HASTANIN İKRARI BABI
METİN
Bu
hastalıktan kasıt, son ölüm hastalığıdır. Yalnız bunun tarifi, has-tanın boşaması bahsinde
geçmiştir.
Vasiyetler bahsinde de gelecektir.
Hz.
Ömer'in uygulamasına göre hasta,
varislerden olmayan birisine borçlu olduğunu ikrar ederse,
borcun
malın tamamından alınması gere-kir. Hastanın ikrarı borç değil, bir mal olsa bu da yine borç
gibidir.
Ancak,
ikrar ettiği borç veya malı hastalığında temellük ettiği bili-nirse, o zaman malın tamamından
değil,
üçte birinden alınır. Musannıf bunu
Muin isimli kitabında da zikretmiştir.
İrs,
ikrardan sonraya tehir edilir.
Sağlığındaki mutlak borç ile de-lil veya hâkimin muayenesi gibi
bilinen
bir sebeble ikrarda bulunanın hastalığı sırasında sarfedilen birşey, ölüm hastalığındaki
ikrardan
önde gelir. Velevki, ikrar ettiği şey vedia olsun.
İmam
Şafiî'ye göre ise, hepsi
eşittir.
Bilinen
sebeb, müşahede edilen bir nikâh gibi teberru edilmeyen bir şeydir. Eğer nikâh, mehr-i misil
ile
ise, geçerlidir. Eğer mehr-i misilden fazla bir mehirle evlenmişse, nikâh caiz olsa da ziyadelik
bâtıldır.
İnâye.
Yine,
şahitler huzurunda yapılan satışla
itilâf da ikrardır. Ölüm
has-tası olan bir kimse borçlarının
bir
kısmını ödemek, bir kısmını da ver-memek gibi bir hakka sahip değildir. Velevki, ödemiş olduğu
mehri
ve icare ücreti gibi olsun. Çünkü
borçların hepsi onun elindeki mala taalluk eder. Onlardan
salim
olmaz. Ancak iki meselede değil.
Müstesna
olan meseleler şunlardır: Hastalığı sırasında karz olarak aldığı birşeyi ödemesi ve yine
hasta
iken satın aldığı birşeyin bedelini nakit olarak ödemesi bunlardandır. Bürhan'da olduğu gibi.
Hastalığındaki ödünç para alması ve hastalığında aldığı şeyin be-deli ikrarı ile değil, delille
biliniyorsa, müstesnadır.
Ama
hastalığında vereceği mehir ve ölüme
kadar ödemediği borç
yukarıdakilerin aksinedir.
Bunlarda
diğer borçlarla eşîttir. Ancak eğer,
satılan şey, satıcının elinde değilse, eşit olurlar. Ama
eğer
satıcının elin-de ise satıcı o zaman diğer varislerle eşit değil, mebîin bedelini almaya daha
haklıdır.
Hasta
önce bir borcu, sonra da diğer bir borcu ikrar etse, eğer o borçların ikisi de hastalık ve sağlık
gibi
durumlarda eşit iseler, o zaman onların ödemesi de eşittir. Ama eğer önce bir borç olduğunu,
sonra
da bir vedia olduğunu ikrar etse,
veya bunun aksine önce vediayı, son-ra borcu ikrar etse,
eğer
borç ile vedianın sıhhat ve hastalık
durumları eşit ise, o zaman vediayı vermek her iki şekilde
de
daha uygundur.
Eğer
akrabası değilse borçlu olan hastanın borçlusunu ibra etmesi caiz değildir. Ama borçlu varisi
ise,
mutlaka caiz olmaz. Hasta, başka birisine ister borçlu olsun, ister olmasın, sonuç değişmez.
Bunun
sıh-hatinin, hilesi şudur: Hastanın
«Benim onun üzerinde hiçbir hakkım yok-tur.» demesidir.
Nitekim
bunu Musannif, «Benim şu isteğim
üzerinde hiçbir şeyim yoktur.» demesi, -ki bu söz hem
varisi
hem de başkasını içine alır- diyâneten değil, kazaen sahihtir.» sözüyle de ifade etmiştir,
Bununla
ahiretteki değil dünyadaki mutalebe kalkar. Hâvi. Ancak bu sözü ile mehirden kaçınamaz.
Bezzâziyye.
Çünkü,
mehrin üzerinde olduğu açıktır. Ama
kızın hastalığındaki, «Falan şey babamın veya
annemindir,
benim onda hakkım yoktur.» sözü
veya «O ariyet olarak benim yanımda idi.» sözü
geçerlidir. Kocasının bu 'konudaki davası da dinlenmez. Nitekim bu Eşbâh'ta da açıklanmıştır.
İZAH
«Yalnız
ilh...» Hindiyye'de şöyle
denilmiştir: «Ölüm hastalığı, bir kimsenin ihtiyaçlarını karşılamak
için
bile dışarıya çıkamayacağı
hasta-lıktır. Sağlam olan görüş de
budur.»
İsmâiliye'de
de şöyle denilir: «Bir kimse
hastadır ama, bazan soka-ğa çıkar kendi işlerini görür. Bu
hastalık
ölüm hastalığı değildir. Böyle bir hastanın hastalığında yaptığı teberrular malının
üçte
birinden
değil, tamamından ödenir. Böyle bir
hasta varisine birşey satsa veya
hibe etse, diğer
varislerin
icazet vermeleri
gerekmez.»
«Malın
mamamından alınması gerekir ilh...» Şu kadarı var ki, ala-caklı yemin eder. Nitekim Tahkim
babından
hemen önce de bu mesele geçti. Bunun misli Eşbâh'ın Kaza bahsinde mevcuttur.
Asi
adlı kitapta da şöyle
denilmektedir: «Kişi hastalığında varis ol-mayan birisine borçlu
olduğunu
ikrar
etse, bu borcu bütün malını kap-sasa dahi, caizdir. Ama eğer, hastalığında
varislerden bir
tanesine
borç-lu olduğunu ikrar ederse, bu ikrarı geçersizdir. Ancak, diğer varisler de lehine ikrar
yapılan
varisi tasdik ederlerse, ikrar bâtıl değildir.»
Câmiu'l-Kebîr
ve başkasının özet olan muteber
kitaplarının hepsinde böyledir. Şu kadarı var ki,
Fusûl-i
Imâdiye'de şöyle bir ifade vardır:
«Has-tanın varisine ikrarı, ne hikâye ve ne de başlangıç
bakımından
caiz de-ğildir. Bir yabancıya ise malının hepsinden hikâye olarak ikrarı caizdir.
Başlangıç
bakımından da üçte birinde caizdir.»
Ben
derim ki: Fusûl-i İmâdiye'de geçen
ifade meşayihin mutlak zik-rettiğine
aykırıdır. Bunların
arasını
birleştirmeye ihtiyaç vardır. Uygun olan, meşayihin mutlak zikrettiği
ile Fusûl-i İmâdiye'de
zikredilen
ifa-denin arasını şöyle birleştirmektir: Başlangıçtan maksat, şekli ikrar şek-linde olandır.
O
da gerçekte temlikin başlangıcıdır. Yani herhangi bir yolla, hastanın ikrar ettiği şey hastanın
mülkü
olduğu bilinmelidir.
