NESEB
DAVASI BABI
METİN
Neseb
konusuyla ilgili iddialar iki
kısma ayrılır. Birincisi, hamile bırakma iddiası olup hamililiğin
başlangıcının
davacının mülkiyetinde meydana gelmesi demektir. İkincisi de hürriyet davası olup
bu
onun aksinedir. Birincisi daha önce olduğundan daha kuvvetlidir. Çünkü
o. gebeliğin
başlangıcına dayanmaktadır. Hürriyet davası ise, yalnız mevcut durumla
ilgili bulunur. Bunun
açıklaması ileride gelecektir.
Satılan
bir câriye, satıldığı günün tarihi itibariyle altı aydan az bir zaman zarfında doğum yapsa,
satıcı
cariyenin doğurduğu çocuğun kendisinden olduğunu iddia etse, o çocuğun nesebi
istihsanen
satıcıya sabit olur. Çünkü onun
annesi olan cariye satıcının mülkü
iken onu kan pıhtısı
olarak
almıştı. Neseb davası gizlilik üzerine bina edildiğinden ondaki çelişki affedilir. Satıcının
davası
sahih olduğu zaman satılan cariye
satan erkeğin Ümmü'l-veled olur ve
satım akdi feshedilir.
Satıcı
onun semenini geri
verir.
Ümmü'l-veled;
efendisinden çocuk doğuran cariye
anlamına gelir. Böyle bir cariye artık satılamaz.
Bağışlanamaz. Efendisi ölünce de hür olur.
Şu
kadarı var ki. müşteri satıcıdan önce çocuğun kendisinden olduğunu iddia etse, çocuğun
nesebi
ona teslim edilir, cariyenin onun ümmü'l-veledi olduğu onun ikrarı ile sabit olur. Bazı âlimler
tarafından
da müşterinin sözü şöyle yorumlanır: Müşteri, aldığı cariyeyi daha önce nikâhlamış.
Çocuğu
dava etmiş ve sonra da satın almıştır.
Satıcı
ile müşteri çocuğun kendisinin olduğunu iddia etseler veya müşteri satıcıdan sonra çocuğu
kendisinden
olduğunu iddia ederse. o zaman neseb müşteriye tesbit edilemez. Çünkü onun
satıcıdan
sonraki davası, çocuğun hürriyet
davasıdır. Satıcının davası ile çocuk isteme davası
olduğundan
müşterinin davasından daha kuvvetlidir. Bu sebeple çocuğun nesebi satıcıya tesbit
edilir.
Nitekim bu mesele yukarıda geçmiştir.
Böyle bir çocuğun nesebi, annesinin ölümünden sonra dava edilesi halinde de yine satıcıya tesbit
edilir.
Ama çocuğun ölmesi bunun aksinedir.
Çünkü asıl dava konusu fevt olmuştur. O zaman
annesinin
ölümünden sonra satıcı çocuğu atır, müşteri de cariyenin bütün semenini Ebû Hanîfe'ye
göre
geri alır. İmameyn'e göre ise,
yalnız kıymetten çocuğun hissesine düşeni geri alır.
Müşterinin
anne ve çocuğu beraberce azad etmesinin hükmü de onların ikisinin beraber ölümü
gibidir.
Burada müdebber kılma sözleşmesi yapmak da azad gibidir. Çünkü tedbir de yine azad gibi
ibtali
kabul etmez. Satıcı bütün imamların ittifakı ile müşteriye yalnız semenden çocuğun hissesine
düşen
kısmı geri verir. Mültekâ ve
başkalan.
Yine
müdebber kılma ve azad durumlarında
Ebû Hanîfe'nin sağlam görülen görüşüne göre. satıcı
hem
çocuğun hemde annesinin semenini müşteriye geri verir. Nitekim
Kûhistanî ve Bürhan'da da
böyle zikredilmiştir.
Dürer
ve Minah'ta da Hidöye'den naklen annenin semeninin geri verileceği be'yan edilmiştir. Kâfî'de
de
Mebsut'tan naklen bunlara karşı çıkarılarak geri verilemeyeceği beyan
edilmiştir.
Mevâhib'in
ifadesi ise şöyledir: «Çocuğun annesi olan cariyenin azadından veya ölümünden sonra
satıcı
onun kendi çocuğu olduğunu iddia
ederse, nesebi ona sabit olur. İmam-ı Azam'a göre
semenin
tamamını müşteriye geri verir.
İmameyn ise, yalnız çocuğun semeninin geri verilmesine
hükmetmişlerdir. Bazı âlimler tarafından ise azad da ittifakla cariyenin hissesini geri vermeyeceği
söylenmiştir».
Yukarıdan
beri zikredilen bu cariye, satıldıktan itibaren iki yıl sonra doğum yaparsa, satıcı bu
çocuğun
kendisine ait olduğunu iddia
etse, müşteri de onu tasdik ederse. müşterinin tasdiki ile
onun
nesebi tesbit edilir ve o cariye
sözlük anlamda satıcının
nikâhla Ümmü'l-veled'i olur. Zira,
biz
burada
satıcının işini salâh üzere
yorumlarız.
Yalnız
şu mesele kalmıştır: Bu cariye hamlin enaz süresi olan altı aydan çok ve iki yıldan az bir süre
içinde
doğurursa ve satıcı bu çocuğu iddia
ederse. müşteri onu tasdik ederse, bunun hükmü birinci
meselenin
hükmü gibidir. Çünkü hamlin bey'den evvel olma ihtimali mevcuttur. Eğer müşteri
satıcıyı
tasdik etmezse o çocuğun nesebi
tasdik edilemez.
Satıcı
ile müşteri böyle bir çocuk
hakkında onlaşmazlığa düşmüş olsalar, burada kabul edilebilir
söz,
ittifakla müşterinindir. Delil
de Ebû Yusuf'a göre
müşterinindir. İmam Muhammed buna
karşı
çıkmıştır.
Surunbulâliye ve Şerh-i Mecma.
Efendisi,
yanında doğum yapan cariyeyi satsa, onu alan müşteri de onu sattıktan sonra birinci
satıcı
cariyenin çocuğunun kendisinin olduğunu iddia etse, hamilelik onun mülkünde iken
olduğundan
çocuğun nesebi ona tesbit edilir ve
satışı da
reddedilir.
Mecmâ'da
şöyle denilmiştir: «Eğer o cariye müşterinin yanında iki defa doğum
yapsa, bu
çocuklardan
bir tanesi satış tarihinden itibaren altı aydan az bir süre içinde, diğeri ise altı aydan
fazla
bir zaman içinde doğsa. satıcı birinci çocuğun kendisinden olduğunu iddia etse, müşteri onu
tasdik
etmese de çocuğun nesebi satıcıya tesbit
edilir.»
İZAH
«Da'vetü
sözü ilh...» Bu kelime dal harfi
esre olunca, «Neseb, iddia etmek» üstün hareketi olunca,
«Yemeğe
davet etmek» anlamına
gelir.
