İLÂ
BÂBI
METİN
Bunun beynunetle
münasebeti netice itibariyledir. Lügaten îlâ yemin demektir. Şer'an ise müddeti
içinde karısına yaklaşmayacağına yemin etmektir. Velevki zimmî olsun. Mûlî
(îlâcı) o kimsedir ki, karısına yaklaşması ancak kendisine lâzım gelen
meşakkatli bir şeyle mümkün olur. Bundan yalnız küfür mâni'i müstesnadır. İlânın
rüknü yapılan yemindir.
İZAH
«Bunun beynunetle
münasebeti netice itibariyledir.» Yani bu bâbın ric'at bâbından sonra
zikredilmesinin münasebeti Bahır sahibinin söylediğidir. O: "ÎIâ ikinci halde
talâk-ı ric'î gibi ayrılmayı icab eder." demiştir.
«Şer'an ise müddeti
içinde karısına yaklaşmayacağına yemin etmektir.» ifadesi meşakkatli bir şeye
yapılan tâlika da şâmildir. Çünkü tâlik bâbında arzettiğimiz gibi buna da yemin
denilir. Onun için Fetih sahibi şunları söylemiştir: "Şeriatta îlâ: Karısına
dört ay ve daha fazla yaklaşmayacağına Allah Teâlâ'ya yemin etmektir. Yahut ona
yaklaşmayı güçleştiren bir şeye tâlikla olur. Böyle demek Kenz sahibinin:
"Karısına dört ay yaklaşmayacağına yemin etmektir." sözünden daha iyidir. Çünkü
mücerred yemin: Seninle cima edersem Allah için iki rekât namaz kılmak yahut
gazaya gitmek boynuma borç olsun gibi sözlerle de tehakkuk eder. Ama o adam
bununla îlâ yapmış olmaz. Çünkü nefsine meşakkat veren şeylerden değildir.
Velevki korkaklık ve tembellik gibi nefisden gelen çirkin bir ârıza dolayısıyla
ona güç gelsin." Bu söz musannıfa da vâriddir. Gerçi onun nâmına Bahır sahibi
cevap vermişse de Nehir ve Makdisî şerhinde onun cevabı reddedilmiştir.
«Karısına
yaklaşmayacağına» sözü halen mevcud karısına ve ileride evleneceği kadına
şâmildir. Meselâ ecnebî bir kadına: "Seninle evlenirsem vallâhi sana yaklaşmam."
derse îlâ olur. Çünkü muteber olan îlânın yürürlüğe girdiği vakittir. Nitekim
gelecektir. Binaenaleyh İbn-i Kemâl'in: "Tarifte mutlaka nikâhta hâsıl olan veya
nikâha muzaf olan demek lâzımdır." sözüne hâcet yoktur. Halbuki Nehir sahibinin
dediği gibi bu şarttır. Şartların hâli ise tariften hariç bırakılmaktır. "Halen
mevcud karısı" sözünde ric'î talâk iddeti bekleyen kadın dahildir. Şu da
öyledir: Bir adam hür olan korısına îlâ yapar da sonra onu bir talâk-ı bâinle
boşarsa, kadın iddetlnl beklerken îlâ müddeti bittiği takdirde o kadını bir daha
boşayabilir. Nitekim gelecektir. Kuhistânî buna Hâniyye'nin şu ifadesiyle itiraz
etmiştir: "Bir kimse cariye olan karısına îlâ yapar da sonra onu satın alarak
îlâ müddeti geçerse talâk vâki olmaz."
Ben derim ki: Buna
şöyle cevap verilir: Cariyeyi satın almak akdi feshtir. Sanki o anda cariye onun
karısı değilmiş gibi olur. Yahut şöyle cevap verilir: Şart karı-kocalığın devamı
veya iddet gibi onun eseridir. Burada ise iddet yoktur. Küçük kız dahi dahildir.
Velev ki cima olunmasın.
«Yaklaşmayacağına»
yani cima etmeyeceğine diye kayıtlaması şundandır: Çünkü başka şeye yemin ederse
meselâ: Vallâhi cildim senin cildine dokunmayacak yahut senin döşeğine
yaklaşmayacağım gibi bir söz söyler de cima'ı niyet etmezse îlâ yapmış olmaz.
Nitekim gelecektir.
«Müddeti içinde»
yani aşağıda beyan edilecek müddeti demek istiyor.
«Velevki zimmi
olsun.» sözü yaklaşmak mastarının failini umumileştirmektir. Yani îlâyı bir
zımmî de yapabilir demektir. Velev ki kendisine kefâret lâzım gelmesin. Nitekim
ileride gelecektir.
«Ancak kendisine
lâzım gelen meşakkatli bir şeyle mümkün olur» Şart hac ve benzeri gibi nefsine
meşakkat vermesidir. Nitekim gelecektir. Binaenaleyh gaza ve iki rekât namaz
gibi meşakkatsiz şeyler tariften hariç kalır. Velev ki korkaklık veya tembellik
gibi arızî meşakkatler bulunsun. Meşakkatli şeylerden biri de kefârettir. Bahır
sahibi buna zımmînin kefâret icab eden îlâsıyla itiraz etmiştir. Meselâ zımmî
karısına vallâhi sana yaklaşmayacağım derse İmam-ı A'zam'a göre kefâret lâzım
gelmeksizin îlâ sahîhtir. Bir itirazı da şudur: Bir adam dört karısına vallâhi
size yaklaşmayacağım diye yemin ederse üçüne bir şey lâzım gelmeksizin
yaklaşabilir. Birinci itiraza yine kendisi Kâfî'nin şu sözüyle cevap vermiştir:
Bozulmaktan hâli olan yemin o kimseye lâzımdır. Buna delil dâvâlarda
billahilazîm diye yemin ettirilmesidir. Lâkin zımmîye kefâret vâcip olmasına
mâni vardır. O da kefâretin ibâdet olmasıdır. Zımmî ise ibâdete ehil değildir.
Ben derim ki:
İkinciye cevap da şudur: îlâ dört kadının hepsine yapılmıştır, bazılarına
yapılmış değildir. Onun içindir ki bazılarına yaklaşmakla yemini bozulmaz. Çünkü
o yaklaştığına yemin etmiş değildir. O üzerine yemin edilenin bir cüz'üdür.
Nitekim bunu Hidâye şârihleri anlatmışlardır. Şu halde bu söz: Zeyd ve Amr'la
konuşmam demesi gibi olur ki, beraber olmadıkça yalnız birisiyle konuşması
yemini bozmaz. Bedâyı'da şöyle denilmiştir: "Bir kimse karısına ve cariyesine
vallâhi size yaklaşmayacağım diye yemin ederse cariyeye yaklaşmadıkça karısına
îlâ yapmış sayılmaz." Yani yeminden dönmenin şartı her ikisine yaklaşmaktır.
Birisine yaklaşmakla yemini bozulmaz demek istemiştir. Lâkin birine yaklaştı mı
yemininde durma şartı ikinciye yaklaşamamakla teayyun eder. İkincisi karısıysa
ona îlâ yapmış sayılır. Bunun muktezası şudur ki: Yukarıdaki meselede üçüne
yaklaşırsa dördüncüsüne îlâ yapmış olur.
TENBİH: Bir kimse
karısına yaklaşmayacağına kölesinin âzâd olmasıyla yemin eder de sonra köleyi
satarsa yahut köle ölürse îlâ sâkıt olur. Çünkü o adam karısına yaklaşmakla
kendisine bir şey lâzım gelmeyecek hale dönmüştür. Eğer satıldıktan sonra köle
karısına yaklaşmadan tekrar onun milkine dönerse îlâ hükmü de döner. Bedâyı'.
METİN
Şartı kadının mahâl
olmasıdır. Îlâ yürürlüğe girdiğinde nikâhlısı olacaktır. "Seninle evlenirsem
vallâhi sana yaklaşmayacağım." sözü bundandır. "Sen de boşsun." sözünü ziyade
eder de sonra o kadınla evlenirse, yaklaştığı için kefâret vermesi lâzım gelir.
Terk ettiği için de talâk bâin olur. Kocanın talâka ehil olması da şarttır,
İmameyn'e göre kefârete ehil olması şarttır. Binaenaleyh zımmînin ibâdet
sayılmayan bir şeyle îlâ yapması sahihtir. Bunun faydası talâkın vâki olmasıdır.
Îlânın şartlarından biri de müddetinden noksan olmamasıdır.
İZAH
«Nikâhlısı
olacaktır.» Yani talâk-ı ric'î iddetini bekleyen kadın gibi hükmen dahi olsa
nikâhlısı sayılacaktır. Nitekim arz etmiştik. Bu îlâdan sonra karısını talâk-ı
bâinle boşayıp da iddet içinde îlâ müddetinin geçmesi haline de şâmildir.
Nitekim yukarıda görmüştük. Bundan anlaşılır ki üç talâktan az olan bâin talâkla
îIâ bâtıl olmaz. Bedâyı'da şöyle denilmiştir: "Milki olmayan yerde ibtidaen îlâ
mün'akid olmaz. Velev ki mülksüz îlâ devam etsin." Bu suretle ecnebî kadın ve
talâk-ı bâinle boşanan hariç kalır: Nitekim gelecektir. Kezâ cariye, müdebbere
ve ümmüveled de hariçtirler. Çünkü Teâlâ Hazretleri: «Kadınlarına îlâ yapanlar
için ilh...» buyurmuştur. Nikâh milkiyle milk sayılan kadın zevcedir. Nitekim
Bedâyı'da bildirilmiştir.
«Yaklaşmayacağım
sözü bundandır.» Yani îlânın yürürlüğe girdiği vakitte kadının nikâhlısı
olmasındandır. Çünkü şarta muallak olan bir şey o şart bulunduğu vakit yürürlüğe
konan gibidir. Yürürlüğe konduğu vakit kadın onun nikâhlısıdır. H.
«Sonra o kadınla
evlenirse» yani muallak talâk vâki olduktan sonra evlenirse demek istiyor.
«Kefâret vermesi
lâzım gelir.» sözünün mânâsı îlânın hükmü sâbit olur ve îlâ tesirini gösterir
demektir. Onun gösterdiği tesir müddeti içinde kadına yaklaşmakla kefâret lâzım
gelmesi, yaklaşmayı terk etmekle de talâk-ı bâin vâki olmasıdır. Şöyle ki, bu
adam îlâ ile talâkı evlenmeye tâlik ettiği için sıra ile vâki olurlar. Kadın
bâin olmazdan önce îlâ meydana gelir, arkasından talâk vâki olur ve onunla kadın
kocasından ayrılır. Zira bu talâk cima'dan öncedir. Milkin elden gitmesi îlânın
hükmünü iptal etmez. Îlâ müddetinin içinde o kadınla evlenirse îlâ amelini icra
eder. Ama talâkı îlâdan önce yaparsa İmam'ı A'zam'a göre hükmü bâtıl olur. Çünkü
bâin olduktan sonra vuku bulur. Milkde yapılmayan îlâ ise mün'akid olmaz.
Nitekim Bahır'da ta'lil bâbında belirtilerek şöyle denilmiştir: "Seninle
evlenirsem sen boşsun; sen bana annemin sırtı gibisin; vallâhi sana
yaklaşmayacağım der de sonra o kadınla evlenirse talâk vâki olur. İmam-ı A'zam'a
göre zıhâr ile ilâ hükümsüz kalır. Çünkü evvela talâk vâki olur. Onunla kadın
bâin sayılır. İmameyn'e göre ise beraberce vâki olurlar. Talâkı sona bırakır
dakadınla evlenirse talâk vâkidir. Zıhâr ile îlâ da sahihtir."
«Kocanın talâka
ehil olması da şarttır.» cümlesi akıl ve bülûğun şart olduğunu ifade eder.
Binaenaleyh çocuk ile delinin îlâları sahih olmaz. Çünkü bunlar talâka ehil
değillerdir. Kölenin mala taallûk etmeyen: Sana yaklaşırsam üzerime oruç veya
hac yahut umre borç olsun yahut karım boş olsun gibi sözlerle îlâ yapması
sahihtir. Yeminini bozarsa cezası lâzım gelir yahut vallâhi sana yaklaşmayacağım
derse yeminini bozduğunda kendisine oruçta kefâret lâzım gelir. Mala taallûk
eden şeyler bunun hilâfınadır. Meselâ köle âzâdı boynuma borç olsun yahut şu
kadar sadaka vermek boynuma borç olsun derse îlâsı sahih olmaz. Çünkü kendisi
mala ehil değildir. Bedâyı'.
«Zımmînin îlâ
yapması sahihtir.» Yani İmam-ı A'zam'a göre sahihtir, İmameyn'e göre sahih
değildir. Lâkin her iki kavil alelıtlak değildir. Çünkü zımmînin hac gibi hâlis
ibâdet olan bir şeyle îlâ yapması bilittifak sahih değildir. Köle âzâdı gibi
ibâdet olması lâzım gelmeyen bir şeyle îlâ yapması bilittifak sahihtir. Kefâret
icap eden: Vallâhi sana yaklaşmam gibi bir sözle îlâ yapması İmam-ı A'zam'a göre
sahih. İmameyn'e göre sahih değildir. Nitekim Bahır ve diğer kitaplarda
bildirilmiştir.
«İbâdet sayılmayan»
yani hâlis ibâdet olmayan bir şeyle îlâsı sahihtir. Şârih bununla bildiğin gibi
hac, oruç ve emsalinden ihtiraz etmiştir.
«Bunun faydası
ilh...» Yani zimmîye yeminini bozmakla kefâret lâzım gelmediği halde îlâsının
sahih olmasının bir faydası vardır. O da müddet Içinde kadına yaklaşmamakla
talâkın vukuudur.
«Îlânın
şartlarından biri de ilh...» Îlânın bir mekânla mukayyed olmamasıdır. Çünkü
başka bir yerde yakınlaşmak mümkündür. Karısıyla başkasını bir arada
bulundurmaması da şarttır. Meselâ karısıyla cariyesini veya ecnebî bir kadını
bir arada bulundurmayacaktır. Çünkü karısı yalnız olursa kendisine bir şey lâzım
gelmeksizin ona yaklaşması mümkündür. Nitekim geçti. Fakat zamanla mukayyed
olmaması şartı doğru değildir. Çünkü zamanla îlâ müddeti murat edilirse bunun
nefyi doğru değildir. Ondan az bir müddet murat edilirse o da şârihin ziyade
ettiğidir.
