09 Ekim 2012

DAVALARIN DEF'İ FASLI


DAVALARIN DEF'İ FASLI

METİN
Musannif önceki fasıllarda davada hesûmeti meşru ve davası dinle-nilecek kimseleri zikretti. Şimdi
de birbirlerine hasım olamayan kimseleri zikredecektir.
Bir menkûl veya gayr-i menkûl malı elinde bulunduran kimse, «Bu malı gâib olan Zeyd, bana vedia,
ariyet, icara veya rehin olarak bıraktı» veya, «Bu, malı gâib olan Zeyd'den gasbettim» diye iddia
etse ve zikret-tiğine dair delil getirse, eğer mal elinde mevcutsa, davacının husûmeti def edilir. Eğer
davalı delil ikâme edemezse, davacıya yemin teklif edi-lir. Yemin ederse hasım olabilir; yeminden
kaçınırsa hasım olamaz.
Bu şekildeki bir davada, dava konusu malın hâkim huzurunda mev-cut olması gerekir. Eğer mal,
helak olmuş ise, husûmet ortadan kalkmış bulunmaz. Çünkü bu halde davacı helak olan şeyin
kendisini değil, kıy-metini dava etmiş olmaktadır. Deyn'in vedîa olarak verilmesi ise müm-kün
değildir.
Şahitler, «Vediayı veren gâib kimsenin adını, nesebini veya yüzünü tanıyoruz» deseler, İmam
Muhammed, isim ve neseb ile birlikte yüzün de tanınmasını şart koşmuştur.
Şahitlerden birisi, «Ben onu tanımıyorum, yalnız yüzünü tanıyorum» dese ve tanımadığına dair
yemin etse, hânis olmaz. Zeylâî böyle zikret-miştir.
Şurunbulâliye'de, Allâme Makdisî'nin yazısı ile Bezzâziyye'den nak-len, «Bu mesele hususunda
müctehidler İmam Muhammed'in görüşüne dayanmışlardır» denilmiştir.
Ebû Yusuf da söyle demiştir: «Dava konusu şeyi elinde bulunduran kimse (zilyed), hilekârlığı ile
bilinen bir kimse ise, dava def edilmez.» Ebû Yusuf'un bu görüşü ile amel edilir. Mültekâ. Muhtar
adlı eserde de bu görüş tercih edilmiştir.
Bu mesele dava kitabının beşinci meselesidir. Zira bu meselede âlimlerin ayrı ayrı beş görüşü
vardır. Bunları Dürer adlı eserin müellifi Molla Hüsrev açıklamıştır. Yahut da bu mesele beş
şekildedir. Aynî ve diğerleri.
Ben diyorum ki: Bunda bir görüş vardır. Çünkü bir kimse, «Bu malı korumam için sahibi beni vekil
etti.» veya «Gâib olan Zeyd beni o evde jskân etti.» veya «Ben bu şeyi gâib olan Zeyd'den çaldım»
veya «Ben bu şeyi Zeyd'den çekip aldım» veya «Gâib Zeyd kaybetmişti, ben bul-dum.» Bahır. Veya
«O toprak benim elimde ziraat ortakçılığı sözleşmesi gereğince kalıyor.» -Bezzâziyye- derse, hüküm
yine aynıdır. Yani bütün bu durumlarda davalı olan kimse yukarıdaki def'ileri öne sürünce
husû-meti bertaraf etmiş olur. Bu duruma göre, meselenin şekli de beş değil, onbir olur.
Ben derim ki: Şu kadarı var ki, Bezzâziyye'de ziraat ortakçılığı, icâre veya vedîaya tabi kılınmıştır.
Yine Bezzâziyye bu meseledeki şekillerin beşten fazla olmadığını ylemiştir. Ben bu meseleyi
Mültekâ Şerhi'nde tashih ettim.