«Davacının
mülkünde ilh...» Nitekim bir kimse oğlunun cariyesi ile cinsi ilişkide bulunmuş olsa
câriye
de doğum yapsa bu kimse çocuğun kendisinin olduğunu iddia etse, onun câriye üzerinde
mülkiyet
hakkı doğduğu gibi çocuğun da azadı sabit olur. Ancak bu kimse oğluna cariyenin
kıymetini
tazmin eder.
«Altı oydan îlh...» Bu cariye satım tarihinden itibaren en geç altı ayın içinde doğum yaparsa, satıcı
bu
çocuğun kendisine ait olduğunu iddia
ettiği takdirde çocuğun nesebi ona bağlanır. Ancak
Musannıf'ın
bu sözü satıcı ile satıcının satış tarihi üzerinde ittifak etmeleri halinde geçerlidir. Eğer
tarih
üzerinde görüş ayrılığı varsa Tatarhâniye'de Kâfî adlı
eserden naklen şöyle denilmiştir:
«Satıcı,
«Ben cariyeyi şu ayda sana sattım, doğurduğu
çocuk bendendir» müşteri de, «Sen bana
satalı
bir yıldan fazla zaman geçti, çocuk
senden değildir» deseler, burada söz hakkının müşteriye
ait
olduğunda görüş birliği vardır.
Satıcı
ve müşterinin her ikisi de delil ikâme ederlerse. Ebû Yusuf'a göre delil de yine müşterinindir.
İmam
Muhammed'e göre ise delil satıcınındır. Beyyine Şarih bu meseleyi ileride, «eğer
anlaşmazlığa düşseler» konusu içinde zikretmiştir.
Musannıf'ın
burada satıcının davası şeklinde kayıtlaması, eğer bu eğer bu davayı bey'i değil satıcı
değil
de oğlu açmış olsa, Müşteri de onu yalanlasa, satıcı ister oğlunu tasdik etsin, ister tasdik
etmesin
oğlunun davası bâtıldır. Bu meselenin
tamamı
Tatarhâniye'dedir.
«İddia
etse ilh...» Musannıf'ın bu sözü iddia kelimesinin başına «fa» harfini eklemesinden de
anlaşıldığı
gibi, satıcının doğumdan önceki davası doğuma kadar bekletilir. Eğer kadın çocuğu
canlı
doğurursa, neseb sâbit olur. Çocuk canlı doğmazsa neseb sabit olmaz. Nitekim İhtiyâr'da da
böyledir.
Cariye birkaç kişinin ortak malı olsa, cariyeyi birisi satın alsa, carive doğum yapsa, ortak olanların
hepsi
o çocuğun kendisine ait olduğunu
iddia etseler, Ebû Hanîfe'ye göre bu çocuğun nesebi
onların
hepsine sabit olur. İmameyn ise o
çocuğun nesebinin ancak iki kişiye sâbit olabileceğini
söylemişlerdir. Ortaklar çocuğu iddia etmezlerse, Nazım adlı eserde olduğu gibi çocuğun nesebi
sâbit
olmaz.
Musannıf'ın
mutlak 'ifadesinden anlaşılıyor ki, müşteri eğer satıcıyı tasdik etmez ve satıcıya,
«Hamilelik cariye senin yanında iken olmamıştır» derse. dış görünüşün şahâdetiyle söz satıcının
olur.
Bunlardan hangisi delil
getirirse, onun delili kabul edilir. Her ikisi de delil getirirlerse, Ebû
Yusuf'a
göre müşterinin delili, İmam
Muhammed'e göre satıcının delili kabul edilir. Nitekim Mülteka
şerhi
Minye'de de böyledir.
«Nesebi
istihsânen sotıcıya sabit olur
ilh...» Müşteri satıcıyı ister
tasdik etsin, ister tasdik etmesin.
Nitekim
Gûrerii'l-Efkâr'da da
böyledir.
Musannıf'ın
satıcı kelimesini mutlak zikretmesi sebebiyle «satıcı» kelimesi müslim, zımmî, hür ve
mükâtebi
de kapsamına alır. Ben İhtiyâr'dan naklen böyle gördüm.
«İstihsânen
ilh...» Kıyas'a göre değil. Çünkü
satıcının cariyeyi satması, Ümmü'l-veled değil cariye
olduğunu
ikrardır. Kıyâsa göre bakıldığında
satıcının çelişkiye düşmüş olması
gerekir.
«Onun
Ümmü'l-Veled oluşu ilh...» Eğer câriyenin durumu meçhul olursa hüküm
böyledir. Çünkü,
«Çocuğun
kendisinden olduğu iddiası» konusunda
geçtiği gibi, bir kimse bir câriye ile zina etse,
cariye
doğum yapsa müteakip de o cariyeyi satın alsa, o cariye Ümmü'l-Veled olmaz. Eğer çocuğu
satın
alırsa, çocuk azad edilmiş olur.
Birisi
anne veya babasının cariyesi ile zina etse, cariye bu zinadan gebe kalarak doğursa, adam
helâl
olduğunu sanarak zina ettiğini iddia etse, o çocuğun nesebi sabit olmaz. Ama o adam o
çocuğa
mâlik olursa, çocuk azad olur.
Şârih
çocuğun kendisinden olduğunu iddia
konusunda şöyle demiştir: «Bir kimse anne veya
babasının
câriyesi ile zina ettikten sonra ona malik olsa, o cariye Ümmü'l-Veled'i olmaz. Zira ondan
doğan
çocuğun nesebi sabit olmamıştır.
Sâyıhânî.
«İkrarı
ile ilh...» Satıcının müşterinin iddiasından sonra davası sahih olmaz. Çocuğun nesebi sabit
olduğundan
o çocuğun neseb sübutuna ihtiyacı yoktur. Hem de, neseb davası
ibtali ihtimal kabul
etmez.
Zeylâî.
«Çocuğun
ölmesi bunun aksinedir. îlh...» Yani bu cariye, altı aydan az bir
zaman içinde doğum
yapsa,
asıl olan çocuğun ölümü ile cariye olan annesinde Ümmü'l-Veled'lik sabit olmaz. Çünkü
çocuk
ölünce nesebe ihtiyaç
kalmadı.
«Bütün
semenini ilh...» Yukarıda da açıklandığı gibi efendi Ümmü'l-Veledini satmış durumdadır.
Ebû
Hanîfe'ye göre, onun maliyeti akitte
ve gasbta mütekâvvim değildir. Bu yüzden müşteri onu
tazmin
etmez. İmameyn'e göre ise, onun maliyeti takdir edilir ve müşteri
onun kıymetine zamindir.
Hidâye.
«Kıymetten çocuğun hissesine düşeni ilh...» Anne ve çocuğun azad edilmesi ölümleri gibidir. Hatta
bir
kimse, anne olan cariyeyi azad ettiği halde çocuğunu azad etmese, bu satıcı çocuğun
kendisinden
olduğunu iddia etse, davası
sahih olur, o çocuğun nesebi ona sabit olur. Ama eğer bu
kimse
anneyi değil de doğurduğu çocuğu azad ederse, ölüm gibi satıcının davası ne çocuk ve ne
de
câriye olan annesi hakkında geçerli olmaz. Minah.
