HUL
BÂBI
Hul' lügatta
gidermek mânâsına gelir. Evliliği gidermek mânâsında bu şekilde kullanılmış,
başka mânâlarda hal' şeklinde kullanılmıştır. Şer'an Bahır'da belirtildiği gibi
nikâh milkini kadının kabulüne bağlı olarak hul' lafzıyla veya o mânâda bir
sözle gidermektir. Nikâh milkini kaydıyla fâsid nikâhtaki hul', talakı bâinden
ve dinden döndükten sonra yapılan hul' hariç kalmıştır. Çünkü hükümsüzdür.
Nitekim Fûsul'de beyan edilmiştir. Kadının kabulüne bağlı olan kaydıyla talâkı
niyet ederek seni hul' ettim demesi hariç kalır. Çünkü talâk bâin olarak meydana
gelir. Hukuku ıskat etmez. Çünkü hukuk buna bağlı değildir. Ama mufâale bâbından
kullanarak seni muhâlea ettim yahut emirle muhâlea ol der de mal söylemezse
kadın kabul ettiği takdirde bu hul' olur, hakları ıskat eder. Hatta kadın bedeli
almışsa onu iade eder. Hâniyye.
Hul' lafzıyla kaydı
mal vermek şartıyla talâkı tariften çıkarır. Çünkü mal vermek şartıyla talâk hak
ıskat etmez. Fetih. Veya o mânâda bir söz kaydını ziyade etmesi mubâree sözü
tarife girsin diyedir. Zira o da hukuku ıskat eder. Nitekim gelecektir. Bir de
alış-veriş sözleri tarife girsin diyedir. Zira bunlar da öyledir. Nitekim Suğra
sahibi bunu sahihlemiştir. Hâniyye sahibi ise muhâliftir. Böylece tarif talâk-ı
ric'î ile boşanan bir kadının hul'u sahih olacağını ifade etmiştir.
İZAH
Musannıfın hul'u
îlâdan sonraya bırakması îlâda mal olmadığı için o talâka daha yakın
sayıldığındandır. Hul' bunun hilâfınadır. Çünkü onda kadın tarafından muaveza
(bedel verme) manâsı vardır. Bir de îlânın esası erkek tarafından gelen
geçimsizliktir. Hul' ise ekseriya kadın tarafından gelen geçimsizlikle olur. Bu
sebeple musannıf erkekten geleni kadından gelene tercîhan önce zikretmiştir.
İnâye.
"Hul' lügatta
gidermektir ilah..." Araplar hala'tün-na'le derler. Ayakkabını çıkardım mânâsına
gelir. Kadın kocasına fidye vererek ayrılırsa buna muhâlea denir. İsim hul'dur.
Bu kelime elbiseyi çıkarmaktan istiare edilmiştir. Çünkü karı-kocadan her biri
diğerinin elbisesi mesabesindedir. Hul'u yapınca sanki her biri elbisesini
çıkarmış gibi olur. Bunu Bahır sahibi Misbah'dan nakletmiştir.
"Çünkü
hükümsüzdür." Zira fâsid nikâh milk-i müt'a ifade etmez. Talâk-ı bâinle ve
dinden dönmekle ondan önce giderme işi olmuştur. Hul'da giderme kalmamıştır.
Bahır sahibi diyor ki: "Mehir sâkıt olmaz. Hul'dan sonra erkeğin dinden dönme
halinde kadını nikâha zorlama hakkı kalır. Nitekim Bezzâziye'de bildirilmiştir."
Ben derim ki: Bu
mutlak sözün zâhiri fâsid nikâhta mehrin sâkıt olmadığını gösterir. Velev ki
cima'dan sonra olsun. Lâkîn Câmiü'l-Fûsuleyn'de şöyle denilmiştir: "Kadını
nikâhı fâsidle alır da onunla cima'da bulunursa mehri karşılığında hul'
yaptığında bazıları mehrin sâkıtolduğunu söylemişlerdir. Çünkü hul' ibrâdan
kinâye sayılır. O ibrâ için vaz' edilmîştir. Birtakımları mehir sâkıt olmaz
demişlerdir. Çünkü hul' hükümsüz kalır. O ancak mevcud nikâhta sahihtir.
Bahır'da dahi şöyle denilmektedir: "Kadını mal karşılığında muhâlea eder de
sonra iddet îçinde hul' yaparsa sahih olmaz. Nitekim Kınye'de bildirilmiştir."
Lâkin şu iki mesele arasında fark göstermeye muhtaçtır. Kadını hul'dan sonra
muhâlea ederse sahih olmaz. Hul'dan sonra mal mukabilinde boşarsa sahih ve vâkî
olur. Ama mal vâcib olmaz. Biz bunu kinâyeler bahsînin sonunda zikretmîştik.
Ben derim ki: Orada
biz farkı göstermîştik. Fark şudur: Hul' talâk-ı bâîndir. Bâin îse kendi gibi
bâine lahîk olmaz. Mal karşılığında talâk sarîhtir. Binaenaleyh o hul'a lahîk
olur. Burada mal vermek vâcîb olmaması şundandır: Çünkü mal kadın kendisini
ancak onunla kurtaracaksa o zaman lâzım gelir. Onun içindir ki hul'la talâkı
bâin meydana gelir. Kadını hul'dan sonra mal karşılığında boşarsa bu talâk
kadının kendisîni kurtarmasını ifade etmez. Zîra kurtulma işi bundan önce hul'la
olmuştur. Onun içindir ki kadını mal karşılığında boşar da sonra hul' yaparsa
malı vermesî lâzım gelir. Biz bu husustaki sözün tamamını orada arz etmiştik.
"Kadının kabulüne
bağlı olarak..." Bahır sahibi diyor ki: "Mal vermek şartıyla yahut muhâlea
sözüyle yapılan hul'da kadının kabulü mutlaka lâzımdır." Tatarhâniyye'de dahi
şöyle denilmiştir: "Bir adam karısına: Şu haneye girersen seni bin dirheme
muhâlea ettim der de kadın o haneye girerse bin dirheme talâk vâki olur. Bu
sözle kadın girerken kabul ettiyse demek istemiştir." Bundan anlaşılan şarttan
önce kabulün sahih olmamasıdır. Nitekim ileride söyleyeceğiz.
"Seni hul' ettim
demesi hariç kalır ilah..." Yani seni hul' ettim deyip mal zikretmezse hul'
olmaz. Çünkü hul' ne zaman mal şartıyla yapılırsa kadının kabul etmesi lâzım
gelir. Nitekim az yukarıda söyledik.
"Talâkı nîyet
ederek" Diye kayıdlaması zâhir rivâyete göredir. Çünkü bu kinâyedir. Onun için
ya niyet yahut halin delâleti lâzımdır. Lâkin göreceğiz ki bu söz çok
kullanılmakla sarîh gibi olmuştur.
"Hukuku ıskat
etmez." Yani evliliğe aid hakları ıskat etmez. Bunların beyanı gelecektir.
"Seni muhâlea ettim
ilah..." Yerine zikredilmesi veya "Seni muhâlea ettim demesi bunun hilâfınadır"
Cümlesini kullansa daha iyi olur ve tarîfin hukuku ıskat eden hul'a mahsus
olduğunu gösterirdi. Mal zikretmeksizin kadına seni hul' ettim demesine şer'an
hul' adı verilemez. O bir talâk-ı bâindir, kadının kabulüne bağlı değildir.
Beraberinde mal zikretmesi yahut hul'un mufâale bâbından veya emirle yapılması
bunun hilâfınadır. Zira kadının mutlaka kabul etmesi lâzımdır. O kadın
tarafından bir muâvezadır. Nitekim gelecektir.
Zâhire bakılırsa
mufâale bâbından seni muhâlea ettim demesî ancak mehrin sukutu içinkabule
bağlıdır. Bu sözle talâk vâki olmak için kabule bağlı değildir. Zira talâkın
vukuu hususunda seni muhâlea ettim sözüyle seni hul' ettim sözü arasında fark
görülmemektedîr. İleride bunu te'yîd eden sözler gelecektir. Düşün! Mal vermek
şartıyla talâk da hul' hükmündedir. Binaenaleyh onda da kabul şarttır. Velevki
hul" adı verilmesin. Bu izahtan anlaşılır ki, mal zikredilirse seni hul' ettim
ile seni muhâlea ettim sözleri arasında fark yoktur ve kadının kabulüne bağlı
olan her şeye hul' denilmez. Hul' lafzıyla yapılan her şey kabule bağlı
değildir, hakları ıskat etmez.
T E N B İ H : -
Tatarhâniyye'de ve diğer kîtablarda şöyle denilmektedir: "Mutlak olan hul' lafzı
bedel vermek şartıyla talâka yorumlanır. Hatta bir adam başkasına: Benim karımı
hul' et der de bedelsiz hul' ederse sahih olmaz."
"Muhâlea ol
ilah..." Karısına kendini hul' et derse dört vecih meydana gelir.
1) Ya kendini şu
kadara hul' et der de kadın hul' eder. Bu sarîhtir. Velev ki kocası sonunda
cevaz verdim yahut kabul ettim demesin. Muhtâr kavil budur.
2) Yahut kendini
malla hul' et der mikdarını söylemez. Yahut dilediğin kadarla der. Kadın da
kendimi şu kadara hul' ettim şeklinde cevap verir. Zâhir rivâyete göre burada
kocası kabul etmezse hul' tamam olmaz.
3) Yahut hul' ol
der başka bir şey söylemez. Kadın da hul' yapar. Bu Ebû Yusuf'a göre hul' olmaz.
İmam Muhammed'den bir rivâyete göre bedelsiz olarak boş düşer. Ulemadan bir
çokları bu kaville amel etmişlerdir.
4) Yahut malsız
hul' yap der kadın da yapar. Burada kadının sözüyle hul' tamam olur. Meselenin
tamamı Câmiu'l-FûsuIeyn'dedir. Bir misli de Hâniyye'dedir.
Gizli değildir ki,
şârihin söylediği üçüncü vecihdir. Hâniyye sahibi geçen hilâfı zikretmiş ve bir
çok ulemanın İmam Muhammed'in kavliyle amel ettiklerini söylemiştir. Şu halde
Hâniyye'deki ifade şârihin ona nisbet ettiğinden başkadır. Evet, Hâniyye'de
şöyle denilmîştir: "Erkek seni muhâlea ettim der de kadın bunu kabul ederse
kadına borcu olan mehirden beraet eder. Kadına verecek mehir borcu yoksa kadın
ondan aldığını kendisine iade eder." Hâkim-i Şehid de böyle demiştir.
İbnü'l-Fadl da bununla amel etmiştir. Bu bizim imam Ebû Yusuf'tan naklettiğimiz:
"Hul' ancak bedelle olur." sözünü te'yid eder. Lâkin söz götürür. Bundan sonra
bahsedeceğiz.
"Çünkü mal vermek
şartıyla talâk hak ıskat etmez." Yani mu'temed kavle göre mehri ıskat etmez.
Nitekim bunu musannıf söyleyecektir. Evet, nafakayı ıskat eder. Velev ki takdir
edilmiş nafaka olsun. Nitekim gelecektir.
"Nitekîm
gelecektir." Bu musannıfın: "Hul' ve mubaree her hakkı ıskat eder ilah..."
dediği yerde gelecektir.
"Zira bunlar da
öyledir." Yani bunlar da hukuku ıskat eden hul'dur. Bahır. İmâdiyye'de şöyle
denilmiştir: "Mültekaf'ta beyan edildiğine göre bir kimse karısına nefsini sana
sattım der de mal zikretmezse kadının satın aldım demesiyle aldığı mehir
karşılığı talâk vâki olur. Kadın bu mehri kocasına iade eder. Mehrinî almamışsa
kocasının zimmetindeki borç sâkıt olur."
"Hâniyye sahibi
muhâliftir." O şöyle demiştir: "Sahih olan şudur: Alışveriş lafzıyla yapılan
hul' mehirden berâet icab etmez Meğerki zikredilsin." Bu söz götürür ki biz
ondan ileride bahsedeceğiz.
METİN
Hâcet zamanında
yani karı-koca anlaşamayıp geçimsizlik zuhurunda mehir olmaya yarayan malla hul'
yapmakta bir beis yoktur. Burada aksikülli yoktur. Çünkü on dirhemden aşağı
malla, kadının elindeki parayla, koyununun karnındaki kuzu ile hul' yapmak
sahihtir. Aynî aksikülliyi câiz görmüştür. Hul'un şartı talâkın şartı gibidir.
Sıfatını musannıf şu sözüyle ifade etmiştir. Hul' erkek tarafından yemindir.
Çünkü talâkı mal kabulüne tâlikten ibarettir. Binaenaleyh kadının kabulünden
önce erkeğin bundan dönmesi sahih değildir.
İZAH
"Geçimsizlik
zuhurunda..." Kuhistânî'de Tahâvî şerhinden naklen şöyle denilmektedir: "Sünnet
şudur: Karı-koca arasında geçimsizlik oldu mu her ikisinin aileleri toplaşarak
onların aralarını bulmalıdırlar. Uzlaşmazlarsa talâk ve hul' câiz olur." T.
Âyette zikredilen hüküm de budur. Fetih sahibi bunu bâbın sonunda izah etmiştir.
"Mehir olmaya
yarayan malla" sözü hul'da bedel şarttır mânâsını îham etmektedir. Halbuki
biliyorsun bir adam karısına: Seni muhâlea ettim der de kadın kabul ederse hul'
tamam olur. Bedel zikri şart değildir. Bahır sahibi bununla Fetih sahibine
itirazda bulunmuştur. Çünkü Fetih sahibi tarifte bedeli zikretmiş, sonra şöyle
demiştir: "Meğerki kadının hul'la sâkıt olan mehri bedeldir. Binaenaleyh hul'
bedelden hâli değildir denilsin." En iyisi Kenz ve diğer kitablardaki gibi:
"Mehir olmaya yarayan her şey hul' bedeli de olabilir." demektir. Çünkü bunun
mânâsı hul'da mehir olmaya yarayan bir bedel zikredilirse sahih olur demektir.
ileride göreceğiz ki hul'da verilen karşılık mal bâtıl olursa kadın meccanen
talâkı bâinle boş olur.
"Burada aksi külli
yoktur." Binaenaleyh mehir olmaya yaramayan her şey hul' bedeli de olamaz,
denilemez. Çünkü bazı mehir olmaya yaramayan şeyler hul' bedeli olabilir.
Nitekim kitabımızın misâllerinden anlaşılıyor. Şu halde külli kazıyye doğru
değildir. Evet, aksi mûcibe-i cüz'iyye olarak sâdıktır. Meselâ hul' bedeli
olabilen şeylerin bazısı mehir olur denilebilir.
"Aynî aksi külliyi
câiz görmüştür." 0 bu hususta Gâyetü'l-Beyân'ın şu sözüne uymuştur: "Bu kaide
müttariddir, külli olarak in'ikâs eder. Çünkü küllinin muttarid olmasından
maksad kıymeti haiz mal olması ve tamamlanması gereken bilinmez tarafı
bulunmamasıdır. On dirhemden az mal ise bu mesabededir. Aksi küIIinin bir şekli
de kıymeti haiz olmayan mal yahut tamamlanması gereken bilinmez tarafı
bulunandır. On dirhemden az olan mal kıymeti haizdir, bilinmeyen tarafı yoktur.
Binaenaleyh ne tard-ı külliye ne de aksine sual vârid olamaz." Nehir sahibi
diyor ki: "Şüphesiz mutlak salahiyet kâmil olandır. Kemmiyyetten hali kıymeti
haiz mutlak malın mehir olabilmesi ise memnu'dur. Onun için de muhakkık âlimler
külli olarak in'ikâsını kabul etmemişlerdir."
"Talâkın şartı
gibidir" ki, o da kocanın ehliyeti kadının müneccez veya milke muallâk talâka
mahal olmasıdır. Hul'un rüknü ise Bedâyı'da denildiği gibi mal karşılığında
yapılıyorsa icab ve kabuldür. Çünkü bedel şartıyla talâk akdidir. Kabul
bulunmaksızın ayrılık vâki olmadığı gibi bedel de hak edilmez. Ama kocanın seni
muhâlea ettim deyip bedeli zikretmemesi ve bununla talâk niyet etmesi bunun
hilâfınadır. Kadın kabul etmese de talâk vâki olur. Çünkü bu bedelsiz talâkdır.
Kabule ihtiyacı yoktur . Şürunbulâliyye'de dahi bâbın sonunda Hâniyye'den naklen
böyle denilmîştir. Zâhirine bakılırsa mal zikredilmediği takdirde kabule bağlı
olmaması hususunda seni muhâlea ettim sözüyle seni hul' ettim sözü birbirine
müsavîdir. Bu yukarıda gecenin zâhirine muhâliftir. Meğerki şöyle denilsin
Mufaale bâbından kullanılan sözün kabule bağlı olması hakları ıskat etmek için
şarttır. Seni hul' ettîm demesi bunun hilâfınadır. Çünkü bir şey ıskat etmez.
Velevki kabulle beraber olsun.
Hâniyye'de şöyle
denilmiştir: "Erkek seni muhâlea ettim der de kadın kabul ederse talâk-ı bâin
vâki olur. Kadın kabul etmese dahi öyledir. Çünkü talâk seni muhâlea ettim
sözüyle meydana gelir." Yine Haniyye'de şu ifade vardır: "Seni şu kadara muhâlea
ettim der de ma'lum bir mal söylerse kadın kabul etmedikçe talâk vâki olmaz.
Nitekim seni bin dirheme boşadım dese hüküm budur." Yani bu kabule muallaktır
demek istiyor. Ama mal zikretmezse ma'nen kabule muallak olmaz ve kadın kabul
etmese de talâk vâki olur.