Dava konusu mal helak olmuş ise veya şahitler, «Bu malı bizim bilmediğimiz bir kimse ona vedîa
olarak verdi» diyorlar, veya zilyad (malı elinde bulunduran adam) malı elinde husûmetle
bulundurduğunu ikrar ediyor, meselâ, «Ben onu gâib olan falan kimseden satın aldım» veya «Bana
hibe etti» diyorsa, veya davacı mutlak mülkiyeti iddia etmeyerek mülkiyet fiilini iddia ediyor,
meselâ, «Sen onu benden gasbettin» veya «O benden çalındı.» diyorsa, Buradaki 'çaldı' şeklindeki
meçhul ifade, çalan adamın ayıbını örtmek içindir. Yani aslında, «Sen onu benden çaldın.»
demektedir. Dava düşmez. Ama, «Gâib olan falan kimse ben den gasbetti» derse, yukarıdaki
meselenin aksine ileride geleceği gibi dava düşer. Bezzâziyye. Veya zilyed, «Falan kimse bana
vedîa olarak verdi» diyor ve buna delil getiriyorsa, yukarıda zikrettiğimiz illetten ötü-rü bu
durumların hepsinde dava düşmez.
İZAH
«Vedia ilh...» «Onu bana vedîa olarak verdi» sözünden ve bundan sonra gelenlerin açık ifadesinden
anlaşıldığına göre, mala zilyed olan kimse, bütün malın kendisine vedîa olarak verildiğini iddia
etmektedir. Halbuki durum böyle değildir. Çünkü İhtiyar adlı eserde şöyle bir ifade vardır: «Dâva
konusu malı elinde bulunduran kimse, «Bunun yarısı be-nim malımdır, yarısı da falan tarafından
bana vedîa olarak verilmiştir» dese ve bu hususta delil ikâme etse, malın yarısını ayırdetmek güç
ola-cağı için dava konusu malın hepsinden dava düşer.» Bahır.
Bahır'da şöyle denilmektedir: Müellif ifade ediyor ki, zilyed, «Bu, benim değildir» veya «Falan
kimsenindir» diyerek başka bir şeyyle-mese, dava düşmez. Burada müellifin yalnız «def» ile


kayıtlamasının sebebi şudur: Zilyed böyle dedikten sonra, «Bu benim evimdi falan kim-seye sattım
o da kabzettikten sonra bana vedîa olarak verdi» sözünü ilâve etse, dava düşmez. Ancak davacı,
davalının bu sözlerini ikrar eder veya hâkim durumu bilirse dava düşer.»
«Zeyd rehin olarak bıraktı ilh...» Musannif rehin bırakan kimsenin bilinmesinin şart olduğunu
göstermek için burada Zeyd ismini kullan-mıştır. Çünkü, davalı, Bunu tanımadığım bir kimse vedîa
veya rehin ola-rak bıraktı» dese dava düşmez. Çünkü davanın düşmesi için gâib olan kişinin tayini
gerekir. Sarihin de ileride zikredeceği gibi şahadetlerde de durum böyledir. Bu duruma göre, davalı,
malın meçhul bir kimse ta-rafından vedîa veya rehin edildiğini iddia etse, şahitler de belli bir kişi
tarafından vedîa veya rehin edildiğine şahadet etseler, veya bunun ak-si olsa, dava yine düşmez.
Bahır.
Bahır'da Hizânetü'l-Ekmel ve Hâniye'den şöyle nakledilmektedir: «Davacı, «Bana ait olan bu malı
birisi davalıya vermiştir» dese veya şa-hitler davacının böyle bir ikrarda bulunduğuna şahadet
etseler, arala-rında dava kalmaz, yine düşer.»
Yine Bahır'da, «Burada «gâib» kelimesi, mutlak kullanılması sebe-biyle vedîa veya rehin bırakan
tanınmış fakat kendisine ulaşmak çok zor olan bir uzaklıktaki kimseyi de kapsamına alır. Hülâsa ve
Bezzâziyye'de olduğu gibi.» denilmiştir.