Evet, müddetin bir
kısmını istisna etmemek şarttır. Meselâ: Sana bir sene yaklaşmayacağım, yalnız
bir gün müstesna dememelidir. Bu meselede tafsilât vardır ki gelecektir. Îlâda
yalnız cima'dan men edilmiş olmalıdır. Zira Valvalciyye'de şöyle denilmiştir:
"Sana yaklaşırsam yahut seni yatağa dâvet edersem sen boşsun derse îlâ yapmış
olmaz. Çünkü kendisine bir şey lâzım gelmeksizin yaklaşması mümkündür. Meselâ
kadını yatağa dâvet eder. Böylece yemini bozulur, sonra müddet içinde onunla
cima eder."
METİN
Îlânın hükmü
yemininde durur da cima etmezse, bir talâk-ı bâin vâki olmak ve cima'la yeminini
bozarsa kefâret yahut muallak cezanın lâzım gelmesidir. Îlâ müddetinin en azı
hürre için dört ay, cariye için iki aydır. Çoğu için sınır yoktur. Bu iki aydan
daha aza yemin etmekle îlâ olmaz. Îlânın sebebi talâk-ı ric'îdeki sebep gibidir.
İZAH
«Îlânın hükmü»nden
murat dünyevî hükmüdür. Uhrevî hükmü ise kadına dönmediği takdirde günâha
girmektir. Nitekim Teâlâ Hazretlerinin: "Eğer dönerlerse, bilsinler ki Allah çok
bağışlayan, çok acıyandır." âyet-i kerîmesi bunu ifade etmektedir. Kuhistânî'nin
Netif'ten naklen açıkladığına göre îlâ yapmak mekrûhtur. Yine ulema
açıklamışlardır ki, müddetin geçmesiyle talâk vâki olması o kimsenin zulmünün
cezasıdır. Lâkin Fetih'de îlâ bâbının başında zikredildiğine göre îlâya günâh
lâzım gelmez. Çünkü bazen kadının rızasıyla yapılır. Memede çocuğu varken hamile
kalacağından korkar, mizâcı uymaz ve benzeri şeylerden dolayı nefsin tama'ını
kesmek için karı-koca buna ittifak edebilirler.
«Cima etmezse» sözü
yemininde durmanın atf-ı tefsiridir. Cimadan murat hakikatıdır. Yahut cimadan
âciz ise söz gibi onun yerini tutan şeydir. Maksat üzerine yemin ettiği şeye
dönmezse demektir.
«Cimayla yeminini
bozarsa» ifadesinden murat hakikî cimadır. Cimadan âciz ise sözle yeminden
dönmesi ile îlâsı bozulmaz. Çünkü yemin söze yapılmamıştır. Sözle yemini
bozduktan sonra müddet içinde cimada bulunursa îlâsı bozulur. Nitekim
gelecektir.
«Kefâret yahut
muallak cezanın lâzım gelmesidir.» Bazı nüshalarda Dürer'in ifadesine uygun
olarak: "Kefâret ve muallak cezanın lâzım gelmesidir." denilmiştir. Musannıf
şerhinde de öyledir. Ama o da yahut mânâsındadır. Çünkü maksad iki nev'ini
beyandır. Buna karine aşağıda gelen: "Allah Teâlâ'ya yeminde kefâret vâcip olur,
başkasına yeminde ise ceza vâciptir." sözüdür. Yani hac, köle âzâdı, talâk ve
buna benzer üzerine tâlik yapılan şeydir. Ve edatını kendi mânâsında bırakmak da
mümkündür. Çünkü: Vallâhi sana yaklaşmam ve sana yaklaşırsam üzerime hac farz
olsun gibi sözlerde kefâret ile ceza bir arada bulunabilir. Böyle denilmiştir.
Şöyle diyenler de
vardır: "Burada iki îlâ vardır. Yemin bozulmakla birisinde kefâret, diğerinde
ceza lâzım gelir. Velevki yemininde durduğu takdirde bir talâk vâki olsun. Buna
delil ulemanın vallâhi sana yaklaşmayacağım sözü tekrarlanırsa bundan tekîd
niyet etmediği takdirde üç yemin meydana gelir. Her biri için bir kefâret vâcip
olur ve bununla bir talâk vâki olur sözleridir." Nitekim bâbın sonunda
gelecektir.
«Dört ay...» îlâ
ayın başında yapılırsa müddetinin hilâli görmekle hesaplanacağında hilâf yoktur.
Ayın içinde olursa nasıl hesaplanacağına dair İmam-ı A'zam'dan rivâyet yoktur.
İmamEbû Yusuf'a göre günlerle hesap edilir. Züfer'den bir rivâyete göre o ayın
kalan kısmı günlerle, ikinci ve üçüncü aylar hilâlle hesaplanır ve birinci ayın
günleri dördüncü ayın başındaki günlerle tamamlanır. Bunu Bedâyı'dan naklen
Nehir sahibi söylemiştir.
«Cariye için iki
aydır.» Bu ifade cariyenin kocasının hür olmasına da şâmildir. Îlâ müddetinde
cariye boşanıp âzâd olunursa hür kadınların müddetine intikal eder. Nehir. Bu
ifadenin bir misli de Bedâyı'dadır.
«Daha aza yemin
etmekle îlâ olmaz» Yani talâk hakkında îlâ olmaz. Bedâyı'. Yemini bozulma
hakkında olur. Bir kimse hür karısına: Vallâhi iki ay sana yaklaşmam diye yemin
eder de bu müddet zarfında o kadına yaklaşmazsa kadın boş düşmez. Fakat bu
müddette ona yaklaşırsa yemini bozulur.
«Talâk-ı ric'îdeki
sebeb gibidir.» O da kavga etmeleri ve geçinememeleridir. Nehir. Dürerü'l-Bihâr
şerhinde de böyle denilmiştir. Galiba ric'îyi tahsis etmesi ileride ayrılma
hususunda îtâya daha çok benzediği içindir. Nitekim yukarıda geçmişti.
METİN
Îlânın lâfızları
sarîh ve kinâyedir. Sarîhe misâl: Bir adamın hayızlı olmayan karısına: Vallâhi
sana yaklaşmayacağım demesidir. Kendisiyle yemin edilen her kelime de vallâhi
gibidir. Bunu Sa'di söylemiştir. Çünkü o zaman men'î yemine izafe etmek yoktur.
İZAH
«İlânın lâfızları
sarih ve kinâyedir.» Üç olduğunu söyleyenler de vardır. Onlara göre îlâ
lâfızları ya sarîh, ya sarîh yerine geçen yahut kinâye olur. Sarîh sözler
ikidir: Cima ve nîk. Yaklaşmak, cima ve vat gibi kelimeler sarîh yerini tutan
kinâyelerdir.
Fetih sahibi diyor
ki: «Evla olan hepsini sarîhten saymaktır. Çünkü sarahat kelime hakikat olsun
mecaz olsun çok kullanılmak sebebiyle mânânın zihne gelivermesine bağlıdır.
Hakikatine bağlı değildir. Aksi takdirde sarîhin yalnız nîk sözü olması gerekir.
Bedâyı'da bâkire hakkında bozmak tâbiri sarîh yerine geçer denilmiştir."
Kinâyenin lâfızları ileride gelecektir.
Bahır'da şöyle
denilmektedir: "Sârîhte bir adam cimayı kastetmediğini iddia ederse kazaen
tasdik olunmaz. Fakat diyâneten tasdik olunur. Kinâye; söylendiğinde zihne cima
mânâsı gelivermeyen sözdür ki, başka mânâya da ihtimali vardır. Bu sözle
niyetsiz îlâ olmaz. Ama kazaen sorumlu olur."
«Sarîhe misâl
ilh...» şârih sarîhe dört misâl vermiş, daha başka sarîh kelimeler olduğuna da
îşaret etmiştir. Zira bir adamın bâkireye seni bozmam diye yemin etmesi yukarıda
geçtiği vecihle sarîhtendir. Müntekâ'da: "Seninle yatmam sözü niyetsiz olarak
îlâdır. Kezâ fercim fercine dokunmaz demesi de böyledir." denilmektedir. Bu
Bedâyı'nın ifadesine muhâliftir. Orada: "Seninle bir döşekte yatmam sözü
kinâyedir." denilmektedir Cevamiu'l-Fıkh'ın ifâdesine de muhâliftir. Orada:
"Cildim cildine dokunmasın derse îlâ yapmış olmaz. Çünkü âletine bir bez sararak
dokunması mümkündür." Denilmektedir. Bunu Fetih sahibi söylemiştir. Cevami'deki
sözün zâhiri onun sarîh ve kinâye olmadığını göstermektedir.
Ben derim ki:
Müntekâ'nın ifadesinden anlaşılan her iki lâfzın sarîhten olmasıdır. Biliyorsun
ki sarahat mânânın zihne gelivermesine bâğlıdır. Filan karısıyla yattı sözünden
zihne gelen mânâ cimadır. Evet. onunla beraber bir döşeğe yattı dersen bu mânâ
zihne gelivermez ve muhalefet dokunmak meselesinde kalır. Onun söylediği imkân
zihne gelivermeye aykırı değildir.
«Hayızlı olmayan
karısına...» Gâyetü'l-Beyân'da Şâmil'e nisbet edilerek şöyle denilmiştir! "Bir
adam hayızlı olan karısına yaklaşmayacağına yemin ederse îlâ yapmış olmaz. Çünkü
hayız sebebiyle karısına yaklaşmaktan men edilmiştir. Binaenaleyh bu men yemine
izafe edilemez. "Bu suretle anlaşılır ki sarîh her ne kadar niyete muhtaç
değilse de onunla bir şey oluvermez. Çünkü değiştiren bir şey vardır. Bahır'da
böyle denilmiştir. Sürunbulâlî inceleme yaparak bunu kocası karısının hayızlı
olduğunu bilirse diye kayıtlamıştır. Sa'di ise inâye hâşiyelerinde tafsilâta
giderek Şamil'in sözünü sana yaklaşmayacağım dediği surete yorumlamış ve onu
müddetle kayıtlamamıştır. Fakat dört ay derse îlâ yapmış olur. Velev ki kadın
hayızlı olsun. Şârihin buradaki hayızlı olmayan sözünün mânâsı budur. Ondan
sonraki sözü mukayyed hakkındadır. Velev ki hayızlı için olsun. Nehir sahibi
bunu şöyle izah etmiştir: "Dört ayla kayıtlarsa bu men'in yemine izafe
edildiğine karinedir."
Ben derim ki: Bütün
bunlar Şâmil'in: "Kadın hayızlı iken" sözü kocanın ifadesinden olmadığına
göredir. Lâkin Makdisî'nin bildirdiğine göre bu söz yemin ederse fiilinin
failinden değil ona yaklaşırsa fiilinin mefulünden haldir. Yani kocasının
sözündendir.
Ben derim ki: Bunu
Hâkim'in Kâfî'sindeki şu sözü de ifade etmiş olabilir: "Kadın hayızlı iken ona
yaklaşmayacağına yemin ederse îlâ yapmış olmaz. Kadına dört ay geçmeden
yapabileceği bir işi yapmadıkça yaklaşmayacağına yemin ederse îlâ yapmış olmaz.
Bu işin dört ay gecikmesi ona zarar etmez." Buradaki "yapmadıkça" sözü kesin
olarak kocasının ifadesindendir. Hayızlı iken sözü de öyledir. Bunun illetini
sonra söylemiştir. O da: "Hayız müddetinin dört aydan önce geçmesi mümkündür. Bu
suretle îlâ yapmış olmaz. Velev ki üzerine ziyade etsin." ifadesidir.
Bunu Valvalcî'nin
ta'lili de te'yid eder. O şöyle demiştir: "Çünkü bu adam hayız müddetinde o
kadına yaklaşmaktan kendini men etmiştir. O da dört aydan azdır." Eğer illet
yukarıda geçen: "Koca hayız sebebiyle cimadan men edilmiştir ilh..." sözü
olsaydı bunu îlânın sıhhat şartları içinde zikretmek vâcip olur ve: Îlâ sahih
olmak için kocanın îlâ zamanında karısıylacimadan men edilmiş olmaması şarttır
denilirdi. Buna şöyle itiraz olunur: Bu kadının ihramlı, itikâflı, oruçlu ve
namaz kılar hallerde olmasına şâmildir. Halbuki ileride göreceğiz ki kadın
ihramlı iken îlâ sahihtir. Velev ki kadınla harem arasında dört aydan fazla
zaman olsun. Erkeğin kadına dönmesi de sözle değil cimayla olur. Çünkü ihram
şer'î bir mânidir. O kadının cima hakkını ıskât etmez. İşte îlâ sahih oldu
demektir. Halbuki bu adam dört ay zarfında şer'an bu kadına yaklaşmaktan memnu'
olduğunu bilmektedir. Öyleyse hayız halinde evleviyetle sahih olur. İhram haline
cevap olan şey hayız haline de cevaptır. Bu makamın izahını ganimet bil!
«Kendisiyle yemin
edilen her kelime de vallâhi gibidir.» Bahır sahibi diyor ki: "Vallâhi sözüyle
yemin edilen kelimeleri murat etmiştir. Tallâhi, azametillâhi, celâli hakkı
için, kibriyası hakkı için gibi ki, bunlarla yemine yaramayan? "AIIah'ın ilmi
hakkı için sana yaklaşmam." gibi sözler hariç kalır. Allah'ın gazabı üzerime
olsun, sana yaklaşırsam Allah'ın hışmı üzerime olsun gibi sözler de böyledir. T.
«Sana
yaklaşmayacağım.» Yani ne kadar müddet olduğunu bildirmeden söylemesidir.
Musannıf bunun da îlâ müddetiyle muvakkat olan söz gibi olduğuna işaret
etmiştir. Çünkü mutlak söz ebediyet bildiren söz gibidir. İlâ müddetinde meydana
gelmesi umulmayan bir sınır koyması da böyledir. Meselâ: Recep ayında karısına:
Sana Muharremin orucunu tutuncaya kadar yaklaşmam demesi, aralarında dört aylık
veya daha fazla mesafe bulunan bir yer için çocuğunu filan yerde sütten
kesinceye kadar diye yemin etmesi bu kabîldendir. Daha az olursa îlâ yapmış
sayılmaz. Güneş battığı yerden doğuncaya kadar, Dabbetü'l-Arz çıkıncaya kadar
veya Deccal çıkıncaya kadar demesi de istihsanen böyledir. Çünkü örfe göre bu
sözler ebediyet bildirmek için kullanılır. Îlâ müddetinde bulunması beklenebilen
ancak nikâhın onunla birlikte kalması tasavvur edilemeyen bir müddet söylemesi
de böyledir. Meselâ: Sen ölünceye kadar yahut ben ölünceye kadar veya seni üç
defa boşayıncaya kadar yahut ben sana mâlik oluncaya kadar diye yemin etmesi bu
kabîldendir.
