DAVALARIN DEF'İ FASLI
METİN
Musannif
önceki fasıllarda davada hesûmeti meşru ve davası dinle-nilecek kimseleri zikretti. Şimdi
de
birbirlerine hasım olamayan kimseleri zikredecektir.
Bir
menkûl veya gayr-i menkûl malı
elinde bulunduran kimse, «Bu malı gâib olan Zeyd, bana vedia,
ariyet,
icara veya rehin olarak bıraktı» veya, «Bu, malı gâib olan
Zeyd'den gasbettim» diye iddia
etse
ve zikret-tiğine dair delil
getirse, eğer mal elinde mevcutsa, davacının husûmeti def
edilir. Eğer
davalı
delil ikâme edemezse, davacıya yemin teklif edi-lir. Yemin ederse hasım olabilir; yeminden
kaçınırsa hasım olamaz.
Bu
şekildeki bir davada, dava konusu
malın hâkim huzurunda mev-cut olması
gerekir. Eğer mal,
helak
olmuş ise, husûmet ortadan kalkmış bulunmaz. Çünkü bu halde davacı helak olan şeyin
kendisini
değil, kıy-metini dava etmiş olmaktadır. Deyn'in vedîa olarak verilmesi ise müm-kün
değildir.
Şahitler,
«Vediayı veren gâib kimsenin adını, nesebini veya yüzünü tanıyoruz» deseler, İmam
Muhammed,
isim ve neseb ile birlikte yüzün de
tanınmasını şart
koşmuştur.
Şahitlerden
birisi, «Ben onu tanımıyorum, yalnız yüzünü tanıyorum» dese ve tanımadığına dair
yemin
etse, hânis olmaz. Zeylâî böyle zikret-miştir.
Şurunbulâliye'de,
Allâme Makdisî'nin yazısı ile Bezzâziyye'den nak-len, «Bu mesele hususunda
müctehidler
İmam Muhammed'in görüşüne
dayanmışlardır» denilmiştir.
Ebû
Yusuf da söyle demiştir: «Dava konusu şeyi elinde bulunduran kimse (zilyed), hilekârlığı ile
bilinen
bir kimse ise, dava def edilmez.» Ebû Yusuf'un bu görüşü
ile amel edilir. Mültekâ. Muhtar
adlı
eserde de bu görüş tercih edilmiştir.
Bu
mesele dava kitabının beşinci
meselesidir. Zira bu meselede âlimlerin ayrı ayrı beş görüşü
vardır.
Bunları Dürer adlı eserin müellifi
Molla Hüsrev açıklamıştır. Yahut da bu mesele beş
şekildedir. Aynî ve diğerleri.
Ben
diyorum ki: Bunda bir görüş vardır. Çünkü bir kimse, «Bu malı korumam için sahibi beni vekil
etti.»
veya «Gâib olan Zeyd beni o evde jskân etti.» veya «Ben bu şeyi gâib olan Zeyd'den
çaldım»
veya «Ben bu şeyi Zeyd'den çekip aldım» veya «Gâib Zeyd kaybetmişti, ben bul-dum.» Bahır. Veya
«O
toprak benim elimde ziraat ortakçılığı sözleşmesi gereğince kalıyor.» -Bezzâziyye- derse, hüküm
yine
aynıdır. Yani bütün bu durumlarda davalı olan kimse yukarıdaki def'ileri öne sürünce
husû-meti
bertaraf etmiş olur. Bu duruma göre,
meselenin şekli de beş değil, onbir olur.
Ben
derim ki: Şu kadarı var ki, Bezzâziyye'de ziraat ortakçılığı, icâre veya vedîaya tabi kılınmıştır.
Yine
Bezzâziyye bu meseledeki şekillerin beşten fazla olmadığını söylemiştir. Ben bu meseleyi
Mültekâ
Şerhi'nde tashih
ettim.