Hasta,
kendisine müdahale edilmemesi veya varislerin hased ederek bir eziyette bulunmamaları
için
verdiğini ikrar suretinde söylemiş
ola-bilir. Nitekim böyle şeyler de vakidir. İnsan bir fakire
birşey
verdiği za-man halkın arasında ona karz olarak vermiş gibi verir. Yalnız kalınca da ona hibe
eder.
Hikâye olarak ikrar da, gerçek ikrar sayılır. İşte bu farkla yüzyılımızın araştırıcı âlimlerinden
bazıları
cevap vermişlerdir. Bu âlim de Allâme Makdisî'dir. Nitekim Remlî'nin Fusûleyn haşiyesinde
de
böyledir.
Ben
derim ki: Bizim zikrettiğimiz farkın sıhhatine Kınye adlı eserin sahibinin açıkça zikrettiği de
şehadet
eder. Hasta olmayan bir kimse
babasının zilyedliğinde olan bir
kölenin falan' kimsenin
olduğunu
ikrar etse, sonra da baba ölse. ikrar eden oğul hasta olsa, o zaman o köle oğulun malının
üçte
birinden çıkarılmasına itibar edilir. Çünkü onun ikrarı oğulun ölmesi veya ölmemesi ile bâtıl
olur
veya babanın ölüp ölmemesi ile geçerli kılınır. Çünkü bu tereddütlü bir ikrardır. O zaman
hastalıkta
yapılan ibtidai bir ikrara
benzer. Üstadımız, «Bu ifade, «Hasta elindeki bir malı bir
ecnebiye
ikrar etse, onun ikrarı, hastalığı zamanında temlik etmediği bilinirse malının hepsi
hakkında
geçerli olduğuna has gibidir. Ama eğer onu hastalık halinde temlik ettiği bilinirse onun
ikrarı
ancak malının üçte biri hakkında geçerli olur.» dedikten sonra, «Bu ifade ma-na bakımından
daha
güzeldir.»
demiştir.
Ben
derim ki: Üstad, «Mana bakımından daha güzeldir» demiştir. Zira, rivayet bakımından
Câmiü'l-Kebir'in
muhtasarlarındaki fakihlerin zikrettiklerine aykırıdır, o halde, hastanın varisinden
başkasına ikrarı mutlaka geçerlidir. Velevki, ikrarı malının hepsini içine alsın. Allah daha iyisini bilir.
Muînü'l-Müfti.
Şeyhlerimizin
şeyhi Molla Ali de uzun bir ifadeden sonra şöyle demektedir: «Bize metin ve
şerhlerde
yazıyla ulaşan, hastanın yabancıya ikrarı geçerlidir. Velevki malının hepsini içine alsın.
Bu
ikrar da ister deyn ile, ister ayn
ile olsun. Metinler çoğunlukla zahiri
rivayet üzere gi-derler.
Bahır'da
Fevaid kazaları, babında şöyle
denilmektedir: «Tercihte, ihtilâf edilirse, metinlerdeki
mutlak
ifadeler diğer ifadelere tercih edilir.»
«Ziyadelik bâtıldır ilh...» Yani eğer varisler caiz görmezlerse ziyadelik bâtıl olur, demektir. Çünkü o
ziyadelik, varis olan zevcesine vasiyettir. Bu vasiyet de varislerin iznine bağlıdır.
«Bir
hakka sahip değildir ilh...» Yani hasta için bu hak yoldur. Bu ifade ediyor
ki, sıhhatli olan bir
kişi,
borçların bir bölümünü ödeyip de bir
bölümünü ödemese bu geçerlidir.
Nitekim Nihâye'nin
Hicir
bahsinde de geçmiştir. Serh-i Mültekâ.
«Onlardan
salif olmaz ilh...» Yani sağlığındaki alacaklıları onun vereceği mehirle kira ücretine
ortaktırlar.
Çünkü nikâh ve oturduğu bina dan
meydana gelen şeyler ona elverişli değildir. Bunlar,
sağlığındaki borç ettiği kimselerin hakkına taallûk eder. O zaman eğer ölüm hastalığındaki mehirle
kira
ücretini ödemiş olsa, alacaklıların hakkını ibtal etmis olur. Ama bundan sonra gelecek olan
bunun
aksinedir. Zira elinde hâsıl olan hakten ödediği kadardır. Alacaklıların hakkı ise, terekenin iki
mesele
sureti ile değil terekenin manası ile tallûk eder. Ona ödediği naktin nısfı kadar hâsıl olduğu
zaman
artık o alacaklıların hakkını fevtetmiş sayılmaz. Kifâye.
«Önce
bir borcu ikrar etse ilh...» Bir varise borçlu olsa, onun da kabzını ikrar etse, o ikrarı caiz
değildir.
İster o borç sağlığında olsun, ister hastalığında ve ister hastanın üzerinde borç olsun, ister
olmasın.
K. T. N. T.
Kadın
kocasının mehrinin kabzını ikrar etse, sonra onun zevcesi ve-ya iddetlisi olarak ölse, o
kadının
ikrarı caiz değildir. Eğer ikrar etme-se, yani koca kadını duhûldan önce boşasa, kadının
ikrarı
caizdir. C. G. Fusûleyn. Kadı Abdülcebbâr Ülâtâcirin.
Bir
hasta ölüm hastalığında, «Dünyada
benim hiçbir şeyim yoktur.»
dedikten sonra ölse, varisleri
karısı
ve kızını müteveffanın terekesinden
hiçbir şey bilmediklerine dair yemin teklif edebilirler.
Esrar.
Necmeddin.
Kadın
kocasını ölüm hastalığında mehrinden ibra etmiş olsa, bu di-ğer varislerin icazetine bağlı
bulunur.
Fetâv-yi Silbî. Hâmidiye. Hâmiş'te de böyledir.
«Vediayı
vermek her iki şekilde de daha uygundur, ilh...» Zira ve-diayı ikrar ettiğinde, o vedianın
onun
terekesinden olmadığı anlaşılmış olmaktadır. Sonra deyn ile ikrar etmesi, terekeden olmayan
birşeyle
meşgul olmadığından vediayı vermek
daha uygun olur. Bezzâziyye.
«Borçlusunu
ibra etmesi ilh...» Musannif burada hastayı borçlulukla
takyid etmiştir. Bundan
maksadı, borçlu olmayan kimseden kaçınmak içindir. Zira hasta haklarından yabancı birisini ibra
etse,
terekesinin üçte birinden geçerli olur. Cevhere'de olduğu gibi.
Sâyıhânî.
BİR
SONUÇ: Birisi hastalığında birşeyi ikrar etse, sonra da, «Ben onu sıhhatli olduğum sırada da
söylemiştim.» dese, onun bu ikrarı has-talıktaki ikrarı gibidir. Eşbâh.
Bezzâziyye'de, Mültekâ'dan naklen şöyle denilmiştir: «Hastalığında, «Ben kölemi falan kimseye
satmış
ve parasını da sağlığımda almıştım.» dese, müşteri bu ikrarı tasdik etse, hasta olan ikrarda
bulunanın
sözü, sa-tışta tasdik edilir. Semenin kabzında ise, ancak malının üçte birinden tasdik
edilir.»