"Çünkü talâkı mal
kabulüne tâlîktan ibarettir." Bedâyı'da böyle açık-lanmıstır. Onun için Hânîyye
sahibi: "Seni şu kadara muhalea ettîm der de ma'lum bir mal söylerse, kadın
kabul etmedikçe talâk vâki olmaz. Nitekîm seni bin dîrheme boşadım derse kadın
kabul etmedikçe talâk vâki olmaz." demiştir. Bâbın sonunda gelecek ilk fer'î
mesele bunun üzerine teferru' etmektedir. Onu orada izah edeceğiz.
"Erkeğin bundan
dönmesî sahih değildir ilah..." Yani hul'a kocası başlayarak seni bin dirheme
muhâlea ettim derse bundan dönmeye hakkı yoktur. Kezâ bunu feshe ve kadını
kabulden men etmeye dahi hakkı yoktur. Ama şarta tâlika ve bir vakte izafe
etmeye hakkı vardır. Meselâ Zeyd gelirse seni şu kadara muhâlea ettim yahut seni
yarın veya ay başındanşu kadara muhâlea ettim diyebilir. Kadının bunu Zeyd
geldikten sonra veya izafe ettiği vakit geldikten sonra kabule hakkı vardır.
Çünkü bu söz şart veya vakit bulunduğu an boşamaktır. Kadının bundan önce kabul
etmesi hükümsüz olur. Bedâyı'.
METİN
Kendisine
muhayyerlik şartı koyması dahi sahih değildir. Hul' meclise yani erkeğin
meclisine münhasır değildir. Ama kadının kabulü hul'u duyduğu meclise
münhasırdır. Kadın tarafından malla muâveza (bedel verme) dır. Binaenaleyh erkek
kabul etmeden kadının sözünden dönmesi sahihtir. Kadının kendisi için
muhayyerliği şart koşması da sahihtir. Velev ki üç günden fazla olsun. Bahır.
Satış gibi hul' da meclise münhasırdır.
İZAH
"Hul' meclise
münhasır değildir." Binaenaleyh kadın kabul etmeden er-keğin meclisinden
kalkmasıyla bâtıl olmaz. Bedâyı'.
"Ama kadının kabulü
ilah..." Burada şöyle denilebilir: Bu mesele hul'un kadın tarafından muâveza
olmasının fer'lerindendir. Şu halde evlâ olan bunu oraya bırakmaktı. Bedâyı'ın
ibâresi şöyledir: "Kadının mevcud olması şart değildir. Bilâkis hul' meclisten
öteye bağlıdır. Hatta kadın gaibte olur da kulağına gelirse kabul edebilir.
Lâkin bulunduğu mecliste kabul edecektir. Çünkü onun tarafından hul'
muavezadır."
"Kadın tarafından
muâvezadır." Cümlesi "Erkek tarafından yemindîr." Cümlesinin üzerine mâtuftur.
Yani kadın talâka mâlik değildir. Talâk erkeğin milkidir. O da onu şarta talik
etmiştir. Talâkın tâlika ihtimali vardır. Fakat dönmeye ve muhayyerlik şartına
ihtimali yoktur. Şart bâtıl olur, talâk bâtıl olmaz. Meclisle de mukayyed
değildir. Fakat kadın tarafından hul' mal muâvezasıdır. Çünkü malı bedel
karşılığında temlîktir. Binaenaleyh satış ve emsali gibi bunda da mal muâvezası
hükümlerine riayet olunur. Nitekim Bedâyı'da
bildirilmîştir.
"Kadının sözünden
dönmesi sahihtir." Yani hul'a kadın başlamış meselâ kendimi senden şu kadara
hul' ettim demişse, kocası kabul etmeden bu sözden dönebilir. Kadının ve keza
kocasının meclisten kalkmasiyle de hul' bâtıl olur. Meclisin ötesine tevakkuf
etmez. Meselâ kocası gaib ise duyduğu anda kabul etse sahih olmaz. Tâlik ve
izafesi de sahih değildir. Bedayı'.
"Kadının kendisi
için muhayyerliği şart koşması da sahihtir." Meselâ erkek üç gün muhayyer olman
şartıyla seni şu kadara muhâlea ettim der de kadın kabul ederse İmam-ı A'zam'a
göre şart câizdir. Hatta bu müddet zarfında kadın kendini ihtiyar ederse talâk
vâki, mal vâcib olur. Reddederse talak da vâki olmaz, mal da icab etmez.
İmameyn'e göre muhayyerlik şartı bâtıldır. Talâk vâki, mal da lâzım olur.
Bedâyı'. Bahır sahibi diyor ki:
"Muhayyerlik
şartıyla kayıdlaması şundandır: Zira hul'da ve feshe ihtimali olmayan herakîdde
görme muhayyerliği sâbit olmaz. Nitekim Fusul'de belirtilmiştîr. Fakat hul'un
bedelinde kusur muhayyerliği fazla kusurda sâbittir. Fazla kusurdan murad o
malın derecesini iyiden ortaya indîren, ortadan da kötülüğe düşürendir. Az olan
kusurda görme muhayyerliği yoktur.
"Velev ki üç günden
fazla olsun." Yani satışın hilâfınadır demek istiyor. Çünkü satışta muhayyerlik
şartı kıyasa muhâliftî. Zira o temlîklerdendir. Meselenin tamamı Keşif'den
naklen Bahır'dadır. Karı-koca hul'u mutlak olarak yaparlar, yani müddet
zikretmezlerse, sadece kadının bulunduğu mecliste muhayyerlik hakkı olması
gerekli. Bu hüküm satışta mutlak bıraktıkları halden çıkarılır. Bahır. Ama söz
götürür. Çünkü Bahır sahibi mutlak muhayyerliği söylemek istiyorsa şöyle
denilir: Onun satışta sâbit olması akidden sonra olması ile mukayyeddir. Akid
esnasında ise satış fâsîd olur. Nitekim Bahır'da belirtilmiştir. O zaman kadının
hul'u kabulünden sonra zikredilmesinin bir faydası yoktur. Çünkü hul' tamam
olduktan sonra artık feshe ihtimali yoktur. Satış bunun hilâfınadır.
Muhayyerliği kabulden önce zikrederse satışa kıyas sahih olmaz. Çünkü onda sâbit
değildir. Meğerki şöyle denilsin: Satışda sabit değildir. Çünkü o fâsid
şartlarla bozulmaz. Hul' bunun hilâfınadır. Lâkin satışda sâbît olsa meclise
münhasır olarak sâbit olurdu. Nitekim akidden sonra sâbît olursa hüküm budur.
Hul'da da öyledir. Meclisi aşmaz. Düşün!
"Hul' da meclise
münhasırdır." Binaenaleyh hem kadının hem erkeğin meclisten kalkmalarıyla bâtıl
olur. Nitekim yukarıda geçti.
METİN
F A i D E: -
Kadının kabul ederken hul'u mânâsıyle bilmesi şarttır. Çünkü muâvezadır. Talâk,
köle âzâdı ve tedbir bunun hilâfınadır. Çünkü bunlar ıskattır. Iskat bilmeden de
sahih olur. Mal şartiyle âzâd meselesinde köle tarafı talâkda kadın tarafı
gibidir.
Hul'; Alış-veriş,
talâk ve mubâree sözleriyle olur. Senin nefsini veya talâkını sattım yahut seni
şu kadara boşadım veya seninle mubâree yaptım yani senden ayrıldım gibi sözler
ki, kadın kabul ederse hul' sahih olur.
İZAH
"Mânâsıyle bilmesi
şarttır ilah..." Kocası Arapça olarak: Senden mehirle ve iddet nafakasıyla hul'
oldum demeyi kadına dikte eder de kadın bunun mânâsını bilmezse yahut seni iddet
nafakasından ibrâ ettim dîye söylemesini dikte ederse, esah kavle göre câiz
olmaz. Çünkü tefvîz tevkil gibidir. Tevkil âncak vekilin ilmiyle tamam olur.
Nafaka iddeti ile mehirden ibrâ ıskat olsa da feshe ihtimali olan ıskattır.
Binaenaleyh bunda satış şübhesi vardır. Satışda ve bütün muâvezalarda bilmek
mutlaka lâzımdır. Bu suret çok defa vâki olur. Fetih.
Ben derim ki:
Zâhire bakılırsa murad hul'un sahih olması, bedelin lâzım gelmemesidir. Çünkü
kadının hul'un mânâsını bilmemesi hakkının sâkıt olmaması hususunda özürdür.
Bundan kabul ederse boş düşmemesi de lâzım gelmez. Düşün! Şu da var ki
zamanımızın ekseri kadınları hul'un mûcebi hukuku ıskat olduğunu bilmezler.
Kadın kocasından kendisini hul' etmesini ister de kocası seni muhalea ettim
cevabını verir ve kadın buna razı olursa acaba sırf bununla kadının mehri sâkıt
olur mu olmaz mı? Bunu açıklayan görmedim. Ulemanın bülûğ muhayyerliğinin sukûtu
hakkında söylediklerine bakılırsa kadın bilmemekle mâzûr sayılmaz. Şirket
bâbında göreceğiz ki mufâveza ancak mufâveza lafzıyla sahih olur. Velev ki
mânâsını ikisi de bilmesinler.
"Iskat bilmeden de
sahih olur." Yani sadece kazaen sahih olur. Nitekim bunu talâk bâbında
söylemişti. Rahmetî.
"Köle tarafı
ilah..." Nikaye'de ve onun Kuhistânî şerhinde şöyle denilmiştir: "Âzâd olma
meselesinde köle ile cariye hul'da kadın gibidirler. Köle sahibi koca
mesabesindedir. Hatta köle sahibine: Kendimi senden şu kadara satın aldım derse
sahibi kabul etmeden bu sözden dönebilir. Fakat sahibi nefsini sana şu kadara
sattım derse dönmeye hakkı yoktur. Sen muhayyerlik şartını ve meclise mahsus
olma işini de buna kıyas et!" T. Bunun hâsılı şudur: Mal karşılığında köle âzâdı
köle tarafından muâvezadır ve kadın tarafından hul' gibidir. Binaenaleyh köle
tarafından muâveza hükümleri itibar olunur. Sahibinin tarafı bunun hilâfınadır.
O koca mesabesindedir. Binaenaleyh onun hakkında bu hükümler aksine
olur.
"Talâkta kadın
tarafı gibidir." sözünden murad hul'dur. Çünkü sözümüz hul'dadır. Şârihin buna
talâk demesi kinâye ile talâk olduğu içindir.
"Hul' ilah..."
Cevhere'de şöyle denilmiştir: "Hul'un lâfızları beş olup onlar da: Seni muhâlea
ettim, seni bâin kıldım, seni mubaree ettim, senden ayrıldım ve kendini bin
dirheme boşa sözleridir." Musannıfın söylediği alış-veriş sözleri de bunlara
ziyade edilir.
"Senin nefsini
sattım." Suğra'dan naklen yukarıda geçmişti ki, bu sözün hukuku ıskat ettiği
sahihlenmiştir.
"Veya talâkını
sattım." Bahır'da şöyle denilmiştir: "Erkek: Sana talâkını mehrin mukabilinde
sattım der de kadın kendimi boşadım cevabını verirse, mehri mukabilinde ondan
bâin olur. Bu söz satın aldım demesi gibidir. Bazıları talâkın ric'î olacağını
söylemişlerdir. Fakat birinci kavil esahdır. Kocası sana bir talak sattım der de
kadın satın aldım cevabını verirse meccanen bir talâk-ı ric'î meydana gelir.
Çünkü bu söz sarîhtir." Hâniyye sahibi ikinciyi bedeli zikretmediyse diye
kayıdlamış, sonra şunlar söylemiştir: "Nefsini sana sattım der de kadın satın
aldım cevabını verirse bir talâk-ı bâin meydana gelir. Çünkü talâkı satmak onu
temlik etmektir. Bedeli zikretmeyince seni boşadım demiş gibi olur ve talâk-ı
ric'î meydana gelir. Ama kadının nefsini satmak nefsi kadına temlîk olur. Nefse
mâlik olmak ise ancakbâinle hâsıl olur. Böylece talâk-ı bâin meydana gelir." Bu
gösterir ki sana bir talâkı şu kadara sattım sözüyle dahi bir talâk-ı bâin
meydana gelir.
"Yahut seni şu
kadara boşadım." Bu söz mal mukabilinde talâk mehri ıskat ettiğine göredir. Ama
mutemed olan kavil bu değildir. Nitekim ileride gelecektir. H. Yani "Yukarıda
geçti ki murad hul'un hakları ıskat etmesidir. Mal karşılığında talâk ise bu
kabîlden değildir." diyecektir.
METİN
Hul'un hükmü:
Onunla vâki olan talâkın velev ki malsız yapılsın kezâ sarîh sözle mal
karşılığında yapılan talâkın bâin olmasıdır. Bunun semeresi bedelin bâtıl olduğu
yerdir. Nitekim gelecektir. Hul' kinâye lâfızlardandır. Binaenaleyh kinâyelerde
muteber olan talâk karineleri onda da muteberdir. Lâkin fesh olduğuna hüküm
verilirse geçerli olur. Çünkü içtihad götüren bir yerdir. Bazıları içtihad
götürmeyen yerlerden olduğunu söylemişlerdir. Bir kimse karısına hul' yapar da
sonra ben bununla talâkı niyet etmedim derse, bedel zikrettiği takdirde kazaen
dört surette tasdik olunmaz. Aksi takdirde hul' ve mubâree lâfızlarıyla
yapılmışsa tasdik edilir. Çünkü bu iki lâfız kinâyedirler. Karine de yoktur.
Satış ve talâk lâfızları böyle değildir. Çünkü zâhirin hilâfınadır. Burada
niyetin şart kılındığına işaret vardır ki, zâhir rivâyet de o dur. Şu kadar var
ki ulema burada niyetin şart olmadığını söylemişlerdir. Çünkü çok kullanılmak
suretiyle bu kelime sarîh gibi olmuştur. Nitekim Muhît'in talâkın dağınık
meselelerinden naklen Kuhistânî'de böyle denilmiştir.
İZAH
"Velev malsız
yapılsın." Bu hul' lâfzıyla yahut nefsini sattım lâfzıyla yapıldığına göredir.
Talâkı yahut talkayı sattım der de bedel zikretmezse bunun hilâfınadır. Çünkü
yukarıda gördüğün gibi bununla bir talâk-ı ric'î meydana gelir.
"Mal karşılığında
yapılan talâk" dan murad ibraya da şâmildir. Hatta kadın: Beni boşaman şartıyla
seni sende olan alacaklarımdan ibrâ ettim der de boşarsa kendisi berî olur,
kadın da talâk-ı bâinle boş düşer. Ama kadının: Sende olan alacağımı tehir etmem
şartıyla beni boşa demesi bunun hilâfınadır. Çünkü tehir etmek mal değildir.
Mâlum bir sınırı varsa ona tehir sahihtir, yoksa sahih olmaz. Talâk mutlak
surette ric'î olur. Bunu Bezzâziye'den naklen Bahır sahibi söylemiştir. Fetih'de
bu bâbın sonunda şöyle denilmektedir: "Bir adam karısına: Beni kadınların
adamlar üzerinde olan bütün haklarından ibrâ et der de kadın ibrâ eder
arkacığın'dan kocası: Seni boşadım derse, kadın da cima" edilmişse bir talâk-ı
bâin vâki olur. Çünkü bedel karşılığıdır. Kadın kocasında olan her hakkına karşı
onunla hul' yaparsa iddet içinde kendisine nafaka vardır. Zira hul' halinde
kadının hakkı yoktu. Böylece anlaşılır ki, kadının erkekteki bütün alacakları ve
kadınların erkekler üzerindeki bütünalacakları nâmına yapılan hul' sahihtir. Bu
söz kadının o andaki haklarına yorumlanır."
Ben derim ki: Evet,
kadın hul'dan önce ve sonra kadınların erkekler üzerindeki bütün haklarından
derse nafaka sâkıt olur. Nitekim Bezzâziye'de belirtilmiştir. Tamamı ileride
gelecektir. Kadına çocuk nafakasından ibrâ etmesi şartıyla yapacağı hul' dahi
ileride gelecektir.
"Bunun semeresi"
yani talâkı mal karşılığı diye kayıdlayıp hul'u kayıd-lamamasının semeresi
bedelin bâtıl olduğu yerde kendini gösterecektir. Nitekim göreceğiz ki kadını
şarab veya domuz yahut ölü eti karşılığında boşarsa hul'da talâk-ı bâin, talâkda
talâk-ı ric'î meydana gelir. Bedel bâtıl olduğu için bunların ikisi de meccanen
vâki olurlar. Bedel bâtıl olunca hul' lâfzı kalır. Onunla da bir talâk-ı bâin
meydana gelir. Veya talâk lâfzı kalır, onunla talâk-ı ric'î vâki olur. Çünkü
sarîhtir. Hul'la değil de talâkla bâin vaki olmasından mal zikretmek şart
olmasaydı onunla kayıdlamanın bir semeresi olmazdı. Lâkin semereyi anlatırken
sözü sadece bedelin bâtıl olmasına münhasır bırakmak söz götürür. Çünkü bedeli
hiç zikretmemek dahi bunun gibidir. Düşün! Hul'un bütün hakları ıskat etmesine,
mal karşılığında talâkın ise ıskat etmemesine gelince: Bu malla kayıdlamanın
semeresi değildir.
"Hul' kinâye
lâfızlardandır." Çünkü elbiseden veya hayırdan yahut nikâhtan soyunma mânâlarına
ihtimallidir Mubâree de onun gibidir. Inâye.