Dava
konusu mal helak olmuş ise veya
şahitler, «Bu malı bizim
bilmediğimiz bir kimse ona vedîa
olarak
verdi» diyorlar, veya zilyad (malı
elinde bulunduran adam) malı elinde
husûmetle
bulundurduğunu
ikrar ediyor, meselâ, «Ben onu gâib
olan falan kimseden satın aldım» veya «Bana
hibe
etti» diyorsa, veya davacı mutlak
mülkiyeti iddia etmeyerek mülkiyet fiilini
iddia ediyor,
meselâ, «Sen onu benden gasbettin» veya «O benden çalındı.» diyorsa, Buradaki 'çaldı' şeklindeki
meçhul
ifade, çalan adamın ayıbını örtmek içindir. Yani aslında, «Sen onu benden çaldın.»
demektedir.
Dava düşmez. Ama, «Gâib olan falan kimse ben den gasbetti» derse, yukarıdaki
meselenin
aksine ileride geleceği gibi dava düşer. Bezzâziyye. Veya zilyed, «Falan kimse bana
vedîa
olarak verdi» diyor ve buna delil
getiriyorsa, yukarıda zikrettiğimiz illetten ötü-rü bu
durumların
hepsinde dava
düşmez.
İZAH
«Vedia
ilh...» «Onu bana vedîa olarak verdi» sözünden ve bundan
sonra gelenlerin açık ifadesinden
anlaşıldığına göre, mala zilyed olan kimse, bütün malın kendisine vedîa olarak verildiğini iddia
etmektedir.
Halbuki durum böyle değildir. Çünkü İhtiyar adlı eserde şöyle bir ifade vardır: «Dâva
konusu
malı elinde bulunduran kimse, «Bunun yarısı be-nim malımdır, yarısı da falan tarafından
bana
vedîa olarak verilmiştir» dese ve bu
hususta delil ikâme etse, malın yarısını ayırdetmek güç
ola-cağı
için dava konusu malın hepsinden
dava düşer.»
Bahır.
Bahır'da
şöyle denilmektedir: Müellif ifade
ediyor ki, zilyed, «Bu, benim değildir» veya «Falan
kimsenindir» diyerek başka bir şey söyle-mese, dava düşmez. Burada müellifin yalnız «def»
ile
kayıtlamasının
sebebi şudur: Zilyed böyle dedikten sonra, «Bu benim evimdi falan kim-seye sattım
o
da kabzettikten sonra bana vedîa
olarak verdi» sözünü ilâve etse,
dava düşmez. Ancak davacı,
davalının
bu sözlerini ikrar eder veya hâkim durumu bilirse dava düşer.»
«Zeyd
rehin olarak bıraktı ilh...»
Musannif rehin bırakan kimsenin bilinmesinin şart olduğunu
göstermek
için burada Zeyd ismini
kullan-mıştır. Çünkü, davalı, Bunu
tanımadığım bir kimse vedîa
veya rehin ola-rak bıraktı» dese dava düşmez. Çünkü davanın düşmesi için gâib olan kişinin tayini
gerekir.
Sarihin de ileride zikredeceği gibi şahadetlerde de durum böyledir. Bu duruma
göre, davalı,
malın
meçhul bir kimse ta-rafından vedîa veya rehin edildiğini iddia etse, şahitler de belli bir kişi
tarafından
vedîa veya rehin edildiğine şahadet etseler, veya bunun ak-si olsa, dava yine düşmez.
Bahır.
Bahır'da
Hizânetü'l-Ekmel ve Hâniye'den şöyle nakledilmektedir: «Davacı, «Bana ait olan bu malı
birisi
davalıya vermiştir» dese veya şa-hitler davacının böyle bir ikrarda
bulunduğuna şahadet
etseler,
arala-rında dava kalmaz, yine düşer.»
Yine
Bahır'da, «Burada «gâib» kelimesi, mutlak kullanılması sebe-biyle vedîa veya rehin bırakan
tanınmış
fakat kendisine ulaşmak çok zor olan bir uzaklıktaki kimseyi de kapsamına alır. Hülâsa ve
Bezzâziyye'de olduğu gibi.» denilmiştir.
