeden (birbirlerini bırakmaktan) ibarettir. Kadını üç
defa boşasa bir şey vâki olmaz. O kadınla hulleye hâcet kalmaksızın evlenebilir.
Nitekim sarîh bâbının sonunda geçmişti. Geçerli sözüyle de mevkûf nikâhtan
ihtiraz etmiştir. Fetâvâ-i Hındiyye'nin kölelerin nikâhı bâbında Muhît'ten
naklen şöyle denilmiştir: "Köle veya mükâteb yahut müdebber veya ümmüveledin
oğlu sahibinin izni olmaksızın evlenir de sonra sahibi cevaz vermeden üç defa
boşarsa bu talâk iki tarafın nikâhı terketmesinden ibarettir. Hakikatte talâk
değildir. Hatta talâkın sayısından bir şey azaltmaz. Köle sahibi bundan sonra
nikâhı câiz kabul ederse onun cevaz vermesi bir işe yaramaz. Bundan sonra
evlenmesine izin verirse kölenin o kadınla evlenmesi mekrûh olur. Ama ben
bunların arasında fark göremedim."
«Tahkîkını
yapacağız.» Tahkîkını iddet bâbında yapacak ve: "Fâsid nikâhtaki halvet iddeti
icab etmez. Oradaki talâk talâkın sayısını azaltmaz. Çünkü feshtir." diyecektir.
Musannıf orada mevkûftan bahsetmiştir. Çünkü o fâsidin kısımlarındandır.
Buradaki: "Tahkîkını yapacağız." sözünden az ileride gelecek olan; "Fâsid ve
mevkûf hariçtir ilh..." ifadesini kasdetmiş de olabilir. Zira o söz muhallil
hakkında olsa da boşayan hakkında da mu'teber olmadığını göstermektedir. Şârih
bu sözle daha sonra gelecek olan: "Sonra bütün bunlar ilk nikâhın sahih
olmasının fer'îdir ilh..." ifadesini kasdetmiş değildir. Çünkü o sözden muradı
nikâhın bütün mezheblere göre sahih olmasıdır. Nitekim göreceksin. O bizim
bahsettiğimiz mesele değildir.
«Müşkilât'ta beyan
edilen» şudur: "Bir kimse karısını cima' etmeden üç defa boşarsa onunla hulle
yapmadan evlenebilir. Teâlâ Hazretlerinin: Onu boşarsa artık kadın başka bir
kocaya varmadıkça ona helâl olmaz, âyet-i kerîmesi cima' edilen kadın
hakkındadır."
«Bâtıldır.» Yani
Müşkilât'ın ibâresini zâhirî mânâsında bırakmak bâtıldır. Onun içindir ki Fetih
sahibi şöyle demiştir: "Bu büyük bir hata olup nass ve icma'a karşı gelmektedir.
Bunu gören bir müslümanın itibara almak şöyle dursun onu nakletmesi bile helâl
olamaz. Çünkü onu nakletmek yaymak demektir. O zaman da buradaki emri hafife
almak hususunda şeytanın kapısı açılmış olur. Gizli değildir ki böyle bir şeyde
içtihad câiz değildir. Çünkü içtihadın şartı yoktur. İçtihadın şartı kitap ve
icma'a muhâlif olmamaktır. Biz sapıklık ve dalâletten Allah'asığınırız. Bu
husustaki emir dinin zaruriyatındandır. Muhâlifinin tekfir edilmesi uzak
görülemez."
Ben derim ki: Sakın
Zâhidî'nin Hâvî nam eserinin sonundaki hileler bahsinde söylediklerine aldanma!
Zâhidî orada üç defa boşanan kadının hilesi hakkında bir fasıl yazmış, orada bu
meseleyi aşağıda gelen te'vili kabul etmeyecek şekilde zikretmiştir. Bir çok
hileler zikretmiştir ki, hepsi bâtıl olup aşağıda reddi gelecek: "Cima'sız akid
kâfidir." esasına mebnîdir.
«Yahut müevveldir.»
Yani Allâme Buhârî'nin Gurarü'l-Ezkâr şerhinde söylediği şu sözle te'vil edilir:
"Müşkilâtın ifadesi müşkil değildir. Çünkü onun üç talâktan muradı ayrı ayrı
zamanlarda yapılan üç talâktır. Böyle te'vil edilir ki umumiyetle Hanefî
kitablarındakine uysun." Biz bu te'vili Müşkilât sahibinin âyetten dolayı
verdiği cevabla te'yid etmiştik. Âyette talâk ayrı ayrı zikredilmiş, bununla
beraber yine de helâl olmadığı açıklanmıştır. Müşkilât sahibi buna: "O cima'
edilen kadın hakkındadır." diye cevap vermiştir. Anla! Meselenin evvelce geçtiği
yer cima' edilmeden boşanan kadın bâbının başıdır.
