İKRAR KİTABI
METİN
İkrarın
dava konusu ile ilgisi şudur: Davalı, dava konusu olan şeyi ya inkâr veya ikrar eder.
Müslümanın
dürüstlüğüne uygun olan hakkı ikrar etmesidir. O halde ikrar. müslüman ve muvahhid
olan
kimsenin haline daha yakın ve daha uygundur.
İkrar
lügâtte, yerinde bırakmak,
gerçekleştirmek ve ispat etmek anlamlarına gelir. Çünkü sabti olan
şeye,
«o şey karar kıldı» denilir. Şeriatta ikrar bir bakıma başkasının kendi üzerindeki hakkını haber
vermek
yani daha önce mevcut olan bu hakkı meydana
getirmektir.
Musannıf'ın,
ikrarı bir başkasının kendi üzerinde olan hakkı olarak kayıtlamasının sebebi şudur:
Çünkü
malı kendi şahsı için ikrar etmiş olsa, o zaman ikrar değil, dava olurdu.
Sonra
Musannıf ikrarın ihbar ve inşaya
benzemesi ile ilgili pratik
örneklere geçti. İhbar kabilinden
ikrar
şöyle olur: Bir kimse yanında bulunan
bir malın başkasına ait olduğunu
ikrar etse bu
geçerlidir. Böyle bir ikrardan sonra onun bir süre kendi mülkiyetinde kalan bu malı, sahibine teslim
etmesi
gerekir. Eğer kendi yanında bulunan fakat başkasına ait olan böyle bir malı inşa kabilinden
ikrar
etse o şahıs için yeni bir mülkiyet ihdas etmiş olmaz. Bu ikrar sahih olmaz. Çünkü ikrar
sırasında
malın mülkiyeti kendisinde
değildir. Eşbâh adlı eserde şöyle denilir: «Bir kölenin hür
olduğunu
ikrar etse, sonra da onu satın alsa. köle hür olur. Kölenin semenini de satıcıdan geri
alamaz.
Veya bir binanın vakıf malı olduğunu ikrar etmiş olsa, sonra aynı binayı satın veya miras
yoluyla almış bulunsa o bina vakıf olur. Böylece bu
kimse kendi kanaatiyle müâheze
edilmiş olur.»
Mükrehin
boşama ve azadı ikrar etmesi geçerli değildir. Buradaki ikrar ihbar değil, inşa olmuş
olsaydı,
ikrarı sahih olurdu. Çünkü inşâ
mefhumu ihbardan geri kalmaz. Meselâ eşini daha önce
boşadığını
haber vermekle. ikrah sırasında boşamayı ikrar etmek farklı tasarruflardır. Ticaret izni
olan
bir kölenin elindeki bir mal ile müslümanın şarapla veya kendi yarısını şuyu'lu olarak veya
kadının
şahitsiz olarak nikâhladığını ikrarları geçerlidir. Eğer inşa olsaydı, bu ikrarlar sahîh olmazdı.
Lehine
ikrarda bulunulanın, ikrara dayanarak belirli bir şeyi dava etmesi dinlenmez. Bununla da
fetva
verilir. Çünkü ikrarda bulunanın buradaki ikrarı ihbar olduğundan yalan olması ihtimali de
vardır.
Hatta ikrarı yapan yalan yere
ikrarda bulunmuş olsa, ikrar edilen şey, lehine ikrar yapılana
helâl
olmaz. Çünkü ikrar mülkiyet sebebi değildir. Fakat ikrarda bulunan kimse bu malı kendi
rızasıyla
teslim ederse, o zaman hibe olur. En uygun olan da budur. Bezzâziyye.
Ancak
mükarrünleh davasında, «İkrar olunan mal benimdir, çünkü o bana ikrar etti» dese, ikrarı
yapan
da aynısını ikrar etmiş olsa, o
zaman icamen onun davası dinlenir. Çünkü burada ikrar, malın
vücubuna
sebep olmamıştır. Ama lehine ikrar yapılanın davasından sonra ikrarda bulunan ikrarını
inkâr
ederse, yemin teklif edilir mi?
Fetva, ikrarı üzerine yemin teklif
edilmeyeceği şeklindedir.
Ancak
mal üzerine yemin teklif
edilir.
Defide
ikrar davası bütün âlimlere göre
dinlenir.
İkrarın
ikinci şekli inşâdır. Lehine ikrar yapılan ikrarda bulunanın ikrarını önce reddetse, sonra da
kabul
etse geçerli olmaz. Eğer bu ikrar ihbâr kabilinden olmuş bulunsaydı geçerli olurdu.
Ancak
kabulden
sonra red ile ikrar reddedilmiş olmaz.
İkrarda
bulunan redden sonra ikrarını tekrar etse, lehine ikrar yapılan bunu tasdik etmiş olsa, lehine
ikrar
yapılanın o şeyi alması gerekir.
Zira bu başka bir ikrar sayılır. Eğer sonra ikrarda bulunan
ikinci
ikrarını inkâr.etmiş olsa, yemin teklif edilmez ve onun aleyhine delil de kabul
edilmez.
Bedî
şöyle demiştir: «En uygun olan delilin kabulüdür. İbni Şıhne buna dayanmış, Şurunbulâlî de
ikrar
eylemiştir.»
İkrarla
sabit olan mülk, helâk edilen fazlalıkları kapsamına almaz. O halde lehine ikrarda bulunulan
kimse,
istihlâk edilmiş olan fazlalıklara da mâlik olamaz. Eğer bu ikrar ihbâr olsa idi, mâlik olması
gerekirdi.
Meselâ bir koyunu ihbar yoluyla ikrar eden kimse daha önce bu koyunun kuzusunu
istihlâk
etmiş olsa bile ikrar onu da kapsamına alır. Ancak kendi mülkiyetindeki bir koyunu inşa
yoluyla ikrar ederse, bu ikrar kuzuyu kapsamına almaz.
Hür
bir mükellef veya ticaretle izinli bir köle veya çocuk, belirli ve belirsiz bir hakkı ikrar etseler,
ikrarları geçerlidir. Çünkü, ikrar edilen malın bilinmemesi ikrara zarar vermez. Ancak ikrarda
bulunan
sattım ve kira gibi bir sebep beyan
etmiş olsa, o zaman bilinmezlik
zarar verir. Ama eğer
bunların
ikrarları bir ticaret malında olursa. geçerli olmaz. Zira ikrar ticaretin zaruretlerindedir.
Bunların
suç işleme, kefâlet gibi ticaretle doğrudan bağlantılı olmayan şeyler hakkındaki ikrarları
geçerli
olmaz. Ticaret, malı mal ile değişmektir. Mehir ise, malın mal olmayan bir şeye değişimidir.
Suçlarda
ise mübâdele söz konusu değildir. Uykudaki kimse ile baygın kimsenin ikrarı akıl
hastasının
ikrarı gibidir. Sarhoşun ikrarı ise ileride gelecektir.
İkrarda
bulunanın bilinmezliği ikrara zarar verir. Meselâ bir kimsenin «Senin birimiz üzerinde bin
dirhemin
vardır» demesi gibi. Çünkü burada
borcu ödeyecek kimse bilinmemektedir. Ancak bu
kimse,
«Senin benim ve kölemin üzerinde şu kadar alacağın vardır» dese geçerli olur.
Lehine
ikrar yapılanın bilinmezliği de eğer fahiş olursa, ikrara zarar verir. Meselâ bir kimse,
«İnsanlardan birisinin benim üzerinde şu kadar alacağı vardır» dese, bu ikrara zarar verir. Ama eğer
lehine
ikrar yapılanın bilinmezliği az olursa, meselâ, «Şu iki kişinin benim üzerimde şu kadar
olacağı
vardır.» dese, bu ikrara zarar vermez. Burada ikrarda bulunan beyan etmeye de zorlanamaz.
Çünkü
davacı meçhuldür. Bahır. Bu Dürer'de
de nakledilmiştir.
Yalnız
şu kadarı var ki, Dürer'de konu,
anlaşılamayacak derecede kısaltılmıştır. Nitekim. bunu
Azmizâde
de beyân etmiştir.
İZAH
«Başkasının kendisi üzerindeki hakkını ihbardır ilh...» Umulur ki, Musannıf'ın bu ifadesi, «Falan
kimsenin
falan kimse üzerinde bir hakkı yoktur» şeklinde ibra ve deynin iskâtı ifadesiyle nakzedilir.
Halbuki
bunlar da ihbardır.
Sadiye.
Ancak
Musannıf'ın bu tarifi şöyle
anlaşılmalıdır denilebilir: Yani îkrarda bulunanın başkasının
kendisi
üzerindeki hakkının ihbarı demek, yani o hakkı vacib olmaması demektir. Düşün.
«Bir
vechile de ikrar, inşadır ilh...» Sahih olan da budur. Bazı âlimler de ikrar inşadır demişlerdir.
Gelecek olan da bunun üzerine bina kılınır. Şu kadarı var ki, Gayetü'l-Beyân'da, Üstürşüniye'den
naklen
şöyle zikredilmiştir: «Halâvanî
Meşpayih îkrarın mülkiyete sebep olup olmadığında ihtilâf
etmişlerdir.
İbn Fazl iki mesele ile delil getirerek ikrarın mülkiyete sebep olmadığını
söylemiştir.
Meselelerden birincisi şudur: Borçlu olan bir hasta, malının hepsini bir ecnebiye varisleri icazet
vermeseler
dahi, ikrar etmesi sahihtir. Eğer ikrar mülke sebep olmuş olsaydı, o hastanın sözü
varisler
icazet vermediği takdirde ancak malının üçte birinde geçerli olurdu. İkinci mesele de şudur:
Ticaretle
izinli bir köle, elindeki muayyen bir malın bir kimsenin olduğunu ikrar etmiş olsa, o ikrarı
sahihtir.
Eğer temlik olmuş olsa, o mal o kimseye kölenin ikrarı teberru olurdu. Kölenin teberruu ise
sahih
değildir. Cürcânî de ikrarın temlik etmek olduğunu söylemiştir. Bu sözüne de
birkaç
meseleden delil getirmiştir. Bu meselelerden birisi şudur: Bir kimse hastalığında varislerinden
birisine
borçlu olduğuna ikrar etmiş olsa, bu ikrarı sahih olmaz.» Özetle.
Yukarıda
nakledilenlerden anlaşılıyor ki, Musannıf ve Bahır sahibinin
zikrettikleri her iki görüşün
birleştirilmesidir. Bu birleştirmenin şekli ise her iki fırkanın da istidlâl ettiği meselelerin sabit
oluşudur.
«Kendi
şahsı için ilh...» şahıs kendisinin bir başkasında alacağı olduğunu ihbar etmiş olsa bu dava
olur.
Ama eğer bir diğerinin bir başkası üzerinde alacaklı olduğunu ihbar ederse, bu da şahâdet
olur.
«İkrar
değil ilh...» Buna göre Musannıf'ın tarifi vekil, veli ve
benzerlerinin ikrarı ile nakzedilmez.
Çünkü
bunlar şer'an asılların yerine kâimdirler. Mülteka Şerhî.
«İkrarı
sahih olduğu îçin ilh...» O zaman birisi elindeki malı bir diğer kimseden gasbettiğini ikrar
ederse,
beyan etmesi için icbar edilir. Çünkü meçhul bir kıymeti ikrar etmiştir. Eğer beyan etmezse,
o
malın malikinin daha fazla iddia ettiği üzerine yemin teklif edilir. Eğer yemin ederse, malikin iddia
ettiği
ziyade sabit olmazsa, o zaman malik, gasbedilen malın kıymeti üzerine yemin teklif edilir. O
zaman
gasıbtan da malikin yemini ile
isbat ettiği kıymet alınır. Malik bu
kıymeti alsa, sonra da
gasbedilen
mal ortaya çıksa, burada gasıb o malı almada veya o malı malikine iade edip ödediği
kıymeti
almakta muhayyerdir.
Hâkim,
Ebû Muhammed Aynî'den şöyle rivayet etmiştir: Gasbedîlen malın sahibine yemin teklif
edilmesi
ve onun yemini ile isbat edilen
kıymetin gasbedenden alınması ancak onun inkârı ile sahih
olur.»
Ebû Muhammed Aynî ayrıca şöyle de derdi: «Gasbeden beyan etmesi için zorlanır. Eğer
beyan etmezse, hâkim ona gasbedilen malın yüz lira kıymetinde mi olduğunu sorar.
Eğer o hayır
derse,
elli midir? diye sorar. Eğer o hayır
derse, onun kıymeti yirmi beş miydi?
diye sorulur. Ta ki,
örfen
o malın en az kıymetine varıncaya kadar sorulur. O zaman onun son ikrar ettiğini vermesi
gerekir». Tatarhâniye, İkrar bahsi. müteferrik meseleler.
«Semenini
de satıcıdan geri alamaz. ilh...» Çünkü onun ikrarı ancak ona mahsustur. Bir diğerine
geçmez.
«İkrara dayanarak İlh...» Çünkü yalanın delili mevcut olup, o
do zorlamadır. Çünkü ikrar
doğruluk ve
yolan
ihtimali bulunan bir haberdir. Onun
delâlet ettiği mananın geri kalması caizdir. Minah.
«İhbar
inşadan geri kalmaz îlh...» İnşanın delâlet ettiği mananın ihbardan geri kalması sahih
değildir.
Hâmiş'te de böyledir. Zira inşanın
delâlet ettiği mana ihbardan geri kalmaz.
«Müslümanın
şarapla ilh...» Yani bir müslüman bir zımmînin yanında şarabı olduğunu îkrar
etse, bu
ikrarı
sahih olur, hatta ona şarabı teslim etmesi emredilir. Eğer başlangıçta ikrar temlik olmuş
olsaydı,
bu ikrar sahih olmazdı. Dürer'de.
«Bu ifade işaret ediyor ki, hamr
mevcut ve kâimdir. Zira
müslümana
hamrin bedelini vermek vacib
değildir. Bu mesele Muhit'te de ifade edilmiştir»
Şurunbulâliye'de
olduğu gibi.
«İkrarına dayanarak ilh...» Yani lehine ikrar yapılan, ikrarda bulunandan birşey iddia etmiş olsa,
onun
davası dinlenmez. Çünkü ikrar, ikrar
olunan şeyin lüzumuna sebep değil,
yalnız ihbardır.
Çünkü
davalı dava konusu şeyi ikrar edenin ikrarına dayandırmıştır. Sanki vücubuna bir sebeb
olmadan
ancak, «Bu şeyi karşı tarafın ikrarı ile taleb ediyorum» demektir. Bu ise bâtıl bir sözdür.
Minah.
Buradan
anlaşılmaktadır ki, muayyen birşeyi ikrara dayanarak dava
etmektedir. Nitekim metnin açık
ifadesi
böyledir. Yoksa, ikrar ile
ikrara dayanarak dava etmek değildir.
«İkrarını
inkâr ederse ilh...» Alacak davasında eğer davalı, «Davacı benim
olacağımı tam olarak
ödediğini
ve delil getirdiğini ikrar etti.»
dese, denilmiştir ki. davalının bu deyn davası dinlenilmez.
Çünkü
o, istihkak yolundan deyn davasıdır. Deyn de ancak misli ile ödenir. Sonuçta bu mesele
kendi
nefsi için deyn davasıdır. O zaman istihkâk yolundan ikrar davası olur ki, o da dinlenmez.
Mûhit
ve Zâhire, Câmiü'l-Fusûleyn ve
Fetâvâ-yı
Kûdurî.
Câmiü'l-Fusûleyn'de
yazılanın benzeri, Bezzâziye'de de mevcuttur Bezzâziyye de şu da ilâve
edilmiştir: «Bazı âlimler tarafından bu davanın dinleneceği söylenilmiştir. Çünkü sonuçta mesele
deynin edâsını kendi nefsinden def'tir. O zaman bir tarafta olmuş oluyor ki, davası dinlenir.
Muhit'te
bunu
zikretmiştir.»
Şeyhülislâm şunu zikretmiştir: «Eğer matlûb, davacının iddia ettiği mal üzerinde bir hakkı
olmadığına
dair ikrarı üzerine delil getirse, eğer maruf bir kimseye ikrar etmemişse dava reddedilir.
Yine
miras malı olarak iddia etmiş olsa, kendisinden istenen kimse de mürisin ikrar ettiğine dair
delil
getirmiş olsa, davası reddedilir. Nitekim biz bunu zikrettik. Bu meselenin tamamı Muhit'tedir.
Hâmiş'te
de böyledir.»
