09 Ekim 2012

SULH KİTABI


SULH KİTABI

METİN
Sulh ile ikrar arasındaki münasebet şudur: İki kişi arasındaki bir meselede taraflardan birinin ikrar
edecek yerde inkâr etmesi husûmete sebep olur. Husûmet ise sulhu gerektirir.
Sulh sözlükte, lügâtta karşılıklı anlaşma anlamına gelir. Şeriatta ise, taraflar arasındaki nizaı
(anlaşmazlığı) kaldıran, husûmeti sona erdiren akde denir.
Sulhun rüknü icabtır. Eğer sulh bedeli tayin edilebilen cinsten bir-şey olursa bunun kabulü de
sulhun rüknü olur. Sulh bedeli dirhem gibi tayin edilemeyen birşey olursa sulh kabulsüz de
tamamlanır. İnâye.
Sulhun şartı akıldır. Sulhta hürriyet ve bulûğ şart değildir. Öyleyse acık bir zarardan âri olmak
şartıyla ticarete izinli bir çocuğun sulhu ve bir menfaat olması kaydıyla izinli olan köle ile mükâtebe
yapılmış kölenin yaptıkları sulh geçerlidir.
Sulhun şartlarından biri de kabzı gerektiren sulh bedelinin belirli ol-masıdır. Sulhun bir diğer şartı
da dava konusunun mal ile karşılanması caiz olan sabit bir hak olmasıdır. Sulh konusundaki hak
mal cinsinden değil, kısas ve tazir gibi haklar olursa ister malûm, ister meçhul olsun sulh geçerlidir.
Şuf'a hakkı, kâzif haddi, nefis kefaleti gibi ivazı caiz olmayan ko-nularda sulh yapmak geçerli
değildir. Çünkü sulh ile şuf'a ve nefis ke-faleti, hakkı bâtıl olur. Kâzifde de yine böyledir. Hâkime
gidilmeden sulh anlaşması yapılırsa, sulh bâtıl ve had sakıt olur.
Dava hâkime götürülsün veya götürülmesin zina ve içki hadleri sulhle mutlaka düşmez.
Dava konusu dirhem ve dinar gibi tayinle muayyen olmayan cinsten ise, davalının sulhu taleb
etmesi ve davacının kabul etmesi ile sulh tamam olur. Ayrıca davalının, «Kabul ettim» demesine
ihtiyaç yoktur. Da-valının sulhu taleb etmesi yeterlidir. Çünkü sulh dava konusu olan şe-yin bir
kısmını düşürmektir. Bu iskât ise düşürücü ile düşer.
Eğer dava konusu tayinle muayyen olabilecek cinsten ise, yapılan sulh satış gibi olacağından
davalının kabul etmesi gerekir. Bahır.
İZAH
«Mutlaka ilh...» Yani ister tayinle muayyen olan cinsten olsun ister olmasın.
«Kabulsüz de ilh...» Çünkü sulh, dava konusunun bir kısmını düşür-mektir. Açıklaması yakında
gelecektir.
«Sulhun şartlarından biri de ilh...» Bedelinin kabzedilmesidir. Eğer sulh bedeli ödünç olursa ödünç
ile olur. Eğer borç değilse kabul edil-mez. Bu bahis kitabın sonunda, «Çeşitli meseleler»
konusunda gelecek-tir. Oraya bakınız. Bu mesele Dürer'de bu konuda açıklanmıştır.
«Bir çocuğun sulhu ilh...» Çocuğun yerine bir başkasının sulh yap-ması da geçerlidir. Meselâ, bir
kimsenin çocuğun evinde hak iddia et-mesi ve delil (şahit) getirmesi halinde çocuk yerine babası
davacı ile sulh yapabilir.
«Bir menfaat olması kaydıyla ilh...» Musannif bu sözün yerine, «Açık bir zarar olmaması kaydıyla»
deseydi daha uygun olurdu. Çünkü bu ifa-de, «zarar ve menfaat olmayan» veya «zarar olsa bile açık
olmayan» ma-nalarını da kapsamına alırdı. T.
«Malum olması ilh...» Câmiü'l-Fusûleyn de, Mebsut'a dayanılarak sulhun beş şekilde yapılacağı
ylenmektedir:
1 - Sulh altın, gümüş veya normal para üzerine yapılıyorsa, mik-tarı tayin edilmelidir.
2 - Sulh taşınma ve zahmet gerektirmeyen buğday veya ölçülecek, tartılacak birşey üzerine
yapılıyorsa, yine miktarı tayin ve vasfı beyan edilmelidir. Çünkü mal iyi kalite olabileceği gibi orta ve
düşük kalitede de olabilir.
3 - Sulh taşınma ve zahmet gerektiren cinsten tartılacak ve ölçülecek bir şey üzerine yapılıyorsa,
miktar ve sıfatı tesbit edilmelidir. Ebû Hanîfe'ye göre, selemde olduğu gibi teslim yeri de tayin
edilmelidir.
4 - Sulh bir kumaş üzerine yapılıyorsa ölçüsü, vasfı ve teslim zamanı tayin edilmelidir. Çünkü
kumaş borçla alınamaz, ancak peşin olarak alınır. Ancak kumaş üzerine selem yapılmış ise borç
olabilir. Çünkü selemde tecil olduğu bellidir.
4 - Sulh bir hayvan üzerine yapılıyorsa, ancak hayvanın bizzat tayin edilmesiyle caizdir. Zira sulh


ticarettendir, hayvan ise borca verilemez.
«Kabzı gerektiren ilh...» Kabzı gerektirmeyen mal bunun aksinedir. Meselâ, bir kimse diğer birinin
evinde hakkı olduğunu iddia etse, buna karşılık ev sahibi de davacının elinde bulunan bir toprak
üzerinde hale iddia etse, tarafların karşılıklı olarak davalarının terki üzerine sulh yap-maları caizdir.
«Tazir ilh...» Kul hakkı olursa. H.
«Meçhul olursa ilh...» Teslimi gerektirmeyen birşeyde olmak şartıy-la. Fakat davalının teslim
etmesini gerektiren şey bunun aksinedir.
Câmiü'l-Fusûleyn'de bu hususta şöyle denmektedir: «Birisi diğeri üzerinde belirli bir malının
olduğunu iddia etse, sonra bin dirhem üzerine sulh yaparak bunu alsa ve davalıyı bütün
davalarından umumî ve geçer-li bir şekilde ibra etmiş olsa, bunu da hazırlamış oldukları senedin
so-nunda zikrederse, bu sulh geçerli değildir. Çünkü dava konusu olan ma-lın miktarını tayin
etmemiştir. Bu sulhun ivaz karşılığında mı; hakkını dü-şürerek mi; yoksa sarf akdi yoluyla mı -ki bu
sonuncusunda sulh mecli-sinde karşılıklı alıp vermek şarttır- yapıldığının bilinmesi için malın
mik-tarı tayin edilmelidir. Halbuki yapılan sulhta sulh bedeli zikredildiği hal-de sulh meclisinden söz
edilmemiştir. Sulh meclisinin zikredildiği ihti-mali olsa bile sulhun sıhhatine hükmetmek mümkün
değildir. İbraya gelince, bu umumî bir şekilde olmuştur. Bundan sonra davacının herhangi birşey
iddia etmesi halinde davası kabul edilmez. Davasının kabul edil-memesi yaptığı sulhtan dolayı
değil, ettiği umumî ibradan dolayıdır.»
Bu konu istihkak bahsinde açık bir şekilde geçmiştir. Bizim, «Ayıp-lı bir malın satışının
muhayyerliği» bahsinin sonunda Fetih'ten naklen yazdıklarımıza bakınız.
«Şuf'a hakkı ilh...» Şuf'a hakkı, birşey üzerinde talebte bulunabilme hakkına sahip olmaktır. Şuf'ayı
teslim etmenin de bir kıymeti yoktur. Öy-leyse onun karşılığında mal alınması da caiz değildir.
«Nefis kefaleti ilh...» Bu, iki rivayetten birisidir. Fetva da bununla verilir. Şurunbulâlîye'nin
Suğra'dan naklettiği gibi.
«Şuf'a hakkı»nın butlanına gelince, Şurunbulâlîye'nin Suğra'dan ri-vayet ettiği gibi bu tek rivayettir.
«Hâkime ilh...» Bu ifade sulh ile kâzif had .cezasının aslından ibtal edildiğini, gösteriyor.
Şurunbulâlîye'de, Kâdıhân'dan nakledilen de budur. Zira onda, «Dava hâkime götürülmeden sulh
yapılmışsa sulh bâtıl, had sakıt olur. Sulh, dava, hâkime götürüldükten sonra yapılmış ise kâzif
haddi bâtıl olmaz. Had bahsinde geçtiği gibi bir had ancak hak sahi-binin affı ile düşebilir. Hak
sahibi affettikten sonra yeniden had talebin-de bulunsa bile had düşmüştür. Çünkü aftan sonra
taleb hakkı yoktur.» denilmiştir.
Haniye'de gecen ifade ise, henüz af taleb etmediğine hamledilir.
«Mutlaka ilh...» Sulh, ister dava hâkime götürülmeden, ister hâkime götürüldükten sonra yapılsın
sonuç değişmez.
«Hakkı düşürücü ile tamamlanır ilh...» Bu kabul etmenin şart ol-madığı gibi taleb etmenin de şart
olmadığını ifade eder. T.
METİN
Sulhun üzerine tereddüb eden hüküm, davalının davadan berî ol-ması, davacının sulh olunan
meblâğa, davalının da dava konusu meblâğı ikrar etmişse, zimmetine kalana mâlik olmasıdır.
Davalının dava konusu olan nesneyi ikrar, sükût ve inkâr etmesi hallerinde yapılan sulh sahih olur.
İkrar ile yapılan sulhun hükmü, mal davasından mal üzerine olursa satım akdi gibidir. Şuf'a hakkı,
ayıp, görme ve şart muhâyyerliği benzeri hükümler satım akdinde cari olduğu gibi ikrar üzere
yapılan bu sulhta da caridir.
Sulh bedelinin bilinmemesi sulhu fâsid kılar. Çünkü davalının sulh bedelini teslime muktedir olması
şarttır. Fakat sulh konusu olan malın bilinmemesi sulhu fasid kılmaz. Çünkü sulh dava konusu olan
şeyin dü-şürülmesi demektir.
Davacı aldığı sulh bedelinden dava konusu malda bir başkasının hakkı olan kısmı kadarını geri
verir. Eğer başkasının hakkı bütün sulh be-delini kapsıyorsa, hepsini; bir kısmını kapsıyorsa, yalnız
o kısmı, geri ve-rir. Davacı, sulh bedelinden başkasının hakkı için geri verdiği miktarı olmak üzere
dava konusu maldaki hissesine rücû eder. Çünkü sulh akdi ivazlı bir akiddir. ivazlı akidlerin hükmü
de böyledir.
Sulh, mal davasından bir kölenin zimmeti veya bir evde oturmak gibi menfaatler üzerine yapılırsa,