Nikâhın kalması
tasavvur edilen bir söz söylerse meselâ seni satın alıncaya kadar derse îlâ
yapmış sayılmaz. Zira mutlak surette satın almak nikâhı yok etmez. Onu başkası
için satın almış olabilir. Kendim için dese de hüküm yine böyledir. Çünkü satış
fâsid olabilir de ancak teslim almakla mâlik olur. Hatta seni kendim için satın
alarak teslim alıncaya kadar diye yemin ederse îlâ yapmış sayılır. Bu takdirde
sen nikâhımda olduğun müddetçe sana yaklaşmayacağım demiş gibi olur. Kölemi âzâd
edinceye kadar veya karımı boşayıncaya kadar diye yemin ederse İmam-ı A'zam'la
İmam Muhammed'e göre îlâ olur. Ebû Yusuf buna muhâliftir. Ben şu haneye
girinceye kadar veya Zeyd'le konuşuncaya kadar diye yemin ederse bilittifak îlâ
olmaz. Nitekim Nehir ve diğer kitaplarda beyan edilmiştir.
METİN
Yahut sarîh vallâhi
cünüplükten dolayı sana dört ay yaklaşmayacağım, seninle cimada bulunmayacağım,
sana yakınlık etmeyeceğim, senin sebebinle yıkanmayacağım gibi sözlerdir. Velev
ki bunları müddeti tâyin için hayızlı kadına söylesin. Sana yaklaşırsam üzerime
hac farz olsun ve benzeri meşakkatli şeyler söylemek dahi böyledir. İki rekât
namaz üzerime borç olsun demesi bunun hilâfınadır. İki rekâtta bir meşakkat
olmadığı için bu sözle îlâ yapmış sayılmaz. Ama yüz rekât namaz boynuma borç
olsun derse bunun hilâfına olur. Buna kıyasen yüz hatim inmek veya yüz cenazeye
gitmek gibi sözlerle îlâ yapmış sayılmalıdır. Fakat ben bunu bir yerde görmedim.
Sana yaklaşırsam sen boş ol yahut kölem hür olsun demesi dahi böyledir.
Kinâyeye misâl;
sana dokunmam, sana gelmem, seni sarmam, döşeğine yaklaşmam, yanına girmem gibi
sözlerdir. Dâbbetü'l-Arz çıkıncaya kadar, Deccal çıkıncaya kadar, güneş battığı
yerden doğuncaya kadar sana yaklaşmam gibi sözler de müebbeddendir. Müddet
içinde karısına yaklaşırsa yemini bozulur. Velev ki deli olduğu halde yaklaşsın.
O zaman Allah'a yemin etmişse kefâret, başkasına yemin etmişse ceza vâcip olur
ve îlâ sukut eder. Çünkü yemin sona ermiştir. Müddet içinde kadına yaklaşmazsa
müddetin geçmesiyle kadın bir talâk-ı bâin boş olur. Kadına müddet içinde
yaklaştığını müddet geçtikten sonra iddia ederse sözü ancak beyyineyle kabul
olunur. Ve yemin muvakkat ise sâkıt olur. Velev ki iki müddetle muvakkat olsun.
Çünkü ikinci müddetin geçmesiyle kadın ikinciyle bâin olur ve îlâ sukut eder.
İZAH
«Müddeti tâyin
için» yani müddeti zikretmek menin hayız için değil yemin için olduğuna
karinedir. Müddeti zikretmemesi bunun hilâfınadır.
«Üzerime hac farz
olsun ve benzeri» meselâ üzerime umre veya sadaka yahut oruç veya hedy kurbanı
yahut itikâf veya yemin yahut kefâret farz olsun gibi sözler yahut sen boş ol
veya öteki karısı için bu boş olsun, kölem hür olsun veya belirsiz bir köle için
âzâdı üzerime borç olsun, bir gün oruç tutmak boynuma borç olsun gibi sözlerdir.
Bu ayın orucu
boynuma borç olsun demesi bunun hilâfınadır. Çünkü o ay geçtikten sonra
kendisine bir şey lâzım gelmeksizin o kadına yaklaşması mümkündür. Bir cenazenin
arkasından gitmek veya secde-i tilâvet yahut Kur'an okumak veya bir tespih
yahut, Beyt-i Makdis'de namaz kılmak boynuma borç olsun derse îlâ yapmış
sayılmaz. Zahire'de İmam Muhammed'in muhâlif olduğu bildiriliyor. Çünkü ona göre
nezirle bunlar lâzım gelir. Fetih'te de böyle denilmiştir. Fetih sahibi İmam
Muhammed'in kavline cevaba işaretle: "Bu iş nezrin sahih olmasına değil
meşakkatli bir işin lâzım gelmesine dayanmaktadır. Aksi takdirde ikirekât namaza
tâlik etmekle de îlâ yapmış olması lâzım gelirdi. Mezhebe göre namazı Beyt-i
Makdis'den başka bir yerde kılmakla nezir sâkıt olur." demiştir.
"İki rekâtta
meşakkat olmadığı için îlâ yapmış sayılmaz." Velev ki yemini bozulunca bu namazı
kılmak lâzım gelsin. Zira iki rekât namazı nezretmek sahihtir. Şârih bununla
tembellik gibi ârızî meşakkatin muteber sayılmayacağına işaret etmiştir. Nitekim
gazaya gitmek boynuma borç olsun gibi sözde ârız olan korkaklığa itibar yoktur.
"Buna kıyasen
ilah..." Bu inceleme Nehir sahibine aittir. Fakat yerinde değildir. Zira
yukarıda geçti ki mûlî (îlâ yapan kimse) karısına yaklaşması ancak kendisine
lâzım gelen meşakkatli bir şeyle mümkün olan kimsedir. Binaenaleyh mutlak lâzım
olacak ve mutlaka meşakkatli olacaktır. Kur'an okumak, cenaze namazı kılmak, ölü
kefenlemek gibi şeyleri nezretmek sahih olamaz. Nitekim Kuhistânî'nin yeminler
bahsinde beyan edilmiştir. Nezretmesi sahih olmayınca kendisine hiç bir şey
lâzım gelmeksizin kadına yaklaşması mümkündür. Nasıl ki sana yaklaşırsam bana
bin abdest borç olsun dese îlâ yapmış olmaz.
"Sana yaklaşırsam
sen boş ol yahut kölem hür olsun." sözünü "ve benzeri meşakkatli şeyler"
ifadesinden önce zikretmesi gerekirdi. Kadına yaklaşırsa talâk-ı ric'î ile boş
olur, köle de âzâd olur. Zâhirine bakılırsa velev ki bu iş meşakkat veren
şeylerden olmasın. Çünkü aslı itibariyle meşakkatlidir. Nitekim Tahtâvî ifade
etmiştir. Yukarıda arz etmiştik ki, bu adam köleyi satarsa îlâ sâkıt olur. Köle
tekrar milkine dönerse îlâ da döner. Oğlumu kesmek boynuma borç olsun derse îlâ
sahih olur, yeminini bozmakla bir koyun kesmesi lâzım gelir. Nitekim Bedâyı'da
bildirilmiştir.
"Kinâyeye misâl
ilah..." Kinâyelerden bazıları da seninle başımı bir yastığa koymam, sana
dokunmam, seninle yatmam, seni kızdırırım ve sana kötülük ederim gibi sözlerdir.
Fetih. Fetih sahibinin bildirdiğine göre Bedâyı'da yaklaşmak sözüyle seninle
uyumam sözü de kinâyelerden sayılmıştır. Bu son kelime hakkında evvelce söz
geçmişti.
"Müebbeddendir
ilah..." Çünkü bunlar örfen ebediyet bildirmek için söylenir. Bir de dört ay
zarfında vuku bulmayacaklarına delâlet eden sâbık işaretleri vardır. Bu cümleyi
musannıfın aşağıda gelen: "Yemin müebbed ise sâkıt olmaz." sözünün yanında
zikretmesi münasip olurdu. Nitekim Fetih sahibi öyle yapmıştır.
"Veleyki deli
olduğu halde yaklaşsın." Çünkü ehliyet yemin ederken muteberdir, yemin
bozulurken muteber değildir.
"Kefâret vâcip
olur." Yemini bozulmadan kefâret verirse muteber sayılmaz. Bahır.
"Ceza vâcip olur."
Yeminler bahsinde görüleceği vecihle böyle bir hal karşısında üzerine aldığı
nezri ifâ etmekle yemin kefâreti vermek arasında muhayyer bırakılır. Rahmetî.
Yani İmam-ı A'zam'ın da döndüğü sahih kavil budur. Şürunbulâliyye. Ama bu îlâ
kaldığına göredir. Âzâdına yemin edilen köle ölerek îlâ sâkıt olursa bildiğin
gibi hiç bir şey vâcip olmaz.
"Ve ilâ sukut
eder." Dört ay geçerse talâk vâki olmaz. Çünkü yemin bozulmakla bitmiş
gitmiştir. Bu hususta dört aya yemin etmesiyle mutlak veya ilelebet yemin etmesi
arasında fark yoktur. Bahır.
"Bir talâk-ı bâin
boş olur." Bu sözle musannıf yeniden boşamaya veya ayrılmalarına hükmetmeye
hâcet olmadığına işaret etmiştir. Şâfiî buna muhâliftir. Nitekim Hidâye'de
bildirilmiştir.
"Sözü ancak
beyyineyle kabul olunur." Yani kadınla müddet içinde cimada bulunduğunu ikrar
ettiğine beyyine getirecektir. Bahır. Çünkü müddet içinde kendisi inşâya
mâliktir. Binaenaleyh ihbara da mâlik olur ve onun için şâhit getirmesi
sahihtir. Ric'at bâbında bunun benzeri geçmiş ve en şaşılacak meselelerden biri
olduğu bildirilmişti.
«Velev ki iki
müddeti» muvakkat olsun." İki müddet sekiz aya yemin etmekle olur. Nitekim
Kuhistânî'ye uyarak Dürr-ü Müntekâ sahibi böyle demiştir. Ama bu söz Kenz ve
diğer kitaplardaki ifadeye muhâliftir. Onlar da; "Dört ay üzerine yemin ederse
îlâ sâkıt olur." denilmiştir ki bu iki müddete veya fazlasına yemin etse sâkıt
olmayacağını iktizâ eder. "Çünkü ikincinin geçmesiyle kadın ikinciyle bâin
olur." sözünün mânâsı budur. Lâkin şârihin muradı iki müddet geçtikten sonra
sâkıt olur demektir.
"İkinciyle bâin
olur." Yani onunla ikinci defa evlenirse demek istiyor. Yoksa bu söz müebbet
hakkında aşağıda gelen esah sözden başkadır. Çünkü aralarında görünen bir fark
yoktur. Sonra gördüm ki Kuhistânî şöyle demiş: "İkincide yani iki müddet
meselesinde kadın talâk-ı bâinle boşanır da sonra o kocasıyla tekrar evlenir ve
diğer dört ay geçerse diğer bir talâk-ı bâinle boş olur, ilâ da düşer."
Valvalciyye'de şöyle denilmiştir: "Vallâhi sana bir sene yaklaşmam der de dört
ay geçer ve kadın bâin olarak onunla tekrar evlenir de dört ay daha geçerse yine
bâin olur. Onunla üçüncü defa evlenirse talâk vâki olmaz. Çünkü evlendikten
sonra seneden dört aydan daha az bir zaman kalmıştır."
METİN
Yemin müebbet ve
kadın temiz ise yukarıda geçtiği vecihle sâkıt olmaz. Bunun üzerine musannıf şu
sözü tefri' etmiştir: O kadın ikinci ve üçüncü defa nikâh eder de her iki müddet
rucu'suz yani kadına yaklaşmadan geçerse, son iki müddetle bâin olur. Müddet
evlenme vaktinden itibar edilir. Kadın başka kocadan ayrıldıktan sonra nikâh
ederse boş olmaz. Çünkü bu milk sona ermiştir. Üç talâktan aşağı îlâ yapmak
suretiyle bâin olursa yahut geçerli talâkla bâin olarak boşadıktan sonra kadın
üç talâk hakkıyla dönerse, bunun hilâfına îlâ ile talâk vâki olur. İmam Muhammed
buna muhâliftir. Nitekim yıkma meselesinde geçmişti. Başka kocadan döndükten
sonra o kadınla cimada bulunursa kefâret verir. Çünkübozulmak için yemin
bâkidir.
İZAH
"Yemin müebbet ise
sâkıt olmaz." Yani îlâ sâkıt olmaz. Fetih sahibi diyor ki: "Müebbet yemin açık
olarak ebedî sözüyle yapılandır. Yahut mutlak bırakılandır. Bu takdirde sana
yaklaşmam ancak hayızlı olursan müstesna der ki, bununla aslâ îlâ yapmış
sayılmaz."
"Kadın temiz
ise..." Fetih sahibinin: "Ancak hayızlı olursan müstesna." demesinin mânâsı
budur. Yukarıda geçenlerden bunda olan sakatlığı gördün.
"Bunun üzerine şu
sözü tefri' etmiştir." Yani "Yemin müebbed ise sâkıt olmaz." sözünün üzerine:
"Kadını ikinci ve üçüncü defa nikâh ederse ilah..." sözünü tefri' etmiştir. Bu
gösterir ki evlenmeden talâk tekerrür etmez. Çünkü kadının hakkına mâni olmak
yoktur. Bazıları demişlerdir ki: "Dört ayın geçmesiyle kadın îlâdan dolayı
talâk-ı bâinle boş olur da sonra iddet beklerken diğer dört ay geçerse ikinci
bir talâk vâki olur. İddet içindeyken bir dört ay daha geçerse başka bir talâk
vâki olur." Ama esah olan birinci kavildir. Çünkü talâk vukuu zulmün cezasıdır.
Bâinle boşanmış bir kadının ise hakkı yoktur. Binaenaleyh boşayan zâlim olmaz.
Nitekim Zeylaî'de böyledir. Fetih sahibiyle Bahır ve Nehir sahipleri de ona
uymuşlardır. Metinler de buna göre yazılmıştır.
