09 Ekim 2012

İSTİSNA VE İSTİSNA MANASINA GELENLER BABI


İSTİSNA VE İSTİSNA MANASINA GELENLER BABI
METİN
İstisna şart ve benzerleri gibi sözü değiştirir. Meselâ; ikrarda bulunan «Falan kimsenin benim
üzerimde kabzetmediğim kölenin bin dirhem semeni vardır.» dese onun sözündeki
«kabzetmediğim». ifadesi istisna anlamına gelir.
Bize göre istisna, istisna edilen şeyler dışında kalan unsurların tamamına itibar ederek
konuşmaktır. Bu da, cüzleri bakımından olumsuzluk ve sâbit kılmaktır. Meselâ: bir kimse, «Falan
kimsenin benim üzerimde on dirhem alacağı vardır, ancak üçü yoktur» dese, bu ikrarın iki ifade
şekli vardır. Birisi bizim zikrettiğimiz uzun ifade diğeri de şu ifadedir: «Falan kimsenin benim
üzerimde yedi dirhemi vardır.»
İşte bu açıklama, fakihlerin «istisna, istisnadan sonra kalanla konuşmaktır» demelerinin anlamıdır.
İstisnanın şartı ise. istisna konusu ile istisna edilenin birlikte bulunması gerekir. Ancak, nefes
almak veya ağzını tutmak gibi zarurî durumlarda araya girecek fasıla zarar vermez. İstisna ile
istisna edilen arasındaki nida da zarar vermez. Çünkü nida, uyarı ve tekid için yapılır. Meselâ,
«Benim üzerimde senin bin dirhemin vardır, ey kişi, ancak bu değil.» demesi gibi. Ama. «Benim
üzerimde senin bin dirhemin vardır, siz de şahit olun, ancak şu kadarı değil.» dese, bu fasıla sayılır.
Çünkü şahit göstermek ikrarın tamamından sonra olur. O halde buradaki istisna geçerli olmaz.
İkrar eden kimsenin ikrar konusunun bir bölümünü istisna etmesi geçerlidir. Âlimlerin çoğuna
göre, ikrarda cüzlerin çoğunu istisna etse, geçerli olur. Böyle ikrar eden kimseye velev köle gibi
taksim edilemeyen şeyde olsa, istisnadan geri kalanını vermesi gerekir. Meselâ, «Yanımdaki şu
köle falan kimsenindir. ancak üçte biri veya üçte ikisi değil.» demiş olsa, mezhepteki tercih edilen
görüşe göre, ikrarı geçerli olur.
İstisna edilen kısmın, kalan kısmı yok ettiği istisnalar geçersizdir. Velev ki vasiyet gibi rücûu kabul
eden şeylerden olsun, Çünkü bütünü istisna etmek rücû değildir. Belki fasit bir istisna olur. Geçerli
olan görüş de budur. Cevhere.
Kendisinden istisna edilenle, istisnanın aynı veya benzeri sözlerle , edildiği külli istisnalar
geçersizdir. Meselâ, «Kadınlarımın hepsi boştur ancak kadınlarım veya zevcelerim değil.»
denilmesi gibi. Bu istisna geçerli değildir. Çünkü müstesna lafzı kendisinden istisna edilen lafzın
aynısıdır. Nitekim ileride gelecektir.
İstisna, kendisinden istisna edilenle aynı ifade değilse, meselâ, «Benim kölelerim hürdürler, ancak
şunlar değil.» ve «Benim kölelerim hürdürler, ancak Salih, Galib ve Raşid değil» veya bunlar gibi
«Benim ailelerim boştur, ancak Zeyneb, Fatma. Ayşe değil.» dese, bu istisnalar külli istisna da olsa,
geçerlidir. Hiçbir şey de gerekmez.
Bir kimse, «Malımın üçte biri Zeyd'in ancak bini değil.» dese, halbuki malının üçte biri bin olsa,
hiçbir şey vermesi gerekmez. Çünkü şarî, birşeyin hakikâti değil. o şeyin devam etmesidir. Hatta bir
kimse karısını altı talâkla boşasa, altıdan dördünü istisna etse, istisnası geçerli ve iki talâkı vaki
olur. Buna göre ölçü tartı ve sayı ile ifade edilmesi mümkün olan şeylerin istisnası geçerlidir.
Meselâ, ceviz ve bozuk paraların. dirhem ve dinarların istisnası gibi. Meselâ, bir kimse, «Falan
kimsenin bende on dirhemi var, ancak yüz ceviz değil.» dese, o zaman istisna edilen, istihsânen
cevezlerin kıymetidir. Çünkü zimmette sabittir. O zaman o, dirhem ve dinar gibi olmuş olur. Her ne
kadar istisna ettiğinin kıymeti, kendisinden istisna edilen şeyin kıymetinin hepsini içine alsa da


sonuç değişmez. Ama bunun aksine, bir kimse, «Falan kimsenin benim üzerimde dinarı vardır,
ancak yüz. dirhemi değil.» dese, burada eşit olan bir şeyi karşılık gösterdiğinden istisna bâtıl olur.
Çünkü küllü, küllün ayyla istisna etmiştir. Bahır.
Ancak, Cevhere diğerlerinde şöyle bir ifade vardır: «Bir kimse falan kimsenin benden yüz dirhem
alacağı vardır, ancak on dinar değil.» dese, on dinarın kıymeti yüz dirhem veya daha fazla olsa,
adamın hiç birşey ödemesi gerekmez.»
