İKİ
KİŞİNİN BİR DİĞERİNİ DAVA ETMESİ
BABI
METİN
Bir
kimse miras veya satın alma gibi bir sebebe dayanmaksızın, başka birisinin elindeki malın
mutlak
mülkiyetini dava etse, dıştan ola-nın delili zilyedin deliline tercih edilir. Nitekim bu mesele
yukarıda
geç-ti. Dıştan olan kişi davacı olduğundan hadis-i şerife dayanılarak delil getirme külfeti
ona
düşer. Bu bakımdan onun delili
diğerininkine tercih edilir.
Bunlardan
yalnız birisi dava konusu malın kendi mülkü olduğu hu-susunda bir tarih belirlerse, yine
dıştan
olanın delili geçerlidir. Yalnız Ebû Yusuf, tarih belirten kişinin daha haklı ve muteber olanın
da
onun delili olduğunu söylemiştir. Bu ihtilâfın sonucu şu meselede görülür: Dıştan olan kişi,
davasında,
«Bu benim kalemdir, bir aydır kayıptı.» dese, zilyed de, «Bir senedir benimdir» dese,
davacı
olan dıştan kişinin zikret-tiği
tarih mülk tarihi değil, kaybolma tarihi olduğundan sanki iki
tarafın
da tarih söylemedikleri düşünülerek
davacının delili ile hükmedilir. İmam Ebû Yusuf,
hükmün
tarih beyan eden lehine verileceğini söylemiştir. İmam Ebû Yusuf'un görüşü daha acık
olduğundan
uygun olan onun görüşü daha açık olduğundan uygun olan onun görüşü ile fetva ve
hüküm
vermektir. Bu Câmiü'l-Fusûleyn'de zikredilmiş, Musannif da bunu ikrar eylemiştir.
İki
kişi ayrı ayrı bir diğerinin elindeki malın kendi mülkü olduğunu bir sebep zikretmeden iddia etse
ve
ikisi de delil ikâme etse, dava ko-nusu malın her kişine ait olduğuna hükmedilir.
İki
kişi bir kadının nikâhını iddia ederek ayrı ayrı delil getirseler, eğer kadın hayatta ise, ikisinin
birden
koca olması mümkün olmadığından her ikisinin davası da düşer. Ve hâkim onları birbirinden
ayırır. Eğer kadın ölmüş ise, kadının her ikisinin de nikâhlısı olduğuna hükmedilir. Davacıların her
biri
kadının mehrinin yarısını vermek zorundadırlar. Ka-dının terekesi varsa, iki davacı ondan bir
kocanın
alması gereken payı ortaklaşa alırlar.
Bu
kadın doğum yaptıktan sonra ölmüş ise, çocuğun nesebi iki da-vacıya birden sabit olur. Bu
çocuk
her ikisinden de ayrı ayrı bir oğlan çocuğu mirası alır. Çocuk öldüğünde ise iki davacı onun
terekesinden yalnız bir baba payı alırlar. Bu meselenin tamamı Hülâsa'dadır.
Kadın
nikâhını dava edenlerden birisinin
sözünü tasdik ederse, eğer sözünü tekzib ettiği kişinin
yanında
değilse ve onunla cinsî
tekârrübde bulunmamışsa, tasdik ettiği kimseye verilir. Bu, her iki
davacı
da ni-kâh tarihi beyan etmemişlerse
böyledir. Eğer her ikisi de nikâh tarihi-ni beyan etmiş
iseler,
hangisinin nikâh tarihi daha eski ise kadın onun olur.
Davacılardan
yalnız birisi tarih belirtiyor, fakat kadın diğerinin sö-zünü tasdik ediyorsa veya
diğerinin
zilyedinde bulunuyorsa, kadın onun olur. Ebû Yusuf'tan nakledilene dayanılarak uygun
olan
tarih getirenin sözüne itibar
edilmesidir. Ancak ben bu hususta
uyarıda bulunan kim-seyi de
görmedim.
Düşün.
İZAH
Bu
konunun, iki kişinin üçüncü bir
kimseye aleyhine dava açmala-rına dair olduğunda şüphe
yoktur.
Böyle olmasaydı, zaten bütün dava-lar iki kişi arasında olmaktadır. Eğer iki kişinin bir
üçüncü
kişi hakkın-da açtıkları dava konusunda olmasaydı, ayrıca bir bab açılmasına ge-rek
kalmazdı.
İşte bundan ötürü Hidâye ve Kenz sahipleri bu babı, Dava kitabının başlarında
zikretmişlerdir.
Ben
derim ki: Dürer sahibinin bu babı orada yazmasının sebebi, Vi-kaye sahibine uymasıdır. Çünkü
dava
kitabı ile bu babın meseleleri ara-sında şüphesiz bir münasebet vardır. Ki, dava kitabı bu
meselelerin fa-tihası olmaktadır. Azmî.
«Dıştan
olan kimsenin delili ilh...» Dıştan olan kimse ile zilyed bir malın başkasından miras olarak
geldiğini
iddia etseler, satın almada olduğu gibi o malın zilyede verilmesi daha uygundur. Bu
meselede eğer dıştan olan ile zilyed mülkiyetin aynı kişiden geldiğini iddia ederlerse hüküm
böyledir. Fakat malın mülkiyetini ayrı ayrı iki kişiden iddia ederlerse, o zaman o malın dıştan olanın
olduğuna
hükmedilir. Ancak zilye-din tarihi
sabit olursa mal zilyede verilir.
Ama dıştan olan da tarih
isbat
eder ve tarihi daha eski olursa mal dıştan olana verilir. Yani hangisinin tarihi eski ise hak
onundur.
İki
satıcı hazır olsalar ve ikisi de mebîi kendisinin sattığına delil ge-tirse, bunların her ikisi de tarih
beyan ediyorlarsa, birisinin tarih daha eski ve mebî de diğerinin elinde bulunuyorsa, hüküm tarihi
eski
olanın lehine verilir. Fusûleyn.
Sekizinci bab. Bu bahsin tamamı Fusûleyn'dedir.
«Mutlak
mülkiyetini ilh...» Zira dıştan olan
davacı olduğundan, ha-dîs ile sabit
olduğu üzere delil
davacınındır.
Musannifin burada mülkiye-ti mutlak kelimesi ile kayıtlaması aşağıda zikredeceğimiz
kayıtlı
mülki-yetten kaçınmak teindir. Kayıtlı mülkiyet davasına şöyle bir misal
verile-bilir: Davacı da
zilyed de malın mülkiyetinin birisinden intikâl ettiğini
veya ikisinin de o şeyi birisinden aldıklarını
iddia
etseler, bunlardan bi-risinin tarihi eski olsa işte bu kayıtlı mülkiyette icmâ ile zilyedin delili
kabul
edilir. Nitekim bu mesele ileride gelecektir. Dürer.
PRATİK BİR MESELE:
Hâmiş'te
şöyle denilir: «Dıştan olan ile zilyed bir çocuğun nesebini iddia etseler, burada zilyedin
delili
önde gelir. Ancak şu iki mesele müs-tesnadır: Hizâne'de «Birinci mesele şudur: Dıştan olan
kimse,
çocuğun kendisinden ve kendi karısından olduğuna kendisini ve karısı hür olduğu halde
delil
getirse, zilyed de kendi oğlu
olduğuna dair delil getirse fakat bir karısına isnad etmese, o
çocuk
zilyedin değil, dıştan olana ait
bulu-nur. İkinci mesele de şudur: Yine çocuk davasında zilyed
zımmi,
dıştan olan kimse müslüman olsa, zımmî, kâfirlerden şahit, dıştan olan da de-lil getirseler,
dıştan
olanın delili öne geçirilir ve tercih edilir. Dıştan ola-nın getirdiği şahitler ister müslüman
olsun
ister kâfir sonuç değişmez. Ama eğer zımmî olan zilyed, iki tane müslüman şahit getirişe o
zaman
onun delili kayıtsız şartsız davacı müslümanınkine tercih edilir.» denilmiştir. Eşbah vekâlet
bahsinin
baş tarafında.
«Yalnız
birisi ilh...» Musannıfın «yalnız»
kelimesi ile kayıtlaması-nın sebebi şudur. Eğer her ikisi de
mülk
edinmenin başlangıcı için tarih belirtirlerse, o zaman tarih eski olan geçerli olur Nitekim bu
husus
me-tinde gelecektir. O halde, bunların her ikisinin veya yalnız birisinin tarih belirtmesi
arasında
bir fark yoktur. Eğer her ikisinin
belirttiği tarih eşit olursa, o zaman davacı olan dıştan kişi
daha
uygun olur. Burada en genel ifade, Gûrer sahibinin. «Mutlak mülkte dıştan olanın delili daha
uygundur» ifadesidir. Ancak her ikisinin
de tarih belirtmeleri halinde zilyedin tarihi daha eski
olursa,
o zaman zilyedin delili daha uygundur. Sâyıhânî.
«Kaybolma Tarihi ilh...» Çünkü dıştan olan davacının «bir aydın sözü kaybolma tarihini ifade
etmektedir.
Zilyedin, «bir yıldır benimdir» sözü ise «benimdir» sözüne taallûk eder. Geçerli olan,
mülkiyet
tarihi-nin başlangıcıdır. Burada her
iki tarafın da tarihi bulunmamaktadır. Bi-naenaleyh,
dıştan
olanın delili ile hükmedilir.
«Câmiü'l-Fusûleyn'de
zikredilmiş ilh...» Câmiül'-Fusûleyn bu mesele-yi on altıncı fasılda zikretmiştir
ifadesi
şöyledir: «Satılan bir hayvanın üzerinde üçüncü bir şahıs hak iddia etse ve hayvanın satış
bedelini
sa-tandan istese, satıcı üçüncü şahsa, «Bu hayvanı ne zaman kaybettin» di-ye sorsa, o da,
«Bir
yıldan beri» diye cevap verse,
satıcı hayvanın on yıl-dır kendi mülkü olduğuna delil getirse, o
hayvanın semeni üçüncü şahsa hükmedilir. Çünkü üçüncü şahıs kaybolma tarihini beyan etmiştir,
mül-kiyet tarihini değil. Satıcı ise dava müşterinin davası olduğu halde bu-nu
müşteri tarafından
almış
ve mülkiyet tarihi beyan etmiştir.
O halde bu mesele sanki müşterinin hayvanın on yıldan beri
satıcının
mülkü olduğunu iddia etmesi gibi olur. Şüphesiz Ebû Hanîfe'ye göre taraflardan yalnız
birisinin
mülkiyet tarihi belirtmesi muteber
değildir. O zaman ortada kalan yalnız mutlak mülkiyet
davasıdır.
Üçüncü şahıs da mutlak mülkiyeti iddia ettiğinden hayvanın onun olduğuna hükmedilir.
Ben
derim ki, bu hayvan Ebû Yusuf'a göre tarih belirtene
verilir. Çünkü Ebû Yusuf taraflardan
yalnız
birisinin
tarih beyan etmesini de tercih
sebebi saymaktadır.» Özetle.
Halbuki
Fusûleyn sahibi sekizinci fasılda
şöyle demiştir: «Şu ka-darı var ki, Ebû Hanîfe'nin
mezhebinde
sahih ve meşhur olan yalnız
zil-yedin tarihi muteber değildir.» Bunu Hayreddin Remlî
Minah
haşiyesinde zikretmiştir.