«Zikrettiğine
dair delil getirse ilh...» şu kadarı var ki, delilin Hizânetül-Ekmel'de de olduğu gibi iddia
ettiğinin
aynına da uygun olması şart değildir. Meselâ şahitler, dava konusu malı ona falan
kimsenin
ver-diğine şahitlik etseler ve
«Yalnız biz o malın kimin olduğunu
bilmiyoruz» deseler,
aralarındaki husûmet kalkar, dava düşer
Musannıfın
burada delilden kastı, delilin bulunmasıdır. Bu delil ister davacının göstereceği bir delil,
ister
hâkimin bilgisi, ister davacının ikrarı kabilinden olsun hüküm değişmez. Nitekim Hülâsa adlı
eserde
de böyledir.
Ama
davalı delil getiremez ve davacının
dava konusu şeyin kendi-sine ait olduğuna dair yemin
etmesini
taleb ederse, davalıya hasım ola-bilir, yani dava açabilir. Nitekim Hizânetü'l-Ekmel'de de
böyledir. Bahır.
«Dava
konusu mal davalının elinde mevcutsa
ilh...» Sarih bu kaydı Musannifin «Bu mal» sözünün
işaretinden
almıştır. Zira hissî işaret an-cak dışarıda mevcut olan birşey için yapılır. Nitekim bu
Bahır'da
da ifade edilmiştir. Bu meselenin dışta kalan unsurları ileride gelecektir.
Hâmiş'te
şöyle denilir: Bir kimsenin
elinde bir köle helak olsa, di-ğer birisi ölen kölenin kendisine
ait
olduğuna dair delil ikâme etse, buna karşılık kölenin yanında öldüğü adam köleyi gâib olan bir
başkasının kendisine vedîa veya icare ettiğine dair delil ikâme etse, bunun delili kabul edilmez. Zira
davacı
ondan helak olan kölenin kıymetini
iddia et-mektedir. Deynin vedîa olarak verilmesi ise
mümkün
değildir. Daha son-ra gâib olan
kimse gelerek vedîa verme, kiralama ve rehin hususunda
davalıyı tasdik etse, o zaman davalı tazmin ettiğinin kıymeti ile davacıya rücû ederek ondan
geri
alır.
Ama burada davalı gâsıb ise, rücû
edemez. Ariyet ve ibâk
(kölenin kaçması) da bu meselede
kölenin
helak olması gibidir. Ama kaçan köle bir gün geri dönerse, onun kimin tazmin etmesi
gerekiyorsa
onun kölesi olur.»
Bahır.
«Veya
yüzünü ilh...» Ebû Hanîfe'ye göre şahitlerin yalnız yüzünü ta-nımaları yeterlidir. Bezzâziyye.
«Şart
koşmuştur ilh...» Burada ihtilâf noktası, «Davalı, dava konusu malın isim ve
nesebi ile
muayyen bir kimsenin kendisine ariyet veya ve-dîa olarak verdiğini yahut
kiraladığını iddia etse,
şahitler
de şehâdetlerinde, «Biz onun yalnız yüzünü tanıyoruz, isim ve nesebini tanımıyoruz.»
deseler
meselesidir. Çünkü İmam Muhammed'e göre bu meselede gâib üzerine şahadette bulunan
şahitlerin
gâib olan kimseyi isim ve nesebi ile bilmeleri şart olduğu gibi yüzü ile de tanımaları
şarttır.
Ama davalı, dava konusu malın,
kendisince bilinmeyen bir kimse tarafından ariyet veya
vedîa
olarak verildiğini yahut kiralandığını iddia ederse, o zaman zaten mezhep âlimlerinin icma ile
şahitlerin
şahadeti kabul edilmez. Hassâf'ın Edebü'l-Kâdı şerhinde de böyledir.
«Yemin
etse ilh...» Sarihin buradaki ifadesi açık değildir. Uygun olan şarihin, «İmam Muhammed
şahitlerin
gârb kimsenin yalnız yüzünü tanı-maları ile iktifa etmemiştir» demesi idi. Zeylâî'nin,
«Yalnız
yüzü ile ta-nımak, tanımak değildir» sözü de bizim uygun dediğimize delâlet eder. Nitekim
şu
hadis-i şerif de bu hususu açıkça belirtmektedir: Resûlullah (S.A.V.) ashabtan birisine,
«Sen
falan
kimseyi tanıyor musun?» diye sordu. O da, «Evet, tanıyorum» dedi. Resûlullah (S.A.V.)