Bir kimse aralarında şüphe harfi olan iki sayıyı istisna etse, muhreç bakımından en az olanı vermesi
gerekir. Meselâ, «Falan kimsenin bende bin dirhemi vardır, ancak yüz veya elli dirhemi değil» dese,
o kimsenin sağlam görüşe göre dokuz yüz elli dirhem ödemesi gerekir. Bahır.
Eğer müstesna meçhul olursa, çoğunluk sabit olur. Meselâ, «Falan kimsenin bende yüz dirhemi
vardır, ancak birşeyi veya azı veya bazısı değil.» dese, o zaman, elli bir dirhem ödemesi gerekir.
Çünkü istisna edilene şüphe girmiştir. Bu durumda en azın çıkması ile hükmedilir
Bir kimse ikrarına «inşaallah» veya «Falan dilerse» sözlerini ekler yahut onu meydana gelmesi
şüpheli olan bir şeye bağlarsa, meselâ «Yemin edersen, dava ettiğin meblâğ senin için sabit
sayılacaktır.» derse. ikrarı bâtıl olur. Ama ikrarını ölüm gibi muhakkak olacak şeye bağlarsa ölsün
veya ölmesin ikrar ettiği meblağı ödemesi gerekir.
İkrarda bulunan, «Ben ikrarımda hiç ara vermeden inşaallah demiştim.» diye dava etse, davası
tasdik olunur mu? İkrar bahsinde fakihlerin buna dair bir sözünü görmedim. Şu kadarı var ki, talâk
bahsinde, «Mutemed olan görüşe göre tasdik olunmaz.» diye zikretmiştik. Burada da kul hakkı ile
ilgili olduğu için tasdik olunmaması gerekir. Bunu başka bir kîtabında Musannıf söylemiştir. Fetva
da bu sözle verilir.
İZAH
«Geri kalanla konuşmaktır ilh...» Yani istisna şekil bakımından değil mana bakımından istisna
edilenle konuşmaktır. Şöyle ki bir kimse, «Falan kimsenin bende on dinarı var, ancak üçü değil.»
dese, bu ifadede istisnadan sonra yedidir. Yani sanki şeklen değil mana bakımından, «Onun bende
yedi dinarı vardır.» demiş gibi olur.
«Uyarlamak içindir ilh...» Yani muhatabı uyarmak ve yapılan hitabı tekid etmektir. Zira nida edilen
muhatabın kendisidir. Bu ifadeden anlaşılıyor ki, eğer nida edilen lehine ikrar yapılandan başkası
ise, o zaman müstesna ile kendisinden istisna edilen arasındaki nida ile ortaya çıkan fasıla zarar
verir.
Lâkin Cevhere'den. «Ben bu hususta hiçbir şey görmedim.» sözü nakledilmiştir. Şu kadarı var ki,
Gâyetü'l-Beyân'da şöyle denilmektedir: «Bir kimse, «Falan kimsenin benim üzerimde bin dirhemi
vardır, ey falan kimse, ancak on değil.» dese. bu ifade caiz olur. Çünkü burada ifadeyi muayyen bir
şahsa haber verme şeklinde yapmıştır. O halde buradaki nida fasıla sayılmaz.»
Velvâliciye'de de şöyle denilir: «Nida muhatabın uyarılması içindir. Muhatabı uyarmak da hitab ve
ikrarın tekidi için ihtiyaç duyulan birşeydir. O zaman buradaki nida da ikrar ifadesinden sayılır.»
«Aynı lâfız değilse ilh...» Yani mefhum itibariyle müstesna, kendisinden istisna edilenden daha
sağlam olursa, o zaman caizdir.
«Devam etmesini düşünmektir ilh...» Yani ifadenin şekli bakımından bu böyledir. Çünkü istisna,
söze ait bir tasarruftur. Manayı ihmal etmek ona zarar vermez.
«İki talâk vaki olur ilh...» Altı talâk her ne kadar hüküm itibariyle de sahih değilse de yine bu sözde
iki talâk vaki olur. Zira hüküm bakımından talâk üçten fazla olmaz. Bununla birlikte, «Ben seni altı
talâkla boşadım ancak dördü değil.» sözü, «Sen üç talâkla boşsun, ancak dört değil.» sözü gibi
olmaz. Çünkü burada lâfza itibar etmek daha uygundur. İnâye.
«Nasıl geçerli ise ilh...» Musannıf bunu öncesindeki meselelerden ayrı olarak zikretmiştir. Zira
öncesindeki meseleler, kendi cinsinden yapılan istisnalardı. Bu ise istisnanın cinsinin aksi ile
yapılmasının beyanıdır. Zira miktarı belli bir şeyi, yine miktarı belli birşeyden istisna etmek
İmameyn'e göre istihsanen geçerlidir. O zaman bu kimsenin ikrar ettiği şeyden istisna edilenin
kıymeti düşülür. Kıyasa göre ise, bu istisna geçerli değildir. Bu da İmam Muhammed ve Züfer'in
görüşleridir. Ama miktarı belli olmayan birşeyi miktarı belli olandan istisna etmek biz Hanefîlere
göre kıyasen de, istihsanen de geçerli değildir. Ancak İm om Şâfiî, «Bir kimse, «Falan kimsenin
bende yüz dirhemi vardır, ancak bir elbise değil.» ifadesinde bize muhâlefet etmiştir.
Gâyetü'l-Beyân.


Şu kadarı var ki, burada istisna geçerli değilse o zaman ikrarda bulunan beyana zorlanır. Bu durum
ikrarın sıhhatine mâni olmaz. Çünkü açıklandığı gibi ikrar konusunun bilinmezliği ikrarın sıhhatine
mâni değildir. Lâkin şu kadarı var ki, istisna ancak, istisna edilenin bilinmezliği istisnanın sıhhatine
manidir. Bunu Kâdızâde'den naklen Şurunbulâliye de zikretmiştir.