"Binaenaleyh
kinâyelerde muteber olan..." Onda da muteberdir. Yani bir talâk-ı bâin meydana
gelir. Üçü niyet ederse üç talâk da olur. İkiyi niyet ederse bir talâk-ı bâin
meydana gelir. Hâkim'in Kâfisi.
"Talâk karineleri"
talâk müzakeresi ve talâkı istemek gibi şeylerdir Dürr-ü Müntekâ'da: "Mal koymak
kıymeti hâiz olmasa da karinelerdendir." denilmiştir. T.
"Fesh olduğuna
hüküm verilirse..." Nitekim Hanbelîlerin kavli budur Onlara göre hul' ile talâk
vâki olmaz. O feshtir. Talâkı niyet etmemek şartıyla onun sayısını azaltmaz.
Bahır.
"Çünkü içtihad
götüren bir yerdir." Yani sahih bir içtihadın yeridir. Şu mânâya ki onda içtihad
etmek câizdir. Çünkü kitap ve meşhur sünnete muhâlif olmadığı gibi icma'a da
muhâlif değildir. Zira müçtehidin reyince bunlardan birine muhâlif olursa
içtihad götüren yer olmaz. Hatta câiz olduğuna kâil olan bir hâkim onunla
hükmetse geçerli olmaz. Nitekim yerinde anlatılmıştı. Bundan sonraki bâbın
başında Fetih'den naklen bunun izahı gelecektir. Şüphesiz ki geçerli olur
sözünden murad meselemizde Hanbelî bir hâkimin hükmüdür. Hanefî hâkimin hükmü
değildir. Çünkü onun mezhebine muhâlif hüküm vermesi bir kavle göre sahih ise de
bu zamanda bil ittifak sahih olmaz. Çünkü sultan hakimlerini mezhebimizin sahih
hükümleriyle kayıdlamıştır. Binaenaleyh muhâlif mezheb şöyle dursun zayıf bir
kaville verdiği hüküm bile geçerli olamaz.
"Kazaen tasdik
olunmaz." Ama diyaneten tasdik olunur. Çünkü Allah Teâlâ onun kalbini bilir.
Ancak kadının o adamla beraber yaşaması câiz değildir. Çünkü kadın hâkim
gibidir. O adamın yalnız zâhirini bilir. Bunu Mebsût'tan naklen Bahır sahibi
söylemiştir.
"Dört surette" Yani
hul', alış-veriş, talâk veya mubâree sözleriyle ya-pıldığında tasdik olunmaz.
"Satış ve talâk
lâfızları böyle değildir." Çünkü onlar sarîhtirler. Lâkîn satış kelimesinin
sarîh olması, meselâ nefsini sattım veya talâkını sattım demesi kelimenin bu
mânâya delâleti kesindir, ondan ayrılmaz mânâsınadır. Çünkü burada satış milki
yeminin elden gitmesidir. Bundan da kesinlikle milki müt'anın elden gitmesi
lâzım gelir. Nitekim musannıf bunu Minah'da söylemiştir. Düşün! Talâkın sarîh
olması ise zâhirdir. Velev ki hükmü ancak mal zikredildiği takdirde hul' hükmü
olsun. Çünkü sözümüz mal karşılığı olmadığı zaman bununla talâk-ı ric'î meydana
gelmesindedir. Kelime sarîh olduğu için ben bununla talâk, murad etmedim demesi
tasdik edilmez.
"Burada niyetin
şart kılındığına işaret vardır." Yani diyâneten bu sözle talâk vâki olmak için
niyetin şart kılındığına işaret vardır. Mal zikretmek gibi bir karine yoksa
kazaen vâki olması için de şarttır. Nitekim diğer kinâyelerde hüküm budur.
"Burada" Yani hul'
lafzında niyet şart olmadığını söylemişlerdir. Bahır'da Bezzâziye'den naklen
şöyle denilmiştir: "Mubâree dahi böyle olursa yani talâk mânâsında daha çok
kullanılırsa niyete muhtaç olmaz. Velev ki kinâyelerden sayılsın. Aksi takdirde
onda ve diğer kinâyelerde niyet aslı üzere şart olarak kalır." Bu sözde mubâree
kelimesinin örfen talâk mânâsında daha fazla kullanılmadığına işaret vardır.
Hul' böyle değildir. O havas olsun avam olsun herkesçe
meşhurdur.
METİN
Geçimsizlik
erkekten geliyorsa hul' karşılığında bir şey almak tahrimen mekrûh olur. Kadının
kocasındaki alacaklarından onu ibrâ etmesi de buna ilhak edilir. Fakat
geçimsizlik kadından gelirse bir şey alması mekrûh olmaz. Velev ki erkekten de
gelsin. En muvafık kavle göre velevki kadına verdiğinden daha çok alsın. Fetih.
Şümunnî fazla almanın mekrûh olduğunu sahihlemiştir. Mültekâ sahibinin beis
yoktur tâbirini kullanması kerâhetin tenzihî olduğunu ifade eder. Bununla iki
kavlin arası bulunmuş olur. Kadını hul' yapmaya kocası zorlarsa mal lâzım
gelmeksizin boş olur. Çünkü malın lâzım gelmesi ve sukutu için rıza şarttır.
Hul' bedeli teslim etmeden kadının elinde helâk olur veya sahibi çıkarsa bedel
kıyemiyattan olduğu takdirde kıymetini, misliyattan olduğu takdirde mislini
vermek kadına borç olur. Çünkü hul' fesh kabul etmez.
İZAH
"Bir şey almak
tahrimen mekrûh olur." Yani az olsun çok olsun alması mekrûhtur. Hak şudur ki,
geçimsizlik erkektense almak kesin olarak haramdır. Çünkü Teâlâ Hazretleri:
"Ondan bir şey almayın." buyurmuştur. Şu kadar var ki, alırsa o mala haram bir
sebeple mâlik olur. Tamamı Fetih'dedir. Ancak Bahir sahibinin Su'yûtî'nin Dürr-ü
Mensûr'undan naklettiğine göre İbn-i Cerir bu âyet hakkında İbn-i Zeyd'den,
sonra ruhsat vererek: "Eğer karı-kocanın Allah'ın emirlerini tutamayacaklarından
korkarsanız kadının fidye vermesinde ikisine de günâh yoktur." buyurdu. Böylece
bu âyet ötekini neshetti. dediğini tahriç etmiştir. Bu rivâyet kadın razı olduğu
takdirde ondan bir şey almanın mutlak surette helâl olacağını iktiza etmektedir.
Yani geçimsizlik gerek erkekten, gerek kadından, gerekse her ikisinden olsun
kadından bir şey alabilir. Lâkin burada şöyle denilebilir: Bahır'da evvela
Fetih'den naklen bildirildiğine göre birinci âyet geçimsizlik yalnız erkekten
geldiğine göredir. İkinci âyet erkekten gelmediğine göredir. Binaenaleyh
aralarında çelişki yoktur. Aralarında çelişki olsa bile haksız yere mal almanın
haram olduğu icma'la ve Teâlâ Hazretlerinin: "Kadınları zulmetmek için onların
zararına elinizde tutmayın." Âyet-i kerîmesiyle sâbittir. Kadını isteyerek değil
de onun zararına yani kurtuluşu mukabilinde malını almak için elinde tutmak
kat'î delile muhâliftir.
"Buna ilhak
edilir." Yani malını almak hükmündedir.
"Velev ki erkekten
de gelsin." Çünkü Teâlâ Hazretlerinin: "Kadının fidye vermesinde ikisine de
günâh yoktur." âyet-i kerîmesi nassan gösteriyor ki. geçimsizlik iki taraftan
olursa kadının mal vermesi mubahdır .Geçimsizlik yalnız kadın tarafından ise mal
vererek kendini kurtarması nassın delâletiyle yani evleviyetle mubahdır.
"Bununla iki kavlin
arası bulunmuş olur." Yani Fetih sahibinin tercih ettiği: Fazlayı almakta
kerâhet yoktur sözü -ki Câmi-i Sağîr'in rivayetidir- Şümünnî'nin tercih ettiği:
Kerâhet vardır sözünün arası bulunmuş olur. Şümunnî'nin tercih ettiği söz
Asıl'ın rivâyetidir ve birinci rivâyet kerâheti tahrimiyye olmadığına, ikinci
rivâyet kerâheti tenzihiye olduğuna yorumlanır. Bu suretle yatıştırma Fetih'de
açıklanmıştır. Zira Fetih sahibi meselenin sahabe arasında ihtilâflı olduğunu
bildirmiştir. İki tarafın delillerini göstermiş, sonra tahkîkda bulunarak: "Bu
izaha göre Câmi-i Sağîr'in rivâyeti daha münasib görünmektedir. Evet, ziyadeyi
almak evlânın hilafınadır. Câiz olmamak evlânın hilâfınadır diye yorumlanır."
demiştir. Bahır sahibi dahi bu yoldan yürümüştür.
"Hul' yapmaya
kocası zorlarsa" Yani beni muhâlea et demeye zorlarsa demektir. Bahır'da:
"Kabule zorlarsa" denilmiştir ki, bu söze kocası başlayarak seni muhâlea ettim
demekle olur.
"Mal lâzım
gelmeksizin boş olur." Yani hul' lâfzıyla söylerse bir talâk-ı bain, mal
karşılığı talâklâfzıyla olursa bir talâk-ı ric'î vâki olur. Nitekim geçmişti ve
yine gelecektir.
"Malın lâzım
gelmesi içîn rıza şarttır." Yani kadının mal vermesi ki hul'da söylenen
bedeldir.
"Malın sukûtu" ndan
murad mehrin kocasından sukûtudur.
"Veya sahibi
çıkarsa" Yani biri çıkıp da bu mal benimdir diye iddia ve isbat ederse demektir.
Bu ibârenin bir misli de Hakim'in Kâfî'sinden naklen Fetih'de şöyledir: "Bedel
kanı helâl bir köle olur da erkeğin elindeyken öldürülürse kıymetini kadından
alır. Kezâ elini kesmek vâcib olur da onun yanında iken kesilirse köleyi iade
ederek kıymetini olabilir."
METİN
Kadını şarab veya
domuz yahut lâşe gibi mal olmayan bir şey mukabilinde hul' eder veya boşarsa
hul'da bir talâk-ı bâin, ondan başkasında bir talâk-ı ric'î vâki olur, ikisi de
meccanîdir. Çünkü bedel bâtıldır ki, yukarıda geçtiği vecihle semere de budur.
Kadın helâl bir şey adı söyler meselâ şu sirke der de şarab çıkarsa, kocası
şayet bilmezse kadından mehrini geri alır. Aksi takdirde kendisine bir şey
verilmez. Meselâ şu elimdeki ile beni muhâlea et der de kadının elinde bir şey
bulunmazsa, mal tesmiye etmediği için meccanen talâk-ı bâin vâki olur. Aksi de
böyledir. Lâkin erkeğin elinde kadının bir mücevheri bulunur da kadın kabul
ederse, kadın bilsin bilmesin o erkeğin olur. Kadın mal veya dirhemler sözünü
ziyade ederse birincide şayet almışsa mehrini kocasına idde eder. Almamışsa bir
şey vermesi lâzım gelmez. Cevhere. Yahut ikincide üç dirhem iade eder. Elindeki
paralar üç dirhemden azsa onları tamamlar. Ama kadın dirhem der de elinde
altınlar çıkarsa ne olacağını görmedim!
İZAH
"Mal olmayan" Kan
ve hür insan gibi bir şey mukabilinde hul'da bir talâk-ı bâin vâki olur. Çünkü
hul' vuslatı kesmek mânâsına gelen kinâyelerdendir. Binaenaleyh onunla bir
talâk-ı bâin vâki olur. Fakat bu kadın kabul ederse talâk vâki olur mânâsınadır.
Bahır.
"İkisi de
meccanidir." Yani her iki surette bir şey vermek lâzım gelmez. Meccanî: Bir şeyi
bedelsiz vermek manâsınadır. Fetih sahibi şöyle demiştir: "Yani kocaya bir şey
vâcib olmaksızın talâk vâki olur. Çünkü nikâh milki elden çıkarken kıymeti hâiz
değildir. Onun için talâkta bir şey lâzım gelmez." İmam-ı Züfer'e göre kadının
mehrini kocasına iade etmesi vâcib olur. Nitekim Muhît'te beyan edilmiştir. Ama
mehir henüz kocasının zimmetinde ise sâkıt olur. Çünkü yukarıda geçtiğine göre
seni muhâlea ettim sözü hakları ıskat eder. Velev ki ivezle olmayan haklardan
olsun.
"Kadın helâl bir
şey adı söyler ilah..." Fetih sahibi diyor ki: "Mâlikîlerin kitablarında
bildirildiğine göre kocası kadını bir helâlla bir haram üzerine meselâ şarabla
bir mal üzerine hul' etse sahih olur. Fakat yalnız malı vermek vacib olur.
Derler ki bizim ulemamızınkavillerine kıyasen dahi böyledir. Sahih olan da
budur."
"Kadından mehrini
alır." Yani kadın mehrini teslim almışsa kocası onu geri alır. Teslim almamışsa
erkeğin zimmetinden mehir borcu düşer. Ama bu İmam-ı Azam'a göredir. İmameyn'e
göre orta bir sirkeden mislini vermek vacib olur. Çünkü mal tesmiyesiyle erkek
kadın tarafından aldatılmıştır. H.
"Kadının elinde bir
şey bulunmazsa" Meccanen talâk-ı bâin vâki olur. Fakat elinde bir şey varsa
velevki az olsun kocasına verilir. Bahır.
"Aksi de böyledir."
Meselâ erkek: Seni şu elimdeki şeyle muhâlea ettim der de elinde bir şey
bulunmazsa hüküm yine budur. Bahır. Bu evleviyet yoluyla anlaşılır.
"Lâkin ilah..."
Birinci meselede bir şey lâzım gelmemesi kadın tarafından aldatma vâki olmadığı
içindir. Mücevher meselesinde de kadından aldatma olmadığına bakarak erkeğin onu
hak etmediği zannedilebilir. Onun için şarih lâkin sözüyle istidrak yaparak
bunun erkeğe verileceğini anlatıyor. Çünkü kadın hul'u kabul etmekle onun elinde
ne olduğunu bilmezden önce kendi aleyhine zararı kabul etmiştir. Binaenaleyh bu
istidrak yerindedir.
"Mal veya dirhemler
sözünü ziyade ederse" Yani elimdekine beni muhâlea et dedikten sonra mala veya
dirhemlere sözünü de ilave ederse, elinde bir şey olmadığına göre "Birincide
mehrini iade eder" Yani beni elimdeki mal karşılığında muhâlea et dediğinde
mehrini kocasına iade eder;
Mal yerine metâ,
veya mehir malı tâbirlerini kullanmak da böyledir. Kezâ cariyemin veya koyunumun
karnındaki yavruya demek dahi böyledir. Çünkü kadın mal tesmiye edince kocası
boşamaya ancak bedelle razı olur. Tesmiye edileni veya kıymetini verdirmeye
imkân yoktur. Çünkü meçhuldür. Mehri misli verdirmeye de imkân yoktur. Çünkü
milk-i müt'a elden çıkarken kıymeti hâiz değildir. Şu halde kocasındaki olacağı
mehr-i müsemma veya mehri misli ona iade etmesi teayyün eder. Nehir.
"İkincide üç dirhem
iade eder." Yani kadın elimdeki dirhemler mukabilinde beni muhâlea et derse
dirhemleri belirli veya belirsiz söylesin kocasına üç dirhem iade eder. Çünkü
cem' sîgası kullanmıştır. Cem'in çoğu için sınır yoktur. Azı ise üçtür. Onun
için üç dirhem iade eder. Kadın şuradaki koyunlar veya atlar yahut katırlar,
eşekler veya elbiseler mukabilinde beni muhâlea et derse kocasına yine üç dirhem
iade etmesi gerekir. Diraye'de böyle denilmiştir. Bahır sahibi: "Elbiseler söz
götürür. Çünkü bilinmez." demiştir.
Ben derim ki: Her
birinden orta olanı vermesi icab eder. Ve bununla Bahır sahibinin itirazı def
edilmiş olur. Nehir.
Ben derim kî: Bu da
söz götürür. Çünkü elbisenin cinsi meçhûldür. Nasıl ki hayvan ve köle dese
cinsleri meçhûldür. Katır ve eşek demesi bunun hilâfınadır. Onun için kadını bir
elbiseveya bir köle mukabilinde almış olsa mehr-i misil vâcib olur. Bir at veya
Herat kuması mukabilinde alırsa ortası vâcib olur. Bu izaha göre mutlak söylenen
elbîsede birincide olduğu gibi mehrini iade etmesi gerekir. Sonra Hâkim-i
Şehid'in Kâfî'sinde şu ibâreyi gördüm: "Kadın tartı ve ölçü ile satılan
şeylerden ve elbiselerden vasfını bildirdiği bir şeyle kocasından hul' olursa bu
câizdir. Ama nev'î bildirilmeyen bir elbiseyle yahut yine böyle bîr hane ile
ondan muhâlea olursa kocası kadına verdiği mehri alır. Hayvan dediyse yine
böyledir."
"Elindeki paralar
üç dirhemden azsa onları tamamlar." Üçten çoksa hepsini kocasına verir. Bunu
Dürer sahibi Nihâye'den nakletmiştir.
"Ne olacağını
görmedim." Nehir sahibi diyor ki: "Kadın dirhem olduğunu söyler de elindekiler
altın çıkarsa kocasının dirhemden başkasını almaya hakkı yoktur. Ama ben bunu
bir yerde görmedim." H.
Ben derim ki: Bizim
örfümüze göre altınları vermesi lâzım gelir. Çünkü dirhem sözü örfen her ikisine
şâmildir. Hâsılı kadın mehirden başka bîr şey üzerine hul' olursa bunun bir çok
vecihleri vardır.
