YEMİNLEŞME
BABI
METİN
Musannıf
davada, taraflardan yalnız birisinin yeminiyle ilgili mese-leleri zikrettikten sonra, aşağıda
taraflardan
her ikisinin karşılıklı yeminleşmesine dair meseleleri zikir ve açıklamaya başladı, satıcı
ile
alıcı, satış bedelinin miktarında veya vasfında veya cinsinde yahut mebîin miktarında ihtilâf
etseler,
bunlardan hangisi delil getirse, onun lehine hüküm verilir. Zira o, davasını delille isbat
etmiş
olur. Eğer her ikisi de delil getirirlerse, kimin delili dava konusunu daha fazla isbat ederse,
onun
lehine hüküm verilir. Zira deliller
isbat içindir.
Eğer
taraflar semen ve mebîden her ikisinde ihtilâf ederlerse, deli-lin ziyadeyi isbat durumuna
bakılarak eğer ihtilâfları semende ise satı-cının delili öne geçirilir. İhtilâfları mebîde ise müşterinin
delili
önde gelir. Eğer her üç durumda da ihtilâf halinde delil getirmezlerse, bakılır: Eğer birisi
diğerinin
sözüne razı olursa ne âlâ. Eğer razı olmazlarsa, araların-da muhayyerlik de yoksa, o
zaman
her ikisi de yemin ederler.
Aralarında muhayyerlik varsa, muhayyerlik hakkı sahibi akdi
fesheder.
Tarafların yemin etmesi söz konusu
olunca; eğer satım akdi peşin değil de vere-siye
yapılmışsa, önce müşteri yemin eder. Çünkü dava konusunu ilk in-kâr eden odur.
Eğer
satım akdi veresiye değil de, malın
malla trampası veya pa-ranın parayla mübadelesi tarzında
olmuşsa,
o zaman hâkim muhayyer-dir. Bazı âlimler tarafından, davacı ile davalı arasında kur'a
çekileceği söylenmiştir. İbn Melek. En sağlam görüşe göre buradaki yeminin, da-va konusunun
iddia
edilen şekilde olmadığına dair yanı olumsuz şekil-de teklif edilmesi gerekir.
Taraflardan
birisi veya her ikisi satım akdinin feshini talep ederse, hâkim, akdi fesheder. Satım akdi
karşılıklı yemin sonucu kendiliğinden
feshedilmiş olmadığı gibi, taraflardan birisinin tek yanlı
iradesiyle
de feshedilmez. Ancak ikisi beraber feshetmek isterlerse feshedebilirler. Bahır.
Taraflardan
herhangi birisi yeminden
kaçınırsa, diğerinin iddia et-tiği şey hâkimin hükmüyle ona
gerekli
olur. Bunun delili, Resûlullah (S.A.V.) in: «Satıcı ile müşteri ihtilâf ettiklerinde satılan şey
mevcutsa,
ikisi de yemin eder ve herkes elindekilerini geri verir» hadisidir.
Yukarıda
belirtilen hususlar, ihtilâfın satış bedeli üzerinde olmasıyla ilgilidir. Eğer ihtilâf, satılan
şeyin
iç bünyesiyle ilgili ise, meselâ, sa-tıcı ile alıcı mebîin çeşidi üzerinde ihtilâf etmişlerse, o
zaman
yemin et-mezler söz alıcınındır.
Ama
eğer mebîin vasfında ihtilâf
ederlerse, meselâ müşteri, «Ben onu okur-yazar veya fırıncı
olması
şartıyla aldım» dese, satıcı da, «Ben böyle bir şart koşmamıştım» dese, yine yemin yoktur.
Söz,
satıcınındır. Zâhîriyye.
İZAH
«Vasfında
ilh...» Taraflar satış bedelinin vasfında ihtilâf ederlerse, meselâ satıcı «Falan ülkenin
veya falan şehrin parası ile satış yapmış-tım» derken alıcı aksini iddia edebilir, bu takdirde delil
getirenin
lehine hüküm
verilir.
«Cinsinde
ilh...» Taraflar satış bedelinin cinsinde, yani altın veya gümüş para olup olmadığında
ihtilâf
edebilir. Yine delil ikâme edenin lehine hüküm verilir.
«Miktarında
ilh...» Taraflar satış bedelinin miktarında ihtilâf ede-cekleri gibi mebiin miktarında da
ihtilâf
edebilirler. Eğer mebîin vasfın-da ihtilâf ederlerse yeminleşme olmaz. Söz satıcınındır.