«Başkası tarafından
geçerli nikâhla cima' edilmedikçe» yani hakikaten veya hükmen cima' olunmadıkça
demektir. Nitekim kadın âleti kesik veya deli bir kimseyle evlenir de ondan gebe
kalırsa hükmen cima' vardır. Bu gelecektir. Bu suret kadını hayızlı iken veya
ihramlı olduğu halde cima' etmesine şâmil olduğu gibi kadını bir kaç kocanın
cima etmeden üçer defa boşaması ve tekrar başka kocaya varması hallerine de
şâmildir. Kadın bunların hepsine helâl olur. Bahır. Boşanan kadın cima'
edilmişse birinci kocasının iddeti geçtikten sonra mutlaka nikâhla cima'
edilmesi gerekir. Musannıfın bundan bahsetmemesi açık olduğu içindir. Sonra bil
ki cima'da bulunmak bilicma' şarttır. Mücerred akid kâfi değildir.
Kuhistânî diyor ki:
"Keşif ve diğer usul kitablarında bildirildiğine göre Saîd b. Müseyyeb'den maadâ
bütün ulema cima'ın şart olduğuna ittifak etmişlerdir." Zâhidî'de bunun icma-i
ümmetle sâbit olduğu, Münye'de Saîd'in Cumhur kavline döndüğü kaydedilmektedir.
Artık her kim onun kavliyle amel ederse yüzü kararır ve rahmetten uzaklaşır. Her
kim onunla fetva verirse ta'zîr olunur. Sadru'ş-Şehid'e nisbet edilen sözün onun
kitablarında eseri yoktur. Bilâkis zıddı vardır. Hulâsa'da ondan nakledildiğine
göre kendisi: "Her kim bu sözle fetva verirse Allah'ın, meleklerin ve bütün
insanların lâneti onun üzerine olsun. Çünkü bu söz icma'a muhâliftir. Bir
hâkimin onunla verdiği hüküm geçersizdir." demiştir. Tamamı oradadır.
«Mürâhîk olsun.»
Mürâhîk bülûğa yaklaşan çocuktur. Nehir. Bülûğa erdikten sonra mutlaka kadını
boşaması lâzımdır. Çünkü mürâhîkın talâkı vâki değildir. Bunu Dürr-ü Müntekâ
sahibi Tatarhâniyye'den nakletmiştir.
«Cima' edebilen»
sözü mürâhîkın tefsiridir. Bunu Câmi' sahibi zikretmiştir. Bazıları:
"Mürâhîkâleti kalkan ve kadınları arzulayandır." demişlerdir. Fetih'de de öyle
denilmiştir. Şübhesiz bu iki kavlin arasında zıddıyet yoktur. Nehir. Evla olan
muhallilin hür ve bâliğ olmasıdır. Çünkü İmam Mâlik'e göre menî gelmesi şarttır.
Nitekim Hulâsa'da bildirilmiştir. Evlâ olan iki mezhebin kavliyle de amel
etmektir. Çünkü İmam Mâlik Ebû Hanife'nin talebesi gibidir. Onun için bazı
ulemamız zaruret icabı onun bazı kavillerine meyletmişlerdir. Nitekim
Musaffâ'nın Dîbâcesi'nde belirtilmiştir. Kuhistâni. Fettâl hâşiyesinde
bildirildiğine göre Fakîh Ebu'l-Leys Te'sisü'n-Nezâir adlı kitabında "İmam-ı
A'zam'ın mezhebinde bir mesele hakkında kavil bulunamazsa Mâlik'in mezhebine
müracaat edilir. Çünkü onun mezhebi kendi mezhebine en yakın olandır." demiştir.
«Enenmiş» den murad
yumurtaları kesilmiş olan erkektir. Böylesinin hulle yapması âleti mevcud olduğu
için câizdir. T.
«Veya deli» sözü
yerine bazı nüshalarda "veya âleti kesik" denilmiştir. Bundan murad sünnet
mahallinde ferce sokacak bir şey kalmamış olan kimsedir. Lâkin bunun hullesi
sahih olmak için kadının ondan gebe kalması şarttır. Nitekim gelecektir.