«Zikrettiğine dair delil getirse ilh...» şu kadarı var ki, delilin Hizânetül-Ekmel'de de olduğu gibi iddia
ettiğinin aynına da uygun olması şart değildir. Meselâ şahitler, dava konusu malı ona falan
kimsenin ver-diğine şahitlik etseler ve «Yalnız biz o malın kimin olduğunu bilmiyoruz» deseler,
aralarındaki husûmet kalkar, dava düşer
Musannıfın burada delilden kastı, delilin bulunmasıdır. Bu delil ister davacının göstereceği bir delil,
ister hâkimin bilgisi, ister davacının ikrarı kabilinden olsun hüküm değişmez. Nitekim Hülâsa adlı
eserde de yledir.
Ama davalı delil getiremez ve davacının dava konusu şeyin kendi-sine ait olduğuna dair yemin
etmesini taleb ederse, davalıya hasım ola-bilir, yani dava açabilir. Nitekim Hizânetü'l-Ekmel'de de
yledir. Bahır.
«Dava konusu mal davalının elinde mevcutsa ilh...» Sarih bu kaydı Musannifin «Bu mal» sözünün
işaretinden almıştır. Zira hissî işaret an-cak dışarıda mevcut olan birşey için yapılır. Nitekim bu
Bahır'da da ifade edilmiştir. Bu meselenin dışta kalan unsurları ileride gelecektir.
Hâmiş'te şöyle denilir: Bir kimsenin elinde bir köle helak olsa, di-ğer birisi ölen kölenin kendisine
ait olduğuna dair delil ikâme etse, buna karşılık kölenin yanında öldüğü adam köleyi gâib olan bir
başkasının kendisine vedîa veya icare ettiğine dair delil ikâme etse, bunun delili kabul edilmez. Zira
davacı ondan helak olan kölenin kıymetini iddia et-mektedir. Deynin vedîa olarak verilmesi ise
mümkün değildir. Daha son-ra gâib olan kimse gelerek vedîa verme, kiralama ve rehin hususunda
davalıyı tasdik etse, o zaman davalı tazmin ettiğinin kıymeti ile davacıya rücû ederek ondan geri
alır. Ama burada davalı gâsıb ise, rücû edemez. Ariyet ve ibâk (kölenin kaçması) da bu meselede
kölenin helak olması gibidir. Ama kaçan köle bir gün geri dönerse, onun kimin tazmin etmesi
gerekiyorsa onun kölesi olur.» Bahır.
«Veya yüzünü ilh...» Ebû Hanîfe'ye göre şahitlerin yalnız yüzünü ta-nımaları yeterlidir. Bezzâziyye.
«Şart koşmuştur ilh...» Burada ihtilâf noktası, «Davalı, dava konusu malın isim ve nesebi ile
muayyen bir kimsenin kendisine ariyet veya ve-dîa olarak verdiğini yahut kiraladığını iddia etse,
şahitler de şehâdetlerinde, «Biz onun yalnız yüzünü tanıyoruz, isim ve nesebini tanımıyoruz.»
deseler meselesidir. Çünkü İmam Muhammed'e göre bu meselede gâib üzerine şahadette bulunan
şahitlerin gâib olan kimseyi isim ve nesebi ile bilmeleri şart olduğu gibi yüzü ile de tanımaları
şarttır. Ama davalı, dava konusu malın, kendisince bilinmeyen bir kimse tarafından ariyet veya
vedîa olarak verildiğini yahut kiralandığını iddia ederse, o zaman zaten mezhep âlimlerinin icma ile
şahitlerin şahadeti kabul edilmez. Hassâf'ın Edebü'l-Kâdı şerhinde de böyledir.
«Yemin etse ilh...» Sarihin buradaki ifadesi açık değildir. Uygun olan şarihin, «İmam Muhammed
şahitlerin gârb kimsenin yalnız yüzünü tanı-maları ile iktifa etmemiştir» demesi idi. Zeylâî'nin,
«Yalnız yüzü ile ta-nımak, tanımak değildir» sözü de bizim uygun dediğimize delâlet eder. Nitekim
şu hadis-i şerif de bu hususu açıkça belirtmektedir: Resûlullah (S.A.V.) ashabtan birisine, «Sen
falan kimseyi tanıyor musun?» diye sordu. O da, «Evet, tanıyorum» dedi. Resûlullah (S.A.V.)