«Dirhem ve dinar gibi olmuş olur ilh...» Zira onlar vasıflarıyla zaten semendirler. Hatta onları tayın
etmiş olsa, akit bunlarla meydana gelir. Eğer bunlarla vasıflandırılmış olsa bunların hükmü dinar
hükmü gibi olur. Kifâye.
«Cevhere ilh...» Bunun misli Yenabî'dedir. Onu Kâdızâde Zahire' den nakletmiştir. Şurunbulâliye'de
olduğu gibi.
Şurunbulâliye'de şöyle denilir: «Şeyh demiştir ki, mükellef, «Benim üzerimde on dirhem vardır,
ancak bir dinar değil.» dese, o dinarın kıymeti on dirhemden fazla olsa, veya, «Benim üzerimde on
dirhemi vardır ancak bir ölçek buğday değil.» dese, buğdayın kıymeti yine on dirhemden fazla olsa,
eğer biz bütünü bütünden sözünden başkasıyle istisna sahihtir görüşünü takib etsek, o zaman
uygun olan, yukarıdaki ikrarın geçersiz olmasıdır.
Şu kadarı var ki Bezzâziyye'de bunûn aksine delâlet edecek şöyle bir ifade vardır: «Bir kimse,
«Benim üzerimde bir dinarı vardır, ancak yüz dirhem değil.» dese, istisna bâtıldır. Çünkü istisna,
istisna edilenden daha çoktur. Adam, «Şu cüzdanda olan dirhemlerin hepsi falan kimsenindir,
ancak bini değil.» dese. o zaman bakılır: eğer cüzdandaki dirhemler binden fazla ise, fazlası ikrarda
bulunanın, bin de lehine ikrar yapılanındır. Eğer cüzdandaki bin veya binden az ise, o zaman hepsi
lehine ikrar yapılanındır. Çünkü burada istisna geçerli değildir.»
Ben derim ki: Bunun şekli düşünerek anlaşılabilir. Yine ben derim ki, Musannıf'a da uygun olan,
Cevhere'de olan ifadenin aynısını takip etmesiydi. Çünkü Musannıf da daha önce «Eğer tamamını
içine alırsa» demişti.
«Düzeltilsin ilh...» Zahir olan, meselede iki rivayet vardır, Şöyle ki, dirhemle dinar bir cins midir.
Yoksa iki ayrı cins midir? H.
«Dokuz yüz ilh...» Çünkü burada istisnada şekli ifade eden birşey zikredilmiştir. O zaman, bunların
en azı sabit kılınır. Bu da Ebû Süleyman'ın rivayetidir. Ebû Hafs'ın rivâyetine göre ise, yalnız dokuz
yüz ödemesi gerekir.
Fakihler birinci rivayetin daha sağlam olduğunu söylemişlerdir. Kakî.
Kâdıhan da Ziyâdât şerhinde ikinci sahih' rivayeti sahih görmüştür. Remiz'de de olduğu gibi ikinci
rivayet, mezhebin prensiplerine daha uygundur. Hamevî.
Sâyıhânî de birinci rivayeti naklederken, «Bu Şâfiî mezhebinin zahiri üzerine bir görüştür.» demiştir.
Çünkü girişten sonra çıkmaktır. Ama bizim mezhebimize göre. bu terkibin ifade ettiği tek birşeydir.
O halde sanki o kimse, ya onun bende dokuz yüzü vardır demiştir veya dokuz yüz ellisi vardır
demiştir. O zaman dokuz yüz elli gerekli olur. Çünkü dokuz yüz daha azdır. Hatta fakihler bizimle
Şâfiî orasındaki ihtilâfın semeresi bu terkibin mislinde ortaya çıkar. O halde bize göre, ikrarda
bulunana gerekli olan en azını vermektir. Bu da dokuz yüzdür. Zira istisna, istisnadan sonra kalanla
konuşmaktır. O zaman biz, burada ikrarda bulunanın ne ile konuştuğu hususunda şüpheye
düşüyoruz. Asıl olan da, zimmetlerin borçsuz olmasıdır. Bu sebeple dokuz yüz ödemesi gerekir
diyoruz.
Şâfiî'ye göre ise, istisnaya dahil olan bindir. O zaman şüphe binden çıkarılacak rakamdadır. Burada
da en azı çıkarılırsa, dokuz yüz elli kalır. Zeylâî. Kâdıhan da buna sahih demiştir.
Fakihlerin birinci görüşü daha sağlam görmeleri, ibrayı ifade eder. Düşün.
«En azın çıkması ile hükmedilir ilh...» Bu da yarımdan azıdır. Çünkü bir şeyi istisna, örfen azını
istisnadır. O zaman biz burada yarısını ve yandan bir fazlasını gerekli gördük. Çünkü azlığın
tahakkuk etmesinin en aşağı derecesi yarıdan bir aşağı olmaktır.
«Meydana gelmeme tehlikesi olan bir şeye ilh...» Meselâ, ikrarda bulunan, «sana ait olsun.» dese, o
da yemin etse, hiç birşey vermesi gerekmez. Eğer yemini üzerine iddia ettiğini ona verirse, ona geri
alma hakkına sahip olur. Nitekim Bahır'ın varislerin sulh bahsinde deyledir.