«İsmini
ve ne-sebini biliyor musun?» diye sorunca sahabî, «hayır» dedi. Bunun üze-rine Resûlullah
(S.A.V.), «O zaman sen onu tanımıyorsun» buyurdu.
«Davacının
husûmeti ortadan kalkar ilh...» Yani hâkim, davalının malı davacıya vermesine
hükmedemez.
Musannifin bu.ifadesi, davacı di-ğer
bir hâkime başvurarak davasını yenilese,
davalının
ikinci davanın define muhtaç olmadığını ifade eder. Davalı yalnız birinci hâkimin
hük-münü
isbat eder. Nitekim fakihler bu
meseleyi açıkça ifade etmişlerdir.
Musannifin,
«husûmeti ortadan kalkar» sözüne göre, hâkim, dava-cıya yemin teklif etmez. Yani
hâkimin
onun iddiasını kabul etmesi ge-rekmez. Ben bu ifadeyi şimdi görmedim.
Bahır.
Bahır'ın
bu ifadesinde bir görüş vardır.
Görüş şudur: Zaten delil-den
sonra davacıya yemin teklif
edilemez.
Delilden önce ise Bezzâziyye' den nakledilene göre hâkim, dava konusu malı davalıya
vedîa
olarak verdiğine dair davacıya kesin yemin teklif eder. Bezzâziyye'den sonra, Zahîre'den
şöyle nakledilmiştir: «Davalı vedîa olarak verildiğini iddia
et-tiği için, zaten yemin etmez.
Eğer
yemin
ederse, dava düşmez. Belki davacı, onun bilmediğine dair yemin
eder.»
«Mutlak
mülkte ilh...» Vakıf gelirine ait dava da mutlak mülkiyet davasındandır. Nitekim Bahır'da,
gelecek faslın başında bu mesele açık-lanmıştır.
Bahır'da
şöyle denilmiştir: «Müellif
davacının dava şeklini zikretmemiştir. Musannif dava şeklinden
şunu
kasdetmiştir ki, davacı dava konusu
malda mutlak bir mülkiyet iddia
etmektedir. Yoksa
zilyedliğe dayanan bir fiili iddia etmemektedir. Bu meseleye karşı gelen meseleler de buna delâlet
etmektedir.
Davacının cevabının özeti şudur:
Davalı zilyed olunan malın emanet olduğunu ve helak
olduğu
takdirde tazmin edi-leceğini ve
mülkün de başkasının olduğunu iddia
etmektedir. Musannif
burada
davacının delilini de zikretmemiştir. Halbuki onun delilini zikretmesi gerekirdi. Çünkü
bilindiği
gibi, zilyed olmayan dışta kalan kim-seden delil istenir. Delil getirene kadar da davalı defe
muhtaç
değildir. Meselenin özeti şudur: Davacı, davalının elinde bulunan malın mutlak mülkiyetini
iddia
ettiğinde davalı onun iddiasını inkâr
ederek ondan de-lil taleb eder. Davacı delilini ikâme etse
bile
hâkim yine onun delili ile davalının
zikredilen noktalarda davayı def etmesi ve bu define delil
getirmesine
kadar
hükmetmez».
«Hilekârlığı ile ilh...» Şöyle ki, hilekâr kimse birisinin malını gasbeder, sonra onun gizlice yolculuğa
çıkacak bir kimseye verir, yolculuğa çıkacak kimseye bu malı bazı insanların huzurunda vedia
olarak
verir, mal sahibi gelip mülkiyetini isbat etmek istediği zaman zilyed, «Falan kimsenin bana
vedîa
olarak verdiğine dair delilim
vardır» diyerek delilini ikâme eder. İkâme ettiği delil ile mal
sahibinin
hakkı ibtâl edilir. Dürer'de de böyledir.
H.
«Muhtar
ilh...» Miraç'ta şöyle denilmiştir:
«Ebû Yusuf kadılık yapar-ken, halkın
hallerini anladıktan
sonra
bu görüşe dönerek şöyle demiş-tir:
«Hilekâr kimse bir malı gasbederek, şahitlerin huzurunda
kendisine
vedîa olarak vermesi için onu
yolculuğa gidecek birisine verir.