«Yahut zimmîye için
zimmî olsun.» Yani velevki hulleyi kocası müslüman olan bir kadın için zimmî
yapmış olsun, demektir. Nitekim Bahır'da belirtilmiştir.
METİN
«Geçerli kaydıyla
fâsid ve mevkûf nikâhlar hariç kalmıştır.» Kadını sahibinin izni olmaksızın bir
köle nikâh eder de efendisi cevaz vermeden cima'da bulunursa ona hulle yapmış
sayılmaz. Ondan sonra cima'da bulunması lâzım gelir. Lâtif hîlelerden biri
kadının iki şâhid huzurunda mürâhîk bir köleye nikâh edilmesidir. Aletini
fercine soktuğunda köleyi kadına temlîk eder, böylece nikâh bâtıl olur. Sonra
kadın bu köleyi başka bir beldeye gönderir. Böylelikle işi meydana çıkmaz. Lâkin
İmam Hasan'ın müftâbiha rivâyetine göre bu çocuk o kadına hulle yapmış
sayılamaz. Çünkü kadının velîsi varsa aralarında kefâet (denklik) yoktur. Velîsi
varsa yukarıda geçtiği vecihle ona bilittifak hulle yapmış olur. İddeti de
bitmelidir. Murad ikincinin iddetidir.
İZAH
«Geçerli kaydıyla
fâsid ve mevkûf nikâhlar hariç kalmıştır.» Burada şöyle denilebilir: Fâsid
sahihin karşılığıdır, geçerlinin karşılığı değildir. Çünkü geçerli akid demek
akdi yapandan başkasının cevaz vermesine bağlı olmayan demektir. Binaenaleyh
fâsid bir şartla yapılan satış bu mânâya göre geçerlidir.
Evet, mevkûf
hakkında ulemanın iki tarikı vardır. Bazıları mevkûf sahihin bir kısmıdır demiş;
birtakımları fâsidin bir kısmı olduğunu söylemişlerdir. Nitekim tahkîkı
inşaallah satışlar bahsinde gelecektir. İkinci tarika göre lügat itibariyle her
mevkûf fâsiddir, aksi yoktur. Şöylede denilir: Her sahih geçerlidir, ama aksi
iki tarika göre de sahih değildir. Anla! Bundan anlaşılır ki, musannıfın "sahih
bir nikâhla" tâbirini kullanmak hususunda Kenz ye diğer kitablara uyması
gerekirdi. Böylelikle fâsid ve kezâ iki tariktan birine göre mevkûf hariç
kalırdı. Buna şöyle cevap verilebilir: Sahih olan mutlak nikâhtır. Onunla fâsid
hariç kalır.
"Ona hulle yapmış
sayılmaz." Yani velevki sonradan cevaz vermiş olsun. Bunun vechi şu olsa
gerektir: Nassla şart kılınan nikâhdan kâmil nikâh anlaşılır. Çünkü şer'an
bilinen odur. Fâsid ve mevkûf bunun hilâfınadır. Yoksa ulemanın açıkladıklarına
göre mevkûf nikâh halen sebeb olarak mün'akiddir. Yalnız hükmü cevaz vaktine
kadar gecikir. Cevaz verilince onunla helâllık akid vaktinden meydana çıkar.
"Lâtif hilelerden
biri ilah..." Yani kadının hulleciden gebe kalmaması ve hullecinin onu
boşamaktan kaçınmaması, bir de hulle meselesinin halk arasında duyulmaması için
çare metinde beyan edildiği gibi hareket etmektir. Hullecinin hür ve bâliğ
olması bunun hilâfınadır.
"Lâkin ilah..."
sözü bir hile üzerine yapılan bir istidraktır. Hâsılı şudur: Bu hile zâhir
mezhebe göre tamamdır. Çünkü zâhir mezhebe göre nikâhta kefâlet şart değildir.
Fakat İmam Hasan'ın rivâyetine göre -ki bununla fetva verilir- kefâlet şarttır.
Binaenaleyh köle hulleci olamaz. Zira kadının velîsi var da bu işe razı değilse
ona küf değildir. Aksi halde yani kadının hiç velisi yok yahut var da razı
olursa köleden bilittifak hulleci olur. Nitekim kefâet bâbında geçmişti. Bu
İmam-ı Hulvânî'nin irad ettiği iki vecihten biridir. İkincisi Bezzâziye'de
zikredildiği vecihle mürâhik hakkında hilâf vardır. Olur da sahih değildir
diyenin mezhebinde bulunan bir hâkim huzurunda dâvâya çıkar da hâkim onu
fesheder, meram da hâsıl olmaz.