«İkisi
de delil ikâme etseler ilh...» Yani iki kişi üçüncü bir şahsın elindeki malı iddia etseler ve her
biri
o malın kendi mülkü olduğuna
inansa, mülkiyet sebeb ve tarihini
zikretmeseler, o malın iki
davacı
ara-sında taksim edilmesine hükmedilir. Çünkü burada herhangi bir öncelik sebebi
bulunmamaktadır.
Musannıfın
bu meseleyi mutlak şekilde zikretmesi, şu meseleyi de kapsamına alır: İki kişi, üçüncü
bir
şahsın elinde bulunan bir malın üzerlerine vakfedildiğini ayrı ayrı iddia etseler, o zaman her
birine
o vak-fedilen malın yarısı hükmedilir. Vakfın mülkü nazarı dikkate alınarak bu mesele de
mutlak
mülk davasından sayılır. Bu konunun açıklamasının tamamı Bahır'dadır. Yine Bahır'da
vakfın
gelirinin de vakıf gibi olduğu açıklanmıştır.
Musannıfın
meseleyi her ikisinin de delil getirmesiyle kayıtlama-sının sebebi de, eğer bunlardan
yalnız
birisi delil getirse, o zaman malın tamamının ona verilmesine hükmedilir. Sonra diğeri de
delil
getirmiş ol-sa, bu defa malın tamamı ona hükmedilir. Zira birinci defa hükmedilen kimse,
hükümle
birlikte ziiyed olmaktadır. Diğer davacı olan dıştan kim-senin delili onun önüne geçirilir.
Bahır.
«Tamamı
Hülâsa'dadır ilh...» Yani o çocuk her ikisinden de tam bir oğul mirası alır. Onların ikisi de
çocuktan
yalnız bir baba mirası
alır.
«Kadın
tasdik ettiği kimsenin olur ilh...» Bu ifade şu meseleyi de kapsamına alır. O tasdiki hâkim
duymuş olsa veya kadının inkârından sonra
davacı delil getirse, Bahir. Hülâsa'dan.
«Zilyedinde
bulunuyorsa ilh...» Ama eğer kadın iddiasını tekzib et-tiği kimsenin elinde bulunuyorsa
veya bu erkekle cinsi temasta bulun-muşsa, bu kimse tasdik ettiğinden daha uygundur. Çünkü o
kadının
nakil ve cinsi temas imkânı vermesi, onun nikâhının daha önce olduğunu gösterir. Eğer
diğeri
daha önce evlendiğine dair delil
ikâme ederse, ka-dın onun olur. Çünkü bununki açıktır.»
Açık
olan her zaman delâletten daha uygundur. Zeylâî.
Yalnız
şu kalmıştır: Kadın bir diğerinin evinde olduğu halde öteki da-vacı
kadınla cinsi temasta
bulunmuş
olsa, Zahîriye'den naklen Bahır'da şu ifade vardır: «Kimin evinde ise uygun olan
odur.»
«Nikâh
tarihi daha önce ise ilh...» Yani kadın diğerinin elinde olsa, onunla cinsi temasta bulunsa ve
onu
tasdik etse bile yine de tarihi eski
olanındır. Zeylâî'de olduğu gibi.
Özetleyecek olursak, iki
kimse
bir ka-dının kendi karısını olduğu iddia ederek delil getirirler ve tarih beyan et-seler,
hangisinin
tarihi daha eski ise kadının ona verilmesi daha uy-gundur. Ama eğer tarih belirtmezler
veya tarihleri eşit olursa, cinsi te-mas veya elinde bulunma gibi bir
kabz hali varsa, kadının ona
verilme-si
daha uygun olur. Eğer saydıklarımızdan hiçbiri bulunmazsa, kadının tasdikine
başvurulur.
«Birisi
tarih belirtir ilh...» Kadın diğerini tasdik etse veya o diğeri zilyed olsa veya kadının tasdiki ile
zilyed bulunmasa, o zaman tarih getiren tercih edilir. Yalnız tasdik veya zilyedlik tarihten daha
kuvvetlidir. Bundan anlaşılıyor ki, zilyed tasdik ve cinsi temastan daha fazla tercihe şayandır.
«Zilyedinde
bulunuyorsa ilh...» Yani birisi nikâh tarihini beyan et-se, kadın da
diğerinin zilyedinde
olsa,
kadın zilyedin
olur.
«Ebû
Yusuf'tan ilh...» Yani yalnız bir tarafın tarih belirtmesi halin-de her ne kadar diğer taraf zilyed
ise
de kadının tarih belirtenin oldu-ğuna
hükmedilir. Çünkü tek tarafın tarih belirtmesi halinde Ebû
Yusuf'a
göre tarih beyan eden taraf tercih edilir. Zeylâî'den yukarıda naklettiği-miz gibi eğer birisi
tarih
getirenden daha önce evli
bulunduğuna dair delil getirirse,
davada haklı olan odur. Bu mesele
ileride
metin halinde gelecektir.
METİN
Kadın
delili olmayan davacılardan birisinin karısı olduğunu ikrar ederse, onun olur. Ama bu
hükümden
sonra diğeri kadının kendi nikâh-lısı olduğuna dair delil ikâme ederse, kadının onun
olduğuna
hükmedilir. Çünkü o, davasını delil
ile aydınlatmıştır. Delil ikâmesi kadının ikrarından
daha
kuvvetlidir.
Bu
davada davacılardan birisi delil
ikâme etse, kadın ona hükmedi-lir. Diğer davacı daha sonra delil
ikâme
ederse kadın ona hükmedilmez. Ancak sonradan delil getirenin nikâhının daha eski olduğu
sabit
olursa, o zaman kadın ona verilir. Zira tarihle birlikte delil ikâmesi tarihsiz de-lilden daha
kuvvetlidir. Nitekim dıştan olan davacının delili ile,'nikâhının daha eski olduğu ortaya çıkan zilyed
aleyhine
hükmedilemez.
Davacılardan
ikisi de üçüncü şahsın elindeki malın mülkiyet sebe-bini zikretseler, meselâ her ikisi
de
o malı zilyedden satın aldığına dair
delil getirse, dilerlerse dava konusu malın semeni yarı yarıya
ikisi
ara-sında bölüştürülür, dilerlerse, terkederler. Ancak burada, mal üzerindeki pazarlığın ayrı
ayrı yapıldığını göstermek için davacılar
muhayyer bıra-kıldı.
Dava
konusu malın her iki davacının ortak
malı olduğuna hükmedil-dikten sonra
bunlardan birisi
kendisine
düşeni terkederse, diğeri, o ma-lın hepsini alamaz. Çünkü akit, hükümle feshedilmiştir.
Eğer
hükümden önce terkederse, diğeri malın tamamını alır.
Davacıların
her ikisi ete satın alma tarihini bildirirse, dava konusu mal, alış tarihi eski olanındır.
Satıcı
da diğerinden kabzettiği semeni ge-ri verir. Sirâç.
Davacılar
eğer tarih beyan etmezlerse veya yalnız birisi tarih beyan ederse, o
zaman dava konusu
mal
zilyed olanındır. Tarih beyan ettik-lerinde her ikisinin tarihi eşit ise, mal yine zilyed olanındır.
Tarih
beyan ettiklerinde her ikisinin
tarihi eşit ise, mal yine zilyed
olanındır.
Davacılardan
her ikisi de zilyed değillerse,
yalnız birisi satın aldığı tarihi
belirtirse, dava konusu mal
onun
olur. Eğer ikisi de satın alma tarihini belirtmezse, yukarıda geçtiği gibi mal ikisi arasında
bölüştürülür.
Davacılardan
birisi dava konusu malı satın
aldığını, diğer,! de ken-disine hibe veya sadaka veya
rehin
olarak verildiğini ve kendisinin
kabzettiğini iddia eder ve
aralarında bir tarih beyan
etmezlerse, satın alma .davasını kabul etmek daha uygundur. Ama eğer satın alma davasında
bulunanla
hibe veya sadaka davasında bulunan malın kendilerine intikâli konusunda bir tarih
bildirirlerse, eğer satan veya temlik eden aynı kişi ise o zaman mal, tarihi eski olana hükmedilir.
Eğer
satanla temlik eden ayrı ayrı kimseler ise, o zaman eşit olur-lar. Mal her ikisinin de elinde olur
ve
birisinin tarihi daha eski
ol-mazsa, yine eşit olurlar. Bir hayvan veya köle gibi taksimi mümkün
ol-mayan şeylerde eşit olmaları gerektiği konusunda görüş birliği vardır. Yalnız bina
gibi taksimi
mümkün
olan şeyde ise, Hangi görüşün daha
sahih olduğu hususunda ihtilâf
vardır. En sahih
görüş,
dava konusu malın hepsi, satın
aldığını iddia edenindir. Çünkü istihkak, sonradan olan bir
şüyu değil, mülkiyetle birlikte doğan şüyu kabilindendir. Dürer. Hibe bahsi.
Davacılardan
birisi dava konusu malı satın
aldığını, diğeri de koca-sının o malı kendisine mehir
olarak
verdiğini iddia etse, her ikisinin du-rumu da eşit olduğundan, dava konusu mal aralarında
taksim
edilir. Ka-dın rücû ederek dava konusu malın yarısını kocasından alır. Satın al-dığını iddia
eden
de rücû ederek semenin yarısını alır veya satım akdini fesheder. Satın alma ile mehirin eşit
olması,
davacılar tarafından tarih tesbit
edilmemesi veya tarihlerinin eşit
olması halindedir. Ama
eğer
tarih tayin ederlerse, o zaman mal
tarihi eski olanındır.
Musannifin
burada satın alma ile kayıtlamasının sebebi, nikâhın, hibe, rehin ve sadakadan daha
haklı
ve daha uygun olmasıdır. Nikâhtan maksat mehirdir. Nitekim Bahir sahibi de Cami adlı eserin
sahibinin
yan-lış tefsir ettiğini belirterek
nikâhtan maksadın mehir olduğunu
yazmıştır.
Nikâh
ile satın alma şu meselede eşittirler: Davacılardan birisi bir cariyenin nikâhlı karısı olduğunu
iddia
ederken diğeri cariyeyi satın al-dığını iddia eder ve hiç birisinin davasını tercih ettirecek bir
delili
bulun-mazsa, o zaman câriye birisinin mülkü, diğerinin de nikâhlısı olur.
İZAH
«Kadın
delili olmayan davacılardan birisinin karısı olduğunu .ikrar ederse, onun olur ilh...» Bu
hususta
Sâyıhânî şöyle demiştir: «Musannif m şöyle demesi gerekirdi: Eğer davacılardan birisi delil
ikâme
ede-mezse, o zaman kadın kimin karısı olduğunu ikrar ederse, onun olur. Sonra diğeri delil
ikâme
ederse, kadın ona hükmedilir.»
«Semenin
yarısı ilh...» Yani iki kişi bir malı zilyed'den satın aldığına dair delil ikâme etseler,
dilerlerse semen yarı yarıya bölüştürülür. Fa-kat birisi dava
konusu malı yüze satın aldığını iddia
ederken,
diğeri ikiyüze aldığını iddia
ederse, birincisi dava konusu malın yarısını elliye
alırken,
diğeri
de yüze almış olur.
«Dava
konusu mal zilyed olana aittir, ilh...» Bu meselenin özeti şöy-ledir: Dıştan olan davacı ile
zilyed bir malın üçüncü bir şahıstan alın-dığını iddia etseler, her üç durumda da zilyed tercih edilir.
Ancak
dıştan olan davacı bir durumda tercih
edilir. Musannif buna, «Birisi satın alma tarihini
belirtirse,
dava konusu mal onun olur» sözüyle
işaret etmiştir. Ancak Musannifin bu durumu, «Dava
konusu
mal zilyedindir» sözünden sonra zikretmesi gerekirdi. Çünkü bu, birinci meseleyi
tamamlayıcı
bir meseledir.