Mal sa-hibi malını tesbit
ettikten
sonra onun mülkü olduğunu isbat
edeceği za-man malı gasbeden kimse malın başka birisi
tarafından
kendisine vedîa olarak verildiğine
delil ikâme eder. O zaman mal sahibinin hakkı iptal
olur
ve dava düşürülür. «Mebsut'ta böyledir». .
«Dürer
sahibi açıklamıştır ilh...» Molla Hüsrev bu konuda bizim üç imamın sözlerini zikretmiştir.
Dördüncüsü
İbni Şübrüme'nin, «Mutlaka dava
düşürülmez.» sözü, beşinci de İbni Ebî Leylâ'nın
sözüdür.
Buna göre, dava delilsiz de def
edilir. Zira davalı elinde bulunan
malın bir gaibin mülkü
olduğunu
ikrar etmektedir.
S.
«Bunda
bir görüş vardır ilh...» Musannıfın,
«Bunda bir görüş var-dır» sözünde de bir görüş vardır.
Zira
davalının, «Beni vekil etti.» sözü,
«Bana vedîa olarak verdi» sözüne,
«Beni bu evde iskân etti»
sözü,
«Ba-na ariyet olarak verdi» sözüne, «Ben ondan çaldım» sözü «Ben ondan gasbettim»
sözüne,
«O kaybetmişti, ben buldum.» sözü, «Bana vedîa olarak verdi» sözüne, «Akar ziraat
ortakçılığı
sözleşmesi gereğince be-nim elimdedir.» sözü de icare veya vedîaya irca edilir. O halde
mesele-nin
şekilleri beşten yukarıya çıkmaz. Hâmiş'te de
böyledir.
«Bahır
ilh...» Bahır'da bu meseleden sonra şöyle denilmiştir: «Eğer sonuncusunda şahadet yoksa,
birincilerin
ikisi emanete, son üçü de taz-minata raci olur. Eğer sonuncuda şahadet varsa, o zaman
o
emânete râcî olur. Buna göre, bu
meselenin şekilleri ona yükselir. Bundan anlaşıl-dığı gibi bu
meselenin
şekilleri beşten ibaret değildir.»
Ancak
şu hususu belirtmek gerekir ki, arttırdığı şekilleri, zikrettiği şekillere döndürülürse, sayı,
«Beşten
ibaret değildir» sözü itiraz yeri ola-maz.
«İkrar
etse ilh...» İkrardan sonra vedia olduğuna dair delil getirirse davası dinlenmez. Bezzâziyye.
«Satın
aldım ilh...» Bu meselelerin özeti şudur: Davacı mülkiyet se-bebini
zikretmeden kendi malı
olduğunu
iddia etse, davalı inkâr etse, davacı
mülkü olduğuna dair delil getirse, zilyed malı gâib
olan
bir kim-seden satın aldığını iddia ederek delil getirse, husûmet ortadan kalkmaz. Yani hâkim
davacının
delili ile hüküm verir. Çünkü davalı
başka birisin-den olarak mülk edindiğini söylemesiyle
hasım
olduğunu ikrar etmiş olmaktadır. Bahır.
Bahır'da,
Zeylâî'den şöyle nakledilir: «Bu
mesele davalının delili ile defedilmediğine göre zilyed
olmayan
davacının deliline dayanarak ona
hükmedilir.
«Hibe
etti ilh...» Musannif bu ifadesi
ile satın almadan maksadın zilyedin mutlak mülkiyeti iddia
ettiğine
işaret etmektedir.
«Mülkiyet
fiilini iddia etse ilh...» Musannif
burada bunu başka biri-sinden dava etmesi durumundan
kaçınmak için kayıtlamıştır. Eğer zil-yed zikredilenlerden birisi ile davayı def eder ve delil getirirse,
o
za-man mutlak mülk davası gibi bu
dava da def edilir. Bezzâziyye'de olduğu gibi.
Bahır.
Sarih
buna yine ilerideki, «Gâib olan
falan kimse benden gasbetti dese, yukarıdaki meselenin
aksine» sözüyle işaret etmiştir.