«İsmini ve ne-sebini biliyor musun?» diye sorunca sahabî, «hayır» dedi. Bunun üze-rine Resûlullah
(S.A.V.), «O zaman sen onu tanımıyorsun» buyurdu.


«Davacının husûmeti ortadan kalkar ilh...» Yani hâkim, davalının malı davacıya vermesine
hükmedemez. Musannifin bu.ifadesi, davacı di-ğer bir hâkime başvurarak davasını yenilese,
davalının ikinci davanın define muhtaç olmadığını ifade eder. Davalı yalnız birinci hâkimin
hük-münü isbat eder. Nitekim fakihler bu meseleyi açıkça ifade etmişlerdir.
Musannifin, «husûmeti ortadan kalkar» sözüne göre, hâkim, dava-cıya yemin teklif etmez. Yani
hâkimin onun iddiasını kabul etmesi ge-rekmez. Ben bu ifadeyi şimdi görmedim. Bahır.
Bahır'ın bu ifadesinde bir görüş vardır. Görüş şudur: Zaten delil-den sonra davacıya yemin teklif
edilemez. Delilden önce ise Bezzâziyye' den nakledilene göre hâkim, dava konusu malı davalıya
vedîa olarak verdiğine dair davacıya kesin yemin teklif eder. Bezzâziyye'den sonra, Zahîre'den
şöyle nakledilmiştir: «Davalı vedîa olarak verildiğini iddia et-tiği için, zaten yemin etmez. Eğer
yemin ederse, dava düşmez. Belki davacı, onun bilmediğine dair yemin eder.»
«Mutlak mülkte ilh...» Vakıf gelirine ait dava da mutlak mülkiyet davasındandır. Nitekim Bahır'da,
gelecek faslın başında bu mesele açık-lanmıştır.
Bahır'da şöyle denilmiştir: «Müellif davacının dava şeklini zikretmemiştir. Musannif dava şeklinden
şunu kasdetmiştir ki, davacı dava konusu malda mutlak bir mülkiyet iddia etmektedir. Yoksa
zilyedliğe dayanan bir fiili iddia etmemektedir. Bu meseleye karşı gelen meseleler de buna delâlet
etmektedir. Davacının cevabının özeti şudur: Davalı zilyed olunan malın emanet olduğunu ve helak
olduğu takdirde tazmin edi-leceğini ve mülkün de başkasının olduğunu iddia etmektedir. Musannif
burada davacının delilini de zikretmemiştir. Halbuki onun delilini zikretmesi gerekirdi. Çünkü
bilindiği gibi, zilyed olmayan dışta kalan kim-seden delil istenir. Delil getirene kadar da davalı defe
muhtaç değildir. Meselenin özeti şudur: Davacı, davalının elinde bulunan malın mutlak mülkiyetini
iddia ettiğinde davalı onun iddiasını inkâr ederek ondan de-lil taleb eder. Davacı delilini ikâme etse
bile hâkim yine onun delili ile davalının zikredilen noktalarda davayı def etmesi ve bu define delil
ge­tirmesine kadar hükmetmez».
«Hilekârlığı ile ilh...» Şöyle ki, hilekâr kimse birisinin malını gasbeder, sonra onun gizlice yolculuğa
çıkacak bir kimseye verir, yolculuğa çıkacak kimseye bu malı bazı insanların huzurunda vedia
olarak verir, mal sahibi gelip mülkiyetini isbat etmek istediği zaman zilyed, «Falan kimsenin bana
vedîa olarak verdiğine dair delilim vardır» diyerek delilini ikâme eder. İkâme ettiği delil ile mal
sahibinin hakkı ibtâl edilir. Dürer'de de böyledir. H.