PRATİK BİR MESELE :
Parlak
bir genç, içyüzünü yalnız kendisinin bildiği birşeyden ötürü çalıştığı
yerden ayrılsa, onu
çalıştıran
kişi evine zorla girerek parasını çaldığını söyleyip onu hırsızlıkla itham etse, emarelerden
o
adamın ih-tarımdan kastının genci
yanında tutmak olduğu anlaşılsa,
aynı zaman-da halk içinde bu
kimsenin
parlak gençlere ilgi duyduğu bilinse, hâkim böyle bir
kimsenin davasını dinler ve onun
yanında
çalışanların şehâdetlerini kabul eder mi? Bu sorunun cevabı nedir? Cevabı şudur: Daha
önce
geçtiği gibi, Şeyhülislâm Ebussuud İmâdî'nin bu meselede şöyle bir fetvası vardır: Hâkimlerin
böyle davaları dinlemesi haramdır. Çünkü bu gibi hileler sapık kişiler arasında bilinen şeylerdendir.
Onların
durum-ları halk tarafından da
bilinmektedir.
Yine
şu da merhum Şeyhülislâm'ın sözlerindendir: «Hâkimlerin böy-le davaları hiç
dinlemeleri, bu
tür
davaları açmak isteyenleri men
ederek onlara dava açma fırsatı vermemeleri gerekir».
Tenvîrü'l-Ebsâr
adlı eserin sahibi de böyle davalar
köy ve şehirlerde yaygın olduğundan aynı fetvayı
vermiştir.
Dava bahsinde, davacı da da-valının değişik durumlarını bildiren babta zikredilen
müteferrik
mese-leler de tu fetvayı teyid etmektedir. Bu gibi davaların
çirkinliğini göste-ren
şeylerden
birisi de onlara yalnızca sabah akşam onun ekmeğini yi-yen kimselerin şahitlik
etmeleridir.
Allah taâlâ daha iyisini bilir. Hayriye.
Musannif
fetvalarında Şeyhülislâm Ebussuud'un fetvasını zikrettik-ten sonra şöyle demiştir: «Ben
diyorum ki, eğer bu davayı açan kimse halk arasında fısk, hilekârlık ve oğlan çocuklarına ilgi
duymakla meşhur ise hâkim onun davasını dinlemez ve ona iltifat
etmez. Eğer bu kimse salih bir
zat
olarak biliniyorsa hâkim onun davasını dinleyebilir.» Allah en iyisini bilendir.
«Yalnız
birisi ilh...» Ben diyorum ki,
mutlak mülkiyet davasında yal-nız
bir tarafın tarih tesbitine
itibar
edilmez. Ama sebebe dayalı mülkiyet iddiasında bunun aksine tarihe itibar edilir. Nitekim bu
bilinmektedir.
Babamın şeyhi de böyle söylemiştir.
Medenî.
«Satın
alma davasını kabul etmek hibeden daha uygundur
ilh...»
Zilyed olmayan iki kişiden birisi zilyedin elindeki malı satın aldığına, di-ğeri de kendisine hibe
edildiğine
dair delil getirseler, satın aldığına da-ir getirilen delil daha uygundur. Çünkü satın alma,
alan
ve satan taraf-lar arasında ivazlı
bir akit olduğundan daha
kuvvetlidir. Ayrıca mücerred satın
alma
akdi kendi başına mülkiyet isbatı için yeterli olurken,
hi-bedeki mülkiyet kabza bağlıdır.
Burada
mülkiyet; ancak kabzla gerçek-leşir.
Aynı
meselede davacılardan birisi zilyed olsa, o zaman dıştan ola-na veya hangisinin tarihi daha
eski
ise ona hükmedilir. Eğer birisi tarih beyan eder, diğeri de zilyed olursa, hiçbirisi tercih edilmez.
Aynı
meselede ikisi de zilyed olursa o zaman o mal ya ikisinin
veya hangisinin tarihi eski ise onun
olur.
Nitekim mutlak mülk davasında da
hüküm böyledir.
Musannıf
burada hibe, taksimle kayıtlanmış iken mutlak olarak zik-retmiştir. Ayrıca buradaki
hibenin
karşılıksız (ivazsız) hibe olması da ge-rekir. Eğer karşılıklı hibe olursa, o zaman zaten satım
akdi
olur.
Musannıf,
kabzedilen hibe ile sadakanın teberruda eşit olduğuna da işaret etmiştir. Sadakanın
lüzum
ifade etmesi de tercih sebebi ola-maz. Çünkü o ancak ikinci durumda açıklanır. Ki o da,
gelecekte sada-kadan dönülmesi mümkün değildir. Hibe ise bazen lüzum ifade eder. yani kesinlik
kazanır
ve rücû imkânı bulunmaz. Meselâ, mahrem hısım-lara yapılan hibeden rücû edilemez.
Sadaka
ise, zengine verildiği tak-dirde bazen lüzum ifade etmez. Bahır'dan özetle.
Bahır'da
şöyle denilir: «Ben fasid satım
akdindeki kabz ile hibenin kabzı arasında hüküm
bakımından
bir fark görmedim. Çünkü her ikisin-de de mülkiyet kabza bağlıdır. Ancak burada ivazlı
bir
akit olması, ba-kımından satın alma akdini tercih etmek gerekir.» Makdisî buna karşı çıkarak:
«Uygun olan hibeyi tercih etmektir. Çünkü
hibe meşru, fasit satın alma akdi ise meşru değildir»
demiştir.
«Satanla
temlik eden ayrı ayrı kimseler ise ilh...» Çünkü her birisi kendi başına temlik edicisinden
mülkünü
isbat için hasımdır. O halde dava konusu malda her ikisi de eşittir. Ama temlik eden, bir
kişi
olursa, durum bunun aksinedir. Çünkü her birisi mülkiyet sebebini isbat etme-ye muhtaçtır.
İşte
bu
meselede hangisinin delil ve sebebi daha kuvvetli ise o tercih
edilir.
Bahır'da
şöyle denilir: «Birisi bir malı diğerinden satın aldığını, di-ğer davacı da aynı malın
kendisine
bir başkası tarafından hibe edildiği-ni ve kabzettiğini, üçüncü bir
kimse de o malın
kendisine
babasından miras kaldığını, dördüncü bir kimse de o malı bir başka kimsenin ken-disine
sadaka
olarak verdiğini iddia etseler, dava konusu malın dördü-nün arasında taksim edilmesine
hükmedilir.
Çünkü bunların hepsi tem-lik edicilerinden, mülkiyeti devir almışlardır. O halde bunların
durumu,
bir arada aynı malın mutlak mülkiyetini iddia ederek delil ikâme etmiş kimselerin durumu
gibidir»
«Çünkü
istihkak ilh...» Musannifin bu sözü İmâdiye sahibinin İmâdiye'deki «Sahih
olan her ikisinin
eşit
olmasıdır. Zira sonradan olan şuyu hibe ve sadakayı fâsid kılmaz» sözünün cevabıdır. Bahir
sahibi
ve Sadru'ş-Şerîa da bunu kabul etmişlerdir.
Musannıf,
Dürer'den naklen, «İmâdiye sahibinin
istihkak şeklini son-radan meydana gelen şüyûun
örneklerinden
sayılması sahih değildir. Sa-hih olan Kâfi ve Fusûleyn isimli eserlerde yer alan, «Zira
istihkak
delil ile sabit olursa, hibeden önce olduğu kabul edilir. O zaman şüyu hibe ile birlikte
bulunmuş
olur. Hibeden sonra meydana gelen
bir şüyu ol-maz.» sözüdür. Öyleyse
herhangi bir
yerdeki
istihkak birlikte bulunan şüyu kabilinden olursa o
istihkak icma ile hibeyi bâtıl kılar. O
zaman
delille satın almayı iddia eden
kimse tek başına kalır. Bu itibarla ona hükmedilmesi uygun
olur»
demiştir.
«Sonradan
olan ilh...» Zira sonradan olan şüyu hibe ve satın almayı
fasit kılmaz. Birlikte bulunan
şüyu ise fasit kılar.
«Mal
tarihi eski olanındır ilh...» Şu kadarı var ki, şahadette şahidin, falan kimseden satın aldığını ve
ona
malik olduğunu söylemesi şarttır.
Nitekim bu mesele Hâmidiye'nin,
Bahır'dan naklettiği,
Bahır.m
da, Hizânetü'l-Ekmel'e isnad ettiği dava bahsinde de böyledir.
Hâmiş'te de böy-ledir.
«Câmi'in
sahibinin yanlış tefsir ettiğini belirterek ilh...» Câmiü'l-Fusûleyn'in yanlış sayılan ifadesi
şöyledir: «Bir cariye hakkında nikâh ve hibe iddiası birlikte bulunsa her iki delille de amel edilmesi
mümkündür.
Eğer cariyenin nikâhlı olması ve efendisinin böyle bir cariyeyi hibe et-mesi şeklinde
davacılar
eşit durumda bulunursa, mümini
yalanlamaktan kaçınmak ve onun
halini salâha
hamletmek
için hibe delilinin iptal edil-memesi gerekir. Nikâhla sadakanın ve nikâhla rehinin
birlikte
bulunma-sı halinde de hüküm
böyledir.»
Mevlânâ,
Bahir kitabında şöyle der: «Ben
Câmi'nin haşiyesinde bu ifadenin vehim olduğunu
yazdım.
Çünkü Câmiü'l-Fusûleyn'in sahibi me-seleyi şöyle anlamıştır: İki kişi bir cariyeyi dava
etseler,
birisi hibe yo-luyla kendisine temlik edildiğini iddia ederken diğeri cariyenin nikâhlı-sı
olduğunu
iddia etse, halbuki fukâhanın
maksadı mehirdir. Nitekim ki-tapta da mehirle tabir
edilmiştir.
Minah. Bahsin tamamı Minah'tadır.
METİN
Bir
kimse bir malın kendisine rehin olarak verildiğini ve kabzettiğini diğeri de
aynı malın kendisine
karşılıksız hibe edildiğini ve kabzettiğini iddia etseler, rehin davasının kabul edilmesi istihsân
deliline
göre hibe davasından daha uygundur.
Ama eğer hibe karşılıklı yapılmışsa, o zaman hibe
davasını
kabul etmek daha uygun olur. Çünkü karşılıklı hibe sonuç bakımından satım akdi
olmaktadır.
Satım akdi de bir bakıma rehinden daha
kuvvetlidir.
Eğer
dava konusu mal her ikisinin elinde bulunuyorsa, yani her ikisi de zilyed ise, eğer tarih beyan
etmezlerse, davada eşit olurlar. Ama tarih beyan ederlerse, dava konusu mal tarihi eski olanın olur.
Üçüncü
bir şahsın elinde plan mülkiyeti tarihle tesbit edilmiş bir malı iki kişi iddia etseler veya
zilyed olmayan bir başkasından tarihli olarak aldıklarına dair delil getirseler veya dıştan olan bir
kimse
mül-kiyet tarihi sabit olan bir şey üzerine delil getirse, zilyed de daha es-ki bir tarihle mülkü
olduğuna
delil getirse, o zaman mal tarihi eski ola-na ait bulunur.
Davacılardan
ikisi de satın alma tarihleri aynı veya farklı olan -Ay-nî- bir malı iddia etseler, bunların
her
birisi ayrı bir kimseden aldığını söylese veya bunlardan yalnız birisi tarih beyan
etse, eğer satıcı
ayrı ayrı ise bu davada ikisi eşittirler. Eğer satıcı bir ise, tarih beyan eden daha haklı görülür.