Nûru'l-Ayn'da, Hülâsa'dan, ondan önce de Hâniye'den şu nakledil-miştir: «Hasta, falan kimseyi
sağlığında
borcundan ibra ettiğini ikrar et-se, caiz değildir. Çünkü ölüm hastalığındaki hasta
alacaklarını hastalı-ğında ibraya mâlik değildir. Bunun
gibi, geçmişte ibre ettiğini söylemesi de yine
geçerli
değildir. Ama, bir şeyi kabzettiğini ikrar etmesi bunun ak-sinedir. Çünkü hastalığında da
birşeyi
kabzedebilir. O halde, onun kabz
ile ikrarı sahihtir.» Daha sonra bu meselede iki rivayet
olduğu
söylene-rek şöyle
denilmektedir: «Bunlardan birisinin sehv olması gerekir. Açık olan,
Hâniye'deki ifadenin daha sağlam olduğudur.»
«Akrabası değilse ilh...» Ancak, varis o yabancıya kefil olsa da yine caiz değildir. Çünkü kefil, asilin
berâetiyle
borçtan kurtulur. Câmiü'l-Fusûleyn.
Ama
hastalığında borçludan alacağını tamamen aldığını söylese, sö-zü tasdik edilir. Nitekim bu
mesele
Velvâliciye'de de ayrıntılı olarak geç-miştir.
«Mutiaka
caiz değildir ilh...» Bu borçlu, ikrarda bulunana ister asa-leten borçlu olsun, ister
kefâleten.
İbranın ikrarı caiz olmadığı gibi onu kabzetmek, onu başkasına havale etmek de caiz
olmaz.
Fusûleyn.
Hâmiş'te
de şöyle denilmiştir: «Hasta, karısı Hind'de hiçbir hakkı olmadığını söyleyerek bütün şer'i
haklardan
onun zimmetini ibra ettiğini ikrar etse, sonra ölse, Hind'in zilliyetinde onun birçok malı
olsa,
Hind'in zimmetinde borç da olsa, varisler hastanın tekrar ve ibrasına icazet vermeseler, onun
ikrar
ve ibrası geçerli olmaz.»
Hâmidiye.
«Hem
vârisi ilh...» Bu mesele Câmiü'l-Fusûleyn'de açıkça zikredil-miştir. Zira, Fusûleyn sahibi şöyle
demektedir: «Hastanın varislerden birisi üzerinde alacağı olsa, onu ibra etse, caiz değildir. Ama,
«Benim
sende hiçbir şeyim yoktur.» dese ve sonra ölse, kazaen -diyâneten de-ğil- bu ikrarı caizdir.»
Uygun olan, şöyle denilmesiydi: Diğer varis
de ikrarda bulunanın ik-rarında
yalancı olduğunu iddia
etse,
lehine ikrar yapılan ikrarda
buluna-nın ikrarında yalancı
olmadığına dair yemin teklif edebilir.
Bu
da Ebû Yusuf'un kendisiyle fetva verilen görüşü üzeredir. Nitekim bu mesele, İs-tisna babından
hemen
önce geçmiştir.
Bezzâziyye'de şöyle denilmiştir: «Ölen kimsenin yanında birçok ve-dia ve borç olduğu
iddia edilse,
istekte
bulunan gizlice az bir mal üze-rine sulh yapsa, ama dışa karşı davalıda hiçbir hakkı
olmadığını
ikrar etse, bu da davacının hastalığında olsa, sonra davacı ölse, varis, murisinin falan
kimse
üzerinde çok malı olduğuna dair delil getirse, murisin borçlu ve yanında birçok vedia
olduğunun
iddia edilmesinin kendisini miras-tan mahrum bırakmak maksadına matuf olduğunu
söylese, varisin da-vası dinlenmez. Ama davalı, davacının varisi olsa, zikredilen aralarında aynen
cereyan
etse, diğer varisler de babalarının
bu ikrarla kendilerini mirastan mahrum etmeyi
kasdettiğine
delil getirseler, onların davası
din-lenir.»
Uygun olan, bizim meselemizde de böyle olmasıdır. Şu kadarı var ki, Eşbâh'ta bizim meselemizle
Bezzâziyye'de zikredilen iki meselenin ayrı olduğu söylenmiştir. Çünkü Bezzâziyye'deki meselede
dava,
ikrar-dan önce gelmiş, ikrarla birlikte de az bir mal üzerine sulh yapılmıştır. işte bundan ötürü
bu
meseleye töhmet girmektedir. Halbuki
bizim sözümüz, töhmete delâlet
edecek bir kârine
olmayan
bir mesele üzerinedir.
Ben
derim ki: Zamanımızda birçok ikrar yapan, varislerini tereke-den mahrum etmek için
varislerden
bir tanesine borçlu olduğunu ikrar
etmektedir. Buna da çok açık karineler delâlet
etmektedir.
İşte bundan ötürü onların
murislerinin yalancı olduğu şeklindeki davaları dinlenir ve
onların
lehine ikrar yapılan üzerine
hakkın kâim olması için delilleri de kabul edilir. Bundan ötürü
Sâyıhânî,
«Metinde geçen ifadeden anla-şılan,
ikrar ve ibradır. Bunların her ikisi de varis için sahih
değildir.
Bü-tün metin ve şerhlerde de böyledir.» demiştir.
O
halde bu ikrar ve ibraya itibar edilmez. Zira itibar edildiği takdirde, diğer varisler hile ile mirastan
düşürülmüş
olur.
«Kazaen
sahihtir, ilh...» Bu mesele Dava bahsinden önce fer'î meselelerde geçmişti.
«Eşbâh'ta
da bahsedilmiştir ilh...» Ben derim ki, Eşbâh sahibine, asrının âlimleri karşı çıkarak
metinde
geçen meselenin geçerli olmadığı-na dair fetva vermişlerdir. Ona karşı çıkanlar arsında
İbni
Abdülâli, Makdiî, Musannıfın kardeşi, Hâmutî ve Remlî de vardır. Hâmevî de
Eşbâh sahibinin
söylediğine, geçen âlimlerden naklen bir reddiye yazmıştır.
Remli'nin
zikrettiğinin özeti şudur: «Ben
derim ki, onun «Onun üze-rinde bir şey yoktur.» kavli, asıl
olan
zimmetin borçtan hali olmasına uygundur. Yalnız bu ikrar değildir. Belki bu. Zeyd'in zilliyetinde
olan
bir şeyin Zeyd'in olduğunu itiraf
etmek gibi olur. O zaman da burada töh-met kalmaz. Bunun
misli,
kızın, «Babam üzerinde annesinin terekesinden birsey yoktur» ve kadının, «Kocam üzerinde
mehirden
hiçbir hakkım yok-tur.» sözleridir.
Ama buradaki mesele yukarıda naklettiklerimin
aksine-dir.
Zira o kızın elinde olan bir şeyde ikrar etmesi seksiz varisin mülkü olduğunu ikrar
etmektir.
Çünkü mülkiyete delâlet edecek en uzak de-lil zilliyettir. Öyleyse töhmet nasıl yok olur ve
ikrar
nasıl geçerli olur? Bütün nakiller de şunu açıkça söylerler ki, ikrarda bulunanın şeyi ik-rar
etmesi,
deyn ile ikrar etmesi gibidir.