«Muhtar ilh...» Miraç'ta şöyle denilmiştir: «Ebû Yusuf kadılık yapar-ken, halkın hallerini anladıktan
sonra bu görüşe dönerek şöyle demiş-tir: «Hilekâr kimse bir malı gasbederek, şahitlerin huzurunda
kendisine vedîa olarak vermesi için onu yolculuğa gidecek birisine verir. Mal sa-hibi malını tesbit
ettikten sonra onun mülkü olduğunu isbat edeceği za-man malı gasbeden kimse malın başka birisi
tarafından kendisine vedîa olarak verildiğine delil ikâme eder. O zaman mal sahibinin hakkı iptal
olur ve dava düşürülür. «Mebsut'ta böyledir». .
«Dürer sahibi açıklamıştır ilh...» Molla Hüsrev bu konuda bizim üç imamın sözlerini zikretmiştir.
Dördüncüsü İbni Şübrüme'nin, «Mutlaka dava düşürülmez.» sözü, beşinci de İbni Ebî Leylâ'nın
sözüdür. Buna göre, dava delilsiz de def edilir. Zira davalı elinde bulunan malın bir gaibin mül
olduğunu ikrar etmektedir. S.
«Bunda bir görüş vardır ilh...» Musannıfın, «Bunda bir görüş var-dır» sözünde de bir görüş vardır.
Zira davalının, «Beni vekil etti.» sözü, «Bana vedîa olarak verdi» sözüne, «Beni bu evde iskân etti»
sözü, «Ba-na ariyet olarak verdi» sözüne, «Ben ondan çaldım» sözü «Ben ondan gasbettim»
sözüne, «O kaybetmişti, ben buldum.» sözü, «Bana vedîa olarak verdi» sözüne, «Akar ziraat
ortakçılığı sözleşmesi gereğince be-nim elimdedir.» sözü de icare veya vedîaya irca edilir. O halde
mesele-nin şekilleri beşten yukarıya çıkmaz. Hâmiş'te de böyledir.
«Bahır ilh...» Bahır'da bu meseleden sonra şöyle denilmiştir: «Eğer sonuncusunda şahadet yoksa,
birincilerin ikisi emanete, son üçü de taz-minata raci olur. Eğer sonuncuda şahadet varsa, o zaman
o emânete râcî olur. Buna göre, bu meselenin şekilleri ona yükselir. Bundan anlaşıl-dığı gibi bu
meselenin şekilleri beşten ibaret değildir.»
Ancak şu hususu belirtmek gerekir ki, arttırdığı şekilleri, zikrettiği şekillere döndürülürse, sayı,
«Beşten ibaret değildir» sözü itiraz yeri ola-maz.
«İkrar etse ilh...» İkrardan sonra vedia olduğuna dair delil getirirse davası dinlenmez. Bezzâziyye.
«Satın aldım ilh...» Bu meselelerin özeti şudur: Davacı mülkiyet se-bebini zikretmeden kendi malı
olduğunu iddia etse, davalı inkâr etse, davacı mülkü olduğuna dair delil getirse, zilyed malı gâib


olan bir kim-seden satın aldığını iddia ederek delil getirse, husûmet ortadan kalkmaz. Yani hâkim
davacının delili ile hüküm verir. Çünkü davalı başka birisin-den olarak mülk edindiğini söylemesiyle
hasım olduğunu ikrar etmiş olmaktadır. Bahır.
Bahır'da, Zeylâî'den şöyle nakledilir: «Bu mesele davalının delili ile defedilmediğine göre zilyed
olmayan davacının deliline dayanarak ona hükmedilir.
«Hibe etti ilh...» Musannif bu ifadesi ile satın almadan maksadın zilyedin mutlak mülkiyeti iddia
ettiğine işaret etmektedir.
«Mülkiyet fiilini iddia etse ilh...» Musannif burada bunu başka biri-sinden dava etmesi durumundan
kaçınmak için kayıtlamıştır. Eğer zil-yed zikredilenlerden birisi ile davayı def eder ve delil getirirse,
o za-man mutlak mülk davası gibi bu dava da def edilir. Bezzâziyye'de olduğu gibi. Bahır.
Sarih buna yine ilerideki, «Gâib olan falan kimse benden gasbetti dese, yukarıdaki meselenin
aksine» sözüyle işaret etmiştir.