Ayrıca,
eğer mebî satıcının elinde değilse davacının ve şahitlerin satıcının mülkü olduğunu ifade
edecek
birşey zikretmeleri gerekir. Eğer şahitler satıcının mülkü olduğuna değil de, elinde
olduğuna
şahitlik ederlerse, bunda iki görüş vardır. Bezzâziyye.
Dıştan
olan birisi bir malın mülkiyeti hakkında delil getirse, zilyed de ondan aldığına dair delil ikâme
etse
veya her ikisi de doğum veya bu manada olan, dokuma, pamuğun eğirilmesi, sütün sağılması,
yünün
kesilmesi gibi tekerrür etmeyen bir mülkiyet sebebi ile delil getirseler, zilyedin delili icmâ
ile
dıştan olanın delilinden daha haklıdır.
Ancak
dıştan olan kimse zilyedin üzerine doğum veya benzeri şeyle-ri değil, gasb, vedîa veya icâre
gibi
sebeplerle zilyede geçtiğini iddia
et-se -Dürer'in rivayeti- veya dıştan olan kimse bina, ağaç
dikme,
buğday ekme, yün dokuma veya bilirkişilere onun tekerrür edip etmeyeceği an-laşılamayan
bu
mal gibi bir sebep iddia etse, bu sayılanların hepsinde dıştan olan davacı tercih edilir. Çünkü
asıl,
o malın dıştan olan kimsenin olmasıdır. Yalnız doğum meselesinde bu asıldan rücû
edilmektedir. Bu-nun sebebi de Resûlullah (S.A.V.) m hayvanın doğuracağı yavru (nitâç) hakkındaki
hadisidir.
Dıştan
olan iki kimse veya zilyedler veya dıştan olan kimse ile bir zilyed bir malı başka birisinden
aldıklarını tarih zikretmeden iddia etseler ve delil getirseler, hepsinin davaları düşer. Dava konusu
mal
kimin elinde ise ona bırakılır, İmam Muhammed de zilyed olmayan lehine hük-medileceğim
söylemiştir.
Biz
deriz ki: Dıştan kimsenin veya zilyedin dava ettikleri malın sa-tın alındığını iddia etmeleri, o
malın
satın aldıkları kişinin mülkü oldu-ğunu ikrardır. Kabzı isbat ederlerse bunun biribirlerini iptal
etmeyi
ge-rektireceği konusunda görüş birliği vardır.
Dürer.
İZAH
«İkisi
de eşit olanlar ilh...» İmadî bu konuda şöyle demiştir: «Son-radan meydana gelen şüyu rehni
fasit
kılar. O lâhde malın tamamının satın alındığını iddia edene verilmesine hükmedilmesi gerekir.
Çünkü
re-hini iddia eden kimse fasit olan bir rehini isbat etmiştir. Bu yüzden de-lili kabul
edilmez. O
zaman
satın aldığını iddia- eden kimse, sanki tek başına delil ikâme etmiş gibi olur.» Bu konunun
tamamı
Bahır'dadır.
Ben
derim ki: Biraz önce zikredilen, «İstihkak birlikte bulunan şüyu kabilindendir» sözüne
dayanarak öncelikle satın almayı iddia eden kim-senin lehinde hükmedilmesi uygundur. O halde
her
iki görüşün eşit ol-duğuna hükmetmek
güç olur.
«Zilyed
olmayan bir başkasından ilh...» Musannıfın bunu belirtmesi yukarıda geçtiği gibi, her
ikisinin
de zilyed'den satın aldıklarını iddia etmeleri
yüzündendir.
«Mülkiyet
tarihi sabit olan ilh...» Musannifin
burada «mülk» keli-mesi ile kayıtlamasının sebebi
şudur:
Eğer zilyed dava konusu malın iki yıldan beri elinde olduğuna dair deli! ikâme etse, şahitler
de
o malın onun mülkü olmadığına dair
şahadet etseler, o malın dıştan davacı olan kimsenin malı
olduğuna
hükmedilir. Zira,şahitler mülkiyet için değil, zilyedlik için şahitlik etmişlerdir. Bahır.
«Hüküm,
tarihi eski olanındır ilh...» Çünkü o, tarih belirtmekle iki mâlikten ilki olduğunu isbat etmiş
olmaktadır.
O halde mülk ancak eski tarihe göre tesbit edilir. Diğeri ise, mülkü o tarihte temellük
etmemiştir.
Minah.
Musannifin
burada zilyed ile zilyed olmayanın
her ikisinin de tarih belirtmelerini zikretmesinin
sebebi
şudur: Eğer her ikisi de tarih beyan etmezlerse veya beyan ettikleri tarih aynı olursa, dava
konusu
mal bi-rinci iki meselede ikisinin arasında taksim edilir. Eğer birisinin tarihi diğerinkinden
eski
ise, eski olan daha haklıdır. Birisi tarih getirir, diğeri ge-tirmezse, birinci meselede değil, ikinci
meselede davanın kabulü için daha haklıdır. Yukarıdaki iki meseleden ikincisinde ise, her üç
şekilde
de dıştan olan kimse zilyedden daha uygundur. Bu konunun tamamı Bahır' dadır.
«Muhtelif
olan ilh...» Yani tarihleri çeşitli olan. Bakâni.
Davacılardan
her biri dava konusu malı ayrı
ayrı kimselerden al-dıklarını iddia etseler, birisi, «Falan
kimsenin
mülkü iken ben ondan aldım» diyerek aldığına dair delil getirse, diğeri de, «Ben mâlik
olan
falan kimseden satın aldım.» diyerek satın aldığına dair delil ikâme et-se, o zaman hâkim, dava
konusu
malın ikisi arasında ortak olduğuna hükmeder.
Eğer
her ikisi de aldıkları tarihi beyan ederlerse, zahiri rivayete gö-re birinci tarihin sahibi ötekinden
daha
haklıdır. İmam Muhammed'den bu hususta tarihe itibar edilmeyeceği rivayet edilmiştir. O
halde
dava konusu malın ikisinin olduğuna
hükmedilir. Eğer bunlardan birisinin kab-zı olur,
diğerinin
olmazsa, diğerine hükmetmek daha uygundur. Ama iki ayrı satıcı iddia etseler, bunlardan
birisi
zilyed olsa, zilyed olmayan le-hine
hükmedilir. Kâdıhan. Hâmiş'te de böyledir.
«Aynî ilh...» Aynî'de olanın benzeri Kâfi isimli esere dayanarak zeylâî'de de mevcuttur. Bahır'da da
Aynî'den
nakledilen bu görüşte sehv olduğu
iddia edilir. Bir şahıstan bir malın satın alınması
davasında,
ta-rihi eski olan tercih edilirse burada da tarihi eski olan tercih edilir. Remli Bahır'ın bu
sehv
iddiasına karşı çıkarak, «Sehveden ancak Bahir sahi-bidir» demiştir. Zira bu meselede çeşitli
rivayetler vardır.
Bu
konuda Câmiü'l-Fusûleyn'de şöyle
denilmiştir: «Eğer davacılar iki ayrı kimseden aldıklarını iddia
ederlerse, hangisinin tarihi daha eski ise, kitaplarda bu mesele hakkında çeşitli rivayetler vardır.
Hidâye'de zikredilen rivayet tarihin eskiliğine itibar edilemeyeceğine işaret etmek-tedir. Mebsut'ta
olan
rivayet ise, tarihi daha eski olanın daha uygun ol-duğuna delâlet
etmektedir.» Fusûleyn sahibi
daha
sonra, bunlardan bi-rinci görüşü
tercih ettiğini
söylemiştir.
Ben
derim ki: Nûru'l-Ayn'da Kâdıhan'dan naklen şöyle bir ifade var-dır: «İki davacı,
dava konusu
malı
iki ayrı kişiden aldıklarını iddia etseler aralarında yarı yarıya taksim edilir. Eğer tarih beyan
ederlerse, zahiri rivayete göre malın tarihi eski olana hükmedilmesi hakka daha uygun-dur. İmam
Muhammed'den
de bu davacıların arasında tarihe itibar edil-meyeceği rivayet edilmiştir. Eğer
davacılardan
yalnız birisi tarih beyan ederse, yine ittifakla, her ikisinin arasında yarı yarıya taksim
edilir.
Ama bunlardan birisi zilyed ise, malın zilyed olmayana hükmedilmesi daha
uygundur.»
Nûru'l-Ayn'da bu nakilden sonra şöyle denilmiştir: «Mebsut'ta ge-çen ifade de Kâdıhan'da olan
zahiri
rivayeti teyid etmektedir.
Hidâye' de olan ifade ise İmam Muhammed'in tercih ettiği görüştür.»
Nûru'l-Ayn sahibi daha sonra da: «Mebsût ve Kâdıhan'da olan ifa-delerin delilleri şudur: Tarihi eski
olan
mülkiyeti kendisine öyle bir za-manda izafe ediyor ki, o tarihte ona kimse davacı
olmamaktadır. Bun-ların bu delilleri Hidâye'de olanın delilinden daha kuvvetlidir. Hidâye'de olan
ifadenin
delili de şudur: Davacıların her ikisi de dava konusu malın mülkiyetini
satıcısına isbat
etmektedirler. O zaman sanki onların her ikisi de tarihsiz olarak mülkiyeti iddia etmektedirler.
Birinci
delilin kuv-vet yönü, düşünen kimse tarafından akıca anlaşılabilir.» demiştir.
Bu
açıklamalardan anlaşılıyor ki, Musannifin tarihleri ittifakla kay-detmesi zahiri rivayete göredir. O
halde
Musannifin buradaki kayıtla-ması
sarihin yaptığı her ne kadar Kâfi ve Kidâye'ye uygun ise de
daha
haklıdır.
«
ikisi eşittirler ilh...» Zira birincisinde onlar mülkü ayrı ayrı satı-cılara isnad etmektedirler. Sanki
satıcıların her ikisi de hazır olmuş gi-bidirler. Eğer bunlardan bir tanesi tarih belirlerse, onun bu
tarih
belirt-mesi mülkün daha önce
onda olduğunu göstermez. Çünkü
diğerinin mülkiyetinin daha
önce
olması da
mümkündür.
Ama
ikisinin .satıcısının da bir olması meselesi bunun aksinedir. Zira onların her ikisi de mülkiyetin
satıcı
tarafından alındığında görüş
birli-ği halindedirler. İşte bunlardan bir tanesi tarih 'beyan ettiği
takdirde,
di-ğerinin alışının daha önceki bir tarihte olduğu ispat edilinceye kadar, onun lehine
hükmedilir.
Bahır.
Bahır'da
bundan sonra metindeki mesele hakkında, «Dava konusu malın yarı yarıya her ikisinin
olduğuna
hükmedilir. Hükümden sonra da
onların her ikisi muhayyerdirler. Eğer dava konusu bir
köle
ise, dilerlerse birisi onun yarı fiyatını vererek alır ve arkadaşına bırakır» denilmiştir.
«Şahitlerin
satıcının mülkü olduğunu ifade edecek ilh...» Şöyle ki, şahitlerin. «Falan adamın mülkü
idi,
ondan satın aldı» demeleri gerekir. Bahır.