Birincisi tesmiye
edilen mal şarab ve lâşe gibi kıymeti hâiz olmayan maldır. Bu takdirde meccanen
talâk vâki olur.
İkincisi mal olmaya
da olmamaya da ihtimallidir. Meselâ kadın evimdeki veya elimdeki şeylere
karşılık beni muhâlea et der. Zira şey kelimesi mala da, mal olmaya da şâmildir.
Koyununun veya cariyesinin karnındakine dediyse hüküm yine budur. Çünkü
karnındaki şey bazen yel olabilir. Şayet tesmîye edilen şey çıkarsa kocasına onu
verîr. Çıkmazsa talâk meccanen vâki olur.
Üçüncüsü ileride
olacak maldır. Meselâ kadın hurmalarımın yemişi veya bu sene koyunlarımın
kuzuları yahut bu sene kendi kazancı üzerine hul' ister. Bu takdirde bu
söyledikleri bulunsun bulunmasın aldığı mehri kocasına iade eder.
Dördüncüsü maldır.
Lâkin mikdarı belli değidir. Meselâ kadın evimdeki eşya yahut hurmalığımdaki
meyva veya koyunlarımın karnındaki kuzu mukabilinde der. Bu söylediği bulunursa
kocasına onu verir. Bulunmazsa almış olduğu mehri ona iade eder.
Beşincisi mikdarı
belli mal olur. Meselâ elimdeki dirhemler mukabilinde der. Bunların en azı
üçtür. Şu halde mikdarı belli demektir. Kocasına üç dirhem veya daha fazla
verir.
Altıncısı kadın mal
tesmiye eder de mal olmayan bir şeye işarette bulunursa, meselâ şu sirke
mukabilinde beni muhâlea et der de şarab çıkarsa, erkek bunun şarab olduğunu
bildiği takdirde kendisine bir şey verilmez. Bilmezse kadına verdiği mehri geri
alır. Zahîre'de bildirilenin hülasası budur.
METİN
Ev, sandık,
cariyenin karnı -altı ayda doğurmazsa-, koyunun karnı ve ağacın yemişi el
gibidir. Eli zikretmesi misâldir. Nitekim Bahır'da belirtilmiştir. Bahır sahibi
diyor ki: "Hulâsa ve diğer kitablarda bunun kaydedilmesi bilmediği içindir.
Hulâsa sahibinin söylediğine göre eğer koca evde eşya olmadığını yahut mehri
mukabilinde hul' yaparken kadının kendisinde alacak mehri olmadığını bilirse
kadının bir şey vermesi lâzım gelmez. Çünkü kocasını tamahlandırmamıştır. Kocası
da aldatılmış olmamıştır. Kocası mehir borcu olduğunu zanneder de sonra borcu
olmadığını hatırlarsa kadın aldığı mehri iade eder. Kadın kaçak bîr kölesinî
vermek üzere muhâlea olur da onu ödemekten beraetini şart koşarsa berî olmaz.
Ele geçirirse köleyi teslim etmesi, geçiremezse kıymetini ödemesî gerekir. Çünkü
nikâh gibi hul' da fâsid şartla bâtıl olmaz. Kadın beni bin dirheme yahut bin
dirhem vermem şartıyla üç defa boşa der de kocası bir defa boşarsa, bulunduğu
mecliste boşadığı takdirde birincide onun yani binin üçte biri mukabilinde bir
talâk-ı bâin vâki olur. Aksi takdirde talâk meccanen vâki olur. Fetih.
Hâniyye'de: "Kadını ikî defa boşadıysa kendisîne binin tamamı verilir."
denilmiştir. îkincide meccânen bîr talâk-ı ric'î vâki olur. Çünkü (şartıyle diye
tercüme ettiğimiz) alâ edatı şart bildirir. İmameyn onun (yapıştırma bildiren)
bâ harfi gibî olduğunu söylemişlerdir.
İZAH
"Altı ayda
doğurmazsa" Cümlesi bir şey vâcib olmamak icin kayıddır. Altı ayda doğurursa
mevcudiyeti tehakkuk ettiği için çocuk erkeğin olur. Bunu koyunun karnından
sonra söylese daha iyi olurdu. Zira zâhire göre yine altı ay itibar olunur.
FAİDE: -
Cevhere'nin ikrar bahsinde: "Hayvanların koyundan maadasında en az hamil müddeti
altı aydır. Koyunun en az hamil müddeti ise dört aydır." denilmiştir.
"Hulâsa ve diğer
kitablarda bunun kaydedilmesi" cümlesini "Kadın mehrini iade eder yahut üç
dirhem verir." Dedikten sonra zikretmek münasib olurdu. Nitekim Bahır sahibi
öyle yapmıştır. Tâ ki zamirin mercii zikredilen iade olduğu anlaşılsın.
Hulâsa'nın ibâresi şöyledir: "Fetâvâ'da bildirildiğine göre «bir adam karısına
mehirden borcu kaldığını sanarak ona olan mehir borcu mukabilinde hul' yapar da
sonra ona verecek mehir borcu kalmadığını hatırlarsa, talâk kadına mehri
mukabilinde vâki olur ve şayet mehrini almışsa onu kocasına iade etmesi vâcib
olur. Ama kocası ona mehir borcu kalmadığını bilirse, meselâ kadın mehrini
bağışlamışsa hul' sahih olur, kocasına hiç bir şey iade etmez. Nasıl ki kadına
şu evdeki eşyaya diye hul' yapar da o evde eşya olmadığını bilirse hüküm yine
budur." Kezâ kadının elindeki mala diye hul' yapar da elinde bir şey olmadığını
bilirse kadının ona bir şey iade etmesi gerekmez. Nitekim Müctebâ'da
bildirilmiştir.
"Ödemekten
berâetini şart koşarsa" Cümlesinin mânâsı şudur: Köleyî bulursa teslim eder.
Bulamazsa bir şey ödemesî gerekmez. Ama bedelîndeki bir kusurundan berâeti şart
koşmuşsa şart sahihtir. Bahır.
"Çünkü nikâh gibi
ilah..." Yani hul' sahih, şart bâtıl olur. Kadını, çocuğunu vermemek yahut mehri
çocuğunun olmak veya bir ecnebîye verilmek şartıyla hul' yapması da bu
kabîldendir. Uygun şart bunun hilâfınadır. Meselâ izinname yazmak şartıyla yahut
kadının kumaşlarını iade etmek şartıyla hul' yapar da erkek bunu kabul ederse
muhâlea haram olmaz. İzinnamenin yazılması ve kumaşların iadesî o meclîste lâzım
gelir. Nitekim fer'î meselelerde gelecektir. Tamamı Bahır'dadır.
"Beni bîn dirheme
üç defa boşa" der de kocası bir defa boşarsa bir talâk-ı bâin meydana gelir.
Fakat benî bin dirheme bir defa boşa der de kocası üç defa boşarsa, bin dirheme
dediği, kadın da kabul ettiği takdîrde üç talâk vâki olur. Kadın kabul etmezse
hîç bir şey vâki olmaz. Erkek mal zikretmezse imam-ı Azam'a göre kadın bir şey
vermek lâzım gelmeksîzîn üç talâk boş olur. İmameyn'e göre ise bin dirheme bir
talâk, bir şey lâzım gelmeksizîn de ikî talâk vâki olur. Nitekim ayrı ayrı
söyleyerek: Sen bîr talâk boşsun, bîr daha ve bîr daha derse bütün imamlarımıza
göre hüküm budur. Bunu Bahır sahibi Hâniyye'den nakletmiştir.
"Kocası bir defa
boşarsa..." iki defa boşaması da öyledir. Şilbî. Fakat üç defa boşarsa gerek
üçünü bir lâfızla, gerekse bir mecliste ayrı ayrı söylesin bin dirhemin hepsi
erkeğin olur. Bahır.
"Bulunduğu mecliste
boşadığı takdirde" Metinde beyan edildiği gibi olur. Meclisinden kalkar da
boşarsa hiç bir şey lâzım gelmez. Nehir. Bunun vechi şudur: Bu talâk kadın
tarafından muâvezadır. Onun için erkeğin bulunduğu mecliste kabulü şarttır.
Nitekim satışı kabul meselesi de öyledir. Rahmetî. Söze erkek başlar da seni bin
dirheme muhâlea ettim derse, erkeğin değil kadının meclisi mu'teber olur. Erkek
gittikten sonra kadın bulunduğu mecliste kabul ederse sahih olur. Bunu
Cevhere'den naklen Bahır sahibi söylemiştir.
"Kadını iki defa
boşadıysa" Yani kadın ona: Beni boşa İlh.. demezden önce iki defa boşar da sonra
kadın bu sözü söyledikte bir daha boşarsa erkek bin dirhemi alır. Çünkü maksad
hâsıl olmuştur. Onun için Hulâsa sahibi şöyle demiştir: "Kadın: Beni bin dirheme
dört defa boşa der de kocası üç defa boşarsa bu bin dirhem karşılığında olur.
Bir defa boşarsa binîn üçte biri karşılığındadır." Tamamı Bahır'dadır.
"Çünkü atâ edatı
şart bildirir." Meşrut şartın cüzlerine taksim edilmez. Bu kadını bir meclis de
ayrı ayrı üç defa boşarsa kadının bin dirhem vermesi lâzım gelir. Çünkü birinci
ile ikinci talâklar İmam-ı A'zam'a göre ric'îdir. Üçüncü talâkı yaparken kadın
nikâhlıdır. Onun için kocasına bin dirhem verilir. Ayrı ayrı üç mecliste olursa
İmameyn'e göre binin üçte biri verilir. İmamı A'zam'a göre bir şey verilmez.
Bunu Muhît'ten naklen Bahır sahihi söylemiştir.
T E N B İ H: -
Derler ki, atâ kelimesi isti'la (yüksek görmek) mânâsında hakikat, şart
mânâsında mecazdır. Gerçek şudur ki, o hissî cisimlere bitişîrse isti'la
mânâsında hakikattir. Teras üzerinde durdum sözü böyledir. Başka yerlerde hâlis
şart mânâsına sâdık olan lüzum mânâsında hakikattir. Nitekim "Kadınlar sana şirk
koşmamak şartıyla bey'at etsinler, şu eve gîrmen şartıyla sen boşsun."
Misâllerinde böyledir. Bana bunu bin dirheme sat mîsâlinde olduğu gibî bazen
sırf şer'î muâveza mânâsında, bazen de örfî muâveza mânâsında kullanılır. Sana
Zeyd'în yanında şefâatçi olmam şartıyla bunu yap demek bu kabîldendir. Bahis
mevzuumuz olan alâda lüzumun iki mânâsı da sahihtir. Çünkü talâk hem hâlis
şarta, hem de bedelli şarta tâlik edilen şeylerdendir. Mal zikretmek ikincîyi
tercih ettirmez. Çünkü malı hâlis şart yapmak sahihtir. Hatta cüzleri
mukabilinin cüzlerine taksim edilmez. Nitekîm taksimi kabul eden bedel yapmak da
sahihtir. Binaenaleyh şüpheyle mal vâcib olmaz. Bu izaha göre alâ sözü îsti'la
ile lüzum mânâları arasında müşterektir. Çünkü ikisinde de hakikat delili
vardır. Mücerred söylenince hatıra gelen de budur. Mecazın müşterekten daha
hayırlı olması tereddüt hâsıl olduğu zamandır. Lügat ulemasının: Alâ isti'la
içindir demeleri buna yorumlanır. Çünkü içtihad sahibleri dil âlimleridir.
Meselenin tam tahkiki Fetih'dedir. Bahır'da bildirildiğine göre Tahrîr'de: "Mal
zikredilirse bedel mânâsına kullanılması tercih olunur." denilmiştir. Çünkü bu
mânâ asıldır.
METİN
Erkek karısına
kendini bin dirhemle yahut bin dirhem şartıyla üç defa boşa der de kadın kendini
bir defa boşarsa hiç bir şey vâki olmaz. Çünkü erkek ayrılığa ancak binin
bütününü vermek şartıyla razı olmuştur. Yukarıda geçen bunun hilâfınadır. Çünkü
kadın ona bin dirhemle razı olmuştur. Onun bir kısmı ile ise evleviyetle razı
olur. Bir adam karısına: Sen bin dirheme yahut bin dirhem vermek şartıyla boşsun
der de kadın bulunduğu mecliste kabul ederse bini vermesi lâzım gelir. Bu
evvelce geçtiği vecihle kadın zorlanmış olmamak ve ileride geleceği vecihle
sefîh ve hasta bulunmamak şartıyledir. Çünkü ya ta'viz yahut tâliktir. Bahır'da
Tatarhâniyye'den naklen şöyle denilmiştir: "Bir adam iki karısına: Biriniz bin
dirheme, diğeriniz yüz dinara boş olsun der de kadınlar kabul ederlerse bir şey
lâzım gelmeksizin boş olurlar." Bir kimse karısına: "Sen boşsun, bin dirhem de
boynuna borçtur." Yahut kölesine: Sen hürsün, bin dirhem de boynuna borçtur
derse kadın meccanen boş, köle de meccanen âzâd olur. Velevki kabul etmesinler.
Çünkü "Bin dirhem de boynuna borçtur" sözü tam bir cümledir. İmameyn'e göre her
ikisi kabul ederlerse sahih olur ve mal lâzım gelir. İmameyn vav'ın hâliyye
olmasıyla amel etmişlerdir. Hâvî'de: "İmameyn'in kavliyle fetva verilir."
denilmiştir. Bir kimse karısına: Ben seni dün bin dirhem şartıyla boşadım amasen
kabul etmedin der de, kadın kabul ettim cevabını verirse söz yeminiyle beraber
erkeğindir. Erkeğin: Sana talâkını dün bin dirhem vermem şartıyla sattım ama sen
kabul etmedin deyip karısının kabul ettim cevabını vermesi bunun hilâfınadır.
Burada söz kadınındır. Kezâ kölesine böyle derse hüküm yine böyledir.
İZAH
"Onun bir kısmı ile
ise evleviyetle razı olur." Burada söz vardır. Çünkü kadının üç talâk da gözü
olabilir. Bunu kocasına pek kızdığı için dönmesine imkân bırakmamak için yapar.
Birisîni kendini kocasına dönmeye teşvik edeceğinden korkar. Bu arzusu ise ancak
üç talâkla tamam olur. Makdisî. Burada şöyle denilebilir: Kadın kendi nefsine
malik olmakla maksad yerini bulunca buna bakılmaz. Şu da var ki, kocasına dönme
imkânı hulleye yormakla da hâsıl olur.
"Kadın bulunduğu
mecliste kabul ederse bini vermesi lâzım gelir." Fa-
kat o meclisten
sonra kabul ederse mal vermesi lâzım gelmez. Çünkü bu kadın tarafından
mubadeledir. Nitekim yukarıda geçmişti. Bir de muallak yahut muzaf olmayacaktı.
Aksi takdirde şart bulunduktan sonra dahi kabul mu'teber olur. Nitekim
Bedayı'dan naklen arzetmiştik. Bu ifadenin bir misli de Bahır'dadır.
"Evvelce geçtiği
vecihle" Yani musannıfın: "Kocası karısını hul' için zor-larsa mal lâzım
gelmeksizin kadın boş olur " Dediği yerde geçmişti.
"Sefih ve hasta
bulunmamak şartıyledir." Kadın sefîh (akılsız) olursa mal lâzım gelmez. Hasta
olursa malının üçte birinden itibar olunur. Nitekim izahı ileride gelecektir.
"Çünkü ya ta'viz
yahut tâliktir." Sen bin dirheme boşsun demişse ta' viz, sen bin dirhem vermen
şartıyle dediyse tâliktir. Zeylaî diyor ki: "Kadının mutlaka kabul etmesi
lâzımdır. Çünkü bu ya bir muâveza akdi yahut şarta tâliktir ve ne muâveza akdi
kabulsüz olur, ne de muallak olan şart bulunmaksızın vâki olur. Çünkü rızası
olmadıkça karı-kocanın birbirlerine ilzam etmeye hakları yoktur. Vâki olan talâk
bâindir. Çünkü kadın ancak kendini kurtarmak için mal vermeyi iltizam etmiştir.
Bu ise talâkın bâin olmasıyla mümkündür."
"Bir şey lâzım
gelmeksizin boş olurlar." Çünkü adam onların talâklarını kabullerine
bağlamıştır. Kabul de vardır. Kadınların her birine ne lazım geldiği malum
değildir. Çünkü her biri bana sadece dirhem lâzımdır diyebilir. Adam da her
ikisinin dirhem vermesine razı olursa bunun lâzım gelmesi gerekir. Kadınların
ikisi de bir şey lâzım gelmeden boş olunca meydana gelen talâk ric'î olur. Çünkü
sarîh lâfızla yapılmıştır. Rahmetî. Bazıları her iki kadının mehirleri vermeleri
lâzım gelir, demîşlerse de bu doğru değildir. Çünkü sarîh talâk velevki mal
şartiyle yapılsın mu'temed kavle göre mehri ıskat etmez. Nitekim metinde
gelecektir.
"Tam bir cümledir."
Yani üst tarafıyla ancak halin delaleti vasıtasıyle bağlanır. Zira cümlede asıl
olan müstakil bulunmasıdır. Burada delâlet de yoktur. Zira talâkla âzâd maldan
ayrılabilirler. Satışla icare bunun hilâfınadır. Onlar maldan ayrılamazlar.
Dürer.
"İmameyn vav'ın
hâliyye olmasıyla amel etmişlerdir." Sanki bu adam sen bana bin dirhem verecekli
olduğun halde boşsun demiş gibidir. Bu ise ancak kabulle tehakkuk eder ve
kabulle mal lâzım gelir. Nehir.
