HASTANIN İKRARI BABI-İKİNCİ BÖLÜM
İZAH
«Dede ve ninelere kadar yükselse bile ilh...» Musannıfın bu sözün-de bir görüş vardır ki onun şekli
de açıktır. Zira, dede ve nine ile ikrarı, «Oğlumun kızı» ikrarı gibidir. Bu nasıl geçerli değilse, o da
geçerli de-ğildir.
Câmiü'l-Fusûleyn'de şöyle denilmiştir: «Hasta, bir kadının kızı ol-duğunu ikrar ederse, ikrarda
bulunanın terekesinin yarısı o kızındır. Di-ğer kısmı da asabe yoluyla varis olanlarındır. Zira kızı için
ikrarda bu-lunmak caizdir. «Oğlumun kızıdır.» diye ikrar etmek caiz değildir.»
Çünkü burada nesebi başkasına, yani oğluna yüklemektedir. T.
«Veya ebenin ilh...» Musannifin bundan sonraki, «Kocasının tasdiki ile» sözü ifade ediyor ki,
kadının ikrarı, kocası inkâr ederse, ancak bu şehâdetle tasdik edilir. Ayrıca şunu da ifade ediyor ki,
kadın, evli, ko-cası olan bir kadın ise bu böyledir. Ama iddet bekleyen kadın, sarihin de açıkça ifade
ettiği gibi bunun aksinedir.
Çocukla ikrarda bulunan kadın evli değil ve iddet de beklemiyorsa, veya kocası olduğu halde kadın
o çocuğun başka bir kocadan olduğu-nu iddia ediyorsa, o zaman kadının ikrarından başka bir şeye
ihtiyaç yoktur. Naklettiklerimizi İbni Kemal açıklıkla ifade etmiştir. Nitekim ile-ride de gelecektir.
«Çocuğun tayini hususunda ilh...» Yukarıdaki ifadelerden anlaşıldı-ğı üzere, burada sözün akışı,
kocanın kendi çocuğu olduğunu inkârı hususundadır. Ebenin şehâdetinin makbul olması da, karı
kocanın çocuk kendilerine ait olduğu konusunda birleşmeleri, ancak kocanın çocuğun tayinini
inkârı halindedir.
Gâyetü'l-Beyân'ın ifadesi de Şerh-i ikta'dan naklen şöyledir: « O za-man velayet her ikisinin
şehâdetiyle sabit olur. Neseb de hangi erkeğin yatağında doğum olmuşsa ona ait olur.»
Zahir olan, sarihin ifade ettiğinin hükmü de böyle olmasıdır.
Açıkça ifade etmek gerekirse, sarihin sözünün hükmü de böyle ol-malıdır.
«Mutlaka sahihtir ilh...» Bu ifade ediyor ki, Musannıfın zikrettiği şartlar, ancak neseble ikrarın
sıhhati içindir ki, kocanın üzerine yüklen-mesin. Eğer bu şartlardan birisi bulunmazsa, kadının
kendi üzerine ik-rarı geçerlidir. İkrar ettiği çocuk ondan miras alır. Çocuk onu tasdik ettiği takdirde,
o da çocuktan miras alabilir. Eğer ikisinin de başka va-risleri yoksa. O zaman bu ikrar kardeş ile
ikrar gibi olur.
Gâyetü'l-Beyân'da şöyle denilmektedir: «Çocuk kadını tasdik etse de, yine çocukla ikrarı caiz
değildir. Şu kadarı var ki, kadının bu ikrarı ile, başka varisleri olmamaları halinde birbirlerinden
miras alırlar. Çün-kü kadının kendi hakkındaki ikrarı muteberdir. Ama kadının ikrarı ile çocuğun
nesebine hükmedilemez. Çünkü neseb delilsiz sabit olmaz. Ka-dın ikrar ettikten ve çocuk da onu
tasdik ettikten sonra ebe de ona şehâdet ederse, bu delil olarak kabul edilir ve çocuğun nesebi
sabit olur. Çünkü bunların birbirlerini doğrulamaları, onlardan başkasına geçmez.»
«Ben derim ki ilh...» Ben diyorum ki, kadının başka bir kocası ol-duğu bilinmemesi halinde onun
zinadan olması gerekir. Çocuğun zina-dan olduğu gerçekleştiği takdirde, kadının ona miras
vermesi gerekir. Çünkü veledi zina, yalnız anne tarafından miras alabilir. O zaman bu meselede
kapalı bir taraf kalmaz. Ebussuud-i Mısrî'nin Miskin haşiye-sinde de böyledir.