«Delil
getirseler ilh...» Yani dıştan olan ile zilyed. Bahır'da bu mut-lak
zikredilmiştir. O halde
Bahır'daki
mutlak ifade şu meseleyi de kapsa-mına alır: Davacıların her ikisi de tarih beyan etseler,
tarihleri
eşit olsa, veya birisinin tarihi eski olsa veya hiç tarih beyan etmeseler, o zaman doğumla
birlikte
tarihe itibar edilmez. Ancak birisi imkânsız olan bir tarih beyan etse, meselâ dava konusu
malın
yaşı ile zilyedin elinde kal-dığı süre arasında çelişki bulunsa zilyed olmayanın belirttiği tarihe
uy-gun düşse, o zaman bu zilyed olmayanın lehine hükmedilir. Ama eğer
beyan edilen tarih her iki
tarafın
da bildirdiği yaşa uygun değilse, o
za-man bütün âlimlere göre her ikisinin de delili lâğv olur.
Dava
konusu mal bir rivayete göre
zilyede bırakılır. Diğer bir
rivayete göre ise ikisi arasında yarı
yarıya
taksim edilir. Câmiü'l-Fusûleyn'de de böyledir.
Câmiü'l-Fusûleyn'de
şöyle denilmiştir: «Hâriç, «Şu benim cariyemdir. şu köleyi de benim mülkümde
doğurmuştur»
diye delil getirse, zilyed de aynen
onun benzeri gibi delil getirse,
o câriye dıştan olan
davacıya hükmedilir. Zira her ikisi de mutlak mülk iddia etmektedirler. O cariye davacıya
hükmedildikten
sonra davacı annesine tâbi olarak o köleye de hak kazanır.»
Bu
açıklamalardan anlaşıldığı gibi, doğum davasında yavrunun annesi konusunda bir anlaşmazlık
yoksa,
zilyed, dıştan olan kimseye tercih edilir. Fakat mutlak mülkiyette anlaşmazlık varsa, mutlak
mülkiyetini
iddia ettikleri mal ile yavrusu hakkında delil getiriyorlarsa, o zaman zil-yed, dıştan olana
tercih
edilmez. Bu hatırda tutulması
gerekli olan meselelerdendir.
«Dürer
ilh...» Bu meseleyi Zeylâî, Bahir sahibi ve Hidâye sarihleri; kısa geçmişlerdir. Gelecekte
Musannifin,
«Eğer tarih belirtmezlerse zilyed lehine hükmedilir sözünün altında bizim yazdıklarımız
da
bunu teyid
etmektedir.
Zeylâî, doğum davasında zilyedin tercih
edilmesini gerçekleştirdikten sonra şöyle demiştir.
«Zilliyetlik
mülkün başlangıcına delâlet etmez. O halde dıştan olan kimse ile zilyed eşit olurlar.
Zilyedin yavruyu (nitaç) isbatı ile dıştan olan kimse dava dışı bırakılmış olur. Zilyedin delili de
husûmeti
red için kabul edilir. Fakat bu mesele şu durumu gerektirmez. Dıştan olan kimse, zilyedin
zilyedliğine dair bir fiil iddia etmiş olsa, o zaman onun delili zilyedin deliline tercih edilir. Fakat
zilyed yav-ruyu iddia ettiği takdirde işbatı daha kesin olduğundan, ki aslen sabit olmayan bir şeyi
ispat
etmiştir. Ona hükmedilir.» Hülâsâ'dan özetle.
«Hayvanın yavrusu hakkındaki hadis ilh...» Cabir bin Abdillah (r.a.) tan şöyle rivayet edilmiştir: «Bir
kişi
Resûlullah (S.A.V.) a gelerek diğer birisinin elindeki kısrak devenin kendisinin olduğunu iddia
ederek
o kıs-rak devenin kendi yanında
doğurduğuna delil ikâme etti. Zilyad
de o kısrak devenin
kendi
malı olduğuna ve kendi yanında doğurduğuna delil ikâme ettL Rasûlullah (S.A.V.) devenin
zilyedin olduğuna
hükmetti.»
Bu
hadis meşhur ve sahihtir. Buna göre
yavru meselesi diğer me-selelerden istisna edilmiştir.
Bahır.
«Vakit
tayin etmeden ilh...» Eğer davacılar
mülkiyetin başlangıcı için bir tarih
belirtseler, dava
konusu
mal zilyedin değil, dıştan olan
kimsenin olur.
Bahır.
«İmam
Muhammed de dıştan olan davacı
lehine hükmedileceğini söylemiştir ilh...» Çünkü her
ikisinin
delili ile amel etmek de mümkündür. O halde, sanki zilyed diğerinden satın alarak
kabzetmiş,
sonra da sat-mış gibi kabul edilerek dıştan olan davacı lehine hükmedilir.
«Satın
aldıkları kişinin mülkü olduğunu ikrar etmektir ilh...» Sanki her iki davacı da mülkiyetin satın
aldıkları kimseye ait olduğunu ikrar etmiş gibi olurlar ki bunda icmaen tehâtür (delillerin ibtali)
vardır.
Bu-rada da delillerin ibtali söz
konusu olur. Çünkü delillerin birarada değerendirilmesi
mümkün
olmaz. Bahır.
Bu
hükümler menkul mallarla ilgilidir. Gayr-i menkûllerin açıklama-sı ise Bahir adlı eserde
yapılmıştır.
METİN
Davada
şahitlerin sayısının çokluğu tercih sebebi değildir. Bizim mezhebimize göre tercih, delillerin
çokluğu
ile değil kuvveti iledir. Sonra Musannif, bu prensibi aşağıdaki pratik meseleye
uygulamıştır: «Dava-cılardan birisi iki şahit diğeri de dört şahit getirmiş bulunsa, bu delille-rin ikisi
de
eşittir». Yine adaletin aslıdır. Çünkü adaletli olmanın bir sı-nırı yoktur. Birisinin
elinde bir bina
olsa,
birisi onun yarısını, bir diğeri de hepsini iddia etseler ve bu iddialarına delil getirseler,
münazaa
yoluyla birincisine binanın dörtte biri ikincisine de binanın geri kalanı hükm-edilir.
Husûmet
yoluyla taksim şöyle olur: O binanın yarısı salimen husûmetsiz tamamını iddia edene
verilir.
Çünkü bu yarı üzerinde hasmın bir isteği yoktur. Sonra geri kalan yarısında ikisinin
husûmeti
de eşit olduğundan yarısı birisine, yarısı da diğerine verilir. Bu Ebû
Hanîfe'ye göredir.
İmameyn'e
göre ise, bu binanın üçte biri avl
yoluyla yarısını iddia edene, geri kalanı da tamamını
iddia
edene verilir. Çünkü, meselede hem bütün hem de yarım hisse bulunduğu
zaman meselenin
taksimi
iki or-tak payda üzerinden yapılır. İkinin de taksimi mümkün olmadığından üçe avledilir
(yükseltilir). Yani üç ortak payda üzerinden taksim edilir.
Hesap
şöyle olur: 1/2÷2/2:3/2 burada ortak payda 2 hisseler toplamı ise 3 olur. Hisseler toplamı
ortak
payda yapılır. Binanın yarısını
iddia edene 1/23 hisse düşer. Geri kalan da 2/23 hisse olur. Bu
işleme
feraiz, ilminde «avliye» denir. (H. DÖNDÜREN)
Taksimin
dört çeşidi vardır. Taksimi avl yoluyla yapılan sekiz mesele şunlardır: Miras, borçlar,
vasiyet, satışta müsamaha etmek, başka-sına gönderilen dirhemler, zekât toplama işe ve kölenin
cinayeti.
Münazaa
yoluyla taksim şekli Ebû Hanîfe'nin görüşü alıp, bu da icmâ ile fuzâlîlerin meselesidir.
İmameyn'e
göre avl yoluyla taksim esas olup, bu da üç durumda bulunabilir. Birincisi şudur: Bir
kimse
malının tamamını veya belirli bir
kölesinin hepsini başka birisine yarısını da diğer bir
kimseye
vasiyet etse, üç ortak payda üzerinden birincisi iki, ikincisi ise bir hisse alır.
Taksimin
dördüncü şekli, İmam-ı Azam'a göre avl yoluyla, İmameyn'e göre münazaa yoluyla taksim
yapılmasıdır. Bu da beş meseledir. Nitekim bunu Zeylâî ve Aynî ayrıntılarıyla yazmışlardır. Bunun
tamamı
Bahır'dadır.
İmam-ı
Azam'a göre asıl, ayn veya zimmette şâyien sabit olan bir
hakkın
taksimi gerekse bu avl yoluyla olur. Şâyien değil de ayırdedilerek
olsa veya davacılardan
birine
şâyien, diğerine tamamı sabit
olsa, o hakkın taksimi münazaa ile olur.
İmameyn'e
göre ise, o hakların ikisi de birlikte şüyûen sabit olurlar-sa, av! yoluyla taksim edilirler.
Eğer
şüyûen sabit olmazsa, o zaman
münazaa yoluyla taksim edilir.
Her
ikisi de zilyed olan iki davacıdan
birisi binanın yarısını, diğeri de
tamamını iddia etseler, ikinci
davacıya yansı doğrudan, diğer yarısı da hükmen verilir. Çünkü diğer yarısında o
dıştan olan davacı
durumunda-dır.
Bu
bina üç kişinin elinde bulunsa, bunlardan birisi tamamını, birisi yarısını, diğeri de üçte birini
iddia
etseler ve delil getirseler, bu bina İmam-ı Azam'a göre münazaa
yoluyla aralarında taksim
edilir.
İmameyn'e göre ise avl yoluyla taksim yapılır. Bu meselenin açıklaması Kâfi isimli eserdedir.
Her
iki davacı da her ikisinin elinde veya yalnız birisinin elinde ve-ya bir diğerinin elinde bulunan
malın
yavrusu hakkında delil getirseler, her ikisi de buna tarih beyan etseler, hangisinin tarihi
yavrunun
yaşına uygun olursa dış görünüşün
şehadetiyle onun olduğuna hükmedilir. Eğer tarih
beyan etmezlerse, mal zilyede hükmedilir.
Eğer
mal her ikisinin de zilyedinde ise veya davacıların değil de üçüncü bir şahsın zilyedinde ise,
onun
yaşı İkisinin beyan ettiği tarihe de uymuyorsa, yani onların beyan ettikleri tarihe muhalif veya
her
ikisi de dıştan olan davacı iseler, İkisinin olduğuna hükmedilir. Ama eğer dava konusu mal
birisinin
zilyedinde ise, daha sağlam görülen
görüşe göre dava konusu malın zilyedin olduğuna
hükmedilir.
Ben
derim ki: Musannifin buradaki ifadesi, Kenz'de, Dürer'de ve mültekâ'da olan ifadelerden daha
uygundur.
Dıştan
olan davacılardan birisi dava konusu
malın Zeyd'den gasbedildiğini iddia ederken, diğeri
onun
Zeyd'den vedîa olduğunu iddia
eder-se, onların ikisi de davada eşit olduklarından malın
aralarında yan yarı-ya taksimine hükmedilir. Çünkü vedîa da inkâr halinde gasba dönüş-mektedir.
İnsanlar,
açıklamalarına gerek olmaksızın prensip olarak hürdürler. Ancak dört şey bundan
müstesnadır: Şahitlik, hadler, kısas ve katil. Bu dört meselede, aksi durum, sonucu etkilediği için
hür
olduklarını beyan etmeleri gerekir.
Musannifin nüshasında böyledir. Diğer bir nüshada ise,
«katil»
yerine «akıl» kelimesi vardır. Eşbâh'ın ifadesinde ise «katil» kelimesi yerinde «diyet»
kelimesi bulunmaktadır. Üç kelimenin de anla-mı birdir.