"Kezâ kölesine
böyle derse" Yani kölesine: Ben seni dün bin dirhem vermen şartıyla âzâd ettim
ama sen kabul etmedin yahut dün nefsini sana bin dirheme sattım ama kabul
etmedin derse hüküm yine böyledir. Bahır.
METİN
Nasıl ki başkasına
şu köleyi dün sana bin dirheme sattım ama kabul etmedin der de, müşteri kabul
ettim cevabını verirse söz müşterinin olur. Aralarındaki fark şudur: Mal vermek
şartıyla talâk erkek tarafından yemindir. Kadın onun yeminini bozduğunu iddia
etmekte, kocası ise inkârda bulunmaktadır.
Satışa gelince:
Adamın onu ikrar etmesi kabulü ikrardır. İnkârı ise dönmektir. Ona kulak
verilmez. Her ikisi beyyine getirirlerse kadının beyyinesi ele alınır.
Tatarhâniyye. Erkek mal şartıyla hul'u iddia eder de kadın inkârda bulunursa
ikrarıyla talâk vâki olur. Mal hakkında dâvâ hali üzere kalır ve söz kadının
olur. Çünkü inkâr eden odur. Aksinde ise nasıl olursa olsun bir şey vâki
değildir. Bezzâziye.
İZAH
"Erkek tarafından
yemindir." Bu tamam olmuş bir akiddir. Binaenaleyh onu ikrar etmek kadının
kabulünü ikrar sayılmaz. Satış bunun hilafınadır. Çünkü o kabul olmadan satış
değildir. Bahır.
"Kadının beyyinesî
ele alınır." Yani kabul ettiğine dair getirdiği beyyine ele alınır. Çünkü asıl
şudur: Dâvâda söz kiminse o beyyineye muhtaç değildir. Çünkü beyyine zâhirin
hilâfını isbat içindir. Zâhir ise söz hakkı olanındır. Burada söz hakkı olan
kocadır ki, yeminin bozulma şartı olan kabulü inkâr etmektedir. Zâhirin hilâfı
da kadının sözüdür. Binaenaleyh ikisi karşılaşınca kadının beyyinesi tercih
edilir. Bir de onun beyyinesi daha çok isbat eder. Zira o talâkı isbat
etmektedir. Gerçi bazıları: "Kadının beyyinesi isbata yöneliktir, erkeğin
beyyinesi îse nefyedir. Onun için de kabul edilmez." demişlerse de buna şöyle
cevap verilir: Yeminin bozulma şartında nefye beyyine kabul edilir. Nitekim
talik bahsinde geçmişti.
"İkrarıyla talâk
vâki olur." Yani talâk-ı bâin vâki olur. Velev ki mal sâbit olmasın. Çünkü ikrar
yaptığı hul' lâfzı bakidir. O kinâye olduğu için talâk-ı bain meydana gelir.
Nitekim geçti.
"Hali üzere kalır."
Yani dâvâlarda malum olan hal üzere kalır ki, söz inkâr edenin, beyyinedâvâcının
olur.
"Aksinde ise" Yani
hul'u kadın iddia ederse onun dâvâsıyla bir şey olmaz. Çünkü kadının talâk
îkâ'ına hakkı yoktur. Rahmetî.
"Nasıl olursa
olsun." Yani kadın mal iddia etsin etmesin kendisinin mal vermesi lâzım gelmez.
Çünkü o malı hul' mukabilinde ikrar etmişdi. Hul' sâbit olmayınca mal da sâbit
olmaz. Bir de kocası inkârda bulunmakIa kadının mal ikrarını reddetmiştir.
Rahmetî.
FER'Î MESELE: -
Karı-koca hul'un kaç defa olduğunda ihtilâf ederler de erkek iki kadın üç defa
olduğunu söylerse, ulemadan bazılarına göre söz erkeğindir. Bazılarına göre
evlendikten sonra ihtilâf ederler de kalın: "Bu evlenme câiz değildir. Çünkü
üçüncü hul'dan sonra oldu." derse kocası inkâr ettiği takdirde söz onundur.
İddette yahut iddet geçtikten sonra ihtitâf ederler de erkek: Bu iddet ikinci
hul'un iddetidir, der kadın üçüncü hul'un iddeti olduğunu söylerse söz
kadınındır" ve nikâh helâl değildir. Câmiu'l-Fûsuleyn.
METİN
FER'Î MESELELER:-
Erkek hul'u inkâr eder veya bir şartı yahut istisnayı iddia eder yahut aldığı
malın borç verdiği maldan olduğunu söylerse; yahut karı-koca zorla veya gönüllü
olduğunda ihtilâf ederler ise söz erkeğindir. Kadın hul' bedelsizdi derse söz
onun olur.
İZAH
"Veya bir şartı
yahut istisnayı iddia ederse" Meselâ sen bin dirheme boşsun der de kadın kabul
eder sonra: "Ben şu haneye girersen demiştim yahut inşaallah demiştim." Şeklinde
iddiada bulunur. Câmiu'l-Füsuleyn'de şöyle denilmiştir: "Bir kimse karısını
boşar veya hul' yapar da sonra istisnada bulunduğunu iddia ederse, hul' bedelini
zikretmediği takdirde tasdik edilir. Zikrederse yani seni şu kadara hul' ettim
derse tasdik edilmez. İstisna yaptığını iddia ederek: "Benim senden aldığım
sende olan alacağım idi." Der, kadın da: "Ben onu sana hul' bedeli olarak
verdim." derse söz erkeğindir. Çünkü hul'un sahih olduğunu inkâr edince kadınca
hul' bedelinin vâcib olduğunu da inkâr etmiş, kadında iki değil bir mal alacağı
olduğunu ikrarda bulunmuştur. Kadın ise onun kendisinde başka bir mal alacağı
olduğunu ikrar etmektedir. Binaenaleyh koca tasdik edilir. Erkek istisna iddia
etmezse bunun hilâfınadır. Çünkü kadın'da hul' bedeli alacağı olduğunu ikrar
etmiş sayılır. Temlîk eden kadındır. Onun için onun sözü kabul edilir. Fakat bu
söz götürür."
Bu ifadenin
hülasası şudur: Adamın istisna dâvâsı makbuldür. Ancak hul' bedelle yapılmışsa o
zaman kabul edilmez. Zira bedel hul' kasdına karinedir. Binaenaleyh istisna
suretiyle onun ibtali dâvâsı kabul edilmez. Meğerki erkek aldığı malın hul'
bedeli değil başka bir hak karşılığı olduğunu iddia etsin. O zaman söz erkeğin
olur. Çünkü istisnayı dâvâ etmekle hul'un sahih olduğunu ve bedelin vücubunu
inkâr etmiş olur.
Ben derim ki: Lâkin
burada şöyle itiraz edilebilir: İstisna dâvasının sahih olmasına mâni hul'
akdinde bedel zikretmektir. Akidden sonra bedeli aldığını zikretmek değildir.
Madem ki bedeli zikretmiştir istisna dâvâsı da kabul edilmez. Binaenaleyh hul'un
sahih ve bedelin vâcib olduğunu inkârı kabul olunmaz. Bilâkis hul' bedelli
olarak kalır. Bu adam bundan sonra aldığı malın başka bir hak olduğunu iddia
etmektedir. Kadın ise:
Hayır, o hul'
bedeliydi demektedir. Onun için söz kadının olur. Çünkü malı veren kadındır. Söz
ise malı verenindir. Şu halde istisnayı iddia etmekle etmemesi arasında bir fark
kalmaz. Söz götürür dediği yer bu olsa gerektir. Allahu a'lem.
Tâlik bâbında
geçmişti ki, fetva istisna ve şart dâvâsında erkeğin sözü kabul edilmeyeceğine
dairdir. Çünkü zaman bozulmuştur. Bu bâbta orada söz geçmişti.
"Yahut aldığı malın
borç verdiği maldan olduğunu söylerse..." Bezzâzi-ye'de şöyle denilmiştir:
"Kadın hul' bedelini verir de kocası onu başka bir hak karşılığı aldığını
söylerse İmam-ı Zahîruddin söz kocasının olur diye fetva vermiştir. Bazıları:
"Söz kadınındır, Çünkü temlîk eden odur." demişlerdir.
Ben derim ki: Zâhir
olan ikincisidir. Onun için de gördüğün gibi Câmiu'l-Fûsuleyn sahibi kesinlikle
buna kâil olmuştur. Bu ayrı bir meseledir. Esası karı-kocanın hul' bedeli
üzerinde anlaşıp teslim cihetinde ihtilâf etmelidir. Onun için de şârih onu
yahut diyerek atfetmiştir ve edatıyla atfı da sahihdir. O zaman evvelki
meselenin tetimmesi olur. Lâkin gördüğün gibi söz götürür diye itiraz
edilir.
"Zorla ve gönüllü
olduğunda ihtilâf ederlerse" Yani gönüllü veya zorIa kabul ettiğinde
anlaşamazlarsa demektir. Hul'un zorla yapılmasına gelince o sahihtir. Nitekim
ileride görülecektir. T.
"Söz onun olur."
Çünkü hul'un sahih olması bedel icab etmez. Böylece kadın inkâr etmiş olur ve
söz kendisinindir. Bahır.
METİN
Kadın kocasının
kendini boşadığını, binaenaleyh mehir ve iddet nafakasını iddia eder, kocası ise
hul' iddiasında bulunursa beyyine olmadığı takdirde mehir hakkında söz kadının,
nafaka hakkında kocasınındır.
Bir adam iki
karısını bir köle karşılığı hul' yaparsa, kölenin kıymeti kadınların mehr-i
müsemmalarına taksim olunur.
Bir adam karısına
seni kölem üzerine hul' ettim derse, kadının kabulüne bağlı olur, bir şey vâcib
olmaz. Bahır.
İZAH
"Kocası hul'
iddiasında bulunursa" sözünü kocasının iddet nafakası hul' bedelindendir,
diyeiddia ettiği zamana yorumlamak gerekir. Bahır.
"Mehir hakkında söz
kadının, nafaka hakkında kocasınındır." Çünkü mehir daha önceden kocasının
üzerinde sâbit idi. Binaenaleyh onun sukûtunu dâvâ etmek makbul değildir. İddet
nafakası ise önceden vâcib değildi. Kadın talâkla bunu hak ettiğini iddia,
kocası ise inkâr etmektedir. Şu halde söz kocasınındır. Ama bu mesele müşkildir.
Çünkü nafakanın istihkak sebebi hususunda karı-koca ittifak etmişlerdir. Zira
hul' ile talâkın ikisi de iddet nafakası icab ederler. O halde nafaka nasıl
sâkıt olur? Bahır.
Ben derim ki: Bunu
asıl müşkil gören Câmiu'l-Fûsuleyn sahibidir. Nuru'l-Ayn sahibi kendisine itiraz
etmiş; Sözünün iki nefy edatıyla sâkıt olduğunu söylemiştir.
Burada
Câmiu'l-Fûsuleyn sahibi: "Ben derim ki: Yukarıdaki izaha binaen söz nafaka
hakkında dahi kadının olmak gerekir." demiştir, Nuru'l-Ayn sahibi de ona şöyle
itirazda bulunmuştur "Gerekmemek gerekir. Çünkü bunu o hata olduğunu göstermek
için söylemiştir. Hakikatte inkâr eden kocadır. Zira nafakanın kendisine vâcib
olduğunu inkâr etmektedir..." Tahrîrat-ı Rafiî. "İki nefy edatıyla sâkıt"
sözünden muradı Nuru'l-Ayn sahibinin: "Gerekmemek gerekir." sözüdür. A.D.
"Kölenin kıymeti
kadınların mehr-i müsemmalarına taksim olunur." Kölenin kıymeti otuz dirhem,
kadınlardan birinin mehri iki yüz dirhem, diğerininki yüz dirhem olursa; Birinci
kadının yirmi, ikincinin yüz dirhem vermesi lâzım gelir. Yarı yarıya taksim
edilmez. Bu meselenin yeri köle başkasının olduğu zamandır yahut köle kadınların
olup mehirleri birbirinden farklı olduğuna göredir. Kadınların mehirleri
birbirine müsavî olur da yarı yarıya ikisine taksim edilirse köle hul' bedeli
olur. T. Bu meseleyi Hâkim Kâfî'de: "Bir adam iki karısını bin dirheme hul'
yaparsa..." Şeklinde farzetmiştir.
"Kadının kabulüne
bağlı olur." Müctebâ sahibi diyor ki: "Zâhire bakıIırsa bununla talâkın vukuunu
kasdetmiştir. Bu zamanda bu meseleyi bilmek en mühim meselelerdendir. Çünkü
insanlar kadın mehrini kocasına bağışladıktan sonra hul'u kocasının malına izafe
etmeyi âdet edinmişlerdir. Bu izahla anlaşılır ki, kadın kabul ederse talâk vâki
olur, fakat kocaya bir şey vâcib olmaz. Münyetü'l-Fukaha'da bildirildiğine göre
bir adam karısına: Seni sende olan alacağım mukabilinde hul' ettim der de kadın
kabul ederse talâk vâki olması gerekir. Fakat vâcib olan bir şey yoktur. alacak
bâtıl olur." Müctebâ'nın ibâresi burada sona erer. Şârih bu bâbın sonunda hul'
bedelinin kocaya ödettirilmesi sahih olduğunu söyleyecektir. Tamamı ileride
gelecektir.
METİN
Sahih nikâhta velev
alış-veriş lâfzıyla kıyılmış olsun nitekim İmâdî ve başkaları buna itimad
etmişlerdir hul' ve mubâre'e yani iki tarafın birbirlerini ibrâ etmeleri,
karı-kocanın o vakitbirbirleri üzerinde bu nikâha aid olan her hakkını ıskat
eder. Hatta kadını bâin olarak boşar da sonra yeni bir mehirle alırsa kadın
mehri mukabilinde ondan hul' olduğu takdirde ikinciden berî olur birinciden berî
olmaz. Müt'a da bunun gibidir. Bezzâziye. Yine Bezzâziye'de bildirildiğine göre
kadın birbirlerinden dâvâcı olmamak şartıyla kocasından hul' olur da sonra
kocası şu kadar pamuk alacağı olduğunu iddia ederse sahihtir. Çünkü berâet nikâh
haklarına mahsustur.
İZAH
"Sahih nikâhta"
sözünü şârihin zikretmesi vakıı beyan içindir. Yoksa fâsid nikâhı bâbın başında:
"Nikâh milkini gidermektir." Sözü ile çıkarmıştı. Bunu Tahtâvî söylemiştir.
Fâsid nikahta cima'dan sonra mehrin sukûtu hakkında iki kavil bulunduğunu
evvelce arzetmiştik. Yine geçmişti ki, bir adam karısını talâk-ı bâinle boşar da
sonra mehri mukabilinde hul' yaparsa mehir sâkıt olmaz. Fûsul sahibi: "Çünkü
hul'dan sonra kadının eline bir şey geçmemiştir. Kadın dinden döner de kocası
onu hul' ederse hüküm yine böyledir." demiştir.
"Nitekim İmâdî ve
başkaları" Yani el-Fetâvâ's-Suğra sahibi gibileri buna itimad etmişlerdir. Çünkü
Fetâvâ sahibi hul' ve mubâre'e gibi mehrin de sâkıt olacağını sahihlemiş,
Hâniyye sahibi ise mehrin ancak zikredilirse sâkıt olacağını sahihlemiştir. Bu
kavli Câmiu'l-Fûsuleyn sahibi dahi sahih bulmuştur. Şu halde sahihlemeler
muhtelif demektir. Şârih bâbın başında "Hâniyye'ye muhâlif olarak" Demiş, bu
hususta Bahır sahibine uymuştu. Kâdîhân ise bunun hilâfını açıklamıştı. Birinci
sahihlemeyi ikinciye tercih etmenin vechi ne olduğu bence zâhir değildir.
Halbuki Kâdıhân tashihine güvenilecek en büyüklerden biridir derler.
"Mubâre'e" Kelimesi
mufâale bâbından olup berâetten alınmıştır. Mubâre'e kocanın karısına senin
nikâhından şu kadar mal mukabilinde berî oldum demesidir. Bunu Sadru'ş-Şeria
söylemiştir. Fetih'de ise şöyle denilmiştir: "Mubâre'e kocanın karısına: Seni
bin dirhem karşılığında berî kıldım diyerek kadının kabul etmesidir. Nehir."
Ben derim ki:
Feth'in ibâresi daha uygundur. Çünkü Hâkim'in Kâfî'sinde şöyle denilmiştir:
"Sonra Nehir'de denilmiştir ki, musannıfın kadına mubâre'e yaparsa diye
kayıdlaması şundandır: Çünkü kocası kadına senin nikahından berî oldum derse
talâk vâki olur. Ama bu sözle bir şey sâkıt olmamak gerekir." Yani berâet sözünü
mufâale bâbından kullanmazsa bedel de zikretmediği takdirde kadının kabulüne
bağlı olmaz. O sözle hemen bir talâk-ı bain meydana gelir ve bir hak ıskat
etmez. Seni hul' ettim demiş gibi olur. Mufâale bâbından kullanması yahut bedel
zikretmesi bunun hilâfınadır. Çünkü kabule bağlıdır. Hem de ıskat edicidir. Bu
izahtan anlaşılır ki evvela Sadru'ş-Şeria'dan naklettiği bedel zikredilen
ifâdeyle sonradan zikrettiği söz arasında aykırılık
yoktur.
T E N B i H : -
Nehir'de bu bâbın başında Feth'in ibâresinden alınarak zikredildiğine
göremubâre'e kelîmesi hul' lâfızlarındandir.