«Tasdik etmesi geçerlidir ilh...» Bezzâziyye'nin sözüne dayanılarak ikrarda bulunanın, ikrarını
inkârdan sonra olsa da tasdik etmesi geçerli-dir. Bezzâziyye'nin sözü şöyledir: «Adam, sağlığında
veya hastalığında falan kadınla evlendiğini ikrar etse, sonra da inkâr etse, kadın onu ha-yatta veya
ölümünden sonra tasdik ederse, bu tasdiki caizdir.» Sâyıhânî.
«Nesebin sübutu konusunda da geçti ilh...» Zira Musannif orada, «İkrarı varislerden bazıları tasdik
etseler, o zaman tasdik edenlerin hak-kında neseb sabit olur. Bunlardan başkası hakkında nesebin
sübutu ise, ancak şahadetin nisabı onlarla tamamlanırsa, sabit olur. Eğer şehâdet nisabı
tamamlanmazsa, ikrarda bulunanı tekzib edenler, onlara ortak olmazlar.» demiştir.
«Varisler tasdik etseler bile ilh...» Musannıfın yukarıdaki iki kişinin ikrarı sözü, bu sözün tekrarına
lüzum bırakmamaktadır. T.
Şu kadarı var ki, burada bizim sözümüz, ikrarda bulunanın tasdiki hakkındadır. Orada ise, bizzat
ikrar hakkındadır. Bunlar her ne kadar mana bakımından bir iseler de aralarında fark vardır. Fark
şudur: Bil-dikten sonra tasdik, «evet veya doğrudur» sözleri gibi birinci ikrarı tas-diktir. Ama ikrar
ise bilgi ile gerekmez.
«Zevil erham ilh...» «Yakın»lar, İtâbiye'de Zevil-Fürûz ve asabât, asâbeler ile tefsir edilmiştir. Uzak
varisler ise zevi'l-erhâm ile tefsir edil-miştir. Metinde olan birinci görüş daha kapsamlıdır. Çünkü
mevle-l-muvâlât, zevi'l-erhâm'dan sonra miras alır. Şurunbulâliye.
«Çocuk onun varisi olur ilh...» Lehine ikrar yapılana ulaşan miras, eğer ikrarda bulunanın başka
varisi yoksa, «kalan»dır, lehine ikrar yapı-lanın mirası, yalnız şahsıyla sınırlı olup, onun usûl ve
furûuna intikâl et-mez. Çünkü bir şeyi ikrar etmek vasiyet gibidir. Şeyhimiz bunu
Çâmiü'l-Fusûleyn'den nakletmiştir. Miskin'in haşiyesinde de böyledir.
«Bilinen varisle ilh...» Bu bilinen varis ister yakın, ister uzak olsun. O. mirasçı olmakta, lehine ikrar
yapılandan daha hak sahibidir. Hatta adam halası ve teyzesi olduğu halde, birisinin kardeşi
olduğunu ikrar etse, onun mirası halası ve teyzesine ulaşır. Çünkü lehine ikrar yapıla-nın nesebi
sabit değildir. O halde lehine ikrar yapılan hala ve teyze gibi bilinen bir varisle çekişemez. Dürer.
Hâmis'te de böyledir.
«Lehine ikrar yapılan tasdik etse bile ilh...» Bunun doğrusu, lehine ikrar yapılan değil, yukarıda da
geçtiği gibi aleyhine ikrarda bulunulan olmasıdır. Minah'ın ifadesi de buna delâlet eder. Zira Minah
sahibi, Zeylâî'nin «İkrarda bulunan ikrarından rücû edebilir.» sözü hakkında, «Bu sözün yeri, lehine
ikrar yapılan ikrarda bulunanı tasdik etmezse veya lehine ikrar yapılan, ikrar yapanın ikrarı gibi
bahisleridir.» O zaman doğrusu, lehine ikrar yapılan değil, aleyhine ikrarda bulunulan olmasıdır.
Zira Minah sahibinin, «Tasdikle neseb sabit olur. Bu tasdikde ancak le-hine ikrar yapılanın tasdiki
olabilir» sözü de buna delâlet eder.
Siraciye üzerine olan Rûhu'ş-Şuru adlı eserde de şöyle denilir: «İk-rarda bulunanın aleyhine ikrar
yapılan veya ikrar ehli olan varisler tas-dik etseler, o zaman ölüme kadar ikrarın üzerinde ısrar
etmek şart ol-madığı gibi dönmek de bir fayda vermez. Çünkü neseb sabittir.» H.