Nitekim
bunu ileride sarih de zikredecektir.
«Semende
ihtilaf ederlerse ilh...» Hidâye'nin bu konudaki ifadesi şöyledir: «Eğer semen ve mebîde
beraber
ihtilâf ederlerse, satıcının de-lili semende, alıcının delili ise mebîde isbat bakımından
fazlalık
duru-muna bakılarak daha önde gelir. Bu açıklamayı babamın şeyhi Müfti Muhammed
Taceddin
Medenî yapmıştır.»
«Birisi
diğerinin sözüne razı olursa ilh...» Bu ifade ancak semen ve mebîdeki ihtilâf şeklini
kapsamına alır. Üç durumu kapsamaz. Başkala-rının dediği gibi, sarihin «Mebî veya semenden
yalnız
birisinde ihtilâf halinde taraflardan ikisi de aynı şeye yani satıcı müşterinin iddia ettiği
semene
veya müşteri satıcının iddia ettiği
satışa razı olsalar yahut ihtilafın mebî ve semenin her
ikisinde
birlikte olması halinde herbiri, di-ğerinin sözüne razı olsalar» demesi daha uygun olurdu.
Halebî
de Musannifin ifadesinin yanlış
olduğunu.söyleyerek, «Bu-rada
doğrusu, diğer âlimlerin de
dediği
gibi, sarihin ifadesinin de, «Eğer her ikisi aynı şeye razı olurlarsa» şeklinde olması idi.
«Eğer
birisinin muhayyerliği varsa, satım akdini fesheder ilh...» Bahır'da şöyle denilmiştir:
«Musannıf,
«Delil getiremezlerse» sözüyle sa-tım akdinde hiçbirisine muhayyerlik hakkı olmadığına
işaret
etmiştir. Bundan dolayı Hülâsa'da,
«Müşteriye görme, ayıp ve şart
muhayyerliği tanınmışsa
zaten
yemin etmezler» denilmiştir. Burada
satıcı da alıcı gibidir» denilmiştir. Yani bu ifadeden
kasdolunan
muhayyerlik hakkı ola-nın satım akdini feshetmesi mümkündür. Durum böyle olunca
karşılıklı yemine ihtiyaç kalmaz. Ancak uygun olan satıcı beyi eğer semenin
faz-lalığını iddia eder,
müşteri
ete onu inkâr ederse, müşterinin muhayyer-lik hakkı karşılıklı yeminleşmeye engel olur.
Satıcının
muhayyerlik hak-kına gelince, o yeminleşmeye engel olmaz. Ama eğer müşteri mebîin
ziyadeliğini iddia eder, satıcı da o ziyadeyi inkâr ederse satıcının muhay-yerliği bu yeminleşmeye
mani
olur. Zira muhayyer olduğunda fesih im-kânı vardır. Müşterinin muhayyerlik hakkına gelince,
burada
da onun muhayyerliği yeminleşmeye
mani değildir. Bu açıklamayı, başka
bir yer-den naklen
değil,
araştırmaya dayanarak yaptım.»
Meselenin
özeti şudur: Kimin muhayyerlik hakkı varsa o, her za-man satım akdini feshedemez. Bu
seheble
uygun olan, bu meseleleri tahsis
etmektir.
«Önce
müşteri yemin eder ilh...» Yani İbn Kemal'in şerhinde de zikredildiği gibi tarafların ihtilâfı
ister
semende, ister mebîde veya isterse her ikisinde birlikte olsun, bu üç durumda da önce
müşteri
yemin eder. Musannifin, «Çünkü dava konusunu ilk inkâr eden müşteridir» sözü eğer
yeminleşme semende ise doğrudur. Fakat yeminleşme mebîde ise durum değişir. Çünkü o takdirde
satıcı
inkâr eden durumundadır. Bu son
durumda en uygun olan, önce satıcının yemin etmesidir.
Bunu
aşa-ğıdaki mesele de teyid etmektedir. Şöyle ki, kiracı ile, kiraya veren kira süresi hakkında
ihtilâf
etseler, yeminleşmeye kiraya verenin, yemini ile başlanır. Kûhistânî de buna işaret etmiştir.
Bu
konunun benzerini Allâme Remlî de zikretmiştir.