«Çocuğun
hissesine düşen kısmını geri verir ilh...» Eğer çocuğun annesi olan cariyeyi azad eder
veya onu müdebber statüsüne sokarsa.
«Annesinin semenini ilh...» Bu meselenin özeti şöyledir: Satıcı, annesinin hissesi olan semeni geri
verir.
Ölüm ve azad halinde Ebû Hanife'ye göre yalnız çocuğun hissesine düşen semeni geri verir.
İmameyn'e
göre ise, her iki durumda da semenden yalnız çocuğun hissesine düşeni verir.
Kâfi
adlı eserde olan ifadeye göre ise,
satıcı yalnız azatta çocuğun geri
verir. Çünkü azatta Ebû
Hanîfe'nin
görüşü de İmameyn'in görüşü
gibidir.
«Yine
ilh...» Yani müdebber statüsünde ve
azatta, demektir. Ölümü gelince ölümde de satıcı yine
anne
olan cariyenin semenden olan hissesini Ebû Hanîfe'ye göre geriye iade eder. Nitekim bu
hususta
Dürer'in sözü de delâlet etmektedir. Zira Dürer'de şöyle denilmiştir: «Müşteri cariye olan
anneyi
azad veya müdebber kılsa İmameyn'e göre satıcı yalnız onun semeni karşılığını müşteriye
geri
verir. Ebû Hanîfe'ye göre ise satıcı
semenin hepsini sahih görüşünde
olduğu gibi, müşteriye
iade
eder. Nitekim ölümü de böyledir.»
Hidâye'de de böyledir.
H.
«Dürer
ilh...» Mebsut'ta şöyle
zikredilmiştir: «Anne olan cariyenin hissesini değil, ittifakla çocuğun
hissesini geriye verir. Bu görüş ile ölümle azadın arası ayırt edilir. Şöyle ki, hâkim, satıcıyı
kanaatinde
yalanlamıştır. Zira hâkim o cariyeyi müşterinin azadlısı saymıştır. Buna göre satıcının
inancı
bâtıl olmuştur. Ölüm kısmında ise yalanlama bulunmadığından, satıcı kendi inancıyla
muâheze
edileceğinden, anne olan cariyenin hissesine düşen semeni müşteriye geri verir. Kâfi'de
de
böyledir.
Şu
kadarı var ki, Zeylâî'de, Mebsût'un İfadesi rivayet edilerek tercih edilmiştir. Zeylâî'de de bu
rivayete zıd olan ve Hidâye'den yapılan nakli sağlam gördüğünü belirttikten sonra şöyle demiştir:
«Müşteri
cariye için yapılan satım akdi bâtıl
olmadan semenin tamamını nasıl geri isteyebilir?
Burada
onun azad tasarrufu. ibtal
edilmediği için yalnız çocuğun
hissesini geri verir. Bu şöyle olur:
Semen
anne olan câriye ile çocuğunun
kıymetlerine göre taksim edilir.
Annenin kıymeti kabz
günündeki
değerine göre belirlenir. Çünkü câriye, müşterinin dımanına
nabzla girmiştir. Çocuğun
kıymeti
ise, doğum tarihindeki değerine göre
belirlenir. Çünkü onun kıymeti doğum
ile meydana
gelir.»
«Onun
nesebi tesbit edilir ilh...» Eğer neseb iddiasını câriyenin azadından veya ölümünden sonra
yaparsa,
çocuğun nesebi ona sâbit olur. Ama çocuğun nesebini yalnız müşteri iddia ederse. bu da
sahih
olur. Böyle bir davada, hamile bırakma (istilâd) satıcı ile müşterinin her ikisi de çocuğun
nesebini
iddia etseler veya birisi diğerinden
daha önce iddia etse, satıcının değil, müşterinin davası
sahih
olur. Tatarhâniye.
«Nikâhla
ilh...» Cariye, satıştan iki yıl sonra doğum yapsa, müşteri satıcının çocuğu isteme iddiasını
tasdik
etse, çocuğun nesebi satıcıya bağlanır. Bu, müşterinin satıcıyı o câriye ile evlendirdiği
anlamına
gelir. Eğer böyle bir değerlendirme
yapılmazsa, o zaman satıcının zina ettiğini kabul
etmek
gerekir.
«Birinci
meselenin hükmü gibidir ilh...» Yani çocuk altı ayla iki yıl arasında doğmuşsa,
satıcı bu
çocuğu
iddia ederse, müşterinin tasdiki ile neseb sabit olur. Satım akdi ibtal edilir ve câriyede
satıcının
ümmü'l-Veledi olur. Tatarhâniye.
«Hamlin
satıştan önce olması ilh... Yani. hamileliğin başlangıcının satıştan önceye ait olması
muhtemel
bulunduğu için hamileliğin en az ve
en çok süresi arasındaki doğum sebebiyle, satıcıya
neseb
sabit olur. Tatarhâniye'de şöyle denilmiştir: «Bizim burada zikrettiklerimiz. eğer doğum tarihi
bilinirse
geçerlidir. Eğer bu cariyenin satıştan itibaren altı aydan önce veya ki yıldan sonra doğum
yaptığının
bilinmemesi halinde bakılır: Eğer bu durumdaki çocuğu satıcı iddia ederse. onun iddiası
ancak,
müşterinin tasdiki ile muteber olur. Ama çocuğun nesebini
her ikisi birden iddia ederlerse, o
zaman
hiçbirisinin davası sahih
olmaz. Ama bunlardan birisinin iddiası daha eski olursa;
müşterinin
davası daha eski ise, davası sahih olur. Eğer satıcının davası daha eski ise, o zaman
hiçbirisinin
davası sahih değildin» denilmiştir.
METİN
Böyle doğan bir çocukla nesebi kendisine bağlanan baba, kitabet yapsa, veya rehin verse veya onu
evlendirmiş
olsa, sonra bu çocuğun kendisinin olduğunu iddia etse, hüküm yine böyledir. Bu
tasarrufların
hepsi reddolunur. Ama azad meselesi bunun aksinedir. Nitekim bu konu yukarıda da
geçmişti.
Bir
kimse, yanında doğan ikiz çocuklardan birisini satsa, müşteri aldığı çocuğu azad etse, sonra
satıcı
yanında kalan diğer çocuğun kendi
çocuğu olduğunu iddia etse, her
iki çocuğun da nesebi
sabit
kılınır. Müşterinin azadı ibtal edilir. Çünkü o aslen hür olmaktadır. Çünkü o çocukların her ikisi
de
satıcının mülkünde iken anne rahmine düşmüşlerdir.
Satıcı
ikiz doğuran cariyeyi gebe olarak almış olsaydı, onun azadı ibtal edilmezdi. Çünkü
onun
davası
hürriyet davasıdır. Çünkü
hamilelik onun mülkünde iken meydana gelmiş değildir. O zaman
dava
yalnız hürriyet davasına tahsis edilmiştir. Aynî ve başkası. Musannıf do bu durumu özellikle
belirtmiştir.