«Defide
ikrar davası îlh...» Yani dava
konusu malın davalının mülkü olduğu
ikrar edilse. âlimlerin
çoğunluğuna
göre bu dava dinlenir. Fakat
alacağını tam olarak aldığını ikrar davasının
dinlenmeyeceği
bazı âlimlere
söylenmiştir.
Hâmiş'te
şöyle denilmektedir: «Defi yolunda
ikrar davasının sahih olup olmadığında ihtilâf
edilmiştir.
Şöyle ki, davalı, davacının iddia ettiği malın davalının mülkü olduğunu
ikrar etmesi
üzerine
delil ikâme etse, bu delili kabul edilir mi, edilmez mi? Bazı âlimler kabul edilmeyeceğini
söylemiştir. Ama bu meselede âlimlerin çoğunluğunun sözü, delil ve davanın kabul edileceği
üzerinedir.»
Dürer.
«Sonra
da kabul etse, geçerli olmaz ilh...» İnşâ kabilinden olan ikrarı lehine ikrar yapılan kimse
önce
reddetse.sonra kabul etse sahih olmaz. Bunun yeri şudur: Hak; hibe ve sadaka gibi bir kişiye
ait
olursa bu böyledir. Fakat satın alma
ve nikâh gibi iki kişiye ait olursa
o zaman sahih olmaz.
Burada
Musannıf'ın bu sözü mukayyet söyleyeceği yerde mutlak söylemiştir. Bu
meselenin şu
şekilde
kayıtlanması gerekir: «Eğer ikrarda bulunan. ikrarı üzerinde ısrar etmiyorsa» Lehine ikrar
yapılan
önce red, sonra kabul etse sahih olmaz. Çünkü aşağıda da geleceği gibi lehinde ikrar
yapılana
bir şey yoktur. Ancak ikrarda bulunan ikrarında ısrar ederse, lehine ikrar onun tasdikine
dönerse,
o zaman alabilir. Sâyıhâni'nin yazısı ile Hülâsa, adlı eserden şöyle bir nakil vardır: «Birisi,
diğerine,
«Sana bu köleyi bin liraya satmıştım» dese, müşterî de, «Ben bunu senden olmadım»
dese,
satıcı sussa, sonunda müşteri o mecliste veya ondan sonra, «evet ben
senden aldım» demiş
olsa,
bu ikrar caiz olur. Yine nikâh ve iki kişinin hakkı olan şeylerde ikrar caizdir. Ama hibe ve
sadakada, redden sonra ikrar fayda vermez.
«Reddolunmaz
ilh...» Çünkü kabulden sonra ikrarla malı onun mülkü olmuştur. Malın maliki olan
kimsenin
husûmet olmayan bir yerde bu malın kendisine ait olmadığını iddia etmesi geçerli
değildir.
Ancak taraflar yekdiğerinde kendisine ait bir hak olmadığını tasdik ederlerse bu geçerli
olur.
Çünkü fasit satım akdi konusunda
şöyle bir şey geçti: Birisi diğer birisinden iddia ettiği malın
kârını
taleb etse, diğeri de onun bu talebini tasdik etse ve verse, sonra da ikisinin tasdikiyle kârın
olmadığı
ortaya çıksa, bu sahih olur. İşte,
sonunda gelen tasdik, önceki nakzı bozdu. Halbuki o kâr,
temiz
ve helâl idi. Sâyıhânî.
«Helâk
edilen fazlalık hakkında ilh...» Musannıf'ın bu sözü zahiri ile ikrar ile sabit olan mülkün
istihlâk
edilmeyen fazlalığı da kapsamına aldığını ifade etmektedir. Halbuki bu da Hâniye'de olana
aykırıdır.
Hâniye'de şöyle denilmiştir: «Bir câriye ile çocuğu birisinin zilyedliğinde olsa, o cariyenin falan
kimsenin
olduğunu ikrar etse, çocuk o ikrara dahil olmaz. Mukârrünleh eğer cariyenin kendisine ait
olduğuna
dair delil ikâme ederse. o zaman çocuğa da sahip olur. Bir kimse birisine, «Bu köle senin
cariyenin
oğludur» dese, veya, «Bu kuzu senin koyunundur» dese kölenin veya kuzunun o adamın
olduğunu
ikrar etmiş sayılmaz. Bu şekilde düzeltilmesi gerekir. Hamevî. S.
«Malik
olamaz ilh...» Bir kimse bir cariye alsa. o cariye bir çocuk doğursa, sonra o cariyenin
başkasının istihkâkı olduğu delil ile sabit olsa, çocuk da annesine tabi olur. Ama eğer böyle bir
cariyenin
başka birisinin olduğunu kendisi
ikrar etse, o çocuk annesine tabi olmaz. Aradaki fark,
delil
ile çocuğu aslıyla birlikte hak etmesidir. Bundan ötürü de biz diyoruz ki,
satıcılar kendi
aralarında delil ile muamele yaparlar. İkrar bunun aksinedir. Çünkü onunla muamele yapmazlar. F.
Annenin
birisine ait olduğuna hükmetmek,
çocuğun da onun olduğuna
hükmetmektir. Hayvan da
böyledir. Çünkü hüküm tam bir delildir. Ama ikrar bunun aksinedir. Cariyenin birisine ait olduğu
ikrar
etmek, çocuğun do onun olduğunu ikrar
etmek değildir. Çünkü ikrar eksik bir delildir.
«Hür
bir mükellef ilh...» Biliniz ki, ikrarın şartı ikrarda bulunanın âkıl ve baliğ yanı mükellef olması
ve
ikrarın istekle yapılmasıdır. Hür olmak ise, ikrarın mutlak değil, o anda nafiz olması için
şarttır.'Bu
sebeple had ve kısas gibi töhmet olmayan şeylerde kölenin ikrarı derhal sahih olur.
Töhmet
olan şeylerde ise, onun ikrarının
sahih olması. azadından sonraya tehir
edilir.
Ticaretle
mezun olan bir kölenin ticari muamelelerle ilgili ikrarı derhal geçerli olur. Ama mezun
kölenin
cinayet, izinsiz olarak evlendiği
kadının mehri gibi ticaretten
olmayan meseleler hakkındaki
ikrarı
azad edilmesinden sonraya tehir edilir. Ticarî konularda ticaretle izinli çocuk da köle gibidir.
Ama
kefâlet gibi ticaretle ilgili olmayan hususlardaki ikrarında köle gibi değildir. Haram bir içkiyi
kendi
isteğiyle kullanma sonucu sarhoş
olan kimsenin ikrarı ancak ikrardan rücûu mümkün olan
zina
ve şarap içme suçlarını ikrarı geçerli olmaz. Eğer sarhoşluk mübah bir yolla olmuşsa ikrarı
geçerli
değildir.
Minah.
«İkrarları bir ticaret malında olursa ilh...» Ticarete izinli köle küçük çocuk veya bunak kimse
ticaretle
ilgili bir konuda ikrarda bulunurlarsa, bu ikrarları geçerli olur. Bunun cevabı. Musannıf'ın
gelecekteki, «geçerli olur» sözüdür. Yani bunların ikrarı o durum sebebiyle geçerli olur. Şümnî
şunu
da ilâve etmiştir: «Bunların Deyn,
vedîa, ariyet, müdârebe ve gasb
gibi ticaretin
zaruretlerinden
olan şeyler hakkındaki ikrarları da geçerli olur. Ama mehir cinayet ve kefâlet gibi
ticaretin
zaruretlerinden olmayan konulardaki
ikrarları geçerli değildir. Çünkü ticaret kapsamına
göre
muameleler izne tabi olurken, bu nitelikte olmayan muameleler izni gerektirmez.» Fettâl.
«Bilinmezlik ikrara zarar verir ilh...» Çünkü bir kimse bir şeyi falan kimseye sattığını veya
falancadan
bir şeyi satın aldığını yahut falancaya bir şeyi kiraya verdiğini ikrar etse, onun ikrarı
geçerli
olmaz. İkrarda bulunan bu şeyi teslim etmeye de
zorlanamaz. Dürer. Hâmiş'te de
böyledir.
Çünkü
«yes» belirsizdir.
«Benim
ve kölemin üzerinde şu kadar ilh...» Makdisî şöyle der: Burada kendisi ile kölesini birlikte
zikretmesi
ikrarı belirli hale getirir. Çünkü kölesi üzerindeki şey, mana bakımından kendisine döner.
Fakat
bu da ancak o durumda gerekli olan şeylerde gerçekleşir. Meselâ, kölenin hür olmasından
sonra
gerekli olacak konularda köle de yabancı gibidir. Bu durumda sanki
«Benim ve Zeyd'in
üzerindeki
şeyler» demesi gibi olur ki bu geçerli değildir.
Hâmevî
bunu Eşbâh'ın hâşiyesinde zikretmiştir. Fettâl.
«İkrarda
bulunan beyan etmeye de zorlanamaz ilh...» Zeylâî buraya, «İkrarda bulunana hatırlaması
için
emredilir. Çünkü ikrarda bulunan bazen hak sahibini unutabilir» sözünü eklemiştir.
Gayetü'l-Beyân'da da, eğer lehine ikrarda bulunulanlar ayrı ayrı dava etmişlerse, «ikrarda bulunana,
her
biri için ayrı ayrı yemin teklîf edilir» sözü eklenmiştir. Tatarhâniye'de Musannıf'ın burada,
hâkimin
her iki lehine ikrar yapılan için, ikrarda bulunana ayrı ayrı yemin teklif etmesini
zikretmemiştir. Bazı alimler. «İkrarda bulunan her ikisine de ayrı ayrı yemin eder» demişlerdir. O
zaman
hâkim dilerse önce hangisinin yemin edeceği hususunda kura çeker veya dilediği bir
şekilde
yemin ettirir» denilmiştir.
İkrarda
bulunan her ikisine ayrı ayrı yemin ettiği takdirde üç durum ortaya çıkar: Eğer lehine ikrar
yapılanlardan
birisine, «Senin değildir» diye yemin ederse, hâkim, kölenin diğer lehine ikrar
yapılanın
olduğuna hükmeder. Eğer ikrarda bulunan her iki yeminden de kaçınırsa, o zaman hâkim,
köle
ve kölenin çocuğunu her ikisi
arasında yarı yarıya hükmeder. Bu meselede hâkimin ikrarda
bulunana
ister ikisi için birden yemin teklif etsin, ister her biri için ayrı ayrı yemin teklif etsin durum
değişmez.
İkrarda bulunan her ikisine de yemin ettiği takdirde, ikisinin davasında da beri olur.
Lehine
ikrar yapılanların her ikisi de yeminden sonra sulh yapmak ve sulh yoluyla köleyi ondan
almak
isteseler, Ebû Yusuf'un birinci görüşüne göre, böyle
bir istekte bulunabilirler. Nitekim
yeminden
öncesi için İmam Muhammed'in görüşü de budur. Ebû Yusuf
daha sonra bu birinci
görüşünden
dönerek, «yeminden sonra sulh yapmaları caiz değildir.» demiştir. Fakihler Ebû
Hanîfe'den
bu hususta bir rivayet olmadığını
söylemişlerdir.
METİN
Bilinmeyen
bir şeyin veya bir hakkın, nakit para veya mislî şeylerden ceviz
gibi kıymeti belirli olan
bir
şeyle belirtilmesi gerekir. Fakat bunların buğday tanesi veya ölmüş hayvanın derisi yahut hür
olan
bir çocuk gibi kıymeti olmayan şeylerle belirtilmesi caiz değildir. Çünkü kıymeti olmayan
şeylere
beyan etmek, ikrardan rücû anlamına gelir ki, bu da geçerli değildir. Burada söz, yeminle
birlikte
ikrarda bulunanındır. Çünkü o,
inkâr eden durumundadır. Lehine ikrar yapılan ikrarda
bulunanın
ikrarından daha fazlasını delilsiz iddia etse de hüküm değişmez.
İkrarda
bulunanın, «Falan kimsenin benim üzerimde malı vardır» şeklindeki ikrarında, malın
kıymetini
beyan ettiği takdirde bir dirhemden aşağısı hakkındaki beyanı tasdik edilmez. Eğer altın
ve
gümüşten olan büyük mal olduğunu
ikrar ederse, zekât nisap ölçüsünden aşağı beyanları esah
kâvle
göre kabul edilemez. İhtiyâr. Bazı
âlimler tarafından, eğer ikrarda bulunan fakir ise onun
hakkında
hırsızlığın nisabı muteberdir denilmiştir. Bu görüş de «büyük mal» olarak düzeltilmiştir.
İkrarda
bulunan eğer üzerinde bir başkasının deve cinsinden büyük malı olduğunu söylerse, yirmi
beş
deveden aşağı ikrarı tasdik edilmez. Zira deve cinsinde zekât nisabının en aşağısı yirmi beştir.
Zekât
mallarının dışındaki mallarda da ikrarda bulunanın zekât nisabının altındaki bir kıymette olan
beyanları tasdik edilmez. Yine ikrarda bulunan üzerinde çok büyük mallar olduğunu söylemişse, o
zaman
da üç nisab miktarından aşağı olan beyanları tasdik edilmez.
İkrarda
bulunan, eğer bu büyük malları altın
ve gümüş dışındaki mallar, olarak belirtse, o zaman da
onların
kıymeti, nisabın en alt derecesinde takdir edilir.
Bir
kimse kendisinde dirhemler olduğunu söylese, o zaman üç
dirhemden aşağı tasdik edilmez. Bir
kimse
kendisi üzerinde çok dirhem veya dinar veya elbise olduğunu ikrar ederse on adetten aşağı
beyanları tasdik edilmez. Çünkü on çoğul isimlerinin sonudur.
Bir
kimse kendisinde herhangi bir dirhem (üstün ile) olduğunu
söylese, mutemed kâvle göre bir
dirhemden
aşağı beyanları kabul edilmez.
Fakat bunun esreli «dirhemin» şeklinde söylemişse, yüz
dirhemden
aşağı olan beyanı tasdik
edilmez.
Bir
kimse kendisinde «dirhemcik» veya büyük bir dirhem olduğunu söylese, bir
dirhemden aşağı
beyanı tasdik edilmez. Burada muteber olan mutad tartıdır. Mutad tartının
dışındaki ancak delille
sabit
olur. Zeylâî.
Bir
kimse. üzerinde «keza keza dirhemen» olduğunu söylese. beyanında on bir
dirhemden aşağısı
tasdik
edilmez. «Keza ve keza dirhemen» olduğunu söylese, o zaman da yirmi bir dirhemden aşağı
beyanı tasdik edilmez. Zira, onun emsali «vav» ile yirmi birdir. Adam «vav»sız olarak «keza»
kelimesini üç defa tekrar etse, o zaman on bir dirhemden aşağısı kabul edilmez. Çünkü onun
emsali
yoktur, tekrara hamledilir.
Bir
kimse «keza» kelimesini «vav» ite üç defa tekrar etmiş olsa, yüz yirmi bir dirhem ödemesi
gerekir.
Bundan aşağı beyanları da tasdik
edilmez. Aynı kelimeyi «vav» ile dört defa tekrar ederse,
bin
adet artarak bin yüz yirmi bir dirhem ödemesi gerekir. Eğer bu şekilde beş tekrar ederse, o
zaman
on bin ilâvesiyle on bin yüz yirmi bir dirhem ödemesi gerekir. Altı defa tekrar etmiş olsa, bu
sefer
de yüz bin hem edilir. Eğer yedi kere tekrar ederse, bir milyon ilâve edilir. Tekrarlarda bu
şekilde
ilânihâye emsale itibar edilir.
Bir
kimse «falan kimsenin benim tarafımdan veya benim üzerimde
alacağı vardır.» demiş olsa, bu
sözü
borç ikrarı demektir. Zira «Üzerime» kelimesi gereklilik içindir, «tarafımda» kelimesi de zamin
olma
anlamındadır.
Bir
kimse, «Benim üzerimde veya tarafımda falan kimsenin bir şeyi vardır» dedikten sonra ara
vermeden
«vedîadır» dese, sözü tasdik
edilir. Ama eğer ara verirse, tasdik edilmez. Çünkü onun
susması
ile önceki sözü kesinleşmiştir.
Bir
kimseye, «benim yanımda veya
beraberimde veya evimde veya cüzdanımda veya sandığımda
bir
şey vardır» dese, örf ile amel edilerek emaneti ikrar ettiğine hükmedilir.