«Yemin
olumsuz şekilde teklif edilir ilh...» Yani satıcı bin liraya sat-madığına yemin ettiği gibi.
müşteri
de ikibine almadığına yemin eder.
«Sağlam
görüşe göre ilh...» Ziyâdât adlı eserde, «Satıcı, «Ben bin liraya değil vallahi ikibin liraya
sattım»
der. Müşteri ise, «Billahi ben ikibin liraya değil, bin liraya aldım» der,
denilmektedir.
«İkisi
beraber feshetmek isterlerse, feshedebilirler ilh...» Sarihlerin zikrettiklerine bakılırsa, taraflar
satım
akdini feshederlerse, hâkime git-meden satım akdi kendiliğinden feshedilir. Fakat hâkimin
feshi
için ta-raflardan birisinin talebi yeterli ise de satım akdi tek taraflı olarak feshedilemez. Bahır.
Feshedilmemesinin faydası ise
yeminleşmedir.
«İhtilâf,
mebîin kabı üzerinde ise ilh...» Yani eğer ihtilâfları kapta olur ve satıcı, satılan malın kabının
kendisinin
olduğunu inkâr ederse, meselenin şekli Zeylâî'de olduğu gibi şöyledir:
«Birisi
diğerinden
kabıyla birlikte yüz kilo ağırlığında yağ alsa, sonra boşaltarak meselâ yirmi kilo
ağırlığındaki
kabı sahibine vermek üzere getirse satıcı, «Bu benim kabım değildir» dese, müşteri de
onun
olduğunu söylese yağın fiyatı is-ter kilogram başına belirlensin, isterse tamamının toplam
fiyatı söyle-miş olsun, söz müşterinindir.
İşte bu mesele, kabzolunan şeydeki ihti-lâfla ilgilidir.
METİN
Musannıf,
yeminleşmenin yalnız semen ve mebîde tarafların ihti-lâfı halinde söz konusu olacağını
belirtmiştir.
Çünkü bu ikisi dışındaki .ihtilâflarda yeminleşme cereyan etmez. Zira bunlar akdin
özüne
zarar vermez. Meselâ; mebî ve semen dışında süre, şart, rehin veya muhay-yerlik, dıman yeni
birisinin
kefaletini şart koşmak veya semenin bir kıs-mının alınması gibi şeylerde ihtilâf
olunduğunda
yeminleşme yoktur. Bun-larda yeminleşme olmadığına
göre, söz, yemini ile birlikte
dava
konusu-nu inkâr edene aittir. İmam
Züfer ile Şafiî'ye göre yukarıda sayılan şey-lerde ihtilâf
vukuunda
da taraflar yine yemin ederler.
Mebîin
helakinden veya müşterinin mülkiyetinden çıkmasından ve-ya geri verilmesini imkânsız
kılacak bir ayıpla ayıplanmasından sonra olan semen üzerindeki ihtilâfta yeminleşme yoktur. Bu
mesele
de semen deyn olursa, yalnız müşteri
yemin eder. Ancak mebiî satıcının elinde iken müşteri
dışındaki
birisinin onu helak etmesi halinde yeminleşme vardır, İmam Muhammed ve İmam Şafiî'ye
göre
yeminleşme vardır, sa-tım akdinde helak olanın kıymeti üzerine feshedilir.
Ama
eğer satım akdi, malı malla değiştirmek git» trampa şeklinde olursa, icmaen yeminleşme
vardır.
Çünkü trampa akdinde hem satılan,
hem de bedeli aynı zamanda mebî
hükmündedir. O
zaman
helak olan misli olan şeylerden ise misli, kıymet takdir edilen şeylerden ise,
kıy-meti geri
verilir.
Nitekim bir ticaret malının helakinden sonra semenin cinsinde ihtilâf etseler, şöyle ki, birisini
gümüş
para ile aldığını iddia ederken, diğeri altın parayı iddia ederse, karşılıklı yemin ederler.
Müşte-riye de helak olan malın kıymetini ödemek lâzım gelir. Sirâç.
Ama
malın bir kısmı müşteri elinde helak edilmişse veya müşterinin mülkünden çıkmışsa, meselâ
müşterinin
satın aldığı iki hayvanı kabzetmesinden sonra birisinin normal ölümle ölmesi gibi. Bu
durumda
sa-tılan malın semeninin meblâğında ihtilâf ederlerse, o zaman İmam-ı Azam'a göre yemin
etmezler.