«Benden çalındı ilh...» Burada «gâsıb» kelimesini kullanması misal içindir. Çünkü davacının
maksadı davalının elindeki malın hangi yolla eline geçtiğini söylemektir. Ama davacı, «Ben onu
sana vedîa olarak verdim» veya «Onu senden satın aldım.» dese, zilyed yukarıda zikrettiği-miz
şekilde delil getirse, dava yine düşmez. Bezzâziyye'de de böyledir. Bahır.
«Bezzâziyye ilh...» Bezzâziyye'de şöyle denilmiştir: «Davacı iddia ettiği malın kendi mülkü olduğunu
iddia ederek davalının elinde gasb yoluyla bulunduğunu söylese zilyed de malın bir başkası
tarafından ken-disine vedîa olarak verildiğine dair delil getirse, bazı âlimler tarafından davanın
düşeceği söylenmiştir. Çünkü davacı, davalının malı hangi fiille eline geçirdiğini zikretmemektedir.
Ama doğru olan, davanın düşmeme-sidir. Bahır. S.
«Delil getirse îlh...» Musannıfın burada «delil»den maksadı, delil ikâme etmektir. O halde ikrar
buradan çıkmaktadır.
Bezzâziyye'de, Zahîre'ye dayanılarak şöyle denilmektedir: «Dava ko-nusu malın mülkiyet fiili
hususundaki davada davalı, davacının gâib olan bir kimsenin malı kendisine vedîa olarak verdiğine
dair ikrarı üzerine de-lil ikâme etse, dava düşer. Kendisine vedîa olarak verildiğine dair delil ikâme
ettiğinde davanın düştüğü gibi. Zira davacının ikrarı ile kendisinin elinin husûmet eli olmadığı sabit
olmuştur.» Bahır.
«Zikrettiğimiz illetten ötürü ilh...» Çünkü davalı mülkiyeti mutlak olarak değil, mülkiyet fiili ile iddia
etmektedir. Metindeki meselelere ge-lince: Musannif birinci illete, «Eğer zilyed husûmet eli
olduğunu ikrar ederse» sözüyle işaret etmiştir. Çünkü davalıdan fiil iddiasında bulun-duğunda
davalıya hasım olmaktadır. Bundan ötürü de dava düşmemek-tedir. Ama mutlak mülkiyet davası
bunun aksinedir. Çünkü mutlak mül-kiyette elinde olması itibariyle hasımdır. Bahır'da da böyledir.
Ama Musannıf, malın helak olması halindeki meselede illeti işaret etmemiştir. Onun illeti de şudur:
Davacı deyni iddia etmektedir. Deynin yeri ise zimmettir. Burada davalı zimmeti ile hasım
olmaktadır. Elinde vedîa olduğuna dair delil getirmesinden açığa çıkmaktadır ki, zimme-tinde olan
mal kendi malı değil, başkasının malıdır. O halde bu delili bir fayda vermez ve davayı düşürmez.
Miraç adlı eserde de böyledir.
Musannıf, «Şahitler, «Bu malı bizim bilmediğimiz bir adam ona ve-dîa olarak verdi» deseler
sözünün de illetine işaret etmemiştir. Bunun illeti de şudur: Şahitler davacıyı hasım olma
mümkün olacak bir kim-seye havale etmemektedirler. Bunun için dava düşmez. Böyle denilmiştir.
METİN
Zilyed, mahkeme dışında «Dava konusu mal benim mülkümdür» de-se, sonra mahkemede,
«Yanımda falan kimsenin rehini veya vedîasıdır» dese ve zikrettiğine dair delil ikâme etse, husûmet
düşer. Ama. davacı davalının birinci sözü üzerine delil ikâme ederse, o zaman delili onu ha-sım
kılar ve defe mani olan ikrarı daha önce olduğu için davalının aley-hine hüküm verilir. Bezzâziyye.