Bahır'da ikrarı meydana gelmeme tehlikesi olan bir şeye bağlama şununla kayıtlanmıştır: Yani o
bağlama, eğer vade davasını içine almıyorsa bu böyledir. Bahır'da devamla, «Eğer, «Aybaşı
geldiğinde senin benim üzerimde şu kadar meblâğın vardır.» derse, bu vade davasını içine
aldığından halen onu ödemesi gerekir. Ancak lehine ikrarda bulunan vade hususunda yemin teklif


edilebilir.» denilmiştir.
Yine Bahır'da şöyle denilir: «İkrarı geçersiz kılan bağlamalar şunlardır: Meselâ bir kimse, «senin
bende bin dirhemin vardır, ancak bana ondan başkası üstün olur veya ben ondan başkasını
görürüm veya benim bildiğim kadarıyla veya siz şahit olun benim bildiğime göre falan kimsenin
benden şu kadar alacağı vardır.» ifadelerindeki bağlamalardır.»
«Meydana geleceği kesin olan bir şeye bağlarsa ilh...» Çünkü, bu gerçekte bir şeye bağlama
değildir.
Belki bundan kastı, varisleri, ölümünden sonra inkâr ettikleri takdirde, zimmetinin beraeti için onları
şahit göstermektir. Bunun için ister ölsün, ister yaşasın her durumda ikrar ettiği şeyi ödemesi
gerekir.
«İkrarı bâtıl olur ilh...» İmam Ebû Yusuf'un görüşü üzerine bâti olur, ki ona göre, işi Allah'ın
dilemesine bağlamak, ikrarı geçersiz kılmak demektir. İmam Muhammed ise, «İkrarını Allah'ın
dilemesine bağlamak, herhangi bir şarta bağlamak gibidir.» demiştir. Bu ikisinin arasındaki ihtilâfın
faydası, ikrarda bulunanın işi Allah'ın dilemesine bağlaması ikrardan önce söylemesinde ortaya
çıkar. Meselâ bir kimse karısına «Eğer Allah dilerse sen boşsun» dese, Ebû Yusuf'a göre, talâk vaki
olmaz. Çünkü Allah'ın dilemesine bağlamak, sözü geçersiz kılmaktır. İmam Muhammed'e göre ise,
bu ifade ile talâk vaki olur. Çünkü bunda bir şeye bağlama vardır. Fakat eğer önce şartı zikreder,
cezayı zikretmezse, o zaman talik etmiş olmaz, talâk da şartsız olarak vâki olur.
Ama eğer hiçbir kastı olmadan «inşaallah» derse, halbuki kastı boşamayı gerçekleştirmek ise, talâk
vâki olmaz. Çünkü istisna gerçekten mevcuttur. İstisna ile zikredilen sözle talâk vâki olmaz. Aynî.
«Musannıf söylemiştir ilh...» Remlî, hâşiyelerinde şöyle demiştir: «Ben diyorum ki, fıkhî kâide şunu
gerektirir: Eğer ikrarı delil ise, sabit ise, ikrardan sonraki, «İnşaallah demiş olduğu» davası da
ancak delil ile tasdik olunur. Ama eğer başlangıçta, «Ben şu adama istisna ile birlikte şu kadar
ikrarda bulundum» dese, sözü delilsiz kabul edilir. Sanki, «Falan kimsenin benim yanımda Allah
dilerse şu, kadar malı vardır.» demiş gibi kabul edilir. Ama birinci sözü, bunun aksinedir. Çünkü
ikrarı açıkladıktan sonra, onu geçersiz kılmak istemektedir.» Sen düşün.
METİN
Bir evden bir odayı istisna etmek mümkündür. Ama, yapıyı oda veya evde istisna etmek geçerli
değildir. Çünkü, yapı, taban, oda ve eve dahildir. O zaman. bu ifade bir vasıf olur ki, vasfın da
istisnası caiz değildir. Dürer.
İkrarda bulunan, «Evin binası benim arsası senindir.» dese, dediği gibi olur. Çünkü arsa ancak bir
toprak parçası olup buk'adır, bina değildir. Fakat. «Bina benimdir, yeri senindir.» dese hem bina,
hem de yer lehine ikrar yapılanındır. Çünkü taban bina yere dahildir. Ancak, ikrarda bulunan, «Bina
Zeyd'indir, yeri Amr'ındır.» dese, dediği gibi olur.
Yüzüğün kaşını, bahçedeki meyve ağaçlarını, cariyenin boynundaki gerdanlığı istisna etmek, kapıyı
evden istisna etmek gibigeçerli değildir.
Bir kimse, «Falan kimsenin bende kabzetmediğim kölenin semeninden bin dirhemi vardır.» dese ve
köle de lehine ikrar yapılanın elinde olduğu halde onu tayin etmiş olsa, bakılır: Eğer lehine ikrar
yapılan köleyi ikrarda bulunana teslim ederse, ikrarda bulunanın bin lira ödemesi gerekir. Eğer
lehine ikrar yapılan köleyi teslim etmezse, ikrarda bulunanın bin dirhemi ödemesi gerekmez. Ama
ikrarda bulunan köleyi tayin etmezse, bin dirhemi mutlaka ödemesi gerekir. İster fasılalı, ister
fasılsız söylesin sonuç değişmez. Bu durumda, onun «Kabzetmediğim» sözü de lâğv olur. Çünkü
bu bir bakıma ikrardan rücû olur. Bir kimse, «Falan kimsenin benim üzerimde şarap, domuz eti,
kumar malı, ölmüş hayvan veya kanın satış bedeli vardır» diye ikrarda bulunması gibi ki, bunlarda
mutlaka ödemesi gerekir. Ancak eğer lehine ikrar yapılan da bunu tasdik ederse veya ikrarda
bulunan davasının doğru, ikrarının hatalı olduğuna delil ikâme ederse, o zaman hiçbir şey ödemesi
gerekmez.