"Müddet evlenme
vaktinden itibar edilir." Evlenmenin iddet içinde yahut iddet bittikten sonra
olması müsavîdir. Nehir sahibi diyor ki: "Müddetin başını itibar hususunda
ihtilâf vardır. Hidâye'de ve ona uyan Kâfî'de müddetin evlenme vaktinden itibar
edileceği bildirilmiştir. Nihâye sahibi ile Timurtâşî ve Merginânî'ye uyarak
İnâye sahibi bunu evlenme iddet bittikten sonra olmuşsa diye kayıtlamışlardır.
Şayet iddet içinde olursa iptida talâk vaktinden itibar edilir." Zeylaî: "Bu
doğru değildir. Ancak evlenmezden önce talâk tekerrür eder diyenin kavline göre
doğru olur ki, bu kavlin zayıf olduğu yukarıda geçmişti." demiştir. Fetih
sahibi: "Evlâ olan mutlak bırakmaktır. Nitekim Hidâye sahibi öyle yapmıştır."
demiştir.
"Başka kocadan
ayrıldıktan sonra nikâh ederse" yani üç talâk ile milki sona eren îlâ sahibi
nikâh ederse demek istiyor. H. Lâkin bu mesele aşağıda gelen talâkı yıkma
meselesidir.
"Çünkü bu milk sona
ermiştir." Bu mesele "Kadının talâkını meselâ şu haneye girmesine tâlik edip de
sonra müneccez olarak üç defa boşarsa ve kadın başka kocaya vararak tekrar
birinci kocasına döner ve o haneye girerse boş olmaz." meselesinin fer'idir.
İmam Züfer buna muhaliftir. Kezâ kadına îlâ yapar da sonra onu üç defa boşarsa
îlâ bâtıl olur. Hatta iddetini beklerken dört ay geçerse talâk vâki olmaz. Züfer
buna muhâliftir. O kadınla başka kocadan döndükten sonra müebbet îlâda evlenirse
îlâ geri dönmez. Züfer muhâliftir. Fetih.
"Kadın üç talâk
hakkıyla dönerse" bu şöyle olur: Kadın başka kocaya gittikten sonra Şeyhayn'ın
kavline göre ikinci koca üç talâktan azının da hükmünü yıkacağından ilkkocasıyla
evlenirse yeniden helâl olur. Ona üç talâk hakkıyla döner.
"Îlâ ile talâk vâki
olur." Yani üç talâk vâki olur. Şöyle ki: Cimasız olarak kadının üzerinden her
dört ay geçtikçe bir talâk-ı bâin boş olur. Nihayet üç talâk meydana gelir.
Fetih, Nehir ve Tebyîn'de böyle denilmiştir.
Ben derim ki: Bunu
mutlaka esah kavle göre her müddetten sonra tekrar onunla evlenirse diye
kayıdlamak gerekir. Tâ ki talâk zulmün cezası olsun. Nitekim geçmişti. Galiba
ulemanın bunu mutlak bırakmaları yakında geçtiği içindir.
"İmam Muhammed buna
muhâliftir." Ona göre üç talâk vâki olmaz. Kalan bir veya iki talâk vâki olur.
Çünkü ona göre ikinci koca üç talâktan aşağısını yıkamaz. Nitekim bu bâbtan az
önce geçmişti. Onun kavline itimad edileceğini de görmüştük.
"Çünkü bozulmak
için yemin bâkidir." Yani talâk hakkında bâki olmasa da bozulmak hakkında yemin
bâkidir ve sanki bir ecnebi kadına sana yaklaşmam demiş gibi olur. Bununla îlâ
yapmış sayılmaz. Ama kadına yakınlık ederse keffâret icab eder. Zeylaî.
METİN
Vallâh sana iki ay
yaklaşmam "bu iki aydan sonra iki ay daha" sözü îlâ olur. Çünkü müddet tehakkuk
etmiştir. Bir gün durur da sonra vallâhi sana iki ay yaklaşmam derse îlâ yapmış
olmaz. Burada günden murad mutlak zamandır. Zira bir saat dahi böyledir. Bahır.
İlk iki aydan sonra desin demesin fark etmez. Çünkü müddet noksandır. Lâkin bunu
derse keffâret birleşir, demezse ayrı ayrı lâzım gelir.
İZAH
"Bu iki aydan
sonra" sözü ittifâkî (tesadüfî) bir kayıddır. Çünkü bu adam iki ay ve iki ay
dese yine hüküm böyle olurdu. Nitekim Tebyîn'de açıklanmıştır. H. Bunun bir
misli de Fetih ile Bahır'dadır.
"Çünkü müddet
tehakkuk etmiştir." Yani dört ay müddet mevcuddur. Onun için bir adam: Ben
fülanla iki gün ve iki gün konuşmam dese onunla dört gün konuşmam demiş gibi
olur. Bu meselelerin cinsinde asıl olan şudur: Nefy edatı ve Allah'ın ismi
tekrarlanmadan atfedilirse bir yemin olur. Tekrarlanırlarsa iki yemin meydana
gelir. Fakat ikisinin müddeti içiçe girerler. İzahı şudur: Bir kimse ben Zeyd'le
iki gün konuşmam, iki gün daha konuşmam derse, bu iki yemin olur. Ama iki
yeminin müddeti birdir. Hatta Zeyd'le ilk gün veya ikinci gün konuşursa ikisinde
de yemini bozulur. Kendisine iki keffâret lâzım gelir. Üçüncü gün konuşursa
yemini bo-zulmaz. Çünkü yeminlerin müddeti geçmiştir. Keza, vallâhi ben Zeyd'le
iki gün konuşmam, vallahi ben Zeyd'le iki gün konuşmam derse hüküm yine budur.
Ama, ben onunla iki gün ve iki gün konuşmam derse bir yemin olur ve bu yeminin
müddeti dört gündür, Hatta iki gün zarfında Zeyd'le konuşursa kendisine bir
keffâret vâcib olur.
Bu izaha göre;
vallâhi ben onunla bir gün ve iki gün konuşmam derse bir yemin olur ve üç güne
kadar devam eder. Hatta bu günler zarfında onunla konuşursa bir keffâret vâcib
olur. Vallâhi ben onunla ne bir gün konuşurum ne iki gün derse yahut vallâhi ben
onunla bir gün konuşmam, vallâhi ben onunla iki gün konuşmam derse iki yemin
olur. Birincinin müddeti bir gün, ikincinin müddeti iki gündür. Hatta onunla ilk
gün konuşursa kendisine iki keffâret vâcib olur. İkinci gün konuşursa bir
keffâret kâfidir. Üçüncü gün konuşursa yemini bozulmaz. Çünkü her iki yeminin
müddeti bitmiştir. Bu izaha göre; vallâhi sana ne iki ay yaklaşırım ne de iki ay
der yahut vallâhi sana iki ay yaklaşmam, vallâhi sana iki ay yaklaşmam derse îlâ
yapmış olmaz. Çünkü bunlar iki yemin olup müddetleri birbirinin içine girer.
Hatta iki ay geçmeden kadına yakınlık ederse kendisine iki keffâret vâcib olur.
İki ay geçtikten sonra yakınlık ederse hiç bir şey vâcib olmaz. Çünkü ikisinin
de müddeti bitmiştir. Zeylaî.
Ben derim ki: Bunun
hâsılı şudur: Nefy edatının ve Allah isminin tekrarıyla yeminin müteaddid
olduğuna hüküm verilir. Yemin müteaddid olursa müddet bir olur. Yani birinci
yeminin müddeti ikincinin müddeti içine girmiş olur. Ne zaman yemin bir olursa
müddet müteaddid olur. Yani ikincinin müddeti aynı, birincinin müddeti ayrı
olur. Bazen yemin müteaddid olmakla beraber müddet de müteaddid olur. Mesela;
müddetin başka olduğunu söyler; o zaman her müddete bir keffâret vâcib olur.
Nitekim ikinci meselede gelecektir.
"Bir gün durur da"
yani vallâhi sana iki ay yaklaşmam dedikten sonra durur da sonra ikinci cümleyi
söylerse îlâ yapmış sayılmaz.
"İlk iki aydan
sonra desin demesin fark etmez." Yani burada zarfla kayıdlaması ilk meselede
olduğu gibi tesadüfîdir.
"Çünkü müddet
noksandır." Yani iki yeminin arasını ayıran meselâ bir gün gibi bir fâsıla
mikdarı noksandır. Çünkü, birinci yeminde kadına yaklaşmama müddeti iki aydır.
Ondan sonraki ikinci yeminde dahi iki ay vardır. Bu iki yeminin arasında kadına
yaklaşmakla kendisine bir şey lâzım gelmeyecek bir müddet vardır. Onu çıkardımı
îlâ müddeti tamam olmaz. Birinci mesele bunun hilâfınadır. Çünkü oradaki dört
ayda fâsıla yoktur. Bu burada ilk iki aydan sonra dediğine göredir. Çünkü
müddetin değişik olduğuna nassdır. Velevki yemin müteaddid olsun. Bunu demezse
müddet birleşir. Çünkü Allah Teâlâ'nın ismini tekrarladığı için müddetin
teaddüdünü mûcib olmayacak şekilde yemin teaddüd eder. Binaenaleyh îlâ müddeti
dahi yoktur.
"Lâkîn bunu derse
ilah..." sözü zarfı söylemekle söylememek arasında fark görmemesi üzerine
istidraktır. Yani bu adamın îlâ yapmış sayılmamasına bakarak zarfın zikredilmesi
ve edilmemesi arasında fark yoktur. Lâkin aralarında başka cihetten fark vardır.
Bu farkı Fetihsahibi ve başkaları söylemişlerdir ki şudur: O adam bunu söylerse
ikinci yeminin müddeti teayyün eder. Bahır ve Nehir'de böyle denilmiştir.
Yani ikinci yeminin
müddeti birincinin içine girmeksizin ayniyle murad edilmiş olur. Şârih bunu
"keffâret birleşir" sözüyle ifade etmiştir ki, kendisi de Fetih sahibinin bu
suret hakkındaki şu sözünden almıştır: "Eğer kadına ilk iki ayda yaklaşırsa
kendisine bir keffâret lâzım gelir. Son iki ayda yaklaşırsa yine öyledir. Çünkü
iki ay içinde iki yemin toplanmamıştır. Bilâkis her iki ayda bir tek yemin
vardır. "Bunun üzerine Hidâye şârihleri:" Yakınlık ettiği için o adama iki
keffâret lâzım gelir." diye itiraz etmişlerse de Fetih sahibi bunun hata
olduğunu söylemiştir.
Nehir sahibi diyor
ki: "Çünkü her yemin için yalnız başına bîr müdet olunca iki müddet arasında
içiçe girme yoktur ki, kendisine iki keffâret lâzım gelsin. Meğerki her ikisinin
müddeti içinde yakınlık ettiği murad edilsin. Sa'diyye haşiyelerinde böyle
denilmiştir. Bence bu yorum yapılması vâcîb bir şeydir."
Ben derim ki:
Fetih'de beyan edilen ve Bahır'da ona uyarak; "Lakin iki müddet içiçe girer.
Kadına ilk iki ayda yaklaşırsa kendisine bir keffaret lâzım gelir ilah..."
denilmesi bir kalem hatasıdır. Doğrusu iki müddetin içiçe girmemesidir. Ben buna
tenbihde bulunan görmedim. Lâkin mânâ ve sözün gelişi geçişi buna delâlet
etmektedir. Kezâ Nehir'den naklettiğimiz ibâre dahi açıkça buna delâlet
etmektedir. Fakat o adam ilk iki aydan sonra demezse her ikisinin müddeti bir
olur ve ikincisi birincisinden bir gün sonraya kalır. Bahır ve Nehir'de böyle
denilmiştir.
Şârih bunu "demezse
ayrı ayrı lâzım gelir" sözüyle ifade etmiştir.Yani bunu demezse ayrı ayrı
keffâret lâzım gelir, demek istemiştir ki bunu Fetih sahibinin şu ifadesinden
almıştır: "İki müddet içiçe girdikleri için îlâ yapmış olmaz ve ikincinin
müddeti birinciden bir gün yahut -iki yeminin arasını ayırmasına göre- bir saat
gecikir. Böylece bu iki yeminden iki ayla bir güne yahut -fâsılaya göre- bir
saatlik yemin meydana gelir."
Ben derim ki: Bunun
hâsılı şudur: Bu adam sana iki ay yaklaşmam deyip bundan meselâ bir gün sonra
aynı sözü söylerse iki müddet bir olur. Çünkü, yukarda geçtiği vecihle yemin
müteaddiddir. Lâkin iki yeminin arasını ayıran bir gün birinci yeminde dahil
ikincide dahil değildir. Binaenaleyh ikinci yeminde iki ay üzerine bir gün
ziyade etmekle iki ay tamamlamak lâzım gelir. Bu ziyade gün ikinci yeminde
dahildir. Fasıla olan günün aksine birincide dahil değildir. Bundan da zikri
gecen iki günden maada iki müddetin içiçe girmesi lâzım gelir. Çünkü iki müddete
iki yemîn toplanmamıştır. Kadına bunların birinde yakınlık ederse kendisine bir
keffâret lâzım gelir. Müddetin kalanı bunun hilâfınadır. Çünkü o iki yeminde
dahildir. Binaenaleyh onda keffâret müteaddid olur. Burada bana zâhir olan
budur.
METİN
Yahut vallâhi sana
bir sene yaklaşmam yalnız bir gün müstesna derse îlâ yapmış olmaz. Bilâkis
kadına yakınlık eder de seneden dört ay yahut daha fazla zaman kalırsa o zaman
îlâ yapmış olur. Aksi takdirde olmaz. Sene sözünü atarsa kadına yaklaşmadıkça
îlâ yapmış olmaz, yaklaşırsa îlâ yapmış olur. "Ancak içinde sana yakınlık
ettiğim gün müstesna." ifadesini ziyade ederse ebediyyen îlâ yapmış olmaz. Çünkü
içinde kadına yakınlık edeceği her günü istisna etmiştir.
Bînaenaleyh
ebediyyen men'i tasavvur edilemez. Yahut kendisi Basra'da olduğu halde: Vallâhi
Mekke'ye girmem der de o halde kadın Mekke'de bulunursa îlâ yapmış olmaz. Çünkü
onu Mekke'den çıkararak kendisiyle cima'da bulunması mümkündür. Bir kimse
talâk-ı ric'î ile boşadığı karısına îlâ yaparsa sahih olur. Çünkü karı-kocalık
bâkidir. O iddetin geçmesiyle bâtıl olur.
İZAH
"Yalnız bir gün
müstesna..." Yalnız bir saat müstesna demesi de böyledir. Bunu Tahtâvî
Hamevî'den nakletmiştir.
