TAKSİM (KISMET) KİTABI
BİRİNCİ BÖLÜM
METİN
Kısmet
konusunun şüf'a ile ilgisi şudur: Ortaklardan birisi ayrılmak ister ve hissesini satarsa, o
takdirde
şüf'a vacib olur. Eğer hissesini sat-mazsa taksim yoluna gidilir. Böylece ortaklık, ya
hisseyi
üçüncü bir kim-seye satma ile sona
erer, bu takdirde şüf'a hakkı doğar. Ya da, satım söz
konusu
olmaksızın aynî taksim yapılır.
Kısmet
sözlükte, paylaşma anlamında bir isimdir. Kıdve sözünün «uy-ma» anlamında olduğu gibi.
Bir
terim olarak ise; şayi olan hissenin be-lirli bir yerde toplanmasıdır.
Kısmetin sebebi;-ortakların
hepsinin
veya bit bölümünün kendi
mülkünden özel bir şekilde yararlanmak istemesidir. Ortakların
talebi
bulunmazsa kısmet (taksim) geçerli olmaz.
Kısmetin
rüknü ise, ölçülecek şeylerde paylar arasını ayırma ve ifraz etme fiilidir. Ölçmek ve
arşınlamak gibi.
Kısmetin
şartı ise taksimle yararlanmanın yok olmamasıdır. Bundan ötürü duvar ve hamam gibi
şeyler
taksim edilmez.
Hükmü
ise, ortaklardan her birisinin kendi başına hissesini tayin ettirmesidir. Bu taksim de
mutlaka
ifraz
kasdı ile olur. Herkesin aynı hak-kı olmasına ifraz denir. Veya mübadele anlamı kasdedilir. Bu
da
hakkı-nın karşılığını almaktır. Mislî olan şeylerde galib olan ifrazdır. Mislî olan şeyler hükmünde
olan
standart olup sayıyla alınıp satılan şeylerde de gaib olan şey yine ifrazdır. İbni Kemal, Kâfi'den.
Mislî
olmayan şeylerde de galip olan ise mübadeledir. Bunlar kıya-mı olan şeylerdir.
Bu
asıl bulunduğu zaman ortak
hissesini misliyatta ortağı gaib de
olsa alabilir. Çünkü arada fark
yoktur.
Kıymiyatta ise aralarında kıymet farkı bulunduğu için bu
şekilde alamaz.
Hâniye'de şöyle denilmektedir: «Ölçülecek veya tartılacak birşey bir gaible bir hazırın veya bir
baliğle
bir çocuğun arasında ortaklı olsa, ha-zır olan veya baliğ olan kimse payını ölçerek veya
tartarak
alırsa, onun taksimi geçerli olur. Ancak böyle taksimde diğer ortakların paylarının sağlam
olarak
bulunması gerekir. Meselâ : bir buğday yığınına tarla sa-hibi ile eken ortak olsalar, tarla
sahibi
ekene taksim etmesini emretse, önce tarla sahibinin payını ayırarak götürse, geri geldiğinde
kendi
payı-nın helak olduğunu görse, o helak olan kısım her ikisine taksim edilir. Önce kendi payını
evine
götürse geriye kalan helak olsa,
helak olan yal-nız tarla sahibine aittir. Meşayihin bazısı bu
şekilde
söylemiştir.» Özetle.
Ortaklardan
birisi, hasmı taleb ettiği zaman, yalnız aynı cinsten olan misli olmayan birşeyin
taksimine
zorlamış olsa, -Burada ganimetten ol-mayan ortaklı köle
müstesnadır- o zaman ona
zorlanır.
Çünkü bu taksim-de ifraz anlamı vardır. Çünkü mübadelelerde başkasının hakkı ile ilgili
bulunduğu
zaman onda da zorlama cari olur.
Nitekim şüf'ada ve borçlu-nun
borçlarını ödemesi için
mülkünü
satmaya zorlanmasında durum böyledir.
Bir
kimse geçimi beytü'l-maldan
sağlanarak halktan ücret almadan onların mallarını taksim etmesi
için
tayin edilebilir. Böyle bir tayin
iyi olur. Metnin bazı nüshalarındaki: «taksim eden kimseyi tayin
etmek
vacibtir» sözü ise yanlıştır.
Taksim
için ecri misille birisi tayin edilmiş olsa, sahihtir. Zira bu taksim gerçekte hüküm değildir.
Herne
kadar hüküm verdiği için hâkimin
ücret alması caiz değilse de taksim için ücret alması caiz
olur.
Bunu Ahi-zâde zikretmiştir.
Bu
ecri misil, mutlaka ortaklar arasında ortakların sayısınca alınır. Ortakların hisselerine göre değil.
Ama
imameyn buna muhalefet etmiş-lerdir.