Bir
kimse, «Bütün malım veya malik olacağım her şey onundur.» dese, veya «Malımdan veya
dirhemlerimden
şu kadar onun içindir» dese o zaman ikrar değil hibe olur. Hibenin sıhhati için de
teslim
lâzımdır. Ama ikrar bunun aksinedir. Ama eğer, «Malımda veya dirhemlerimde onun şu kadar
hakkı
vardır» dese, o zaman da şirketle ikrar etmiş olur.
Burada
asıl kâide, ikrar ettiği malı kendi mülküne izafe ederse, yani, «Benim mülkümden şu kadarı
falan
kimsenindir» derse, bu hibe olur. Bu geçen kâideye, «Benim evimde falan kimsenin malı
vardır»
sözü ters düşmüyor mu diye bir soru
sorulabilir. Deriz ki, «Benim evimde» sözündeki izafe
mülk
izafesi değil, nisbet izafesi olmaktadır. Yine, «Hudutları şunlar olan toprağım küçük
çocuğumundur.»
dese, çocuk kabzetmese bile hibe olur. Çünkü o mal henüz babasının elindedir.
Ancak
babasının söylediği mal taksimi
kabil birşey ise o zaman onun ifraz
yapılarak kabzı şart olur.
Çünkü
burada takdirî bir izafe vardır.
Bunun delili de. Musannıfın, «Bir
çok insan tarafından kendi
mülkü
olduğu bilinen bir şeyi kendi mülküne izafe etmeden bir diğer kimseye ikrar etse, onun bu
sözü
ikrar mı, yoksa mülkiyeti nakletme midir? Mülkiyeti nakletme olarak kabul edilmesi daha
uygundur. Çünkü herkes tarafından onun mülkü olduğu bilinmektedir. O halde onda temlikin
şortlarına
riayet edilmesi gerekir» sözüdür.
Bir
kimse, birisine, «Benim senin üzerinde binim vardır» dese, o da «Onu tartayım mı veya onu
nakit
para olarak mı ödeyeyim veya bana mühlet ver veya ben sana ödedim ve sen beni ondan beri
ettin
veya sen onu bana sadaka vermiştin veya bana hibe etmiştin veya ben seni Zeyd'e havale
etmiştim»
dese, bu sözlerin hepsi. o bin ile odamın ona ikrar etmesi demektir. Çünkü bunların
hepsinde
zamir bine raci olur. Azmizâde. Eğer bunu söyleyen kimse alay yoluyla söylememişse bu
kimse
ona cevap vermiş olmaktadır. Eğer alayla söylemişse ve şahitler de alay yoluyla söylediğine
şahâdet
ederler ise. hiçbir şey ödemesi gerekmez.
İZAH
FER'İ
BİR MESELE:
Musannıf,
ikrarda bulunanın genel anlamda yapacağı ikrardan söz etmemiştir. Bu Minah adlı eserde
zikredilmiştir. Meselâ, bir kimse, «Benim elimde az veya çok miktarda bulunan köle veya metâ
yahut
bana bildirilen yahut da bana nisbet edilen şeylerin hepsi falan kimseye aittir» diye genel
ikrarda
bulunsa, bu ikrar geçerlidir. Eğer taraflar ikrar olunan malın, ikrar sırasında mevcut olup
olmadığında
ihtilâf ederlerse, söz ikrarda bulunanındır. Ancak, lehine ikrar yapılan kimse, malın
ikrar
sırasında ikrarda bulunanın elinde olduğuna dair delil ikâme ederse, o zaman söz delili ile
birlikte
lehine ikrar
yapılanındır.
İkrarın
geçerli olması için, lehine ikrar yapılanın bunu kabul etmesi şart değildir. Ancak lehine ikrar
yapılan
ikrarı reddederse, ikrar konusu olan malı da red etmiş sayılır. Hülâsa ve diğer birçok
muteber
kaynaklarda bu hüküm açıkça
belirtilmiştir.
Musannıf,
bu zikredilenlere dayanarak Kâdıhan
ve İmâdiye'nin, «Gâib bir kimse
lehine yapılacak
ikrarın
geçerli olması, onun tasdikine bağlıdır» sözlerini kapalı bulmuştur. Sonra da Musannıf bu
kapalı
ifadelere cevap vermiştir.
Remlî'nin cevabında da bundan söz
edilmiştir. Musannıf'ın bu
konudaki
cevabı şöyledir: «İkrarın lüzum ifade
etmesi ile geçerli olması ayrı şeylerdir. Buna göre,
ikrarın
geçerli olması, onun lehine ikrar yapılanın kabulüne bağlı olmasına engel değildir. Kabule
bağlı
olan geçerli olma değil, belki lüzum ifade etmesidir. Gâib lehine ikrar, hemen lüzum ifade
etmez.
Bu yüzden ikrar başkasına da
geçerli olur. Nitekim lehine ikrar yapılan bakımından da lüzum
ifade
etmez. Onun ikrarı reddetmesinin geçerli oluşu bu yüzdendir. Ancak hazır lehine yapılan ikrar.
kabulden
önce başkasına geçerli olmaması için derhal lüzum ifade eder. Bu lüzum, karşı tarafı
bağlamadığı
için, lehine ikrar zum ikrarı reddetmesi mümkündür. Böylece ikrar her iki taraf için de
kabulsüz
geçerlidir.
«Azmizâde ilh...» Azmizâde'nin açıklamasının özeti şöyledir: «Dürer
sahibinin, «İkrarda bulunanın
beyan için zorlanması» ifadesi lehine ikrar yapılanın değil, ancak ikrar konusu malın belirsiz olması
ile
ilgilidir. Çünkü Kâfi adlı eserde: «Bu meçhûl bir şeyi ikrar etmek olacağı için bir anlam ifade
etmez»
denilmiştir. Beyana zorlamanın yararı ise, ancak sahibi içindir. Çünkü hak meçhûldür.
«Bir
şeyin veya hakkın ilh...» Eğer ikrarda bulunan, «İkrarımızdan kastım, İslâm'ın bir hakkı idi»
derse,
onun fasılalı söylerse, geçerli olmaz. Ama ikrarla birlikte ara vermeksizin söylerse, geçerli
olur.
Tatarhâniye ve
Kifâye.
«Bazı
âlimler tarafından, eğer mukır fakir ise onun hakkında hırsızlığın nisabı muteberdir
denilmiştir
ilh...» Zeylâî şöyle demiştir: «Sağlam olan şudur: Bazı âlemlerin bu ifadesi, ikrar edenin
zenginlik
ve fakirlik hali üzerine bina edilir. Zira az bir şey fakire göre büyük olabilir.
Bunun bir kaç
misli
ise, rengine göre hiç de büyük olmayabilir. O halde bu görüş şerhte olanla çelişkilidir. Çünkü
ikiyüze
ulaşan meblâğ zekâtta büyük bir meblâğ sayılır. Hırsızlık ve mehirde ise on rakamı
büyüktür. O halde, burada ikrarda bulunanın durumuna bakılır. Eğer zenginse zekât nisabı, fakir
ise,
hırsızlık nisabı esas alınır.» Nihâye'de de böyle
zikredilmiştir. Hıdâye'nin hâşiyelerinde de
Mebsût'a
nisbet edilerek aynı hüküm
mevcuttur. Şurunbulâliye.
Hâmiş'te
de, Zeylâî'den naklen şöyle denilir: «Uygun olan, Ebû
Hanîfe'den rivayet edilene kıyasla bu
meselede ikrarda bulunanın durumunun ölçü alınmasıdır.»
Şurunbulâliye.
«Üç
nisab miktarı ilh...» Yani, malın hangi cinsinden ikrar etmişse, o cinsin üç nisab miktarından
aşağı
beyanı kabul edilmez. Çünkü, çoğulun
en küçük rakamı üçtür. Hatta, «Benim yanımda
dirhemlerden
çok mal vardır.» dese, altı yüz dirhemden aşağı tasdik edilmez. Bunun gibi hangi
cinsi
söylesin, meselâ bir kimse, «Benim yanımda deveden büyük malları vardır» dese, sözünün
tasdik
ve tediyesi için yetmiş beşten
aşağısı kabul edilemez.
«Onların
kıymeti ilh...» Yani, en aşağı
kıymetine itibar edilir. Çünkü en aşağısı yakını olandır. Zeylâi.
Yani,
kıymet bakımından nisabın en aşağısına itibar edilir. Ebussuud.
«On
çoğul isimlerin sonudur ilh...» Yani, «aşeretü derahime (On dirhem) sonra da, «ahadi aşere»
«on
bir» denilirse, o zaman ifade bakımından «aşeretü derahime (on dirhem)» daha çoktur. Bu
yüzden
de ona itibar edilir. Hidâye'de de
böyledir.
«Mutemed
kâvle göre ilh...» Zira, metinlerde geçen sözler, fetvâlarda geçen meselelere tercih edilir.
Şurunbulâliye.
Tetimme ve Zahire'de, «Mukır» keza
dirhemen» dediği takdirde iki dirheme itibar
edilir.
Çünkü keza kelimesi sayılardan kinâyedir. Sayıların en azı da ikidir. Çünkü «bir» adet
sayılmaz.
Onunla başka bir sayı daha
zikredildiği zaman adet sayılır.
Muhtar şerhinde bazı âlimler
tarafından,
«Keza dirhemen» dediği zaman, yirmi dirhem ödemesi gerekir. Kıyas da budur. Çünkü.
sayıların
en azı mürekkep değildir. Bu «keza» kelimesinden sonra «derhem» kelimesi «Dirhemen»
şeklinde
zikredildiğinden ondan önce zikredilenin mutlaka «ışrune (yirmi)» kelimesi olması gerekir.
Bu
itibarla, «keza dirhemen» dediği zaman yirmi dirhemden aşağısı tasdik edilmez ve en az yirmi
dirhem
ödemesi gerekir» denilmiştir.
«İkrarda
bulunan «keza keza dirhemenû olduğunu söylemese
ilh...» Yani «dirhemen» şeklinde
üstün
İle söylerse, on birden aşağı sayılar
için sözü tasdik edilmez. Ödemesi gereken de on bir
dirhemdir.
Ama, «keza keza dirhemin» şeklinde esre ile söylese en aşağı üç yüz dirhem kabul
edilir.
Eğer,
«keza keza dirhemen veya keza keza dinâren» demiş olsa, her birisinden on birer tane
ödemesi
gerekir. Eğer, «keza keza dinâren ve dirhemen» demiş olsa, tümünden on bir öder. Yalnız
şu
var ki. taksim edilir. Altı dirhem, beş de dinar şeklinde ihtiyâten taksim edilir. Bunun
aksi de
olmaz.
Çünkü maliyet bakımından dirhemin
kıymeti dinardan azdır. Kıyas
aslında her birisinden
beşer
bucuk ödemesi şeklindedir. Ancak bu kimsenin ifadesinde küsûra delâlet edecek bir şey
bulunmamaktadır.
Bu bakımdan yukarıdaki taksim
tarzı dikkate alınır. Gâyetü'l-Beyan'dan özetle.
«Beş
defa tekrar ederse iIh...» Şârihin bu sözünde şu görüş vardır: Bine on bin ilâve edilmesi
gerekir.
Halbuki şârihin öyle değil. on bine
bin eklemesi lâzımdır demesi gerekirdi.
«On
bin ilâvesiyle ilh...» Aynî, bunu
«uygundur» sözü ile birlikte nakletmiştir. Şu kadarı var ki
Aynî'nin
naklettiği açık bir hatadır. Çünkü on bin, bin ile vavsız olarak
terkib edilir ve «ahâde aşere
elfen
(on bir bin)» denilir. O zaman
onunla itibar edilen vav mümkün
mertebe heder edilmiş olur Bu
meselede ise vavın heder edilmesi mümkündür. Çünkü «ahâde ve ışrûne elfen» yani yirmi bir bin,
«miyetün
ve ahâde ve ahâde ve işrûne dirhemen» yine yüz yirmi bir dirhem, yukarı ile birlikte yirmi
bir
bin yüz yirmi bir dirhem denilir. Yalnız şârihin «altı defa tekrar ederse» sözü doğrudur. Sâyıhânî.
Şöyle ki, «kezâ» kelimesini vav ile birlikte altı defa tekrar etse, «miyetün elfin ve ahâde ve ışrûne
elfen
ve ahâde ışrûne dirhemen» yani yüz yirmi bir bin yirmi bir dirhem
ödemesi gerekir. «keza
kelimesinin yedi defa tekrar ederse, o zaman da yirmi milyon yirmi bir bin ödemesi gerekir.
«Benim
yanımda veya beraberimde ilh...» Ben zannediyorum ki, Musannıf'ın yaşadığı tarihteki
örf
böyle idi. Şimdiki örf ise, benim yanımda veya beraberimde dediği zaman ikrar değil, deyn
kasdedilir. Ancak fakihlerin zikrettikleri başka bir gerekçe, bizim örfümüzde buna itibar
edilemeyeceğini
ifade etmektedir. Sâyıhânî.
Makdis'den naklen şöyle demektedir:
«Zira bu yerler
(yanımda veya beraberimde ve benzerleri ifadeleri) ikrar konusu malla ilgilidir. Deyn yeri değildir.
Çünkü
deyn insanların zimmetinde olur. Nesne ise, yanında emaneten veya kefâleten bulunması
ihtimalini
de taşır. O zaman, «yanımda, beraberimde, evimde»
dediği zaman sözü emânete
hamledilir.
Örf de buna şahâdet eder. Eğer, İtiraz yoluyla, «Benim üzerimde yüz vedîa deyn vardır»
veya «Üzerimde yüz deyn vedîa vardır» demiş olsa, burada emanet tesbit edilemez. Halbuki emanet
bu
iki sözün de edna derecesidir.» denilebilir. Bu itiraza şöyle cevap verilir: İki lâfızdan birisi
emanete
delâlet, birisi de deyne delâlet etse, mukır bunların ikisini bir arada zikretse, o zaman deyn
tarafı
emanet tarafına tercih edilir.»
Ama
iki manayı ihtimal eden bir lâfız bunun
hilâfınadır.
«İkrar
bunun aksinedir ilh...» Zira eğer ikrar olmuş olsa, ikrar ettiği malı teslime ihtiyaç yoktur.
«Hibe
olur ilh...» Zira, ikrar konusu olan şeyi kendi mülküne izafe etmesi, ihbar kabilinden olan
ikrara
hamletmeye engel olur. İnşa
olunca da hibe olur. O zaman hibede şart kılınan şartlar bunda
da
şart olur. Minah.
Eğer
bir kimse. «şahid olunuz, ben falan kimseye bin dirhem vasiyet ettim» ve «Falan kimsenin
benim
malımın içinde bin dirhemi vardır, onu da vasiyet ettim.» demiş olsa, birincisi vasiyet, diğeri
ise
ikrar olur. Bu konuda kâide şudur: Bir kimse vasiyetinde. «Benim evimin altında
biri falan
kimsenindir» dese, bu vasiyettir. Ama eğer. «Benim evimde falan kimsenin altında bir hakkı vardır».
demiş
olsa, ikrar olur. Çünkü birincisinde evin altında birini yine kendi nefsine izafe etmiştir. Eğer
temlik
kastı varsa bu, vasiyet olur. İkincisinde ise, kendi evini başkasının olan altıda bire zarf
kılmıştır.
Onun evi o altıda bire zarf olur,
eğer altıda bir bu vasiyetten önce o
kimsenin mülkü ise, o
zaman
adamın ikinci sözü, ikrar olmuş olur. Ama bunu ihbar kabul
edersek, ikrar olur Ama eğer
inşa
olursa, onun evi zaten o altıda bire
zarf olmaz. Çünkü evin hepsi
onundur. Bazısı bazısına zarf
olmaz:
Binaenaleyh, eğer adam «Falan kimsenin benim malımdan bin dirhemi vardır.» demiş olsa,
eğer
bunu vasiyet silsilesinde zikrederse, istihsanen vasiyet olur. Ama eğer «Falan kimsenin benim
malımda
bin dirhemi vardır.» dese, o zaman ikrar olur. Nihâye'nin Vasiyet kitabının başından.
Buna
göre Musannıf'ın «hibe olur» sözünün
anlamı, eğer vasiyet silsilesinde
zikretmemişse hibe
olur
şeklinde anlaşılmalıdır. Bu asılda ihtilâf vardır. Nitekim Minah'ta da zikredilmiştir.
Bezzâziyye ve diğer kitaplardan naklen şöyle bir ifade gelecektir: «Falan kimse üzerinde olan
deynim falanca adamındır» dediği zaman bu, ikrar olur. Biz bu meseleyi orada da açıkladık.