Bir kimse, «Falan kimsenin benim üzerimde bin dirhem haram malı veya faiz parası vardır» dese,
bunları birlikte veya ayrı ayrı söylesin ödemesi gerekir. Çünkü diğerine göre helâl olma ihtimali
vardır.
Bir kimse, «Benim üzerimde falan kimsenin yalan ve bâtıl yolla şu kadar malı vardır» dese, eğer
lehine ikrar yapılan, ikrarda bulunanı tekzib ederse, ödemesi gerekir. Eğer tasdik ederse, hiçbir şey
ödemesi gerekmez. Satışı ikrara zorlanan kimsenin durumu da yukarıdaki açıklamaya göre olur.
Lehine ikrar yapılan, ikrarda bulunanı tasdik ederse, satış gerekmez, tekzib ederse satış lâzım gelir.


Bir kimse. «Benim üzerimde falan kimsenin bin tane züyuf dirhemi vardır» dese sebebi de
zikretmese, sağlam görüşe göre aynen onun dediği gibidir. Bahır.
Bir kimse, «Falan kimsenin benim üzerimde metâ semeni veya karz olarak bin züyûf dirhemi vardır»
dese tasdik edilmez. Çünkü züyûf demekçe, ikrarından rücû etmiş olmaktadır.
Ama, «Falan kimsenin bende gasb veya vedia yoluyla alınmışyûf veya nebehrece bin dirhemi
vardır.» dese, bu sözü tasdik edilir. Ama. «Falan kimsenin bende gasb veya vedia olarak bin
dirhemi vardır ancak onlar hileli veya için kalay dışı gümüş paradır.» dese, eğer bu istisnasını ara
vermeksizin yapmışsa, tasdik edilir. Eğer istisnayı aralıklı yapmışsa, tasdik olunmaz. Çünkü, bunlar
mecazen dirhemdirler
Bir kimse, «Ben bunu gasbettim veya bana vedia etmişti.» diyerek ayıplı bir elbise getirse, elbisenin
daha önce sağlam olduğuna dair delil yoksa, yemin ederse, yemini ile birlikte tasdik edilir.
Bir kimse, «Falan kimsenin benim üzerimde bin dirhemi vardır, ancak şu kadar noksan.» dese,
velev ki o metaya ait semen olsun, sözü tasdik edilir.
Bir kimse ora vermeksizin, «Falan kimsenin benim üzerimde bin dirhemi vardır, ancak o
dirhemlerin ağırlıkları yedi miskal değil, beş miskal noksandırlar.» dese, velev o meta semeni
olsun, sözü tasdik edilir. Ama eğer zaruret olmadığı halde aralıklı söylerse, tasdik edilmez. Çünkü,
paranın zuyûf olması gibi vasfın değil miktarın istisnası geçerlidir.
Birisi bir diğerine, «Ben senden vedia olarak bin dirhem almıştım. Bu para bir kasıt olmaksızın
elimde helâk oldu.» dese diğeri buna karşı, «Hayır, o bin dirhemi benden gasbettin.» dese ikrarda
bulunan o bin dirheme zamindir. Çünkü tazmin etme sebebi olan alım ikrar etmiştir.
Ama, «Sen bana bin dirhemi vedia olarak verdin.» dese. karşıdaki de, «Hayır sen onu benden
gasbettin.» dese, ikrarda bulunan burada zamin olmaz. Makbul olan söz de, zımanı inkâr ettiğinden
dolayı ikrarda bulunanındır.
Bir kimse, «Şu malım senin yanında karz veya vedia idi, ben onu aldım.» dese lehine ikrar yapılan.
«Hayır o benimdi, sen aldın.» dese, lehine ikrar yapılan eğer zayolmamışsa o şeyi alır. Eğer
zayolmuşsa, onun kıymetini alır. Çünkü ikrarda bulunan, önce lehine ikrar yapılanın zilyed
olduğunu ikrar eylemiş, sonra da ondan aldığını söylemiştir. Ki bu da
tazmin etme sebebidir.
Bir kimse, «Falan kimseye şu atımı, veya elbisemi kiraya verdim. o da o atıma bindi veya o elbisemi
giydi veya ben elbisemi ona âriyet olarak vermiştim veya onu evimde iskân etmiştim, o da bana geri
verdi» dese, karşıdaki adam da, «Hayır benimdir.» dese, ikrarda bulunanın sözü istihsanen tasdik
olunur. Çünkü ikrarda zilyedlik zorunludur. Ama vedia bunun aksinedir.
Ama bir kimse, «şu bin falan kimsenin vedîasıdır.» hemen peşine «Hayır, falan kimsenin
vedîasıdır.» dese. o bin birinci adamındır. İkrarda bulunan ikinci odama da binin mislini öder. Ama
bunun aksine. ey falan kimsenindir.» devamla, «Hayır, falan kimsenindir.» dese. O zaman onun
üzerine ikinci adam için birşey vermesi gerekmez. Zira o şeyin vedîa olarak verildiğini ikrar
etmemiştir. Ama bu açıklamalar, eğer ikrar ettiği şey belirli bir mal ise böyledir. Ama eğer belirli bir
değilse, ikinci adama da aynısını vermesi gerekir. Meselâ, «Ben falan kimseden yüz dirhem, yüz
dinar ve bir ölçek buğday gasbettim» dese, peşine de ara vermeden, «Hayır, ondan değil, falan
kimseden gasbettim.» dese, ikrarda bulunanın şahsa da ikrar ettiği şeylerin hepsini vermesi
gerekir. Eğer o şeyler aynı ile iki, ikrar ettiği dirhem, dinar ve buğday birinci adamındır. İkinci
adama da onun mislini verir.