"Derhal îlâ yapmış
olmaz." Çünkü belirsiz bir gün istisna etmiştir. Binaenaleyh bu hakikat olarak
senenin her gününe uyar ve o günde kadına yaklaşması mümkün olur. Kendisine hiç
bir şey de lâzım gelmez. Elverir ki bunu dört ay geçmeden önce yapmış olsun.
İmam Züfer'in dediği gibi bunu senenin en son gününe vermek sözü hakikatinden
çıkarmak olur. Zira hakikati belirsizliktir. Bu sefer hiç hâcet yokken onu
tâyine çevirmiş oluruz. "Bir gün noksan kalması müstesna" demesi bunun
hilâfınadır. Çünkü noksan örf-ü âdete göre sondan olur. Sana hanemi bir sene
icârâ verdim yalnız bir gün müstesna yahut alacağımı erteledim yalnız bir gün
müstesna demesi dahi böyledir. Çünkü akdin sahih olması ve ödemenin
geciktirilmesi için bu sözden son gün murad edilmesine ihtiyaç vardır.
Vallâhi Zeyd'le bir
sene konuşmayacağım yalnız bir gün müstesna sözü de böyledir. Zira buna sebeb
olan dargınlık halen konuşmamayı iktiza eder ve konuşmak sonraya bırakılır. îlâ
bazen gönül razılığı ile olur. Velevki dargınlıktan dolayı olsun. Lâkin
geciktiği takdirde iki mekrûhun lâzım gelmesi dargınlık cihetiyle karşılaşır ve
her ikisi sâkıt olarak lâfzın muktezası olan belirsizlikle amel edilir. Bahır ve
Nehir'in ifadelerinin hülasası budur.
"Bilâkis kadına
yakınlık eder de" yani bir günde yakınlık eder de ondan sonra yaklaşmazsa demek
istiyor.
"İlâ yapmış olur."
Yani sırf yakınlaşmakla değil o gün güneş kovuşmakla îlâ yapmış olur. "Bir sene
yaklaşmam yalnız bir defası müstesna." demesi bunun hilâfınadır. Zira yakınlık
ettiği an îlâ yapmış olur.
"Aksi takdirde
olmaz." Yani dört ay kalmazsa îlâ yapmış olmaz.
"Yaklaşırsa îlâ
yapmış olur." Yani müebbeden îlâ yapmış olur. Çünkü müstesna olan günden sonrası
için sınır yoktur. Binaenaleyh ona yukarıda geçen müebbed îlâ hükmü verilir.
"Bir gün müstesna" sözünü atar da sene sözünü bırakırsa îlâ yapmış olur, bu
sözle kadın yalnız iki talâk boş olur. Nitekim Bahır'da Valvalciyye'den naklen
bildirilmiştir ki ibâresini arzetmiştik.
"Ebediyyen îlâ
yapmış olmaz." Yani kadına yakınlıkta bulunsun bu-lunmasın demek istiyor. Bahır.
"Kendisiyle cima'da
bulunması mümkündür." Yani müddet içinde ken-disine bir şey lâzım gelmeksizin
mümkündür. Mümkün değilse meselâ iki yer arasında sekiz aylık mesafe varsa
Cevamiu'l-Fıkıh'da bildirildiğine göre îlâ yapmış sayılır. Kâdîhân'ın
bildirdiğine göre itibar dört ayadır. Bunun zayıf olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü
karı-kocadan her biri diğerinin yanına giderek bundan daha az bir müddete
karşılaşmaları mümkündür. Bahır. Burada şöyle denilebilir: "Her iki kavle göre
îlâ tehakuk etmez. Çünkü îlâ kadına yaklaşmayacağına yemindir. Buradaki yemin
ise girmeyeceğinedir." Cevabı şudur: Bu söz onun kinâyelerindendir. Binaenaleyh
onunla îlâ yapmış olmak için niyet şarttır. T.
"Çünkü karı-kocalık
bâkidir." Binaenaleyh Teâlâ Hazretlerinin: "Kadınlarına îlâ yapan erkekler için
ilah..." âyet-i kerîmesi bu kadına da şâmildir. Buna şöyle itiraz olunmuştur:
"îlâ kadını cima hakkından men ettiği için erkeğe verilen bir zulüm cezasıdır.
Talâk-ı ric'îde kadının ne kazâen, ne de diyâneten cima hakkı yoktur. Hatta
erkeğin ona cimasız müracaat etmesi müstehaptır. Binaenaleyh erkek zâlim
olamaz." Bu itiraza Şemsü'l-Eimme Kerderî şu cevabı vermiştir: "Nassan
bildirilen bir şeyde hüküm mânâya değil nassa izafe edilir." Tamamı inâye'dedlr.
Fetih sahibi diyor ki: "Görmüyor musun kadının cima hakkı sâkıt olsa bile îlâ
sâbittir. Bu gebe olduğu halde coçuk üzerine cima etmek veya başka bir şey
korkusundandır. Böylece anlaşılır ki zulümle ta'lil etmek ekseriyete göre hüküm
verme esasına dayanır."
"İddetin geçmesiyle
bâtıl olur." Yani îlâ müddeti tamam olmadan iddetin geçmesiyle bâtıl olur. Fakat
kadın hayız görenlerden olup temizlik müddeti uzarsa müddetinin geçmesiyle kadın
bâin olarak boş düşer. Nehir.
METİN
Bâinle boşadığı
karısına yahut îlâdan sonra nikâhladığı ecnebî bir kadına ilâ yapar da yukarıda
geçtiği gibi onu milke izafe etmezse îlâ sahih olmaz. Çünkü mahalli yoktur. O
kadınla cimada bulunursa yemin bâki olduğu için kefâret verir. Evvela îlâ yapar
da sonra kadını talâk-ı bâinle boşarsa, kadın iddet beklerken îlâ müddeti
geçtiği takdirde başka birtalâkla boş düşer. Aksi takdirde bâin olmaz. Hâniyye.
Bir kimse kadına
cimadan ihram gibi hükmî aczle değil de -çünkü îlâ erkeğin ihtiyariyledir-
hakiki aczle meselâ ikisinden birinin hastalığı yahut kadının küçüklüğü veya
fercinin yapışıklığı yahut erkeğin âletinin kesikliği ve kalkınamaması yahut îlâ
müddetinde yürüyemeyeceği bir mesafe olması veya erkeğin hapsedilmesi sebebiyle
âciz kalır -yani hapishanede de kadınla cimaya imkân bulamazsa demektir. Nitekim
Gâye'den naklen Bahır'da böyle denilmiştir- bir hak sebebiyle âciz kalmazsa -ben
bunu başkasının söylediğini görmedim. Araştırmalıdır. Kadının hapsedilmesi ve
itâatsizliği dahi böyledir- o kimsenin dönmesi diliyle kadına döndüm veya sana
müracaat ettim yahut îlâyı iptal ettim veya söylediğimden döndüm gibi sözlerle
olur. Çünkü kendisi men sebebiyle ona eziyet etmiştir. Şu halde vaat etmekle onu
razı kılacaktır.
İZAH
"Bâinle boşadığı
karısına" sözüyle musannıf îlâdan sonra nikâhın bâki olmasının şart
kılınmadığına işaret etmiştir.
"Aksi takdirde bâin
olmaz." Yani îlâ müddeti iddet beklerken geçmez de iddetten sonra geçerse kadın
bâin olmaz. Hâniyye'de dahi: Kadınla iddet bitmeden evlenirse îlâ hali üzere
kalır. Hatta îlâ müddetinden dört ay geçmeden iddet tamam olursa kadın ikinci
bir talâkla boş olur. İddet geçtikten sonra evlenirse îlâ yapmış sayılır. Bunun
müddeti evlenme vaktinden sayılır.
"Cimadan âciz
kalırsa" meselesinde musannıfın yaptığına bakılırsa âcizlik îlâdan sonra meydana
gelmiştir. Halbuki aczin îlânın başından sonuna kadar devamı şarttır. Nitekim
bunun açıklaması gelecektir. Şu halde buradaki aczden murat mevcut olandır,
sonradan ârız olan değildir. Sonra Hindiyye'de Fetih'ten naklen şöyle
denildiğini gördüm: "Bu îlânın başından dört ay geçinceye kadar âciz kaldığına
göredir ilah..." Bundan sonra şöyle devam edilmiştir: "Velev ki îlâ şarta
muallak olsun. Zira sıhhat ve hastalık dille dönmenin câiz olması hususunda
şartın bulunması halinde muteberdir, tâlik halinde muteber değildir."
"Hükmî aczle değil
de" yani kadın ihramlıyken yahut kendisi ihramlı bulunduğu halde hac ile
aralarında dört ay varken kadına îâ yaparsa bu adamın dönmesi ancak fiilen olur.
Velev ki fiilinde âsî olsun. Tatarhâniyye'de Tahâvî şerhinden naklen böyle
denilmiştir. Fetih ve Bahır'da bu: "Çünkü kendisi sebep olmuştur. Kendisine
lâzım gelen bir hususta haram bir yol tutmuştur. Binaenaleyh hafiflik istemeye
hakkı yoktur." şeklinde ta'lil edilmiştir.
"Kendisine lâzım
gelen bir hususta" sözünden murat talâkın vukuudur. Haram olan yol da îlâdır.
Çünkü îlâyı kendi ihtiyariyle yapmıştır. Binaenaleyh lâzım gelecek şeye kendisi
sebep olmuştur. Halbuki hakikî cimaya kudreti de bulunuyordu. Bu sebeple kadının
hakkınıvermeyerek zâlim olmuştur. Bu bir kul hakkıdır. Binaenaleyh sâkıt olmaz.
Velev ki ihram sebebiyle ondan hükmen âciz kalsın. Onun hükmen âciz kalması
dille dönmek suretiyle hafifletmeye sebep olamaz. Çünkü kendisi haram bir işi
yapmakla hafifliğe müstahak olmamıştır. Buna ancak hakikî aczle müstahak olur.
Zira talâkın üstünde teklif yoktur. Şu halde seferiyle günâha giren gibi olur.
Böylesi su bulamazsa kendisine teyemmüm mubah olurdu. Bana zâhir olan budur.
"Hakikî aczle"
meselâ şer'an cimaya mâni bulunmamakla demek istiyor. Çünkü şer'an mâni olsa
hakikatte ona kâdir, hükmen âciz sayılır. Nitekim Bedâyı'da böyle denilmiştir.
"Çünkü îlâ erkeğin
ihtiyariyledir." İhram öyle değildir. Nitekim izahatımızdan anlamışsındır.
Bahusus kadının ihramlı bulunduğu surette açıktır. Bu da bizim söylediklerimizi
teyit eder. Biz: "Kadının hayzı îlânın sahih olmasına mâni değildir." demiştik.
Çünkü o nihayet şer'î bir mânidir. Aksi takdirde ihram meselesinde de sahih
olmamak lâzım gelir. Nitekim arz etmiştik.
"Yahut kadının
küçüklüğü..." Erkeğin küçüklüğü ise îlânın sahih olmasına mânidir. Nitekim
evvelce arz etmiştik.
"Îlâ müddetinde"
yani dört ayda veya daha fazlada demek istiyor. Nitekim Fetih'te ve Hâkim-i
Şehid'in Kâfî'sinde böyle denilmiş ve şöyle devam edilmiştir: "Dört aydan az
olursa dönmek ancak cimayla câiz olur." Yani o adamı sultan yahut düşman men
etse bile başka çare yoktur. Çünkü bu nâdirdir.
"Erkeğin
hapsedilmesi ilah..." Fetih'te şöyle denilmiştir: "Hapis hakkında ihtilâf
olunmuştur. Bedâyı' sahibi hapis sebebiyle dille dönmeyi sahihlemiş, Tahâvî
şerhinde ise bunun hilâfı ifade edilmiştir. Rivâyetin cevabı da budur. Bunu
Hâkim Kâfî'de söylemiştir. Bedâyı' sahibi Kâfî ile Tahâvî şerhinin sözlerini
hapishanede kadına yaklaşmaya imkân bulmaya yorumlamak suretiyle yatıştırma
yapmış ve: «Kadın onun yanına girer de onunla cimada bulunur. Hak sebebiyle
hapis dille dönmekte muteber değildir. Bununla hapis ise muteberdir." demiştir.
Şârihin söylediği de bu yatıştırmadır. Fetih sahibi: "Hak sebebiyle hapis
ilah..." sözüyle bu hilâf ve yatıştırmanın ancak zulüm sebebiyle hapsedildiği
zamana mahsus olduğunu anlatmak istemiştir. Hakkıyla hapis edilirse asla muteber
değildir. Çünkü hakkını ödeyerek hapisten çıkmaya muktedirdir. Başka bir
arabulmaya da işaret olabilir. Makdisî ona göre hareket etmiştir.
"Araştırmalıdır."
Halebî diyor ki: "Biz bunu araştırdık ve Fetâvâ-i Hindiyye'de
Gâyetü's-Surûcî'den nakledildiğini gördük."
Ben derim ki: şârih
sözü uzaklara götürdü. Bu gördüğün gibi Fetih'te de zikredilmiştir.
"Kadının
hapsedilmesi de böyledir." Yani ister hakkıyla ister zulmen hapsedilsin
araştırmaya değer. Çünkü özür erkekten gelmeyince erkek onu gidermeye imkân
bulamaz. Rahmetî.
"Ve itâatsizliğin
dahi böyledir." Bahır sahibi diyor ki: "Kadının erkeğe teslim olmaması yahut
kadın kaçak olup kocasının onun nerede olduğunu bilmemesi yahut üç talâkın
şehâdetiyle tezkiye yapmak için hâkimin aralarına girmesi dahi aczden sayılır."
"O kimsenin dönmesi
ilah..." Yani talâk hakkında îlâyı iptal eden dönüşü sözle olur. Yeminin
bozulması itibariyle bâki sayılması hakkında ise sözle olmaz. Hatta îlâ
müddetinde sözle kadına döndükten sonra onunla cimada bulunursa kefâret vermesi
lâzım gelir. Çünkü yeminini bozduğu tahakkuk etmiştir. Bahır. Yemin ancak
bozulmakla biter. Bozulması ise üzerine yemin edilen şeyin yapılmasıyla olur.
Söz, üzerine yemin edilen bir şey değildir. Binaenaleyh yemin bitmez. Bedâyı'.
"Diliyle" diye
kayıtlaması hasta bir adam diliyle değil de kalbiyle dönse muteber sayılmayacağı
içindir. Bunu Hâniyye'den naklen Bahır sahibi söylemiştir. Kadın tasdik ederse
muteber olur diyenler de olmuşsa da birinci söz daha yerindedir. Fetih.