Bundan
sonra Musannıf şöyle der: Satıcının
davasının düşmesinin şöyledir: Satıcı, o çocuğun falan
isimli
kölesinin oğlu olduğunu ikrar ederse, onun davası kesinlikle sahih olmaz. Müctebâ. Musannıf
bu
hileyi kendi deyimiyle şöyle ifade etmiştir: Amr ismindeki bir adam kendisinin veya bir diğerinin
yanındaki
çocuk için, «Bu gâib olan Zeyd'in oğludur demiş olsa,
sonra da o benim oğlumdur dese,
ebediyyen onun oğlu
olamaz.
Fakat
gâib olan Zeyd aksine, İmameyn, o çocuğun ikrar edenin olduğunu
söylemişlerdir. Zira neseb
davası
sabit olduktan sonra, artık onun
bozulma ihtimali bulunmaz. Ama yalanladıktan sonra tasdik
ederse,
o zaman davası sahih olur. İşte bundan dolayı adam yanındaki çocuğun önce kendisinin
olduğunu
söylese, sonra do kendisinin olmadığını söylese, onun inkâr edişi sahih değildir. Zira
ikrardan
sonra inkâr etmekle, iddia sürekli olarak bertaraf edilmiş olmaz. Bu sebeple ikinci defa
ikrara
da ihtiyaç yoktur. O halde İmâdiye'nin
ifadesinde Molla Hüsrev'in zannettiği gibi sehv yoktur.
Nitekim
Şurunbulâliye'de bunu ifade etmiştir.
Adam
kendi oğlu olduğunu söyledikten sonra çocuk onu tasdik ederse, sözü doğrudur. Ama tasdik
etmezse,
sözü doğru olmaz. Eğer çocuk yeniden tasdike dönerse, babanın ikrarının devamlılığı
dikkate
alınarak çocuğun tasdiki yararlı
olur.
Baba
ikrarını inkâr ederse, oğlu onun ikrarı üzerine delil getirirse delili kabul edilir. Ama onun
kardeşi
olduğunu ikrar etse, o zaman onun delili kabul edilmez. Çünkü bu başkasına olan ikrardır.
PRATİK MESELELER:
Bir
kimse, «Ben falan kimsenin varisi değilim» dedikten sonra, aynı adamın varisi olduğunu iddia
ederek
irsiyetin hangi yönden geldiğini beyan etse, iddiası sahih olur. Zira nesebte çelişkiye
düşmek
affedilir.
Bir
kimse bir diğerinin amcası oğlu olduğunu iddia etse, dedesinin adını zikretmedikçe iddiası
sahih
olmaz. «Ölen falan kimse benim oğlu olduğumu inkâr etti» diyerek delil
getirirse, onun delili
kabul
edilir. Zira ölenin ikrarı ile neseb sabit olur. Ancak bu dava varis veya alacaklı olan veya
ölene
borçlu olan veya kendisine vasiyet edilen kimse hakkında ise kabul edilir.
Birisi
bir diğerini hâkim huzuruna
getirerek onda babasının bir hakkı olduğunu iddia etse, o adam
ister
ikrar etsin, ister etmesin, adam nesebini hâkimin ve davalının huzurunda delil ile
isbat etmek
zorundadır
Ama adam diğerine, «Sende babamdan bana miras yoluyla intikâl eden şu kadar
olacağım
vardır.» dese, davalı ikrar ederse, ona borcunu ödemesi emredilir. Bu babanın aleyhinde
gıyabî 'bir hüküm de olmaz. Hatta baba sağ olarak, gelse, borçlusundan malını alır. Borçlu da
oğluna
rücû ederek verdiğini geri
alır.
Ama
davalı inkâr ederse, oğuldan
babasının öldüğüne ve onun vasisi
olduğuna dair delil istenir. Bu
hususta
yemin yoktur. Sahih olan münkire davacının onun oğlu olmadığına ve
ölmediğine bilgisi
üzerine
yemin teklif etmektir. Davalının yemini üzerine davacıdan delil istenilir. Bu bâhsin tamamı
Câmiü'l-Fusûleyn'in
yirmi yedinci
faslındadır.
Bir
çocuk bir kâfir ve bir müslümanın
elinde olsa, müslüman çocuğun kölesi olduğunu iddia etse,
kâfir
de çocuğun kendi oğlu olduğunu iddia
etse, o çocuğun hür ve kâfirin oğlu
olduğuna
hükmedilir.
Çünkü kâfirin oğlu olmakla halen hürriyetine kavuşmaktadır.
İslâm'a ise gelecekte nail
olacaktır.
Şu kadarı var ki İbni Kemal bu çocuğun müslim olduğunu söylemişti. Çünkü hüküm
darü'l-İslâm
hükmüdür. İbni Kemal bu kesin kanaatini Tuhfe'ye nisbet
etmiştir.
Bir
koca, kendisi ile karısının yanındaki çocuğun kendi oğlu olduğunu, ancak annesinin başka 'bir
kadın
olduğunu söylese, kadın da o çocuğun
kendi oğlu olduğunu, fakat babasının
başka bir adam
olduğunu
söylese, eğer ikisi beraber iddia ederlerse, çocuk her ikisinin olur. Eğer beraber iddia
etmezlerse, bu hususta İbni Kemal'in açıklaması vardır. Bu mesele çocuk eğer konuşamıyorsa
böyledir. Eğer çocuk konuşuyorsa çocuk kimi tasdik ederse, onun olur. Zira çocuğun ikisinin
yanında
bulunması ve karı kocanın beraber yaşaması çocuğun ikisinin olduğunu ifade
eder.
İZAH
«Kitabet
yapsa ilh...» Bil ki. Hidâye'nin ifadesi de böyledir. Öyleyse birisi, yanında doğan bir köleyi
satsa,
onu alan adam da bir diğerine satsa, sonra birinci satıcı o kölenin kendi oğlu olduğunu iddia
etse,
çocuk onun olur. Sattım akdi bâtıl olur. Zira sattım akdinde bozulma ihtimali bulunur. Neseb
iddiası
ise bozulma ihtimalini kabul etmez. Bu yüzden sattım akdi
bozulur.
Bir
kimse almış olduğu köle ile kitabet yapsa veya rehin veya icâre veya dava konusu çocuğun
annesi
olan cariye ile kitabet yapsa, re ve
rehin veya icare verse. veya onu evlendirse, sonra onu
satıcı
iddia veya yine bu muamelelerin hepsi bozulur. Çünkü bu sonradan köle üzerinde yapılan
işlemlerde gerektiğinde bozulma ihtimali vardır. Bu durumda tümü
nakzedilir ve dava sahih olur.
Ancak
yukarıda geçtiği gibi âzad müdebber
kılma bunun
aksinedir.
«Yanında
kalan diğer çocuğun ilh...» Zira, beyiin davası ikizlerin satmadığında sahihtir. Çünkü
hamilelik iddiası ve davanın her ikisi de onun mülkündedir. O zaman onun nesebi sabit olur: Onun
nesebi
sabit olunca, zaruri olarak satılanın da nesebi sabit kılınır. Çünkü her ikisi bir sudan
yaratılmıştır.
O zaman müşterinin alıp azad ettiği diğer çocuğun azadı ibtal edilir. Ama eğer çocuk
tek
olursa mesele bunun aksinedir. Bu bahsin tamamı Zeylâî'dedir.