Ama bu durumlarda lehine ikrar yapılan bir adam ise, o zaman ikrar ettiği şeylerin hangisi miktar
bakımından daha üstün ise onu verir. Meselâ bir kimse, «Onun bende bin dirhemi vardır, hayır
ikibin dirhemi vardır.» veya «Onun bende bin dirhem geçerli parası vardır, hayır bin dirhem
geçersiz parası vardır.» dese, bunların hangisinin miktarı çok ve vasfı daha üstün ise onu vermesi
gerekir.
Bir kimse, «Benim falan kimse üzerindeki alacağım falan kimsenindir.» veya «Falan kimsenin
yanındaki vediam falan kimsenindir.» dese, bu sözler o adama ikrardır. Kabz hakkı da ikrarda
bulunana aittir. Yalnız borçlu ve vedîa verilen kimse, lehine ikrar yapılana teslim etmiş olsalar,
ikrarda bulunan borçtan kurtulur. Ancak bu durum, ikrar konusunun baş tarafında geçene aykırı
olup, gerçekte malı kendisine izâfe ettiği için bu bir hibe olur. O zaman da teslimi gerekir. Bundan
ötürü Hâvi-i Kudsî'nin sâhibi, «Eğer ikrar ettiği kişiyi kabza yetkili kılmamışsa teslimi gerekir.»
demiştir.


Ama adam, «Benim ismim deyn kitabında âriyet olarak yazılıdır.» dese. ikrarı geçerli olur. Eğer
yle demezse, ikrarı geçerli olmaz. belki hibe olur. Musannıf diyor ki, bütün muteber kitaplarda,
zikr olunan da budur. Ancak, Hülâsa buna muhâlefet etmiştir. Bu konuda fetva istenirse düşünerek
fetvâ ver. Yani muteber kaynaklarda zikredilene itibar ederek onların sözü ile fetva ver.
İZAH
«Yapı tebean oda ve eve dahildir ilh...» Bundan dolayı da kabızdan önce, satışta yapı başkasına ait
bir hak çıkmış olsa, o yapının karşılığında mebiin satış bedelinden hiçbir şey düşülmez. Müşteri
muhayyer olur. Ama bir evden bir oda başka birisinin hakkı çıksa, bunun aksine bu satış
bedelinden odanın hissesine düşen çıkarılır.
«Binası benimdir ilh...» Zahire'de şöyle denilmiştir: «Bilmiş olunuz ki bunlar beş meseledir. Bu beş
mesele de iki asıl kaideden çıkarılmaktadır. Birinci asıl; İkrardan önce dava, davadan sonraki
ikrarın sıhhatine mani değildir. İkrardan sonra ikrar ettiği şeye dahil olan bazı şeyleri dava etmek
ise geçerli değildir. İkinci asıl: Şahsın ikrarı, diğerinin değil kendi nefsi üzerine delildir. Bu iki aslı
bildikten sonra, biz diyoruz ki ikrarda bulunan. «Binası benimdir. yeri falan kimsenindir.» dese,
hem bina, hem de yeri, yerine ikrar ettiği kimsenin olur. Çünkü davadan sonra ikrar geçerlidir. Eğer,
«Yeri benimdir, binası falan kimsenindir.» derse her ikisi de ikrarda bulunanın olur. Çünkü
başlangıçta yapının yere tebean kendisinin olduğunu iddia etmiştir. İkinci olarak, yapının başkasına
ait olduğunu ikrar etmiştir. Davadan sonra ikrar ise geçerlidir. O halde lehine ikrar yapılana,
yapısını ikrarda bulunanın mülkünden kaldırılması emredilir. Ama, «Yeri falan kimsenindir, binası
benimdir.» dese, her ikisi de lehine ikrar yapılanındır. Çünkü ilk olarak binayı lehine ikrar yapılana
ikrar etti, ikinci olarak da binanın kendisinin olduğunu iddia etti. İkrardan sonra ikrara dahil olan
bazı şeyleri iddia etmek ise geçerli değildir. Ama. «Yer falan kimsenindir, yapı da bir diğer
adamındır.» dese her ikisi de birinci lehine ikrar yapılanındır. Çünkü önce ona binayı ikrar etmiş
olmaktadır. Sonra da bina falan kimsenin demekle ikincisine ikrar etmiş olmaktadır. Başkasının
üzerine ikrar etmek de geçerli değildir. Ama, «Yapı falan kimsenin, yer de falan kimsenindir.» dese
dediği gibi olur. Çünkü önce yapıyı birinci adama îkrar etti, ikinci olarak da yine birinci adam
üzerine ikinci adam için bina ile ikrar etti ki bu ikrar geçerli değildir.» Kifâye. Özetle.
«Bahçedeki meyve ağaçlarını ilh...» Ancak, ağaçları kökleriyle istisna ederse, o zaman geçerli olur.
Zira kökleri de ikrara bilerek dahil edilmiş olur.