Bir
kimse, durumu bilinmeyen birisinin
kendi kölesi olduğunu iddia
etse, o da, o kölesi olduğunu
inkâr
ederek, «Ben aslen hürüm» dese asıl olan prensibe dayandığı için söz
onundur.
Dava
konusu elbise davacılardan birisinin
üzerinde, diğeri de onu eteğinden tutmuş olsa, burada
elbiseyi
giyen
haklıdır.
Birisi
dava konusu ata binmiş diğeri de atın
geminden tutmuş du-rumda ise, hak binenindir. Birisi
dava
konusu atın eyerine, diğeri de ter-kisine binmiş olsa, eyere binmiş olan daha haklıdır.
Birisi
dava konusu hayvana yükünü yüklemiş, diğeri de su testisini asmış olsa, yükünü yüklemiş
olan
daha haklıdır. Çünkü onun
tasarrufları daha
çoktur.
Birisi
halının üzerinde oturmuş, diğeri
de onu tutmuş olsa, ikisi de eşit kabul edilirler. İkisi de
oturmuş
veya ikisi de eyere binmiş gibi. Nitekim bir elbise birisinin kucağında olsa, bir kısmı da
diğerinin
elinde olsa, yine bunlar eşittirler.
Ama bir binada oturan iki kişi
anlaşmazlığa dü-şerlerse,
onun
aksine her ikisine hükmedilemez. Çünkü binanın bunların dışındaki bir kimsenin zilyedinde
olma
ihtimali vardır. Aynî.
İki
kimse bir duvarı iddia ederlerse, duvar ağaç kolonları üzerinde duran kimseye aittir. Veya dört
taraftan
bitişik duvarları olanındır.
Şöy-le ki, dava konusu duvarın
kerpiç veya taşları veya ahşapsa
ağaçları diğer duvarlar içerisine geçmişse, o duvar, bitişik duvarların
sahibinin-dir.
Fakat
duvarlar birbirine geçmemişse veya duvarlar birbirine bitişikse veya adam duvarı delerek
merteğini
koymuşsa veya duvarın üze-rine
kamış uzatarak üzerine hasır koymuşsa, adam bunlarla
duvar
üze-rinde hak sahibi olamaz. Anlaşmazlık halinde bu duvarın iki komşu ara-sında ortak
olduğuna
hükmedilir. Ama duvar üzerinde bir
kirişi olan kimse, duvarın üzerinde kamışı olandan
daha
haklıdır.
Haniye.
Dava
konusu duvar üzerinde birisinin kirişi olsa, diğerinin de du-varlarına bitişikse duvar bitişik
olana
verilir. Kirişi olana da yalnız
direk koyma hakkı verilir. Bazı âlimler de bu duvarın direk
sahibine
verilmesi gerektiğini söylemişlerdir.
Müştekâ. Bu konunun tamamı Aynî ve
diğerlerindedir.
«İkisi
de eşittir ilh...» Şeyhlerimizin şeyhi şöyle demiştir: «Uygun olan
Musannıfın, «Bu delillerden
birisi
tevatür derecesine ulaşmadığı takdirde» şeklinde kayıtlamasıydı. Zira taraflardan
birisinin
delili,
şahit-leri tevatür sınırına
ulaştırma, kesin ilim ifade eder ki, bunu tevatür de-recesine
ulaşmayan
delille bir tutması uygun olmaz.»
Ben
derim ki: Şümnî ve Zeylâî'de olan ifadeden bu açıkça anlaşıl-maktadır. Zira, Şümnî sahibi,
«Bizim
için tarafların ikişer şahidinin şa-hadeti tam bir illettir. Nitekim yalnız bir tarafın iki
şahidi
tam
bir illt kabul edilmektedir. Delillerin çokluğu tercih sebebi değildir. Tercih, de-lillerin kuvveti ile
yapılır.
Meselâ taraflardan birisinin delilleri tevatür de-recesinde olsa, diğerininki ehâdî -tek kişinin-
nakline
dayansa veya biri-sininki ayrıntılı, diğerininki kısa olsa, o zaman tevatür derecesindeki tek
kişinin
nakline dayanana, ayrıntılı olan da, kısa olana tercih edilir.» de-miştir. Biri.
«Münazaa
yoluyla ilh...» Bil ki İmam-ı Azam bu meselede münazaa yoluna itibar etmiştir. Münazaa
yoluyla taksim de şöyle yapılır: Dava ko-nusu binanın yarısı tamamını iddia edene verilir. Geriye
kalan
yarısın-da da her ikisinin
anlaşmazlığı eşit olduğundan ikisi taksim edilir. Buna göre binanın
hepsini
iddia edene binanın dörtte üçü,
yarısını iddia edene de dörtte biri
verilmektedir.
İmameyn
ise bu meselede taksimi avl ve çarpım yoluyla yapmışlar-dır. Bu taksim şekline avl
denilmesinin
sebebi şudur: Çünkü meselede hem bütün ve hem de yarım hisse vardır. Bu sebeple
taksim
ikiden ya-pılır. İki de davacılar arasında taksim edilemeyeceğine göre üçe yüksel-tilir. O
zaman
hepsini iddia edene iki pay, yarısını iddia edene de bir pay verilir. İşte bu taksim şekli avl
yoludur.
Çarpma
yoluyla taksim de şöyledir: Davacılardan herbiri kendi hak-kı kadar çarpım yapar. Meselâ,
binanın
üçte ikisi hepsini iddia eden ada-mın olduğundan binanın üçte ikisini binanın tümüne
çarpar.
Binanın yarısını iddia eden kimse de binanın üçte birini alacağından bir üçte biri bina ile
çarpar.
O zaman binanın üçte biri hâsıl olur. Çünkü küsurun çar-pılması izafi yolla olur. O zaman
üçte
biri altı ile çarptığından bunun
manası altının üçte biri olur ki bu da altıda iki eder. Minah.
Hak
sahiplerinin hisselerini hakkı tamamına çarpma işlemi şöyle olur: Bir mülkün tamamını iddia
edenin
hissesi 2/2 yarısını iddia edenin ise 1/2 olur. 2 ortak payda üzerinde 2 ve l hisse alırlar.
Hisseler
toplamı 3 yani ortak pay-dadan büyük olduğu için ortak payda 3'e yükseltilir. Bu işleme avl
denilir.
Bu-radaki hisselerin mülkün tam hissesine çarpımı ise şöyle olur. Mülkün tamamı-nı
iddia
edenin
2/23 olan hissesi 2/2 ile çarpılır 2/2x2/3: 4/6 olur. Yarısını iddia edenin hissesi olan 1/3'te
yine
2/2 ile çarpılır 2/2x1/23: 2/6 olur. Sonuç, çarpım yoluyla; mülkün tamamını iddia eden 6 ortak
payda üzerinden 4; yarı-sını iddia eden ise 2 hisse alır. Gerçekte 4/6: 2/32, 2/6: 1/23 demektir. (H.
DÖNDÜREN).
«Mühâbât
ilh...» Mühâbât ile vasiyet şöyledir: Meselâ bir kimse, üçbin dirhem kıymetindeki kölesini
birisine
ikibin dirheme sat diye va-siyet etse, bir diğerine de iki bin dirhem kıymetindeki bir köleyi
bin
dir-heme satmayı vasiyet etse.
vasiyet edilen her iki kimse için
de ikibin dirhemle müsamahalı
muamele
hâsıl olur. O zaman üçte bir aralarında avl yoluyla taksim edilir.
Derâhim-i
mürsele ile vasiyete gelince, bu da
şöyledir: Bir kimse birisine bin
dirhem, bir diğerine de
iki
bin dirhem vasiyet etmiş olsa, bu kimsenin servetinin üçte biri ikisinin arasında avl yoluyla
taksim
edilir.
Azad'la
vasiyet de şöyle olur: Meselâ bir kimse birisine şu kölenin yarısını azad et diye vasiyet etse,
birisine
de şu kölenin üçte birini azat et diye vasiyet etse, malın üçte biri bu kimselerin arasında avl
yo-luyla taksim edilir. O kölelerin onların hisselerine düşen miktar ile on-lara çalışması gerekmez.
H.
Hâmiş'te de böyledir.
Yine
Hâmiş'te şöyle denilmiştir: «Bir
minval üzere müdebber bir kö-le
cinayet işlese, cinayetin
velilerine
müdebber kölenin kıymeti verilir, o kıymet aralarında avl yoluyla taksim edilir.
Bütün
imamlara .göre münazaa yoluyla taksim, Câmiü'l-Fusûleyn sa-hibinin zikrettiği
tek bir
meselede yapılır. Şöyle ki. bir fuzûlî, bir adamın kölesini bin dirheme satsa, diğer bir fuzûlî de aynı
kölenin
yarısını baş-ka bir müşteriye beşyüz dirheme satsa, kölenin efendisi her iki satışa da izin
verse,
her iki müşteri de muhayyerdirler. Eğer ikisi birlikte kö-leyi almak isterlerse kölenin bedelini
münazaa
yoluyla öderler. Yani kölenin bedelinin dörtte üçünü hepsini almak isteyen, dörtte birini
de
yarısını almak isteyen kimse
öder.
Bahır'da
da şöyle denilir: «Köle birisinin
gözünü kör etse, bir diğerini de hataen öldürmüş olsa,
köle
cinayet sahiplerine verilir. Bu kölenin kıymeti onların arasında avl yoluyla taksim, edilir.
Kölenin
kıymetinin üçte ikisi ölen adamın
velileri ne üçte biri de gözü kör
olan adama
ve-rilir.».
Müellif
diyor ki: İbni Vehbân azadla
vasiyeti orada zikretmemiştir. Halbuki ancak azadla vasiyetle
yukarıdaki
meseleler sekize tamamlanır.
«Çünkü
diğer yarısında o dıştan olan davacı olmaktadır ilh...» Çün-kü yarıyı iddia eden adamın
davası,
kendi elinde olana döner.
Arkadaşı-nın elinde olan birşeyi
iddia etmemektedir.
«Yavrusu
hakkında delil getirseler ilh...» Bu mesele şöyle tasavvur edilir: İki şahit o yavrunun
davacıların
birisinin elinde bulunan bir dişi hayvanı emdiğini gördüklerine şahadet etseler, diğer iki
şahit
de o yav-runun diğer davacının
mülkündeki dişiyi emdiğini gördüklerine dair şa-hitlik etseler,
bu
şahadet her iki taraf için de helâl olur. Yavru ikisinin arasında taksim edilir. Bahır, Hülâsa'dan.
Biz
yukarıda yavru ile birlikte tarihe itibar edilmeyeceğini söylemiş-tik. Ancak tarih, yavru ile birlikte
beyan edildiği takdirde, birisinin ta-rihi uyuşmasa, yani beyan ettiği tarihte yavru henüz doğmamış
olsa,
o zaman tarihi yavrunun yaşına uygun olan kimseye
hükmedilir.