sulhun hükmü icare gibidir. Bu sulhta eğer vakit tayinine ihtiyaç varsa, vakti tayin etmek' şarttır.
Sulh eğer kumaş boyamak gibi vakit tayini gerektirmeyen birşey üzerine yapılmışsa süre beyanı
şart kılınmaz.
Sulh, birşeyin menfaati davasından bir mal üzerine veya birşeyin menfaati iddiasından başka
birşeyin menfaati üzerine yapılırsa, taraf-lardan birinin ölümü veya sulh mahallinin tayin edilen süre
içinde helak olması ile bâtıl olur. İbni Kemal. Çünkü bu sulhun hükmü icare gibidir.
Susma veya inkâr ile yapılan sulh, davacı hakkında, aldığı sulh be-deli kendi zannına göre hakkının
karşılığı olduğu için bir ivazlı akiddir. Davalı hakkında ise anlaşmazlığa son vermek ve yemini feda
etmektir. Çünkü sulh olmasa kendisine yemin gerekir ve anlaşmazlık devam eder.
Buna göre, bir ev hakkındaki davadan ötürü davalının susma veya inkârı ile yapılan sulhta davacı
şuf'a hakkı kazanamaz. Lâkin bu me-selede şuf'a hakkını kullanan- davacı yerine geçerek, davalı
ister inkâr ister sükût etsin, davasını isbat etme hakkına sahiptir. Ancak davacının da delili olursa
şuf'a hakkını kullanan onu da davalının üzerine ikâme ederek eve ortak olur. Çünkü delilinin
ikâmesi ile sulh satım akdi gibi olur. Eğer delili yoksa davalıya yemin teklif eder. Davalı yeminden
ka-çınırsa yine evi şuf'a ile alır. Şurunbulâlîye.
Dava konusu malın -davalı ister ikrar, ister sükût veya inkâr et-sin- karşılığında bir ev üzerine sulh
yapılırsa, o evde şuf'a vacib olur. Davacı o evi zannına göre kendi malının ivazı olarak aldığından
şefi' ken-dini sorumlu tutar.
Dava konusu olan malın bir kısmı başkası tarafından hakedilirse, da-vacı aldığı sulh bedelinden
onun hissesini çıkararak iade eder. Fakat bu defa hak sahibine rücü eder ve onunla davalaşır.
Çünkü maksadına ula-şamamış, asıl davalı ile de davası kapanmıştır. Zira asıl davalı husûme-tini
defetmek ve iddia ettiği nesnenin elinde husûmetsiz olarak kalması için sulh bedeli vermiştir. Bu
sebeple davacı maksadına ulaşmak için hak sahibine rücü eder.
Eğer sulh bedelinin tamamını veya bir kısmını hak eden çıkarsa o zaman davacı, tamamında veya
bir kısmında davasına döner. Eğer yap-tıkları sulh satım akdi lafzıyla yapılmamış ise, dava ile değil,
iddia ettiğiyle döner. Çünkü davalının satış yoluna gitmesi, davacının mülkü ol-duğunu inkâr
etmesidir.
Davacıya tesliminden önce sulh bedelinin tamamının veya bir kıs-mının helak olması, her iki fasılda
da -Yani ister ikrar ile, ister sükût veya inkâr ile olsun- sulh bedelinin istihkakı gibidir. Bu da, eğer
sulh bedeli tayin olunabilen cinsten ise böyledir. Eğer sulh bedeli tayin olu-nabilen bir cinsten
değilse, sulh ibtal edilmez. Davacı sulh bedelinin misliyle davalıya döner.
İZAH
«Sulhun hükmü ilh...» Bahir kitabında yazıldığına göre sulhun hük-mü, davalı ister ikrar, ister inkâr
etsin, sulh bedelinin davacının mülkü olmasıdır. Eğer mal gibi temlik ihtimali varsa ve davalı da onu
ikrar ediyorsa dava konusu olan nesnenin de davalının mülkü olmasıdır. Eğer temlik ihtimali yoksa
-kısas gibi-, o zaman sulhun hükmü mutlak inkârda olduğu gibi beraatın vaki olmasıdır.
«Bey gibidir ilh...» O zaman bu sulhta satım akdi bey' hükümleri uygulanır. Bakılır: Eğer sulh, dava
konusu malın cinsinin aksi üzerine yapılırsa, bu sulh, alım ve satım oiur. Burada zikredildiği gibi.
Eğer ya-pılan sulh dava konusu şeyin cinsi üzerine yapılmışsa, dava konusun-dan da az ise, o
zaman hakkının bir kısmının düşmesi ve ibrası demektir. Eğer aldığı sulh bedeli iddia ettiğinin misli
ise, o zaman kabz ve tam olarak ifadır. Eğer alınan dava konusundan çok ise. o zaman fazlalık ve
ribâ olur. Remli, Zeylâî'den
Bahır'da şöyle deniliyor: «İki mesele müstesna, eğer yapılan sulh dava konusunun cinsinden başka
bir şey üzerine yapılırsa, satım akdi sayılır.» Bu bahsin tamamı Bahır'dadır.
«Bu sulhta da câridir ilh...» O zaman sulh bedelini ve dava konu-sunu kapsamına alır. Hatta, bir ev
davasında başka bir ev üzerine sulh yapılmış olsa, sulh bedeli olan evde şuf'a vâcib olur. T.
«Zira sulh ivazlı bir akittir. İvazlı akdin gereği ise, semene hak ka-zandığı zaman, semen misli
şeylerdense misliyle, yahut kıyemî şeylerdense kıymetiyle rücû eder. Akit fasit olmaz. »
BİR UYGULAMA MESELESİ:
Bezzâziyye'de ve Nazmü'l-Fıkıh adlı eserlerde şöyle denilmiştir: «Bi-risi bir başkasının evinde bir
hırsız yakalasa ve onu mal sahibine gö-türmek istese, hırsız kendisini ev sahibine götürmemesi
için yakalaya-na bir miktar mal verse, böyle bir sulh sözleşmesi bâtıldır. Alınan sulh bedeli hırsıza
geri verilir. Çünkü burada hak, hırsızı yakalayanın değildir. Eğer sulh hırsız ile ev sahibi arasında


yapılırsa, mal sahibi sulh bede-lini alarak husûmetten kurtulur. Hırsızlık haddi, husûmetsiz sabit
olmaz. Bu konuda yapılacak sulh da geçerlidir.
Yine Bezzâziyye'de, «Birisi hırsızlıkla itham edilerek hapsedilse ve sulh yapsa, eğer kork.u
sebebiyle sulha razı olduğu zannedilse bakılır: Eğer hırsızı vali hapsetmişse, sulh davası geçerlidir.
Zira valiler genel-likle zulmen hapsederler. Eğer hırsızı hâkim hapsetmişse, sulh geçerli değildir.
Zira hâkim genellikle haklı olarak hapseder, kimseyi zulmen hapsetmez.» denilmiştir.
«Eğer vakit tayinine ihtiyaç varsa ilh...» Bir evde oturmak gibi.
«Sulh, birşeyin menfaati davasından mal üzerine ilh...» Yani, bir menfaati iddia ettikten sonra bir
mal üzerine sulh yapmak geçerlidir. Meselâ birisi, kendi su yolunun komşusunun evinden geçtiğini
veya ken-di çatısının kuyunun komşusunun çatısından geçeceğini veya bir nehir-de sulama hakkı
olduğunu iddia etse, davalı ister ikrar, ister inkâr et-sin, belirli bir mal üzerine sulh yapmaları
caizdir. Kûhistanî'de olduğu gibi. Alâî, Şerh-i Mültekâ. Hâmiş'te de böyledir.
«Birşeyin menfaati iddiasından başka birşeyin menfaati üzerine ilh...» Meselâ, bir evde oturma
hakkı karşılığında bir kölenin hizmeti üzerine yapılan sulh gibi.
«Taraflardan birisinin ölümü ilh...» Eğer akdi kendi adına yapmışsa. Bahır.
«Mahallinin, tayin edilen süre içinde helak olması ile ilh...» Yani yararlanma süresi dolmadan önce,
Bu meselenin tamamı Bahır'dadır.
«Davacı hakkında ivazlı akittir ilh...» Bir miktar para iddiasından sonra para üzerine yapılan sulh,
sulh bedelini kabzdan önce ayrılmaları halinde bâtıl olur. Bahır.
«Bir ev hakkındaki davadan ötürü ilh...» Meselâ bir kimse bir başka-sında evi olduğunu iddia etse,
o da sükût veya inkâr etse, sonra birşey karşılığı sulh yapılsa, o evde şuf'a gerekmez. Çünkü davalı
kendi zannı üzerine bu sulh ile dava konusu olan evin mülkiyetini almış sayılır. Da-vacının
husûmetini de defetmiştir. Davalı o evi satın almadığı için şuf'a hakkı gerekmez. Davacının iddiası
da satın almayı göstermez. Minhâ.
İki kişi, bir başkasının elindeki toprağın kendilerine babalarından miras olarak intikal ettiğini iddia
etseler, toprağı kullanan kimse bu id-diayı inkâr etse, sonra iki davacıdan birisi yüz lira üzerine sulh
yapsa, diğer davacı bu yüz liraya ortak değildir. Çünkü bu sulh, davacının zannına göre ivazlı akit,
davalının zannına göre de yeminden vazgeçiştir. Her yönüyle ivazlı akit değildir. Şüphe sebebiyle
diğer ortak için ortak-lık hakkı sabit olmaz. Ebî ... den(1) rivayete göre, alınan sulh bedeline diğeri
de ortak olur. Haniye.
«O evde şuf'a vacib olur ilh...» Bir ev üzerine sulh yapılırsa o evde şuf'a hakkı sabit olur.
«Onunla davalaşır ilh...» Eğer dava konusu tayinle muayyen olan bir cinsten ise davalı döner. Eğer
tayin ile muayyen olmayan bir cinsten ise -ki dava konusunun cinsindendir- o zaman hak edilenin
misliyle döner ve sulh da bâtıl olmaz. Meselâ, birisi diğerinde bin lirası olduğu-nu iddia etse, yüz
lira üzerine sulh yaparak alsa, bu yüz lira bir başka-sının istihkakı ise davalıya yüz lira ile döner. Bu
sulh ister ikrardan ön-ce, ister sonra olsun. Aldığı yüz lira kalb çıkarsa, nasıl dönme hakkına
sahipse bunda da öyledir. Ama sulh bedeli dava konusunun cinsinden değilse, meselâ, dirhem
iddia ettikten sonra dinar üzerine sulh yapması gibi, davacı ile davalı birbirlerinden ayrıldıktan
sonra sulh ibtal edilir. Eğer birbirlerinden ayrılmadan önce başka birisinin istihkakı olduğu
çı-karsa, davacı misli ile rücu eder. Sulh da bâtıl olmaz. Bahır.
«Dâvaya döner ilh...» Eşbâh'm Câmiü'l-Kebir'den naklettiği gibi. Da-va konusu kısas, nikâh, köle
azadı ve muhâlea gibi nakzı kabul etme-yen cinsten ise, o zaman, davacı davalıya sulh bedelinin
kıymeti ile dö-ner ve onu alır. Bu konuda sözün tamamı Hâmevî'nin hâşiyesindedir.
«Davalının anlaşma yapmaya yönelmesi ilh...» Davacının mülkiyetini ikrardır. Ama sulh bunun
aksinedir. Sulh bazen yalnız husûmeti def için yapıldığından, sulh kelimesiyle yapılan sulhta,
mülkiyetini ikrar ettiğine delâlet edecek herhangi bir şey bulunmaz.
«Sulh bedelinin istihkakı gibidir ilh...» Ya dava ile veya dava ettiği ile rücû eder. Dürr-ü Müntekâ.
Hâmiş'te de böyledir.
METİN
Dava edilen şeyin bir kısmı üzerine sulh yapılması geçerli olmaz. Çünkü sulh bedeli olarak
kabzedilen, iddia edilen hakkın aynı, geri ka-landan da ibradır. Ayandan ibra etmek ise bâtıldır. Bu
borçta olur. Nitekim yakında gelecektir.
Birisi bir başkasından bir ev iddia ettikten sonra o evin muayyen bir kısmı üzerine sulh yapmaları