Ben derim ki: Biz
Cevhere'nin bunu açıkladığını arzetmiştik. Lâkin Bez-zâziye'den naklen evvelce
geçmişti ki, hul' lâfzı kinâyelerdendir. Şu kadar var ki, ulema çok kullanıldığı
için onun sarih gibi olduğunu söylemişlerdir. Binaenaleyh niyete muhtaç
değildir. Mubâre'e lâfzı da bu mânâda çok kullanılırsa onun gibi olur. Yine
geçmişti ki, hul'la vâki olan talâk bâindir. Biri veya ikiyi niyet etsin
müsavîdir. Fakat üçü niyet ederse üç talâk vâki olur. Bunu para karşılığında
yapmışsa, bununla talâkı murad etmediği iddiasında tasdik edilmez. Hâkim
Kâfî'sinde: "Bütün bu hususatta mubâre'e hul' gibidir." demiştir.
"İki tarafın
birbirlerini ibrâ etmeleri..." Kadının kocasına bana mubâre'e yap demesi,
kocasının da ona seni mubâre'e ettim diye cevap vermesiyle olur. Yahut bunu
kocası söyler, kadın da kabul ettim cevabını verir. Nitekim Manzume şerhinde
böyle denilmiştir. Şu halde murad iki taraftan birinin ibrâ yapmasına, öteki
tarafın da kabulüne şâmildîr. T.
"Her hakkını" Sözü
mehre, konulmuş nafakaya, geçmiş nafakaya ve elbiseye şâmildir. Kezâ müt'a dahi
zikredilmeksizin sâkıt olur. Bundan müstesna olan şudur: Kadını mehri
mukabilinde yahut mehrinin bir kısmına mukabil hul' yapar da, mehri de ödemiş
bulunursa Kadın onu iade eder, berî olamaz. Halbuki fukahanın mutlak olan
sözleri berâeti iktiza eder. Yalhul' bedelidir. Binaenaleyh kadın ondan berî
olamaz. Nitekim başka bir hul' bedelidir. Binaenaleyh kadın ondan berî olamaz.
Nitekim başka bir mal olsa beri olamazdı. Bahır. Bu kavil İmam-ı A'zam'ındır.
İmam-ı Muhammed'e göre hul' ve mubâre'ede karı-kocanın söylediklerinden başkası
sâkıt olmaz. İmam-ı Ebû Yusuf mubâre'ede İmam-ı A'zam'la, hul'da İmam-ı
Muhammed'le beraberdir. Mültekâ. Sonra bilmelisin ki bu meselenin vecihlerinin
hâsılı şudur: Bedel ya hiç söylenmemiştir, ya nefy edilmiştir yahut kocaya veya
mehrinin bütünü, bir kısmı yahut başka bir mal karşısında kadı-na isbat
edilmiştir. Bu altı kısmın her biri iki vecihle olur. Ya mehir teslim alınmıştır
yahut alınmamıştır. Böylece kısımlar on iki olur. Bu on iki kısım dahi ya
cima'dan önce veya sonradır. Bedel söylenmemişse bu hususta iki rivâyet vardır.
Bunların esah olanına göre karı-kocadan her biri mehirden berî olur, başkasından
berî olmaz ve kadın aldığını iade etmez. Kocası da kalanı istemez. Bu hususta
sözün tamamı musannıfın: "Üzerinde mehri müeccel varsa ondan berî olur." dediği
yerde gelecektir. Menfî olursa meselâ karısına nefsini benden bir şeysiz hul' et
der de kadın bunu yaparsa kocası kabul ettiği takdirde bir şeysiz sahih olur.
Çünkü bu söz mal lâzım gelmemesi ve talâkın bâin olması hususunda açıktır.
Binaenaleyh karı-koca birbirlerinin haklarından berî olmazlar. Kocanın üzerinde
muayyen ise bâbın sonunda gelecektir. Hul' bütün mehir karşılığında yapılmışsa
teslim edildiği takdirde karısından bütün mehri alır. Aksi takdirde mutlak
surette kocadan sakıt olur. Yani cima'dan önce veya sonra olması farketmez.
Kadını hul' bedelini çocuğuna veya ecnebî birine vermesi şartıyla hul' yaparsa
câiz olur. Mehir kocanındır. Mehrin tamamı yirmi dirhem olurda onun bir kısmına
meselâ onda birine hul' yaparsa, kadın mehrini aldığı takdirde cima'dan sonra
ise kocasına iki dirhem iade eder. Geri kalanı kadınındır. Cima'dan önce ise
kocası bir dirhem alır. Çünkü yarısının onda biri bir dirhem eder. Mehir teslim
edilmemiş bulunursa mutlak surette hepsi sâkıt olur. Mehr-i müsemmanın sukûtu
şart hükmünce, kalanın sukûtu da hul' lâfzı hükmüncedir. Şayet mehirden başka
bir malla yapılmışsa kocası mehr-i müsemmayı alır. Diğer hallerin hepsinde
karı-koca berî olurlar. Bu satırlar kısaltılarak Bahır, Nehir ve
Gurarü'l-Ezkâr'dan alınmıştır. Lâkin sonuncudan murad malum ve halen mevcud mal
olduğuna göredir. Aksi takdirde altı vecih meydana gelir ki biz bunları
Zahîre'den naklen arzetmiştik.
"O vakit" Yani hul'
ve mubâre'e vaktinde demektir. Musannıf bununla iddet nafakası ve mesken gibi
sonradan sâbit olan haklardan ihtiraz etmiştir. Nitekim şârih buna işarette
bulunmuştur.
"Birinciden beri
olmaz." Çünkü birinci bu nikâhın hakkında değil ilk nikâhın hakkıdır.
"Müt'a da bunun
gibidir." Müt'a da bundandır dese daha iyi olurdu. Yani müt'a da sâkıt olan
haklardandır. Bahır sahibi şöyle demiştir: "Müt'aya gelince: Bezzâziye'de şöyle
denilmiştir: Kadını cima'dan önce muhâlea eder ve mehir koymamış bulunursa müt'a
zikredilmeden sâkıt olur." Müt'a da bunun gibidir sözünden müt'a da mehir
gibidir mânâsını kasdetmiş olması da muhtemeldir. Binaenaleyh şârihin
yorumladığı gibi önceki nikâhın müt'ası değil de bu nikâhın müt'ası ise sâkıt
olur. H.
"Sahihtir ilh..."
Bahır sahibi diyor ki: "Umumî ibrânın muktezası sahih olmamaktır. Galiba hul'un
zımnında olduğu için nikâha aid haklarla tahsis edilmiştir.
METİN
Bundan yalnız iddet
nafakası ile mesken müstesnadır. Onlar sâkıt olmazlar. Meğerki hul'u yaparken
nassan beyan etmiş olsun. O zaman nafaka sâkıt olur, mesken sâkıt olmaz. Çünkü
mesken şeriatın hakkıdır.
İZAH
"Meğerki nassan
beyan etmiş olsun." Yani hul' yaparken nafakanın sâkıt olacağını söylemiş olsun.
Söylemez de kadın hul' olur, sonra bu nafakayı ıskat ederse nafaka sâkıt olmaz.
Çünkü bu takdirde kadın vâcib olmayan bir şeyi kasden ıskata kalkışmış olur.
Zira nafaka ancak yavaş yavaş vâcib olur. Bu zimnî ıskat onun hilafınadır. Çünkü
o hul' zamanında kadının naklettiğine göre sâkıt olur. Kalanı hul'un zımnında
tâbi olarak sukût eder. Fetih. Zahîre'nin nafaka bahsinde şöyle denilmiştir:
"Kadın kocasına: Ben senin karın olduğum müddetçe sen benim nafakamdan ebediyyen
berîsin dese sahih olmaz. Çünkü ibrânın sahiholması vücuba yahut sebebi vücubun
bulunmasına dayanır. Burada bunlar yoktur. Çünkü nafakanın sebebi vücubu ileride
olacaktır ki, o da ileride kadının kendisini kocası için onun evine kapamasıdır.
Halen bu mevcud değildir." Zahîre sahibi bundan sonra sözüne şöyle devam
etmiştir: "Nafaka kocasının zimmetinde borç olmadan kadın onu ibrâ ederse
bil-ittifak sahih olmaz. Ama hul'da şart kılarsa sahih olur. Çünkü mal karşılığı
ibrâ olur ve hakkında beraet yapılan şeyi tamamiyle almak olur. Zira ivez onun
yerini tutar. Vâcib olmadan almak ise bil-ittifak sahihtir." Kınye'de: "Nafaka
vâcib olmasa da sebebi mevvuddur. Onun için ondan ibra sahihtir." denilmiştir.
Yani hul' iddet nafakasının vücubuna sebebtir, demek istemiştir. Bedâyı'da:
"İddet nafakasına gelince: O iddet zamanında vâcib olur. Binaenaleyh nafaka
üzerine hul' yapmak onun vâcib olmasına mânidir." Sözünun mânâsı budur. Yani
hul'dan önce veya sonra kadının nafakadan ibrâ yapması bunun hilâfınadır demek
istiyor. Zira bu sahih değildir. Bezzâziye'de şöyle denilmiştir: "Bazıları sahih
olduğunu söylemişlerdir. Bu daha münasibtir."
Ben derim ki: Lâkin
umumiyetle kitablarda zikredilen sahih olmamasıdır. Onun için Fetih'de Tahâvî
şerhinde, Bedâyı'da, keza Hâniyye ve diğer kitablarda kesinlikle sahih olmadığı
ifade edilmiştir. Hatta biliyorsun ki bu bil-ittifaktır. Valvalciyye'de şöyle
denilmiştir: "Kadın kocasında olan her hakkı karşılığında ondan hul' olursa
iddeti içinde kendisine nafaka verilir. Çünkü hul' yapılırken bu nafaka henüz
onun hakkı değildi." Bahır'da dahi Bezzâziye'den naklen şöyle denilmiştir:
"Kadın hul'dan önce ve sonra kadınlar için erkeklere vâcib olan her hak
mukabilinde bir talâk-ı bâinle hul' olur da mehri ve iddet nafakasını anmazsa,
bunların ikisinden de berâet sabit olur. Çünkü mehir hul'dan önce sâbittir.
Nafaka da hul'dan sonra sâbit olur."
T E N B İ H: - Bir
hâdise oldu. Bana sordular: Dediler ki: "Bir kadın kocasının mehrinden ve malum
olan ayn mallardan berî kılmak şartıyla kocasının kendisini boşamasını ister de,
o da razı olur ve kadın kendisini bunlardan ibrâ kılarsa, sonra kocası: Senin
ibrâ yapman doğruysa sen boşsun dese boş olur mu olmaz mı?" Ben bu kadın boş
olmaz diye cevap verdîm. Çünkü ulema aynlardan berâet sahih değildir
demişlerdir. Kocanın muradı bedelin hepsi kendinin olsun diye talâkı hepsinden
beraetin sahih olmasına tâliktir. Bana öyle gelmişdi. Bu cevabı verdikten sonra
Fetâvâ-i Kâze-runî'de Allâme Abdurrahman Mürşidî'nin Fetâvâ'sından naklen şöyle
denildiğini gördüm: Kendisine çok vuku bulan, şu meseleyi sormuşlar: Kadın
kocasına seni mehirden ve iddet nafakasından ibrâ ettim der de kocası senin
talâkın ibranın sahih olmasıyladır, cevabını verirse talâk vâki olur mu? Mürşidî
olmaz diye cevap vermiş. Diyor ki: "Bana zamanımızın bazı Hanefî âlimleri
muvafakat etti, bazıları da üstadımız Carullah b. Zâhirâ talâk vâki olur diye
fetva verirdi. Çünkü ulema iddet nafakasıadı söylenirse sâkıt olur demişlerdir,
şeklinde huccet getirerek bir şey diyemediler. Bunun üzerine ben de derim ki: Bu
bizim meselemizden uzaktır. Çünkü nafaka talâkla azar azar vâcib olur. Mevcud
olmayan bir şeyden ibrâ ise bâtıldır. Ona muallak olan da öyledir. Çünkü cüz'ü
olmayınca üzerine tâlik yapılan şey de yoktur.
Hul' bâbında
zikredilene gelince; Ondan murad mubâre'edir ki, o da kadının mecliste kabulüne
bağlı olan hul nev'indendir. Hul', mehir ve iddet nafakası karşılığında
yapılmışsa ona tebean nafaka sâkıt olur. Burada ise sırf talik yapılmıştır.
Binaenaleyh üzerine tâlik yapılan şeyin bir kısmı bâtıl olunca o da vâki olmaz."
Bu satırlar kısaltılarak alınmıştır. Sonra gördüm ki, Eşbâh şerhinde Bîrî İbn-i
Zâhirâ'nın fetvasını doğru bulmuş, Mürşidî'ye red cevabı vermiştir,
Ben derim ki:
Doğrusu eğer ibrâ talâk isteğine binaen yapılmamışsa nafaka sâkıt olmaz. Velevki
kadını isteğin akibinde boşasın. Çünkü bu nikâhın devamı halindedir. Talâk
isteğine binaen yapılmışsa sâkıt olur. Velevki nikâhın devamı halinde olsun.
Çünkü o zaman bedelle karşılık vermiş olur. Zahîre, Hâniyye ve diğer kitablarda
şöyle denilmektedir: "Kadın kocasından talâkını ister de kocası beni her
hakkından ibrâ et ki seni boşayayım der, bunun üzerine kadın: Seni kadınların
kocaları üzerinde olan her hakkımdan ibrâ ettim cevabını verirse, kocası da
hemen arkacığından seni bir talâkla boşadım derse, kadın cima' edilmiş olmak
şartıyla bir talâk-ı bâinle boş olur. Çünkü bu bedelle boşamaktır ki, o da
delâleten ibrâdır." Fetih'de nafakanın bununla sâkıt olmayacağı bildirilmiştir.
Çünkü hak o anda kadının mevcud hakkına yorumlanır.
Evet, az yukarıda
arz ettik ki, kadın kocasını hul'dan önce veya sonra her haktan ibrâ ederse
nafaka sâkıt olur. Keza kocası onu boşamak için açık olarak kendisini mehir ve
nafakadan ibrâ etmesini ister de o da ibrâ eder ve kocası hemen boşarsa ibrâ
sahih olur. Çünkü bu ibrâ bedellidir. Bedel kadının kendine mâlik olmasıdır. Şu
halde sanki kadın bedelini almak suretiyle nafakasını almış gibidir. Vâcib
olmadan almak sahihtir. Nitekim kocası kadına bir aylık nafakasını verse sahih
olur. Bu izaha göre şartlı ibrâ olur. Kocası onu boşamazsa berî olmaz.
Hâniyye'de açıklandığına göre kadın kocası kendini boşamak şartıyla onu bütün
alacaklarından ibrâ etse kocası boşarsa berâet câizdir, boşamazsa câiz değildir.
Kocasını kendi üzerine evlenmemesi şartıyla ibrâ etmesi bunun hilâfınadır. O
zaman berâet sahih olur, şart sahih olmaz. Çünkü birincinin karşılığında para
vermek sahihtir, ikincide sahih değildir. Binaenaleyh onun şartı bâtıl olur.
Zûhidî'nin Hâvî nâmındaki kitabında şöyle denilmiştir: "Kadın kendini boşasın
diye kocasını ibrâ eder de kocası ayağa kalkar, sonra boşarsa meclisin hükmü
kesilmedikçe berî olur. aksi takdirde berî olmaz." Bunu öğrendikten sonra
anlarsın ki, bu berâetin sahih olması hemen boşamaya bağlıdır. Yani o
meclisteboşayacaktır. Karısına: Senin talâkın ibrânın doğruluğu iledir derse,
talâkı berâetin sahih olmasına tâlik etmiş olur. Bu da onun önceden sahih
olmasının tehakkukunu iktiza eder. Nitekim şartın muktezası budur. Üzerine tâlik
edilen şey yoktur. Binaenaleyh talâk da vakî olmaz. Talâkı halen yapması bunun
hilâfınadır. Çünkü vaki olur ve onunla berâet sahih olur. Böylece anlaşılıyor
ki, hak Mürşidî'nin sözüdür. Fukahanın şartla nafaka sâkıttır şeklindeki
açıklamaları buna aykırı değildir. Biliyorsun ki nafakanın sukûtu talâk veya
hul'a bağlıdır. Ondan önce berâet yoktur. Hem de berâet müneccez olan talâk veya
hul' ile olur. Sahih olmasına muallak yapılanla olmaz. Burada bana zâhir olan
budur. Bu mesele çok vuku bulur. Onun zabtını ganîmet bil! Allahu
a'lem.
"Çünkü mesken
şeriatın hakkıdır." Zira kadını boşandığı evden başkasında oturtmak günahtır.
Bunu Fetih'den naklen Bahır sahibi söylemiştir.
METİN
Meğerki kocasını
mesken külfetinden ibrâ etmiş olsun! O zaman sahihtir. Fetih. Bizim
söylediklerimizle bu söze hâcet kalmaz. Çünkü nafaka ve mesken o vakitte vâcib
olmuş değillerdir. BiIâkis sonra vâcib olmuşlardır. Mal vermek şartıyla talâk
hul' gibi mehri ıskat eder, diyenler olmuşsa da mu'temed olan kavil ıskat
etmemesidir. Bunu Bezzâzî söylemiştir. Seni AIIah ibrâ etsin sözüyle erkek berî
olmaz. Bunu Behensî söylemiştir. Kocası çocuk nafakasından berâeti şart koşarsa
bakılır: Sene gibi bir vakit koydularsa sahih ve lâzımdır. Aksi takdirde sahih
olmaz. Bahır.
ÎZAH
"Meğerki kocasını
mesken külfetinden ibrâ etmiş olsun." Meselâ kadın kendi evinde oturur yahut ev
kirasını kendi malından verirse, bu suretle iltizamı sahihtir. Fetih. Lâkin
bunun muktezası kira masrafının mutlaka açıkça söylenmesidir. Halbuki Fetih ve
diğer kitablarda yas tutma faslında beyan edildiğine göre kadın mesken istememek
şartıyla hul' olursa, mesken masrafı kocasından sâkıt olur. Kadına kocasının
evinde kira ile oturması lâzım gelir. O evden çıkması helâl
olmaz.