«Evimde
falan kimsenin malı vardır
ilh...» Bu ifadeye, onun evinde olan gündüzleri otlamaya
giderek
geceleri evinin ahırında kalan hayvanlar ile gündüzün dışarıda çalışarak gece evinde kalan
köleler
de dahildir. Tatarhâniye'de olduğu
gibi. Bu ifade ikrar
sayılır.
«Hudutları
şunlar olan toprağım küçük çocuğumundur ilh...» Çünkü, ondaki izafe, kendi
mülkündedir.
Evet, Minah da Hâniye'den naklen bu ifadenin ikrar değil temlîk olduğunu söylemiştir.
Sonra
da Müntekâ'dan bunun benzerini
naklederek bu ifadenin ikrar olduğunu söylemiştir. Şu
kadarı
var ki Kınye'den o ifadenin temlik olduğunu ifade eden şöyle bir ifade nakletmiştir: «Babanın
küçük
çocuğuna kendi malından bir şeyi ikrarında kendi nefsine nisbet ederse, babının o
konuşmasından
anlaşılan, o malı çocuğuna temlik etmesidir. Yok eğer, konuştuğunda kendi
nefsine
izafe etmezse, meselâ, «Evimin altıda biri veya şu evin altıda biri çocuğumundur» dese,
ikrar
olmuş olur.
Kınye'de buna aykırı bir ifade de vardır.
Minah sahibi şöyle demektedir: «Ben derim ki, fer'î
meselelerin bazısında izafe ile izafesizlik arasında eşitlik iktiza eder. O zaman bu meselede bir hilâf
olduğu
ifade edilmektedir. Ama küçük çocuğun meselesine gelince, kabzetmeden de ondaki hibe
sahihtir.
Zira kabız olmadan da babasının elindedir. O halde çocuk meselesinde ikrar ile temlik
arasında
bir fark yoktur. İkrarı da de
temliktir, temliki zaten temliktir. Ama yabancı bunun aksinedir.
Yalnız
çocuğun meselesinde şöyle bir şey
vardır: Eğer adamın çocuğuna vereceği şey taksimi
kabul
eden mallardan ise, o zaman onda da yabancı gibi ikrar ile temlik arasında bir ayrılık olduğu
ortaya çıkar. Çünkü taksimi kabul eden şeyde taksim yapıldıktan sonra kabza ihtiyaç vardır.»
Bundan
sonra da Minah sahibi şöyle demiştir:
«Burada bir mesele vardır ki çokça vâki olur. O
mesele
şudur: «Adam bir diğerine ikrar etse ilh...» Şârih bu meseleyi özet olarak zikretmiştir. "Özet
şöyledir: «Hudutları şunlar olan toprak çocuğumundur.» sözünde nakiller muhteliftir. Bu ikrar
mıdır,
hibe midir? Bunun özü şunu ifade
ediyor ki, bir kimse çocuğuna
böyle deyince, bu sözünden
kastı
temlik oluyor ki, ikrar ile temlik arasında bir fark kalmıyor. Ancak o mal taksimi kâbil bir şeyse
o
zaman oradaki fark ortaya çıkar.
Bununla da kabzın vacib olup
olmayacağı hususundaki ihtilâfın
sonucu
açığa çıkar. Öyle sanıyorum ki,
şârihin kastı da Musannıf'ın sonra
zikrettiğine işaret ederek,
her
ikisinin arasını bulmaktır. Şöyle ki, adamın çocuğuna söylediği sözün temlik olduğunu kabul
eden
âlimlerin görüşü o malı mülküne izafe etmez de halk içinde onun mülkü olduğu bilinirse, o
zaman
ona hamledilir. O halde, onda izafe takdir edilir. Bu söz ikrardır diyen adamların sözü de.
eğer
halk arasında o malın onun mülkü olduğu bilinmiyorsa, o
zaman ikrar olduğuna hamledilir. O
zaman
Musannıf'ın yer meselesi geçen
asl üzerine itiraz olarak varit olmaz. Çünkü, «Benim şu
hudutlarla
çevrili toprağım çocuğumundur.»
sözü, o toprağın onun mülkü olduğu biliniyorsa,
takdiri
izafeden ötürü hibe olmuş olur.
Aslın iktiza ettiği gibi teslime de
muhtaç değildir. Çünkü
kendi
elindedir.
«İkrar
mı ilh...» Ben diyorum ki,
Fakihlerin sözlerinden anlaşılan, mukır eğer ikrar ettiği veya hibe
ettiği
malı kendi nefsine izafe ederse, hibe olur. Eğer o malı kendi nefsine izafe etmezse, hem hibe
hem
de ikrar o ihtimali bulunur. O zaman, karinelerle amel edilir. Şu kadarı var ki, «Kendi nefsine
izafe
ederse hibe olur» sözüne göre Necmü'l-Eimme Buhârî'den nakledilen, «İster malı kendi
nefsine
izafe etsin, ister etmesin her iki halde de ikrardır» sözü kapalı olur. O zaman fakihlerin
sözünün
arasında muvafakât şöyle sağlanır:
Eğer mülk zahir ise temliktir. Eğer mülk zahir değilse,
bakılır: Eğer ikrara delâlet edecek bir kârine bulunursa, ikrardır. Yok eğer temlike delâlet edecek bir
karine
bulunursa, temliktir.
Düşün.
Biz
de hâdiselerde bu kârineleri bulabiliriz. Remlî. Sâyıhânî, «Siz bu hususta mezhebimizde çok
görüş
olduğundan haberdarsınız. Meşhur
olan, şârihin ifadesinde «asıl kâide şudur» sözüdür ilh...»
demiştir.
Minah'ta
da Sadi'den naklen şöyle
denilmiştir: «Babanın kendinin malından çocuğuna bir malı ikrar
etmesi,
eğer kendi nefsine izafe ederse temlik olur. Şârihin «Kendi malından bir nesneyi» ve «Kendi
küçük
çocuğuna» ifadeleri, mahûd olana itibar edilmeyeceğine işaret etmektedir Muteber olan,
kişinin
ifade
tarzıdır.»
Ben
derim ki: Musannıf'ın ifadesinde geçen «Benim evimde» sözü ile Hâniye'deki
«Benimle bilinen
her
mal veya «Bana nisbet edilen herşey falan kimsenindir.» sözleri de yukarıdaki ifadeyi teyid
etmektedir
Çünkü bir kimsenin evinde olan
veya bu kimse ile tanınan mallar ve ona nisbet edilenler
halkın
birçoğu tarafından onun mülkü
olarak bilinmektedir. Zira zilliyet ve tasarruf mülkiyetin
delilleridir. Alimler bu sözün ikrar olduğunu açıkça söylemişlerdir. Hâmidiye'de de ikrar
olmasıyla
fetva
verilmiştir. Sâyıhânî'nin bahsi de bununla teyid edilmektedir. Ancak toprak meselesinde
şârihin
«hibe» tâbiri o meselede hibe ile ikrarın arasında fark olmadığı içindir. İşte bundan dolayı,
bu
mesele Mültekâ'da çocuğun tarafının gayrında zikredilmiştir. Zira orada «Adam, «Benim şu
toprağım
-Hudutlarını zikrederek- falan
kimsenindir.» veya «Hudutları şunlar olan yerim falan
çocuğumundur»
dese o çocuk da küçük olmuş olsa, bu kimsenin sözü geçerli olup, temlik ifade
eder»
denilmiştir.
«İkrar
etmesi demektir ilh...» Yine, «Ben onu sana ödemeyeceğim.» veya «Vallâhi ben onu sana
ödemeyeceğim.»
veya «Onu sana vermeyeceğim» gibi sözler de ikrar olur.
Hâniye'de, «Ben onu sana vermeyeceğim.» sözü ikrar olmaz. Eğer, «Borçlarını bana havale et.»
veya «Borçlarından bazısını bana havale et» veya «Dilediğini bana havale et.» veya «Borçlularından
dilediğini
bana havale et» demiş olsa, bu sözlerin hepsi. borçlu olduğuna ikrardır.» denilmiştir.
Makdisî.
Makdisî'de
şöyle denilmiştir: Adam, «Sende olan bin liramı ver» demiş olsa, o da, «sabret.» veya
«İleride
alırsın» demiş olsa, ikrar olmaz. Ama, «O ikisini inşaallâh tartarım.» sözü ikrardır.
Bezzâziyye'de de şöyle denilir: «Bir kimse mal davasında, «Ben onu senden haksız olarak
almadım.»
demiş olsa, ikrar olmaz. Ama, «Onu bana ne sebeple verdin?» dese, fakihler bu sözün
ikrar
olduğunu söylemişlerdir. Adam deyn
müddeti dolmadan borçluyu hâkime götürse ve ondan
parasını
taleb etmiş olsa, borçlu. «Bugün için sana ödeyeceğim birşey yoktur.» diye yemin etse,
yemini
geçerli olur. Bu sözü de ikrar sayılmaz. Fakih de bu sözü ikrar kabul edenlerin sözüne itibar
edilemez
demiştir»
Sâyıhânî.
«Zamir
bine râci olur ilh...» öyleyse sanki adam, «Bende olan senin bin liranı tartayım mı»
demiştir.
«Alay şeklinde söylememişse ilh...» Sözün alay olup olmadığı karinelerle bilinir.
METİN
Bir
kimsenin «Sende bin alacağım var» sözüne cevap olarak, diğeri bu iddia ile bağlantılı
kurmaksızın; «Hesaplarız» yahut «Ben tartarım» yahut da «senden başka veya senden önce veya
sonra
hiçbir kimseden ödünç para almadım» dese, bu sözler ikrar sayılmaz. Çünkü bunlar karşı
tarafın
iddiası ile bağlantılı olmadığı için ilk konuşulan söz gibi olurlar. Bu konuda kâide şudur: İlk
olarak
söylenmeye değil de iddiaya cevap niteliğindeki sözler ikrar sayılır. İlk söylenmeye elverişli
olan
veya hem ilk söylenmeye, hem de cevap almaya elverişli
bulunan sözler «İlk söylenmiş» gibi
sayılır.
Aksi halde kişi, Şüpheli bir sözle mâlî yükümlülük altına sokulmuş olur. İhtiyâr.
İkrarda
karşı tarafın iddiası ile bağlantı kurulması meselesi şu şekilde açıklanabilir: Eğer cevap
kendi
başına bir anlam ifade ediyorsa, bağlantının kurulup
kurulmaması konusunda o zaman
hüküm
verilir. Fakat, cevap «evet» kelimesi
gibi bağımsız değilse o zaman mutlaka ikrar meydana
gelir.
Meselâ: Bir kimse, «Benim şu kölemin elbisesini ver» veya «şu evimin kapısını aç» yahut «şu
evimi
kireçle» dese, yahut da «şu atımı
eğerle» veya «şu atımın eğerini veya gemini bana ver»
demiş
olsa, o da «evet» demiş olsa, bu evet demesi, köle, ev, binek ve ev ile ikrar demektir. Kâfî.
Eğer
adam, «Benim senin üzerinde bin liram yok mu?» dese, o da. «Bela (evet)» demiş olsa, bu bin
lira
ile ikrar sayılır. Eğer olumsuz
soruyu olumsuz şekilde cevaplamak anlamında kullanılan «neam
(evet)»
kelimesiyle cevap verirse, bu ikrar olmaz. Bâzı âlimler ise; «evet» anlamına gelen değişik
kelimelerin kullanması sonucu değiştirmez, bunlarla da ikrar oluşur,» demişlerdir. Çünkü ikrar,
arapçanın
incelikleri üzerine değil, örfe göre yapılır. Örfte ise «belâ» ile «neam» arasında hiçbir fark
yoktur.
Cevhere adlı eserde de böyledir.
Konuşan bir kimsenin başıyle
işareti; mal, azad, boşama,
satım,
evlenme, kira ve hibe konularında
ikrar sayılmaz. Yalnız fetvâ vermede, neseb kabulünde,
müslüman
olma veya dinden çıkmalarda başla
işâret ikrar kabul edilir. İhramdaki bir kimsenin av
hayvanını işareti. âlimin hadis rivayetinde başıyla işareti kocanın boşama sırasında kansına üç
parmağı
ile işareti de ikrar sayılır. Eşbâh.
İşâretin
ikrar olduğu yerlerde yemin de işarete ilâve edilir. Meselâ «Ben falan kimseyi istihdam
etmem
veya sırrını ifşa etmem veya kendisinin bulunduğu yeri haber vermem diye yemin etmiş
olsa,
sonra da onlara işaret etmiş olsa, yemininden dönmüş olur. İmâdiye.
Konuşan bir kimsenin
işaretinin
geçersiz olduğu belirtilirken, dokuz yerde bunun muteber olduğuna
da işaret
edilmiştir.
Eğer
bir kimse, vadeli bir borcu ikrar etmiş olsa, lehine ikrar yapılan da sürenin dolduğunu iddia
etse,
ikrarda bulunanın borcunu peşin olarak ödemesi gerekir. Şafiî'ye göre eğer ikrarda bulunan
vadesi
dolmadığına dair yemin ederse, onun yemini kabul edilir. İkrarda bulunanın vadeli bir borç
hususundaki
ikrarı nasıl kabul edilmezse, elindeki bir kölenin başka birisinin olduğu veya başka
birisinden
kiraladığı konularındaki ikrarı da kabul edilmez. Bu duruma göre vade ve kira
meselesinde delilsiz bir iddia bulunduğu için ikrarda bulunan tasdik de olunamaz. O zaman bu, her
iki
meselede de lehine ikrar yapılan, ikrarda bulunandan yemin taleb
eder.
Ama
ikrarda bulunan eğer siyah dirhemlerle ikrar ederse, lehine ikrar yapılan do dirhemlerin
vasfında
onu yalanlarsa, yukarıdaki meselenin aksine ikrarda bulunanın yalnız ikrar ettiği
vasıftaki
dirhemleri
ödemesi gerekir. Zira siyahlık bir türdür. Vade ise, arızidir. ancak şartla sabit olur.
Demek
ki, nevide söz ikrarda
bulunanındır. Örızî şeylerde de söz
lehine ikrar yapılanındır. Nitekim
kefilin
borcun vadesinde ikrarı kabul edildiği gibi. Çünkü söz vadede kefilindir. Zira vadeli borçta
vadeye kefâlet şartsız olarak sabit olur.
Bir
kimsenin örtülü bir cariye aldığını
söylemesi kapalı paketiyle elbise almak gibi, bunun satıcının
mülkü
olduğunu ikrar etmesidir. Yine bunun
gibi, bir malı almak için pazarlık yapmak veya vedîa,
âriyet
veya hibe olarak verilmesini istemek yahut kiralama talebinde bulunmak bu malın zilyedin
mülkü
olduğunu ikrar etmek anlamına gelir. Bu muâmeleleri vekil aracılığı ile yapmak hükmü
değiştirmez.
Bu durum, söz konusu malı artık ne kendisine ve ne de başkasına vekâlet veya
vesâyetle dava etmesine engel olur. Çünkü aksi halde çelişkiye düşmüş olur. Ancak birisini bütün
davalarından
ibrâ etse, sonra da vekâlet veya vesâyetle bunların davasında bulunsa. çelişki
bulunmadığından
davası geçerli olur. Bunu Dürer de
ikrar babından hemen önce zikretmiştir.
Bunlar
câmı adlı eserde de yazılmıştır. Ancak Vehbâniye adlı eserin tesbiti bunun aksinedir.
Vehbâniye
şârihi Şurunbulâlî, Vehbâniye'deki ifade ile Câmi'deki ifade arasını şu şekilde
uzlaştırmıştır: «Bana şunu sat» derse, ikrar olur. Ama, «Bunu bana satar
mısın?» dese, bu ikrar
olmaz.
Bunu satış senedine yazıp mühürlemesi
de teyid eder. Çünkü bunlarda onun mülkü
olduğunu
veya mülkü olmadığını ikrar yoktur.
Adam,
«Benim üzerimde falan kimsenin yüz ve bir dirhemi vardır?» dese, hepsi yüz dirhem olur.
Yine,
«Falan kimsenin benim üzerimde yüzü ve ölçülecek veya tartılacak şeyi vardır.» demiş olsa, o
ölçek
veya batman yüzü tefsir ettiğinden
ona yüz lâzım
gelir.
Bir
kimse, «Falan kimsenin bende yüz ve üç elbisesi vardır.» demiş olsa, hepsinin elbise olması
gerekir.