"Gibi sözlerle
olur." demesi sözlerin bunlardan ibaret olmadığını anlatmak içindir. Çünkü
maksat döndüğünü anlatan sözdür. Anla!
METİN
Şayet müddet içinde
cimaya kâdir olursa onun dönmesi ferce cimayla olur. Çünkü asıl odur. Dübür gibi
başka bir yere cimada bulunursa bu dönmek olmaz. Bu aczin îlâ vaktinden
müddetinin sonuna kadar devam etmesi şart olduğunu gösterir. Mültekâ'da bu
açıklanmıştır. Hâvî'de şöyle denilmektedir: "Bir kimse sağlamken îlâ yapar da
sonra hastalanırsa onun dönmesi ancak cimayla olur."
İZAH
"Şayet cimaya kâdir
olursa ilah..." sözü îlâ zamanında kâdir olup da sonra âciz kalmaya da şâmildir.
Şu şartla ki, îlâdan sonra cima mümkün olacak bir zaman geçmelidir. Bu söz îlâ
zamanında âciz olup sonra müddeti içinde muktedir olması haline de şâmildir.
Müddeti içinde diye kayıtlaması müddeti geçtikten sonra kâdir olursa bâtıl
olmadığı içindir. Bahır.
"Çünkü asıl odur."
Yani söz onun halefidir. Bedelle maksat hâsıl olmazdan önce aslına kâdir olursa
bedel bâtıl olur. Teyemmüm eden kimse gibi ki namaz kılarken suyu görürse
teyemmümü bâtıl olur. Bahır.
"Başka bir yere
cimada bulunursa" kezâ kadına hayız halinde cimada bulunur veya onu şehvetle
öper yahut dokunur, yahut fercine bakarsa hüküm birdir. Nitekim Hindiyye'de
böyle denilmiştir. T.
Ben derim ki: Lâkin
Hindiyye'nin ibâresi hayız meselesinde Tahtâvî'nin ondan naklettiğinin
hilâfınadır. İbâresi şudur: "Îlâ yapan hasta karısıyla fercden başka bir yere
yakınlık ederse bu onun tarafından dönmek değildir. Ama kadına hayız halinde
yakınlık ederse dönmek olur. Zahîriyye'de böyle denilmiştir." Tatarhâniyye'den
naklettiğimiz: "İhram halinde cimayla kadına dönmek sahihtir." sözü de bunu
teyit etmektedir. Zira şer'î mâni her ikisinde mevcuttur.
"Bu ilah..." Yani
"Cimaya kâdir olursa ilah..." cümlesinin ifade ettiği mânâ sözle dönmek sahih
olmak için aczin devamı şarttır demektir.
Ben derim ki: Bu
şartın ifade ettiği mânâ da şudur: Acz ortadan kalkarsa sözle dönmek bâtıl olur.
Velev ki müddet içinde başka acz bulunsun. Çünkü Câmiu'l-Fusûleyn'de hastanın
talâkı bahsinde şöyle denilmektedir: "Hasta bir adam karısına îlâ yapar da sonra
o iyileşmeden karısı hastalanırsa, sonra kendisi iyileşerek karısı müddetin
sonuna kadar hasta kalırsa böylesinin dönmesi bize göre cimayla, Züfer'e göre
sözle olur. Bizim delilimiz şudur: Ruhsatın sebebi muhteliftir. Zira her iki
hastalık o adamın sözle dönmesinin câiz olmasını gerektirir. Ruhsat sebeplerinin
muhtelif olması ise birinci ruhsatı ikinciye tercih etmeye mânidir ve birinci
ruhsat yok hükmüne girer. Yolcu gibi ki su bulamadığı için teyemmüm eder de
sonra kendisine yalnız başına teyemmümü mubah kılan bir has-talığa tutulursa. su
bulamadığı için yaptığı teyemmümün hükmü kalmaz.
Burada kadının
hastaliğı dahi sözle dönmeyi mubah kılar. Binaena-leyh onun hükmü kocasının
hastaiığına bina edilemez. "Şârih bu ibâreyi teyemmüm bâbında kısaltmıştır.
Lâkin Fetih ve Bedâyı'da şöyle denilmek-tedir: "Bir kimse hosta oiduğu halde
müebbed îtâ yapar da müddet geç-mekle kadın bâin olur ve sonra kendisi
iyîleşerek o kadınla hasta Iken evlenir ve sözle dönerse İmam-ı A'zam'la fmam
Muhammed'e göre sahih ol-moz. Ebû YusuF'a göre sahih olur. Ulemanın
söylediklerine göre esah olan budur. Çünkü bu adam îlâyı hasta iken yapmıştir.
îtânın hükmü de o has-ta iken dönmüştür. O sağlamken kadın talâk-ı bâinle
boşanmıştır. Cima'a hokkı yoktur. Binaenaleyh bu bâbdaki îlânın hükmü geri
dönmez. İmam-ı A'zam'la İmam Muhammed'in delilleri şudur: Bu adam ikinci
müddette iyileşince hakikaten cimaya kâdir oldu demektir. Binaenaleyh bu
müddette, sözle dönmenin itibarı sâkıt olur. Velev ki günâha girmeden onunla
cimaya kâdir olamasın. Nitekim ihramlı bulunursa dediğimiz yerde geçmişti."
Burada da ruhsatın sebebi muhteliftir ve Ebû Yusuf'un kavline göre muteber
değildir.
Galiba cevap şöyle
olacaktır: Ruhsat sebeplerinin değişmesinin ilk ruhsatı hesaba katmaya mâni
olması ancak iki sebep bir vakitte toplandığı vakittir. O zaman birincisi
muteber olur. İkincisi hükümsüz kalır. Birincisi ortadan kalktı mı onun hükümsüz
kaldığı sâbit olduktan sonra ikincisi muteber değildir. Birincisi ortadan
kalktıktan sonra ikincinin bulunması bunun hilâfınadır. Çünkü ikinci meselede
olduğu gibi onu hükümsüz bırakacak bir şey bulunmadığından ikincisi amel ve
tesirini gösterir. Buna şu da delâlet eder ki, ulemaTarafeyn'in ruhsat
sebeplerinin değişmesi kavlini ta'lil etmemişlerdir. Nitekim gördün. Bu izahı
ganimet bil. Çünkü tektir!
"Mültekâ'da bu
açıklanmıştır." Ben derim ki: Bedâyı'da da açıklanmıştır.
"Hâvî'de ilah..."
Zikredilen şartın fer'lerinden olmak üzere demek istiyor. Nitekim Bedâyı'da da
öyledir.
"Sonra
hastalanırsa" yani sağlamken cima' edebileceği bir müddet geçtikten sonra
hastalanırsa bu müddet kısa olduğu için cima edemediyse o kimsenin dönmesi sözle
olur. Çünkü cimayı terk hususunda ileri gitmemiştir. Binaenaleyh ma'urdur.
Bedâyı'.
METİN
Üçüncü bir şart
kalır ki onu Bedâyı' sahibi zikretmiştir. O da sözle döndüğü vakit nikâhın
mevcut olmasıdır. Şayet kadını talâk-ı bâinle boşar da sonra sözle dönerse îlâ
bâkidir. Bir kimse karısına: Sen bana haramsın der ve buna benzer sen haramda
benimle berabersin gibi bir söz söylerse, haram kılmayı niyet ettiği veya hiç
bir şeyi niyet etmediği takdirde bu söz îlâ olur. Zıhârı niyet ederse zıhâr,
yalanı niyet ederse hükümsüz ve bâtıl olur. Ama bu diyâneten böyledir. Kazaen
ise îlâdır. Kuhîstânî.
İZAH
"Üçüncü bir şart
kalır." Yani yukarıda geçen acz ve aczin devamı şartlarından maada bir de
nikâhın devamı şartı vardır. Kadın talâk-ı bâinle boşanmamış karısı olacaktır.
Bedâyı'.
"İla bâkidir." O
kadınla evlenir de müddet geçerse kadın ondan talâk-ı bâinle boş olur. Çünkü
nikâh mevcut iken sözle kadına dönmek ancak talâk hükmü hakkında îlâyı kaldırır.
Çünkü onunla kadının hakkı ifâ edilmiş olur. Bâin olduğu halde ise kadının bir
hakkı yoktur. Cimayla dönmek bunun hilâfınadır. O bâinle ayrıldıktan sonra dahi
sahihtir. Hatta îlâ bâki kalmayıp bâtıl olur. Çünkü o adam cimayla yeminini
bozmuştur. Yemin çözülüp bitmiştir. Burada yeminden dönme yoktur. Îlâ da
kalkmaz. Bedâyı'.
"Bir kimse
karısına: Sen bana haramsın der ilah..." Ben derim ki: Burada metinlerin ibâresi
böyledir. Yeminler bahsindeki ibâresi ise: "Her helâl bana haram olsun." derse
bu yiyecekle içeceğe yorumlanır. Fetva niyetsiz olarak karısının bâin olacağına
dairdir." şeklindedir. Hidâye'de yeminler bahsinde: "Bu söz örften dolayı
yiyeceğe, içeceğe yorumlanır. Çünkü âdeten yiyip içilen şeyler hakkında
kullanılır. Binaenaleyh erkek yer içerse yemini bozulur. Niyetsiz olarak kadına
şâmil değildir. Şayet kadını niyet ederse îlâ olur. Ama yemin yenilen içilen
şeylerden başkasına yorumlanmaz. Bunların hepsi zâhîr rivâyetin cevabıdır."
denilmiştir. Sonra müteehhirin ulemanın niyetsiz olursa karısı talâk-ı bâinle
boş düşeceğini ihtiyar ettikleri belirtilmiştir.
Bunun hâsılı şudur
ki: Zâhir rivâyete göre örfen bu söz yiyeceğe, içeceğe yorumlanır. Kadınıharam
kılmayı niyet ederse ona mahsus kalmaz. Bilâkis hem ona hem yiyeceğe içeceğe
şâmil olur. Bununla anlaşılır ki, buradaki kadını haram kılmak veya zıhâr yahut
yalan veya talâk niyeti arasındaki tafsilât söz umumî olmadığı zamana mahsustur.
Söz umumî olursa meselâ her helâl yahut Allah'ın her helâli veya müslümanların
her helâli derse bunun hilâfınadır. Çünkü niyetsiz olarak örfen yiyeceğe içeceğe
yorumlanır. Kadını niyet ederse ona da şâmil olur. Fetva müteehhirin ulemanın
kavline göredir. Yani söz umumî olsun hususî olsun talâk-ı bâine yorumlanır. Bu
izahı ganimet bil!
"Ve buna benzer"
yani hususî lâfızları söylerse demektir. Nitekim onları biliyorsun.
"Bu söz îlâ olur
ilah..." Yani müebbet mânâsında mutlaktır. Hükmü yukarıda geçmişti. Dürer sahibi
diyor ki: "Çünkü bu lâfız mücmeldir. Binaenaleyh izahı onu söyleyene aittir. Ben
bununla haram kılmayı murat ettim yahut bir şey murat etmedim derse yemin olur
ve bununla îlâ yapmış sayılır. Çünkü helâlı haram yapmak yemindir."
"Zıhârı niyet
ederse zıhâr olur." Çünkü zıhârda haram olmak vardır. Onun niyet ederse sahih
olur. Zira ona ihtimali vardır. Dürer.
"Yalanı niyet
ederse bâtıl olur." Çünkü sözünün hakikatini niyet etmiştir. Sözünün hakikati
kadını haram olmakla vasıflandırmaktır. Halbuki kadın helâllikle vasıflıdır.
Binaenaleyh söylediği yalan olur. Buna şöyle itiraz olunmuştur: Eğer sözünün
hakikati bu olaydı niyetsiz ona yorumlanırdı. Halbuki niyetsiz yemine
yorumlanır. Cevap şudur: Bu birinci hakikattir. Onun için ancak niyetle elde
edilir. Yemin ikinci hakikattir, şöhret bulması vasıtasıyladır. Bunu Fetih'ten
naklen Bahır sahibi söylemiştir. Hâsılı birincisi lügaten hakikat, ikincisi
örfen hakikattir.
"Kazaen ise
îlâdır." Yani kazaen yalan murat ettiği tasdik olunmaz. Çünkü helâlı haram
kılmak nassan yemindir. Bu kavil Şemsü'l-eimme Serahsî'nindir. Fetih sahibi:
"Doğru olan budur. Amel ve fetva buna göredir. Nitekim ileride söyleyeceğiz.
Birincisi Hulvânî'nin sözüdür. Zâhir rivâyet de odur. Lâkin fetva yeni çıkan
örfe göredir." demiştir.
Bunun hâsılı şudur:
Burada iki örf vardır. Birisi aslî örftür ki, o da îlâ mânâsına yemin olmasıdır.
Diğeri sonradan çıkan örftür. O da talâkı murad etmektir. Şemsü'l-Eimme'nin:
"Kazaen tasdik edilmez. Bilâkis îlâ olur." sözü aslî örfe göredir. Fakat fetva
yeni örfe göredir. Çünkü her akit yapan, yemin eden ve benzeri işler gören
kimsenin sözü kendi örfüne yorumlanır. Velev ki zâhir rivâyete muhâlif olsun.
Nitekim ulema:
"Hâkim veya müftü örfü bırakıp da zâhir rivâyetle hüküm veya fetva veremez."
demişlerdir. Şu halde doğrusu Şemsü'l-Eimme'nin dediği gibi o adam kazaen tasdik
olunmaz demektir. Lâkin bizim zamanımızda onu îlâya yorumlamak doğru değildir.
Doğru olan talâka yorumlamaktır. Çünkü yeni ve müftâbih örf odur. Şu halde Fetih
sahibinin: "Doğru olan budur. Amel ve fetva buna göredir." sözü yemini yani aslî
örf olan îlâyı murat etmekten ihtirazdır. Bu izah ile Bahır ve Nehir
sahiplerinin: "Bu söz götürür." demeleri sâkıt olur. Çünkü amel ve fetva ancak
onun niyetsiz olarak talâka yorumlanması hususundadır, yemin hususunda değildir.
METİN
Talâkı niyet ederse
bir talâk-ı bâin, üçü niyet ederse üç talâk olur ve bu bir talâk-ı bâindir diye
fetva verilir. Velev ki ona niyeti olmasın. Zira örf bu mânâda gâliptir. Onun
içindir ki bununla ancak erkekler yemin eder.