«Aslen hür olmaktadır ilh...» Çünkü insanlar aslı itibariyle hürdür. Ama azadla gelen hürriyet arızî
bir
hürriyettir.
«Satıcının
mülkünde anne rahmine düşmüşlerdir ilh...» Bu mesele. eğer çocuk bir olursa, onun
aksinedir. Zira onda müşterinin azadı, ibtal edilmez. Zira unun azadı batıl olsa, satıcının iddiası
yüzünden
kasten batıl olmuş olur. Bâtıl
olan birşeyin ibtal edilmesi caiz değildir. İkiz meselesinde
ise
hürriyet satılmayan ikizde sabit olmuştur. Sonra da o hürriyet onun ikizine sirayet etmiştir.
Çünkü
bir takım şeyler vardır ki, kasten sabit olmasa da zımnen sabit olur.
«Gebe
olarak almış olsaydı ilh...» O zaman müşterinin azadı ibtal edilmezdi.
«İbtal
edilmezdi ilh...» Ekmel şöyle der: «Bu mesele şununla nakzedilir: Adam ikizlerden birisini
satın
alsa, diğerini de aynı adamın babası satın olsa, sonunda bunlardan bir tanesi elinde olan
çocuğun
kendi oğlu olduğunu iddia etse,
onların ikisinin nesebi de iddia eden sabit kılınır ve her
ikisi
de azad olurlar. Dava yalnız
birisinin üzerine ihtisar
edilmez.»
Bu
bertaraf etmeye şöyle cevap verilir:
Bu ancak başka bir gerekçe ile olur. Elindeki çocuğun oğlu
olduğunu
iddia eden kimse eğer baba ise, o zaman oğul kardeşine mâlik olmaktadır. Eğer davacı
oğul
ise baba, torununa mâlik olmaktadır. Ki torunu azad edilir. Bu sebeple bu mesele diğerine
benzemez
ve nakzetmez.
Bir
kimsenin cariyesi ikiz doğursa,
adam ikizlerden birini satsa sonra satıcının babası her iki
çocuğun
da kendisinin olduğunu iddia
etse, iddia eden babayı satıcı olan oğlu ile müşteri
yalanlasalar, o cariye kıymeti ile satıcının babasının Ümmü'l-veledi olur. Çocukların her ikisinin de
nesebi
sabit kılınır. Satıcısı elinde olan ikiz eşi azad edilir, fakat satılan çocuk azad edilmez. Çünkü
onda
açık olan, müşterinin mülkünün
ibtali vardır. Ama neseb bunun aksinedir. Çünkü onda alan
adamın
bir zararı yoktur. Burada satıcı ile müşteri arasındaki fark, davacı eğer satıcı olmuş ise
neseb
satıcının davasında hamileliğin başlangıcı onun mülkünde olduğu için sabit kılınır. Ama
babanın
delili ise, «Çocuklar ve malları babanındır» hadis-i şerifidir. Babanın bu delili yalnız satıcı
olan
oğlunun mülkünde gerçekleşir. Bu
konunun tamamı Sâyıhânî'nin,
Makdisî'den naklettiği
nüshadadır.
«Tahsis
edilir ilh...» Ama birinci mesele bunun aksinedir. Şöyle ki, hamileliğin başlangıcı eğer
satıcının
mülkünde ise o zaman her ikisi de azad edilmiş olur. Çünkü bu dava kadını hamile
bırakma
iddiasına (istîlât) dayanmaktadır.
İstîlât davasının gereği olarak ikisi beraber doğdukları
için
beraber azad edilirler. Çünkü aslen hürdürler. Böylece satıcının aslen hür olan bir kimseyi
sattığı
açığa çıktığı için müşterinin azadı ibtal edilir.
«Aksine ilh...» İmameyn buna muhâlefet ederek şöyle demişlerdir: Gâib olan Zeyd o çocuğun kendi
oğlu
olduğunu inkâr ederse, o çocuk ikrar edenin olur. Ama eğer Zeyd onu tasdik ederse, veya
yalanladığı
bilinmese, imamların hepsine göre ikrar edenin davası sahih olmaz. Dürer.
«Sabit
olduktan sonra îlh...» Burada da neseb davası ikrar eden kimse tarafından ikrar olunan
kişiye
sabit olmuştur.
«Tasdik
ederse ilh...» Burada Musannıf'ın pratiğe yönelik açıklamasında bir kapalılık vardır.
Dürer'in
bu husustaki ifadesi şöyledir: «Ebû
Hanîfe'nin bu meseledeki delili şudur: Neseb sabit
olduktan
sonra artık bozulma ihtimali
bulunmaz. İkrar misli ile hakkında ikrar edilen kimsenin
hakkıyle
ilgili bulunursa. reddedilemez.
Eğer yalanladıktan sonra tasdik ederse, neseb ona sabit
olur.
Çocuğun hakkı da ona bağlı olur.
O halde ikrar olunan kişinin reddi ile nesebin sabit oluşu
reddedilemez. Bu açıklamalardan anlaşıldığı gibi. Musannıf'ın buradaki pratiğe yönelik açıklaması,
ikrar
olunan kişinin neseble ilgili hakkı üzerine hamledilir.
«Yok
olmaz ilh...» Bu meselede eğer çocuk tasdik ederse. Ama eğer çocuk tasdik etmezse. o
zaman
neseb sabit olmaz. Yalanlamasından sonra tasdik ederse, neseb sabit olur. Çünkü babanın
ikrarı
oğlunun tasdik etmemesiyle ibtal
edilmez.
Fusûleyn.
«İmâdiye'nin
ifadesinde ilh...» İmâdiye'nin
ifadesi şöyledir: «Adam çocuğun
kendisinden olmadığını
söylese, sonra da çocuğun kendisinden olduğunu söylese, sahih olur.
Çocuk bendendir ikrarıyla
neseb
sabit olur. O halde onun inkâr etmesi sahih olmaz.» İşte Molla Hüsrev'in dediği gibi bu
ifadede
sehv vardır. Zira ifadede inkâr
etmekten önce ikrar geçmemiştir. Hâmiş'te de böyledir.
«Molla
Hüsrev'in söylediği gibi ilh...» Bu ifade olumsuz olanın örneğidir. şurunbulâliye'nin ifadesi
de
inkâr etmenin
örneğidir.
Hâmiş'te
şöyle denilmiştir: «Burada
İmâdiye'nin ifadesinde sehv yoktur» Hâmiş'in ifadesinin metni
şöyledir: Kanaatimce, «O çocuk bendendir» demesi halinde davası sahihtir» şeklindeki üçüncü
cümle,
nesebin sübutunun sıhhati için bir
yarar sağlamaz. Çünkü başlangıçta nesebi ikrar ettikten
sonra
artık inkâr etmekle bu konudaki hak ortadan kalkmış olmaz. İnkâr ettikten sonra da tekrar
inkâra
ihtiyaç da yoktur.
«Dedesinin
adını zikretmedikçe ilh...» Ama kardeşlik davası bunun aksinedir. Zira kardeşlik
davasında
dedesinin ismini zikretmese de davası sahih olur. Dürer'de olduğu
gibi.