Çünkü burada «üç elbise» kelimeleri yüzü tefsir etmektedir. İmam Şâfiî buna muhalefet
etmiştir.
Biz
deriz ki: Burada elbise kelimesi atıf harfi ile zikredilmemiştir. Öyleyse burada tefsir her ikisine
de
irca edilir. Çünkü her ikisinin de tefsire ihtiyacı vardır.
Bir
kimse, «Benim ahırımda falan kimsenin bir hayvanı vardır.» dese, yalnız hayvanı ödemesi
gerekir.
Çünkü burada asıl kâide şudur: Zarf olmaya lâyık olan her şey onu nakletmek mümkün ise,
içindeki
ile birlikte verilir. Eğer nakli mümkün olmayan bir şey ise, yalnız mazrufun ödenmesi
gerekir.
İmam Muhammed buna muhâlefet etmiştir. Ona göre, her ikisini de vermesi gerekir. Çünkü
ona
göre gayr-i menkulün de gasbı tasavvur edilir.
İkrar
edilen şey zarf olmaya uygun değilse, yalnız birincisini verir.
Meselâ bir kimse, «Falan
kimsenin
bende dirhemde bir dirhemi vardır.» dese, dirhem dirheme zarf olmayacağı için bir
dirhem
vermesi gerekir.
Ben
derim ki: Bunun ifade ettiği şudur:
Bir kimse. «Falan kimsenin benim yanımda, çadırda bir
hayvanı vardır» dese, hayvanı çadır ile birlikte ödemesi gerekir. Eğer, «Falan kimsenin benim
yanımda
dirhemde bir elbisesi vardır» derse, yalnız elbiseyi ödemesi
gerekir. Ben bunu görmedim.
Araştırılsın.
İZAH
«Geçmişle bağlantıları olmadığından ilh...» Yani bunların geçmişle bağlantıları taayyün etmemiştir.
«Asıl kâide şudur: İlk olarak söylenmeye değil, cevaba uygun olan her kelime ilh...» Yukarıda gecen
sözler
gibi, Kâfi'nin ifadesi bundan
sonra, Minah'ta olduğu gibi şöyledir:
«Eğer iddia ile bağlantı
zikredilirse, karşıdakine cevap vermiş olur. Eğer bağlantı zikredilmezse, ya cevap olmaz veya hem
cevaba,
hem de ilk olarak söylenmeye uygun olur. O zaman da kelâma şüphe girer, ikrarda da
şüphe
olmaz.
«Cevap
olur ilh...» Meselâ, yüz dirhem
üzerine mahkeme edilseler ikrarda bulunan «ben onu sona
ödedim»
veya «sen beni ondan ibra ettin» dese, bu bir ikrar olur.
«Ben
falan kimseyi istihdam etmem ilh...»
Yani, bu sözüyle onun hizmetine işaret etmektedir.
Hâmiş'te
de böyledir.
BİR
UYGULAMA ÖRNEĞİ :
Hâmiş'te
şöyle zikredilmiştir: «Terekenin taksiminden sonra, varislerden bazısı, ölen kimseden
olacağı
olduğunu iddia etse, bu iddiası kabul edilir. Çünkü mirasın taksimi, borçlardan ibra
anlamına
gelmez. Burada varisin hakkı başkasına bağlı değildir. Onun taksime razı olması tereke
ile
ilişiğinin kesildiği ikrar anlamına gelmez. Ancak bunun aksine varislerden birisi terekeden belli
bir
malı iddia etse, taksimden sonra onun iddiası dinlenmez. Çünkü onun hakkı şekil ve mana
bakımından
terekenin bütünü ile ilgilidir. O halde taksim onun hakkını terekeden kesmiş olur. Zira
taksim,
artık terekeden belirli bir malın ona ait olacağını gösterir. Bezzâziyye.
«Şartsız
olarak ilh...» O halde vade, kefâletin bir nevidir. Vade ile kefâlet, kefâletin iki nevinden
birisi
olur. Bundan ötürü kefil tasdik
edilir. Çünkü kefilin, kefâletin çeşitlerinden birisini ikrarı diğer
çeşidi
ikrar değildir. Gâyetü'l-Beyân. Bu meselenin tamamı kefâlet bahsinde geçmiştir.
«Örtülü
bir câriye ilh...» Bezzâziyye'de bu mesele şu şekilde açıklanmıştır: «Bu meselede genel
kâide
şudur: Eğer ikrar olunan şey pazarIık sırasında yanında oturan örtülü bir cariye gibi tanınan
bir
nesne ise, onun ikrarı tasdik edilmez. Ancak, davalı ikrarda bulunanın onu tanımadığını tasdik
ederse,
ikrarda bulunanın sözü kabul edilir. Eğer ikrar olunan şey bohça içindeki elbise veya hiçbir
yeri
görülmeyen başı örtülü oturan bir cariye gibi tanınmayan bir nesne olursa, o
zaman kabul
edilir.
İşte bundan dolayı âlimlerin bu meseledeki görüşleri farklı olmuştur.»
Kanaatimizce, çuvalın içindeki kumaş bohça içindeki kumaş gibidir. Sâyıhânî.
BİR
UYGULAMA ÖRNEĞİ:
Hâmiş'te
şöyle zikredilmiştir: «Bîrisi
diğerine, «Benim senin üzerinde bin dirhemim vardır.» dese,
davalı
da, «Eğer senin onun malın olduğuna
yemin edersen, veririm» dese, davacı
yemin etse.
davalı
da o dirhemleri ona verse, fakihler,
«Eğer o şartla ödemişse, geçersizdir: Ödeyen kimse o
dirhemleri
geri isteyebilir. Çünkü şart
geçersizdir» demişlerdir.» Hâniye.
BİR
UYGULAMA ÖRNEĞİ :
Hâmiş'te
şöyle zikredilmiştir: «Birisi bir
şey almış olsa, birisi de onun alışına şehâdet etse ve
mühürlese,
bu teslim sayılmaz. Yani. bundan
maksadı, birisi alışla şahâdet etse, şehâdet
senedinde,
şehâdet yazısıyla şahitlik etse ve şehâdet senedini mühürlese. sonra o malın kendisinin
olduğunu
iddia etse, davası geçerlidir. Şehâdet yazısı o malın satıcının olduğunu ikrar değildir.
Çünkü
insan kendi malını sattığı gibi bir diğerinin malını da satabilir. O halde satışla şehâdet.
satışın
geçerli olduğunu göstermez.» Câmiü'I-Fusûleyn.
«Bunu
Dürer de zikretmiştir ilh...»
Buradaki zamir metinde ve şerhte zikredilen ve ikrar anlamına
geçen
şu işlemleri kapsamına alır: İkrara konu olan malı satın almak için pazarlık yapmak, vedîa.
âriyet
veya hibe olarak kendisine verilmesini istemek kiralama talebinde bulunmak, bunlar
arasındadır. Câmi adlı eserdeki ifadede yer alan zamir ise yalnız metin kısmındaki muâmeleleri
ifade
eder. Musannıf'ın Minah'taki
ifadesi de bunu gösterir. Bunun
açıkça ikrar anlamına geldiğini
söyleyenlerden bir tanesi de Molla Hüsrev'dir. Velhâsıl Camiin rivayeti, birşeyin pazarlığını. icârını
veya âriyet edilmesini talep etmek ve benzerleri talep ettiği kimsenin mülkü olduğunu ikrar etmektir.
Ziyadât'ın rivayeti ise, birşeyi pazarlık etmek, icâre ve âriyet talebinde bulunmak o şeyin talebte
bulunduğu
kişinin mülkiyetini ikrar etmek
değildir. Ancak doğru olan da budur. İmâdiye'de de
böyledir.
İmâdiye'de
«Rivayetlerin ittifakı, birşeyin pazarlığını yapmak, o şeyin pazarlık yaptığı kişinin mülkü
olduğunu
göstermez» denilmiştir.
Sâyıhânî
şöyle demiştir: «Kanaatimce, eğer bir özür açıklarsa, Ziyâdât'ta olan. «Bir şeyin pazarlığını
talep
etmek o şeyin pazarlık talebinde bulunduğu kişinin mülkü olduğunu ikrar etmek değildir.»
ifadesi
fetva verilir. İmâdiye'de «Sahih olan görüş de ancak budur.» denilmiştir Sirâciye'de de, «Bu
en
sağlam görüştür» denilmiştir.
Ankaravî de, «Alimlerin ekserisi Ziyâdât'ta olan ifâdenin en
sağlam
ve zahiri rivayet olduğu görüşündedirler» demiştir.
«Cami'de
ilh...» Yani Câmiü'I-Fusûleyn'de. Bu da. İmam Muhammed'in Câmii'nin rivâyetidir. O
zaman
bundaki zamir, yukardaki «zilyed
sahibinin mülkü olduğunu ikrar etmektir» sözüne gider.
Şurunbulâliye'de,
«Bu gibi istekler, malın istekte bulunanın mülkü olmadığına ikrar olduğu
konusunda
görüş birliği vardır. Ancak, bu işlemlerin
malın zilyedin mülkü olduğunu ikrar sayılacağı
hususunda
iki rivayet vardır. Camiin rivayetine göre bu ikrar zilyedin mülkü olduğunu ifade eder.
Ziyâdât'ın rivayetine göre ise, zilyedin mülkü olduğunu ifade etmez.
Geçerli olan görüş de budur.
Suğrâ'da
da böyledir.» denilmiştir.
Câmiü'l-Fusûleyn'de
de bu ikrarın mülk ifade ettiği
rivayeti daha sağlam görülmüştür. Bu duruma
göre
her iki rivayetin sağlam olup olmadığı konusunda görüş ayrılığı vardır. İkrarı söz konusu olan
malın,
başkasına dava edilmesinin câiz oluşu malın davalının mülkü olmadığı üzerine bina edilir.
Sâyıhânî
de, Ankaravî'den. «Âlimlerin ekserisi Ziyâdât'ta olan rivayetin daha sağlam olduğu ve
bunun
zahiri rivayet olduğu
görüşündedirler» sözünü
nakletmiştir.
Ben
derim ki: Ziyâdât'da olanla fetva verilir. Çünkü o, zamiri rivâyet olduğundan tercih edilir.
TAMAMLAMA: Davalıdan başka birisinden bir şeyi olma talebinde bulunmak bizzat davalıdan olma
talebinde
bulunulması malın onun mülkü
olduğunu ikrar etmesi anlamına gelmediği gibi davacının
mülkü
olmadığını ikrar anlamına do gelmez. Hatta, davalı malın kendi mülkü olduğuna delil getirse,
onun
delili davanın defi olur.
Câmiü'l-Fusûleyn'de,
Suğra'dan nakilden sonra şöyle
denilir: «Ben derim ki, uygun olan
vedîa veya
icâre
veya benzeri taleblerde bulunmak da alım talebi gibidir.»
ÖNEMLİ
BİR MESELE:
Bezzâziyye'de şöyle denilir: «Hatırda tutulması gereken meselelerden birisi de şudur: Karşılıklı
pazarlık
yapmak, satıcının mülkü olduğunu
ikrar veya zımmen de olmuş olsa,
onun mülkü
olmadığını
ikrar demek değildir. O halde bu İkrar açık olarak «Satıcının mülküdür» demek gibi bir
ikrar
olamaz. Aradaki fark şu meselede açığa çıkar: Meselâ, pazarlık yapan kimse bu malı teslim
almış
olursa. satıcıya geri vermesi
açık ikrar durumunda emrolunur. Ama karşılıklı pazarlık
kısmında
ise emrolunmaz. Bunun açıklaması şöyle olur: Bir kimse, diğerinden bir malı satın alarak
kabzetse,
sonra da satın olanın babası, bu malın kendisine ait olduğunu delille isbat etse ve
oğlunun
elinden alsa, sonra baba ölse müşteri olan oğul, o malı miras yoluyla almış olsa. onu
satıcıya
geri vermesi emredilmediği gibi,
satıcıdan semeni de geri alma hakkı doğar. Bu durumda,
mal
miras yoluyla alıcının malı olmuş bulunur. Eğer satıcının yanında, malı alırken, satıcının mülkü
olduğunu
ikrar etse. sonra babası onun kendi malı olduğunu delille isbat etse, sonra da ölse, aynı
malı
oğlu babasından miras yoluyla alsa, rücû edip semeni satıcıdan alamaz. Çünkü bu mal, onun
tazmin
yükümlülüğü sebebiyle, satın
alma hükümleriyle elindedir. Bu
konuda şöyle bir kaide vardır:
Hak
sahibi lehine hüküm vermek semenle rücû etmeden önce satım akdinin feshini gerektirmez.»
Bezzâziyye bunu dava kitabının birinci faslında zikretmiştir.
«Bu
ikrar olmaz. ilh...» Yani, «Bunu bana satar mısın?» sözü ikrar değil, belki soru
olur.
«İkrar
yoktur ilh...» Burada olan yani soru şeklindeki satın alma isteği malın satıcıya ait olduğunu
ikrar
anlamına gelip gelmemesi hususu ya birine eşittir, ya da ikrar sayılmaması önde gelir.
Hâmiş'te
şöyle denilmiştir: «Efendi,
kölesinin kendi malından birşeyi sattığını görse ve sükût
etse,
bu
izin sayılmaz. Rehin alan, rehin
verenin rehini sattığını görse ve
sussa, bu izin sayılmaz ve rehin
de
bâtıl olmaz.
Tahâvî
de hanefî âlimlerden şöyle rivâyet etmiştir: «Rehin alan verenin rehini sattığını görse ve
sussa
bu susma satışa rıza göstermek demektir. Rehin de bâtıl olur. Hâniye,
Kitabü'l-Mezun'da.
«Ölçülecek veya tartılacak îlh...» Meselâ bir kimse, «Falan kimsenin bende yüz ve bir ölçek veya
yüz
ve bir batman falan şeyi vardır»
demiş olsa, istihsan prensibine göre. bunların hepsi ölçülecek
veya tartılacak şeyden olur. Eğer, «Falan kimsenin bende yarım dirhemi, dinarı, kumaşı vardır»
dese
o kimsenin bunlardan her birisinin yarısını ödemesi gerekir. Bu kimse yine «Şu cariyenin ve
şu
kölenin yarısı falan kimsenindir»
dese adamın her ikisinin de yarısını vermesi gerekir. Çünkü
burada
söz hepsinde aynıyla veya aynı olmayanla vâki olduğu zaman «yarısı» kelimesi hepsine
rücû
eder. Ama bunun aksine «Falan
kimsenin bende şu dinarın yarısı ve
dirhemi vardır dese
dinarın
yarısını, dirhemin de hepsini
ödemesi gerekir.
Zeylâî şöyle der: «Dirhem kelimesi burada esre okunursa mesele müşkil olur».
Ben
diyorum ki: Bunda kapalı bir yön yoktur. Çünkü şehirde yaşayanlar bile
konuşmalarında
kelimenin
okunuş şekline dikkat etmezler. Avamın dikkat etmesi nasıl beklenir? Sâyıhânî.
«Hepsinin
elbise olması gerekir ilh...» Çünkü ikrar da bulunan burada müphem iki adet zikretmiştir.
Bunların
hemen arkasında da açıklama yapmıştır. Bu durumda açıklama atıf olmadığı için her
ikisine
de râci olur.
«Çadırda
îlh...» Bunda bir görüş vardır.
Çadıra gerçekte zarf denilmez. Muteber olan gerçek
anlamda
zarf olandır. Minah'ta da
böyledir.
«Hayvanı çadır ile birlikte ödemesi gerekir ilh...» Çünkü gasbettiğini ikrar onun naklini haber
vermedir.
Naklin zarfla birlikte naklinin tasavvuru mümkündür. O halde onun ikrarı zorunlu olarak
her
ikisinin gasbını ikrar demektir. Beyanda da ona rücû eder. Çünkü böyle birşey tayin etmemiştir.
Gâyetü'l-Beyân ve diğer eserlerde bu şekilde yazılmıştır. Gayrında tekerrür etmiştir.
Bunun
açık anlamı ise, yalnız gasbı
ikrar etmektir. Çünkü bunu Hâniye'de
olan «falan kimsenin
benim
üzerimde bir kumaşı veya kölesi vardır» demesi ifadeyi teyid eder. O zaman İmam Ebû
Yusuf'a
göre ortalama bir kıymetle
hükmedilir, İmam Muhammed de kıymet
konusunda söz ikrarda
bulunanındır.