"İddeti de biter."
Şâfiîlerden biri bu iddeti ıskât için bir hile söylemiştir. Hile şudur: Kadın on
yaşına varmayan küçük bir çocuğa nikâh edilir. Çocuk âleti kalkarak onunla
cima'da bulunur ve bu nikâhın sahih olduğuna bir Şâfiî hüküm verir. Sonra çocuk
kadını boşar ve Hanbelîlerden biri talâkının sahih olduğuna hüküm verir. Bu
kadına iddet lâzım gelmediğini söyler. Çocuk on yaşında olursa Hanbelî'ye göre
iddet lâzım gelir. Yahut bu işde bir yarar görürse kadını velîsi boşar ve
Mâlikilerden biri buna hüküm verir. O adamın cima'ıyla bu kadına iddet vâcib
olmadığını söyler. Sonra kadın ilk kocasıyla evlenir ve Şâfiîlerden biri bu
evlenmenin sahih olduğuna hüküm verir. Çünkü bütün şartları hâiz olarak dâvâ
geçtikten sonra hâkimin hükmü hilâfı kaldırır ve kadın ilk kocasına helâl olur.
«Onun iddetinin de
bittiğini haber verirse» rnurad sadece ikinci kocamdan iddetim bitti demesi
değildir. Bilâkis kocaya vardım, ikinci kocam benimle cima'da bulundu, sonra
beni boşadı ve iddetim bitti diyecektir. Nitekim Hidâye'de belirtilmiştir. Zira
bu söylenenleri sadece iddetim bitti cümlesi ifade edemez. İddet halvetle de
vâcib olur. Halbuki mücerred halvetle de kadın helâl olmaz. Bundan dolayıdır ki
Nihâye sahibi şöyle demiştir: "Hidâye'de kadınınverdiği haberden uzun uzadıya
bahsedilmesi şundandır: Bu kadın ben sana helâl oldum der de o adamla evlenir,
sonra hullenin şartlarını bildiği halde ikinci kocam benimle cima'da
bulunmamıştı derse tasdik edilmez. Aksi takdirde tasdik olunur. Ama uzun uzadıya
her şeyi söylediğinde hiç bir halde tasdik edilmez."
Serahsî'den rivâyet
olunduğuna göre kadına soruşturmadan o adamın onunla evlenmesi helâl değildir.
Çünkü mücerred akidle helâl olup olmayacağı hususunda ulema ihtilâf etmişlerdir.
İmam Fazlı'dan bir rivâyete göre kadın: Benimle evlen. Çünkü ben senden
başkasıyla evlendim, iddetim de bitti der de sonra evlenmediğini söylerse,
tasdik edilir. Meğerki ikinci kocasının cima'ını ikrar etmiş olsun. Çünkü
tezevvüç ettim sözünü akid mânâsına almakla tezevvüç etmedim sözünü benimle
cima'da bulunmadı mânâsına almak birbirleriyle çelişmez. Cima'da bulunduğunu
ikrar edince çelişki sâbit olur. Nitekim Fetih'de ifade edilmiştir. Tamamı
ileride gelecektir.
«Zann-ı galibine
göre kadın doğru söylemişse» ifadesiyle musannıf kadının adâleti şart olmadığına
işaret etmiştir. Onun için Bedâyı' sahibi şöyle demiştir: "Hâkim'in Kâfî'si ile
diğer kitablarda: Kadın ona göre güvenilirse yahut doğru söylediğine kalbi
yatarsa onu tasdikte bir beis yoktur denilmiştir." Kezâ nikâhlı bir kadın başka
bir adama: "Kocam beni boşadı ve iddetim bitti." derse, gönlü yattığı takdirde
kadın âdil olsun olmasın tasdiki câizdir. Kadın: Benim ilk nikâhım fâsiddir
derse âdil bile olsa tasdiki câiz değildir. Bezzâziye'de böyle denilmiştir.
Bahır.
«Onu tasdik etmesi
câizdir.» Çünkü bu ya muâmelattandır. Zira cima zamanında bud'un kıymeti vardır
yahut diyanet bâbındandır. Çünkü helâl olmak ona teallûk eder. Bunların ikisinde
de bir kişinin sözü makbuldür. Dürer.