Davacı, «Gâib olan falan kimseden satın aldım» dese, zilyed de, «Gâ-ib olan falan kimse bana bizzat
kendisi vedîa olarak verdi» dese, delil getirmeseler de dava düşer. «Ama, «Bana vekili vedîa olarak
verdi» de-se, vekâlete dair delil getirmedikçe dava düşmez. Fakat delil getirirse husûmet ortadan
kalkar, dava düşer. Çünkü her ikisi de asıl mülkün gâib olan kimsenin olduğunda birleşmişlerdir.
Yok eğer davacı, «Gâib olan falan kimseden satın aldım. Beni kabzına vekil etti» der ve delil
getiri-şe, malın ona verilmesine hükmedilir. Fakat davacı delil getirmezse, da-valı onu satın aldığı
iddiasında tasdik etse bile, gâib aleyhine hüküm ve-rilmemek için onun ikrarı ile malın teslimi
emredilemez.


Dürer sahibi ile diğerlerinin bu meseleyi açıklamada, satın alma da-vasına hasretmeleri ittifaklı bir
kayıttır. Bu sebeple Musannif diyor ki: «Davacı: «Bu mal benimdir. Benden, gâib olan falan kimse
gasbetti.» dese ve buna deli! getirse, zilyed, o malın gâib kimse tarafından vedîa olarak verildiğini
zannetse, dava delilsiz düşer. Çünkü her ikisi de mâ-likin gâib olan kişi olduğundan birleşmişlerdir.
Bu sebeple istihsanen dava düşmez. Bezzâziyye. Düşmezdi, çünkü zilyed gâib olan kimsenin vedîa
olarak verdiğini zannet-mektedir.
Bu sebeple istihsanen dava düşmez. Bezzâziye.
Şurunbilâlî, Vehbâniye şerhinde şöyle demiştir: «İki kişi bir malın Zeyd'in mülkü olduğunda ittifak
etseler, her ikisi de o malı Zeyd'den ki-raladıklarını iddia etseler, ikinci adam birinci adama hasım
olamaz. İkin-ci adam rehin ve satın alma davasında da hasım olamaz. Müşteriye ge-lince, o
hepsinde de hasım olur.»
PRATİK MESELELER :
Davalı, «Benim müdafam vardır.» dese, dava ikinci oturuma ertelenir. Suğra.
Davacı, malın kendisine vedîa olarak verildiğini iddia eden kimseye kesin yemin teklif edebilir.
Dürer. Vedîa iddiasında bulunan kimse de davacıya bilgisi üzerine yemin teklif edebilir. Bu
konunun tamamı Bezzâziye'dedir.
Birisi, diğer bir kimseyi cariyesinin nakli için vekil tayin etse, cariye efendisinin kendisini azad
ettiğine dair delil getirse, efendisi hazır olmadığı sürece delili azad için değil davanın düşmesi için
kabul edilir. İbni Melek.
İZAH
«Vekâlete dair delil getirmedikçe ilh...» Çünkü vekâlet onun mücerred kendi sözü ile sabit olmaz.
Miraç. Ayrıca zilyed onu inkâr ettiğinden davacının malı kimden aldığı tesbit edilmemiştir. Davalının
vekilinden aldığına dair iddiası da tasdik edilmez. Çünkü davacı inkâr etmektedir. Bahır.
«Delil getirmeseler de ilh...» Binâye'de şöyle denilir: «Davacı, dava-lıdan malın yanında vedîa olarak
bulunup bulunmadığına dair yemin talep ederse, kendisine kesin yemin teklif edilir. Bahır.
«Musannıf diyor ki ilh...» Bu mesele, vekilin azli konusundan baş-kasını itirafa zorlama olarak
delille isbat edilmiştir.
Ben derim ki: Davacının, «davalının elindeki malı ben falan kimse-den ariyet olarak almıştım»
demesindeki hüküm de bunun gibidir. Nitekim meselenin illetinden de bu anlaşılmaktadır.
Hâmiş'te şöyle denilmiştir: «Nesebin işbatı davasında beş çeşit ha-sım olabilir: Bunlar: Mirasçı,
vasî, lehine mal vasiyet edilen kimse, mi-ras bırakana borçlu veya ondan alacaklı olan kimselerdir.
Bezzâziyye. İrste de bunun gibidir. Câmiü'l-Fusûleyn.