Bahır
ve Eşbah'ta, «Burada bu kimsenin
adamın hiçbir şey ödemesi gerekmez» denilmiştir. Umulur
ki
Bahır ve Eşbâh'ta olan Ebû Hanîfe'nin
sözüdür. İşte bu da gösteriyor ki,
burada gecen yalnız
gasbla
ilgilidir. Eğer mesele yalnız gasba ait olarak hasretmezsen kıymetini vermesi gerekir.
Ben,
Şurunbulâliye'de Cevhere'den naklen şunu gördüm: «Eğer ikrarda bulunan ikrar ettiği şeyi bir
fiile
izafe ederse, meselâ. «Ben ondan hurmayı sepet içinde gasbettim» dese. hem hurmayı, hem de
sepeti
ödemesi gerekir. Fakat odam. «Benim üzerimde o adamın sepette hurması vardır» dese, bu
adamın
sepeti değil, hurmayı ödemesi
gerekir. Çünkü ikrar sözdür Kavil de bazısını kazısından
seçer.
Nitekim. «Ben falan kimseye seledeki zaferanı sattım» dese yalnız zaferanı sattığı anlaşılır.»
«Yalnız
elbiseyi ödemesi ilh...» Bu
açıktır. Metinde olan «Bohçadaki elbise veya elbisenin içindeki
elbise»
ifadesi de bunu gösterir. O halde dirhem elbiseye zarf olmayacağına göre yalnız elbiseyi
vermesi
gerekir.
Gâyetü'l-Beyan'da şöyle denilir: «Adam, «Ben şunu
şunda gasbettim.» dese, eğer ikincisi
birincisine
zarf olacak şeylerden değilse, her ikisini de ödemesi lâzımdır.» İkincisi birincisine zorf
olacak
şeylerden değilse, her ikisini de ödemesi lâzımdır.»
Yine
Gayetü'i-Beyan'da «Eğer, falan kimsenin benim üzerimde buğday ölçeğinde bir dirhemi
vardır.»
dese, her ne kadar ölçek zarf olmaya uygunsa da yalnız dirhemi vermesi lâzımdır.
Meselenin
beyanı da Hevâhirzade'nin şu ifadesidir: «O adam kendi zimmetinde bir dirhem
olduğunu
ikrar etmiştir.» Ölçekte olanın başka birşeyde mazruf olması tasavvur
edilemez.»
denilmiştir.
Kanaatimizce
bu, işin başında ikrar etme meselesi gelir. Fakat gasba gelince, o zaman, o kimseye o
şeyi
zarfla birlikte ödemesi gerekir.
Nasıl ki, «Ben senden cüzdanda dirhemi çaldım» meselesinde
dirhemle
cüzdanı birlikte ödemesi lâzımdır. Gerekçe de bunu ifade
eder.
METİN
Bir
kimse, «Falan kimsenin bende bir yüzüğü vardır» dese, yüzüğün hem halkasını, hem de kaşını
ödemesi
gerekir.
Birisi;
«Bende falan kimsenin bir kılıcı vardır.» dese. onu kını, kayışı ve demiri ile birlikte vermesi
gerekir.
Bir
kimse, «Falan kimsenin bende mobilyalı bir evi vardır.»
diye ikrar etse, evi mobilyası ile birlikte
vermesi
gerekir.
Adam,
«Falan kimsenin bende sepette hurması» veya «Çuvalda yiyeceği» veya «Gemide yiyeceği»
veya «Bohçada bir elbisesi veya «Elbiseye sarılı bir elbisesi vardır.» diye ikrarda bulunsa, o
kimsenin
zarfın içindekini ödemesi gerektiği gibi, zarfı da ödemesi gerekir. Ama bu kimse, «Bende
sepetten
hurması vardır» dese, ona yalnız
hurmayı ödemesi gerekir. Nitekim, «On tanenin içinde bir
elbisesi vardır» veya «Evde yiyeceği vardır» dese, o kimseye yalnız zarfın içindeki elbise ve
yiyeceği ödemesi gerekir. Zira yukarıda geçtiği gibi, on
bir adetten zarf
olmaz.
Bir
kimse, «beşi beşte» diye ikrar etse, bundan kastı da beşi beşe çarpmak ise yine beş ödemesi
gerekir.
İmam Züfer'e göre ise yirmibes ödemesi gerekir. Ama bundan kastı beşi beşe ilâve
etmekse
o zaman da on ödemesi gerekir.
Bir
kimse, «Onun bir dirhemden on
dirheme kadar» veya «Bir dirhem ile on dirhem arası alacağı
vardır»
demiş olsa, dokuz dirhem ödemesi gerekir. Çünkü birinci sınır olan bir dirhem zorunlu
olarak
sayının içerisine giriyor. Zira birden yukarı birsiz sayı olamaz. Ama ikinci sınır olan on
girmez.
Bundan ötürü adam, «Onun bende bir
ölçek buğdaydan bir ölçek arpaya kadar alacağı
vardır»
dese ödemesi gerekir. Ancak, bir
ölçek arpayı ödemez. Bunun aksine
«İki duvar arası»
dese,
duvarların ikisi de girmez. Bir kimse «Onun bende on dirhemden on dinara kadar alacağı
vardır.»
dese, Ebû Hanîfeîye göre on dirhem, dokuz da dinar ödemesi gerekir. Çünkü ikinci sınır
olan
onuncu sayı zaruret olmadığı için miktarın içine girmemektedir. Nihâye.
Bir
kimse, «Benim şu binamdan, şu duvardan şu duvara kadar falan kimsenindir» dese, yalnız o iki
duvar
arasını vermesi gerekir. Çünkü yukarıda geçtiği gibi ikinci sınır dahil olmaz.
İkrar
vaktinde varlığı muhtemel bir gebeliği ikrar etmek geçerlidir. Şöyle ki, kadın iddet bekliyorsa.
iki
yıldan önce, kadın evli ise altı
aydan önce gebeliğini ikrar etmesi
gibi. Velev ki gebelik insandan
başka
varlıklarda olsun yine böyledir. Çünkü hayvanlardaki ikrar, gebelik süresinin en azı ile takdir
edilir.
Bu en az süresi de bilirkişi tarafından tayin edilir. Zeylâî.
Cevhere'de
şöyle denilmiştir: «Koyunlarda gebeliğin en az süresi dört aydır.»
İrs
ve vasiyet gibi gebeliğe bir sebep zikrederse, gebelik ikrarı yine geçerli olur. Meselâ, babasının
öldüğünü
ve onun kendisine irs kaldığını
veya birisinin kendisine vasiyet ettiğini söyleyerek
gebeliği
ikrar etmesi gibi. Ancak böyle uygun bir sebep zikretmezse, bu ikrarı geçerli olmaz.
Nitekim
ileride gelecektir.
Gebeliği
ikrar edilen kadın altı aydan az bir zaman içinde doğurursa. o zaman ikrarı o gebeliğe olur.
Gebeliği
ikrar edilen kadın eğer iki oğlan çocuğu doğurursa varis veya vasiyet olunan kişinin malı
ikisi
bir gebelikten oldukları için ikisinin arasında yarı yarıya taksim edilir. Ama eğer çocuklardan
birisi
erkek, diğeri kız olursa, vasiyette yine böyle, yarı yarıya her ikisi de hak sahibi olurlar. Mirasta
ise.
bunun aksine, erkeğe iki, kıza bir hisse verilir.
Hamli
ikrar olunan kadın ölü bir çocuk dünyaya getirirse. o zaman, çocukta irs ehliyeti
bulunmadığından
ikrar eden muris veya vasiyet edenin malı varislerine verilir. Eğer kişi bu ikrarını
hibe,
satım, karz olarak verme gibi tasavvuru mümkün olmayan birşeyle açıklamış olsa veya hiçbir
sebep
beyan etmeden müphem bir ikrarda
bulunsa, bu ikrarı lağv
olur.
İmam
Muhammed, müphem ikrarı uygun sebebe
hamletmiştir. Diğer üç mezhep de İmam
Muhammed'in
bu görüşü ile
hükmetmişlerdir.
Birisi
emzikli bir çocuğa birşey ikrar etse, her ne kadar ikrarına uygun olmayan karz olarak verme
veya satılan şeyin semeni gibi birşey de zikretse, ikrarı geçerli olur. Çünkü ikrarda bulunan küçük
çocuğa
o durumda borcun sabit olması mahaldir. Eşbah.
Adam
ikrarda bulunurken üç gün muhayyerlikle ikrar etse, muhayyersiz olarak o şeyi ödemesi
gerekir.
Çünkü ikrar haber vermedir, ihbar ise muhayyerliği kabul etmez. Her ne kadar lehine ikrar
yapılan
onu tasdik de etmiş olsa, bu tasdike de itibar edilmez. Ancak, üç gün muhayyerlikle bir
satışın
aktini ikrar etmiş olsa, buradaki muhayyerliğe itibar edilir. Zira, akte itibar etmek, eğer lehine
ikrar
yapılan tasdik ederse veya delil getirirse, geçerli olur.
Musannıf
bundan ötürü «Bir satım aktini ikrar
ettikten sonra, lehine ikrar veya delil getirirse, geçerli
olur.
Musannıf
bundan ötürü «Bir satım aktini ikrar
ettikten sonra, lehine ikrar yapılan onu tekzib ederse,
o
zaman onun ikrarı geçerli olmaz. Çünkü münkirdir. Söz de münkirindir» demiştir.
Bir
akdi ikrar etmenin örneği şöyledir:
«Ben falan kimseye kefâlet sebebiyle şu kadar borçluyum.
Ancak
ben bir süre muhayyerim» dese, bu süre ister uzun olsun, ister kısa lehine ikrar yapılan onu
tasdik
ettiği takdirde geçerlidir. Çünkü kefâlet de satım gibi bir akittir. Ama geçen ikrar bunun
aksinedir. Ki onlarda ikrar karz gasb, vedia ve ariyet gibi birtakım fiillerle zikredilmiştir. Bunlar da
muhayyerliği kabul etmezler. Zeylâî.
İkrarını
yazmalarını emretmek, hükmen ikrardır. Zira, ikrar lisanla nasıl olursa, elle işaretle de olur.
Bir
kimse yazıcılara, «Falan kimsenin benim üzerimde bin dirhemi olduğu ikrarımı yaz» dese, veya
«Evimi
falan kimseye sattığımı yaz» ve «Karımın boşandığını yaz» dese, yazıcılar ister
yazsınlar,
ister
yazmasınlar, ikrarı geçerli olur. Had ve kısasın dışında yazıcıların şehâdet etmeleri de helâldir.
Hâniye. Biz şehâdet bahsinde iki yazının birbirine
benzemesine itibar edilmeyeceğinî
belirtmiştik.
Ben
Hâmişte ulemanın bazısının hattı
ile şu ifadeyi gördüm: «Fakihler,
eğer koca karısının
boşanma
senedini yazdırmak istemesinde ihtilâf ederek kimisi o emrin ikrar olduğunu, boşamanın
da
vaki olduğunu söylemiştir.
Diğer bazıları da bu bir kimseye karısını boşaması için vekâlet
vermektir,
yazdırana kadar boşama meydana gelmez demişlerdir. Daha sağlam olduğu için
zamanımızda
da bu ikinci görüşle fetva verilir. Bazı âlimler de yazdırsa dahi boşama meydana
gelmez,
ancak yazdırdığında boşamaya niyet ederse o zaman boşama meydana gelir demişlerdir.
Kinye'de de böyledir.
İZAH
«Evde
yiyeceği vardır ilh...» Bir kimse evde başkasına ait yiyecek bulunduğunu ikrar etse. Bu
meselelerin cinsinde asıl, eğer zarfın (yani teneke, çuval, ambalaj gibi şeylerin) gerçekten
zarf
olması
mümkün ise bakılır: Eğer onun nakli içindeki ile birlikte mümkün ise her ikisini de ödemesi
gerekir.
Eğer içindeki ile nakil mümkün değilse, Ebû Hanîfe ve Ebû Yusuf'a göre yalnız
içindekini,
yani
mazrufu ödemesi gerekir. Çünkü tazmin yükümlülüğünü gerektiren gasb, gayr-ı menkûllerde
gerçekleşmez.
İkrarda
bulunan, mazrufun nakledilemeyeceğini iddia etse, iddiası tasdik edilmez. Çünkü o tam bir
gasbı
ikrar etmiştir. Bu da mutlak olduğundan kemale hamledilir. Tam olan durumda ise her ikisini
birlikte
ödemesi
gerekir.
İmam
Muhammed'e göre ise, kabın (zarfın) nakit mümkün olmasa dahi her ikisini birlikte vermesi
gerekir.
Zira İmam Muhammed'e göre gayr-i menkûlün gasbı da tasavvur
edilebilir.
Kap
vazifesi gören şey gerçekten zarf olmaya uygun değilse, ikrarda bulunana ancak mazrufu
ödemesi
gerekir. Meselâ, «Dirhemde dirhemi vardır.» demesi gibi. İkincisi ona gerekmez. Zira,
dirhem
dirheme zarf olmaz. Minâh. Hâmiş'te de böyledir.
«Zarf
olmaz, ilh...» İmam Muhammed buna karşı çıkmıştır. Zira İmam Muhammed der ki: «Kıymetli
bir
elbise on ayrı parçanın içine sarılabilir.» Minâh. Hâmiş'te de böyledir.
«Besi
ilh» «Beşi beşte» şeklindeki ikrardan maksat beşi beşle çarpıtma bile olsa yine beş ödemesi
gerekir.
Çünkü çarpma malın kendisini çoğaltmaz, sadece parçaların sayısını arttırmış olur. Dürer.
Hâmiş'te
de böyledir.
Velvâliciye'de
şöyle denilmiştir: «Eğer yalnız onla çarpmayı kasdetse çarpmaktan kastı eczanın
çoğalması
ise. o zaman on ödemesi gerekir. Ama eğer çarpmaktan kastı malın çoğalması ise, o
zaman
yüz ödemesi gerekir. Sâyıhânî.
«Beşi
beşe ilâve etmekse ilh...» Beyâniye'de şöyle denilmiştir: «Bir kimse falan kimsenin benim
üzerimde
bir dirhemi bir dirhemle birlikte vardır» dese veya «Bir dirhemi bir dirhemden önce veya
sonra
vardır» dese, iki dirhem ödemesi gerekir. Ama bunun aksine, «Falan kimsenin behim
üzerimde
dirhem üzerinde dirhemi veya dirhem dirhemi vardır» dese, bir dirhem ödemesi gerekir.
Çünkü
ikincisi, birincisine tekid olmaktadır. Ama eğer «falan kimsenin bende buğday ölçeği içinde
bir
dirhemi vardır» dese, ölçek geçersizdir, bir dirhem ödemesi gerekir. Eğer, «Falan kimsenin
bende
bir buğday ölçeğinde bir ölçek zeytinyağı vardır» derse, o zaman yalnız bir ölçek zeytin
yağını
ödemesi gerekir. Eğer, «Falan kimsenin bende bir dirhemi var, sonra iki dirhemi var diye
ikrar
ederse üç dirhem ödemesi gerekir. «Falan kimsenin bende bir dirhemi, bir dirhemi vardır»
derse,
yalnız bir dirhem ödemesi
gerekir.
Özetle.
Hâvi-i
Kudsî'de şöyle denilir: «Bir kimse, «falan kimsenin bende yüz küsur dirhemi vardır»
dese,
yüzü
öder, küsurda da söz ikrarda bulunanındır. Adam, «Falan kimsenin bine yakın alacağı vardır»
dese,
o adamın beşyüzden fazla ödemesi
gerekir. Bu artışta söz yine ikrarda bulunanındır.»
Hâmiş'te
şöyle denilir: «Bir kimse falan kimseye bine yakın borcum vardır» dese
sonra da,
«Beşyüzü
birlikte irâde ettim» dese, ona bin
ödemesi gerekir. Çünkü lafzın bu anlama gelmesi de
muhtemeldir.
Zira Allahu teala da âyetinde, «Ey can iyi kullarımın arasına gir. Cennetime gir.» (Fecr:
29-30)
buyurduğunda, «kullarımla birlikte» demek istemiştir. Lâfız beyan edilen sayıyı mecâzen de
olsa
kapsamına alırsa geçerli olur. Özellikle bu fazlalıkta ikrarda bulunana daha fazla ödeme
gerektiği
yerde bu böyledir. Nitekim bu konu kendi kısmında açıklanmıştır.»