geçerli olmaz. Fakat iddia ettiğinden başka bir evin muayyen bir kısmı üzerine sulh yapmaları
geçerlidir. Kûhistânî.
Bu çeşit sulhu sıhhatli kılmanın hilesi, Musannıfın, «birşeyi açtır-mak» sözüyle zikrettiği mefhumla
olur. Meselâ, sulh bedeline bir miktar kumaş ve dirhem ilâvesiyle sulh geçerli olur. Bu ilâve edilen
nesne, davacının geri kalan hakkının ivazı olur.
Bu sulhu geçerli hale getirmenin bir başka yolu da sulha geri kalan davasından ibrasını ilhak
etmektir. Lâkin zahiri rivayete göre, ister ilâ-ve yapılsın ister yapılmasın böyle bir sulh mutlaka
geçerlidir. Şurunbulâlîye. İhtiyâr'da da bu sulhun sıhhati üzerinde durulmuştur. Bu sulhun sıhhati
meselesi Azmiye'de. Bezzâziyye'ye. isnad edilmiştir.
Şeyhülislâm'n, Celâliye adlı kitabında, «Metinde geçen ibare İbni Sema'nın rivayetidir.» denilmiştir.
Fakihlerin, «Ayandan ibra etmek bâtıldır.» sözünün manası, «Ayan davasından ibra bâtıldır.»
demektir. Yani ayan davalıya mülk olamaz. Davacının bu ayanı fırsat bulursa alması helâldir. Lâkin
mahkemede da-vası kabul edilmez.
Ödünç paranın bir kısmı üzerine sulh yapmak geçerlidir. Davalı, hak-kın geri kalan kısmından da
diyanetten değil, hükmen beri olur. Bun-dan ötürü davacının fırsat bulduğu takdirde alması
geçerlidir. Kûhistânî. Bu konunun tamamı Eşbâh'ın «Borcun hükümleri» faslındadır. Ben bu-nu
mültekâ şerhinde de araştırdım.
İZAH
«Bir kısmı üzerine ilh...» Eğer mal mevcutsa. Helak olan malın hük-mü ise, metin sahibinin, «Helak
olan gasbedilmiş şey üzerinde sulh» bah-sinde gelecektir. Kûhistânî. Çünkü davacı bu sulhla
hakkının bir kısmı-nı almış, geri kalanından da ibra etmiştir. Ayandan, ibra ise bâtıldır. Medenî.
«Bakî kalan davasından ibrasını ilh...» Burada, «ibra»yı «dava» ile kayıtlamasından maksat, birşeyin
aynından ibra etmenin geçerli olma-dığını anlatmaktır. Mebsut'ta da böyledir.
İbni Melek bu konuda, «Davalıyı bakî kalan davasından ibra için, «Ben o davadan beri oldum.» veya
«O davadaki» veya «şu binadaki hu-sûmetimden beri oldum.» dese, artık davası kabul edilmediği
gibi delili de kabul edilmez. Fakat, «Ben seni o davadan» veya «O davadaki husû­metimden beri
ettim.» demesi bâtıldır. Böyle söyleyen davacı yeniden hak iddia edebilir. Elinde bir köle bulunan
adam, «Ben ondan berî ol­dum.» dese, köle berî olur. Fakat, «Ben seni ibra ettim.» dese, köle berî
olmaz. Çünkü burada köleyi tazmin yükümlülüğünden ibra etmiş olmaktadır. Eşbâh'ın «Deynin
hükümleri» bahsinde olduğu gibi.» demiştir.
Ben derim ki: Fakihler, «Ben seni ibra ettim.» sözü ile, «Ben berî oldum.» sözü arasında fark
olduğunu kabul etmişlerdir. Zira, «Ben berî oldum.» sözünde berâet nefsine izafe edildiği için
umumîlik ifade et-mektedir ve herkesi kapsamına alır. Fakat, «Ben seni ibra ettim.» sözü bunun
aksinedir. Çünkü, «Ben seni ibra ettim» sözü birisine hitab etti-ğinden ondan başkasıyla
hasımlaşabilir. Eşbâh, haşiyesinde de Velûciye'ye izafe edilerek böyle denmiştir. Şerhü'l-Mültekâ.
Bahır'da da şöyle denilmiştir: «Eğer ibra (yeni tesis edilen bir hak) inşa üzerine olursa bakılır: Eğer
ibra birşeyin aynından ise dava bakı-mından bâtıldır. Böyle bir ibradan sonra muhatabını veya bir
başkasını ye-niden dava edebilir. İbra eğer tazminatı kaldırması bakımından ise ge-çerlidir. Fakat
eğer bu ibra ayndan değilde aynın davasından ise bakılır: Eğer ibra muhataba izafe edilmişse,
meselâ, «Ben seni bu evden» veya «bu evin davasından ibra ettim.» demiş ise, yalnız o muhataba
ait davası artık kabul edilmez. Eğer burada ibrayı kendi nefsine izafe "ederse, yani, «Ben o davadan
beriyim.» veya «Ben beriyim.» derse, bu-nun davası mutlaka kabul edilmez.
Eğer ibra özel bir ayna izafe edilmişse, o aynla ilgili davası kabul edilmez. Eğer umumî bir ibrada
bulunmuş ise, muhatabından ve başka-sından dava etmek hakkı vardır. Meselâ karıkoca birbirlerini
bütün da-valarından ibra etseler, koca karısından ayanını dava edebilir. Çünkü onun ibrası, ayana
değil borçlara yönelik kabul edilir.
«Eğer ibra ihbar (daha önce mevcut olan bir hakkı haber verme) üzere ise, meselâ, «O, üzerinde
olan haklarımdan beridir.» demiş ise, bu ibra hem borcu, hem de aynı kapsamına aldığından
geçerlidir. Onun için davası kabul edilmez.
Yine, «Şu aynda benim mülkiyetim yoktur.» sözü de hem aynı, hem de deyni kapsadığı için ibra
geçerlidir. Dava hakkı kalmaz. Bu, Mebsut ve Muhit'te de zikredilmiştir.
«Bu açıklamalardan anlaşılıyor ki, «Benim onda ne bir hakkım, ne de bir devam vardır.»
denilmesi,-hem aynı, hem de deyni dava etme hakkını ortadan kaldırır. Oünkü Mebsutta olduğu


gibi, «Onda benim bil hakkım yoktur.» demesi, hem aynı, hem de deyni kapsamına alır. Bun-dan
sonra bir hak iddia ederse, bu hakkın berâetinden sonraya ait ol-duğunu isbat edene kadar davası
kabul makbul edilmez.»
Bahır sahibinin, «berâetinden sonraya» sözü, davacının, «Benim on-da bir hakkım yoktur.»
sözünün ikrar değil, umumî bir ibra olduğunu ifa-de eder.
«Mutlaka ilh...» Yani, ister bu iki şeyden birisi mevcut olsun, ister olmasın. Geri kalan kısmın davası
geçerli değildir.
«Fakihlerin sözü ilh...» Bu söz, zahiri rivayetin üzerine değil, metin sahibinin sözleri üzerine varit
olan sorunun cevabıdır. Çünkü zahirî ri-vayette, «ibra» kelimesi yoktur. Sulhun burada içine aldığı
şey bir kıs-mını alıp bir kısmından ibra etmek değil, bir kısmını alıp diğer kısmını düşürmektir.
«Ayan davasından ilh...» Kûhistânî'nin ifadesi böyledir. «Dava» lâf-zını bu ifadeden düşürmek
vacibtir. Çünkü gelecekteki açıklama bunu göstermektedir.
Hâmevî, Hâfid'in Sadrı Şeria haşiyelerinden naklen, «Ayandan berâet geçerli değildir sözünün
manası, «ayn davalıya mülk olmaz.» demek-tir. Yoksa davacı, davası üzerinde kalmaz demek
değildir.» demiştir. Ebussuud.
Ebussuud, «Hâmevî'nin, Hâfid'in naklettiği bu ifade, metindeki «Ayandan ibra bâtıldır.» ifadesinden
daha açıktır» demiştir.
Sâyıhânî de, «En güzeli, «Ayandan ibra etmek hükmen değil, diyaneten bâtıldır.» demektir.»
demiştir.
Hâmiş'te de, -ki bu ifade Mültekâ Şerhi'ndedir- «Fakihlerin, «Ayan-dan ibra bâtıldır.» sözünün
mânâsı, ibradan sonra da o ayn davalıya mülk olmaz demektir. Davasında baki kalır anlamında
değildir. Deynlerin ba'-zında sulh geçerli olduğu gibi burada da dava hükümden düşer. Çün-kü
borçta ibra etmek diyanette değil, hükümde geri kalan kısmından ib-radır. Eğer fırsat düşerse kalan
kısmını alabilir. Kûhistâni, Bercendî ve başkaları da böyle zikretmişlerdir. Ayanın davasında ibra ise
geçerlidir.» denilmiştir.
Bu hüküm bizim biraz önce Mültekâ Şerhi'nde naklettiğimizin aksi-nedir. Hülâsa'da, «Ben seni şu
binadan veya ondaki husûmetimden veya ondaki davamdan ibra ettim dedikten sonra, dava etse,
davası dinlenir, delili kabul edilir.» denilmiştir.
«Fakat ödünç paranın bir kısmı üzerine sulh yapmak geçerlidir ilh...» Makdisî, Muhit'te, «Bir adamın
diğerinde bin lirası olsa, borçlu inkâr etse, sonra üçyüz lira üzerine sulh yapılmış olsa, sulh
geçerlidir. Davalı diyâneten değil, hükmen kalan kısımdan beri olur. Borçlu bin lirayı ta-mamen
ödese, alacaklı aldığı parayı inkâr etse, yüz lira üzerine sulh yapsalar geçerlidir. Yalnız alacaklının
bu yüz lirayı alması diyâneten helâl değildir.» demiştir. Bu ifadeden, bir de, «Ribânın aynı kaldığı
süre-ce ondan ibra geçerli değildir.» Küllî kaidesinden zamanımızın hâkim ve âlimlerinin, aldıkları
ribâdan ötürü ibra taleb ederek kendilerini ib-ra ettirmeleri yolundaki uygulamalarının geçerli
olmadığı anlaşılıyor. Çün-kü ribâdan alınan, haram olmama bakımından daha derindir.
Haniye kitabında sulhtaki adem-i berâetten davacının davalıya, «Ben seni bakiyeden ibra ettim.»
ifadesinin ilâve edilmesiyle yapılan sulh is-tisna edilmiştir. Sâyıhânî. Bundan anlaşılıyor ki, sulhun
içine aldığı dü-şürme her yönüyle ibra değildir. Eğer her yönüyle ibra olmuş olsa, da-vacının
davalıya, «Ben seni bakiyesinden ibra ettim.» demesine gerek kalmazdı.
«Hükmen ilh...» O zaman zahirî rivayete göre deyn ile ayn arasın-da bir fark yoktur.
«Eşbâh ilh...» Eşbâh'ta, Haniye kitabından naklen, «Gasbedilen bir şeyden ibra etmek, gasbedeni
onun zamin oluşundan ibra etmektir. O zaman gasbedilen şey gasbedenin elinde emânet olur.
Şayet gasbedilen şey gasbedenin elinde helak olmuş ise, ibra geçerli olur ve gasbedende
kıymetinden beri olur.» denilmiştir.
Fakihlerin, «Ayandan ibra bâtıldır.» sözünün mânâsı, ayan ibra edilmekte davalıya mülk olmaz
demektir. Eğer mülk olsaydı, o zaman ayan-dan ibra etmekle o ayanın dımanının düşmesi geçerli
olurdu. Veya «Ayandan ibra bâtıldır.» sözü emânete hamledilirdi. Yani ayandan ibra-nın bâtıl oluşu,
ayan emânet olduğu zaman ibra olunamayacağı mana-sına gelirdi. Çünkü emânet olunca ayan
davalının uhdesinde sayılmaz. Bu sebeble ibra ile ilgili bir mesele de kalmaz.
Bu konunun özeti şöyledir: Ayan ile ilgili ibra, ya davasından ibra-dır -ki bu ihtilafsız olarak
geçerlidir- veya bizzat ayanla ilgilidir. Eğer ib-ra olunan gasbedilmiş ve helak olmuş ise, borcun bir
kısmının ibrası ge-çerli olduğu gibi onun da ibrası geçerlidir. Eğer gasbedilen şey mevcut ise,