O zaman, sağlam sonuç sahih kavle göre, mehirde de sahih
değildir.
Bununla beraber asıl da zimme-tin beraetidir. Artık ikrar nasıl sahih olur ki, mülk zilliyet ile
müşahede
edilmektedir. Ama şöyle olursa geçerli olur: Eğer kızın babasının mül-kü olduğunu ikrar
ettiği
emtia babının elinde olur. Bu
ikrarın sahih ol-duğunda ihtilâf
yoktur.»
METİN
Hasta
yalnız varisine veya bir yabancı ile birlikte bir mal veya deyn ikrar ederse, bu ikrarı bâtıl olur.
İmam
Şafiî buna muhalefet etmiştir. Bu
husustaki delil, «Varise vasiyet ve deyn ile ikrar yoktur.»
hadisidir.
Ancak
diğer varisler onun ikrarını tasdik ederlerse veya başka bir varisi yok ise ikrarı geçerlidir.
Ancak
başka hiçbir mirasçısı olmadığı halde zevcesine veya zevcesinin ona ikrar etmeleri
geçerlidir. Ama bu ikisinden başka varis varsa, bunlar zevi'lerhâmdan da olsa, belirli his-seye veya
red
yoluyla terekeye varis olurlar. O zaman artık vasiyete ih-tiyaç, kalmaz. Şurunbulâlîye.
Şurunbulâli'nin,
Vehbâniye şerhinde şöyle denilmektedir: «Varisi ol-mayan bir kimse birşeyi
vakfettiğini
ikrar etse, eğer vakfettiği köprü
gi-bi amme hizmetine tahsis edilecek birşey ise sultan
veya naibinin tas-diki ile o ikrarı geçerlidir. Yine vakfı da geçerlidir.» Burada Tarsusî'nin zanna
düştüğü
konusunda görüş ayrılığı vardır.
Hastanın
varisi üzerindeki deyni kabzettiğini veya kasbedileni veya rehin ettiğini veya varisinin
kölesi
veya mükâtebi üzerindeki deynini kabzettiği ikrarı da sahih değildir. Çünkü, köleye verilen
şey
onun efen-disine ulaşır.
Hasta
böyle ikrar etse, sonra iyileşse, sonra ölse, bu yapmış olduğu ikrarların hepsi geçerli olur.
Çünkü
ikrar ettiği hastalık, ölüm hastalığı değildir. İhtiyar.
Lehine
ikrar yapılan ölse, sonra da ikrarda bulunan ölse, lehine ik-rar yapılanın mirasçıları aynı
zamanda
hastanın da varisleri ise, ikrarda bulunanın yabancıya olan ikrarı gibi bu ikrarı da caizdir.
Bahır.
Seyrefiye' den naklen bunun açıklaması ileride gelecektir.
Hastanın,
varisinin kendisinde bir vediası
olduğunu ve o vediayı telâk
ettiğini ikrar etmesi caizdir.
Bunun
şekli şöyle olur: «Şu varisimin bende bir vediası vardı, onu istihlâk
ettim.»
Cevhere.
Sonuç
olarak, ölüm hastasının bir mirasçı lehine yapacağı ikrar, diğer varislerin icazetine bağlıdır.
Ancak
Eşbâh'ta zikredilen üç me-sele müstesnadır.
1)
Bir şeyin emânet olduğunu ikrar etmesi.
2)
Anne ve babası üzerinde hiçbir hakkının bulunmadığını ikrar et-mesi,
3)
Belli bir malın anne veya babasına ait olduğunu ve kendi ya-nında vedîa olarak bulunduğunu
ikrar
etmesi bunlardandır. Ancak bu
sonuncunun geçerli olması için,
malın anne veya babasını
mülkü
olma-dığına dair kârine bulunmamalıdır.
Bu
konunun tamamı Eşbâh'tadır.
Ölüm
hastalığında varisine birşey ikrar
etse, derhal teslim edilme-sini emreder. Eğer teslim
etmeden
ölürse, onun ikrarı reddedilir. Bezzâziyye.
Kınye'de şöyle denilmiştir: «Hastanın tasarrufları geçerlidir. Bunlar ancak onun ölümünden sonra
bozulabilir.»
Buradaki varisten maksat, ikrar tarihindeki veraset değil, ölümden sonraki verasettir.
O
halde, bir kimse kardeşine birşey ikrar etmiş olsa, sonra da bir oğlu olmuş bulun-sa, ölümden
sonra
kardeşi varis olamayacağı için
ikrarı
geçerlidir.
Ancak,
ölüm sırasında evlenmek veya muvâlât akti yapmak gibi yeni bir sebeble ikrarı caizdir.
Meselâ,
bir kimse yabancı bir kadına bir şey ikrar etse, sonra onunla evlense, o ikrarı geçerlidir.
Ama
bunun ak-sine küfür gibi, bir nedenle
onun verasetinden menedilen bir
kardeşine birşey ikrar
etmiş
olsa, o kardeşinin yeniden müslüman
olmasıyla o en-gel ortadan kalksa, ona yapmış olduğu
ikrar
geçerli olmaz. Çünkü onun mirasçılığı yeni bir sebeple değil, eski bir sebeble idi.
Yabancı
bir kadına ölüm hastalığında birşeyi hibe etmesi veya ona birşey vasiyet etmesi, sonra
onunla
evlenmesi halinde o hibe ve
vasiyeti geçerli olmaz. Çünkü vasiyet ölümden sonra temliktir.
Adı
geçen kadın ise ölümden sonra mirasçıdır.
Bir
kimse ölüm hastalığında, «Ölen kızım üzerinde on dirhem ala-cağım vardı, onu tamamen
almıştım.»
diye ikrar etse, oğlu da bunu in-kâr etse, babanın ikrarı geçerlidir. Çünkü ölen kimse
varis
değildir. Nitekim adam, ölüm
hastalığında karısına borcu olduğunu ikrar etse, son-ra da karısı
ondan
önce ölse, adam da varis kalmış olsa, adamın ikrarı geçerlidir. Âlimlerden Bedîüddin bu
ikrarın
geçerli olmadığını söylemiş-tir.
Bir
kimse ölüm hastalığında bir
varisine ve bir yabancıya borcu ol-duğunu ikrar etse, bu
ikrarı
geçerli
değildir. İmam Muhammed buna kar-şı çıkmıştır. İmâdiye.
Nesebi
meçhul olan, bir yabancıya birşey ikrar etse, sonra o yaban-cının kendi oğlu olduğunu
ikrar
etse,
yabancı da onu tasdik etse, onun
nesebi hâmile kalma vaktine dayanılarak sabit olur. Eğer
nesebi
sabit olursa, ikrarı bâtıl olur. Ama eğer hamile kalma vaktine dayanılarak ne-sebi sabit
olmazsa,
yani, oğlu olduğunu ikrar ettiğinde onu tekzib eder-se veya ikrardan sonra nesebi başka
birisine
sabit olsa, ikrarı geçerli olur. Bunları Şurunbulâli, Yenabî'ye dayanarak söylemiştir.