Musannifin
burada «taksim eden»le sınırlaması, zira ölçekle ölçenlerin veya terazi ile tartanların
ücretleri
imamların icmaı ile ortak malda-ki hisselerine göre verilir. Bunun gibi, diğer masraflar da,
çobanın
ücreti, taşıma ve koruma gibi diğer
ücretler de yine mala göre taksim edilir. Şerh-i Mecma.
Mültekâ'da
icmâ kelimesinden sonra «Eğer kısmet için değilse» ifa-desi eklenmiştir. Eğer kısmet
için
ise, o zaman geçen hilal üzerinedir. Şu kadar var ki, bu, Hidâye'de «kîle» sözüyle
zikredilmiştir.
Bu
konunun tamamı benim Hidâye üzerindeki takikatımdadır.
Taksim
edenin adaletli, güvenilir ve bilgin
olması gerekir. O halde hiç kimse bu göreve
kendiliğinden
tayin olunamaz. Çünkü tayin olunursa, ziyadeye tahakküm
eder.
Taksim
edenler, birbirlerine ortak olamazlar. Zira onların ittifak et-melerinden korkulur.
Taksim
ortakların rızası ile geçerli olur. Ancak onların içerisinde bir çocuk veya naibi olmayan bir
akıl
hastası veya vekili olmayan bir gaib olursa, o
zaman taksim geçerli olmaz. Çünkü o zaman
taksim
gerekli değildir. Taksim ancak hâkimin icazeti veya gaibin icazeti veya baliğ ol-duğu azman
çocuğun
icazeti veya velisinin icazeti ile geçerli olur. Hâ-kimin icazeti de eğer taksim edilen şey
miras
ise lüzumludur. Eğer miras değil, ortaklı bir mal ise, bâtıldır. Minyetü'l Müf-tî ve diğer
eserlerde böyledir.
İZAH
Taksimin
meşru oluşu Kur'an-ı Kerîme dayanır. Allah Teâlâ şöyle bu-yurmuştur: «Onlara sıralarına
göre
suyun kendileriyle o deve arasında
pay edilmiş olduğunu söyle» (Kamer: 28),«İşte belge bu
devedir.
Kuyudan su içmek hakkı belirli bir gün onun ve belirli bir gün
de sizindir.» (Şuara: 155)
«Taksimde yakınlar, yetimler ve düşkünler bulunursa
ondan onlara da verin, güzel
sözler söyleyin.»
(Nisa:
8)
Kısmet
sünnetle de sabittir. Zira Peygamber aleyhisselati vesselam ganimet ve mirasçılarda bizzat
kendisi
taksim yaparak, «Her hak sahibi-nin hakkını verin» buyurmuştur.
Peygamber aleyhisselati
vesselam
zev-celeri arasında da taksimat yapardı. Bu da
meşhurdur.
Ümmet
de taksimin meşruiyeti üzerine icma
etmiştir.
Miraç.
«Münasebeti
ilh...» Uygun olan şunu zikretmesiydi: Şüf'a sahibi alı-cının malını şüf'a yoluyla zorla
mülk
edinmektedir. Taksimde ise ortağın hissesi ortağa zorlanarak karşılıkla mülk edilmektedir.
Zira
kısmet kıyamı ve mislî de mutlaka karşılıklı değişme anlamına gelir. Şüf'ayı kısmetten önce
zikretmesindeki hikmet de şudur: Şüf'a, şüf'a edindiği şeyin tama-mını mülk edinmektir. Kısmet ise
bir
bölümünü mülk edinmektir. Buna göre,
şüf'a taksimden daha kuvvetli olmaktadır. Rahmeti.
«Hususî
bir şekilde ilh...» Zira ortaklardan herbiri taksimden önce ortağının hissesinden
yararlanmaktadır. Taksime talip olan ortak hakimden kendi hissesinden özel olarak yararlanmak
istemektedir. Bir de di-ğerinin kendi mülkünden yararlanmasına engel olunmasını istemektedir. O
zaman
hâkimin bu isteğe uyması gerekir.
Nihâye.
«Ölçülecek ve arşınlanacak ilh...» Tartılacak ve sayılacak şeylerin hükmü de bunlar gibidir. Nihâye.
Burada
bir konu vardır. Çünkü imamlar
taksimi yapan kimsenin üc-retinin
ortakların sayısına göre
mi,
yoksa hisselere göre mi olduğunda
ihtilaf etmişlerdir. Ölçen kimsenin ücretinin ise hisselere
göre
olduğunda da ittifak etmişlerdir.
Şurunbulaliye. Makdisî'den.
Ölçme,
taksimin rüknü ise, onun da yine yukarıdaki gibi hilaf üzere olması gerekir.