METİN
İmam'ı A'zam'a göre
hayızla beklenen iddetin en az müddeti iki aydır. Cariyenin ise bâbın başında
geçtiği gibi çocuk düşürdüğünü iddia etmedikçe kırk gündür. Buna ihtimali olan
müddet geçtikten sonra kadın evlenir de sonra iddetim bitmedi yahut ben başka
kocaya varmadım derse tasdik olunmaz. Çünkü evlenmeye özenmesi helâl olduğuna
delildir. Serahsî'den rivâyet olunduğuna göre kadına soruşturmadıkça onunla
evlenmek helâl değildir.
İZAH
«İmam-ı A'zam'a
göre hayızla beklenen iddetin en az müddeti iki aydır.» sözü "müddet buna
ihtimalli bulunursa" ifadesinin izahıdır. Bundan daha aşağı ihtimal yoktur.
«Hayızla beklenen»
sözüyle ayla iddet beklemekten ihtiraz etmiştir. Çünkü aylarla iddet bekleyen
kadın hakkında azı çoğu yoktur. Hürre üç ay, cariye birbuçuk ay bekleyecektir.
«İki aydır.» Yani
İmam-ı A'zam'a göre altmış gündür. Çünkü kadını temizlik müddetinin başında
boşanmış hesabeder. Bunu içinde cima bulunan temizlik müddetinde boşamış
olmaktan korunmak için yapar. Zira bu takdirde üç temizlik müddetiyle kırkbeş
gün ve üç hayızla onbeş güne muhtaç olur. Bu da temizlik müddetini en azına,
hayız müddetini orta olana yorumlamakla olur. Çünkü bir müddette her ikisinin en
az mikdarının bir araya gelmesi nâdirdir. Bu hesap İmam-ı A'zam'ın kavlini İmam
Muhammed'in tahricine göredir. İmam Hasan'ın tahricine göre ise kadını iddetini
uzatmaktan kaçınmak için temizlik müddetinin sonunda boşanmış kabul eder.
Böylece iki temizlik müddeti otuz gün ile üç hayız otuz güne muhtaç olur. Bu da
temizlik müddetini en azına, hayız müddetini en çoğuna yorumlamakla olur. Tâ ki
ikisi denk gelsin ve ikinci kocanın iddetinde kadın bunun misliyle fazladan bir
temizlik müddetine muhtaç olmasın. Bu Hasan'ın tahricine göredir ki, kadın 135
gün hakkında tasdik olunur. İmam Muhammed'in tahricine göre ise 120 gün hakkında
tasdik olunur. Bunu Halebî söylemiştir.
Ben derim ki:
Temizlik müddetinin ziyade edilmesinden murad ikinci kocanın içinde evlenip de
sonunda boşadığı temizlik müddetidir. Lâkin bu tahrice göre talâkın cima vâki
olan temizlik müddetinde yapılmış olması lâzım gelir. Çünkü cima mutlaka
lâzımdır. Düşün! Bu da İmam Muhammed'in tahricini te'yid eder.
«Çocuk düşürdüğünü
iddia etmedikçe» yani ilk kocasından çocuk düşürmedikçe demek istiyor. Çünkü
çocuğu boşandığı gün düşürmesi de mümkündür ve düşürmekle iddeti biter. Çocuğun
ikinci kocasından oldu gunu iddia etmesine gelince: Mutlaka bir vakit geçmesi
lâzımdır ki, o müddet zarfında çocugun bazı uzuvları belli olsun. Rahmetî.
Ben derim ki: Kezâ
çocugun birinci kocasından olduğunu idd'a ederse onunla ilk akdin arasında
mutlaka dört ay müddet geçmesi lâzım gelir.
«Müddet geçtikten
sonra kadın evlenir de ilh...» Fetih sahıbi diyor ki: "Dağınık meseleler
meyanında beyan edildiğine göre bir adam kadınla evlenir de ona sormazsa, sonra
kadın ben evlenmedim yahut benimle cima olunmadı derse tasdik olunur. Çünkü bu
ancak kadın tarafından biIinir. Şurası müşkül görülmüştür: Kadının nikâha
özenmesi onun sahih olduğunu itiraftır. Binaenaleyh bu bir çelişkidir, kabul
edilmemek gerekir. Nitekim evlendikten sonra kadın ben mecûsi idim yahut
mürtedde, mu'tedde veya başkasının nikâhlısıydım yahut nikah akdi şâhidsiz
yapılmıştı demiş olsa sözü kabul edilmez. Bunu Câmi-i Kebir sahibi ile başkaları
zikretmişlerdir. Kadının iddetim geçmedi demesi bunun hilâfınadır. Sonra
Hulasa'da adı geçen işkâle uyan sözler gördüm. Ba faslındaki fetvâlarda şöyle
demiş: Kadın ilk kocasına vardıktan sonra ben başkasıyla evlenmedim der de ilk
kocası: Başkasıyla evlendin ve seninle zifaf da oldu cevabını verirse kadın
tasdik olunmaz." Fetih sahibinin sözü burada biter.