bunda ibranın mânâsı, helak olduğu takdirde onun kefaletinden ib-radır. Onun aynından ibradan
sonra da o ayn, gasbedenin elinde emânet gibi olur. Tazmin etmek gerekmez. Olsa bile ancak zorla
olur.
Eğer ayn emânet ise, ondan ibra diyâneten geçerli değildir. Yani sa-hibi alma fırsatı bulursa alır.
Fakat hükmen geçerlidir. Hâkim ibradan sonra davacının davasını dinelmez. Bu açıklama bu
konuda özetle isti-fade olunandır.
Şarihin, «bunun mânâsı» sözü emânete hamledilir. Yalnız şu var ki, eğer birisi diğerinin elindeki
şeyi iddia ve o da inkâr ederse, sonra da-vacı davalıyı o nesneden ibra ederse, bu dava da gasb
davası gibi olur. Çünkü davalı nesneyi inkâr etmekle onun gasbedeni oluyor. Fakat bu inkâr ve
ibradan sonra davacının davası hâkim tarafından dinlenir mi eğer idda ettiği mal mevcut ise,
dinlenir.
METİN
Mal ve menfaat davasında inkâr, inkâr ve susma ile mal ve men-faat karşılığı sulh geçerlidir. Sulh
ikrar ile olursa, sulh yapan taraflar için satış olur. Sulh inkâr ve sükût ile olursa, davacı hakkında
satış olur. Bir menfaat davasından diğer bir menfaat üzerine sulh yapmak da geçerlidir.
Rakik davasında sulh geçerlidir. Eğer köle mal karşılığı azad edil-mişse ve köle de ikrar ediyorsa
velayet efendisine sabit olur. Eğer köle ikrar etmiyorsa, o zaman, velayet ancak delil ile tesbit edilir.
Dürer.
Ben derim ki: Azad edilen, delil ile de köle olamaz. Sulh'tan sonra nerede delil ikâme edilirse
edilsin, davacı iddia ettiğine hak kazanamaz. Çünkü kendi ihtiyarıyla sulh bedeli almakla satıcı
olmaktadır.
Yine, evlenmediği bekâr bir kadın için nikâh iddia etmek muhâlea olur. Eğer davasında ibtal edici
ise sulh bedelini yemesi helâl olmaz. Nikâh dava ettiği kadınla, cinsi temas olmadığından
evlenmesi de helâl olur.
Eğer nikâhı kadın iddia ederse, erkeğin kadınla yaptığı sulh geçerli değildir. Vikaye, Nikâye, Dürer,
Mültekâ ve Müctebâ'da da düzeltilmiş-tir. Dürrerü'l-Bihâr'da da bu sulh anlaşması geçerli
görülmüştür.
İZAH
«İkrar ile ilh...» Yani mal davasında ikrar yolu ile sulh geçerlidir. Davalının ikrarı ile sulh geçerlidir.
Bu sulh ister mal, ister menfaat üze­rine olsun.
«Menfaat karşılığı ilh...» Menfaatle sulhun şekli şöyledir: Bir kim-se varislerden, «Ölen şu kölenin
hizmetini bana vasiyet etti.» diyerek hak iddia etse, varisler de inkâr etseler, yapılan sulh geçerlidir.
Çünkü rivâ* yet şu şekildedir: «Bir kimse bir şeyi kiraladığını iddia eder, mal sahibi de inkâr eder ve
sonra da sulh yaparsa bu caiz değildir.»
Fakat Eşbâh kitabında, «Bütün menfaatlerde cinsinden olmayan bir
menfaatle -kira davası dışında- sulh geçerlidir. Mustafa adlı eserde ol-
duğu gibi.» denilmiştir. Remli. Bu Eşbâh'ta olan Bahır'da olanın aksine-dir.
«Bir menfaat davasında diğer bir menfaat üzerine ilh...» Bir evde oturma davasından sonra, bir
kölenin hizmeti üzerine yapılan sulh gibi. Fakat bir evde oturma davasından sonra bir başka evde
oturmak üze-re sulh yapılması caiz değildir. Aynî ve Zeylâî'de olduğu gibi.
Seyyid Hâmevî, «Şurası muhakkaktır ki, Velvelûciye'de olan bunun aksinedir. Çünkü Velvelûciye
sahibi, «Bir adam bir evde oturma hakkı olduğunu iddia ederse diğer bir evde belli bir müddet
oturmak üzere sulh yaparsa caizdir. Fakat bir evi, oturacağı ev kirasına karşı kirala-mak caiz
değildir. Çünkü bu, bir malı bir malla temlik etmek gibi ol-maktadır.» demiştir. Ebussuud, «İbni
Melek, Nikâye'nin şerhinde, Mecmâ'nın şerhinde zikredilenin aksine olan birşey zikretmiştir.»
demiştir. Yâ'kûbîye kitabının sahibi de, «Kitaplara uygun olan Mecmâ şerhinde olandır.» demiştir.»
demektedir.
«Mal karşılığı azad edilmişse ilh...» Yani davacı hakkında mal üze-re, diğerinin hakkında da
husûmeti def için. Bahır.
«Bekâr bir kadın için ilh...» Çünkü evli bir kadın üzerine sulh yapıl-ması geçerli olmadığı gibi,
kadına iddet beklemeye ve kocası ile nikâh ye-nilemeye de gerek yoktur. İmâdiye'de olduğu gibi.
Kûhistânî.