Ancak yemini, satıcı eğer helak olmadan hissesine düşen kısmın aslını terketmeye razı
olursa,
yemin ederler. Bu açıklama da büyük çoğunluk, âlimlerin araştırmasına dayanır. Buhara
âlimleri
ise, «Burada yeminleşme değil, yalnız müşteriye yemin düşer» şeklinde tefsir etmişlerdir.
Kitabet
bedelinin meblâğında efendi ile köle arasında ihtilâf anın-da yeminleşme yoktur.
Selem
aktinde
ikâleden sonra selem edilen ser-mayenin meblâğında ihtilâf ederlerse yine yeminleşme
yoktur.
Kitabet bedelindeki ihtilâfta söz
kölenin, selem meblâğındaki ihtilâfta ise sa-tıcınındır.
'Ancak burada selem tekrar avdet etmez. Akit feshedilir.
İZAH
«Süre
şart vb. ilh...» Bir akdin süresi ve şartları gibi, mevcut olma-dığı zaman akdin özü zarar
görmeyen unsurlardaki ihtilâf yüzünden ye-minleşme olmaz. Çünkü süre ve şart, şartın meydana
gelmesiyle
sabit olur. Burada sözde sonradan
gerçekleşen unsurları inkâr edene aittir. Bu
meselede fakihler, akitte muhayyerlik olduğunu inkâr edenin söz sa-hibi bulunduğunu kesinlikle
söylemişlerdir. Fakihler şart muhayyerliği ile ilgili iki görüş ortaya koymuş olup biz onları konusu
içinde
ifade etmiştik. Mezhebin asıl görüşü ise, burada zikrettikleridir. Bahır.
Musannıf
burada süreyle ilgili ihtilâfı mutlak bir şekilde zikretmiş-tir. Bununla, akdin süresinin aslı
veya miktarı hakkındaki ihtilâf da kap-sama alınmıştır. Öyleyse burada, söz, sürenin fazlalığını inkâr
edene
ait-tir. Ancak, selemin süresi
üzerindeki ihtilâfta, bunun aksine yeminleşme cereyan eder.
Bunu,
kendi konusu içinde zikretmiştik.
Akdin
süresinin dolup dolmadığı
konusundaki ihtilâf bu meselenin istisnasıdır. Çünkü oradaki
ihtilâf
halinde söz müşterinindir. Zira hak onundur. Çünkü o, hakkın tam verildiğini inkâr
etmektedir.
Nihâye adlı eserde de böyledir.
Bahır.
Bahır'da
şöyle denilir: «Süredeki ihtilâftan
tarafların selemin süresi konusundaki ihtilâfları da
istisna
edilmiştir. Birisi selemin süresini id-dia ederken, diğeri ona karşı çıkmış olsa, selemde
makbul
olan söz Ebû Hanîfe'ye göre
süreyi iddia edenindir. Çünkü selemde süre şarttır ve süreyi
konuşmamak
akdi fâsid kılar. Öyleyse selemde tarafların süreyi öne geçirmesi selemin ancak
süreyle
geçerli olduğunu gösterir.» Fakat
açıkladığımız mesele bunun aksinedir. Çünkü bu
meselenin
geçerli olup olmamasının sürenin şart kılınması ile hiçbir ilgisi yoktur.
«Semenin
bir kısmının alınması ilh...» Veya bir kısmını düşürmek veya hapsini ibra etmekle ihtilâf
etseler,
yine yeminleşme yoktur. Bahır. Burada «semenin bir kısmı» ile kayıtlamak konusunda
görüş
birliği var-dır. Çünkü, semenin
tamamının kabzında ihtilâf etmek
de bir kısmında ihtilâf etmek
gibidir.
Bu da ancak satıcının sözünün kabul edilmesidir.
«Yemini
ile ilh...» Çünkü buradaki ihtilâf, üzerinde akit yapılan şey-de değildir. O zaman fiyat
düşürme
veya semenden ibra gibi ihtilâflara benzer. Zira bunda ihtilâf etmek akdin özüne zarar
vermez.
Ama se-menin vasfında veya cinsinde ihtilâf etmek bunun aksinedir. Çünkü se-menin
özellik
veya cinsindeki ihtilâf bizzat semenin kendisine racidir. Zira semen deyndir. O da özelliği ile
bilinir.