«Dokuz
da dinar ilh...» İmameyn demişlerdir ki: On dinar ödemesi gerekir. İmam Züfer de, sekiz
dinar
ödemesi gerekir. demiştir. Kıyas ve İmam Züfer'in sözüdür. Çünkü birincisi ile dinarın
sonuncu
sayısı sınırdır. Sınır ise,
sınırlandırılan şeyin içine girmez.
İmameyn'in
delili, gayenin. sınırın mevcut olması gerekir. Çünkü madûmun mevcuda sınır olması
caiz
değildir. O halde, o sınırın varlığı mevcudu icap
ettirmektedir. O halde her iki sınır da sayının
içine
girmektedir.
İmam-ı
Azam'a göre sınır, sınırlandırılan şeyin içine girmez. Çünkü sınırın sınırlandırılan şeyden
başka
olması gerekir. Şu kadarı var ki bu meselede birinci sınıf olanın girmesi gerekir. Çünkü ikinci
ve
üçüncü dirhemler birinci
gerçekleşmeden gerçekleşemezler. O zaman birinci sınırın zorunlu
olarak
girmesi gerekir. İkinci sınırın ikrar edilen meblâğa girmesine ise hiçbir zorunluluk yoktur. O
halde
girmez. Dürer. Hâmi'ş'te de böyledir
Sen
bil ki, ikinci sınırdan maksat, zikredilen rakamı tamamlayandır. Meselâ, «Ona veya bine kadar»
denildiği
zaman sınır en son rakamdır. Kanaatimce, bütün rakamlar da böyledir.
Makdisî
de şöyle der: «İtkânî, Hasan'dan şunu rivayet etmiştir: Falan kimsenin bende dirhemden
dinara
kadar olacağı vardır, dese, dinarı ödemesi gerekmez.»
Eşbâh'ta
da şöyle denilmiştir: «İkrar'da bulunan, «Falan kimsenin benim üzerimde bir koyundan
sığıra
kadar alacağı vardır» demiş olsa, bunu ister aynıyla söylesin, ister aynıyla söylemesin, hiçbir
şey
gerekmez».
Ben,
Eşbâh'ın şerhine nisbetle şunu gördüm: «İmam Ebû Yusuf şöyle demiştir: «Bir kimse falan
kimsenin
bende koyundan sığıra kadar alacağı vardır.» dese ve bu dediğinde de koyun ve sığırın
aynısını göstermesi her ikisini de ödemesi gerekir.» Sâyıhânî.
«İkinci
sınır dahil olmaz. ilh...» Evlâ olan zaruret için birinci sınırın girmesidir. Burada ise zaruriyet
yoktur.
Düşün. Birinci sınırda girmemesi için Şurunbulâliye'de olduğu gibi Bürhân'da da şöyle
açıklanmıştır: Her iki duvar da kendi başlarına kâimdirler.» Buna göre, «Benim evimden şu duvara
kadar
falanca kimsenindir». diye yapılan ikrarda, duvarlar dahil
olmaz.
«Gebeliği
îkrar ilh...» Bu gebelik, ister cariyenin hamli olsun, ister başka canlının sonuç değişmez.
Meselâ,
bir kimse, «Cariyemin veya koyunumun doğuracağı yavru falan kimsenindir.» dese, buna
bir
sebep de beyan etmese geçerli olur. Çünkü bunun geçerli olması için bir açıklamanın olması
gerekir.
Bu da, başkasına vasiyet şeklinde olabilir. Meselâ, bir kimse diğerine, «Benim şu câriyemin
veya koyunumun hamli falan kimsenindir» diye vasiyet etse ve sonra ölse, oğlu babasının
vasiyetini ikrar etse, işte hamlin ikrarı meselesi böyle açıklanır.
«Muhtemel
bir gebeliği ilh...» Burada uygun olan Musannıf'ın, «İkrar vaktinde varlığı şer'an kesin bir
şekilde
belli olan gebeliği» demesi idi.
«Gebelik ikrarı yine sahih olur ilh...» Yani ikrar vaktinde varlığı muhtemel
olan gebeliğin ikrarı sahih
olur.
Şöyle ki, o cariye o çocuğu altı aydan az bir zaman veya babası ölmüşse, iki seneden az bir
zaman
zarfında doğurmuşsa, ikrarı geçerli olur. Çünkü eğer hamli vasiyet edilen cariye ikrarda
bulunanın
babası hayatta olduğu halde ve cariye ile cinsî ilişkide bulunmak da ona helâl olursa, bu
durumda
hamli ikrar etmek geçerli olmaz. Çünkü bu muhâldir. İkrar sırasında ne hakikâyen ve ne
de
hükmen o hamilin varlığı sabit
olmaz. Beyâniye ve Kifâye.
«İkrarı
geçerli olur ilh...» Zira ikrar, karşı tarafın kabul etmesine bağlı bulunmaz. Lehine ikrar
yapılan
tasdik etmese de mülk ona sabit olur. Ama ikrarın geçersiz oluşu lehine ikrar yapılanın iptal
etmesine
bağlıdır. Sâyıhânî. Gebelikle emzikli bir çocuğa ikrar etmesi meselelerinin arasındaki farkı
şarih
ileride zikredecektir.
«Filcümle
îlh...» Yani ikrarda bulunan, o süt çocuğu olan kimsenin velisi ile akıt yapmasıdır. Ama
haml
bunun aksinedir ki, ona kimse velilik
yapamaz.
«İkrarını
yazmalarını emretmek, hükmen ikrardır ilh...» Ama kira akdini yazmayı emretmek ve ona
şahit
tutmak bunun aksine caiz değildir. Çünkü bu, akit olmaz. Eşbâh.
«Elle
işaretle de olur ilh...» Şarihin sözünün gereği, metindeki mesele, elle işaretin ikrarı
kabilindendir.
Halbuki açık olan, metindeki mesele, lisanla ikrar meselesinden Çünkü, biraz ileride
«yazsın veya yazmasın» ifadeleri buna delâlet etmektedir. Minah'ta, Hâniye'den nakledilen ifade de
bunu
göstermektedir. Zira orada şöyle
denilmektedir: «İkrar, sözle olduğu gibi el işaretiyle de olur.
Meselâ
bir kimse bir topluluğun huzurunda
borçlu olduğu bir hakkı yazsa veya birisine yazdırsa,
sonunda
da hazır olan topluluğa, «Siz şahit olunuz, falan kimsenin benden şu kadar alacağı
vardır.»
dese, ikrar
olur.»
İfadenin
açık şekli olan birinci mesele, el işaretiyle ikrar meselesinin örneğidir. İkinci mesele ise,
sözle
yapılan ikrarın örneğidir. Sen
düşün. H.
BİR
UYGULAMA ÖRNEĞİ: Borçlu, alacaklının el yazısıyla kendisini olacağından ibra ettiğini
yazdığını
iddia etse geçerli olur. Borç da düşer. Çünkü böyle kastedilen bir yazı onu sözle
konuşmak
gibidir. Ama eğer bu yazısında onu kastetmemişse. İbra geçerli olmadığı gibi ibra davası
da
geçersiz olur. Bu yazının alacaklı
tarafından yazılması ile başkası tarafından yazılması arasında
bir
fark yoktur. Bezzâziyye. Dava kitabının on dördüncü
faslının sonu.
Fakat
Eşbâh'ın yazı hükümleri bahsinde şöyle bir ifade vardır: «Bir
kimse yazsa, fakat hiçbir şey
söylemese, hazır olan kişilerin şahâdet etmeleri helâl olmaz. Hâkim Nesefî, «Bir kimse «Falan oğlu
falanın
bende şu kadar alacağı vardır» diye bir başlık yazsa, kimseye, «Şahit olun» demese bile,
şahidin
şahâdet etmesi helâl olur.» demiştir. Ama genel görüş bunun aksinedir. Çünkü yazı yazmak
bazen
kalem veya mürekkebi tecrübe için de olur. Ama böyle yazdıktan sonra şahitlerin huzurunda
okusa
fakat onları şahit tutmasa veya yazsa ve onlara okumadan yazdıklarına şahit olun dese, eğer
onlar
yazılan şeyi biliyorlarsa, ikrar
olur. Eğer yazılanı bilmiyorlarsa, ikrar olmaz. Kadı zikretmiştir
ki,
birisi bir yazı çıkararak ona dayanarak bir diğerinin üzerinde malı olduğunu iddia etse ve «Davalı
bu
malı bana vereceğine dair yazmıştır.»
dese, davalı da o yazının kendi yazısı olduğunu inkâr
etse.
davalıdan
yazı yazması talep edilse ve yazsa. her iki yazı arasında açık bir benzerlik olsa, bu
benzerlik
iki yazının da aynı kimsenin olduğuna delâlet etse, o kimsenin o malı vermesi için sağlam
görüşe
göre, hükmedilemez. Çünkü ikinci yazı, davalının «Şu benim yazımdır.»
veya «Ben yazdım»
demesinde
veya «O mal benim üzerimde yoktur.» demesinden fazla birşey ifade etmez. Bu iki
meselede ödemesi gerekmediği gibi, bu meselede de iddia olunan malı ödemesi gerekmez. Ancak
komisyoncuların,
satıcıların ve sarrafların
defterlerindeki yazı ile hükmedilir. Biz bu konuda Kaza ve
Şehâdet
kitaplarında geniş bilgi verdik oraya başvurunuz.» Bunun benzeri
Bezzâziyye'de de
vardır.
Sâyıhânî
de şöyle demiştir: «Makdisi'de, Zâhîriye'den naklen şöyle bir ifade
vardır: Bir kimse,
«Kitabımda
talan kimseye ödeyeceğim bin liranın yazılı olduğunu gördüm.» dese
veya, «Falan
kimseye
bin lira borçlu olduğumu elimle
yazdım.» dese, bunlar geçersizdir.
Bununla amel edilmez.
Belh
âlimlerinden bir topluluk şöyle
demişlerdir: Satıcıların defterinde kendi yazılarıyla görülen
birşey,
ister alacak olsun, ister
verecek, onlar için gereklidir. Zira onlar unutmamak için halka
vereceklerini
de, halktan alacaklarını da yazarlar. «Meseleyi adet üzerine
bina etmek
vacibtir.»
Bu
nakilden şunu anlıyoruz ki. Müctehidlerin, «Yazı ile amel edilmez.» sözü, genel kabul edilir.
Simsar
ve satıcıların defterini istisna etmek de acık değildir. Uygun olan, simsar ve satıcının defteri
ile
amel edilmesini Belh imamlarının bir cemaatine isnad etmektir. Bir de, kendi üzerinde onlarla
kayıtlanmalıdır.
İşte bundan biliniyor ki, Tarsusî'nin «Yazı ile amel edilmez görüşünü reddetmesi
mezheple
teyid edilmiştir. Biz de mezhebin
görüşünden başkasını benimseyemeyiz. Bu meselede,
geçmişteki Kâdı'ya mektubu babına bakınız.
METİN
Varislerden bir tanesi, dava konusu borcun mûrise ait borç olduğunu ikrar etse, diğer varisler onu
inkâr
etseler. eğer miras yoluyla aldıkları borcu karşılıyorsa, borcun hepsini ikrar eden öder.
Burhan
ve Mecma.
Bazı
âlimler de, ikrar eden borçtan yalnız kendi hissesine düşeni öder demişlerdir. Ebülleys de,
zararın
def'i için son görüşü tercih etmiştir. Eğer bu ikrarda bulunanla birlikte diğer birisi de ölenin
borcu
olduğuna şehâdet ederse, şehâdet kabul edilir. Bununla bilinir ki, ölenin deyni yalnız ikrarıyla
ikrar
edenin payından ödenmez. Ancak onun ödemesine
hükmederse, hepsini öder.
Bir
kimse bir mecliste bir diğerine sebebini açıklamadan bin lira borçlu olduğunu söylese, diğer bir
mecliste
de iki kişinin huzurunda aynı şeyi söylese, sebepler muhtelif olduğundan ikrar ettiği her
iki
bini de ödemesi gerekir. Ama sebep veya şahitler bir olursa
veya tek bir senet üzerine yazsa
veya evvelâ şahitler huzurunda, sonra da Kadı'nın huzurunda ikrar etse veya bunun aksi şekilde
ikrar
etse, o zaman yalnız bin lira
ödemesi
gerekir.
Bu
meselede asıl kâide şudur: Bilinen birşey aynen tekrar edilirse, meselâ iki sebebin bir olması
gibi.
o zaman yalnız birini ödemesi
gerekir. Eğer şahitleri unutmuş olsa, ister bir yerde, ister iki
yerde
olsun sebeplerin bir olduğu
bilinmediğinden iki malı da ödemesi gerekir. Bazı âlimler
tarafından
da bir malı ödemesi gerektiği söylenmiştir. Bu meselenin tamamı
Hâniye'dedir.
Bir
kimse deyn veya gayri ile ikrar ettikten sonra, kendisinin ikrarında yalancı olduğunu iddia
etse,
o
zaman lehine ikrar yapılan Ebû
Yusuf'a göre onun ikrarında yalancı olmadığına dair yemin eder.
Fetva
da bu görüşe göredir. Dürer.
Birisi
ikrar ettikten sonra ölse, varisi ikrarda bulunanın ikrarında yalancı olduğunu iddia etse,
hüküm
yine böyledir. Yani lehine ikrar yapılana yemin verdirilir. Adam ikrar etse, sonra da ikrarının
yalan
olduğunu iddia etse, o zaman da lehine ikrarın varisleri onun ikrarında yalancı olmadığına
yemin
ederler. Sadrı Şeria.
İZAH
«Varislerden bir tanesi ilh...» Diğer varisler de onu tasdik etseler. Su kadarı var ki onu farklı bir
şekilde
tasdir etseler, meselâ adam ölse, geriye üç oğul üçbin dirhem de tereke bıraksa, aralarında
taksim
ederek her biri bin dirhem almış olsalar, sonra birisi gelerek babaları üzerinde üçbin dirhem
alacağı
olduğunu iddia etse, büyük kardeş
adamın iddiasını aynen tasdik
etse, ikincisi iki bin
dirhem,
küçük kardeş de bin dirhem borçlu olduğunu söyleseler,
İmam Ebû Yusuf'a göre
büyüğünden bin dirhem, ortancadan binin altında beşi, en küçükten de binin üçte biri alınır. İmam
Muhammed
ise, büyükle küçüğü eşit kabul
etmiştir, ortanca da binini
öder. Ebû Yusuf ve
Muhammed'in
delilleri Kâfi adlı eserde zikredilmiştir.
UYARI: Davalı hâkimin huzurunda, «Davacının dilekçesinde yazılı olan herşey benim yazımla
yazılmıştır.
Ben bunu kabul ediyorum» dese, bu
ikrar sayılmaz. Çünkü bu genel ikrar
olup. duruma
uygun düşmez. Hanefî fakihlerine göre, falan kimsenin üzerinde ikrar olunan herşeyi ben de aynen
ikrar
ediyorum demek ikrar olmaz. Çünkü bu
vaade benzemektedir. Muhit'te de
böyledir.
Şurunbulâliye.
Bir
kimse Zeyd isimli birisinden devamlı borç alıp verse, sonra hesap görseler, o kişinin bir miktar
borcu
çıksa, sonra o kişi, «Bu çıkan benim son kabzettiğim ve son hesaptır.» dese, birkaç gün
sonra
gelse ve hesabı yeniden görmek için
bunun aksini söylemek istese bu mümkün olur mu?
El-Cevap:
şöyle denilir: «Bir şirket ortakları muhasebecinin yaptığı hesapların doğru
olduğunu
zannederek
kabul etseler, ancak daha sonra, başka muhasebecinin yaptığı hesapta, ilk hesabın
yanlış
olduğu ortaya çıksa, hesabı yeniden
görebilirler mi? El-Cevap: Görebilirler. Çünkü, Eşbâh
adlı
eserde, «Yanlışlık olduğu ortaya çıkınca, zanna itibar edilmez» denilir. İnan şirketinin ortaklan
hesap
görerek ibrasız ayrılsalar, veya
ortaklıklarına devam etseler, sonra
ortaklardan bir tanesi
ortağına
şirket mallarından gecen bazı şeylerin hesaba katılmadığını hatırlasa, diğer ortak onu
inkâr
etse. davacının delili de .olmasa, davacı ondan yemin talep etse. ondan yemin talebi hakkı var
mıdır?
El-Cevab: Evet, yemin talebinde
bulunabilir. Çünkü yemin münkire
aittir.»