Hâniye'de yüzük kaşını, bahçedeki ağaçları zikrettikten sonra şöyle denilmiştir: «Bahçe ve yüzüğün
ikrarında, yüzüğün kaşını veya bahçedeki meyve ağaçlarını ara vermeden istisna etse, istisnası
geçerli değildir. Ancak davacı, dava ettiğine dair delil ikâme ederse, o zaman geçerli olur. Şu kadarı
var ki, Zahire'de, «Birisi bir başkasına yeri veya evi ikrar ederse, o evin yapısı ile yerdeki ağaçlar
ikrara dahil olur. Hatta ikrarda bulunan, bina ve ağaçların kendisine ait olduğuna dair delil ikâme
etse, delili kabul edilmez.» denilmiştir.»
Ancak, onun istisnası aralıklı ikrar yaptığına yorumlanırsa, o zaman delili kabul edilir. Nitekim
Hâniye'de de buna işaret edilmiştir. Sâyıhânî.
«Cariyenin boynundaki gerdanlığı ilh...» İşte bu mesele kapalıdır. Şöyle ki, fakihler cariyenin
satışında gerdanlığın satışa girmediğini söy-lemişlerdir. Ancak, adet üzere iş için boynuna taktığı
önlük onun satı-şına dahildir. Metinde gecen mesele ise, kıymeti olmayan bir gerdan-lık şeklinde
tefsir edilmelidir ki, doğru olsun.
Ben derim ki: Yukarıda zikrettiğimiz, satışdadır. Çünkü, cariye üs-tündeki giysi ve takılarla birlikte
satıcıya aittir. İkrarda ise, cariyeyi başkasına ikrar ettiğinde, cariyenin lehine ikrar yapılana ait
olduğu ortaya çıkmaktadır. Bu ikrardan açığa çıkan şudur ki, cariyenin üzerin-de olanlar da velev ki
çok kıymetli olsun, cariye ile birlikte malikindir. Dü-şün.
«Bin dirhemi vardır ilh...» Musannıfın burada cümleyi böyle kayıtlamasının sebebi şudur: Eğer
adam başlangıçta, «Ben falan kimseden bir mal aldım, ancak onu kabzetmedim.» dese, sözü kabul
edilir. Nite-kim, mal elinde olduğu halde satıcının «Ben şunu sattım ama henüz se-menini
kabzetmedim.» sözü de kabul edilmektedir. Çünkü mebîin veya semenin kabzını inkâr etmektedir.
Makbul olan söz de münkirindir. Ama bu ikrar meselesi bunun aksinedir. Çünkü «kabzetmediği
sözü, «Onun benim üzerimde şu kadar malı vardır.» sözünden sonradır. Bu ise söz-den rücû
etmektir. O zaman bu geçerli değildir. Remlîyle ifade etmiş-tir.
«Köleyi ikrarda bulunana teslim ederse ilh...» Umulur ki, fakihlerin bu meselede «teslim»den
kasıtları hazır bulundurmaktır. Veya bu me-sele fakihlerin «Müşterinin önce satış bedelini teslim
etmesi gerekir.» sözünden tahsis edilmelidir. Çünkü bu acık birşey değildir. Makdisî. Ebus-suud.


Özetle.
«Tekzib ederse satış gerekir ilh...» Bedâye'de şöyle denilmiştir: «Zor-la satım akdi nasıl caiz
değilse, zorla ikrar da geçerli değildir. Zorla ik-rar şöyle olur: Adam, «Ben sana dışa karşı bir malı
ikrar edeceğim.» dese, ikrarın fasit olduğuna dair de kendi aralarında gizli bir anlaşma (muvazaa)
yapsalar, bunun ikrarı sahih değildir. Hatta lehine ikrar ya-pılan da ikrar edilen şeye mâlik olmaz.»
«Bu sözü tasdik edilir ilh...» Çünkü gasbedilen kimse, rastgele gasbettiği gibi vedîa verilen kimse
de kendisine ne vedia verilirse onu saklar. Bu duruma göre gasb ve vedîa ikrarının doğru olması
gerekmez. Tatarhâniye'de bir mesele vardır ki, çokça meydana gelir. Şöyle ki: «Bir kimse, «Bu
meyvanı sen bana vedîa olarak verdin.» dese, o da «Hayır sen onu benden gasbettin.» dese, eğer
bir hayvanı ariyet olarak alan, ona binmemişse, zamin olmaz. Yok eğer binmişse, zamin olur.
Bunun gibi, adam, «Sen onu bana ariyet olarak verdin.» dese, bu mesele de aynen önceki gibidir.
Ebû Hanîfe şöyle demiştir: «Bir kimse, «Şu şeyi ben senden ariyet olarak aldım.» dese, öteki de
onu ariyet olarak aldığını inkâr etse, zamin olur. Ama eğer, «Bu elbiseyi senden ariyet olarak
aldım.» dese, o da, «Hayır, sen onu benden satın aldın.» dese, ikrar eden eğer o elbiseyi
giymemişse söz onundur. Çünkü o münkirdir. Eğer elbiseyi giymişse, zamin olur. Adam, «Şunu sen
bana ariyet olarak verdin» dese, o da, «Hayır ben sana kiraya verdim.» dese, helak olduğu takdirde
zamin ol-maz. Ama «Ben senden gasbettim.» sözü bunun aksinedir. Şu kadarı var ki, «Sen bana
emanet olarak verdin» sözünde eğer kullanmışsa za-min olur.»
«Kıymetini alır ilh...» Burada şöyle bir görüş vardır: Meselenin na-zarî şekli işaret edilendedir.
Burada ise işaret edilen mevcut değildir. Ancak, denilebilir ki, işaret ettiği şey mevcuttu, sonra
ikrarda bulunan .onu helak etti. Fettâl.