Ben derim ki: İşkâl
şöyle de giderilebilir: Üç defa boşanan kadında üzerine akid yapmaya mâni
vardır. Bu mâni ancak helâllık şartı bulunduktan sonra ortadan kalkar. O da
kadının ilk kocasından sonra başka biriyle evlendiğini ve zifaf olduğunu,
iddetinin bittiğini, müddetin buna ihtimalli olduğunu haber vermesiyle olur
yahut yukarıda Nihâye'den naklen geçtiği gibi helâllık şartlarını bildiği halde
kocasına helâl olduğunu haber verir. İşte o zaman kadının sözü kabul edilmez.
Çünkü çelişki vardır. Fakat bu olmazsa kabul edilir. Burada çelişki yoktur.
Çünkü kadının mücerred akidle helâl olacağını zannetmesi ihtimali vardır. Bir de
tefsir ve izahsız nikâh akdine girişmesiyle mâni ortadan kalkmaz. Bu itiraf
sayılmaz.
Onun için Serahsî:
"Kadına soruşturmak mutlaka lâzımdır." demiştir. Yukarıda Fazlı'da nakletliğimiz
de onu te'yid eder Bu kadının: "Ben mecûsiyye idim ilh..." demesinin
hilâfınadır. Çünkü akid zamanında kadına nikâh akdi yapmaya bir mâni yoktu. Onun
için akid sahih olurdu. Bu sebeble buna zıd olarak verdiği haberi kabul edilmez.
Zira çelişkiye düşer. Kadının mücerred akde özenmesi bir mâni olmadığını
itiraftır. Sonra buma aykırı olarak iddiada bulundumu kabul edilmez. Fetâvâ'dan
yukarıda nakli geçen söz ulemanın sözlerinin arasını bulmuş olmak için kadın
tefsir ve izahını yaptıktan sonra evlendiğine yorumlanmıştır.
Bezzâziye'de şöyle
denilmektedir: "Boşanan bir kadın evlenir de sonra ikinci kocasına: Sen beni
iddet içinde aldın derse nikâhla talâk arasında iki aydan az bir müddet
bulunduğu takdirde İmam-ı A'zam'ın kavline göre kadın tasdik edilir ve ikinci
nikâh fâsid olur. İki aydan çok müddet buıunursa tasdik olunmaz ve ikinci nikâh
sahihtir. Nikâha girişmek iddetin geçtiğini ikrardır. Çünkü iddet birinci
kocanın hakkıdır. Nikâh ise ikincinin hakkıdır. Bunlar ikisi birarada
bulunamazlar. Binaenaleyh nikâha girişmek geçtiğine delâlet eder. Üç defa
boşanan kadın bir müddet sonra ilk kocasıyla evlenir de: Seninle ikinci kocamın
nikâhından önce evlendim derse bunun hilâfınadır. Bu girişmesi ikinci kocanın
cima ve nikâhına delil olmaz. Üç defa boşanan bir kadın kocasına: Senden
başkasıyla evlendim der de ilk kocası onunla evlenir, sonra: Ben söylediğim
sözde yalancıydım, evlenmiş değildim derse ikincinin cima'ını ikrar etmedigi
takdirde nikâh bâtıl olur. ikrar etmişse kadın tasdik edilmez." Bu da
söylediğimiz farkı ve arabulmayı te'yid etmektedir. Muvaffakiyet Allah'dandır.
Bu anlattıklarımızla şârihin sözündeki sakatlık sana zâhir olmuştur. Zâhire
bakılırsa o bahsettiği hususatta Fetih sahibine tâbi olmuştur.
METİN
Bezzâziye'de şöyle
denilmiştir: "Kadın: Kocam beni üç defa boşadı der de sonra kendini konuştuğu
adama nikâh etmek isterse, bu sözünde ısrar etse de kendini yalanlasa da buna
hakkı yoktur." Bir kadın kocasından kendisini boşadığını işitir de onu kendinden
menetmeye öldürmekten başka bir şeyle kâdir olamazsa kısas korkusuyla onu ilaçla
öldürebilir, kendini öldüremez. Özcendî: "Mesele hâkime arzolunur. Erkek yemin
eder beyyine de bulunmazsa günâh onun olur. Kadın onu öldürürse ona da bir şey
lâzım gelmez." demiştir. Talâk-ı bâin üç talâk gibidir. Bezzâziye. Yine
Bezzâziye'de şöyle denilmiştir: "İki şâhid kocasının bu kadını üç defa
boşadığına şâhidlik ederlerse, kocası orada bulunmamak şartıyla kadın hulle için
başka biriyle evlenebilir."