Ebussuud
diyor ki: «Buna şöyle cevap verilmesi mümkündür: Ölçü ve tartı eğer taksim için ise,
bazı
âlimler tarafından bununda ihtilaf
mahal-li olduğu söylemiştir.»
Düşünülsün.
«Şartı
ilh...» Yani taksimin lüzumunun şartı, ortaklardan birisinin ta-lebidir. Şurunbulaliye.
«Yararlanmanın
ilh...» Yani belirli bir yararlanmanın yok olmaması-dır. Bu belirli yararlanma da
taksimden
önceki yararlanmadır. Çünkü ha-mamda
taksimden sonra hayvanları bağlamak şeklinde
de
yararlanılır. Sarih bunu Müctebâ'dan naklen ileride zikredecektir.
«Bundan
ötürü duvar ve hamam gibi şeyler taksim edilmez ilh...»
Yani
duvar ve hamam gibi şeyler, eğer ortakların hepsi razı değilse tak- sim edilmez. Ama eğer
hepsi
razı olurlarsa bunların taksimi de geçerlidir. Nitekim metinde de gelecektir. H.
«Hükmü
ilh...» Yani onun üzerine
mutlaka terettüb eden şey.
Minah.
«Mutlaka
ilh...» Yani taksim edilen şey ister misliyattan .ister
kıymiyattan olsun.
Minah.
«Misli
olan şeylerde gâlib olan ifrazdır ilh...» Çünkü ortaklardan bi-risinin aldığı şeyin yarısı
hakikaten
kendi mülküdür. Diğer yarısı da
diğe-rinin elindekinin yarısının
bedelidir. Birincisine
itibar
edilirse, ifrazdır. İl-kini itibarla da mübadeledir. Ancak şu kadar var ki, mislî olanın bazısı diğer
ba'zın
bedeli olarak alınırsa, alınan alınacak şeyin hükmen aynısı olur. Çünkü birbirinin mislidir.
Ama
kıyamî olan şey bunun aksinedir.
«Mislî
olan şeyler hükmünde ilh...» Ben diyorum ki, Câmiü'l-Fusûleyn' de
Tahâvi şerhinden şöyle
nakledilmiştir: «Bir işlem yapılmamış tartılacak ve ölçülecek herşey ile para, yumurta gibi, ceviz ve
benzeri
şeyler -ki ade-di mütekaribtirler-
misliyattırlar. Hayvanlar,
metre ile alınıp satılan şeyler, nar
ve
ayva gibi birbirinden farklı olan
ve onu parçalamakta zarar olan şeyler de kıymiyâttandırlar.»
Sonra
da Câmi'den naklen; «Yumurta ve ceviz gibi adedi mütekarib
olan şeylerin hepsi ölçme,
tartma
ve sayma bakımından mislidir. Züfer'e göre adedi mütekarib olan şeyler de
kıyameyattandırlar. Tekleri arasında kıymet bakımından fark olan mallar ise adedi mütefavittir, mislî
değildir...»
denilmiştir.
«Hâniye'de
hile...» Sarih bunu nakletmekle şu faydayı belirtmek is-temiştir: Ortaklı malı elinde
bulunduran
kimse ortağının bulunmadığı bir
zaman malı taksim etse musannifin da metinde dediği
gibi
diğerinin his-sesi de sağlam olarak mevcut oluncaya kadar geçerli değildir.
«Diğerlerinin
payı sağlam olarak mevcut olursa ilh...» Yani gaib veya çocuğun payı. Bu ifadeden
anlaşılan şudur: Hazır olanın aldığı payın sa-lim olması şart değildir. Nitekim bu husus ileride de
açıklanacaktır,
«Eğer
salim olmazsa, geçerli olmaz ilh...» Yani onların payı onlara ulaşmadan helak olmuş olsa,
kıymet
nafiz olmaz. Belki nakzedilir.
Helak olan da hepsinden gider. Diğer ikisi de hazır olanın
aldığına
ortak olur-lar. Çünkü bu kısmette mübadele anlamı vardır.
«Taksim
etmesini emretse ilh...» Tarla sahibinin olmadığı bir zaman taksim etse. Minah.
«Helak
olan kısım her ikisinin üzerine taksim edilir ilh...» Tarla sahi-binin hissesini götürüp
döndüğünde
kendi şahsına ayırdığı payın helak olduğunu görse, o zaman o helak olan her ikisine
aittir.
Tarla sahibine teslim ettiğine de ortak
olur.
«Önce
kendi payını evine götürse ilh...» Yani kendine ayırdığı payı evine götürse, döndüğünde tarla
sahibine
ayırdığı payın helak olduğunu
görse, o helak özellikle tarla sahibine aittir. Hâniye'den
naklen
Minâh'ta da böyledir.