İZAH
"Talâkı niyet
ederse" yahut hal buna delâlet ederse demektir. Nehir. Yani talâk müzakeresi
halinde olursa bir talâk-ı bâin sayılır. Rıza veya öfke halinde olursa mutlaka
niyet lâzımdır. Çünkü kinâyeler bahsinde geçtiği vecihle bu söz sitem mânâsına
da gelebilir. Anla! Talâk niyeti hürre hakkında bir ve ikiyi niyet etmesine
şâmil olduğu gibi bir defa boşayıp da sonra sen bana haramsın demesine ve
bununla iki talâk niyet etmesine dahi şâmildir. Çünkü bununla üç talâk tamam
olsa da haram sözüyle ancak bir talâk meydana gelir. Nitekim Bahır'da da öyle
denilmiştir. Bu bâbın sonundaki fer'î meselelerde Fetih sahiblnin: "Bununla hiç
bir şey vâki olmaz." mânâsını îham eden sözüne muhâlif mesele gelecektir.
"Üçü niyet ederse
üç talâk olur." Çünkü evvelce görüldüğü vecihle bu söz kinâyelerdendir.
Kinâyelerde üçü niyet sahihtir. Nehir. Ama ikiyi niyet sahih değildir. Çünkü iki
mahz-ı adettir. Nitekim evvelce geçti. Meğerki kadın cariye olsun.
"Velev ki ona
niyeti olmasın." Bu kazaen böyledir. Diyâneten ise niyet etmedikçe talâk vâki
olmaz. Talâkı niyet etmemesi hiç bir şey niyet etmemeye sâdık olduğu gibi zıhâr
veya îlâya niyet etmeye de sâdıktır. Bu adam kazaen tasdik edilmez. Nitekim bunu
Zeylaî açıklamış: "Bundan dolayı başkasını niyet ederse kazaen tasdik edilmez."
demiştir. H.
Ben derim ki:
Zâhire bakılırsa bu adam hiç bir şeyi niyet etmez diyâneten dahi vâki olur.
Bahır sahibi şöyle diyor: "İmam Zahîruddin'in beyanına göre biz niyet şart
değildir demiyoruz. Lâkin o adam örfen niyet etmiş sayılır." Fetih'te:
"Binaenaleyh boşadığını söylemiş gibi olur, kazaen tasdik edilmez. Fakat
kendisiyle Allah Teâlâ arasında tasdik edilir." denilmiştir. Bizim
söylediğimizde bu açıktır.
"Zira örf bu mânâda
gâliptir." ifadesi Bahır'ın şu sözüne işarettir: "Talâk niyetsiz vâki olunca
sarîh gibi olması gerekir ve onunla ric'î talâk olmalıdır dersen, ben de derim
ki: Bununla bâin yapmak örf olmuştur. Bezzâziye'de böyle denilmektedir."
Ben de derim ki: Bu
cevap söz götürür. Çünkü şunu iktiza eder: Bununla bâin talâk yapmak örf
olmasaydı zamanımızdaki gibi ric'î talâk vâki olurdu. Zira şimdi örf-ü âdet
haramkelimesinin talâk mânâsında kullanılmasıdır. İnsanlar bâini örf edinmek
şöyle dursun ric'î talâk ile bâin arasını bile ayıramıyorlar. Şu izaha göre "Örf
bu mânâda gâliptir." diye ta'lil, onunla niyetsiz talâk meydana geldiği içindir.
Bâin olmasına gelince: Onu haram sözü iktiza eder. Çünkü talâk-ı ric'î iddet
esnasında kadını kocasına haram kılmaz. Kadını haram sıfatıyla vasıflamak ancak
bâin talâkla sahih olur. Kinâyeler bahsinde verdiğimiz izahatın hâsılı budur.
TEMBİH: Hayreddin-i
Remlî Minah hâşiyesinin yeminler bahsinde şunları söylemiştir: "Ben derim ki:
Memleketimizin ekseri avam tabakası: Sen bana haram kılınmışsın yahut bana
haramsın veya seni kendime haram kıldım sözleriyle helâlin mukabilindeki cimanın
haram olması mânâsından başka bir şey kastetmezler. Onun için birçokları kadının
haram olmasına bir müddet koyarlar. O müddete kadar kesinlikle yalnız cimanın
haram olmasını kastederler. Şüphesiz ki bu îlâyı icap eden bir yemindir.
Bu meseleyi
gerektiği vecihle tahkîk eden azdır. Ulemanın; "Biz niyet şart değildir
demiyoruz. Lâkin o adam örfen niyet etmiş sayılır." demelerine bak! Bu söz örfün
itibara alınacağı hususunda açıktır. Örf böyle değil de bilâkis müşterek olursa
niyeti itibara alarak yemin sahibini tasdik etmek teayyün eder. Nitekim
mütekaddimin ulemanın mezhebi budur.
Fethü'l-Kadir'in
yeminler bahsinde şöyle denilmektedir: Bezdevî Mebsût'unda: Bu hususta
insanların örfü benim için açık değildir, diyor. Yani her helâl bana haram olsun
sözündeki örfü bilmediğini anlatmak istiyor. Çünkü evli bir adam yemin ettiği
gibi karısı olmayan da bununla yemin ediyor. Bu hususta örf gâlip olsaydı onu
ancak evliler kullanırdı. Binaenaleyh sahih olan: "Talâkı niyet ederse talâk
olur." dememizdir.
Delâletsiz olursa
ihtiyat insanın bunda tevakkuf etmesi (duraklaması) ve mütekaddimin ulemaya
muhalefet etmemesidir. Bilmelisin ki böyle bir söz memleketimizde örf
olmamıştır. Bizde örf olan: Seninle konuşmak bana haram olsun ve benzeri yemek
kezâ giymek gibi şeylerdir. Umumî sîga değildir. Halkımız haram bana lâzım
geliyor sözünü de örf-ü âdet edinmişlerdir. Şüphesiz bununla muallak talâkı
kastederler. Çünkü bu sözden sonra "şöyle yapmam" ifadesini ziyade ederler. Bu
talâktır ve bunu onların aleyhlerine geçerli saymak icap eder.
Hâsılı Arapça olsun
Farsça olsun bu sözleri yorumlarken muteber olan örfi mânâyı niyet etmemektir.
Örf yoksa söyleyenin niyeti sorulur. Niyetsiz yorumlanan kelimelerde söyleyen
kimse: Ben başkasını murat ettim derse diyâneten tasdik olunur, kazâen tasdik
olunmaz." Fetih'in sözü burada sona erer. Bahır sahibi de ona uymuştur.
Ben derim ki: Bizim
memleketimizde örf olan sadece: "Üzerime haram lâzım gelsin şu işi yapmam"
sözüyle talâkı murad etmektir. Zikri geçen diğer lâfızlarla talâk kastedilmez.
"Onun içindir ki
bununla ancak erkekler yemin eder." Yani şu işi yaparsam her helâl bana haram
olsun derler.
METİN
O adamın karısı
yoksa yahut bu sözle kadın yemin ederse yemin olur. Nitekim kadın ölür veya
iddetiz olarak talâk-ı bâinle boşanır da sonra şart bulunursa o adamla evli
bulunan karısı boş düşmez. Bununla fetva verilir. Zira bu yemin olur ve artık
talâka değişmez. Bunun bir misli de: "Haramda sen benimle berabersin, haram bana
lâzım geliyor, senin haram olman üzerime borçtur, sen bana haram kılınmışsın
veya bana haramsın." gibi sözlerdir. İsterse "bana" demesin. Kezâ "ben sana
haramım, sona mahremim, kendimi sona haram kıldım veya sen bana eşek gibisin,
sen bana domuz gibisin." gibi sözlerdir. Bezzâziye.
İZAH
"O adamın karısı
yoksa..." Bezzâziye'de şöyle denilmiştir: "Talâkın haram lâfzıyla olduğu
yerlerde adamın karısı yoksa yemini bozulduğu takdirde kendisine kefâret lâzım
gelir. Nesefî lâzım gelmediğine kâildir." Bu ibârenin bir misli de Bahır'dadır.
Ben derim ki:
Zahîriyye'de ikisinin arasını bulmaya yarayan sözler vardır. Zira şöyle
denilmiştir: "Bu sözle yapmış bulunduğu bir iş için: Ben o işi yapmadım diye
yemin ederse, karısı da yoksa kendisine bir şey lâzım gelmez. Çünkü talâkla
yemin yapmıştır. Bunu Allah Teâlâ'ya yemin saysak yemin-i gâmus olur. İleride
olacak bir şeye yemin eder de o şeyi yapmazsa karısı da bulunmadığı takdirde
kefâret vermesi icap eder. Çünkü helâli haram kılmak yemindir." Binaenaleyh
Nesefî'nin sözü gelecekten başka bir şeye yemin ettiğine yorumlanır. Bu
izahatımızdan anlarsın ki, Nihâye sahibinin Nevâzil'den naklen yeminler
bahsindeki: "Karısı yoksa kefâret vermesi lâzım gelir." sözünün mânâsı: İleride
bir şey yapmayacağına yemin ederse fiilen yeminini bozduğu takdirde demektir.
Yoksa Bahır sahibinin yorumladığı gibi yer içerse mânâsına değildir. Bahır
sahibi: "Çünkü karısı yoksa bu söz yemeye içmeye yorumlanır." demiştir. O sözün
bu mânâya yorumlanması örf değişip haram lâfzından talâk murat edilmezden
önceydi. Örf değiştikten sonra ise karısı bulunmadığı zaman yemin mânâsına
gelir. Nitekim ulemanın sözlerini işittin. Bunun bir misli de yakında
gelecektir.
"Yahut bu sözle
kadın yemin ederse..." Bahır sahibi diyor ki: "Koca diye kayıtlaması şundandır:
Çünkü karısı kocasına: Ben sana haramım yahut seni haram kıldım derse yemin
olur. Hatta kadınla isteyerek veya istemeyerek cimada bulunursa kadının yemini
bozulur." "Kadın isteyerek veya istemeyerek" sözü Fetih sahibinin: "Kocasına
imkân verirse kadının yemini bozulur ve kefâret verir." demesinden daha iyidir.
"Nitekim kadın ölür
ilah..." Burada Bezzâziye'nin ibâresi şöyledir: "Adam yemin ederkenkarısı var da
şartı söylemeden kadın ölürse yahut iddet lâzım gelmeksizin ondan bâin olursa
sonra sahih şartı yaptığı takdirde evli bulunan karısı boş düşmez. Fetva buna
göredir. Çünkü o adamın yemini vücut vaktinde Allah'a yemin olur. Artık talâka
dönüşemez. Bu ibâreyi Bahır sahibi Bezzâziye'den böyle nakletmiştir. Gizli
değildir ki ta'lil üst tarafına münasip değildir. İbârede düşüklük vardır. Buna
Halebî'nin Hâniyye'den naklettiği şu ibâre delildir: "Yemin vaktinde o adamın
karısı var da şarttan önce kadın ölür veya iddet gerekmeksizin boş olursa sonra
adam şartı yaptığında kendisine yemin kefâreti lâzım gelmez. Çünkü onun yemini
vücut zamanında talâka değişmiştir. Yemin zamanında karısı yok da bir kadınla
evlenir, sonra şart yaparsa, bu hususta ulema ihtilâf etmişlerdir. Fakîh Ebû
Ca'fer: "Evli kadın bâin olur," demiş, başkaları boş olmadığını söylemişlerdir.
Fetva da buna göredir. Çünkü o adamın yemini mevcut olduğu an Allah'a yemin
olmuştur. Artık bundan sonra talâk olamaz."
Ben derim ki: Bunun
bir mislini de Bahır sahibi yeminler bahsinde Zahîriyye'den nakletmiştir. Demek
oluyor ki, Bezzâziye'nin ibâresinden "sonra şartı yaparsa" cümlesi ikinci defa
"sonra şartı yaparsa" deyinceye kadar düşmüştür.
"Bunun bir misli
de" yani sen bana haramsın sözünün bir misli de haramda sen benimle berabersin
sözüdür. Evlâ olan bu cümleyi meselenin başında zikretmekti. Nitekim Nehir
sahibi öyle yapmıştır.
"İsterse bana
demesin." sözü Hızânetü'l-Ekmel sahibine ret cevabıdır. O bunu şart koşmuştur.
Nitekim Kınye'den naklen Bahır'da izah olunmuştur. Kinâyeler bahsinde Bahır'dan
nakletmiştik ki, erkek haram olmayı veya bâinliği kadına izafe ederek sen
bâinsin yahut sen haramsın derse kendine izafe etmeksizin talâk vâki olur.
Kendine izafe ederek ben haramım yahut ben bâinim derse kadına izafe etmeden
talâk vâki olmaz. Kadını muhayyer bırakır da kadın hörmet ve beynunet
kelimeleriyle cevap verirse mutlaka iki izafeti bir araya getirerek: Sen bana
haramsın yahut ben sana haramım. Sen benden bâinsin veya ben senden bâinim
demesi lâzım gelir.
"Kendimi sana haram
kıldım." sözünde sana demesi şarttır. Nehir. Çünkü hörmeti kendi nefsine izafe
etmiştir. Bezzâziye sahibi diyor ki: "Hatta kendimi haram kıldım der de sana
demezse talâkı niyet de etse vâki olmaz."
"Sen bana eşek
gibisin ilah..." Bezzâziye'de şöyle denilmiştir: "Kocası: Sen bana eşek ve domuz
gibisin der veya ayn'ı haram olan bir şey söylerse bu söz sen bana haramsın
demek gibidir. Niyet etmezse acaba bu yemin olur mu? Ulema burada ihtilâf
etmişlerdir." Bunun muktezası talâkı niyet etmezse talâk olmamaktır. Çünkü örf
yoktur. Sen bana haramsın sözü bunun hilâfınadır. Çünkü buradak" örf niyet
yerine geçer. Nitekim görmüştük.
METİN
Adamın dört karısı
var da mesele de hali üzere ise kadınlardan her birine bir talâk-ı bâin vâki
olur. Bazıları onlardan biri boş olur, beyan etmek kocaya düşer demişlerdir.
Nitekim sarih bahsinde geçmişti ki, bu daha zâhir ve daha güzeldir. Bunu Zeylaî,
Bezzâzî ve diğerleri söylemişlerdir. Kemâl ise; "Bence daha güzeli
birincisidir." demiştir. Bahır sahibi de Fetâvâ'sında kesinlikle buna kâil
olmuş, Cevâhirü'l-Fetâvâ sahlbi bu kavli sahihlemiş, musannıf da şerhinde bunu
kabul etmiştir. Lâkin Nehir'de şöyle denilmiştir: "Zeylaî'nin mesele hali üzere
ise sözünün mânâsı yani haram kılmak metinde olduğu gibi bir kadına hitap
ederek: Sen bana haramsın kaydıyla olmamak icap eder. Bilâkis o takdirde talâk
yalnız muhatap kadına olmak gerekir."