Bilinsin
ki, kardeşlik ve davalının ikrarını gerektiren buna benzer davalarda, davadan önce mal
iddiasında
bulunmazsa, davası kabul edilmez. Velvâliciye'de şöyle denilir:
«Adam birisinin ana
baba
bir kardeşi olduğunu iddia etse, o da inkâr etse, o zaman hâkim davacıya miras nafaka veya
alınması
ancak nesebin isbatına bağlı olan bir hakkının bulunup bulunmadığını sorar. Böyle bir
hakkı
olduğunu iddia eder ve iddiası da
doğru olursa, hâkım o zaman nesebin isbatı için delilini
kabul
eder. Eğer böyle bir hak iddiası
yoksa, o zaman aralarında husumet olmaz. Zira hiçbir hak
dava
etmemektedir. Ancak sulbte ve rahimde iki kardeş arasındaki kardeşliği dava etmiştir.
«Bir
kimse diğerinin babası olduğunu iddia etse, o da inkâr etse, davacı bunu isbat etse, isbatı
kabul
edilir. Bunun aksi de böyledir. Her
ne kadar bir hak iddia etmese bile. Eğer diğeri de ikrar
edense,
sahih olur. O zaman hasım olur. Bunun böyle olması, çocuğun
bir hak iddia etmesinden
dolayıdır. Çünkü çocuk, babasına nesebçe bağlanma hakkı taleb etmektedir. Baba ise çocuğun
nesebinin
bağlanmasının şer'an kendi nefsine vâcip olduğunu iddia etmektedir. Rasûlullah (S.A.V.)
«Babası
olmayan birisinin nesebini iddia edene veya mevlâsı olmayan birisinin mevlâsı
olduğunu
iddia
edene Allah'ın meleklerin ve bütün
insanların lânetî olsun» buyurmuştur. Velvâliciye'den
özetle.
Bu konunun tamamı onda ve
Bezzâziyye'dedir.
«Alacaklı olan ilh...» Bu meselenin şekli şöyledir: Birisi, ölen bir kimse üzerinde alacağı olduğunu
iddia
etse, hâkim ona, alacaklı olduğunu isbatta yardımcı olacak
birisini nasbeder. Böylece o, ölen
kimsenin
mirasını iddia edenlere hasım olur. Bunun benzeri lehine vasiyet olunan kimse için de
söylenebilir.
«Davalı
ikrar ederse ilh...» Davalı onun oğlu olduğunu ikrar
ederse.
«Bilgisi
üzerine ilh...» Yani bilgiyi inkâr
etmek üzere yemin teklif edilir.
Şöyle ki, «Sen o adamın oğlu
olduğunu
bilmediğine yemin eder misin?» diye yemin teklif edilir.
«Oğlu
olmadığına ve ölmediğine ilh...»
Doğru olan. onun falan kimsenin oğlu olmadığı üzerine
yemin
teklif etmektir. Bu da ancak davacı ölümü isbat ederse mümkündür. Eğer ölümü isbat
edemezse, zaten ona yemin teklif etmenin bir
faydası yoktur. Ancak o zaman da ölümü bilmediğine
dair
yemin teklif edebilir.
«Yirmi
yedinci faslındadır ilh...» Doğrusu yirmi sekizinci fasıldır. Hâmiş'te de böyledir.
«Kâfir
de çocuğun kendi oğlu olduğunu iddia
etse ilh...» Mültekâ şerhinde, «Bu mesele, eğer kâfir
ile
müslüman davayı aynı zamanda açarlarsa. metindeki gibidir. Ama eğer müslüman kâfirden önce
çocuğun
kölesi olduğunu iddia ederse, çocuğun onun kölesi olduğuna hükmedilir. Eğer her ikisi
çocuğun
oğulları olduğunu aynı zamanda iddia ederlerse, çocuğun müslümanın olduğuna
hükmedilir.
Zira mezkûr çocuğun nesebinin müslimden gelmesine hükmetmek. onun İslâm oluşuna
hükmetmektir.»
denilmiştir.
«İslâm'a gelecekte ilh...» Zira. her akıllı için tevhit delilleri acıktır. Bunun aksine müslüman onun
çocuğu,
fakir de onun kölesi olduğunu iddia
etseler. o zaman babasına tâbi olarak çocuğun
müslüman
olduğuna hükmedîlir. Ancak bu çocuğa, elde etmekten âciz olduğu için hürriyet söz
konusu
olmaz. Dürer.
«İbni
Kemal bu çocuğun müslim olduğunu
söylemiştir ilh...» İbni Kemal'in bu
sözlerinde bir görüş
vardır.
Şöyle ki. anne ve babadan birisinin varlığı ile çocuk için ülkeye itibar edilmez.
H.
Ben
derim ki: Lâkit bahsindeki zikredilenler buna muhâliftir. Şöyleki çocuğun nesebini bir zımmî
iddia
etse, o çocuğun nesebi zımmî!f sabit olur. Ama oturduğu yere tabi olarak müslüman kabul
edilir.
Biz bu meseleyi Velvâliciye'den Lakît kitabı bahsinde zikretmiştik;
«Koca,
kendisi ile kansının yanındaki ilh...» Yani, çocuk ikisinin de zilliyetinde olsa koca bunun
başka
kadından, karı da başka kocadan olduğunu iddia etse çocuk ikisine ait olur. Musannıf bu
sözüyle, çocuğun, birisinin elinde olması halinden kaçınmıştır. Zira Tatarhâniye'de şöyle
denilmektedir: «Eğer çocuk yalnız kocanın zilliyetinde ise veya kadının zilliyetinde ise, bu iki halde
de
kocanındır. «Musannıf burada
her ikisinin de çocuğu bu başkasına isnad etmeleriyle
kayıtlanması,
yine Tatarhâniye'de Mültekâ'dan
nakledilen şu meseleden kaçınmak içindir: «Bir
çocuk
bir karı kocanın zilliyetinde olsa, kadın çocuğun kocasından olan oğlu olduğunu, erkek de
kendi
oğlu olduğunu fakat başka bir kadından olduğunu iddia ederlerse, çocuğun kadının değil,
kocanın
olduğuna hükmedilir. Ama daha sonra kadın, çocuğu kocasından doğurduğuna dair bir
kadın
şahit getirse, o çocuk, o kadının o erkekten olan oğlu olur. Bu şehadetle de kadın kocanın
zevcesi
olmuş olur. Eğer çocuk erkeğin zilliyetinde ve çocuğu iddia ediyorsa. kadın o çocuğun o
erkekten
kendi oğlu olduğuna hükmedilemez, çocuğun iddia eden erkeğin oğlu olduğuna
hükmedilir.
Çünkü onun elindedir. Musannıf bu
kayıtla yine, şu meseleden kalınmaktadır: Çocuk bir
erkeğin
zilliyetinde olsa fakat onun çocuğu olduğunu iddia etmese, kadın da o çocuğun oğlu
olduğuna
ve kendisinin doğurduğuna dair delil
ikâme etse. fakat babasının ismini vermese, erkek
de
o çocuğun kendi yatağında doğduğuna delil ikâme etse, fakat annesinin ismini vermese. o
çocuğun
o kadından o erkeğin olduğuna
hükmedilir. Burada el'e itibar edilerek tercih yapılamaz.