Ama süredeki ihtilâf bu-nun gibi değildir. Bilindiği gibi, semen süre geçtikten sonra da var
ol-maya devam etmektedir.
Bahır.
«Mebiin
helakinden sonra ilh...» Musannıfın bu sözünden anlaşıl-dığına göre süre ve sonra
gelenlerdeki ihtilâfın helakten önce veya son-ra olması arasında hiçbir fark yoktur.
«Mebii
ilh...» Yani mebî müşterinin elinde helak olduktan sonra ye-minleşme cereyan etmez. Eğer
mebî,
müşteri kabzetmeden önce helak olursa zaten akit fesholur. Miraç.
«Ayıplanmasından ilh...» Yani, mebî geri vermeye engel olacak şe-kilde ayıplandıktan sonra
yeminleşme olmaz. Bunda bir görüş vardır. Çünkü bu
durum helak kapsamına girmektedir.
Fakihlerin
bu konudaki ifadesi şöyledir: «Müşterinin mebîi meydana gelen ayıpla
birlikte geri
vermeye gücünün yetmemesi ölçüsündeki ayıplama
helak hükmündedir. Kifâye adlı
eserde de,
«Mebî
bitişik veya ayrı bir artışla artsa» denilmiş-tir. Meselâ, mebîin kendi bünyesinden bir artışın
olması;
yağlanma, şiş-manlama veya doğurma ve benzeri şekillerde olabilir. Gururu'l-Efkâr adlı
eserde
de, «Eğer artış mebîin bünyesinden değilse, meselâ; fiyatın-da artış olmuşsa, bu artış
kabızdan
önce veya sonra olsun, bütün âlim-lerin ittifakiyle müşteriye ait olur»
denilmiştir.
«Müşteri
dışındaki ilh...» Zira tarafların her ikisi de helak olan me-bîin kıymeti onun yerine geçtiği
için
yemin ederler.
«Helak
olanın kıymeti üzerine feshedilir
ilh...» Akit, helak olan şey kıymetli mallardan ise kıymeti,
mislî
mallardan ise misli geri verilmek üzere feshedilir. Hayreddin, S.
«İcmaen
yeminleşme vardır ilh...» Eğer
malın bedelinin deyn veya ayn olduğunda ihtilâf ederlerse,
ikisi
de yemin ederler. Ama müşteri malın bedelinin bir ayn olduğunu iddia ederse, İmameyn'e göre
yemin
ederler. Ama satıcı, mal bedelinin ayn olduğunu iddia eder, müşteri de deyn olduğunu iddia
ederse,
o zaman yemin etmezler. Söz
müşterinin-dir. Kifâye.
«Hem
satılan, hem de bedeli mebî durumunda olur ilh...» Böyle bir durumda üzerinde akit
yapılan
mal
mevcut olduğu için akit de
mevcut-tur. Alıcı ve satıcı,
yeminleşmeden sonra kendi ellerindekini
geri
verir-ler. Bahır.
«Semenin
cinsinde ihtilâf etseler ilh...» Semenin cinsindeki ihtilâf, miktarındaki ihtilâf gibidir. Ancak
mebîin
helak olması durumunda böyle
değildir. Bahır.
«Karşılıklı yemin ederler ilh...» Taraflar semen üzerinde ittifak ede-medikleri için akdin feshi için
karşılıklı yemin etmeleri
gerekir.
«Bir
kısmı müşteri elinde helak edilmişse ilh...» Yani bir kısmı kabzdan sonra helak olursa,
yeminleşme cereyan etmez. Bu hususu Mu-sannıf yakında
zikredecektir.
«İki
hayvanı kabzetmesinden sonra ilh...» Ama hayvanın biri veya ikisi kabzdan önce ölürse
karşılıklı yemin ederler. Mebîin artışında ih-tilâf ederlerse inkâr iki taraftan olduğundan her ikisi de
yemin
ederler.
Kifâye.
«Ebû
Hcmîfe'ye göre yemin etmezler ilh...» Çünkü yeminleşme, mebîin tamamının mevcut olması ve
kabzedilmiş bulunmasından sonra uy-gulanır. Buna göre
mebîin bir bölümü helak olsa,
yeminleşmenin şartı bulunmadığı için Ebû Hanîfe'ye göre söz, yeminiyle birlikte müşteriye aittir.
Çünkü
o ziyadeyi inkâr etmektedir.