«Hûlû dur ilh...» Bunun acık manasıyle bir kadının talâk sayı-sının da noksanlaşacağını ifade
eder. Onda nikâh iddia eden erkek da-ha sonra onunla evlenirse, iki talâka mâlik olur. Eğer bu sulh
ikrar yo-luyla olursa, acıktır. Fakat inkâr veya susmayla olursa, o zaman, erke-ğin zanısı ile
muamele olmuş olur. T.
«İbtal edici ise ilh...» Davacı iddiasında, «ibtal edici ise aldığı sulh bedelini yemesi helâl değildir.»
ifadesi, sulhun bütün çeşitlerinde geçer-lidir. Kifâye.
«Dürerü'l-Bihârdc ilh...» Dürerü'l-Bihâr'ın şerhi olan Gûrerü'l-Efkâr'da da sulhun sıhhati ifade
edilmiştir. Bahır'da da yalnız Gûrerü'l-Efkâr'ın ifa-desi ile yetinilmiştir. Yalnız Bahır'da bu sulhun
sıhhati üzerinde görüş ayrılığı vardır. Mecmâ'mn ifadesi de, «Eğer kadın erkeğin nikâhının
en-gelleyici bir sebebe rağmen olduğunu iddia ederse, erkeğin onunla sulh yapması caizdir.
Âlimlerin bazısı da bunun caiz olmadığını söylemiştir.» seklindedir.
METİN
Ticaretle izinli köle bir kimseyi kasden öldürdükten sonra öldürüle-nin yakınlarına bir miktar mal
vererek sulh yaparsa, verdiği mal kendi ticaretinden olmadığı için sulh caiz ve efendisi için geçerli
değildir. Fa-kat bu sulh ile kısas düşer. Azad edildikten sonra sulh bedeli ile so-rumlu tutulur.
Ticaretle izinli kölenin kölesi, bir kimseyi kasden öldürse, izinli kö-lenin öldürülenin yakınlarıyla
sulh yapması caizdir. Çünkü bu sulh be-deli kendi ticaretindendir.
Helak olan, gasbedilen şeyden ötürü, kıymeti takdir edilmezden ön-ce, kıymetinden fazla bir meblâğ
üzere sulh caizdir. Arz bedeli sulhu-nun caiz olması gibi.
Sulhtan sonra gasbedenin, gasbedilen şeyin kıymetinin sulh bede-linden daha az olduğuna dair
delil ikâme etmesi kabul edilmez. Sulhtan sonra her iki taraf sulh olunan şeyin kıymetinin sulh
bedelinden daha az olduğunda birleşseler de yine gasbeden hiçbir şeyle gasbedilenin sa-hibine
dönemez.
İZAH
«Kasden ilh...» Bu kaydı koymuştur. Eğer hatâen öldürmüşse sul-hun caiz olduğu açıktır.(1) Çünkü
burada malların mesleğinden gidilir. T.
«Efendisi için geçerli değildir ilh...» Makdisî, «Eğer efendisi izinli kölenin nefsinden yaptığı sulhe
izin verirse, sulh cazdir.» demiştir. Sâyıhânî.
«Gasbedilenden ötürü ilh...» Eğer gasbedilen kıymet takdir edi-len cinsten ise, zira eğer kıymet
takdir edilen cinsten değil de misliyetten ise, helak olsa, o zaman, eğer sulh bedeli mağsubun
cinsinden ise, fazla alınması ittifakla caiz değildir. Eğer başka bir cinsten ise, ittifakla caizdir. İbni
Melek.
Musannif bundan sonra da hükümden önce kaydının muhterizini zikredecektir. Musannifin,
«Kıymetinden fazla» kaydını koymasının sebebi, ihtilâf sebebinin bu fazlalık olmasıdır.
Câmiü'l-Fusûleyn'de de bu hususta şöyle denilmiştir: «Adam bir ölçek buğday veya bin dirhem
gasbetse bunun yarısı üzerine sulh yapsa, eğer gasbedilen helak olmuş ise sulh geçerlidir.
Gasbediien helak ol-mamış, ancak gasbeden ikrar veya inkâr ettiği halde onu gizlemişse, sulh
diyâneten değil hükmen caizdir. Eğer gasbedilen mevcut ve ha-zırda ise, sahibi onu gördüğü halde
gasbedilen inkâr ediyorsa yine yarısı üzerine sulh yapmak caizdir. Eğer bu sulhtan sonra mâlik,
malının geri kalanına dair delil ikâme ederse, o geriye' kalanın ona verilmesine hükmedilir.
«Mevcut olduğu halde ölçülecek ve tartılacak cinsten olan gasbedilenin bir kısmı üzerine sulh
yapılması bâtıldır. Eğer gasbeden, gasbettiğini açıktan ikrar ediyor ve mâlikin de geri alma kudreti
varsa, yarısı üzerine sulh edip diğer yarısından da ibra etmesi istihsana göre değil, kıyâsa göre
caizdir.
Gasbedenin ikrarıyla birlikte bir kumaş üzerine sulh olsa ve kumaşı verse, bu, sulhun bütün
çeşitlerinde caizdir. Çünkü burada davacı gasbedilen malı ile kumaşı satın almış gibi olmaktadır.
Eğer mağsub bir köle veya bir arz ise, gasb, mâlik ile yarısı üzerine sulh yapmış olsa, gasb köle
veya arzı mâlikinden gizlemişse, ister ik-rar, ister sükût etsin bu sulh geçerli değildir. Çünkü
gasbedenin yarısı üzerine sulh yapması gasbedilenin varlığını ikrar etmesi demektir. Fakat,
ölçülecek ve tartılacak cinsten olan birşey bunun aksinedir.» Çünkü onların bir kısmının helak
olması, bir kısmının da mevcut olması âdet-lere göre tasavvur edilir. Fakat köle ve kumaş böyle
değildir.»
«Kıymetinden fazla ilh...» Bu, fahiş bir fazlalık da olsa böyledir. Gâyetü'l-Beyân'da, «Eğer az bir


fazlalık ise bunun aksinedir. Çünkü o fazlalık, takdir edicilerin takdirine girmişse, artık fazlalık
sayılmaz. İmameyn'e göre rjbâ da olmaz.» denilmiştir.
«Kıymeti takdir edilmezden önce ilh...» Çünkü cinslerin ihtilâfı ha-linde ziyâdelik açık olmaz. O
zaman ribâ da olmaz. Bu İmam-ı Azam'a göre caizdir. İmameyn ise, burada İmam-ı Azam'a
muhalefet etmişlerdir. Çünkü mâlikin, helak olan gasbedilenden hakkı kesilip kıymete
dönme-miştir. O zaman bu sulh gasbedilenin değil, kendisinden yapılmaktadır.
«Eşya bedeli üzerinde sulhun caiz olması gibi ilh...» Bu eşyanın kıymeti, helak olan gasbedilenin
kıymeti kadar veya ister az, ister çok ol-sun. Sarihin burada arzı zikretmesi -halbuki ilerde
gelecektir- meselenin yerinin burası olduğuna işaret etmektedir.
METİN
Zengin bir kimse ortak olduğu köleyi azad ederek ortağıyla kölenin yarı kıymetinin fazlası üzerine
sulh yapsa caiz değildir. Çünkü kölenin kıymeti şer'ân takdir edilmiştir. Fazlalığın geçersiz olduğu
konusunda görüş birliği vardır. Nitekim birinci meselede kıymeti takdir edildikten sonra
gasbedilenin kıymetinden fazla bir şey üzerine sulh yapılması da caiz değildir. Zira hâkimin takdiri
Sarihin takdiri gibidir.
Yine gasbedilenden ötürü bir eşya üzerine sulh yapılması geçerlidir.. Eşyanın kıymeti telef olan
gasbedilenin kıymetinden fazla da olsa hüküm değişmez. Çünkü burada ribâ söz konusu değildir.
Kasden cinayet hâlinde sulh anlaşması mutlak olarak geçerlidir. Bu cinayet ister adam öldürme,
ister yaralama veya sakat bırakma tarzın-da olsun hüküm değişmez. İkrar ile diyetten ve erşten
(azaların diyeti) fazla veya noksan olmuş olsa, geçerlidir. Çünkü burada ribâ yoktur. Ama bu cinayet
hataen olursa fazlalık geçerli olmaz. Zira hata, diyette şer'ân takdir edilmiştir. Diyet için takdir
edilen kıymetlerden başka bir bedel ile sulh yapılması da geçerlidir. Davalının zimmetinde olan
borçla meclisten ayrılmaması için, sulh bedelinin mecliste kabzı şarttır.
Hâkimin diyet miktarından herhangi birisini tayin etmesi, diğerlerini başka bir cins gibi yapar.
Sulh şarap üzerine yapılırsa, fasit olur. Hataen cinayette diyet gerekir. Kasden öldürmede sulh
şarap üzerine yapılmışsa, sulh fasit ol-duğu gibi kısas da düşer. Halbuki sulh fasit olursa
dönülecek başka bir şey yoktur.İhtiyar.
İZAH
«Zengin bir kimse ilh...» Musannıfın, «zengin» kelimesiyle kayıtlamasının sebebi, köleyi azad eden
kişi fakir ise, köle yine yarısı ile diğe-rine çalışır.
«Kasden cinayette sulh mutlak olarak geçerlidir ilh...» Bu ifade ci-nayette katil sayısı tek veya çok
olsun, hepsini kapsamına alır. Hatta katil birkaç kişi olsa, bunlardan bir tanesi diyetten fazlası ile
maktulün velileri ile sulh yapsa caizdir. Maktulün velisi geri kalan katillerle sulh veya kısas yapma
hakkına sahiptir. Çünkü kısas hakkı bütün katiller için ayrı ayrı sabittir.
«Çünkü ribâ yoktur ilh...» Zira kasdan cinayette vacib olan kısas-tır. Kısas da mal cinsinden
değildir. Bu yüzden ribâ da söz konusu ol-maz. Hataen cinayette ise ister nefiste ikrar ile olsun
diyetinden fazlasını noksanı üzerine sulh yapılması caizdir. Çünkü hataen cinayette vacib olan
maldır. Malda fazlalık ise ribâdır. Fakat diyetin noksanı olur-sa elbetteki sulh geçerlidir. Çünkü
burada ribâ sözkonusu değildir.
«Dîyet için takdir edilen kıymetlerden başkası ile ilh...» Bu söz ifa-de ediyor ki, diyetin
miktarlarından -ki yüz deve veya ikiyüz koyun(dipnotgoster42194) veya iki yüz hülle veya bin dinar
veya onbin dirhemdir- herhangi bi-ri üzerine sulh yapılması sahihtir. Kâfi'den naklen Azmiye'de
olduğu gibi.
(*) Doğru olan bin koyundur. (**) Hülle, ağır kumaştan yapılan iki parçalı pahalı bir elbisedir.
«Mecliste kabzı şarttır. ilh...» Bu, sulhun tartılacak, ölçülecek birşey üzerine yapılması kaydı iledir.
Nitekim İnâye'de böyle kayıtlanmıştır. H.
«Hâkimin diyet miktarlarından herhangi birisini tayin etmesi ilh...» Meselâ, yüz deveyi tayin ederse,
diğerleri başka bir cins gibi olur. Hâkim yüz deveyi tayin ederse, katil bunun karşılığında ikiyüz
sığırdan fazla-sıyla sulh yapar ve sığırları teslim ederse bu sulh caizdir. Bu meselenin tamamı
Çevhere'dedir.
«Kısas da düşer ilh...» Yani kasden cinayette, gereken kısası fasit sulh, affa çevirir. Sulhun domuz
üzerine yapılması da böyledir. Hindiye'de olduğu gibi. Yâyıhânî. Fakat sulh, bedeli yoluyla değil de
cehalet yo­luyla fasit olursa bunun aksinedir.