Fakat
bunun aksine, bir çocuk bir adamın zilliyetinde olsa, zilyed ve bir başkası çocuğu iddia
etseler.
o çocuğun zilyedin olduğuna hükmedilir.»
METİN
Bir
kimsenin satın aldığı cariye doğum yapsa, sonra o cariyede başka
birisinin hak sahibi olduğu
ortaya çıksa, eğer baba olan müşteri çocuğun nesebini iddia ederse onun husûmet günündeki
kıymetini
borçlanır ve çocuk hür olur.
Bu
çocuk husûmetten önce ölse, çocuğun geri verilmesini engelleme durumu ortadan kalktığı için
baba.
hak sahibine karşı hiçbir şev 'borçlanmaz. Ölen çocuğun malı varsa, babası ona mirasçı olur.
Çocuk
kendisi prensip olarak hür kabul edilir.
Bu
çocuğu, babası veya başka birisi öldürse, babası öldüren kimseden kıymeti kadar diyet almış
olursa,
her iki durumda da baba, hak sahibine karşı, çocuğun hayatta olduğu gibi, zamin olur. Eğer
baba
diyet almamışsa, hiçbir şeyi zamin
olmaz. Fakat babası kıymetinden az
bir diyet almışsa,
aldığı
diyet kadar zamin olur. Aynî.
Baba
her iki durumda da hak sahibine ödediği kıymet kadarıyle satıcıya rücû ederek
ödediğini
ondan
geri alır. Helâk halinde de hüküm böyledir. Yine ikinci müşteri
çocuğu neseb iddiasıyla
istediği
takdirde o çocuğun kıymetini öder.
Ancak ilk müşteri ilk satıcıya teselli hediyesi (ukr) ile
değil
yalnız semenle rücû edebilir.
Mevâhib ve diğer eserlerde böyledir. Çünkü teselli hediyesini
ikinci
müşteriden hak sahibi almıştır. Zira, ikinci müşteri murabaha bahsinde de geçtiği gibi
kadından
faydalanmıştır. İstikâk meseleleri, çelişkiye düşme meseleleri ile birlikte çoğu kazanın
müteferrik
meseleler bahsinde geçti İkrar bahsinde de ayrıca gelecektir
PRATİK MESELELER:
Gizlilik
hallerinde çelişkiye düşme affedilir. Meselâ bir kimse, «Şu kız benim süt kardeşimdir» diye
ikrar
ettikten sonra yanıldığını itiraf
etse yanılma iddiasında tasdik edilir
ve aynı kızla evlenmesi
caiz
olur.
Ölen
kimsenin borçlusunun veya alacaklısının bir diğerinin de ölen kimseden alacaklı olduğu veya
borçlu
olduğu şeklindeki davası
dinlenilmez.
Ancak
ölen kimse hayatta iken bütün malını
bir yabancıya hibe ve teslim
ederse, o zaman
alacaklının bu davası dinlenir. Çünkü o kimse zilyeddir.
Hakkı
bilen bir davalının hakkı inkâr etmesi caiz değildir. Ancak ayıp davasında ispat edildiğinde
kendisinin
satıcıya geri vermeye gücü yetebilecek durumda olunca inkâr edebilir. Bir de vasi, borcu
bilirse,
davayı inkâr edebilir.
Delille
birlikte yemin ancak üç meselede yemin teklif edilebilir. Bu şunlardır: Ölen kimseden alacak
mebîin
istihkak davası ve kaçan kölenin
davası.
İkrar
delil ile bir arada olmaz. Ancak dört mesele bundan
müstesnadır Vekâlet, vasiyetler, ölen
kimseden
alacak dava etmek, müşteriden bir aynın istihkâkı, bir de kaçan köle davası.
Bilinmeyen
şey üzerine yemin teklif
edilemez. Ancak altı durum müstesnadır: Hâkim yetimin
vasisini
veya vakfın mütevellisinde şüpheli
bir durum görürse, onlara yemin
teklif eder. Bilinmeyen
birşeyin
rehininde, hırsızlık davasında, gasb
ve vedîa verilenin hıyaneti
davalarında da davalıya
yemin
teklif edilir.
Davacı,
davalı yemin ettiği takdirde, yemin etmez. Ancak bir mesele bunun istisnasıdır. Bahır'ın
dava
bahsinde yer alan bu mesele hakkında
şöyle denilir: «Bu mesele
hatırda tutulmalıdır.» Eşbâh.
Ben
derim ki: O mesele şudur: Bir malı gasbedilen kimse, «Gasbedilen eşyamın kıymeti yüz
dirhemdir.»
dese, gasbeden de bilmediğini fakat onun kıymetinin yüz dirhem olamayacağını
söylese ve yemin etse, yemini tasdik edilir. Ancak eşyayı beyan etmesi de gerekir. Ama eşyayı
beyan etmezse, fazla olmadığına dair yemin teklif edilir. Sonra eşyası gasbedilen de eşyasının yüz
dirhem
olduğuna dair yemin teklif edilir.
Bundan sonra eşya ortaya
çıkarsa, gasbeden kimse, aynın
veya kıymetini ödemekte muhayyerdir. Hatırda tutulsun Allah daha
iyisini bilir.
İZAH
«Husûmet
günü ilh...» Yani Şurunbulâliye'de
olduğu gibi hüküm günü değil. Musannıfın «husûmet
günü
çocuğun geri verilmesini engelleme
günüdür» kavli de buna işaret
etmektedir. Bu bahsin
tamamı
Şurunbilâliye'dedir.
«Hangi
sebeple olursa olsun ilh...» Meselâ o kadını evinin kira bedeli olarak almış olsa veya hibe,
sadaka
ve vasiyet edilmiş olsa. durum yine aynıdır. Ancak, cariyenin cinsel yönünden yararlanmış
olan
(mağrûr) kimse bu üç yolla elde
ettiği cariyenin bedelini dönüp onlara tazmin ettiremez.
Ebussuud'da
da böyledir.
«Mirası
babasına kalır ilh...» Ancak adam, hiçbir şeye zamin olmaz. Çünkü irs, çocuğa karşılık
olmaz.
O halde karşılık, çocuğun yerine kâim olmaz. Çünkü mirasçılığın selâmeti, çocuğun hayatta
kalması gibi değildir.
«Kıymet kadarıyla ilh...» Yani katil çocuğun babasından başka birisi olursa. Ama katil çocuğun
babası
olursa. artık nasıl rücû eder de kendi telef ettiği birşeyi satıcıdan alır. Zeylâî,
katil babadan
başka
birisi olduğu takdirde rücû edebileceğini, katil kendisi olursa rücû edemeyeceğini açıkça
söylemiştir. Şurunbulâliye.
Zeylâî'nin bu açık ifadesi üzerine şarihin, «her iki durumda» sözünün manası babasının çocuğun
diyetini kıymeti kadar olması suretiyle veya çocuğun kıymetinden az bir meblâğı
kabzetmesi
şekilleridir. Veya, iki durumdan maksat, satın alma ve evlenme durumlarıdır. Nitekim
Makdisî'den
de
böyle nakledilmiştir.