Ben derim ki:
Diyâneten evlenebilir demek istiyor. Sahih olan câiz olmamasıdır. Kınye. Yine
Kınye'de bildirildiğine göre kocası uzaklara gitmek suretiyle de bu kadından
kurtulamazsa. yani kadın onu büyüleyip kendine döndürürse kadını öldürmesi helâl
olamaz. O kadınla uğraşmaktan vazgeçer. Bazıları kadının kocasını
öldüremiyeceğini söylemişlerdir -söyleyen İsbîcâbî'dir-. Bununla fetva verilir.
Nitekim Tatarhâniyye'de ve Mültekât'tan naklen Vehbâniyye şerhinde beyan
edilmiştir. Yani yukarıda geçtiği gibi günâh erkeğindir. Kocası karısını üç defa
boşadıktan sonra bunlardan önce bir talâk vardı, kadının iddeti de geçti der de
kadın da onu tasdik ederse müftâbih olan mezhebe göre ikisi de tasdik
edilmezler. Nitekim kadın erkeği tasdik etmese hüküm buydu. "Bu kadını cima
etmeden iki defa boşar da sonra bu iki talâktan önce ben onu bir talâkla daha
boşamıştım derse üç talâka hükmedilir." denilmiştir.
İZAH
«Bezzâziye'de
ilh...» Şârih Bahır sahibine uyarak Bezzâziye'nin ibâresinin bir kısmını
nakletmekle yetinmiştir. Fakat yeterli değildir. Onun ibâresinin tamamı
şöyledir: "Süt bahsinde bildirildiğine göre kadın: Bu benim süt oğlumdur der de
bu sözünde ısrar ederse o adam bu kadınla evlenebilir. Çünkü, haram hükmünü
vermek kadının elinde değildir. Ulema bütün vecihlerde bununla fetva verildiğini
söylemişlerdir." Bu sözün muktezası şudur: Muftâbih olan kavle göre bu kadın
kendini o adama nikâh edebilir. Şârihin süt bahsinin sonunda: "Bunun ifade
ettiği mânâ şudur ilh..." diyerek söylediği budur.
Evvelce arzetmiştik
ki şârihin orada söylediklerini Hulâsa sahibi Sadru'ş-Şehid'den şu ifadeyle
nakletmiştir: Bunda şuna delil vardır: "Kadın üç defa boşandığını iddia eder de
kocası inkârda bulunursa kadının kendisini ona nikâh etmesi helâl olur." Nehir
sahibi bunu ta'lil ederek: "Kadın hakkında talâk gizli olan şeylerdendir. Çünkü
onu müstakillen erkek yapar. Binaenaleyh kadının dönmesi sahihtir." demiştir.
Yani hükümde sahihtir. Diyâneten ise kadın talâkı bildiği takdirde helâl olmaz.
Bu anlattıklarımızla bilmiş olursun ki şârihin söyledikleri nakledilmiş
hükümlerdir, kendi hükümleri değildir.
«Kendini boşadığını
işitirse» ifadesinden murad üç defa boşadığını işitmesidir. Çünkü üçten az
olursa nikâhı tazelemek mümkündür. Meğerki kocası inkâr etmiş olsun.
«Onu ilaçla
öldürebilir.» Muhît'te şöyle denilmiştir: "Kadının kendi malından fidye vererek
kurtulması gerekir. Yahut kocasından kaçar. Bunu da yapamazsa kendisine
yaklaşacağını bildiği an onu öldürür. Lâkin ilaçla öldürmesi gerekir. Kadın
kendini öldüremez. Kocasını âletle öldürürse kısas vâcib olur." Bahır.
«Günâh onun olur.»
Yani günâh yalnız erkeğin olur demektir. Fakat bunu "kadın fidye veremez veya
kaçamazsa" diye kayıdlamak gerekir. «Kadın onu öldürürse» sözü her iki fiilin
mubah olduğunu gösterir. T.
«Orada bulunmamak
şartıyla...» Bezzâziye'nin tam ibâresi şöyledir: "Kocası orada ise kadın
evlenemez. Çünkü kocası inkâr ettiği takdirde karı-kocanın birbirlerinden
ayrılmalarına hüküm vermek icab eder. Bu hüküm ise ancak kocanın orada
bulunmasıyla verilebilir."