«Yavru
zilyede hükmedilir ilh...» Bu ifade şunun kaydıdır ki, eğer davacılardan
her ikisi de yalnız
yavruyu iddia ederlerse, zilyad lehine hükmedilir. Çünkü eğer hariç zilyedin gasb, icare veya ariyet
gibi
zilli-yet fiilini iddia ederse, o
zaman dıştan olan davacının delili
hüküm için, zilyedindekinden
daha
kuvvetlidir. Zira dıştan olanın delili zilyed üzerine zilyedlik fiili isbat ettiğinden, isbat
bakımından
daha üstündür. Nitekim, Bahır'da da Zeylâî'den naklen böyledir. Bu
ifadeyi Nûru'l-Ayn,
Zahîre'den
Mebsût'ta olan ifadenin aksine olarak nakletmiştir. Kanaatimizce Zahire' de olan
Mebsût'takinden
daha sağlam ve daha kuvvetlidir. Zira
Hülâsa da Herzâde'nin Velâ kitabından
naklen
şöyle bir ifade vardır: «Zilyed yavruyu iddia ederken zilyed olmayan davacı da onun kendi
mülkü
oldu-ğunu iddia eder ve zilyedin kendisinden gasbettiğini veya o malı zilyede vedia veya
ariyet
olarak verdiğini beyan ederse, onun delili zilyedden daha kuvvetli olur. Zira zilyedin delili
ancak
yavru iddiasında zilyed ol-mayan
davacı zilyedin mülkiyet fiilini iddia etmediği sürece tercih
edi-lir.
Ama eğer zilyed olmayan davacı satın almaya benzer zilyedin fiilini iddia ederse yine hüküm
için
dıştan olanın delili daha kuvvetli olur. Çünkü onun delili isbat bakımından daha fazladır. Ayrıca
bu
delil, zilyad jçin zilyedlik
fiilini de sabit kılmaktadır.»
«Kenz'de
ilh...» Zira Kenz adlı eserin sahibi şöyle demektedir: «Da-va konusu mal üçüncü bir
şahsın
elinde olsa ve tarih tesbit edilemese, o zaman dava konusu mal her ikisinin olur. Çünkü
Musannifin,
«Zilyed •olan ve zilyed olmayan iki
davacının beyan ettiği tarihe
hayvanın yav-rusunun
yaşı
uygun düşmüyorsa» sözü Kenz adlı eserdeki görüşten da-ha geneldir. Yine Kenz'in, «Her
ikisinin
olur» sözü «Eğer onlardan biri-sinin elinde olmazsa» sözü ile de kayıtlıdır.
Gûrer
ve Mültekâ'nın ifadeleri ise, «Eğer güçlük olursa, o takdirde dava konusu mal her ikisinindir.
Eğer
her ikisine de muhâlifse, bâtıl olur» şeklindedir. Sârin, Mültekâ Şerhinde şöyle der: «Dava
konusu
mal zilyede istihkak sebebiyle değil
terk için hükmedilir. Hidâye ve Kâfî adlı eserlerde de bu
görüş
tercih edilmiştir.»
Ben
derim ki: Davacıların hayvanın yavrusu için beyan ettikleri ta-rihin
hayvanın gerçek durumuna
uymaması, yavrunun yaşının tesbit edi-lememesi ile aynı nitelikte oluşunda şüphe yoktur.
Nitekim
bu
Tenvir, Dürer, Bahir ve diğer eserlerde açık ifade edilmiştir.
Ben
derim ki: Şurunbulâlî, Hâkimin Kâfi adlı eserinden naklen ilk görüşün daha kuvvetli olduğunu
söylemiştir. Çünkü iki delilden birisinin yalan olması kesindir. O zaman malın mülkiyeti zilyede
terkedilir.
«Zeyd'den
ilh...» Bu ifade elimizdeki
nüshalarda böyledir. Ama bu-nun doğrusu, «Zilyed olmayan
davacılardan
birisi, o malın kendi elinden gasbedildiğini iddia etse» şeklindedir.
Zeylâî ve Minah'ta şöyle denilmiştir: Bir
mal bir kimsenin elinde ol-sa dışarıdan iki kişi de ayrı ayrı o
malın
kendisinin olduğunu iddia
etse-ler, birisi o malın kendisinden zilyed tarafından
gasbedildiğine
delil ge-tirirken, diğeri de o malı zilyede vedîa olarak verdiğine dair delil getir-se,
ikisinin
davası da eşit olduğundan o mal her
ikisinin arasında yarı yarıya olmak üzere hükmedilir.
Zira
vedîa da inkâr halinde gasb sayıl-maktadır. Hatta onu tazmin ettirmek de gerekli olur.» Medenî.
«Şehâdette
ilh...» Hasım eğer şahidin köle olduğunu ileri sürerse, o zaman şahidin, «Ben hürüm»
sözü
kabul edilmez. Ancak hür olduğuna dair delil getirirse, o zaman hür kabul edilir. Fakat hasım
şahidi
itham etmezse, o zaman, «Ben hürüm» demesi yeterlidir.
Birisi
bir diğerine zina iftirası atsa, sonra da iftira attığı kimsenin köle olduğunu bu sebeple
kendisine
had vurulmayacağını iddia etse, ona had vurulmaz. İftira atana had, ancak iftira atılan
kimse
hür olduğunu ispat ettiği zaman
vurulur.
Birisi
diğerinin elini kesse veya onu öldürse, katilin hısımları öldü-rülen kimsenin köle olduğunu
iddia
etseler, o zaman öldürülen kimsenin vârisleri onun hür olduğunu ispat edene kadar tam diyet
veya kısasa hükmedilemez. T.
«Elbiseyi
giyen îlh...» Şeyh Kasım şöyle demiştir: «Elbise, onun gi-yen kimseye hak ettiği
için değil
terkedilmek için hükmedilir. Hatta giyene terkedilmesi hükmünden sonra, eteğinden tutan kimse
elbisenin
kendisi-nin olduğuna dair delil ikâme etse, elbise ona hükmedilir.» Şurunbulâliye.
«Eyere
binmiş olan ilh...» Nâtifî bu
rivayeti Nevâdir eserlerinden yapmıştır. Zahiri rivayette ise, o
hayvan eyerin üstüne binenle terkisine binen arasında yarı yarıya taksim
edilir.
Ben
diyorum ki: Şu kadarı var ki, Hidâye ve Mültekâ'da olan
ifade metinde olanın aynısıdır.
Ama
bunun
aksine her ikisi de eyere binmiş iseler, tek sözle o hayvanın ikisinin olduğuna hükmedilir.
Gayet
adlı eserde olduğu gibi. İşte bundan
şu da anlaşılmaktadır ki, eğer bindikleri hayvan eyerli
değilse,
her ikisinin arasında ortaktır. Şurunbulâliye.
«Yükünü
yüklemiş olan ilh...» Bu söz şu ifadeden kaçınmak için konulmuştur. Bir hayvana yük
yükleyen
iki kimseden birisinin yükü çok, diğerininki az olsa, Meselâ, birisinin yükü bir batman,
diğerininki
yüz batman olsa, bu hayvan iki
kişi arasında ortaktır. Tebyîn adlı eserde de böyledir.
«Bir
binada oturan iki adam ilh...» İnaye'de de böyledir. Bedîyiu's-Sanâyi adlı eserde olan, İnâye adlı
eserde
olanın aksinedir. Bedâyiu's-Sanâyi'in ifadesi şöyledir: «Eğer iki kişi bir binayı iddia etseler,
birisi
o evde ikâmet ediyorsa, ev ikâmet edenindir. Davacılardan birisi binaya bir ek yapsa veya
orada
bir kuyu kazsa, bina onundur. Ama böyle her-hangi bir ilâve yapmasalar, birisi binanın
içinde,
diğeri dışında olsa, bi-nanın ikisinin olduğuna hükmedilir. İkisinin binanın içinde olmaları
hali
de yine böyledir. Zira gayri Menkûlün üzerindeki, Gayri menkûlün içinde bulunmakla sabit
olmaz.
Onun sahibi ancak tasarrufla sabit
BİR
UYARI: Bedâyiu's-Sanâyi'de şöyle denilmiştir: «Herhangi bir şe-yin tasarrufunda bulunduğu
için
davacılardan birisinin mülkü olduğuna
hükmedilirse, karşı taraf talep ederse onun yemin
etmesi
gerekir. Eğer yeminden kaçınırsa, onun aleyhine hükmedilir.
Şurunbulâliye.
«Bundan
biliniyor ki ilh... » Yani serginin
üzerine oturma meselesinden Zeylâî:
«Yine her ikisi de o
serginin
üzerinde otururlarsa, sergicinin ikisinin olduğuna hükmedilir. Ama bunun aksine iki kişi
bir
binada oturur ve her ikisi de benim
diye iddia ederlerse, o binanın
onların ikisi-nin olduğuna
hükmedilemez. Çünkü başka bir adamın tasarrufunda bu-lunma ihtimali vardır. İşte
bundan
biliniyor ki, o sergi bunların dışındaki bir kimsenin elinde değildir» demiştir.
«Duvar,
direkleri üzerine olanındır
ilh...» Eğer duvarın üzerinde
biri-sinin bir veya iki kirişi diğerinin
de
duvar üzerinde üç veya daha
fazla kişi varsa, Nevâzil'de zikredilmiştir ki, duvar, üç veya daha
fazla
kirişi olana hükmedilir. Üçten aşağı kirişi olana da kirişlerini koyma hakkı ve-rilir. Nevazil
sahibi,
«Bu istihsânen böyledir» demiştir.
Bu istihsanî hü-küm de Ebû
Hanîfe'nin görüşü ve Ebû
Yusuf'un
son görüşüdür.
Ebû
Yusuf, «Kıyasen duvarın ikisinin
arasında yarı yarıya taksim edilmesi gereklidir» der. Ebû
Hanîfe
de önce bu kıyasla hükmetmiş, son-ra da istihsana dönmüştür. Kâdıhân duvar ve yol davası
bahsinde.
Hâmi-dî de bu görüşe göre fetva
vermiştir. Böyle bir duvarın tamiri
gerekirse, duvarın
üzerine
kirişini koymaya hak kazanan kimse kirişinin yerini Hâmidiye'de de olduğu
gibi alttan
kirişine
kadar tamir eder. Nitekim benim kanaatim de bu yöndedir. Sâyıhânî.
Sâyıhânî
şöyle der: «Bezzâziyye'de, «İki kimse arasında ortak bir duvar olsa, ortaklardan birisinin
duvar
üzerinde bir yükü bulunsa,
diğeri de eğer duvar taşırsa bir öncekinin yüklediği yük kadar yük
yükleyebilir.
Eğer duvar taşımazsa yükünü koyan
kimsenin dilerse yükünü
kaldırma-sına, dilerse
yükünün
bir kısmını kaldırmasına hükmedilir. Bu şekilde her iki durumda da aralarında adalet
sağlanmış
olmaktadır» denilmiştir. Özetle.
Yine
Bezzâziyye'de şöyle denilir: «İki kimsenin ortak bir duvar olsa, ortaklardan birisi duvarın
üzerine
bir kat çıkmak istese, ona engel olu-nur. Yine ortaklardan birisi duvarın üzerine bir
merdiven
koymak isterse, engel olunur. Ancak eskiden duvar
üzerinde merdiveni varsa, engel
olunmaz.»
Hâmidiye.
«Dört
yandan bitişik ilh...» Bir taraftan ortak bir duvara bitişik ola-rak dört köşeli ek yapılırsa yeterli
olur
mu? Zahiri rivayette dört taraf-tan
bitişik dört köşeli ek yapılması şart
ise de, Tahâvî'nin
rivayetine gö-re bir taraftan bitişik olması da yeterlidir. Tahâvî'nin bu rivayeti daha da açıktır. Eğer
böyle bir duvar üzerine tarafların her ikisi de delil getirirler-se, duvarın ikisinin olduğuna
hükmedilir.
Eğer davacılardan yalnız bir tanesi
delil ikâme ederse, ona hükmedilir. Hâmidiye'den
özetle.
Hâmiş'te de
böyledir.