«Benden
çalındı ilh...» Burada «gâsıb» kelimesini kullanması misal içindir. Çünkü davacının
maksadı
davalının elindeki malın hangi yolla eline geçtiğini söylemektir. Ama davacı, «Ben onu
sana
vedîa olarak verdim» veya «Onu senden satın aldım.» dese, zilyed yukarıda zikrettiği-miz
şekilde
delil getirse, dava yine düşmez. Bezzâziyye'de de böyledir.
Bahır.
«Bezzâziyye ilh...» Bezzâziyye'de şöyle denilmiştir: «Davacı iddia ettiği malın kendi mülkü olduğunu
iddia
ederek davalının elinde gasb
yoluyla bulunduğunu söylese zilyed de malın bir başkası
tarafından
ken-disine vedîa olarak verildiğine
dair delil getirse, bazı âlimler tarafından davanın
düşeceği
söylenmiştir. Çünkü davacı, davalının malı hangi fiille eline geçirdiğini zikretmemektedir.
Ama
doğru olan, davanın düşmeme-sidir.
Bahır. S.
«Delil
getirse îlh...» Musannıfın burada «delil»den maksadı, delil ikâme etmektir. O halde ikrar
buradan
çıkmaktadır.
Bezzâziyye'de, Zahîre'ye dayanılarak şöyle denilmektedir:
«Dava ko-nusu malın mülkiyet fiili
hususundaki
davada davalı, davacının gâib olan bir kimsenin malı kendisine vedîa olarak verdiğine
dair
ikrarı üzerine de-lil ikâme etse, dava düşer. Kendisine vedîa olarak verildiğine dair delil ikâme
ettiğinde
davanın düştüğü gibi. Zira davacının ikrarı ile kendisinin elinin husûmet eli olmadığı sabit
olmuştur.»
Bahır.
«Zikrettiğimiz
illetten ötürü ilh...» Çünkü davalı
mülkiyeti mutlak olarak değil, mülkiyet fiili ile iddia
etmektedir.
Metindeki meselelere ge-lince: Musannif birinci illete, «Eğer zilyed husûmet eli
olduğunu
ikrar ederse» sözüyle işaret
etmiştir. Çünkü davalıdan fiil
iddiasında bulun-duğunda
davalıya hasım olmaktadır. Bundan ötürü de dava düşmemek-tedir. Ama mutlak mülkiyet davası
bunun
aksinedir. Çünkü mutlak mül-kiyette
elinde olması itibariyle hasımdır. Bahır'da da
böyledir.
Ama
Musannıf, malın helak olması halindeki meselede illeti işaret etmemiştir. Onun illeti de şudur:
Davacı
deyni iddia etmektedir. Deynin yeri ise zimmettir. Burada davalı zimmeti ile hasım
olmaktadır.
Elinde vedîa olduğuna dair
delil getirmesinden açığa çıkmaktadır ki, zimme-tinde olan
mal
kendi malı değil, başkasının malıdır. O halde bu delili bir fayda vermez ve davayı düşürmez.
Miraç
adlı eserde de
böyledir.
Musannıf,
«Şahitler, «Bu malı bizim bilmediğimiz bir adam ona ve-dîa olarak verdi» deseler
sözünün
de illetine işaret etmemiştir. Bunun illeti de şudur: Şahitler davacıyı hasım olması
mümkün
olacak bir kim-seye havale
etmemektedirler. Bunun için dava
düşmez. Böyle denilmiştir.
METİN
Zilyed, mahkeme dışında «Dava konusu mal benim mülkümdür» de-se, sonra mahkemede,
«Yanımda
falan kimsenin rehini veya vedîasıdır» dese ve zikrettiğine dair delil ikâme etse, husûmet
düşer.
Ama. davacı davalının birinci sözü
üzerine delil ikâme ederse, o zaman delili onu ha-sım
kılar
ve defe mani olan ikrarı daha önce olduğu için davalının aley-hine hüküm verilir. Bezzâziyye.