Bir
kimse, ölüm hastalığında üç boşama ile boşadığı kadına birşey ikrar etse, o kadına mirastan
veya alacaktan hangi meblâğ daha az ise, bu ikrar hükmüyle verilir. Terekeye
ortak olmaması için
miras
hükmüyle verilmez. Kadın iddeti içinde olur ve onu kocası kendi arzusu ile boşamışsa hüküm
böyledir. Eğer kadının iddeti dolmuş bulunursa, ona ikrar edi-len şey, töhmet bulunmadığı için ona
verilir.
Ancak,
koca karısını, onun isteği üzerine değil, kendi isteği ile boşamışsa iddette ise, o kadına
onun
mirasından isabet eden verilir. An-cak ikrarı geçerli değildir. Çünkü kadın o zaman varistir. Bu
meseleyi
meşayihin çoğu bu babta zikretmemişlerdir. Çünkü talâk babında bu mesele acıktır.
Doğduğu
veya yaşadığı yerde nesebi bilinmeyen bir çocuğa birşey ikrar etse,
o çocuğun onun oğlu
olma
ihtimali kuvvetli olsa, sonra o çocuğun kendi oğlu olduğunu ikrar etse, çocuk mümeyyiz ise
ve
onu tasdik ederse, -eğer mümeyyiz değilse zaten tasdikine gerek yoktur- o zaman onun nesebi
sabit
olur. İkrarda bulunan hasta bile olsa, hüküm böyledir. Çocuk diğer varislere verasette ortak
olur.
Eğer
bu şartlar olmazsa, o zaman ikrarda bulunan mal üzerinde hak iddia edileceği için sorumlu
tutulur.
Nitekim, bir kimse, başkasının ken-di kardeşi olduğunu ikrar edince de sorumlu olur.
Yenâbiye'den nak-len. Şurunbulüliye'de de böyledir.
İZAH
«Yabancı
île birlikte ilh...» Nûru'l-Ayn'da şöyle denilmiştir: «Varis-le bir yabancıya müştereken
borçlu
olduğunu ikrar etse, Ebû Hanîfe
ile Ebû Yusuf'a göre o borcun
ortaklığında ister ikrarda
bulunanı
tekzib, is-ter tasdik etsinler, ikrar geçersizdir. İmam Muhammed'e göre ise, yaban-cının
hissesinde ikrar caizdir. Eğer yabancı, varisin ortak
olduğunu in-kâr ederse yine hüküm
böyledir.
Bunun
aksi ise, İmam Muhamed ta-rafından zikredilmemiştir. Bunun aksinin geçen ihtilâf üzerine
olduğunu
söylemek caizdir. Doğru olan, İmam Muhammed'in görüşüne göre de caiz olmamasıdır.
Nitekim
Ebû Hanîfe ile Ebû Yusuf'un
görüşleri de böy-ledir.
«Vârisler tasdik ederlerse ilh...» Yani ölümünden sonra varisler tasdik ederse ikrar geçerli olur.
Ölümden
önceki icazetlerine itibar edil-mez. Hidâye sahibi her ne kadar bunun zıddına işaret
etmişse
de sonuç değişmez. Hizanetü'l-Müftîyyîn.
Ta'miye'de
şöyle denilmiştir: «Vârisler, hastanın sağlığında varisle-rinden birisine bir mal ikrarını
tasdik
ederlerse, hastanın ölümünden son-ra varislerin tasdikine ihtiyaç kalmaz.» Ta'miye bunu
Miskin'in
haşiyesi-ne dayandırarak şöyle demiştir: «O
halde icazet tasdik gibi değildir.»
Sarih
de, Fuzulî babında: «Hastanın varislerine sattığı varislerin ica-zetine bağlı olur« demiştir.
Hülâsa'da
şöyle denilmiştir: «Hastanın hastalığında varise birşey satması geçerli değildir. Ancak
varisleri
icazet verirlerse, geçerli olur. Sağlam olan görüş de ancak budur. İmameyn'e göre caizdir.
Şu
kadarı var ki, eğer o satışta bir aldatma veya müsamahalı davranma varsa, alıcı malı geri
vermekle
satış bedelini tamamlama konusunda muhayyer-dir.» Sâyıhânî.
«Zevcesine
ilh...» Yani başka vârisi yoksa, ölüm
hastası olan ko-canın kendi karısına vasiyeti
geçerlidir. Şurunbulâliye'de olduğu
gibi.
«Bu
ikisinden başkasında ilh...» Bir kimse ölüm hastası iken zilyedliğindeki bir yerin vakıf olduğunu
ikrar
etse. bakılır: Eğer kendi ta-rafından vakfedildiğini ikrar ederse, sülüs üçte birden sayılır.
Nitekim
hasta, kölesinin azadını ikrar etse veya bir başkasına tasadduk ettiğini ikrar etse, bunlar da
üçte
birden sayılır.
Eğer
başka bir kimse tarafından vakfedildiğini ikrar ederse, o veya onun varisleri tasdik ederlerse,
caiz
olur.
Ama
yerin vakıf olduğunun ikrar ettiği halde onun kendisi tarafın-dan mı, başkası tarafından mı
vakfedildiğini
söylemezse, o zaman o yer terekenin üçte
birinden sayılır. İbni Şıhne.
Hâmiş'te de
böyledir.
«Tarsusî'nin zannettiği ilh...» Tarsusî şöyle demiştir: «Sultan tasdik etse bile yine üçte birden
sayılır.»
H. Hâmiş'te de böyledir.
«Deyni kabzettiğini ilh...» Hâniye'de şöyle denilmiştir: «Hastanın ölüm hastalığında varisindeki
alacağını veya varisinin kefilinde olan ala-cağının kabzını ikrar etmesi geçerli değildir. Ama, bir
yabancının
alaca-ğını tamamen kabzettiğini ikrar etmesi geçerlidir.»
Bunda
asıl kaide şudur: Eğer yabancıya deyni sağlığında verdiği sabit olursa,
hastalığında onu
kabzettiğine
dair ikrarı caizdir. Velevki, onun üzerinde belli bir borç olsun. Kabzını ikrar ettiği ister
malın
seme-ni olsun, ister mehir veya bir sulh bedeli olsun, sonuç değişmez.
Ama
eğer bu deyn hastalık sırasında
olmuşsa ve üzerinde de belli
bir borç varsa veya şahitler
önünde
o deyn vacib olmuşsa, o zaman bakılır: Eğer kabzını ikrar ettiği deyn bir malın semeni ise,
onun
ikrarı sağlığındaki alacakları hakkında caiz değildir. Nitekim Sâyıhânî. bunun benzerini
Bedâyi'den nakletmiştir.
Ama
eğer, kabzını ikrar ettiği deyn, sattığı bir malın semeni değil-se, üzerinde belli bir borç da olsa,
ikrarı
caizdir.
Câmiü'l-Fusûleyn.
Câmiü'l-Fusûleyn'de
şöyle denilir: «Bir kimse hastalığında bir şeyi kıymetinden yüksek bir fiyatla
satsa
ve semenini kabzettiğini ikrar etse, onun ikrarı tasdik edilmez. Ebû Yusuf'a göre alıcıya: «Ya
satışı
boz ve-ya malın kıymetini bir defa daha öde» denilir. İmam Muhammed'e göre ise, müşteri
kıymeti
kadarını öder veya satım akdini bozar.»