«Hissesine düşeni öder ilh...» Musannıf'ın burada «kîyle(denildi)» ifadesini kullanması birinci
rivâyetin Musannıf'ın fetvasında olduğu gibi
zahiri rivayet olmasındandır. Bu mesele ileride yine
gelecektir. Bu, vaziyetin aksinedir. Çünkü Câmiü'l-Fusûleyn'de şöyle bir ifade vardır: «Varislerden
bir
tanesi murisinin birşey vasiyet ettiğini ikrar etse, ittifakla o vasiyet, terekeden ikrarda bulunana
ait
olan kısmından alınır. Bir kimse ölse, üç oğun bıraksa, üç bin dirhem de tereke bıraksa, herbirisi
bin
dirhemini alsa. dıştan birisi gelerek ölen adamın malının üçte birisini kendisine vasiyet ettiğini
iddia
etse, oğullarından bir tanesi bu iddiayı tasdik etse, kıyasen onun
elinde olanın beşte üçünün
alınması
gerekir Bu da Züfer'in görüşüdür. İstihsana göre, onun elindekinin üçte birinin alınması
gerekir.
Bu da diğer üç âlimin görüşüdür. Ulema için delil şudur: İkrarda bulunan, üçünün arasında
şayi
olan bin dirhemi ikrar etmiştir.
İkrar olunan binin üçte biri onun
elindedir. Binin üçte ikisi ise
kardeşlerinin elindedir. Onun elinde olan malın ikrarı kabul edilir. Onun gayrının elinde olanın ikrarı
ise
kabul edilemez. O zaman, davacıya ikrarda bulunanın
elindekinin üçte birinin
verilmesi
vacibtir.»
«Şehâdet
ederse ilh...» Câmiü'l-Fusûleyn'de H. şöyle denilmiştir: «Hâkime uygun olan, davalıya
murisinin
ölüp ölmediğini sormasıdır. Eğer davalı öldüğünü ikrar ederse, o zaman ondan mal
davasını
sorar. Mal davasında murisinin
borçlu olduğunu ikrar etse,
diğer varisler onu tekzib
etseler,
hâkim onun ikrarı ile hükmetmez. O ikrarda bulunan ve bir de yabancı, murisin borçlu
olduğuna
şahâdet ettikleri zaman kabul edilir ve o borcun hepsinden alınmasına hükmeder. Hâkim
yalnız
onun ikrarıyla hükmettikten sonra,
ikrarda bulunan başka
birisini şahit olarak getirse, onun
şehâdeti
kabul edilmez.
Eğer
delil ikâme etmezse, ikrar varis ikrar etsin, ister ikrardan kaçınsın, zahiri rivayete göre, borcun
hepsi,
ikrarda bulunanın hissesinden alınır. Çünkü ikrarda bulunan borcun mirastan önce
olduğunu
ikrar etmiştir.
«S.
Şöyle demiştir: «Kıyas da budur. Buna göre tercih edilen görüşe 9ore, ikrarda bulunanın
ödemesi
gereken kısım borçtan ona düşen kısımdır. Bu da Şa'bî, Hasan-ı Başrî, Mâlik, Süfyân ve
ibni
Ebî Leylâ ve bunlara uyan diğer
âlimlerin görüşüdür. En adil ve zarardan en uzak görüş de
budur.»
«Eğer
ikrarda bulunan delil. getirirse ittifakla ondan ancak onun hissesine düşen alınır.»
Yalnız
şu mesele kalmıştır: Eğer iki kişi varislerden birisine terekenin taksiminden sonra murisinin
borçlu
olduğuna dair delil getirmiş
olsalar, alacaklı bu borcun hepsini huzurda olanın hissesinden
mi
alır? Musannıf, fetvâsında şöyle demiştir: «Bu hususta âlimler ihtilâf etmiştir. Bazı âlimler,
hepsini
ondan alır, gâib olan varis döndüğü
zaman ödeyen onun hissesine düşeni
rücû ederek alır,
demişlerdir. Bazı âlimler de hazır olandan ancak borçtan ona düşen kısım alınır demişlerdir» Özetle.
Yine
Câmiü'l-Fusûleyn'de şöyle
denilmektedir: «Tâlib bu borcu ikrar eden üzerine delil ikâme
ederse,
delili dinlenir. Nitekim bir malın kabzı için vekil olduğunu ikrar etse, onun ikrarı yeterli
değildir.
Vekile vekâletinin ispatı için delil ikâme etmesi teklif edilir ki, vekâletini ispat etsin ve o
malı
kabzedebilsin. İşte bu mesele de aynen bunun
gibidir.»
«Yalnız
ikrarıyla ilh...» Deyn eğer, yalnız onun ikrarıyla onun hissesine düşmüş olsaydı, onun
şehâdeti
kabul edilmezdi. Çünkü şehâdetinin kabulünden maksat, ondan zararı def etmektir.
Bâkanî.
Dürer. Hâmiş'te de
böyledir.
«Bin
lira borçlu olduğu söylese ilh...» Musannıf, Minâh'ta Hâniye'den naklinde Ebû Hanîfe'den iki
rivayet olduğunu söylemiştir. Metinde ise bu rivâyetlerin hiçbiri yoktur. Bu rivayetlerden birisi
şudur:
Bir kimse ikinci meclisteki ikrarında da birinci meclisteki şahıslan şahit gösterirse, o zaman
her
iki malı da ayrı ayrı ödemesi gerekir. Diğeri de şudur; Eğer ikinci mecliste, birinci meclisteki
şahitlerden
başka iki şahit daha gösterse, o zaman da bir mal ödemesi gerekir. Bu rivayetlerden en
uygunu şudur: İkrarda bulunan eğer, her ikrarına iki şahit gösterirse iki malı birlikte ödemesi
gerekir.
İster ikincisi ikrarı üzerine birinci şahitleri şahit etsin, ister başkalarını etsin değişmez.
Buna
göre Musannıf'ın sözünü ettiği diğer
bir mecliste diğer iki kişiyi şahit göstermesi halinde ona
iki
malı ayrı ayrı ödemesi lüzumu nakledilen iki rivayetten de değildir. Dürer'de de Ebû Hanîfe'den
görüş
nakledilerek ikincisi de Musannıf'a uyularak Musannıf'ın yazdıklarına uyularak
değiştirilmiştir. Azmiye'de de yukarıdaki nakillerimiz ile Dürer'e itiraz edilmiş, Dürer'de değiştirilmiş
olan
ikinci rivayet olmadığı, bunun üçüncü bir görüş olduğu, fakat bu görüşün hiçbir muteber
kitapta
yer almadığı hiçbir müctehide isnad
edilmediği
söylenmiştir.
«Diğer
bir mecliste ilh...» Ama bir mecliste ikrarda bulunan, bir kimseyi ikrarına şahit kılsa, diğer bir
mecliste
de ikinci bir kimseyi şahit gösterse, şahitlerin bir veya iki yerde olmaları sonucu
etkilemez, âlimlerin ittifakıyla metindeki meselenin aksine bir mal öder. Yine, birincisinde bir adamı
şahit
etse, ikinci ikrarı üzerine de ikinci bir mecliste birden fazla adamı şahit göstermiş olsa, yine
İmameyn'e
göre bir mal ödemesi gerekir. İmam-ı Azam'ın açık görüşüne göre de böyledir.
Minah.
«Her
iki bini de ödemesi gerekir. ilh...» Bilmiş olunuz ki, ikrarın tekrarı ya bir sebebe istinad edilir
veya mutlak şekilde yapılır. Eğer her iki ikrarın da sebebi bir olursa, o zaman bir mal ödemesi
gerekir.
Eğer ikrar meclisleri çeşitli veya sebebler çeşitli olursa, o zaman mutlaka iki malı da
ödemesi
gerekir. Ama eğer ikrarın tekrarı hiçbir sebeble kayıtlamadan mutlak olarak yapılmışsa, o
ikrar
ya senetle veya senetsiz yapılmıştır. Eğer senetle yapılmışsa, o da iki şekilde olur. Her iki
.ikrar
bir senetle otursa, ikrarda bulunanın ödemesi gereken malın bir olması gerekir. Eğer iki
senetle
olursa, mutlaka iki malı da ödemesi gerekir.
Ama
ikrarın tekrarı sebebsiz yapılmışsa, eğer ikrarın her ikisi de bir mecliste yapılmışsa İmam-ı
Azam'a
göre iki malı, İmameyn'e göre ayrı ayrı meclislerde ikrar edilmiş olsa bile yine bir malı
ödemesi
gerekir.
Eğer
ikinci ikrarına, birinci ikrarınâ şahit ettiği kişileri şahit gösterse, yine Ebû Hanîfe'ye göre
bir
mal
ödemesi gerekir. Ancak, davalı eğer iki mal olduğunu söylerse, o zaman iki mal ödemesi
gerekir.
Eğer
ikinci ikrarında birinci ikrarındaki şahitleri değil, başka iki kişiyi şahit gösterse, iki mal
ödemesi
gerekir. Diğer bir yerde de Ebû
Hanîfe'den bunun aksine bir rivayet daha vardır: Bu rivayet
şudur:
Eğer müşahede edilen şey bir olursa İmama göre bir mal ayrı ayrı mal olursa, İmameyn'e
göre
bir mal ödemesi gerekir. Ebû Hanîfe'nin kâvli üzerinde ise fukaha ihtilâf etmiştir. Bunlardan
bazıları
Ebû Hanîfe'nin üzerine kıyas yapıldığında iki malı ödemesi gerekir demişlerdir. İstihsâna
ise,
bir mal ödemesi gerekir. İstihsâna dayanan bu görüşü İmam Serahsî de benimsemiştir.
Fakihlerin
bazıları da Kerhî'nin görüşü üzerine iki mal ödemesi gerekir demişlerdir. Tahavî'nin
görüşüne
göre ise tek bir mal ödemesi gerekir. Şeyhülislâm da Tahâvî'nin görüşünü
benimsemiştir.
Tatarhâniye'den
özetle.
Yukarıda
naklettiklerimizin hepsi şerhten anlaşılır. İşte bu nakillerden de anlaşıldığı gibi, metinde
olan
Ebû Hanîfe'den nakledilen
rivayettir. Azmiye'nin, Dürer'e itiraz ederek hiçbir müctehide isnad
edilmediğini,
hiçbir muteber kitapta yer almadığını
söylemesi de reddedilmiştir. Azmiye bu
görüşünü
Hâniye'ye isnad etmiştir ki,
Hâniye'de bu meselede iki rivayet
vardır. Birincisi, eğer
şahitler
bir tane ise, iki mal gerekeceği fakat şahitler bir değilse yalnız bir malı ödemesi lâzım
geleceğidir. İkincisi ise, her ikrarına iki kimseyi şahid göstermişse bu şahitler ister aynı ister farklı
olsun,
iki malı ödemesinin gerektiği rivayetidir. Mesele Velvâliciye'de
açıklanmıştır.
«Sebebler muhtelif olduğundan ilh...» İkrar bir mecliste de olmuş olsa, sebebler bir olunca böyledir.
Bezzâziyye'de sıfat da sebeb gibi kılınmıştır.
Bezzâziyye'de şöyle denilmiştir: «Bir kimse önce bin beyaz dirhemi ikrar etse, sonra da bin siyah
dirhemi
ikrar etse, iki mal ödemesi gerekir. Lehine ikrar yapılan sebeblerin muhtelif olduğunu iddia
etse.
ikrarda bulunan da sebeblerin bir olduğunu zannetse, geçerli olan görüş, ikrarda bulunandır.
Eğer
ikrar sebepleri bir olursa, ikinci ikrarındaki malın birinci ikrarındakinden fazla olması halinde
iki
malı da ödemesi gerekir. İmameyn'e göre ise, ikisini birden değil, yalnız çok olanı ödemesi
gerekir.» Sâyıhânî.
«Bilinen
ilh...» Meselâ, bir olan sebeblerle ikrar etmek gibi.
«Fetva
da bu kâvle göredir ilh...» Tercih
edilen görüş de budur. Bezzâziyye. Bu ifadenin açık şekli
şöyledir: İkrarda bulunan yalandan ikrar ettiğim
iddia ederse lehine ikrar yapılan veya varisi, -Ebû
Yusuf'tan
rivayet edilen fetvaya esas olan görüşe göre,- mutabaka yemin teklif edilir. İkrarda
bulunan,
bu ikrarı ister zaruret gereği yapsın, isterse zaruret olmaksızın yapmış bulunsun sonuç
değişmez.
Şeyhimiz
şöyle demiştir: «Bu mesele hiç böyle değildir. Zira Sulh kitabının hemen öncesinde çeşitli
meseleler bahsinde Musannıf'ın, «Birisi senetle bir malı ikrar etse, o ikrarına da şahit getirmiş olsa,
sonra
ikrar ettiği malın bir kısmının karz, bir kısmının da faiz olduğunu iddia etse ilh...» İfadelerinin
şerhinde
şârih Şurunbulâliye'nm Vehbâniye şerhinden naklen şunu söylemektedir: «Ebû Yusuf'un»
«lehine
ikrar yapılan ikrarda bulunanın
hiçbir şekilde yalan ikrarda bulunmasına bir zaruret
olmadığına
dair yemin teklif edilir.» sözü
gösteriyor ki, fetva ancak bu hususta verilir.» Şeyh
Muhammed
Ebussuud el-Mısrî'nin Molla Miskin
hâşiyesinde de böyledir.
«Lehine
ikrar yapılana yemin teklif edilir ilh...» Bazı âlimler de lehine ikrar yapılana yemin teklif
edilemez.
demişlerdir. Ama sağlam olan
görüşe göre, lehine ikrar yapılana yemin teklif edilir.
Hâmidiye.
Sadrı Şeria'dan. Câmiü'l-Fusûleyn'de
şöyle denilir: «Bir kimse herhangi bir kimseye bir
mal
ikrar etse ve ölse, varisleri
murislerinin ikrarının caiz olmadığını çünkü yalan ikrarda
bulunduğunu
söyleseler, lehine ikrar yapılan da durumu bilse, varisler
lehine ikrar yapılana yemin
teklif
edemezler. Zira ikrarda bulunanın ikrar ettiği vakit henüz varislere ikrarda bulunanın malı
taalluk
etmemişti. O zaman ikrarı sahih olur. O mal varislere taalluk etmeden önce, mukarrünlehe
taalluk
etmiştir.» S.
Bir
kimse bir malı birisine ikrar etse, sonra varisleri onun zorla ikrar ettiğini söyleseler. lehine ikrar
yapılana
ikrarda bulunanın sahih bir ikrarda bulunduğuna dair yemin teklif edilir.
T.
Varis,
murisinin zorla ikrar ettiğini iddia etse, âlimlerden bazılarına göre o varis mukarrünlehe
mukırr
zorla ikrarda bulunmadığına dair yemin teklif
eder.
Varis,
murisinin yalan yere ikrarda bulunduğunu iddia
etse, sözü kabul edilmez.
Nûru'l-Ayn'da şöyle şöyle denilmiştir: «Uygun olan, zahiren her iki meselenin hükmünün de bir
olmasıdır.
Zira, yalan ikrar tehdit altında yapılan ikrarda da
mevcuttur.»
Yalan
ikrar davası, ancak genel bir ibra olmadığı zaman dinlenir. Eğer genel bir ibra varsa. dava
dinlenmez.
Şu kadarı var ki, Allâme İbni
Nüceym'in bu hususta bir risalesi vardır. İbni Nüceym bu
risalede şöyle demektedir: «Bir kadın sıhhatinde kızına muayyen bir meblağı ikrar etse, sonra
onunla
kızı arasında genel bir ibra olsa, ibradan sonra kadın ölse, vasi kızın yalan söylediğini iddia
etse,
o kızın davasının dinlenmesine ve kızın yemin etmesine fetva verilir. Kıza yemin teklif
etmeden
önce verilen hüküm de sahih
değildir. Zira kendisiyle fetvâ verilen görüşün aksine hüküm
verilmiştir.
Buradaki ibra da davanın
dinlenmesine mani değildir. Çünkü
vasi, hiçbir şeyin
gerekmediğini iddia etmektedir. Ama bunun aksine, ikrarda bulunan eğer ikrar ettiği malı lehine
ikrar
yapılana verirse, artık lehine ikrar
yapılana yemin teklif edilmez. Çünkü ikrarda bulunan, malın
geri
alınmasını iddia etmektedir. Beraet buna manidir. Ama birinci meselede ise. ikrarda bulunan,
hiçbir
şeyin geri alınmasını iddia
etmemekte, yalnız kendini savunmaktadır. Bu yönüyle her iki
mesele
birbirinden ayrılmış olmaktadır.
Doğrusunu Allah bilir.»