Trablusî'nin, Mültekâ Ferâizi Şerhinde de şöyle denilir: «İkrarda bu-lunanın ikrardan rücûu
geçerlidir. Çünkü mânâ itibariyle ikrar, vasiyet niteliğindedir. Rücû ettiği takdirde de lehine ikrar
yapılan, onun tere-kesinden birşey alamaz. Siraciye'nin Minhac isimli şerhinde de şöyle
de-nilmektedir: «Yani eğer aleyhine ikrar yapılan, onu tasdik etmemiş ve-ya onun ikrar ettiği gibi
ikrar etmemişse rücûu geçerlidir. Ama rücûundan önce onun ikrarını tasdik eder, veya onun ikrarı
gibi ikrar ederse, ik-rarda bulunanın ikrarı fayda vermez. Çünkü lehine ikrar yapılanın ne-sebi
aleyhine ikrarda bulunulan üzerinde sabit olmuştur.»
«Fetva zamanında ilh...» Ben diyorum ki, konunun açıklaması şöy-ledir: Eğer lehine ikrar yapılan
onu tasdik etmişse, rücû edebilir. Çünkü, onun nesebi tesbit edilmemiştir. Bidaye adlı eserde olan
da ancak budur. Eğer ikrarını aleyhine ikrar yapılan tasdik ederse, onun ikrarından rücûu geçerli
değildir. Çünkü bu, nesebin sübutundan sonradır. Bu zikrettikleri-miz Siraciye şerhlerinde olandır.
O zaman buradaki şüphenin menşei aleyhine ikrar yapılan yerine lehine ikrar yapılan denilmesidir.
Veya me-sele çeşitlidir. Açıktır ki, bu meselelerin hepsi çocukla ikrar olmayan yerdedir.
«Kendi nefsi hakkındaki ikrarı ilh...» Buradaki ikrarda bulunanın du-rumu müşteri gibi olur. Meselâ
müşteri, satıcının nebi olan köleyi azad ettiğini ikrar etse, onun azaddaki ikrarı kabul edilir. Semen
ile rücûunda ise kabul edilmez. Beyâniye.
Zeylâî de şöyle denilmiştir: «Eğer kendi hakkındaki ikrarı kabul edi-lirse, bize göre mutlaka lehine
ikrar yapılan, ikrarı yapanın hissesinin yarısına hak kazanır. İmam Malik ile İbni Ebî Leylâ'ya göre
ise, onun ikra-rı terekede şayi bir cüz olur. O zaman ikrarda bulunana terekeden ona ait olan
hissesi verilir. Hatta babası öldüğü halde üçüncü bir kardeşi da-ha olduğunu ikrar etse, belli olan
kardeşi onun ikrarını inkâr etse, ik-rarda bulunanın eline geçenin yarısı lehine ikrar yapılana verilir.
İmam Malik ve İbni Ebî Leylâ'ya göre, ikrarda bulunanın elinde olanın üçte biri lehine ikrar yapılana
verilir. Çünkü ikrarda bulunan, ona iki yarımda şayi olan üçte birini ikrar etmiştir. Onun ikrarı kendi
hissesi hakkında geçerlidir. Kardeşinin hissesine düşen ikrarı bâtıl olur. O halde lehine ik-rar
yapılana ikrarda bulunanın elindekinin üçte biri düşer. Bu üçte bir de tüm malın altıda biridir. Diğer
altıda bir de onun belirli kardeşinin hissesindedir ki, ondaki ikrarı geçersizdir. Bunun sebebini de
zikrettik. Biz diyoruz ki, ikrarda bulunanın zannına göre lehine ikrar yapılan is-tihkakta eşittir.
Münkir ise inkâriyle zulmetmiş olur. O zaman inkâr ede-nin elinde olan helak olmuş sayıldığından
geri kalan kısım ikrarda bu-lunan ile lehine ikrar yapılan arasında taksim edilir. Eğer bir kız karde-şi
olduğunu ikrar etse, bu kız kardeşi, onun elindekinin üçte birisini alır. İmam Mâlik ve İbn Ebî
Leylâ'ya göre ise, elindekinin beşte birini alır. Bir erkek kardeşle kız kardeş birlikte bir erkek
kardeşleri oldu-ğunu ikrar etseler, diğer bir erkek kardeş ile kız kardeş de onları ,tekzib etseler, o
zaman ikrar edenlerin hissesi Hanefî mezhebine göre be-şe, İmam Malik ile İbni Ebî Leylâ'ya göre
ise dörde taksim edilir. Bu me-selenin sekli açıktır. Bir erkek, bir kadının babasının karısı olduğunu
ik-rar ederse, ikrarda bulunanın elindeki babasından intikal eden malın sekizde birini o kadın alır.
Adam, bir kadının ölen babasının annesi oldu-ğunu ikrar etse, o kadın ikrar edenin elinde olanın
altıda birini alır. Onun elindeki ile de muamele edilir. İkrarda bulunanın ikrar ettiği sa-bit olunca,
onunla muamele edildiği gibi, ikrar edenin elindeki ile de mua-mele edilir. Bu konunun tamamı
Zeylâî'dedir.