Davacı,
«Gâib olan falan kimseden satın aldım» dese, zilyed de, «Gâ-ib olan falan kimse bana bizzat
kendisi
vedîa olarak verdi» dese, delil getirmeseler de dava düşer. «Ama, «Bana vekili vedîa
olarak
verdi»
de-se, vekâlete dair delil
getirmedikçe dava düşmez. Fakat delil getirirse husûmet ortadan
kalkar, dava düşer. Çünkü her ikisi de asıl mülkün gâib olan kimsenin olduğunda birleşmişlerdir.
Yok
eğer davacı, «Gâib olan falan
kimseden satın aldım. Beni kabzına vekil etti» der ve delil
getiri-şe,
malın ona verilmesine hükmedilir. Fakat davacı delil getirmezse, da-valı onu satın aldığı
iddiasında
tasdik etse bile, gâib aleyhine hüküm ve-rilmemek için
onun ikrarı ile malın teslimi
emredilemez.
Dürer
sahibi ile diğerlerinin bu meseleyi açıklamada, satın alma da-vasına hasretmeleri ittifaklı bir
kayıttır. Bu sebeple Musannif diyor ki: «Davacı: «Bu mal
benimdir. Benden, gâib olan falan kimse
gasbetti.»
dese ve buna deli! getirse, zilyed, o
malın gâib kimse tarafından vedîa
olarak verildiğini
zannetse,
dava delilsiz düşer. Çünkü her ikisi de mâ-likin gâib olan kişi olduğundan birleşmişlerdir.
Bu
sebeple istihsanen dava düşmez.
Bezzâziyye. Düşmezdi, çünkü zilyed gâib olan kimsenin vedîa
olarak
verdiğini zannet-mektedir.
Bu
sebeple istihsanen dava düşmez.
Bezzâziye.
Şurunbilâlî,
Vehbâniye şerhinde şöyle demiştir: «İki kişi bir malın Zeyd'in mülkü olduğunda ittifak
etseler,
her ikisi de o malı Zeyd'den ki-raladıklarını iddia etseler, ikinci adam birinci adama hasım
olamaz.
İkin-ci adam rehin ve satın alma davasında da hasım olamaz. Müşteriye ge-lince, o
hepsinde
de hasım olur.»
PRATİK MESELELER :
Davalı,
«Benim müdafam vardır.» dese, dava
ikinci oturuma ertelenir.
Suğra.
Davacı,
malın kendisine vedîa olarak
verildiğini iddia eden kimseye kesin yemin teklif edebilir.
Dürer.
Vedîa iddiasında bulunan kimse de davacıya bilgisi üzerine yemin
teklif edebilir. Bu
konunun
tamamı Bezzâziye'dedir.
Birisi,
diğer bir kimseyi cariyesinin nakli
için vekil tayin etse, cariye efendisinin kendisini azad
ettiğine
dair delil getirse, efendisi hazır olmadığı sürece delili azad için değil davanın düşmesi için
kabul
edilir. İbni
Melek.
İZAH
«Vekâlete dair delil getirmedikçe ilh...» Çünkü vekâlet onun mücerred kendi sözü ile sabit olmaz.
Miraç.
Ayrıca zilyed onu inkâr ettiğinden
davacının malı kimden aldığı tesbit edilmemiştir. Davalının
vekilinden
aldığına dair iddiası da tasdik edilmez. Çünkü davacı inkâr etmektedir. Bahır.
«Delil
getirmeseler de ilh...» Binâye'de şöyle denilir: «Davacı,
dava-lıdan malın yanında vedîa olarak
bulunup
bulunmadığına dair yemin talep ederse, kendisine kesin yemin teklif edilir. Bahır.
«Musannıf
diyor ki ilh...» Bu mesele, vekilin
azli konusundan baş-kasını itirafa zorlama olarak
delille
isbat
edilmiştir.
Ben
derim ki: Davacının, «davalının
elindeki malı ben falan kimse-den ariyet olarak almıştım»
demesindeki hüküm de bunun gibidir. Nitekim meselenin illetinden de bu anlaşılmaktadır.
Hâmiş'te
şöyle denilmiştir: «Nesebin işbatı davasında beş çeşit ha-sım olabilir: Bunlar: Mirasçı,
vasî,
lehine mal vasiyet edilen kimse, mi-ras bırakana borçlu veya ondan alacaklı olan kimselerdir.
Bezzâziyye. İrste de bunun gibidir.