Umulur
ki bunun açıklaması şudur: Birincisinde, yani önce tarla sa-hibinin hissesini onun evine
götürdüğünde,
önce tarla sahibi için kabzetmeyi kasdetmiştir. Kendi şahsı İçin kabzedeceği de geri
kalandır.
Döndüğünde geri kalanın helak olduğunu görmüştür. Helak burada İki kabızdan'da önce
olmaktadır.
O zaman helak olan her ikisinden gider. Bunun helaki kısmetten önce helak olan kısma
benzer.
Ama
bunun aksine kendi payını evine
götürdüğünde, almak ve yük-lenmekle bilfiil kabzetmiş
olmaktadır.
O zaman onun kendi payını yakınen kabzetmesinden sonra geri kalan helak olmuş
olmaktadır.
Onun helaki de bu yüzden sahibine,
yani tarla sahibine ait
olmaktadır.
Şu
kadar var ki, bu açıklamanın birinci meseledeki: «Eğer diğerle-rinin payı salim ise kısmet geçerli
olur.
Aksi halde geçerli olmaz» sözüne aykırı olduğu gizli değildir.
Zira burada tarla sahibinin payı
salim
olmadı-ğına göre kısmetin bozulması gerekir. O zaman da helak olan her ikisine olmalıdır.
Burada
hazır olan eken kimsenin payı salimdir, gaib olanın payı salim değildir, böyle olduğu halde
geçerli
kabul edilmektedir. Hal-buki taksimi de gaib olan tarla sahibi emretmiştir. Ama birinci
meselede öyle değildir. O zaman bu açıklamayla birinci ile ikinci mesele arasındaki fark açığa
çıkmaktadır. Eğer zahir olduğunu kabul edersek, yine kasdolunan farkın olmamasıdır. Çünkü teşbih
-ki
buğday yığını gibi- bunu
gerektirmektedir.
Düşünülsün.
Bezzâziye'de
yukardaki mesele takdim edildikten sonra Vakıat-ı Semerkandî'den zikredilmiştir:
«Tarla
sahibinin hissesi bizzat kendisinin kabzından önce helak olursa taksim bozulmaz. Çünkü
onun
telefi kab-zından sonradır. Çünkü
gelirin hepsi onun elindedir. Bunda
asıl kaide şu-dur: Ölçek
elinde
olan kimselerin payı diğerinin payını kabzetmesinden
önce helak olursa; bu, kısmetin
bozulmasını
gerektirmez. Ama ölçek elin-de olmayan kişinin hissesini kabzetmesinden önce payı
helak
olursa, bu da kısmetin bozulmasını gerektirir.»
Bu
takrir ve asıl açıktır. Ve birinci meseleye de uygundur. Zahire sa-hibi takririnde uzun uzun
açıklamış ve bu takriri Şeyhülislâm'a nisbet
et-miş ve itiraz ederek; «Binaenaleyh bu meselelerin
cinsi
bu asıldan çıkar» demiştir. Sonra da Hakim Abdurrahman demiştir, diyerek
sarihin burada
Hâniye'den naklettiğini sevketmiştir. Umulur ki Haniye: «Meşayihten bazı-ları bu şekilde demiştir»
sözü
ile mezkur Hakimi, kasdetmiştir. «Yine» sözüyle de Haniye sahibi bu sözü tercih etmediğine
işaret
etmiştir. Al-lah daha iyisini
bilir.
«Zorlamış
olsa ilh...» Musannifin bundan maksadı, mübadelenin kı-yamı olan şeylerde galib
olmasıyla
ve yine kıyamı olanların cinsi bir olanlarda taksim üzerine zorlanmasında çelişki yoktur.
Sarih
bunun açıklamasını: «Çünkü bu taksimde ifraz anlamı vardır» sözüyle zikretmiştir.
BİR
FAYDA : Kısmet üç çeşittir:
1
- Taksime engel olan ortak, taksime zorlanamaz. Özellikle cinsi farklı olan şeylerin taksiminde
durum
böyledir.
2
- Ortak, mislî şeylerin taksiminde
zorlanır.
3
- Misli olmayan kumaş, sığır ve
koyun gibi şeylerin kendi türünde
yapılacak taksime engel olmak
isteyen
ortak zorlanır.
Muhayyerlik haklan da üçtür: Şart muhayyerliği, ayıp muhayyerliği ve görme muhayyerliği.
Öyleyse cinsi muhtelif olan şeylerin
taksiminde muhayerliğin üç çeşidi de sabit olur. Mislî olan
şeylerin
taksiminde ise yalnız ayıp muhay-yerliği sabit olur. Misliyattan başka bir türden olan
kumaş
gibi şeylerde ayıp muhayerliği de sabit olur. Sağlam ve fetvaya esas olan görüş üzere görme
ve
şart muhayyerliği de yine sabit
olur, Bu konunun tamamı Şurunbulâliye'dedir.