Ben derim ki: Yani
Allâh'ın helâli veya müslümanların helâli demesi bunun hilâfınadır. Çünkü o
umumidir ve bununla arabulma hâsıl olur. Bellemelidir.
İZAH
"Mesele de hali
üzere ise" cümlesinin izahı Nehir'den naklen ileride gelecektir.
"Nitekim sarih
bahsinde geçmişti." Yani cima edilmeyen kadının talâkı bâbında şöyle geçmişti:
"Sarîh sözle boşar da karım boştur derse, dört karısı bulunduğu takdirde her
birine bir talâk vâki olur." Hilâftan bahsetmemişti. Biz de orada izahını
yapmıştık.
"Kemâl ise..."
Kemâl'in ibâresi şöyledir: "Fetâvâ'da bildirildiğine göre bir adam karısına: Sen
bana haramsın yahut Allah'ın helâli bana haram olsun derse bu üç vecihledir
ilah..." Bundan sonra şöyle demiştir: "Dört karısı varsa her biri bir talâk boş
olur. Özcendî ile İmam Mes'ud Keşânî'nin fetvasına göre bir talâk vâki olur,
beyan kocaya düşer. Zahîre ve Hulâsa'da bunun daha münasip olduğu
söylenilmiştir. Bence dahâ güzeli Fetâvâ'nın sözüdür. Çünkü Allah'ın helâli veya
müslümanların helâli sözü her zevceye şâmildir. Şayet orada talâk hususunda örf
varsa bu sözle kadınların hepsi boş olsun demiş gibi olur. Çünkü Allah'ın helâli
bütün kadınlara bedel yoluyla değil istiğrak yoluyla şâmildir. Nitekim sizden
biriniz boştur, sözünde de öyledir. "Görüyorsun ki onun ta'lili hilâf ve tercih
yeri sen bana haramsın gibi hâs değil âm söz olduğuna göre açıktır. Velev ki bu
Fetâvâ'nın ibâresinde zikredilmiş olsun. Zira kimseye gizli değildir ki, sen
bana haramsın sözünde muhatap kadından başkası dahil değildir. Onun hakkında
niza yoktur. Nitekim Nehir'den naklen gelecektir. Buna şu da delâlet eder ki,
Zahîre'de mezkûr hilâf: "Müslümanların helâli bana haram olsun." sözü hakkında
da hikâye edilmiştir. Bezzâziye'de de böyle denilmiştir.
"Lâkin Nehir'de
şöyle denilmiştir..." Bu söz Zeylaî'nin yukarıda geçen "mesele de hali üzere
ise" sözüne istidraktır. Çünkü o söz Kenz'de daha önce zikredilen sen bana
haramsın meselesinin murat edildiği zannını vermektedir. Halbuki onda hilâf
cereyanı mümkündeğildir. Binaenaleyh muradın şöyle açıklanması gerekirdi:
"Haramdır. Lâkin bir kadına hitap ederek değil." Allah'ın helâli bana haram
olsun yahut müslümanların helâli bana haram olsun sözlerinde olduğu gibi umumî
yapılması gerekirdi. Zira niza yeri budur. Nitekim Kemâl'in ibâresinden de
anlaşılmıştır.
"Ben derim ki" sözü
Nehir'in ifadesinin beyanıdır. Hâsılı şudur: Zeylaî'nin muradı hususi lâfız
değil dediğimiz gibi umumîdir.
"Bununla arabulma
hâsıl olur." Yani Nehir'in ifadesiyle arabulunmuş olur. Şöyle ki: Kadınlardan
her biri boş olur diyenin sözü lâfız umumî olduğu zamana; yalnız birisi boş olur
diyenlerin sözü de lâfız hâs olduğu zamana yorumlanır. Şârihin sözünden
anlaşılan budur. Ama söz götürdüğü meydandadır. Çünkü Zeylaî hilâfı
zikretmiştir. Biz onun sözünü "Muradı lâfız umumî olduğu zamandır. Binaenaleyh
onda hilâf vardır." diye yorumladık. Fetih, Zahîre ve Bezzâziye'nin sözleri de
bildiğin gibi açıkça böyledir. Şu da var ki sen bana haramsın sözünde nasıl olur
da bu söz dört kadından birine vâki olur. Beyan etmek kocasına düşer denilebilir
Bilâkis talâk yalnız muhatap olan kadına aittir.
Şârihin zifaf
olunmayan kadının talâkı bâbındaki sözlerine gelince: O Zeylaî'nin sözünü karım
bana haramdır gibi bir mânâya yorumlamış, bununla karım boştur sözü arasında
fark bulmuştu. Zikredilen hilâfı da birinciye vermiş, ikincide hilâf olmadığını
söylemişti ve orada bu sözü musannıfa nispet etmişti. Biz de orada bunun
musannıfın sözüne muhâlif olduğunun söylemiştik. Çünkü musannıf Zeylaî'nin
sözünü müslümanların helâli mânâsına yorumlamıştı. Orada biz karım haramdır
sözüyle karım boştur sözleri arasında fark olmadığını tahkik etmiş, bunların
ikisiyle de bir kadın boş olacağını beyanın kocaya ait olduğunu tahkîk etmiştik.
Çünkü karım sözünün umumu bedel yoluyla kadınların her birine sâdıktır, tâyin
yoluyla değildir. Müslümanların helâli sözünün umumu ise istidrak yoluyladır.
Hepsine bir defada şâmil olur. Karım boştur sözünde yalnız bir kadının boş
olacağı hususunda hliâf olmayınca karım haramdır sözünde de onun misli söylenir.
Bunların birinin sarîh, diğerinin kinâye olması aralarında fark bulunmasını icap
etmez. Kim fark iddia ederse ona beyan düşer.
Hâsılı sen bana
haramsın sözünün muhatap kadına mahsus olduğunda ve her helâl bana haram olsun
sözünün de dört kadına şâmil bulunduğunda hilâf yoktur. Çünkü bunda umum edatı
açıktır. Karım haramdır yahut boştur sözüyle muayyen olmamak şartıyla bir kadın
boş düşer. Hilâf ancak Allah'ın helâli yahut müslümanların helâli gibi
sözlerdedir. Bazıları müfred suretine bakarak bununla muayyen olmamak şartıyla
bir kadın boş düşer demişlerdir. En güzeli hepsine şâmil olmasıdır. Bu hususta
sözün tamamını orada arz etmiştik. Anla! Bu yegâne izahı ganimet bil ve taklit
gerdanlığını kendinden at!
METİN
FER'İ MESELELER:
Sen bana bin defa haramsın sözüyle bir talâk vâki olur. Bir kimse karısını bir
defa boşar da iki niyet ederek sen haramsın derse bir talâk vâki olur. Sözünü
iki defa tekrarlar da birinci ile talâk, ikinci ile yemin niyet ederse sahih
olur.
Bir adam üç defa
şöyle yaparsam Allah'ın helâlı bana haram olsun der de şart bulunursa üç talâk
vâki olur. İki karısına siz bana haramsınız der de birisinin üç talâk, diğerinin
bir talâk boş olmasını niyet ederse niyet ettiği gibi olur. Bununla fetva
verilir. Tamamı Bezzâziye'dedir.
Her ikiniz bana
haramdır diyen bir adam her biriyle cimada bulunmakla yeminini bozmuş olur.
Vallâhi sizin ikinize yaklaşmam derse ikisiyle cimada bulunmadıkça yemini
bozulmaz. Fark gizli değildir. Cevhere'de şöyle denilmiştir: "Bir kimse bir
mecliste vallâhi sana yaklaşmayacağım sözünü üç defa tekrarlarsa, tekrarı niyet
ettiği takdirde ikisi birleşirler. Aksi takdirde îlâ bir, yemin üç olur. Meclis
müteaddit ise îlâ da yemin de müteaddit olur.
İZAH
"Bir talâk vâki
olur." Zahîre ile Bezzâziye'de böyle denilmiştir. Bunun vechi şudur: bu ifade bu
sözü bin defa tekrarlamaktan ibarettir. Tekrarlamış olsa yalnız birinci talâk
vâki olurdu. Çünkü bâin talâka bâin lahîk olmaz. Cima edilmeyen kadının talâkı
bâbından az önce gecen; "Bir kimse cima ettiği karısına; sen defalarca boşsun
yahut binlerce boyun derse üç talâk vâki olur." İfadesi bunun hilâfınadır. Çünkü
o sarîhtir. Sarîh tekrarlanırsa sarîha lahîk olur. Onun için de cimada bulunduğu
karısına diye kayıtlamıştır. Zira iddet bâkidir. Nitekim orada izah etmiştik.
"Sonra iki niyet
ederek" yani sen haramsın sözüyle iki talâkı niyet ederse bir talâk vâki olur.
Çünkü iki kelimesi mahz-ı adettir. Haram sözünün ona ihtimali yoktur. Meğerki
kadın cariye olsun. Çünkü cariye hakkında iki itibarî ferddir. "Bir talâk vâki
olur." sözü Fetih sahibinin "Hiç bir şey vâki olmaz." sözüne rettir. Çünkü onun
sözü kalem hatasıdır. Ulemanın ibârelerinde vâki olan ikiyi niyetin sahih
olmamasıdır. Üçü niyet etmesi bunun hilâfınadır. Çünkü sahihtir ve üçü
tamamlamak için iki talâk vâki olur. Nitekim Hâniyye ve diğer kitaplarda beyan
edilmiştir. Bunu Bahır sahibi söylemiştir. Nehir sahibi ise; "Hiç bir şey vâki
olmaz." sözünü lâfzıyla olsa da niyetiyle bir şey olmaz şeklinde
cevaplandırmıştır. Düşün! Burada Cevhere'nin: "Birinci ile niyet ederse iki
talâk vâki olur." sözüne ret cevabı vardır. Nitekim şârih bunu sarîh bâbının
başında söylemiş, biz de bunun üzerine orada söz etmiştik.
"İkinci ile yemin"
yani îlâ niyet ederse niyet ettiği sahih olur. Çünkü bunda kendi nefsine şiddet
gösterme vardır. Zira bu sözle bir talâkı niyet etse yahut onu mutlak bırakıp
talâkayorumlansa -nitekim müftâbih olan da budur- bir şey vâki olmazdı. Çünkü
bâindir. Bâin ise kendi misline lahîk olamaz. Nitekim geçmişti. Anla!
"Üç talâk vâki
olur." Çünkü muallak olursa bâin bâine lahîk olur. Zira o zaman ikinciyi
birinciden haber yapmak doğru olamaz. Nitekim bâbında geçmişti.
"Tamamı
Bezzâziye'dedir." İbâresi şöyledir: "Bir adam iki karısına: siz bana haramsınız
der de birinin üç, diğerinin bir talâk boş olmasını niyet ederse İmam-ı A'zam'a
göre niyeti sahih olur. Fetva buna göredir. Bu adam ikisinden birisi hakkında
talâkı, diğeri hakkında yemini niyet ettim derse Ebû Yusuf'a göre kadınların
ikisi de boş düşer. İmam-ı A'zam'a İmam Muhammed'e göre ise niyetine göre olur.
Bir adam üç karısına: siz bana haramsınız der de birinci kadının üç talâkla boş
olmasını ikinci hakkında yemini, üçüncüsü hakkında yalanı niyet ederse kadınlar
üç talâkla boş olurlar. Bazıları bu kavlin İmam Ebû Yusuf'a ait olduğunu
söylemişlerdir. İmam-ı A'zam'la İmam Muhammed'e göre ne niyet ettiyse o olmak
gerekir.
"Her biriyle cimada
bulunmakla yeminini bozmuş olur." Yani her ikisine îlâ yapmış sayılır. Ama fetva
buna göre değildir. Müftâbih kavle göre kadınların her biri bir talâk-ı bâinle
boş olur. H. Yani bu söz örfte talâktır demektir.
"Fark gizli
değildir." Ve şudur: Allah Teâlâ'nın ismi hörmetini çiğnemek ancak her ikisiyle
cimada bulunmakla tahakkuk eder. Her ikiniz bana haramsınız sözünde îlâ tahrim
kelimesinin mânâsı itibariyledir ve bu ikisinde de mevcuttur. Muhît'ten naklen
Fetih'te böyle denilmiştir. Bahır ve diğer kitaplarda da bunun gibidir. Halebî
diyor ki: "Fark şudur: bu adam her ikiniz bana haramdır sözüyle kadınları
kendisine haram kılmıştır. İkisini de haram kılmak her birini ayrı ayrı haram
kılmaktır. İkinize de yaklaşmam sözünde ise kendini ikisine birden yaklaşmaktan
men etmiştir. Binaenaleyh ikisiyle birden cima etmezse yemini bozulmaz. Bu farkı
Nehir sahibi yeminler bahsinde açıklamıştır."
"Tekrarı niyet
ettiği takdirde" yani te'kidi niyet ederse birleşirler ve bir îlâ ile bir yemin
meydana gelir. Hatta müddet içinde kadına yaklaşmazsa kadın bir talâk boş olur.
Yaklaşırsa erkeğe bir kefâret lâzım gelir.
"Aksi takdirde"
yani hiç bir şey niyet etmez yahut güçlük ve ağırlaştırma niyet ederse -ki bu
tekrar değil yeniden başlamaktır- bir îlâ ile üç yemin hâsıl olur. Fetih'te
böyle denilmiştir. Kıyasa göre îlânın da üç olması gerekir. Ki İmam Muhammed'in
kavli de budur. Hatta dört ay geçer de kadına yaklaşmazsa kadın bir talâk bâin
olur, sonra onun arkasından bir daha, sonra bir daha bâin olur. Meğerki kadın
cima edilmemiş olsun. O zaman yalnız bir talâk boş olur. İstihsana göre ki
Şeyhayn'ın kavli de budur îlâ birdir. Binaenaleyh yalnız bir defa vâki olur.
Çünkü müddet birleşmiş olunca men dahi birleşmiş olur. Binaenaleyh îlâ
tekerrüretmez ve kadına yaklaşmakla bilittifak üç kefâret lâzım gelir. Çünkü bir
şart bir çok yeminlere kâfidir. Nitekim Fetih'te beyan edilmiştir. Allahu a'lem.