Minah adlı eserde, «Sulhta tayin edilen şey fasit olursa, meselâ bel-li olmayan bir hayvan veya
kumaş üzerine sulh yapılırsa diyet vacib olur. Çünkü velî, hakkının meccanen düşmesine razı
değildir. Fakat sulhta hiçbir şey tayin edilmezse veya şarap gibi kıymet ifade etmeyen birşey tayin
edilirse, o zaman hiçbir şey gerekmez. Çünkü zikredildiği gibi kı-sas ancak bir kıymet kabul edilen
birşeyle takdir edilebilir. Burada ise bu mevcut değildir.» denilmiştir.
«Dönülecek başka birşey yoktur ilh...» Çünkü kasden cinayette di-yet yoktur, fakat hataen cinayet
bunun aksinedir. Zira hataen cinayette sulh fasid olduğu takdirde diyete dönülür.
METİN
Zeyd, bir kasten cinayetten veya bir kimsenin kendisinden ölçülen veya tartılan bir deyn
iddiasından ötürü bazısı üzerine sulh yapmak üzere Amr'ı vekil tayin etse, sulh bedelini kendisinin
(Zeyd'in) vermesi ge-rekir. Sulh; Katilden kısası, davacıdan deynin bir kısmını düşürmek ol-duğu
için vekil elçi gibidir. Ancak vekil, sulhta kefil olursa kefaleti ile sorumlu tutulur.
Maldan dolayı bir mal üzerinde ikrar ile sulh yapıldığı takdirde sulh bedelini vekil verir. Sonra
verdiğini müvekkilinden alır. Çünkü o zaman sulh, satım akdi gibidir. Fakat bu sulh inkâr ile olursa,
vekile mutlaka hiçbir şey gerekmez. Bahir ve Dürer.
Fuzûlî (yetkisiz temsilci) davalının emri olmadan kendiliğinden sulh yaparsa geçerli olur. Fuzûlî'nin
sulhu dört şekilde olabilir:
1 - Dava konusu mal için davalıya kefil olabilir.
2 - Sulhu kendi malına izafe edebilir.
3 - Davacıya kendi malından, «Seninle bin liraya sulh oldum» di-yebilir. Veya bir,miktar nakit veya
ana işaret ederek, «Şunun üzerine» ' diyebilir.
4 - Mutlak bir ifade ile, «Şu kadar, meselâ bin liraya sulh oldum» diyerek sulh yaparsa bu geçerli
olur. Ancak bu sonucunda, sulh bedeli-ni hemen teslim etmesi gerekir. Böylece davacının rıza
tamam olur. Bu onun kefil olmasından veya malına izafe etmesinden daha üstün-dür. Fuzûlî bütün
bu tasarrufları teberru olarak yapmış olur.
Ancak o, müvekkilin emriyle kefil olursa sulh bedelini teberru ola-rak vermiş sayılmaz. Azmîzâde.
Dördüncü şekilde fuzûlî sulh bedelini teslim etmezse sulh davalının iznine bağlı olarak sahihtir.
Eğer davalı izin verirse, bu sulh caizdir. Sulh bedelini ödemek vekile lâzım gelir. Eğer izin
vermezse, sulh bâ-tıldır.
Bir fuzûlî bir kadın adına izin almadan kocası ile muhâlea yapmış olsa bu, zikredilen beş şekilde
yapılan sulh gibidir.
İZAH
«Kefaleti ile sorumlu olur ilh...» Yani ödedikten sonra müvekkiline dönerek ondan alır. Muhâleada
ödenen sulh bedeli de bunun gibidir. Aşağıdaki şekillerin hepsinde vekil ödediği sulh bedellerini
müvekkilin-den alır. Makdisî'de olduğu gibi. Sâyıhânî.
«Sulh bedelini vekil verir ilh...» Sonra da bu sulh bedelini müvekki-linden alır.
«Çünkü o zaman sulh satım akdi gibidir, ilh...» Satım akdindeki bütün haklar akdi bizzat yapana
döndüğü gibi bu sulhta da bütün haklar akdi bizzat yapana döner.
«Mutlaka ilh...» ister maldan mal ile olsun, ister maldan mal ile olmasın. H.
«Fuzûlî davalının emri olmadan ilh...» Bu sulhun sıhhati, eğer akdi< b?¶yledir.» da yapmak sulh
yerine başkasının Bir zorundadır. ödemek bedelini da-hi, etmese izafe zimmetine veya malına kendi
olmasa, kefil ederse kendisine akdi fuzûlî, dolayı, illetten olan hususunda tasarrufları «fuzûlînin
Çâmiü'l-Fusûleyn'de, Çünkü vardır. sahibine dava
«Malı teslim ederek ilh...» Dürer'den özetle, «Birinci sulhun geçerli olması, davalının borçtan
kurtulması sebebiyledir. Borçtan kurtulması hu-susunda da yabancı biri ile davalı eşittirler. Fuzûlî,
muhâlea'da nasıl' 'bedele kefil olduğunda asil gibi olursa, sulh bedeline kefil olduğu za-man da asil
gibi olur. İkincisinin sahih olması, fuzulînin akdi kendi ma-lına izafe ederek sulh bedelinin teslimini
üzerine almış olmasındandır. Üçüncüsünde de. teslim edeceğini işaret ettiğinden davacıya ivazın
ha-zır olduğunu belirtmesidir. Akit de davacının kabulüyle tamamlanır. Dördüncüsünün geçerli
olması, malı teslim etmek, davacının razı olma-sına delâlet etmesi ve fuzûlî'nin sulh bedeline kefil
olmasına üstün ol-duğu içindir. Malı kendi nefsine izafe etmesi, davacının razı olmasına delâlet
ediyor.» denilmiştir.


«Bütün şekillerde ilh...» Davacı zikredilen bütün şekillerde ivaza müstahak olursa veya sulh bedeli
kalp çıkarsa davalıya dönmez. Çün-kü fuzûlî teberru etmiştir. Belirli birşeyi teslim etmeyi
başkasının yerine değil, kendi nefsine yüklemiştir. Yalnız davacı asıl davasına dönebilir. Zira
hakkını meccanen terketmez. Ancak davalı fuzûlîye kefil olursa, davacı hakkını davalıdan alır. Zira
davalının zimmetinde borç olmakta-dır. Bundan ötürü teslimden kaçınırsa, teslim etmeye zorlanır.
Zeylâî.
«Müvekkilin emriyle kefil olursa ilh...» O zaman fuzûlî davalıya rücû eder. Ödediği sulh bedelini
ondan alır. Burada, «Kefalet» kaydı ittifaklı bir kayıttır. Çünkü birisinin, «Benim yerime sulh yap.»
veya bir kadının «Benim yerime muhâlea yap.» demesi sulh bedelini ödemeye kefil olması
demektir. Zira sulhun ve muhâleanın geçerli olmaları «emr»e değil, «kefâlet»e bağlıdır. O yüzden
davalının sulh yapması için emretmesi, vekile rücû hakkını isbat eder. Ama borcu ödeme emrini
vermesi bunun aksinedir.
Sulh bedelini ödemekle borcu ödemek arasında bir fark yoktur. Bu sebeple doğru olan bu emrin de
rücu hakkını vermesidir.
«Azmizâde ilh...» Ben bu meseleyi Azmîzâde'de bulamadım. Yine de başvurulabilir.
«Fuzûlî sulh bedelini teslim etmezse ilh...» Dürer'den naklettiğimiz gibi, «Bu dört şeklin hiçbirisi
bulunmazsa sulh davalının icazetine bağlı olur.» demesi daha uygun olurdu. Beşinci bir şekildir ki,
cevaz ile butlan arasında bulunur. Dürer'de olduğu gibi bu şekilleri beşe hasretmenin yolu şudur:
Fuzûlî ya mala kefil olur veya olmaz. Olmazsa ya kendi ma-lını izafe eder veya etmez. Eğer kendi
malına izafe etmezse bir ayna veya nakte işaret eder veya etmez. Eğer işaret etmezse ivazı teslim
eder veya etmez. İşte bu şekillerin hepsinde sulh caizdir. Ancak sonucu olan şu şekilde caiz
değjldir. Ne sulh bedelinde kefil olur. ne onu kendi malına izafe eder, ne ona işaret, ne de davacıya
teslim eder. İşte bunun cevazına hükmedilemez. Bu son şekil davalının icazetine bağlıdır. Çün-kü
davacıya hiçbir ivaz teslim edilmemiştir.
Zeylâî, bu şekilleri, işaret olunan şekil, izafe edilen şekle katarak dörde hasretmiştir.
«Beş şekilde yapılan sulh gibidir ilh... » Bunun beşincisi, «Eğer ver-mezse sulh bâtıldır.» veya
«mevkuf» olan kısmıdır. Buna göre nakit veya ayna işaret kısmı da bir şekil sayılır. Bunu, sarihin
«dördüncü şe-kilde» sözü de tekid etmektedir.
METİN
Bir şahıs delili olmadığı halde bir evin kendisine vakfedildiğini iddia etse, binayı tasarrufunda
bulunduran ve vakıf olduğunu inkâr eden kim-senin husûmetin defi için sulh yapması caizdir. Eğer
davacı iddiasında doğru ise aldığı sulh bedeli helâldir. Ecnâs sahibi, «Almış olduğu sulh bedeli
helâl değildir. Çünkü bu sulh mânâ bakımında bir satım akdidir. Vakfı satmak ise caiz değidir.»
demiştir.
Aynı davada sulhtan sonra yapılan ikinci sulh bâtıldır. Nikâhtan son-ra aynı zevceye sebebsiz yere
yapılan ikinci nikâh da, bir şahıstaki alacak için yapılan bir havaleden sonra yapılan ikinci bir
havale de bâtıldır. Bir malı satın aldıktan sonra, aynı mal üzerine sulh yapmak da bâtıldır.
Bunda asıl şudur: Bir akit aynen iade edilirse ikincisi bâtıldır. An-cak Eşbâh'ın, «Büyü» bahsinde,
«Üç şey müstesna: Kefalet, satınalma (şıra) ve icâre.» denilmiştir, Oraya başvurulabilir.
İnkâr ile yapılan sulhtan sonra davalı davacının sulhtan önce, «Be-nim falan kimse üzerinde hiçbir
hakkım yoktur.» dediğine dair delil ikâ-me etse, sulh geçerli olarak kalır. Fakat davacı sulhtan
sonra, «Benim davalı üzerinde hiçbir hakkım yoktu.» dese, sulh bâtıl olur. Bahır.
Musannıf, «Bu mesele İmâdiye'de mutlak zikredilmiştir. Halbuki mut-lak değil kayıtlıdır.»
demektedir. Daha sonra Bezzâziyye'nin, «Dava ba-bandan naklen, «Davacı başka bir yönüyle
mülkiyet iddiasında bulunsa da sulh bâtıl olmaz.» demiştir.
İZAH
«İddiasında ilh...» Bu ifadede bir görüş vardır. Şöyle ki: Eğer da-vasında doğru ise, alacağı sulh
bedeli ona nasıl helâl olur? Zira ona göre ev vakıftır. Vakfın bedelini hiçbir cevaz sebebi olmadan
mülkiyete geçirmek haramdır. Onun aldığı ise sırf davasından vazgeçmek için mü-cerret bir rüşvet
olmaktadır. Buna göre davasında doğrucu değilmiş gibi olur. Burada, «Sulh bedelini vakfiyeti ibtal
için değil, davasından vaz-geçmek için almıştır. Başka bir davacı da bulunabilir.» denilebilir. T.
Ben derim ki: Buna Hâmidiye'nin, «Vakıf bahsinin başlarında, «Bu sulh geçerli değildir.» denilerek
mutlak bir şekilde cevap verilmiştir. Hâmidiye'de, «Sulh yapan kişi kendi zannı üzerine sulh