«Aynı cinsten olan mislî olmayan birşey ilh...» Musannifin
«yalnız» sözü cinsi bir olanların kaydıdır.
O
zaman cinsi bir olan misliyat da dahil olur. Nitekim T. böyle ifade
etmiştir.
Şurunbulâlî,
bu «yalnız» kelimesinin «mislî olmayan» şeyin kaydı zannederek, «Bunda düşünmek
gerekir»
demiştir. Zira onun zannettiği gibi olursa, bu cinsi bir olan misliyatta taksime engel olan
ortağın
taksime zorlanmasını hatıra getirir. Halbuki bu nassın hilafınadır.
«Ganimetten
olmayan ortaklı köle müstesna
ilh...» Çünkü ganimet-ten olan köle fakihlerin ittifakıyla
taksim
edilir. Ama ganimetten olmayan bir köle ortaklardan birisinin talebi ile taksim edilmez.
İsterse
o köleler Ebû Hanife'ye göre halis cariye ve köle olsun. Ebû Hanîfe'ye göre köle ile diğer
aynı cinsten olan şeyler arasında zekâ ve akıl gibi bâtınî mak-satlarda fahiş bir fark vardır. Ganimet
alanlarla diğer ortaklar arsındaki fark nedir? Fark şudur: Ganimet alanların hakkı ganimet olan
şeyin
ay-nında değil maliyetindedir. Hatta
İmam ganimetleri satar, semenini gani-met alan
kimselerin arasında taksim eder. Zeylaî.
«Mübadeleler
başkasının hakkı ile ilgili olduğu zaman, onda da zor-lama carî o!ur i!h...» Yani biz
onda
mübadele anlamı olduğunu görsek
bile, yine de zıtlık yoktur. Zira mübadele ...Bu mübadele
başkasının hak-kı ile bağlıdır. Çünkü taksimi taleb eden kimse kendi mülkünün kendisi-ne tahsis
edilmesini
istemekte ve başkasının kendi mülkünden faydalan-masını men etmektedir. O zaman
onun
üzerine de zorlanır.
«Bir
adam tayin edilir ilh...» Yani hâkim
veya Devlet başkanının bir taksimatçı nesbetmeleri
mendubtur.
Mültekâ ve şarhi.
«Geçimi
beytü'l-maldan sağlanarak ilh...» Yani haraç malından ve cizye ve kâfirlerden alınan
benzeri
şeylerden verilir. Ama ona
beytü'l-mâlın zekât gibi diğer üç
tür malından maaş verilmez.
Ancak
diğer mallar-dan da karz yoluyla verilebilir.
Kuhistanî.
«Zira
bu taksim hakikaten hüküm değildir ilh...» İnaye'de, «Hâkimin bizzat kendisinin ücretle tayin
etmesi
caizdir. Şu kadar var ki uygun olan ücret olmamasıdır. Zira taksim gerçekte hüküm değildir.
Çünkü
hâkimin bizzat taksim yapması farz
değildir. Hâkimin üzerine vacib olan
ancak, (aksimden
kaçan
kimseyi taksime zorlamaktır. Yalnız şurası var ki, tak-sim hükme de benzemektedir. Çünkü
taksimde,
hükmün velayetinden is-tifade edilir. Zira yabancı bir imse taksimden kaçanı taksime
zorlama
gü-cüne sahip değildir. Öyleyse hüküm olmaması bakımından taksim yap-ması halinde
hâkimin
ücret alması caizdir. Hükme benzeme yönüne ba-kılınca da müstahap olan ücreti
olmamasıdır» denilmiştir.
İnaye'de olanın misli Nihâye, Kifâye, Miraç ve Tebyîn'de de mevcut-tur.
Dürer'de
ise İnaye'de olana aykırı bir ifade vardır. Zira Dürer sahibi şunu zikretmiştir. «En sağlam
olan
şudur ki, taksim hâkimlerin görev alanına girer.» Dürer sahibi sonra da şöyle demektedir:
«Hâkim
taksimi bizzat kendisi yaparsa, taksimin hâkimlerin görev alanına girmesi riva-yeti üzerine,
ücret
alması caiz değildir. Ama taksim hükümden değildir, diyen rivayete göre de ücret alması
caizdir.»
Dürer'in
bu ifadesi ücret almanın caiz olmadığının tercihini gerek-tirmektedir. Bu Dürrü Münteka'da
da
Hülâsa ve Vehbâniye'den nakledile-rek, «Kuhistanî ve diğer âlimler de caiz olmadığını ikrar
etmişlerdir» de-nilmiştir.