Davacıların
her ikisinin duvarlarına dört
taraftan veya komşu olarak bitişik olursa duvarın ikisinin
olduğuna
hükmedilir. Eğer duvar, birisine
dört taraftan bitişik diğerine de
yapışıksa, duvar dört
taraftan
bitişik ola-nın sahibine hükmedilir. Ama bu duvar birisine dört taraftan
bitişik ve diğeri de
üzerine
kirişlerini koymuş ise. duvarı
bitişik olan lehine hüküm vermek daha
uygundur.
Duvarın
üzerinde birisinin kirişleri
bulunuyor, diğerinin de duvarla-rına bitişik bulunuyorsa, kirişleri
bulunan
daha uygundur. Molla Ali'nin yazısında da
böyledir.
«Birisinin
kirişi olsa ilh...» Molla Ali, şöyle demiştir: «Birisinin kiriş-leri altta diğerinin kirişleri bir
tabaka
üstte ise, o zaman kirişleri altta olana hükmedilir. Çünkü altta oluşu onun tasarrufunun eski
olduğuna
delâlet eder. Ancak bir tabaka yukarıya kirişlerini koymuş olanın
kiriş-leri de kaldırılmaz.»
İmâdiye.
otuz beşinci fasıl.
METİN
Sahibinin
rızası olmaksızın bir duvara konulan kirişlerin kaldırılması-nı isteme hakkı kirişlerin
kaldırılmasından ibra edilmekle düşmez. Bu hak, kirişlerin konulusu sırasında anlaşma yoluyla
birşey
vermekle de düşmez. Satım akdi ve af ile de sakıt olmaz. Çünkü kirişlerin ne kadar
konulacağı
meçhuldür.
Bir
kimsenin evini binasının duvarına
kirişlerini koyan kimseye ki-raya vermiş olsa, yine kirişlerini
kaldırma
isteğinde bulunma hakkı düş-mez. Bu konu Eşbâh'ın sakıt olan hakların dönmemesinin
hükümleri
bahsindedir.
Bir
bina içerisinde iki dairesi olan kimse ile bir dairesi olan kimse, binanın .avlusu, hususunda yol
gibi
ortaktırlar. Ama sulama hakkı bina
meselesinin aksinedir. Zira sulama hakkı herkesin
toprağının
miktarına göre
verilir.
Zilyed olmayan iki kişi bir toprak parçasının zilyedi olduklarına dair delil ikâme etseler, toprağın
ikisinin
olduğuna hükmedilir. İkisi yarı ya-rıya o toprağa mâlik olurlar. Ama birisi zilyed olduğuna
dair
delil getir-se veya ona tasarruf etse, onun zilyed olduğuna
hükmedilir.
Bir
kimse bir malın mülkü olduğunu
iddia etse, şahitler o malın geç-miş zamanından beri onun
mülkü
olduğuna şahitlik etseler, şahitlikleri kabul edilir. Çünkü herhangi bir zamanda mülkiyeti
sahip
olan bir şeyin mülkiyeti izale edecek bir şey bulunmadığı takdirde, mülkiyetin
devamı-na
hükmedilir.
Dürer.
Ne
söylediğini bilen bir çocuk, «Ben
hürüm» dese, baliğ olan gibi onun
sözü de kabul edilir. Ama o
çocuk
birisinin zilyedinde olduğu halde
başka bir kimsenin kölesi olduğunu söylerse, bu .sözü
kabul
edilmeye-rek o çocuğun zilyedin kölesi olduğuna hükmedilir. Çünkü o çocuk, ne söylediğini
bilmeyen
çocuk gibi kölesi olduğunu söylediği kişinin zilyed olmadığını ikrar
etmiştir.
Bu
çocuk büyüse, hürriyetini iddia
etse, hür olduğuna dair delil getirirse kabul edilir. Çünkü sabit
olmuştur
ki, hürriyet davasında çe-lişki, davanın sıhhatine engel değildir.
İZAH
«Bu
konu Eşbâh'ın ilh...» Bir kimse komşusundan duvarının üzerine kirişini koymak veya duvarının
dibinde
kuyu açmak için izin istese, o da
verse, izin isteyen de bunları yapsa, daha sonra duvarın
sahibi
evi satsa, alan kimse kirişlerin kaldırılmasını veya kuyunun kapatılmasını iste-se, her ikisini
de
yapabilir. Ancak eski ev sahibi evi
satarken kirişlerin kaldırılmamasını veya kuyunun
kapatılmamasını şart koşsa, müşteri de bu şartları kabul etse, o zaman kirişleri kaldırma veya
kuyuyu kapatma isteğinde bulunamaz. Kâdıhân'ın satım akdine giren meseleler babının birinci
faslından.
Bunun benzeri Bezzâziyye'nin kısmet bahsi ile Eşbâh'ın ariyet bahsinde de
bulunmaktadır.
Mesele ariyet bahsinde yeni-den gelecektir.
«Avlusu hususunda ilh...» Eğer hisseleri bilinmiyorsa, Minyetü'l-Müfti.
«Yol
gibi ilh...» Yol, evdeki hisselerine göre değil, evde oturanların sayısına göre taksim edtlir. Ama
sulama
hakkında, sulanacak arazinin sahiplerinin payları bilinmediği takdirde su, mülkte tasarruf
eden
kişiler sayısınca değil, mülkte tasarruf oranlarına göre taksim edilir.
PRATİK BİR MESELE:
Sâbât
(iki duvar arasındaki örtü)
birisinin duvarının üzerinde olsa,
duvar yıkılsa, kitap sahibi o
örtüyü asmanın yine duvar sahibine ait ol-duğunu söylemiştir. Zira örtünün konulması onun
hakkıdır.
Ebû Bekir Harezmî de bununla fetva vermiştir. Yani yıkılan duvarın sahibinden du-varı
yeniden
yapması istenir. Kasım bin
Kutluboğa'mn Duvar kitabının üçüncü faslından.
«Sulama
hakkı ilh...» Bir binadaki on dairenin sahibi olan birisi ile aynı binadaki bir evin sahibi olan
diğer
bir kimse, binanın avlusu husu-sunda
anlaşmazlığa düşseler veya birisinin elindeki elbisenin
bir
kısmını tutan kimse diğeriyle elbise
hususunda niza etse, avlu veya elbise iki-sinin arasında
ortak
olarak taksim edilir. Zira şahitlerin çokluğuna iti-bar edilmediği gibi delillerin çokluğu da bir
tercih
sebebi değildir. Bura-da tasarrufun çok olmasına da itibar edilemez. Bezzâziyye. Onüçüncü
fasıl.
Bu açıklamadan anlaşıldığına göre, bu mesele eğer mülkün aslı meçhul ise böyledir. Mülkün
aslı
biliniyorsa, meselâ o binanın
hepsi bir kimsenin olsa, sonra birkaç çocuk bırakarak ölse, o bina
çocukları
ara-sında taksim edildiği gibi, avlu da herkesin hissesine göre taksim edilir.
«Toprağın
miktarına göre ilh...» Arazi çoğaldıkça onun su ihtiyacı da artar o Zaman sulama hakkı
da
arazinin büyüklüğüne göre takdir edilir. Ama evin avlusundan yararlanma hakkı bunun
aksinedir. Çünkü o yoldan geçiş gibi mülkün çoğalmasıyla yararlanma çoğalacak birşey değildir.
Zeylâî.
Avluda,
şüf'â hakkında, taksim memuruna
verilen ücret, zulmen alı-nan
vergiler, âkile, batma
korkusuyla
gemiden atılan yüklerde insanla-rın sayısına göre taksim yapılır. Şeyh Şâhin'in yazdığı
da
böyledir.
Ebus-suud.
«Zilyed
olmayan iki kimse ilh...» Minah ve Dürer'de de böyledir. Hidâye ve Zeylâî ile diğer kitapların
ifadesine
göre bu dıştan olan dava-cıların
her ikisi de zilyeddir. Fusûleyn'de ise, «Her ikisi de malın
kendi-sine
ait olduğunu ve kendi elinde
bulunduğunu iddia etse, İmam
Muhammed, Asi adlı kitapta
zikretmiştir
ki, her ikisinin de delil ikâme etmeleri gerekir. Eğer delil ikâme edemezlerse, yemin
etmeleri
gerekir. Zira her ikisi de davanın kendi aleyhine yöneldiğini ikrar etmektedir. Zira onlar-dan
her
biri zilyedin kendisi olduğunu iddia etmektedir. Bunlardan birisi delil getirse, onun zilyed
olduğuna
hükmedilir, o davalı durumuna
diğe-ri de davacı durumuna gelir.
Her ikisi de delil
getirseler, o zaman dava konusu mal, her ikisi de zilliyeti isbat ettiklerinden her ikisine taksim
edilir.
Gayr-i menkûldeki mülk davasında,
ancak zilyedin davası dinle-nir. Zilliyet davasında ise
zilyed olmayan münazaa ederse dava onun aleyhine kabul edilir. Bu durumda o, asıl maksadı
zilyedlik olmakla bir-likte bunun tebean gayri menkûlün mülkiyetine davacı sayılmış olur.»
denilmiştir.
Kifâye'de şöyle denilmiştir: «Timurtaşî şöyle zikretmiştir: Davacılar-dan her biri diğerinden
kendisinin
elinde bulunmadığına dair yemin et-mesini taleb etse, bunların herbiri kesin yemin
ederler.
Bunların her iki-si yemin ettiklerinde karşı tarafın elinde olmadığına dair yemin etseler, her
ikisinin
de zilyed olduğuna hükmedilemez. Bunların ikisi de hasımın davasından beri olurlar, dava
edilen
mal da kime ait olduğu ortaya çıkana kadar bekletilir. Böyle bir yemin talebinde
bulunulduğunda
her ikisi de yeminden kaçınsalar, o zaman yarısı birisine, yarısı da diğerine
hükm-edilir.
Bunlardan yalnız bir tanesi yeminden kaçınırsa onun aleyhine hükmedilerek onun
zilliyetinde
olana ötekine teslim edilir. Böyle
dava edilen bir bina üçüncü bir kimse için delil teşkil
etmez».
«Zilyedin
kölesi olduğuna hükmedilir ilh...»
Kölelik ikrarının zararlı bir tasarruf olduğu ve çocuktan
böyle bir ikrar sadır olursa, buna itibar edilmeyeceği söylenemez. Çünkü biz burada bu hükmü
çocuğun
sözü ile değil, zilyedin muarızı
bulunmadığından onun davasıyla
tesbit ettik. Bir de, kölelik
ikrarının
zararlı olduğunu kabul etmiyoruz.
Çünkü daha son-ra hürriyet davası
ile bu durum telâfi
edilebilir.
İnsanda asıl olan hürri-yettir de denilmesin. Çünkü dava delilsiz kabul edilmez. Çocuğun
zilye-din elinde bulunması onun sözü zilyedin aleyhine kabul edilmesini ge-rektirmez. Bulunan bir
çocuk
gibi. Çocuğu bulan kimsenin onun
kölesi olduğunu iddia etmesi halinde sözü kabul
edilmemesi de böyledir. Zira biz deriz ki, aslın üzerine ona muhalif olan bir delil arız olsa, aslı ibtal
eder.
Zilliyetin sübutu mülkiyetin
delilidir. Bir de bulunan çocuk akıllıca konuşarak köleliğini ikrar
etse,
hüküm asla muhalif olduğunu kabul
et-meyiz. Eğer çocuk kendi adına konuşup köleliğini ikrar
etmese,
her yö-nüyle bulan kimsenin elinde değildir. Çünkü bulan kimse yed-i emindir. Zeylâî. özet
olarak.