"Bu söze" Yani
musannıfın: "Bundan yalnız iddet nafakası ile mesken müstesnadır ilah..."
Demesine hâcet kalmaz. Binaenaleyh bunu terk etse daha îyi olurdu.
"Mehri ıskat eder."
Diye kayıdlaması şundandır: Çünkü Bahır sahibî: "Vikâye şerhinde, Hulâsa'da,
Bezzâziye'de ve Cevhere'de açıklandığına göre mahkeme tarafından konulan nafaka
talâkla sâkıt olur. Bu zevat bunu mutlak söylemişlerdir. Binaenaleyh mal
karşılığı talâka ve başkasına şâmildir." demiştir. Ama söz götürür ki, nafaka
bahsînde gelecektir.
"Bunu Bezzâzî
söylemiştir." İfadesi şudur: "Fetva buna göredir. Bunun bir misli de Fûsul ve
diğer kitablardadır. Bahır'da bunun zâhir rivâyet olduğu kaydedilmiştir.
Şârihler ve Kâdîhânbunu sahihlemişlerdir."'
Ben derim ki:
Kadihân'ın sözünün hülasası şudur: Mal karşılığı talâkın hükmü İmameyn'e göre
hul'un hükmü gibidir. Yani mehri ıskat etmez. Bir rivâyette İmam A'zam
İmameyn'le beraberdir. Sahih olan da budur. Diğer bir rivâyette ona göre ıskat
etme hususunda hul'a benzer. Biz hul' hakkındaki hilâfı Mültekâ'dan naklen arz
etmiştik. Böylece Nehr'in ibâresindeki îhamı anlamış olursun. Bu îham
başkalarını hataya düşürmüştür.
"Bunu Behensî
söylemiştir." Talebesi Bâkânî de Mültekâ şerhinde ona tâbi olmuştur. Hayreddin-i
Remlî dahi bununla fetva vermiştir. Lâkin Tahtâvî'nin Allâme Makdisî'den
naklettiğine göre o bununla berâetin sahih olduğuna örften dolayı fetva
vermiştir.
Ben derim ki:
KaarIü'l-Hidâye ile İbn-i Şilbî dahi: "Çünkü bunun İbrâ olduğuna örf vardır."
Diye ta'lil ederek bununla fetva vermişlerdir. Nâsır Lekkânî ile Şeyhülislâm
Hanbelî'nin de bunun gibi yazdıklarını söylemişlerdir. Kezâ Muhibbiyye manzumesi
sahibi bunu zikretmiş, Hâmidiyye sahibi dahi bununla fetva vermiştir. Sâihânî
bunu Bezzâziye'nin: "Bir adam karısına: Senî Allah boşadı yahut cariyesine: Seni
Allah âzâd etti dese talâk ve atak vâki olur." Sözü ile te'yid etmiştîr. Cevhere
sahîbi buna "Niyet etsîn etmesin" Sözünü ziyade etmiştir.
"Çocuk
nafakasından" Sözü ana karnındaki çocuğu da şâmildir. Doğduktan sonra onun
nafakasından berâetini şart koşabilir. "Çocuk nafakası"ndan murad süt emen
çocuğun masraflarıdır. Fetih'den naklen Bahır'da böyle denilmiştîr. Bu sözün bir
misli de Kifaye ve ihtiyar'dadır.
METİN
Müntekâ ve diğer
kitablardan naklen Bahır'da bildirildiğine göre çocuk süt emerse, vakit
koymasalar bile sahih olur. Kadın çocuğu iki sene emzirir. Memeden ayrılan çocuk
bunun hilâfınadır. Bu kadınla evlenir veya kadın kaçar yahut ölürse veya çocuk
ölürse bu adam kalan çocuk ve iddet nafakasını kadından geri alır. Meğerki kadın
berâetini şart koşmuş bulunsun. Kadın bu adamdan çocuğun gîyeceğini isteyebilir.
Ancak bunun üzerine de hul' yaptıysa memeden ayrılmış bile olsa ücretli süt
annede olduğu gibi sahihtir.
İZAH
"Bahırda
bildirildiğine göre ilah..." İfadesinin zâhirine bakılırsa bu başka bir
rivâyettir. Bunu Hulâsa'nın şu sözü de te'yid etmektedir: "Çocuğu sütten kesmek
şartıyla berâetin sahih olması ancak müddeti beyan ettiği zamandır. Müddeti
beyan etmezse çocuk ister emer bulunsun, ister memeden ayrılsın sahih olmaz..."
Ben derim ki:
Galiba birinci rivâyetin vechi şu olacaktır: Hul' süt emerken çocuğun nafakasını
vermeye veya kesmeye yapılırsa bunun sonu kavgaya varır. Çünkü kadın meselâben
onun bir aylık nafakasını istedim der, kocası daha çok dediğini söyler. İkinci
rivâyetin vechi de şu olsa gerektir: Çocuğun meme emer bulunması süt müddetini
kasdettiğine karinedir. Hâniyye ve Bezzâziye sahibleri kesin olarak bu rivâyeti
tercih etmişlerdir.
"Memeden ayrılan
bunun hilâfınadır." Çünkü çocuğun annesinin yanında kalma müddeti oğlanın kendi
işlerini kendi görmeğe başlaması, kızın da hayız görmesidir. Bu ise meçhûldür.
Ben derim ki: Ben
bu ta'lili başka kimsenin yaptığını görmedim. Eğer hul' hadâne müddetinde
çocuğun annesinin yanında kalması şartıyla yapılmışsa bu zâhirdir. Halbuki
mu'temed kavle göre yine zahir değildir. Çünkü mu'temed kavle göre hadâne
müddeti erkek çocuk için yedi, kız içîn on senedir. Bilâkis zâhir olan şudur:
Onun muradı hul' çocuk nafakası şartıyla yapılmışsa ve çocuk süt emiyorsa
nafakadan emzirme masrafları kasdedilir. Çünkü çocuğun nafakası onu emzirmekten
ibarettir. Bunun vakti ise şer'an sınırlıdır. Binaenaleyh ona yorumlanır.
Çocuğun memeden ayrılması bunun hilâfınadır. O zaman mutlaka vakit koymak
lâzımdır. Çünkü nafakası yemek içmekle olur. Bunun ise hususî bir zamanı yoktur.
Zira ömrü boyunca yiyecektir. Binaenaleyh vakit koymaksızın tesmiye sahih
değildir. Zira meçhûldür.
Zahîre'de şöyle
denilmiştir: "Ebû Süleyman İmam Muhammed'den, o da Ebû Hanife'den naklen rivâyet
etmiştir ki: Kocasından olan çocuğunun yaşadıkları müddet nafakasıyla ondan hul'
olan bir kadın kocasından aldığı mehri ona iade edecektir." Yani bu mesele
kadının evindeki eşya karşılığında onunla hul' yapıp da evde hiç bir şey
bulunmaması gibidir.
"Bu kadınla
evlenirse" Yani onunla iddet ve çocuk nafakası üzerine hul' yapmışken evlenirse
demektir. T. Evlenmek müddet tamam olmadan vuku bulmuştur.
"Yahut kaçarsa"
Yani kadın çocuğu kocasına bırakarak kaçarsa demektir. Bahır. Kezâ kadınla iddet
nafakası üzerine hul' yapar da kadın boşandığı evde oturmayarak nafakası sâkıt
olursa kocası nafakayı ondan geri alır. Nitekim bunu Bahır sahibi incelemiştir.
"Veya çocuk ölürse"
Kezâ çocuk doğurursa onu iki seneye kadar emzirmek şartıyla hul' yapar da
kadının karnında çocuk bulunmazsa, kadın süt masrafını kocasına iade eder. Kadın
on sene derse kocası ondan iki senelik süt masrafı ile kalan senelerin
nafakasını alır. Fetih.
"Kalan çocuk
nafakasını geri alır." Meselâ iki seneden biri geçmişse bir senelik emzirme
masrafım kadın ona iade eder. Nitekim Fetih'de beyan edilmîştîr.
"Ve iddet
nafakasını" Yani iddet nafakası üzerine hul' yaptıysa onun kalanını kadından
geri alır.
"Meğerki kadın
berâetîni şart koşmuş bulunsun." Yani hul' yaparken çocuğun veya kadının
ölmesiyle berâetini şart koşmuş olsun. Nitekim Fetih'de böyle denilmiştir. Bahır
sahibi diyor ki: "Kadının berâeti için hîle: Kocasının; seni çocuk nafakasından
iki seneye kadar berî olmam şartıyla muhâlea ettim. Çocuk bu müddetten önce
ölürse senden bir şey istemeyeceğim demesidir. Hâniyye'de böyle denilmiştir. Bir
sene müddetle şu kadara diyerek ücretle süt ana tutar da sene geçmeden öldüğü
takdirde ücretin yine kadına verileceğini şart koşarsa bunun hilâfınadır. Bu
icare fâsiddir. Hulâsa'nın icareler bahsinde böyle denilmiştîr. Bezzâziye'de:
"Çünkü başkasında câiz olmayan bir şey hul'da câiz olur." denilmiştir.
"Kadın bu adamdan
çocuğun giyeceğini isteyebilir." Yani giyecek meselesi ancak konuşulmak şartıyla
dahil olur. Fetih'de şöyle denilmiştir:
"Kadın çocuğun
giyeceğini kocasından isteyebilir. Meğerki onun nafakasıyla giyeceğine de hul'
yapmış olsun, o zaman isteyemez. Giyecek meçhûl de olsa ve çocuk emer veya
memeden ayrılmış da olsa fark etmez." Bu ifadenin bir misli de Hulâsa'dadır.
Çocuğun tamiminde ne fayda olduğunu araştır. Şu da var ki, bugün kadınla onun
çocuğa kefaleti şartıyla hul' yapmak örfü âdet olmuştur. Bunun mânâsı çocuğun
bütün işlerinî annesi görecek, müddet bitinceye kadar babasından bir şey
istemeyecek demektir. Zâhire bakılırsa bu söz giyecek yerini de tutar. Çünkü örf
olan bir şey şart kılınmış gibidir. Düşün!
"Ücretli süt annede
olduğu gibi sahihtir." Bezzâziye sahibi diyor ki:
"Kadınla çocuğunu
bir sene emzirmek ve sütten ayrıldıktan sonra on sene çocuğun nafakasını vermek
şartıyla muhâlea yaparsa sahih olur. Burada bilinmemek mâni değildir. Nasıl ki
yiyeceğini ve elbisesini vermek şartıyla süt ana kiralasa İmam-ı A'zam'a göre
sahih olur. Çünkü âdet süt analara biraz geniş davranmaktır. Burada bütün
imamlarımıza göre sahihtir. Çünkü çocuğunun nafakası için bir kimse, velevki
alçak olsun münakaşa etmez."
METİN
Kadın fakir olduğu
halde kocasıyla çocuğunun meselâ bir ay nafakasını vermek şartıyla muhâlea olur
da kocasından nafaka isterse, kocası vermeye mecbur edilir. İtimad bu kavledir.
Fetih. Yine Fetih'de beyan edildiğine göre kadın çocuğu bülûğa erinceye kadar
elinde tutmak şartıyla hul' yaparsa kız çocuğu hakkında sahih olur, erkek çocuğu
hakkında olmaz. Kadın evlenirse kocası çocuğu alabilir. Velevki bırakacağına
ittifak etmiş olsunlar. Çünkü bu çocuğun hakkıdır. Babasının ecr-i misil alması
için bu müddette geçer ecr-i mislin ne olduğuna bakılır ve baba bunu anneden
alır. Baba küçük kızı nâmına onun malı veya mehriyle hul' yaparsa esah kavle
göre kız boş olur. Nasıl ki kız mümeyyiz iken (kârı-zararı ayıracak yaşta)
kendisi kabul etse boş olur ve mal vermek lâzım gelmez. Çünkü buteberru'dur.
Büyük kızın hükmü de böyledir. Ancak o kabul ederse mal vermesi lâzım gelir.
Bedeli İltizam etmedikçe annenin hul' yapması sahih olmadığı gibi küçük oğlan
üzerine hul' da asla sahih değildir.
İZAH
"Kocası vermeye
mecbur edilir." Çünkü hul'un bedeli kadının borcudur. Kocasının kadındakî
alacağı iIe çocuğun nafakası sâkıt olmaz, Nitekim kadında başka bîr alacağı olsa
kadın bunu ödeyemediği takdirde çocuğun nafakası o adamdan sâkıt olmaz, itimad
bu kavledir. Sair fetva verenlerin "Sâkıt olur." kavline değildir. Kınye ve
Hâvî'de böyle denilmiştir. Fetih ve diğer kitablarda da böyledir. Bu şunu ifade
eder ki, .kadın zenginledikten sonra baba verdiği nafakayı ondan geri alabilir.
"Kız çocuğu
hakkında sahih olur, erkek çocuğu hakkında olmaz." Çünkü erkek çocuğu erkeklerin
âdâb ve ahlâkını öğrenmeye muhtaçtır. Annesinin yanında uzun zaman kalırsa
kadınların ahlâkını alır. Bunda ise ne derece fesad olduğu meydandadır.
Fetâvâ'l-Hindiyye'de böyle denilmiştir. Makdisî diyor ki: "Kız çocuğunda sahîh
olur demesi söz götürür. Çünkü bugün fetva verilen kavle göre kız çocuğu bülûğ
zamanına kadar annenin yanında kalmaz.
" Ben derim ki:
İllet çocuğun hakkının zâyi olmasıdır. Kız çocuğunu bülûğa erinceye kadar
annesinin yanında bırakmakta îse zâyiat yoktur. Evet, bülûğ müddeti meçhûldür
diye bir itiraz vârid olabilir. Ama umulur ki, bu cehalet affedilir. Çünkü
ekseriyetle bülûğ on beş yaşında olur.
"Çünkü bu çocuğun
hakkıdır." Zira çocuğu kadının ecnebî olan kocasının yanında bırakmak ona
zarardır. Onun için de kadının hadâne (çocuğa bakma) hakkı sâkıt olur. Bu
ifadenin bir misli de Hâniyye'dedir. Orada şöyle denilmiştir: "Kadınla çocuğun
mâlum seneler baba yanında kalması şartiyle hul' yaparsa hul' sahih, şart bâtıl
olur. Çünkü küçük çocuğun annesinin yanında bulunması çocuğun hakkıdır. Anne
babasının ibtaliyle bâtıl olmaz.
"Kız boş olur."
Yani hul' lâfzıyla yaptıysa kız talâk-ı bâinle boş olur. Nitekim geçmişti,
ileride de gelecektir.
"Esah kavle göre"
Kız boş olur. Bazıları boş olmadığını söylemişlerdir. Çünkü talâk mal lâzım
gelmesine muallaktır. Mal ise yoktur. Esah olmasının vechi talâkın babanın
kabulüne muallak olmasıdır. Bu mevcuddur. Bezzâziye.
"Nasıl ki kendisi
kabul etse..." Nasıl ki sözüyle şârih meselenin ittifâkî olduğuna işaret
etmiştir. Anla! Fetih'de şöyle denilmiştir: "Bu yani zikredilen hilâf baba kabul
ettiğine göredir. Kız kabul eder de aklı başında olup nikâhın menfaat
celbettiğini, hul'un ise menfaati selbettiğini akıl ederse bil-ittifak talâk
vâki olur. Mal da lâzım gelmez."
Ben derim ki: Çok
defa vâki oluyor ki, adam karısını mehrini bağışlamak mukabilinde boşuyor.
Zâhire bakılırsa bu talâk ric'îdir. Çünkü mehir sâkıt değildir. Sonra
Câmiu'l-Fûsul'de şöyle denildiğini gördüm: "Bir vaka'da adam çocuk yaştaki
karısına: Sen mehrin karşılığında boşsun der de kadın kabul ederse ric'î olarak
boş düşmesi ve mehrin sâkıt olmaması gerekir." İleride Vehbâniyye şerhinden
naklen bunu te'yid eden ibâre gelecektir.
"Mal vermek lâzım
gelmez." Yani İbni Seleme'nin kavline göre mal vermek kadına da, babasına da
lâzım gelmez. Yine ondan bir rivâyete göre lâzım gelir. Velevki üzerine almış
olmasın. Üzerine almışsa vermesi lâzım geldiğinde söz yoktur. Metinde aşağıda
gelecek dediği mesele budur.
Bahır sahibi diyor
ki: "İmam Mâlik'in mezhebine göre baba hul'un kızı için daha hayırlı olduğunu
bilirse, meselâ kocası geçimsizse kızının mehri üzerine hul' yapması sahihtir.
Buna bir hâkim hüküm verirse hükmü geçerli olur." Beziâziye'de de böyle
denilmiştir. Hâkimden murad Mâlikî mezhebinde olan hâkimdir.
"Büyük kızın hükmü
de böyledir ilh..." Yani ondan izin almadan babası onun nâmına hul' yaparsa
kızın mal vermesi evleviyetle lâzım gelmez. Çünkü babası onun hakkında ecnebî
gibidir. Fûsuleyn'de şöyle denilmektedir: "Mal vermeyi baba veya ecnebî biri
garanti ederse hul' vaki olur. Sonrâ kadın razı olursa bu hul' aleyhine geçerli
olur. Kocası da mehir vermekten kurtulur. Razı olmazsa onu kocasından alır.
Kocası da hul'u yapandan alır. Garanti etmezse hul' kadının razı olmasına
baylıdır. Razı olursa câizdir ve kocası mehirden berâet eder. Aksi takdirde câiz
değildir. Zahîre'de kadın boş olmaz denilmiştir. Başkaları boş olması gerekir.