Ben
derim ki: Şu kadar var ki metinler birinci görüş, yani İnâye'nin görüşü üzerinedir.
Düşünülsün.
Fakihlerin
sözlerinin açık anlamı ise, taksimin hâkim ile hâkimin nasbettiği kimse tarafından
yapılması
arasında fark yoktur. Bundan ötü-rü de sarih yukarıda;
«Öyleyse taksim için hâkimin
ücret
alması caizdir» demiştir. Minah'ta da olduğu gibi. Halbuki burada söz, hâkimin tayin et-tiği
kimse
hakkındadır. Sen düşün.
«Mutlaka
ilh...» Yani ister paylan bir olsun,
ister olmasın. İster tak- simi hepsi taleb etsin, ister birisi
etsin.
Hidâye'de de Ebû Hanîfe'den şu
rivayet edilmiştir: «Taksim edenin ücreti, taksimden
kaçınanın
değil, ta-leb edenindir. Çünkü taleb eden taksimden fayda, kaçman ise zarar et-mektedir.»
«İmameyn
buna muhalefet etmiştir ilh...» Zira
onlara göre taksim edenin ücreti paylara göredir.
Çünkü
o ücret taksim edilen mülkün zah-metinin karşılığıdır. Ebû Hanîfe'nin delili şudur: Burada
taksime
verilen ücret, hisseleri ayırdetmenin karşılığıdır. Ayırdetmek de bazen az malda zor, onun
aksine
çok malda kolay olur. O zaman ayırdetmeye itibar edi-lir. İbni
Kemal.
«Diğer
ücretler ilh...» Meselâ ortak duvarın yapılma, bacayı sıvama, kanal açma veya kanalları
düzeltme
gibi işlerde ücret paya göredir.
Çün-kü buradaki ücret toprağın
veya suyun veya çamurun
naklinin
karşılığı-dır. Bu da azlık ve çokluğa göre değişir. Ama hisseleri birbirinden ayırdetme, her
iki
ortağa aynı işle yapılır. Onun için taksimde ücret adam basınadır. Miraç.
«Mülteka'da
ilh...» Yani Mülteka sahibi «icma» kelimesinden sonra: «Eğer tartmak ve ölçmek
taksim
için değil, takdir olursa, o zaman paya göredir» sözünü ilave etmiştir.
Mülteka
sarihi diyor ki: «Meselâ iki kimse ölçülecek veya tartılacak birşey satın alsalar aldıkları
şeyin
miktarını bilmek iç!n ölçmesini
emretseler, o zaman ücret paylara göredir.»
«Hidâye'de
kıyl lafzıyla zikredilmiştir
ilh...» Yani Hidâye sahibi bu
ayrıntının zayıf olduğunu
göstermektedir.
Sonra da Hidâye sahibi buna açıkça karşı çıkarak «Böyle bir ayırım olmaz»
demiştir.
İtkanî
de «Ölçü ve tartı ücretleri bir
ayrıntı yoktur. Belki paylara göre verilir»
demiştir.
Miraç'ta
da Mebsut'tan naklen, «En sağlam olan mutlaktır» denil-miştir.
«Bu
konunun tamamı benim Hidâye üzerindeki talikatımdadır ilh...» Bunu zikretmesi, Ebû Hanîfe'ye
göre
ölçenle taksim edenin arasındaki farkı belirtmek içindir. Zira burada herne kadar ölçme taksim
için
de olsa ücret paylara göredir. Çünkü
işte bir farklılık vardır. Çünkü
ölçen kimsenin işi çok pay
sahibi
için daha çoktur. Öyleyse onun işi daha çok-tur. Ücret de işe göre verilir. Ama taksim eden
bunun
aksinedir.
«Taksim
edenin âdil olması vacibtir ilh...» Zira taksim hâkimin görev alanına girer. Hidâye.
Kuhistani
ifâde ediyor ki: «Bu açıklama
taksim edenin adaletli ol-masının gerekli olmadığını ifade
etmektedir.
Zira adalet hüküm'de de vacib değildir. Öyleyse buradaki vücubtan maksat, örfen vacib
olmasıdır
ki, bu da evleviyettir. Nitekim İhtiyar ve
Hizânetü'l-Müftiyyîn'de de buna işaret edilmiştir.»
Ben
derim ki: Kaza bahsinde geçtiği üzere fâsık hüküm vermeye ehildir. Şu kadar var ki,
onun tayin
edilmemesi gerekir ve onu tayin eden günahkâr olur.
Öyleyse kazanın geçerli olması için adaletin
gerekli
ol-madığı anlaşılmaktadır. Belki Devlet başkanına gerekli olan, adaletli bir kimseyi tayin
etmesidir.