«Şu bin falan kimsenin vedîasıdır ilh...» Bu meselenin tamamı Sulh bahsinin hemen öncesinde şu
meselenin açıklamasında gelecektir. Bir kimse, «Benim babam malının üçte birini falan kimseye
vasiyet etti.» fasılasız olarak hemen, «Hayır, falan kimseye» dese.
«Vedîa olarak verildiğini ikrar etmemiştir ilh...» Yani, tazmin etme sebebi ile ikrar etmemiştir. Ama
birinci mesele bunun aksinedir. Çünkü birinci meselede ikinci şahsa vedia olduğunu ikrar etmiştir.
Orada za-min olur. Çünkü vediayı birinciye ikrar etmiş ve ikrarı da birinci şahsa geçerli olduğundan
onun mülkü olmuştur. Artık onu ikinci şahsa teslim etmesi mümkün değildir. Ama bunun aksine
vediayı satar, müşteriye tes-lim etmezse, yalnız satışla o vediaya zamin olmaz. Zira vediayı
sahibi-ne teslim etmesi mümkündür. Bana açıklanan da şudur.
BİR UYGULAMA MESELESİ:
Tam ehliyetli olan bir kimse, iki mal için ikrarda bulunsa, her iki maldan bir istisna yapsa, meselâ,
«Benim üzerimde bin dirhem ve yüz dinar borç vardır, ancak bir dirhem değil.» dese. eğer her iki
malda da lenin hepsi Ebû Hanîfe ile Ebû Yusuf'un görüşleri üzeredir. İmam Muhammed'e göre ise.
eğer ikrar bir kişiye ise, istisna hangi cinsten ise ona ait sayılır. Eğer ikrar iki ayrı kişiye ise, istisna
hangi cinsten ise ona ait sayılır. Eğer ikrar iki ayrı kişiye ise, istisna asla geçerli değildir.
Tatarhâniye. Muhit'ten.
Eğer lehine ikrar yapılan iki ayrı şahıs ise. istisna mutlaka ikinci ma-la ait sayılır. Meselâ, «Falan
kimsenin bende bin dirhemi, falanın da bende yüz dinarı vardır, ancak bir dirhem değil.» demesi
gibi. Bu mese-lenin hepsi Ebû Hanîfe ile Ebû Yusuf'un görüşleri üzeredir. İmam Muhammed'e göre
ise, eğer ikrar bir kişiye ise istisna hangi cinsten ise ona ait sayılır. Eğer ikrar iki ayrı kişiye ise,
istisna asla geçerli değildir. Tatar-hâniye. Muhit'ten.
«Hangisi miktar bakımından çok ilh...» Eğer aynı cinsten ise. Eğer farklı iki cinsten ise, meselâ,
«Falan kimsenin benim üzerimde bin dir-hemi vardır.» peşine de «Hayır, bin dinarı vardır.» derse,
iki bini de öde­mesi gerekir. T. Özetle.
«Alacağım ilh...» Hâvi-i Kudsî'nin ifadesi şöyledir- «Benim falan kim-sedeki alacağım falan
kimsenindir, diyerek ona kabz yetkisi vermese, bu o kimse için bir ikrardır.» Hâmiş'te deyledir.
«Teslimi gerekir, ilh...» Yani üzerinde borç olmayan kimseye hibe etmek geçerli değildir. Ancak onu
kabza yetkili kılarsa geçerli olur.
«Benim ismim ilh...» Bunun özeti şöyledir: İster kabza yetki versin, ister etmesin, «Benim ismim
deyn kitabında ariyet olarak yazılıdır.» dese, bu sözü geçerlidir. Nitekim Musannıfın fetvasında da
yledir. Birinci görüşe göre hibe, ikinciye göre ise ikrar olur. Onun o malı kendine iza-fe etmesi,
mülk izafesi değil, nisbet izafesidir. Nitekim sarih de yukarıda bunu zikretti.
«Benim ismim deyn kitabında ariyet olarak yazılıdır.» demesi niçin şarttır? Onun nisbet izafesini


irade etmesine karine olduğu içindir. İş-te bunun üzerine de metnin ifadesi yorumlanır. O halde,
bunu ikrar say-makta kapalılık kalmaz. Gecen asla da açık bir karine bulunduğu için bu geçen asla
da zıd olmaz.
Vehbâniye şerhinde şöyle bir ifade vardır: «Kadın, «Benim kocam üzerindeki mehir alacağımda bir
hakkım yoktur. O, falan kimsenindir.» dese lehine ikrar yapılan da kadını tasdik etse, sonra kadın
kocasını mehinden ibra etmiş olsa, bazı âlimlere göre, kocası borçtan kurtulur, bazı âlimlere göre
ise, koca borçtan "kurtulamaz. Ama en açık olan, ko-canın borçtan kurtulmasıdır. Zira Merginanî,
bu ikrarın geçerli olmadığı-na işaret etmiştir. O zaman, ibra tam mahalline rastlamış oluyor.»
Burada ise, izafenin mülk için olduğu açıktır. Çünkü kadının mehri, başka kimsenin olamaz. Kadının
mehrini başkasına ikrar etmesi kab-za yetki vermeden hibe olur. Kabzsız hibe de geçerli değildir.
Musannıf bu meseleyi çeşitli hibe meseleleri konusunda kapalı görmüştür. Hal-buki Allah'ın yardımı
ile bu meseledeki kapalılığın nasıl halledildiğini gör-dünüz.
«Zikrolunan ilh...» Yani eğer,. «Benim ismim deyn kitabında ariyet olarak yazılıdır.» demezse,
geçerli değildir.

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...