Câmiü'l-Fusûleyn.
«Hırsızlık
davası olsa, dava düşmez ilh...» Davacı, «Bu elbise benimdi, Zeyd benden çaldı» dese,
zilyed de, «Zeyd onu 'bana vedîa olarak
verdi» dese istihsanen dava
düşmez.
Hakir
derim ki: Burada istihsan delilinin açıklanması şöyle olur: Gasb, bir mal üzerinde bâtıl olan
tasarrufu
sabit kılarak haklı tasarrufu kaldırmaktır. Nitekim bu fıkıh kitaplarında zikredilmiştir. Bu
duruma
göre, gasb'da el gasbedenindir.
Hırsızlık
meselesi bunun aksinedir. Çünkü hırsızlıkta el, zilyedindir. Zira şer'an hırsıza tasarruf eli
yoktur.
Bu ifadenin, yasağı koyan bakı-mından güzel bir yönü bulunduğu açıktır. Bu, fiilin özelliğine
daha
uy-gundur. Sâyıhânî'nin sözleri,
davacının, «Benden çalındı» sözüne
hamledilmesi gerekir.
Ama
eğer davacı «Gâib olan falan kimse benden çal-dı» derse dava düşer. Çünkü davacı ile
davalının
her ikisi de tasarrufun gaibe ait olduğunda ittifak etmişlerdir. İşte bu mesele, zilyedden
başka-sı
üzerine fiil dava etmesi meselesi kabilindendir. Bahır adlı eserde ol-duğu gibi bu
meselede dava düşer.
«Dava
düşmez ilh...» Bahir sahibi şöyle
der: «Ben bu konuyu te'lif ettikten sonra, bir gün bana şu
mesele
soruldu: Birisi kız kardeşinin evin-den bir eşya alsa, bunu birisine rehin olarak bıraksa ve
gâib
olsa, kız kardeşi bu eşyayı zilyedden dava etse, zilyed de, «Bunu bana kardeşin rehin verdi«
dese,
bu meseleye şöyle cevap verdim: Eğer kadın karde-şinin gasbettiğini iddia eder, zilyed de
rehin
olduğuna dair delil getirir-se,
dava düşer. Kadın eğer hırsızlığı iddia ederse, dava düşmez.»
Bahır'ın
ifadesinin acık anlamı şudur ki, kadın kardeşinin çaldığını iddia etmektedir. Halbuki
bununla
birlikte yukarıda biz Bahır'dan, «Mu-sannif burada bunu başka birisinden dava etmesi
durumundan
kaçınmak için kayıtlamıştır. Eğer
zilyed zikredilenlerden birisi ile davayı def eder ve
delil
getirirse, o zaman mutlak mülk davası gibi bu dava da def
edi-lir.» ifadesini nakletmiştik. O
halde
kadının kardeşinin çaldığını değil, meçhul olarak kendisinden çalındığını iddia etmesi
şeklinde
tefsir et-mek gerekir ki, zilyed aleyhine dava
açabilsin.
«İkinci
oturuma ertelenir, ilh...» Hâkim, davalıdan meseleyi sorar ve yapacağı savunmanın doğru
olduğunu
anlarsa, davayı ikinci oturu-ma erteler. Nitekim biz bu meseleyi tahkim babından önce
zikretmiştik.
«Davacı,
vedia davasında bulunan kişiye kesin yemin teklif edebilir ilh...» Çünkü vediayı iddia
etmiştir.
O zaman davacıya yemin düşmez, Hâmiş'te de durum
böyledir.
PRATİK MESELELER :
Birisi
evli bir kadının kendi nikâhlısı olduğunu iddia etse, kocanın hazır olması şarttır.
Câmiü'l-Fusûleyn.
Sipahi,
toprağın mülkiyetini veya vakıf olduğunu iddia eden kimse-ye hasım olamaz. Hayriye, dava
bahsi.
Asıl
olan, bir sebeple mukayyet olan değil, mutlak mülkiyet davasın-da davanın düşmesidir. Dürr-i
Müntekâ.
Müşteri,
kiracı veya rehin alana hasım olamaz. Câmiü'l-Fusûleyn, üçüncü fasıl.