İşte bu taksim meselesinde de Devlet başkanının veya hâkimin üzerine vacib olan âdil
bir
kimseyi tayin etmektir. Öyleyse, onun tayininin sıhhatinde adalet
vacib değildir. Birinci vücub,
hakikati
üzere vacib anlamındadır. İkincisi ise, şart değildir. Sen düşün.
«Emin
ilh...» Emânet adaletin gereklerinden olduğu halde burada adaletten sonra güvenilir olmayı
zikretmiştir.
Zira bir insanın güvenilir oluşunun
açık olmaması caizdir. Kifâye.
Yakubiye'de; «Adaletin açık olması, güvenirliğin de açık olmasını ge-rektirir» sözüyle Kifâye'ye
itiraz
edilmiştir. Nitekim bu açıktır.
Yakubiye'nin itirazına şöyle cevap verilmiştir: Burada zikredilen ada-lettir, adaletin açık olması
değildir.
«Hiç
kimse kendiliğinden tayin olunmaz
ilh...» Uygun olan, Hidâye ve
Mültekâ'nın şu sözleridir:
«Halk
tek bir taksim edici için zorlanmaz. Fakat bir taksim edici yine de gereklidir.»
«Taksim
edenler birbirlerine ortak olamazlar. Zira onların ittifak et-melerinden korkulur ilh...» Yani
ücretin
yükseltilmesi üzerinde ittifak
ederler. Ama ortaklık olmadığı zaman her taksim edici alacağı
ücretin
yok olmasından korktuğu için koşar.
O zaman da ücretler ucuz olur. Hidâye.
«Sahihtir
ilh...» Geçen kısmet meselesi zorlama ile yapılan kısmetti. Bu ise şartların rızası ile
yapılan
kısmettir.
«Onların
içerisinde bir çocuk ilh...» Bu istisna münkati istisnadır. Ni-tekim sarihin «gerekil değildir»
sözünden
istisna edilir. Yani ortaklar razı olursa taksim etmek gerekir. T.
Musannif
burada «sıhhat» kelimesinden lüzumu kasdetmiştir.
«Gaibin
icazeti veya çocuğun icazeti ilh...» O zaman eğer gaib veya çocuk ölürse, varisleri taksime
icazet
verirlerse, imameyne göre geçerli
olur. İmam Muhammed buna muhalefet etmiştir.
Minyetü'l-Müftî.
İmameynin
görüşünün delili istihsân, İmam
Muhammed'in görüşünün delili de
kıyastır.
İcazet
nasıl açık bir sözle sahih olursa, satış gibi bir fiille de delaleten sahih olur. Nitekim
Tatarhâniye'de
de böyle
denilmiştir.
Minah'ta
Cevâhir'den naklen şöyle denilmektedir: «Bir çocukla bir baliğ birşey! taksim etseler,
sonra
çocuk baliğ olsa, kendi payında tasar-ruf etse, meselâ bazısını satmış olsa, onun bazısını
satması
icazet olur.»
«Miras
ise lüzumludur ilh...» Yani eğer onlar mirasta,ortak iseler. Eğer miras değil, başka birşeyde
ortak
iseler, o zaman taksim bâtıl olur. Bunun gereği şudur: Böyle bir taksim icazetle geçerli olmaz.
Düşünül-sün.
Minye'nin ifadesi şöyledir: «Varisler hâkimden emir almadan birşey! taksim etseler, varisler
arasında
da çocuk veya gaib birisi olsa o taksim nafiz olmaz. Ancak gaibin hazır
olması halinde
icazet
vermesiyle, veya çocuğun velisinin
veya baliğ olduktan sonra çocuğun icazet vermesiyle
nafiz
olur. Ortaklar kendi aralarında birşey! taksim etseler, onların i;in-de bir çocuk veya bir gaib
olsa,
taksim geçerli olmaz. Ama eğer taksimi hâkim emrederse, o zaman geçerli olur.»
Ben
derim ki:Musannif gelecekte diğer metin sahiplerine uyarak şunu zikredecektir. Hâkim
ortakların
aldığı birşey, içlerinden birisi
gaib ise taksim edemez.O takdirde hâkimin emri ile
ortakların
taksim etmesi nasıl geçerli olur? Yarabbi sen bizi muaheze etme, eğer ortalardan
mak-sat
miras ortakları ise, o zaman bunların yaptığı taksimin geçerli ola-cağını söyleriz. Şu kadar
var
ki, sarihin: «eğer miras değil, ortaklı bir mal ise bâtıldır» sözü kalır ki bu da nakle muhtaçtır.