«Sahih olan câiz
olmamasıdır.» Kınye'de şöyle denilmiştir: "Bedî' diyor ki: Hâsılı Şemsü'l-Eimme
Özcendî'nin, Necmüddin-i Nesefî'nin, Seyyid Ebû Şucâ'ın, Ebû Hâmid'in ve
Serahsî'nin verdikleri cevaba göre bu kadının başka bir kocaya varması
kendisiyle Allah Teâlâ arasında (diyâneten) ona helâldır. Geri kalan ulemanın
cevablarına göre helâl değildir." Fetâvâ-i Sirâciyye'de: "Güvenilir bir kimse
kocasının boşadığını kadına haber verir de kocası orada bulunmazsa kadının iddet
beklemesi ve evlenmesi câizdir." denilmiş, diyânetle kaydedilmemiştir.
Vehbâniyye şerhinde de öyledir.
Ben derim ki: Bu
adı geçen imamların kavlini te'yiddir. Çünkü güvenilir bir kişinin ihbarıyle
kadına evlenmek helâl olunca burada boşandığını işittiği zaman veya boşandığına
kadının huzurunda iki âdil kişi şâhidlik ettiğinde hulle yapması evleviyetle
helâl olur. Hatta ulemanın açıkladıklarına göre kadına kocasından mektup gelerek
boşadığını bildirirse başka kocaya varması helâl olur. Kadının bu işin
doğruluğuna gönlü yatarsa velevki mektubu getiren güvenilir biri olmasın. Sözün
mutlak bırakılmasına bakılırsa kazaen de câizdir. Hatta bunu hâkim bilirse
kadını serbest bırakır. Şu halde burada câiz olmadığını sahih kabul etmek
müşkildir. Meğerki hâkimin hükmettiğine yorumlansın. Velevki bu zâhirin hilâfına
olsun. Düşün! Evet. karısını boşar da karı-koca gibi yine birarada yaşarlarsa
kadın başka kocaya gidemez. Çünkü o kocadan beklediği iddeti bitmemiştir.
Nitekim iddet bahsinde izahı gelecektir.
«Kadını öldürmesi
helâl olamaz.» Hilâfın burada da bulunması gerekir. Hatta burada kadını
öldürebilir demek kadın kocasını öldürür demekten daha münasibtir. Çünkü kadın
sihir yapmıştır. Sihir yapan tevbe etse bile öldürülür.
«Bazıları kadının
öldüremiyeceğini söylemişlerdir ilh...» Tatarhâniyye sahibi dahi kadının
kocasını öldürebileceğini Şeyh Ebu'l-Kasım'dan ve Şeyhülislâm Ebu'l-Hasan Atâ'
b. Hamza'dan ve İmam Ebû Şücâ'dan naklettiği gibi İmam Muhammed b. Velid
SemerkandîFetâvâ'sından da nakletmiştir. O da Abdullah b. Mübarek'den, o da Ebû
Hanife'den nakletmiştir. Kezâ Tatarhâniyye sahibinin nakline göre İmam Necmüddin
İmam Ebû Şücâ'nın sözünü hikâye ederek: "O büyük adamdır, onun büyük üstadları
vardır. Söylediğini ancak sahihse söyler. Binaenaleyh itimad onun kavlinedir."
dermiş. Bundan anlaşılır ki bu kavil de güvenilirdir.
«Kadının iddeti de
geçti.» demesi kadın ecnebi olsun da kendisine üç talâk yapılamasın diyedir.
Ben derim ki: Bu
iddetin bittiği bilinmediği vakittir. Çünkü şârihin iddet bahsinin sonunda yine
Kınye'den naklen beyan edeceğine göre karısını üç defa boşar da: Ben onu daha
önce bir defa boşamıştım, iddeti de bitmişti derse, iddetinin bittiği halk
tarafından bilindiği takdirde üç talâk vaki olmaz. Aksi takdirde olur. Kocası
inkâr ettikten sonra kansını üç talâkta boşadığına beyyineyle hükmolunursa
kadını bundan bir müddet önce bir talâkla boşadığına getirdiği beyyine kabul
olunmaz.
«Üç talâka
hükmedilir.» Çünkü bu adamın talâka özenmesi ismetin devamına delildir. Onun
ikrarıyla amel olunarak ihtiyatan kadın üç defa boş olur. T. Allahu a'lem.