«Hırsızlık davası olsa, dava düşmez ilh...» Davacı, «Bu elbise benimdi, Zeyd benden çaldı» dese,
zilyed de, «Zeyd onu 'bana vedîa olarak verdi» dese istihsanen dava düşmez.
Hakir derim ki: Burada istihsan delilinin açıklanması şöyle olur: Gasb, bir mal üzerinde bâtıl olan
tasarrufu sabit kılarak haklı tasarrufu kaldırmaktır. Nitekim bu fıkıh kitaplarında zikredilmiştir. Bu
duruma gö­re, gasb'da el gasbedenindir.
Hırsızlık meselesi bunun aksinedir. Çünkü hırsızlıkta el, zilyedindir. Zira şer'an hırsıza tasarruf eli
yoktur. Bu ifadenin, yasağı koyan bakı-mından güzel bir yönü bulunduğu açıktır. Bu, fiilin özelliğine
daha uy-gundur. Sâyıhânî'nin sözleri, davacının, «Benden çalındı» sözüne hamledilmesi gerekir.
Ama eğer davacı «Gâib olan falan kimse benden çal-dı» derse dava düşer. Çünkü davacı ile
davalının her ikisi de tasarrufun gaibe ait olduğunda ittifak etmişlerdir. İşte bu mesele, zilyedden
başka-sı üzerine fiil dava etmesi meselesi kabilindendir. Bahır adlı eserde ol-duğu gibi bu
meselede dava düşer.
«Dava düşmez ilh...» Bahir sahibi şöyle der: «Ben bu konuyu te'lif ettikten sonra, bir gün bana şu
mesele soruldu: Birisi kız kardeşinin evin-den bir eşya alsa, bunu birisine rehin olarak bıraksa ve
gâib olsa, kız kardeşi bu eşyayı zilyedden dava etse, zilyed de, «Bunu bana kardeşin rehin verdi«
dese, bu meseleye şöyle cevap verdim: Eğer kadın karde-şinin gasbettiğini iddia eder, zilyed de
rehin olduğuna dair delil getirir-se, dava düşer. Kadın eğer hırsızlığı iddia ederse, dava düşmez.»
Bahır'ın ifadesinin acık anlamı şudur ki, kadın kardeşinin çaldığını iddia etmektedir. Halbuki
bununla birlikte yukarıda biz Bahır'dan, «Mu-sannif burada bunu başka birisinden dava etmesi
durumundan kaçınmak için kayıtlamıştır. Eğer zilyed zikredilenlerden birisi ile davayı def eder ve


delil getirirse, o zaman mutlak mülk davası gibi bu dava da def edi-lir.» ifadesini nakletmiştik. O
halde kadının kardeşinin çaldığını değil, meçhul olarak kendisinden çalındığını iddia etmesi
şeklinde tefsir et-mek gerekir ki, zilyed aleyhine dava açabilsin.
«İkinci oturuma ertelenir, ilh...» Hâkim, davalıdan meseleyi sorar ve yapacağı savunmanın doğru
olduğunu anlarsa, davayı ikinci oturu-ma erteler. Nitekim biz bu meseleyi tahkim babından önce
zikretmiştik.
«Davacı, vedia davasında bulunan kişiye kesin yemin teklif edebilir ilh...» Çünkü vediayı iddia
etmiştir. O zaman davacıya yemin düşmez, Hâmiş'te de durum böyledir.
PRATİK MESELELER :
Birisi evli bir kadının kendi nikâhlısı olduğunu iddia etse, kocanın hazır olması şarttır.
Câmiü'l-Fusûleyn.
Sipahi, toprağın mülkiyetini veya vakıf olduğunu iddia eden kimse-ye hasım olamaz. Hayriye, dava
bahsi.
Asıl olan, bir sebeple mukayyet olan değil, mutlak mülkiyet davasın-da davanın düşmesidir. Dürr-i
Müntekâ.
Müşteri, kiracı veya rehin alana hasım olamaz. Câmiü'l-Fusûleyn, üçüncü fasıl.

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...