«Çocuğun varlığı ikrar edenin mirasçılığına engel olur ilh...» Bu mesele, Şâfiîler'in miras engeli
saydıkları hükmen devir meselesidir. Çün-kü, ikrar yoluyla, başkasını mirasçı kılmak, ikrar edenin
mirasçı olama-yışına yol açar. Bunun açıklaması şöyledir: Mirasçı olan bir kimse, ölen kardeşinin
bir oğlu olduğunu ikrar etse, lehine ikrar yapılanın nesebi sabit olmaz, varis de olamaz. Çünkü eğer
varis olmuş olsa, ölenin kar-deşini mirastan mahrum eder. Zira oğul varken kardeş miras alamaz.
Bu durumda, onun miras bırakanın bir oğlu bulunduğu yolundaki ikrarı kabul 'edilmez. Çocuğun
nesebi sabit olmadığı gibi, mirasçı da olamaz. Çünkü, çocuğun mirasçı olduğunun isbatı, ikrar
edenin mirastan mah-rum olmasına yol açar. Onun mirasçılıktan çıkaran isbat ise, aslında yok
sayılır. Ancak, ikrarda bulunan eğer ikrarında doğru ise, lehine ik-rar yapılana terekeden bir hak
vermesi gerekir.
«Metinlerinin zahirinden anlaşılan ilh...» Yani, Hanefî fakihlerinin sözlerinin açık ifadesi, ölen
kardeşinin oğlu olduğu ikrarının geçerli ol-duğunu ifade eder. O çocuğun yalnız ikrarda bulunanın
kendisi hakkında nesebi sabit olur. O halde ikrarda bulunan değil, yalnız çocuk ölen kardeşe varis
olur. Çünkü fakihler neseble ikrar, kendi nefsi hakkında geçerlidir, demişlerdir. Hatta ona nafaka
ve* bakım gibi hükümlerde ge-rekli olur. Başkası hakkında gerekmez. Ben bu meseleyi allâme
Kasım bin Kutluboğa'nın fetvalarından naklen görmüşümdür. Bu fetvanın met-ni şöyledir: «İmam
Muhammed, İmlâ'da, «Eğer kişinin bir halası olsa, o hala da babasından olan ölmüş kardeşinin bir
oğlu olduğunu ikrar et-se, lehine ikrar yapılan mirasın hepsini alır. Çünkü bilinen mirasçı, le-hine
ikrar yapılanın kendisinden önce mala hak sahibi olduğunu ikrar etmiştir. İkrarda bulunanın kendi
nefsi aleyhine ikrarı da delildir.» demiş-tir.» Sonra Allâme şöyle demektedir: «Bu mesele, bize göre,
devir ol-madığından irse mani olacak hallerden sayılmamıştır. Bu mesele kendi konusu "içinde
zikredilmiştir.»
«Kendi hissesine ilh...» O zaman sanki kendi payını tamamen almış gibi sayılır. Çünkü hakkını tam
almak, zamin olduğu şeyin kabzı ile olur. Zira borçlar emsaliyle ödenir. Sonra kısasa mülâki olur.
Meselâ, varis-lerden birisi ölenin üzerinde borç olduğunu ikrar etse, o zaman, yalnız ikrarda
bulunanın ödemesi gerekir. Nitekim, bu mesele istisna konusun-dan önce geçmişti.
«Yemin ettikten sonra ilh...» Yani, inkâr edenin yemin etmesi kar-deşi içindir. Borçlu için değildir.
Çünkü borçluya hiçbir zararı yoktur. Öy-leyse, gelecek meseleye zıd da değildir. Eğer yeminden
kaçınırsa, onun aldığı beşyüze ikrarda bulunan ortak olur. Şu kadarı var ki, buradaki açıklama
birinci meselede münkirin yemin etmemesini gerekli kılar. Zeylâî de bunu açıkça zikretmiştir.
Halbuki, Zeylâî'nin yukarıda Ekmel'den naklettiğine de aykırıdır. Bunun cevabı yukarıda geçti.
«Yemin etmesi gerekir ilh...» Yani minkir, babasının alacağını aldı-ğını bilmediğine dair yemin eder.
Eğer yeminden kaçınırsa, borçlu borçtan kurtulmuş olur. Eğer yemin ederse, kendisine hissesi
verilir. Ama birinci mesele bunun aksine idi. Zira orada borçlunun hakkı için yemin etmiyor, kardeşi
için yemin ediyordu. Çünkü onun hakkının hepsi ikrar-da bulunan bakımından onun için meydana
gelmiştir. Ona yemin teklif etmeye ihtiyaç yoktur. Burada ise, ona ancak yarım hisse meydana
gel-miştir. Onun için yemin eder. Zeylâî.