Zahidi,
Kınye'de şunu nakletmiştir:
«Ortaklar arasında birşey taksim edilse, taksim arasında
ortaklardan
birisi gaib olsa, gaib taksimi haber aldığı zaman, «Ben buna razı değilim. Çünkü bunda
aldatma
vardır» dese, sonra da çiftçisine kendi payında ekin ekmesi için izin verse, onun o izni
redden
sonra rıza
sayılmaz.»
Musannifin
zikrettiği: «Ortak misliyattan olan hissesini ortağının gı-yabında alabilir»
sözünü ve
Hâniye'den naklettiğini unutma. Çünkü o da burada olanı tashih etmektedir.
METİN
Ortaklar
menkul bir malın kendilerine miras kaldığını veya mutlaka mülk olduğunu yahut satın
aldıklarını iddia ederlerse, aralarında taksim ederler. Sadri Şeria. O halde, miras kalan birşeyle satın
alanın
ve mutlak mülk arasında bir fark yoktur.
Ben
derim ki: Arsasız bina ve ağaçlar da menkul mal sayılır. Yarar-lanma taksim ile değişmezse
hüküm
böyledir. Eğer değişirse, o zaman onun taksimi için* zorlanmaz. Bunu şeyhimiz
demiştir.
Ortaklar
mutlak mülkünü veya satın aldıklarını iddia ettikleri gayri menkulün taksimini aralarında
yaparlar.
Ama onun Zeyd'den kendilerine miras kaldığını iddia ederlerse, o zaman taksim olunmaz.
Ta,
Zeydin ölümü ve onun varislerinin
sayısı hakkında delil getirene kadar. İmameyne göre ise,
diğer
durumlarda taksim yapıldığı onların
itirafı ile taksim
edilir.
İki
kişi yanlarında olan bir akarı, akarın yanlarında olduğuna delil getirseler bile, âlimlerin ittifakı ile,
esah
kavle göre, akarın mülkiyetine delil
getirene kadar taksim edemezler. Çünkü o akarın onların
elinde
kira akdi ile veya ariyet yoluyla bulunması muhtemeldir. O zaman yapılan taksim koruma
taksimi
olur. Halbuki akar kendi başına korunur.
Eğer
Zeyd'in öldüğüne ve varislerin
sayısı üzerine delil getirirlerse, akar onların elinde ise, onların
arasında
bir gaib veya bir çocuk varsa, akar onların arasında taksim edilir.
Ben
derim ki: Şeyhimiz demiştir ki,
akarda böyle olunca, menkuller-de öncelikle böyle olur.
Bu
taksimde hâkim çocuk veya gaib için birisini nesbeder.
Ebû
Hanîfe'ye göre yine mirasın aslı üzerine de delil getirmek gerekir. Ama yukarıda geçtiği gibi
imameyn
buna muhalefet etmiştir.
Varislerden bir tanesi delil getirse, o zaman mal yine taksim edil-mez. Çünkü iki kişinin hazır olması
gerekir.
Ama o iki ortaktan birisi çocuk
ise, veya ona o mal vasiyet edilmiş ise, veya
ortaklar satın
almış
olsalar, yani miras yoluyla olmaksızın ortak olsalar, bunlardan birisi gaib olsa, zira satın
almada
hazır olan kimse gaibe hasım olamaz, irs bunun aksinedir, veya irs suretinde akar veya
bazısı
çocuk olan varisin yanında olsa
veya gaibin yanında olsa, veya ondan birşey olsa, o mal
taksim
edil-mez. Çünkü çocuk veya gaibin üzerine hüküm vermek, hazır olmayan bir hasım
gıyabında hüküm vermek gibi
olur.
Ortak
mal, eğer taksimden sonra herkes kendi hissesi ile yararlana-bilirse, ortaklardan birisinin
talebi
ile taksim edilir. Eğer bölündükten sonra birisi hissesi az olduğu için ondan
yararlanamıyorsa, hissesi çok olanın talebi ile taksim edilir.
Hâniye'de şöyle denilmektedir: «Herhangi birisinin talebi ile taksim edilir. Fetva da bu görüş
üzerinedir.»
Şu kadar var ki metinler birinci gö-rüş üzerinedir. İtimad da metinleredir.
Eğer
ortakların hepsi taksimden zarar görürse, o müşterek mal tak-sim edilmez. Ancak onların
hepsinin
rızası ile taksim edilir. Zira bu du-rumda cebirle taksim etmek, taksimden beklenilen
ortaklardan
her biri-nin kendi hissesinden istifade etmesi hususuna ters düşer.»
Müctebâ'da
şöyle denilmektedir: «İki kişinin birlikte çalıştıkları ortak bir dükkânları olsa, birisi
taksimi
istese, eğer taksimden sonra her birisi taksimden önce olduğu gibi o dükkânın yansından
istifade
edebilirse, taksim edilir. Yok eğer 'istifade edemezlerse taksim edilmez.»