bedelini hakkının karşılığında almaktadır. O vakit bu ivazlı akit gibi olmaktadır. Vakıfta ise ivaz
olmaz. Çünkü vakfedilen mal, vakfolunanın malı olmaz. Öyley-se onu satması da caiz değildir. Bu
meselede, eğer bir yerin vakıf olu-şu sabitse onun için bedel taleb etmek caiz değildir. Eğer vakıf
oluş sabit değilse, o zaman da kendisine sabit olmayan birşeyden dolayı sulh bedeli almış
olmaktadır ki, bu da hiçbir şekilde geçerli, değildir. Cevâhirü'l-Fetâvâ'da da böyledir.» denildikten
sonra, «düşünün.» ifadesi ek-lenmiştir. Bizim, «Fasit be'y» babında Nehir'deki, «Bir köleyi
müdebbir bir köleye ekleyerek satış» bahsi hakkında söylediklerimize bakınız.
«Sulhtan sonra yapılan ikinci sulh bâtıldır ilh...» Bâtıl olan sulhtan murad, hakkın bir kısmını
düşüren sulhtur. Ama bir ivaz üzerine sulh yapıldıktan sonra bunu bozarak başka bir ivaz üzerine
sulh yapmaları geçerlidir. Tıpkı satışta olduğu gibi birinci sulh feshedilmiş, ikinci sulh caiz olur.
Nûrü'l-Ayn, Hülâsa'dan böyle nakletmiştir.
«İkinci sulh bâtıldır ilh...» Bunu Kadı İmam söylemiştir.
«Nikâhtan sonra aynı zevceye sebebsiz yere yapılan ikinci nikâh da ilh...» Bu meselenin tama
Câmiü'l-Fusûleyn'in onuncu (aslındadır. Hâmiş'te de böyledir.
«Nikâhtan sonra ilh...» Bunda ihtilâf vardır. Bazı âlimlere göre ikin-ci mehri vermek vacibtir. Bazı
âlimlere göre iki nikâhta tesmiye edilen mehirlerin toplamını vermek vacibtir.
«Bir havaleden sonra ilh...» Meselâ birisinin diğerinde olan bin lira alacağını almak üzere birisini
havale ettikten sonra, aynı alacak için ikinci bir adamı da havale etmesi gibi. Şeyhimiz böyle tefsir
etmiştir.
«Satın aldıktan sonra ilh...» Yani sulh konusu olan şeyi satın al-dıktan sonra sulh yapmak bâtıldır.
«Üç şey müstesna ilh...» Ben diyorum ki: Câmiü'l-Fusûleyn'de bu üç şeye sulh konusu olan şeyi
davadan sonra satın almak da eklenmiştir.
«Kefalet ilh...» Kefaletten sonra kefaletin caiz olması, kefaletin teş-vik edilmiş olmasındandır.
Eşbâh.
«Satınalma ilh...» Câmiü'l-Fusûleyn'de bu mutlak zikredilmiştir. Kınye'de ise, «İkinci alış fiyat
bakımından birinciden daha fazla, daha az veya başka bir cinsle olursa.» şeklinde kayıtlanmıştır.
Yoksa geçerli ol-maz. Eşbâh.
«İcâre ilh...» Birinci kiracıya yeniden kiralamak bu durumda birin-ci kira akdi neshedilmiş olur.
Eşbâh.
«Musannıf ilh...» Musannifin ifadesi İmâdiye'deki, «Birisi birşey id-dia etse, davalı inkâr etse,
inkârdan sonra sulh yapsa, sulhtan sonra davacının davalı üzerinde hiçbir hakkı olmadığı ortaya
çıksa sulh ken-diliğinden fesholur.» sözüdür.
Ben diyorum ki: İmâdiye'nin sözündeki, «ortaya çıksa» ifadesinin sulhtan önce ikrarsızlıkla
kayıtlanması gerekir. Zira Muhtasar'ın meselesinde deyle birşey geçmiştir. Bahir sahibi Mevlânâ
da bunu açık ola-rak söylemiştir. H.
Metinde geçen meselede, «sulh sıhhat üzere bakîdir» hükmünün il-leti, şehâdetin kabul
edilmemesinin açık olmasıdır. Çünkü onda çelişki vardır. O zaman davacının davalı üzerinde bir
hakkı olmadığı anlaşılmaz. Hâl böyle olunca da İmâdiye'deki ifade metindeki meseleyi kapsamına
almaz.
«Bezzâziyye'nin dava babında ilh...» Bezzâziyye'nin ifadesi Müntekâ'daki, «Bir kumaş iddia ettikten
sonra sulh etse, sonra davalı, davacı-nın sulhtan önce kendisinde bir hakkı olmadığını ikrar ettiğine
dair de-lil ikâme etse, sulh geçerlidir. Eğer sulhtan sonra ikrar ettiğine delil ge-tirirse sulh bâtıl olur.
Eğer hâkim hakkının olmadığını ikrar ettiğini bi-lirse -velevki bu ikrar sulhtan önce olsun- bu sulh
bâtıldır. Hâkimin sulh-tan önceki ikrarını bilmesi ile sulhtan sonraki ikrarını bilmesi birdir. Eğer sulh
ve ikrar aynı mülkiyette ise. Meselâ, «Falanda miras yoluyla bir hakkım yoktur.» dedikten sonra
onda mirastan dolayı hak iddia etmesi gibi. Şayet irs yoluyla hakkı olmadığını ikrardan sonra,
mülkiyet iddia etmiş olsa, meselâ, «Ben satın almıştım.» veya «Bana hibe edilmişti.» iddiasında
bulunsa sulh bâtıl olmaz» sözüdür.
METİN
Fasit davalarda sulh geçerli, bâtıl davalarda sulh da bâtıldır. Fasit dava geçerli hale getirilmesi
mümkün olan davadır. Bahır.
Eşbâh'ta tesbit edildiğine göre fasit davadan sonra inkâr ile yapılan sulh fasittir. Ancak meçhul bir
davada sulh caizdir. Bazı âlimler, «Sulhun geçerli olması için mutlaka davanın geçerli olması


şarttır, denilmesi ge-çerli değildir. Çünkü bâtıl davalarda yapılan sulh geçerlidir. Nitekim Sadrı
Şerîa, «Şuh» babının sonunda buna dayanmış, İbni Kemal ve baş-kaları da, «İstihkak» babında
bunu ikrar etmişlerdir, geçtiği gibi.» de-mişlerdir.
Geçerli olan görüşe göre, su yolu, şüf'a ve direk koyma hakları da-vasında sulh yapmak geçerlidir.
Bunda kaide, bir adama yemin etme düşse, hangi davada olursa olsun, yemin etmeyerek bir miktar
dirhem üzerine sulh yapması geçerlidir. Hatfa tazir davasında dahi geçerlidir. Müctebâ. Fakat had
davası ile neseb davası bunun aksinedir. Bunlarda sulh geçerli değildir. Dürer.
Sulhta ivazlı akit manası olursa, meselâ alacak (deyn) davasından sonra bir mal (ayn) üzerine sulh
yapılırsa, bu sulh tarafların feshiyle mün-fesih olur.
Sulh ivazlı akit manası taşımıyor, hakkının bir kısmını almak bir kıs-mını da düşürmek anlamına
geliyorsa, düşen şey geri dönmediği için bu sulhun ne ikâlesi ne de feshi geçerli değildir.
İZAH
«Fasit davalarda ilh...» İslah edilmesi mümkün olmayan davanın ör-neği: Birisi bir kadının cariyesi
olduğunu iddia etse, kadın da, «Ben hü-rüm» dese sonra davacı ile kadın arasında sulh yapılsa, bu
sulh caizdir. Kadın hür olduğuna dair delil ikâme ederse sulh bâtıl olur. Zira kadının hür olduğuna
dair delil ikâme ederse sulh bâtıl olur. Zira kadının hür olduğu delil ile açığa çıktıktan sonra bu
davanın İslahına imkân yoktur.
İslâhı mümkün olan dava ise şöyledir: Adam, bir kadının cariye ol-duğunu iddia etse, kadınla sulh
yapsalar, daha sonra kadın, «Falanın cariyesi idim, bir sene önce beni azad etti» diyerek delil ikâme
etse, sulh bâtıl olmaz. Çünkü davacının davası sulh zamanında düzeltilebilir. Şöyle ki, davacı, «Seni
azad eden, benden gasbetmişti.» diyerek delil ikâme ederse davası dinlenir. Hâmevî. Medenî.
«Eşbâh'ta düzeltme yapılmıştır ki ilh...» Bu düzeltme gerçekte dü-zeltme değildir. Remlî ve diğerleri
Bezzâziyye'de olan ifade ile bu görü-şü reddetmişlerdir. Harezm fetva imamlarının üzerinde
durdukları ve ka-bul ettikleri şudur: Islâhı mümkün olmayan fasit bir davadan ötürü sulh yapmak
geçerli değildir. Islâhı mümkün olan fasit bir davadan ötürü sulh yapmak geçerli değildir. Islâhı
mümkün olan fasit davada sulh yap-mak ise caizdir. Meselâ sulhta davanın hadlerinden birisi
terkedilse, bu-nun ıslâhı mümkündür. Musannifin zikrettiği de budur. Biliyoruz ki Sadrı Şerîa ve
diğerlerinin dayandıkları da budur. Buna itibar edilmesi uygun-dur.
«Bazı âlimler ilh...» En kısa ve uygun olanı Musannifin, «Mutlaka geçerlidir.» demesiydi.
«Sulh babının sonunda ilh...» Bunda bir görüş vardır. Çünkü Sadrı Şerîa'nın ifadesi aynen şöyledir.
«Önemli meselelerden birisi de şudur: Sulhun geçerli olması için davanın geçerli olması şart
mıdır? Âlimlerden bazıları «şarttır» diyorlar. Lâkin bu geçerli değildir. Zira bir binada meç-hul bir
hak iddia edildikten sonra sulh yapılsa, sulh geçerlidir. Bu konu, «Hukuk ve İstihkak» babında
geçmişti. Şüphesiz meçhul bir hakkın, da-vası geçerli değildir. Zahîre kitabında da söylediklerimizi
teyid eden meseleler vardır.»
Burada ilk akla gelen, Sadrı Şerîa'nm davadan maksadının misalinin de delâlet ettiği gibi bâtıl dava
değil, fasit olduğudur. Çünkü dava, sulh zamanı meçhul hakkın tayini ile tashih olunur.
Remlî, Minâh haşiyesinde Sadrı Şerîa'nm ifadesini naklettikten son-ra,» Ben diyorum ki, bu mesele
bâtıl davanın fasit dava gibi olmasını ge-rektirmez. Çünkü bâtıl davadan yapılan sulhun geçerli
olduğuna dair hiçbir delil yoktur. Had, ribâ, kâhine verilen ücret, cenaze üzerine ağla-yan kadınlarla
şarkıcı kadınlara verilen ücretten dolayı sulh yapılması bâtıl olduğu gibi.» demiştir.
Yine Remlî, Fusûleyn üzerindeki haşiyesinde, Musannıf'tan naklen Sadrı Şerîa'nm ifadesini de
zikrettikten sonra şöyle diyor: «Sulhun ge-çerli olması için davanın geçerli olması şartını söylemek
zayıf bir gö-rüştür.»
«Şüf'a hakkı ilh...» Yeminden kurtulmak için sulh yapmak. Ama kendisinin sabit bir hakkı için sulh
yapmak bunun aksinedir.
«Seyrefiyye ilh...» Uygun olan bu meseleyi yalnız Kınye'ye nisbet etmekti. Çünkü Seyrefiyye'de bu
sulhun geçerli olup olmaması üzerine görüş ayrılığı nakledilmiştir. Kınye'de ise her iki görüş
zikredildikten son-ra, metinde olduğu gibi iki nakil arası telif edilmiştir.
METİN
Şu üç şekilde sulh yapmak geçerli değildir:
1 - Dava konusu evin bir odasında ebediyyen oturmak üzere,