Sâyıhânî
de şöyle der: «Sârihin ifadesindeki iki durumdan maksat, satın alma ve evlenme
durumlarıdır.
O halde, satın almasa da birisi ona hibe, sadaka veya vasiyet etse, cariye başkasının
istihkâkı
çıktığı takdirde, hak sahibine çocuğun kıymeti kadar verdiğini onlardan
alamaz.» Makdisî.
«Çocuğun
kendisine ait olduğunu iddia ettiği
takdirde ilh...» Zira ikinci müşteri de birinci
müşteriden
başkasının hak sahibi olduğu cariyenin semeni ile çocuğun kıymetini
alır.
«Satın
alma ve evlenme durumlarıdır. O
halde, satın almasa da birisi ona durumu bilmediklerinden
çelişkiye düşseler, mazur sayılırlar. Zira onlardan herhangi birisi murisin veya vasiyet edenin veya
onu
mütevelli eden kimsenin ne yaptıklarını bilmemektedirler.»
Ankaravî'nin
Dava bahsinde şöyle denilir: «Borçlu borcunu ödedikten sonra, muhâlea akdi yapan
kadın
muhâlen bedelini ödedikten sonra çelişkiye düşmüş olsalar, bunların çelişkisi affedilir. Ama
eğer
kadın muhâleadan önce kocasının kendisini boşadığına dair delil getirse, koca da muhâlea
yaptığını
ve kadını muhâlea bedelinden
ibra ettiğini söyleyerek delil getirse kocanın delili kabul
edilir.
Şu kadarı var ki. şöyle
nakledilmiştir: Bu kimse önce borcu ödemek için mühlet istese, sonra
da
borçtan ibra edildiğini iddia
etse, onun davası dinlenmez.» Sâyıhânî.
«Câiz
değildir ilh...» Büyük zatlardan
bazıları. «Bu meseleye mebîin
istihkâkını iddia eden de dâhil
edilir.
Çünkü.'o da bir hakkı inkâr etmektedir ki, isbat edildiği takdirde satıcısına rücû imkanı elde
etmiş
olur. İnkâr etmeyerek ikrar etse buna gücü yetmez. Yine vekâlet ve vasiliğin sabit olduğu do
iddia
edilemez. Ancak inkâr eden hasmın yuvası karşı iddia edebilir. Ama eğer davalı vekâlet veya
vasiyetin şer'an sahih olması için sübutunu inkâr ederse, caiz olur. Bu da yine vesayet ile ayıp
davasına
dahil edilir. Vasiye varislerden
birisi. ölen kimsenin üzerinde alacağı olduğunu iddia
ederse,
o zaman onun inkârı da sahih olur Zira onun hakkı olduğunu ikrar etse, borcun hepsini
kendi
hissesinden vermesi gerekir. İnkâr ettiği takdirde ise, deynin olduğuna deli? ikâme edilir. O
zaman
borç hem onun, hem de diğerlerinin hissesinden ödenir.» demişlerdir. Hamevî.
«Alacaklının bu davası dinlenir ilh...» Âlimlere göre icmaen, ölen kimse üzerinde alacak iddia eden
adam,
vasi ve varisin talebi olmadan da,
ölenden alacağını alıp almadığı veya kimsenin onun adına
ödeyip ödemediği veya kimsenin ondan kabzedip etmediği veya onu ibra edip etmediği veya o
borcun
bir rehin karşılığı olup olmadığı üzerine yemin; teklif edilir. Hülâsa, o halde hâkim yemin
taleb
etmeden önce paranın ödenmesine hükmederse, hükmü nafiz olmaz. Bu bahsin tamamı
Hâmidiye'nin
Dava bahsinin başlarındadır.
«Bir
de kaçan kölenin davasında ilh...» Bunun şekli şöyledir: Birisi bir diğerinin kölesi olduğunu ve
yanından
kaçtığını iddia ederek delil ikame etse, o kimseye delili ile birlikte yemin de teklif edilir.
Çünkü
onun, satmış olması da
muhtemeldir.
Ben,
bu şerhin şerhi hususunda Fetih
adlı eserden naklen şöyle bir ifade gördüm: «Bu kölenin şu
ana
kadar senin mülkün olduğuna, senin mülkünden satışla, hibe ile, veya başka bir yolla
çıkmadığına ve senin kölen olarak kaçtığına yemin eder misin?» diye yemin teklif
edilir.»
«İkrar
delil ile bir arada olmaz ilh...» Çünkü delil ancak inkâr edene karşı ikâme edilir. Bu prensibi
Eşbâh,
Hâniye'den naklen İkrar kitabında
zikretmiştir. Bu prensipten kölenin kaçma meselesi
dışında
dört mesele daha istisnâ edilmiştir. İstisna edilen bu meseleleri Eşbâh. Kaza ve Şehâdet
kitaplarında
zikretmiştir. Yalnız beşinci meseleyi zikretmemiştir. Belki. dört meselenin üzerine
beşinci
meselenin haricinde bir mesele eklemiştir. İfadesi ise şöyledir: «Delil ikrar eden bir
kimsenin
üzerine ikâme edilemez. Ancak bir varis ölen adam
üzerinde alacağı olduğunu ikrar
ederse,
o zaman haksızlığa yol açmaması için delil ikâme ettirilir. Bir de davalı vasâyetle ikrar
etmiş
olsa,
vasi de delil getirmiş bulunsa. o zaman davalıdan delil ikâme etmesi istenir. Bir de davalı,
vekâlete
ikrar etmiş olsa, zararın def'i için vekil o vekâletini delil ikâme ederek isbat eder. İstihkâka
da
müstehâkkın aleyhhin ikrarı ile
birlikte delil ikâme edilir ki, satıcıya rücû hakkına sahip olsun. Bir
de
çocuktan istenen bir hakla babası hasım kılınsa, sonra babası o hakkı ikrar etse, yine davadan
çıkmaz.
Onun ikrarıyla birlikte onun
aleyhine delil ikâme edilir. Ama
vasi bunun aksinedir. Bir de
hâkimin
emini ikrar ettiği takdirde husûmetten çıkar. Ama vâris vasiyet olunan şahsa, murisin
vasiyet ettiğine dair ikrarda bulunsa, ancak ikrar ettiği malın isbatı için delil de ikâme ettirilir. Bir
kimse
diğerine bir hayvan kiralasa, sonra da bir diğerine kiralasa, birinci müstecir, kendisinin
kiraladığına dair delil ikâme etse, mal sahibî hazır ve iddiasını ikrar ederse, onun delili kabul edilir.»
Özette.
Buna göre istisna edilen meseleler yedi olmaktadır.
«Müşteriden
bir ayın istihkakı ilh...» Hak
istenen kimsenin ikrarla birlikte delili de kabul edilir. Zira
satıcının
üzerine, hak istenilenin rücû hakkı ancak bu şekilde sağlanabilir. Eşbâh sahibi böyle
zikretmiştir.