Çünkü talâk kabule muallaktır. Bu da mevcuddur demişlerdir." Yani hul'u yapanın
kabulüne muallaktır demek istemişlerdir. Bezzâziye'de bildirildiğine göre baba
garanti etmezse mal hakkında talâk kadının kabulüne bağlıdır. Bezzâziye sahibi:
"Bu talâk vâki olduğuna delildir. Bazıları talâkın ancak kadının rızasiyle vâki
olacağını söylemişlerdir." demiştir.
"Annenin hul'
yapması ilh..." Bahır sahibi diyor ki: "Baba ile kayıdlaması şundandır: Çünkü
hul' küçük kızın kocasıyla annesi arasında cereyan ederse, annesi bedeli kendi
malına izafe ettiği yahut ödemeyî üzerine aldığı takdirde ecnebîde olduğu gibi
hul' tamamdır. Aksi takdirde ne olacağına dair rivâyet yoktur. Sahih şudur ki;
talâk vâki değildir. Baba bunun hilâfınadır."
"Küçük oğlan
üzerine hul' asla sahih değildir." Bahır'da şöyle denilmiştir: "Kız diye
kayıdlaması şundandır: Çünkü küçük oğlunu hul' etmesi sahih olmaz. Küçük oğlanın
hul'u velîsinin rızasına da bağlı değildir. Hâsılı küçük kızda talâk vâki
olmakla beraber mal vermek lâzım değildir. Küçük oğlanda ise asla talâk vâki
olmaz.
METİN
Nitekim kadın reşid
olmayarak bununla yani kendi malı veya mehriyle muhâlea yaparsa hüküm budur.
Yani boş olur, mal vermek lâzım gelmez. Hatta talâk lâfzıyla yapılmışsa her iki
meselede ric'î talâk meydana gelir. Vehbâniyye şerhi. Kadın nâmına mal vermek
şartıyla babası muhâlea yaparak vereceğini garanti ederse, yani kefil olarak
değil de vermeyi iltizam ederse hul' sahihtir, mal da babaya lâzım gelir. Zira
kadına mal vermek vâcib değildir. Ecnebî biriyle hul' yapmak gibi olur ki, baba
bu hususta evlâdır. Mehir sâkıt olmaz. Çünkü o babanın velayetine dahil
değildir. Bunun sukûtuna bir çare de hul' bedelini mehir mikdarı bir ecnebîye
şart koşması, sonra koca bunu ondan almak için velayeti olan birine havale
etmesidir. Bezzâziye.
İZAH
"Kadın reşid
olmayarak..." Rüşd: Bir şahsın kendi malında yararlı hareket etmesidir. Velevki
fâsık olsun. Nitekim hıcr bahsinde gelecektir. Ulemanın orada zikrettiklerine
göre sefahet dolayısiyle yapılan hıcr Ebû Yusuf'a göre borç sebebiyle yapılan
gibi hâkim hükmüne muhtaçtır. İmam-ı Muhammed mücerred sefahetle sâbit olacağını
söylemiştir. Sefahet maIı meşruun hilâfına har vurup harman savurmaktır.
Vehbâniyye şerhini zâhirine bakılırsa ikinciye itimad etmiştir. Çünkü Mebsût'tan
naklen şöyle demiştir: "Kadın müfsid olarak bülûğa erer de mal mukabili
kocasında." hul' olursa, hul' câizdir. Çünkü hul'da talâkın vâki olması kabule
dayanır. Bu da kadından tehakkuk etmiştir. Ama mal vermesi lâzım gelmez. Çünkü
kadının bunu iltizam etmesi mal karşılığı da değil, görünen bir menfaat için de
değildir. Binaenaleyh kadın küçük kız hükmünde tutulur. Kocası onu bu mal
üzerine bir talâkla boşadıysa ona dönmeye hakkı vardır. Çünkü talâkın sarîh
sözle yapılması bâin olmasını icab etmez. Ancak bedel verilirse bâin olur. Hul'
lâfzıyla yapılması bunun hilâfınadır." Bu satırlar kısaltılarak alınmıştır.
"Yâni boş olur
ilh..." Sözü küçük kızla reşid olmayan kadın meseleleri arasındaki benzerliği
açıklamaktır.
"Kadın nâmına" Yani
küçük olan kadın nâmına mal vermeyi demek istiyor ki, bu mal mehre de şâmildir.
"Kadına mal vâcib
değildir." Binaenaleyh kefalet tehakkuk etmemiştir. Çünkü kefalet; isteme
hususunda kefilin zimmetini asilın zimmetine katmaktan ibarettir. Asilden isteme
yoktur. T.
"Ecnebî biriyle
hul' yapmak gibi" Yani fuzûlî ile hul' yapmak gibi olur. Bunun hülasası şudur:
Baba koca ile konuşur da bedeli garanti ifade edercesine kendi nefsine izafede
bulunur yahut onu kocaya bu şekilde temlîk ederse, meselâ kızımı benim nâmıma
bin dirheme muhâlea et yahut ben ödemem şartıyla veya benim şu bin dirhemim
yahut şu kölem üzerinemuhâlea et der de o da bunu yaparsa sahih olur ve bedel
babaya borçtur. Şayet bedel için bir hak sahibi çıkarsa kıymetini vermesi lâzım
gelir. Kadının kabulüne bağlı değildir. Bu sözü gelişigüzel söyler meselâ bin
dirheme yahut şu köleye muhâlea et derse, kadın kabul ettiği takdirde köleyi
veya âciz kaldığı takdirde kıymetini teslim etmesi tâzım gelir. Baba bunun
başkasına izafe eder, meselâ fülanın kölesi ile hul' et derse, o fülanın kabulü
mu'teber olur. Kadınla kocası konuşur yahut kocasına bunu kadın söylerse,
kadının kabulü mu'teber olur. Bedel gelişigüzel söylensin yahut kadına veya
ecnebîye izafe edilsin müsavîdir. Hul'a vekil olan kimseden bedel istenmez.
Meğerki ödemeyi üzerine almış olsun. Bu takdirde ödediğini kadından alır.
Meselenin tamamı Bahır'dadır.
"Baba evlâdır."
Çünkü kızının hem nefsinde hem malında tasarrufa mâliktir. Fetih.
"Mehir sâkıt
olmaz." Yani hul' ister mehir mukabilinde, ister meselâ bin dirheme yapılmış
olsun fark etmez. Lâkin mehir mukabilinde yapılırsa kadın onu kocasından geri
alabilir. Kocası da kadının babasından alır. Çünkü o garanti etmiştir. Fakat
hul' bin dirhem karşılığında yapılmışsa kadın mehrini kocasından geri aldıktan
sonra kocası kadının babasından onu alamaz. Çünkü o mehri garanti etmemiştir. O
bini ödeyeceğine söz vermiştir. Fetih sahibinin sözü bu tafsilâta yorumlanır.
Nitekim Nehir'de ve Makdisî şerhinde belirtilmiştir. Bahır sahibinin anlayışı
bunun hilâfınadır. O Fetih sahibinin aleyhine hata etmiş diye hüküm
vermiştir.
"Bunun sukûtuna bir
çare de" Yani mehrin kocadan sâkıt olmasına bir çare de şudur diyor ki, bununla
daha başka çareler de olduğuna İşaret ediyor. Onlardan biri yukarıda arz
ettiğimiz Mâlikî bir hâkimin sahihtir diye hüküm vermesidir. Bir çare de babanın
kızının mehri ile iddet nafakasını aldım diye ikrar etmesidir. Çünkü bunu
babanın ikrarı sahihtir. Sair velîler onun hilâfınadır. Sonra kocası kadını
talâk-ı bâinle boşar. Lâkin zâhire göre berî olur. Allah Teâlâ indinde berî
olmaz. Nitekim Bahır'da beyan edilmiştir. Câmiu'l-Fûsuleyn sahibi bu zevata
itiraz ederek: "Bunda yalanı öğretmek ve kocanın zimmetini meşgul etmek vardır."
demiş, Makdisî kendisine şu cevabı vermiştir: "Kocası kadına zarar verdiği,
başka kurtuluş yolu da bulunmadığı vakit bu zarar etmez."
"Şart koşması" Yani
kocanın şart koşmasıdır. Bir nüshada her ikisinin yani koca ile babanın şart
koşmaları denilmiştir.
"Sonra bunu"
Sözünden murad mehirdir. Yani koca ecnebîye havale edecektir. Bazı nüshalarda bu
mevcuddur.
"Velayeti olan
birine havale etmesidir." Sözünden murad babadır. Baba mevcudsa bunu o yapacak,
değilse hâkim bir vasî tâyin edecektir. Meselenin sureti şudur: Mehir meselâ bin
dirhem ise koca ecnebî biriyle kendi malından bin dirheme muhâlea yapar. Sonra
kocababayı veya vasîyi mehri almak için o ecnebîye havale eder. Ama kabul
şarttır, ecnebînin de kocadan daha zengin olması lâzımdır. O zaman koca mehirden
kurtulmuş olur, borç ecnebînin zimmetine geçer. Lâkin bunda ecnebî için zarar
vardır. Onun için "Sonra baba onu ibrâ eder yahut ondan aldığını ikrarda
bulunur." denilmiştir. Ama zâhire göre bu tekellüfe hâcet kalmaksızın babanın
baştan ikrarı kâfidir. Nitekim az yukarıda arz ettik. Bazı
nüshalarda:
"Sonra koca onu
bunu kendisinden^almaya velayeti olana havale eder." denilmiştir. Bu ayrı bir
hîledir. Onu Bahır sahibi Bezzâziye'den nakletmiştir. Bu sözün mânâsı o ecnebî
kimse kocayı hul' bedeli .olan bin dirhemi almak için babaya yahut vasîye havale
eder, demektir. Bu suretle ecnebî bedelden kurtulur; borç babanın zimmetine
geçer. Lâkin babanın bu tekellüfe hâcet kalmaksızın baştan bedeli üzerine alması
bu ikinci hîleye hâcet bırakmaz.
METİN
Eğer koca ödemeyi
kadına yani küçük olan karısına şart koşar da, o da buna ehil olarak kabul
ederse bir şeysiz boş olur. Ehil olmaktan murad nikâhın menfaati celb, hul'un
onu selb ettiğine aklı ermesidir. Bir şeysiz boş düşmesi borçlanmaya ehliyeti
olmadığındandır. Şayet kabul etmez veya akıl etmezse boş düşmez. Esah kavle göre
velevki baba kabul etmiş olsun. Zeylaî. Kadın bülûğa erer de babanın kabulüne
razı olursa bu câizdir. Fetih. Koca karısına: Seni muhâlea ettim der de kadın
kabul eder ve maldan bahsetmezlerse kadın boş olur. Çünkü icab ve kabul
mevcuddur ve koca mehr-i müeccelden şayet varsa berî olur. Mehr-i müeccelden
borcu yoksa kadın ona aldığı mehr-i muacceli iade eder. Çünkü yukarıda geçti ki,
bu bir muâvezadır. Binaenaleyh mümkün olduğu kadar itibara alınır.
İZAH
"Eğer koca ödemeyi"
Sözünden murad ödeneni demektir. Tâ ki Feth'in: "Yani koca bin dirhemi kadına
şart koşarsa onun kabulüne bağlı olur ilh..." sözüne uygun olsun. Bezzâziye'de
şöyle denilmiştir: "Hul' karıkoca arasında cereyan ederse kabul etmek kadına
aiddir. Bedel gelişigüzel söylensin yahut mutlak bırakılır veya kadına yahut
ecnebîye izafe edilsin. İzafet milk veya garanti izafeti olsun fark etmez."
Bunun misâlleri beni şu köleye hul' et, beni bir köleye hul' et. beni şu köleme
hul' et, beni falanın kölesi karşılığında hul' et sözleridir.
"Boş olur." Çünkü
şart mevcuddur. O da kadının kabulüdür. Hul'la talâk-ı bâin meydana gelmesi
kabule dayanır, mal lâzım gelmesine dayanmaz. Nitekim kadın şarab ve benzeri bir
şey söylerse hüküm budur. Fetih.
"Velevki baba kabul
etmiş olsun." Çünkü kadının kabulü şarttır. 'Bu niyabet kabul etmez. Fetih.
"Esah kavle göre"
Demesi bir rivâyette sahih olduğu içindir. Çünkü hâlis menfaattır. Kadın o
adamın elinden mal vermeden kurtulmaktadır. Fetih.
"Koca karısına:
Seni muhâlea ettim." İfadesinde hul'u mufâale bâbından kullanması şundandır:
Çünkü seni hul' ettim dese bu söz kabule bağlı değildir, koca berâet etmiş
olmaz. Nitekim Bahır'da belirtilmiştir. Bâbın başında da geçmişti. Bu mesele
bülûğa ermiş kadın hakkındadır.
"Ve koca mehr-i
müeccelden berî olur..." Hulâsa ve Bezzâziye'de zik-redildiğine göre bu surette
İmam-ı A'zam'dan iki rivâyetin birine göre karı-koca birbirlerinden berî
olurlar. Sahih olan da budur. Şayet kocanın üzerinde mehir borcu yoksa kadının
aldığı mehri ona iade etmesi gerekir. Çünkü mal hul'u zikretmekle örfen
zikredilmiş sayılır. Fetih'de de böyledir.
Bahır sahibi diyor
ki: "İbârenin evvelinden anlaşıldığına göre mehir alınmışsa kocanın dönüp
istemeye hakkı vardır. Hâniyye sahibi de bunu açıklamıştır, O zaman karı-koca
birbirlerinden berî olmuş sayılmazlar. Bana öyle geliyor ki, berâetin yeri
mehr-i muacceli kadına verdikten sonra onunla muhâlea yapmasıdır. Zira böyle
olursa kadın mehr-i muaccelden, kocası da mehr-i müeccelden berî olur. Onun
içindir ki, Muhît sahibi: Sahih kavle göre mehir sakıt olur. Kadının aldığı
kendinin olur, kocasının zimmetinde kalan da sâkıt olur,
demiştir."
Ben derim ki: Bunu
Hâniyye'nin "Her biri berâet eder" demesi, bilâkis "Koca kadının onda alacağı
olan mehirden berî olur" demesi de te'yid eder. Hâniyye sahibi: "Kadının
kocasında alacak mehri yoksa kocasının verdiğini iade etmesi lâzım gelir."
demiştir. Bunu Hâkim-i Şehid ile İbn-i Fadl da böyle zikretmişlerdir. Hülasası
şudur: Koca kadına olan mehir borcundan kurtulur. Kadın ise ancak bir kısmından
kurtulur. Bütün mehrini almışsa iade etmesi lâzım gelir. Bu izahla musannıfın:
"Mehr-i müeccelden borcu yoksa kadın ona aldığı mehr-i muacceli iade eder."
Sözündeki îham meydana çıkar. Zira bu söz kadın bütün mehrini almışsa mehr-i
müecceli iade etmesi lâzım gelmez. mânâsını îham etmektedir. İfadenin hakkı:
"Aksi takdirde mehri iade eder." demekdi. Ancak şöyle cevap verilebilir: Kadın
bütün mehrini alınca mehrin hepsi muaccel olur.
Sonra bilmelisin ki
bunların hepsi Feth'in ibâresine muhâliftir. Fetih'de: "Hul' ve mubare'e her
hakkı ıskat eder İlh." denildiği yerde şu ifade vardır: "Bedelden söz
edilmemişse bu hususta üç rivâyet vardır. Bunların esah olanı karı-kocadan her
birinin yalnız mehirden berâet etmesidir. Cima'dan önce olsun sonra olsun mehir
alınmış veya alınmamış olsun artık karı-koca birbirlerinden onu isteyemezler.
Hatta kadın mehrini almamışsa kocasından bir şey isteyemediği gibi hepsini
almışsa kocası da ondan bir şey iade etmesini isteyemez ilh..." Bu ifadenin bir
misli de Zeylaî ile Vehbâniyye şerhinde, Makdisî ve Şürunbulâliyye'dedir.
Kâdîhân'ın Câmi-i Sağîr şerhinde şöyle denilmektedir. "Kadına hul' yapar da
bedel zikretmezse, İmameyn'e göre karı-koca birbirlerine nikâhla vâcib olan mal
borcundan berâet etmezler. Ebû Hanife'den iki rivâyet vardır, Sahih olan rivâyet
birbirlerinden berâet etmeleridir."
Muhtar metninde de
şu ifade vardır: "Mubâre'e de hul' gibidir. Bunların ikisi de karı-kocanın
nikâha müteallik haklarını ıskat ederler. Hatta cima'dan önce ise ve kadın
mehrini almışsa kocası ondan hiç bir şey geri alamaz. Kadın kocasından bir şey
almamışsa ondan hiç bir şey alamaz. "Bu ifadenin bir misli de Mültekâ
metnindedir. Dürerü'l-Bihâr şerhi ile Mecmâ' şerhinde: "Karı-koca hiç bir mal
sözü etmedilerse birbirlerinden berâet ederler. Kadın mehrini almış olsun
olmasın, kocası onunla cima'da bulunsun bulunmasın fark etmez." denilmiştir.
Ben derim ki:
Bundan anlaşıldığına göre Fetâvâ'dan naklen yukarıda geçen söz başka bir
kavildir. Şerh ve metinlerde sahihlenmemiştir. Böylece musannıfın sözünde
bozukluk olduğu iki vecihten anlaşılmıştır. Bunların birisi sahihin hilâfına yol
tutması, ikincisi de kadının yalnız mehr-i muacceli iade edeceğini îham
etmesidir. Halbuki buna kâil olan yoktur. Hilâf ancak bütün mehri almışsa onun
iadesi hakkındadır.