2 - Hasat zamanına kadar bir miktar dirhem üzerine,
3 - Emanetin helakini iddia etmeden emanetçi ile sulh yapmak.
Musannifin emanet sahibinin, helakini iddia etmemesiyle kayıtla-masından anlaşıyor ki, helakini
iddia ettikten sonra yapılan sulh geçer-lidir. Fetva da bununla verilir. Haniye.
Davacının delil ikâmesinden sonra, davalı anlaşmazlığı def için ye-min etse ve sulh yapsalar geçerli
olur. Fakat davacı, sulhtan sonra da-vasının aslı üzerine delil ikâme etse. makbul değildir. Ancak
yetimin ma-lından dolayı vasi inkâr ile malın bir kısmı üzerine sulh yaptıktan sonra delil bulsa, bu
kabul edilir. Yahut çocuk beliğ olduktan sonra delil ikâ-me etse yine kabul edilir. Sulhtan sonra
yetim, davalıdan yemin taleb etse. yemin etmez. Eşbâh.
Bazılarına göre yukarıda açıklanan sulh geçerli değildir. Bu, Eşbâh' ta birinci görüşe göre,
Sirâciye'de ise ikinci görüşe göredir. Kınye'de ise birinci görüş öne alınarak her ikisi de
zikredilmiştir.
Mütekaddimûn âlimlerine göre davalının sulhu veya ibrayı taleb et-mesi, dava ile ikrar etmek
değildir. Müteahhirûn âlimler ise mütekaddimûne muhalefet etmişlerdir. Birinci görüş daha
sağlamdır. Bezzâziyye.
Maldan sulh veya ibrayı istemek önceki meselenin aksine ikrardır. Eşbâh.
Bir malın ayıbından dolayı veya deynden ötürü sulh yapılmış olsa, daha sonra ayıp ortadan kalksa
veya deyn olmadığı ortaya çıksa, sulh bâtıl olur, sulh bedeli iade olunur. Eşbâh ve Dürer.
İZAH
«Evin bir odasında ebediyyen oturmak üzere ilh...» Musannıf burada, «oturmak» kelimesiyle
kayıtlamıştır. Zira takyid etmeyerek mutlak şekilde zikretseydi, o zaman bu sulhun geçerli olmama
sebebi, o ada-nın dava konusu evin bir parçası olması olurdu. Bu da metinde geçen ve Musannifin
da kabul ettiği zahirî rivayetin aksine bina edilmiş olurdu.
Yine Musannıfın «Ebediyyen» kelimesiyle takyid etmesi veya Hâniye'de olduğu gibi, «ölünceye
kadar» şeklinde kayıtlanması, sulhun süre tayiniyle geçerli olacağını göstermektedir. Çünkü bu
menfaat üzerine sulh yapılmış olurdu ki, bu da kira hükmünde olurdu. Daha önce geç-tiği gibi kira
akdinde de süre tayini gerekmektedir. Bazı haşiye yazarları bu konuda şüphe etmişlerdir.
«Hasat zamanına kadar ilh...» Bu da bâtıldır. Çünkü mana bakı-mından satım akdidir. Satım akdinde
de ödeme tarihinin bilinmemesi ak-di geçersiz kılar.
«Helakini iddia etmeden ilh...» Yani emanetçinin verilen emaneti he-lak ettiğini iddia etmeksizin.
«Sulh geçerlidir ilh...» Yani bir kimse bir malı dava etse, davalı yemin ederek inkâr etse, sonra
başka bir hâkimin önünde yine dava ve inkâr etseler, sonra sulh yapsalar geçerli olur. Bu
meselenin emanet me-selesi ile ilgisi yoktur. Eğer emanetçi, «Emanet zayoldu.» veya «İade et-tim»
dese, mal sahibi de iadeyi veya helaki inkâr etse, yemini ile ema-netçi tasdik edilir. Ona hiçbir şey
de gerekmez. Bundan sonra mal sa-hibi onunla birşey üzerine sulh yapmış olsa, bu dört şekilde
olur:
1 - Mal sahibi emanet koyduğunu iddia, emanetçi ise inkâr eder. Sonra belirli bir miktar üzerine
sulh yaparlar. Bu sulh, ittifakla caizdir.
2 - Mâlik emânet koyduğunu iddia ve malı taleb etse, emanetçi emaneti ikrar ederek sükût etse,
bunun üzerine mâlik emaneti helak et-tiğini iddia etse, sonra belirli birşey üzerine sulh yapsalar, bu
da ittifak­la caizdir.
3 - Mâlik, emanetin emanetçi tarafından helak edildiğini iddia et-se, emanetçi ise malı geri verdiğini
veya malın kendiliğinden helak ol-duğunu iddia etse, sonra da belirli bir miktar üzerine sulh
yapsalar, bu. İmam Muhammed ve Ebû Yusuf'un son görüşüne göre caizdir. Ebû Hanîfe ile Ebû
Yusuf'un birinci görüşüne göre ise bu sulh caiz değildir. Fet-va da bununla verilir.
Ancak, eğer bu sulh. emanetçinin emâneti geri verdiğine veya ma-lın kendiliğinden helak olduğuna
dair yemin etmesinden sonra yapılırsa, bunun caiz olmadığı üzerinde icma etmişlerdir. Ancak
İmamlar arasın-da yemin etmeden yapılan sulh hakkında ihtilâf vardır.
4 - Emanetçi emaneti iade ettiğini veya malın kendiliğinden helak olduğunu iddia etse, mâlik hiçbir
şey söylemeden sussa ve sulh yapsa-lar. İmam Ebû Yusuf'a göre yapılan sulh caiz değildir. İmam
Muhammed'e göre ise caizdir.
Eğer sulhtan sonra emanetçi, mâlike emaneti iade ettiğini veya ma-lın kendiliğinden helak


olduğunu söylediğini iddia ederse, bu sulh Ebû Hanîfe'nin görüşüne göre geçerli değildir. Mâlik
emanetçinin sözlerini inkâr etse, burada muteber olan söz inkâr eden mâlikindir. Sulh geçer­siz
sayılmaz. Haniye.
Bunu Hâniye'den kısaltarak aldım. Hâniye'nin dışındakilerde de Hâniye'ye nisbetle aynı şeyi
gördüm. Minâh'ta da bu nakledilmiştir. Fa-kat şurası var ki, Minâh'm Hâniye'den yaptığı nakilde bir
ifade düşmüştür ki bu, mânâyı değiştirmektedir. Minâh'taki ifadede üçüncü şe-kil hakkında şöyle
deniliyor: «Sulh caizdir. İmam Muhammed ve İmam. Ebû Yusuf'un birinci görüşüne göre. Fetva da
buna göredir.» Halbuki be-nim Hâniye'de gördüğüme göre fetva bu sulhun caiz olmadığına dairdir.
Makdisî de beşinci bir şekil zikretmiştir. Bu da, mâlik emanetin ema-netçi tarafından helak
edildiğini iddia etse ve sussa yapılan sulh caizdir. Lâkin bu beşinci sayılan şekil Hâniye'de ikinci
şekildir.
Malûm olsun ki, burada metin sahibinin ve sarihin sözleri açıklan-mamıştır. Çünkü metin sahibinin,
«Helakini iddia etmeden» sözü inkâr., sükût ve red davasını da kapsamına alır. Bu da birinci şekil,
ikinci şe-kil, üçüncü şeklin bir şıkkı ve dördüncü şekildir. Halbuki sen bildin ki: bu, birinci şekildir.
İkinci şekil zaten ittifakla caizdir. Tercih edilen gö-rüşe göre bu sekideki sulh üçüncü şeklin bir
şıkkında ve dördüncü şe-kilde caiz değildir. Doğru olan Musannifin, «helakini iddia etmeden»
ta-birinin yerine, «red davasından veya helak davasından sonra» demesiydi. Metindeki, «etmeden»
kelimesini atıp, «sonra» ve «red» kelimeleri kullanmalıydı. O zaman kendisiyle fetva verilen görüşe
göre üçüncü şe-kil Ebû Yusuf'un görüşüne göre de dördüncü şekil bunun içine girerdi. Burada
dayanılan görüş de İmam Ebû Yusuf'un görüşüdür. Çünkü Ha-niye sahibi adeti üzere onu
diğerlerinin önüne geçirmiştir.
Musannıfın, «helakini iddia ettikten sonra sözü mâlikin emanetçi-nin emaneti istihlâk ettiği iddiasını
da kapsar, ki bu da üçüncü şeklin bir şıkkıdır.
Helakını iddia etmeden susması da dördüncü şeklin bir şıkkıdır. Sen de geçen açıklamalarımızdan
kesinlikle anladığın gibi üçüncü vechin bir şıkkıyla dördüncü şeklin bir şıkkında caiz olmama
yönü tercih edilir.
Musannıfın, «Sulh geçerlidir Fetva da bununla verilir.» sözü de ye-rinde değildir. «Yemin etse ve
sulh yapsalar» sözü de metin sahibinin mutlak ifadesine bir itiraz olmaktadır. Ben Eşbâh'ın
ifadesinin de be-nim söylediklerimi tasvib ettiğini gördüm. Eşbâh'ın ifadesinin metni şu-dur: «Sulh
bir akittir, anlaşmazlığı kaldırır. Emanetçi ile emanetin helak olduğunu söyledikten sonra sulh
yapmak geçerli değildir. Zira ortada anlaşmazlık yoktur.»
Daha sonra Meçmâ metninin de benimylediğim şekilde olduğunu gördüm. Mecmâ sahibi,
metninde ecîr-i has (özel işçi) ile emanetçinin emanetin helak olduğunu söylemesinden veya iade
ettiğini iddia etme-sinden sonra yapılan sulhun caiz olduğunu zikretmiştir.
«Bu makbuldur ilh...» Bu ifâdeden anlaşılıyor ki, eğer delil sulh anında mevcutsa ve sulhta da bir
aldatma veya bir noksanlık varsa, sulh geçerli değildir. Bezzâziyye'de de bu açıklanmıştır. Sâyıhânî.
«Yemin taleb etse îlh...» Yani çocuk balîğ olduktan sonra davalı-dan yemin taleb etse.
«Bazılarına göre yukarıda açıklanan sulh geçerli değildir ilh...» Çün-kü yemin, dava konusunun
delilidir. Yemin edince bedeli ödemiş olur. Hâmevî Kınye'den.
«Sirâciye'de ilh...» Bahır'da da sulhun geçerli olduğu kesin bir ifa-de ile belirtilmiştir. Hâmevî,
«Eşbâh'ın benimsediği görüş İmam Muhammed'in, Ebû Hanîfe'den rivayetidir. Bahır'da benimsenen
görüş ise iki-sinin görüşüdür. Sahih olan da ikisinin görüşüdür. Muînü'l-Müftî'de ol-duğu gibi.»
demiştir.
«Birinci görüş öne alınarak ilh...» Hâmevî'nin zikrettiğine göre doğ-rusu «birinci» değil, «ikinci»
demesiydi.
«Bir malın ayıbından dolayı ilh...» Hangi ayıp olursa olsun. Burada özel bir ayıp
kasdedilmemektedir. Bunun tamamı Minah'tadır.

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...