BİR
UYGULAMA MESELESİ:
Hasta,
varisine veya başkasına bir borcu olduğunu ikrar etse, son-ra iyileşse, onun o borcu, sağlıklı
zamanındaki
borcu gibidir.
Bir
kimse varisine birşey vasiyet etse, sonra iyileşse, onun
vasiyeti geçersiz olur.
Câmiü'l-Fusûleyn.
Tatarhâniye'de,
Natıfî'nin Vâkıât adlı eserinden naklen şöyle denil-miştir: «Bir kadın kocasına zarar
vermek
maksadıyle malının bir bölümü-nün oğlunun veya kardeşinin olduğuna şahitler edinse,
veya bir şahıs diğer çocuklarına zarar vermek maksadıyla malının bir bölümünün bazı
çocuklarına
ait
olduğuna şahit tutsa, şahitler de
bunu bilseler, onlara düşen görev, şahitlik yapmamalarıdır.»
Allâme
Birî.
Buna
kıyasla uygun olan şudur ki, hâkim de eğer bunu biliyorsa, hükmetmemesidir. Ebussuud'un
Eşbâh
ve Nezâir üzerindeki haşiyelerin-de
de böyledir.
«Hastanın
da varisleri ise ilh...» Meselâ bir kimse, oğlunun oğluna birşey ikrar etse,
sonra da lehine
ikrar
yapılan kimse ölse, işte bu, le-hine ikrar yapılanın varisi olan
babası, hastanın da varislerinden
oldu-ğu
için bu ikrar caizdir.
«Şekli
şöyledir ilh...» Bu mesele, Velvâliciye'de açıklanmış, ama bu şekiller beyan edilmemiştir.
Eşbâh'ta
da bu belirtilmiştir.
Câmiü'l-Fusûleyn,
bu meselenin şeklini yazmıştır:
«Babasına, ba-basının hastalığında veya
sağlığında
şahitler huzurunda vedia olarak bin
dirhem verse babası ölüm sırasında o vedianın
helak
olduğunu ik-rar etse, tasdik olunur. Zira, sükût etse ve ölse, ne yaptığı da
bilinmese, o vedia
onun
malından olur. Bunu telef etmesindeki ikrarı daha
uy-gundur.»
Sonuç
olarak, burada ikrarın dayanağı mutlak bir vedia değil,
bili-nen bir vedianın istihlâki ile
ilgilidir.
«Sonuç
olarak ilh...» Bu açıklama Eşbâh'a muhalefet vardır. Eşbâh'ın ifadesi şöyledir: «Varise
birşey
ikrar etmek, ister malla, ister nakit pa-ra ile ilgili olsun, ister ondan kabz olsun, ister onu ibra
olsun,
diğer va-rislerin icazetine
bağlıdır. Ancak üç mesele müstesnadır. 1. Bilinen bir vedianın
telef
olduğunu ikrar etmek, 2. Yanında
olan vedianın kabzını ikrar etmek, 3. Vekâletiyle varisinin
borçludan
kabzettiğini ikrar etmek. Camiin telhisinde de böyledir. Uygun olan, emânetlerin, ne türlü
olursa
olsun, şirket veya ariyet malı bile olsa, ikrarını da yukarıdaki ikinci me-seleye ilhak etmektir.
Bunların
hepsinde varislerin bazısını
bazısına ter-cih etmek söz konusu değildir.» T.
Fetâvâ-yı İsmaili'de şöyle denilmiştir: «Bir kimse ölüm hastalığın-da, yanındaki emtianın kendi
kızına
ait olduğunu, kendisinin onda bir
hakkı olmadığını ikrar etse ve şer'an kızının o mallarda hak
sahibi
oldu-ğunu söylese, bu mallar da onun
zilliyetinde ve onun mülkiyeti de
açık olsa,
hastalığında
da ölse, bunun bu ikrarı bâtıl olur mu? El-Cevap: Araş-tırıcı
âlimlerin güvendiği görüşe
göre
evet, bâtıldır.»
Hâmidiye'de
deşöyle bir ifade vardır: «Bir kimse hastalığında karısı Hind'in yanında hiçbir hakkı
olmadığını
ikrar etse ve hanımının zimmeti-ni bütün şer'î haklardan ibra etse, o hastalığının
sonucunda
ölse, karısı ile başka varisleri de olsa, Hind'in zilliyetinde de onun birçok malı
olsa,
bununla
beraber adamın Hind'de alacağı da olsa, varisler bu ikrara icazet vermeseler, bu ikrar
geçerli
olur mu? El-Cevap: Hâl böyle ise bu ikrar geçerli değildir.»
«Şu
şey ilh...» Bahır'ın Kaza kitabının
müteferrik meseleler bahsin-de şöyle denilir: «Bir kimse,
«Falan
kimse üzerinde benim hiçbir şeyim yoktur.» dese, sonra da onda malı olduğunu iddia
ederek
ona yemin teklif etmek istese, o kimse yemin etmez. Ebû Yûsuf'a göre örfe
uyarak yemin
eder.
Dava kitabının sonunda çeşitli
meseleler bahsinde, «Fetva Ebû Yusuf'un kavli
üzeredir.»
denilmiştir.
Harezm uleması da bunu ter-cih etmişlerdir. Şu kadarı var ki, fakihler, «O malı ikrarda
bulunanın
va-risi iddia ederse.» meselesinde iki görüşe ayrılmışlardır. Bezzâziyye'de bu
görüşlerden
hiçbirisi tercih edilmemiştir. Sadrı Şehîd, yemin teklif etme konusunda, «Hâkimin
reyine
başvurulur» demiştir. Fethü'l-Kedîr'de İbnü'l-Hümâm, Sadrı Şehîd'in bu sözünü şöyle tefsir
etmiştir:
«Hâkim, olayın özelliğine göre
ictihad eder. Hâkimin gâlib zannına göre ikrar ettiği zaman
kabzetmemişse, hasım yemin eder. Eğer ikrar ettiği zaman kabzettiğine kanaat getirirse, yemin
teklif
etmez. Bu görüş ancak da-valarda
uzman olan hâkimler içindir.»
TAMAMLAMA: Tatarhâniye'de, Hülâsa'dan naklen şöyle denilmiştir: «Hasta, «Halktaki bütün
alacaklarımı tamamen aldım.» diye ikrar etse, bu ikrarı geçerli değildir. Yine, «Bütün borçluları ibra
ettim.»
diye ikrarda bulunsa, bu ikrarı da
geçerli değildir. Ancak, «Falan kimsenin kabilesin-den
olan
kimselerde olan alacaklarımı ibra ettim.» diye ikrar etse, ikra-rı da ibrası da geçerli olur.»
«Eski
bir sebeble ilh...» Yani ikrar sırasında mevcut olan bir sebeble. Eğer hem ikrar, hem de ölüm
sırasında
varis olan birisine ikrar etmiş ise, o varis bu arada onun verasetinden
çıkmış olsa, Ebû
Yusuf'a
göre ikrarı geçersiz olur. İmam Muhammed'e göre ise, geçersiz olmaz. Nûru'l-Ayn.
Kâdıhân'dan.
Câmiü'l-Fusûleyn'de
şöyle denilir: «Köle olan oğluna birşey ikrar etse, sonra oğlu azad edilse, baba
da
ölse, o ikrarı caizdir. Çünkü o ik-rar köle için değil, kölenin efendisi içindir. Bunun aksine köle
olan
oğ-luna birşey vasiyet etse, sonra
oğlu azad edilmiş olsa, o vasiyet bâtıl olur. Çünkü o zaman
o
vasiyet oğul için yapılmış olur ki,
oğul için va-siyet bâtıldır.» Bunun açıklaması Minâh'tadır.
Vasiyet
bahsinde yazdık-larımıza bakınız.
«Ölen
kimse varis değildir ilh...» Metindeki bu cümle ifade ediyor ki, o kız eğer hayatta olsa idi varis
olurdu.
Varise de ikrar etmek geçerli olmazdı.
Hâniye'de şöyle denilmiştir: «Öldüğü hastalığında hastanın varisin-de ve varisinin kefilinde, -o
kefalet
onun sağlığında yapılmış olsa bile- bulunan borcu aldığını ikrar etse, bu ikrarı geçerli
değildir.
Varisine teberruen o alacağını bir yabancının kendisine ödediğini ikrar etmesi de yine
geçerli
değildir. Bir kimse birisini muayyen bir şeyin satışı için vekil tayin
etse vekil o malı
müvekkilin
oğluna satsa, müvekkil semeni
oğ-lundan kabzettiğini veya vekilinin ondan kabzettiğini
ikrar
ederse, tasdik edilmez. Hasta olan vekil ve müvekkil sağlam ise, vekil müşteriden se-meni
kabzettiğini
ikrar etse. müvekkil de onu inkâr etse, vekil tasdik edilir. Eğer müşteri, vekilin varisi
ise,
müvekkil ve vekilin her ikisi de
hasta iseler, vekil semeni kabzettiğini ikrar etse, sözü tasdik
edilmez.
Çünkü vekilin hastalığı halinde
varisine kabzla ikrarı, ikrarının geçersiz olması için
yeterlidir.
İkisinin hastalığı ise ikrarın geçersiz olması için daha uygundur.»
Hastanın
bütün terekesini ihata edecek meblâğda borcu olsa, o da bir vedianın veya ariyetin veya
varisinin
yanındaki mudarebe malının kabzını ikrar etse, ikrarı geçerlidir. Zira eğer varis, emaneti
hasta
olan murisine geri verdiğini iddia
etse, muris de onu yalanlasa, varisin sözü kabul edilir.
Nûru'l-Ayn. Vasiyet kitabının baş
tarafından.
BİR
UYGULAMA MESELESİ:
Bir
kimse ölüm hastalığında bir
yabancıya bir köle satsa, yabancı da o köleyi satıcının varisine
satsa
veya hibe etse, eğer o yabancı kabzettikten sonra satmış ise, geçerlidir. Çünkü varis,
murisinden
değil, o köleyi yabancıdan temellük etmiştir. Bezzaziyye.
BİR
UYGULAMAYA MESELESİ:
Karısına
mehr-i misil kadar mehirle ikrarda bulunmak, duhûldan son-ra da olsa, geçerlidir. Çünkü
bunda
töhmet yoktur. İmam Zâhirüddîn
şöyle demiştir: «Bazı âiimier, «Adaletlere göre, kadınlar
mehirden
bir bölümünü almadıkça kendisini kocasına teslim etmez. Kabzettiğini iti-raf edene kadar,
o
miktarla da hükmedilmez.» demişlerdir.
Doğru
olan, kadının mehrini tam olarak alması ise de erkeğin ikra-rı emsal mehir miktarının
tamamına
kadar tasdik edilir. Bezzâziyye.
Yine
Bezzâziyye'de şöyle denilmiştir:
«Kendisine bir çocuk bıraka-rak ölen karısına, hastalığı
sırasında
emsal, mehir kadar ikrarda bu-lunsa, bu ikrarda bulunanın diğer varisleri de olsa, varisler
onu
bu ik-rarında tasdik etmezler.
Kadı İmam, «Onun ikrarı geçerli değildir.» de-miştir.»
Bezzâziyye'den yapılan bu nakil, yukarıda geçenle
çelişmez. Çün-kü kadının ölümünden sonraki
ikrarda
galib olan, kadının varislerinin veya vasisinin kadının mehrini tam olarak almalarıdır. Ama
birinci
ise, bunun tam aksinedir. Orada kadın hayattadır.
BİR
UYGULAMA MESELESİ :
Sirâciye'den
naklen Tatarhâniye'de şöyle denilir: «Bir kimsenin, «Bu ev ortak malıdır veya ben bu
eve
ortağım» demesi, o evin yarısını, bir başkasına ikrardır.»
İtâbiye adlı eserde de: «Mutlak ortaklık ifadesini kullansa, Ebû Yu-suf'a göre yarı yarıya ikrardır.
İmam
Muhammed'e göre ise, mutlak or-taklık sözünden sonra ikrarda bulunanın, o ortaklığı
açıklamasına bağ-lıdır. O halde, bu evde ortaklık vardır dedikten sonra ara vermeden, «Üç-te
ikisinde» dese, onun ikrarı tasdik edilir. Yine, ortaklık sözünden son-ra, «Benimle onun
arasındadır.» veya «Benimle onundur.» dese, yarısını diğerine ikrar etmiş sayılır.»
denilmiştir.
«Yaşadığı
yerde ilh...» Bu söz, diğer bir
görüşün hikâyesidir. Hevâşi-i Yakûbîye'de şöyle
denilmiştir: «Nesebi meçhul olan, Ekmelüddin'in Şerhi Telhisü-l Câmi'deki ifadesine dayanılarak
nesebi
bilinmeyenden maksat, kendi ülkesinde babası bilinmeyendir. Üstün görüşe göre, ne-sebi
bilinmeyenden
maksat doğum yeri, yaşadığı memlekette nesebinin bilinmemesidir. Kınye'de
olduğu
gibi. Çünkü, Batıda yaşayan bir
kimse, Doğuya gittikten sonra başından bir olay geçse, o
zaman
onun batıdaki nesebinin araştırılması gerekir. Bunun da çok güç olduğu herkesçe
bilinmektedir.»
METİN
Ölüm
hastası, yukarıda gecen üç şartla, bir başkasının babası, an-nesi veya oğlu olduğunu ikrar
etse,
bu ikrar dede ve ninelere kadar yükselse bile geçerlidir.
Makdisî'de
şöyle denilir: «Zeylâi'nin görüşüne dayanılarak bunda bir görüş vardır. Şöyle ki, eğer
dedesi
veya oğuldan torunu olduğunu ikrar
etse, geçerli değildir. Çünkü, bu ikrarlarında nesebi bir
diğeri
üzerine hami
vardır.»
Bir
hastanın nikâhlısı olmayan,
başkasının da iddetlisi bulunmayan
bir kadının kendi karısı
olduğunu
ikrar etmesi, karılarının sayısı dörtten aşağı ve mukarrünleh
olan kadının baldızı
olmaması
şartı ile geçerlidir.
Hastanın,
başka bir efendisi olduğu sabit değilse, bir adamın efen-disi olduğunu ikrar etmesi
geçerlidir.
Kadının
hastalığında bir diğerinin babası, annesi, kocası veya efen-disi olduğunu ikrar
etmesi de
geçerlidir. Çünkü bunda asıl kaide şudur: «İnsanın hakkında değil, kendisi üzerine ikrarı bir
delildir.»
Ben
derim ki: Anne hakkındaki ikrarın, baba gibi geçerli olması, âlimlerin çoğunluğunun üzerinde
durdukları
meşhur görüştür. İmam İtabî, Ferâiz adlı eserinde, «Anne hakkında ikrar etmek geçerli
değildir.»
de-miştir. Dâv-i Sirâc isimli eserde de böyledir. Çünkü neseb, annelere değil, babalara
isnad
edilir. Ancak İtabî ve Dâv-i Sirâc'ın zikrettiklerin-de şöyle bir görüş vardır:
Onlar kocalığı
başkasına yüklemektedirler. Bu da geçerli değildir.
Şu
kadarı var ki, doğru olan, annesi
olduğunu ikrar etmesi de ba-bası olduğunu ikrar etmesi gibi
geçerlidir. Çünkü her ikisi de asıldır. As-lı ikrar ise geçerlidir. O halde anneyi ikrar da babayı ikrar
gibidir.
Kadının,
«Şu benim oğlumdur.» diye ikrar
etmesi halinde kocası ona itiraz ederse, bir kadının veya
ebenin
çocuğun tayini hususunda şehâdetleri
ile, geçerlidir. Ama çocuğun nesebi
zaten yatağında
doğduğu
kadın ile sabit olmaktadır.
Şümnî.
Doğumu
ikrar edilen böyle bir kadının doğumunu isbatı. Nesebin sübutu konusunda geçtiği gibi,
tam
bir delille veya varsa kocasının tasdiki ile sabit olur.
Evli
olmayan, iddet de beklemeyen bir kadının ise, «Şu benim oğlumdur.» diye ikrar etmesi
geçerlidir. Ama kadın evli bir kadın ise ve ço-cuğun başka bir erkekten olduğunu iddia ederse,
tasdik
edilir.
Ben
derim ki: Şöyle birşey kaldı: Eğer kadının o kocadan başka bir kocası olduğu bilinmiyorsa, bu
mesele
hakkında ben birşey görmedim.
Adı
geçen kimselerin, ikrarında kadını tasdik etmeleri gerekir. An-cak bunların tasdiki eğer çocuk
meramını
anlatamıyorsa gereklidir.
Kadının
oğlu olduğunu ikrar ettiği kimse
başka birisinin kölesi ise, ikrarının tasdik edilmesi için,
çocuğun
efendisinin kadını tasdik etmesi gerekir. Çünkü hak
onundur.
İkrarda
bulunanın ölümünden sonra lehine ikrar yapılanın onu tas-dik etmesi geçerlidir. Çünkü
neseb
ve iddet, ölümünden sonra devam
eder. Ancak, kadın kocasını ikrar ettikten sonra ölürse,
ondan
sonra kocası onun karısı olduğu tasdik ederse, Ebû Hanîfe'ye göre kocanın tasdiki ge-çerli
olmaz.
Çünkü kocanın ölümü üzerine nikâh her bakımdan sona er-miştir. Hatta, kocanın karısını
yıkaması da caiz değildir. Ama bunun ak-si mümkündür. Yani koca ölürse, kadın kocasını
yıkayabilir.
Çünkü ka-dının iddeti olduğu için nikâh bağları kopmamıştır.
Bir
kimse, nesebi başkasına yükleyecek bir neseb ikrarında bulunsa, amca, kardeş dede ve
oğuldan
torunu gibi, başkası hakkındaki ikrarı geçerli değildir. Varisler tasdik ehli oldukları halde
onu
tasdik etseler de sonuç değişmez. Bu ikrar, ancak delil ile geçerli olur. İki kişinin ik-rarı bu
delilden
sayılır.
Bir
kimsenin kendi hakkındaki ikrarı ise geçerlidir. Hatta, kendi ço-cuğu olduğunu ikrar ederse,
nafakasını
vermesi, bakımından yapması
ge-rekir. Eğer lehine ikrar yapılan, ikrarda bulunanı tasdik
ederse,
çocuk onun varisi olur. Çünkü
bunların ikrarları, kendileri için delildir. Bu hü-küm, ikrarda
bulunanın
lehine ikrar yapılanın dışında yakın
veya zevil erhâm ve muvâlât gibi uzak
varisleri
olmamasına bağlıdır. Eğer böyle bir varisi varsa, lehine ikrar yapılan, ikrarda bulunanın mirasçısı
olmaz.
Çünkü nesebi sabit değildir. O halde bilinen varise hasım olamaz.
Burada
lehine ikrar yapılanın mirasçı
olmasına engel olacak va-risten maksat, karı ile kocanın
dışındaki
varislerdir. Çünkü karı veya ko-canın varlığı, başkalarının miras almasına engel değildir.
Bunu
İbni Ke-mal zikretmiştir.
İkrarda
bulunan ikrarından dönme hakkına sahiptir. Çünkü ikrar bir yönüyle vasiyettir. Zeylâî.
Lehine
ikrar yapılan tasdik etse bile ikrar-da bulunan ikrarından yine dönebilir. Bedâyî'de de
böyledir.
Şu
kadarı var ki Musannıf, Sirâciye'nin
şerhlerinden, «Tasdik ile neseb sabit olur. O zaman ikrardan
dönemez.»
ifadesini de nakletmiştir. O halde fetva zamanında bu noktanın araştırılması gerekir.
Babası
ölen bir kimse, herhangi bir kimsenin kardeşi olduğu ikrar ederse nesebi sabit olmasa da,
lehine
ikrar yapılan mirasta ona ortak olur. Zira yukarıda, şahsın yalnız kendi nefsi hakkındaki
ikrarının
ge-çerli olduğu zikredilmişti. O zaman lehine ikrar yapılan ikrarda bulu-nanın hissesinin
yarısı
üzerinde hak sahibi olur.
Ben
derim ki: Geride bir mesele kaldı ki, ölen adamın kardeşi, bir çocuğun ölen kardeşinin oğlu
olduğunu
ikrar etse, bu ikrar geçerli olur mu? Şafiî âlimlerine göre, geçerli olmaz. Zira, çocuğun
varlığı
kendisi-nin mirasçı olamamasına sebep olur. Ben bu meselede bizim âlimleri-mizden açık
bir
nakil görmedim. Ancak, âlimlerimizin metinlerinin açık ifadesinden anlaşılan, bu ikrarın da
geçerli
olmasıdır.
Bir
diğerinde, yüz dirhem alacağı olan
bir kimse ölse, iki varisin-den birisi babasının alacağının
yarısını
aldığını ikrar ederse, ikrarda bu-lunan borçludan hiçbir şey alamaz. Zira onun ikrarı kendi
hissesine dö-ner. Diğer kardeş de babasının yarısını aldığını bilmediğine dair yemin ettikten sonra
borçludan
yarısını alır. Ekmel böyle demiştir.
Ben
derim ki: Varislerden birisi, babasının alacağının hepsini aldığını ikrar etse, yine hüküm
böyledir. Şu kadarı var ki, diğer varisin burada borçlunun hakkı için yemin etmesi gerekir. Zeylâî.