Gurerü'l-Efkâr.
«Aslını ilh...» Yani satıcı helak olan şeyin kıymetinden hiçbir şey almaz. Sanki o
şey hiç helak
olmamış
gibi akit mevcut olanın üzerine
yapılır. O zaman mevcut olanın
semeninde yeminleşme
uygulanır. Bun-ların hangisi yeminden kaçınırsa, diğerinin iddiasını kabul etmiş sayılır.
«Buhara
âlimleri ilh...» Yani cümlenin anlamı, mebîin bir kısmı he-lak olduktan sonra yeminleşme
değil,
yalnız müşterinin yemin etmesi gerekir. Ancak satıcı eğer helak olan şeydeki hissesini
semenden
terke razı olursa, o zaman karşılıklı yemin ederler.
Gûrerü'l-Efkâr'da şöyle denilmiştir: «Bizim meseleyi zikretmemizden sonra bazı âlimler tarafından
ifadedeki
istisna, ifadenin siyakından an-laşılan, müşterinin yemin
etmesindendir. Yani satıcı,
müşterinin
ikrar ettiği semenin miktarı helak olan şeyin semeninden alır. Zira satıcı, müş-teriden
almayı
dava ettiğinin toplamından, sulh yoluyla mebîden mev-cut olanı almıştır. O zaman müşteriye
yemin
teklifine ihtiyaç kalmaz. Ebû Hanîfe'den de «Satıcı müfterinin ikrar ettiği miktarı helak olan
mebîin
semeninden alır, fazlasını alamaz. O halde her ikisi de yemin eder. Mebî-den mevcut olanı
da
geri verirler. Yani müşteri, mebîden
geri kalanı sa-tıcı da semeninden geri kalanı iade eder» diye
nakledilmiştir.»
«Müşteriye
yemin düşer ilh...» O zaman satıcı sulhen müşteri tara-fından iddia edilen şeyi canlı
olarak
alır. Zeylâî.
aikâleden sonra ilh...» Musannif burada niçin, «ikâleden sonra ih-tilâf» kaydını koymuştur? Zira
onlar
selemin sermayesinin miktarında
ihtilâf etmiş olsalar ve yemin de etseler, o zaman miktardaki
ihtilâf
se-lemin sermayesinin cinsindeki,
nev'indeki, vasfındaki ihtilâf ve
selem yapılan maldaki
ihtilâf
gibi olur. Nitekim biz bu hususu
selem bahsinde zikretmiştik. Bahır.
«Selem
aklinde ilh...» Burada neden yeminleşme caiz değildir? Zira ikâlenin kaldırılmasını gerekli
kılan
selem davasıdır. Selem ise borç-tur. Düşen bir daha dönmez. Sâyıhâni.
«Selen
tekrar avdet etmez ilh...» Selem konusunda ikâle selem akdini bozmayı kapsamına almaz.
Çünkü
selem konusunda ikale, düşürmek demektir. Bundan sonra tekrar dönmez. Satım akdi ise
Herkle
geleceği gibi bunun aksinedir. Fakihlerin açıklamalarına göre, bu konuda uygun olan durum
şudur:
Selem akdinde eğer taraflar ikâleden sonra cin-sinde, türünde, sıfatında ihtilâf ederlerse
hüküm
yine yukarıdaki gibidir. Ancak ben bu konuda bir açıklık görmedim. Bahır.
Yine
Bahır'da, «Fakihlerin bu meseledeki yazdıklarından anlaşıldı-ğına göre, ikâle yapılan akitte,
ikinci
bir ikâle daha yapılabilir. Ancak
selemde yapılan ikâle bunun dışındadır. Yani selem akti ikâle
ile
fesh-edildikten sonra tekrar ikâle yapılamaz. İbre de ikâleyi kabul etmez. Biz bu konuyu Fevâid
adlı
eserde yazmıştık»
denilmiştir.
METİN
Akit
yapan taraflar ikâleden sonra semenin
miktarında ihtilâf etse-ler ve delilleri de olmasa,
karşılıklı yemin ederler. Eğer mebî ve semen kabzedilmiş olur ve alıcı ikâle hükmü ile mebîi satıcıya
geri
vermemiş bu-lunursa, bu takdirde
şeminleşmeden sonra satın akdi, eski hali üzere devam
eder.
Eğer alıcı, ikâle hükmü ile mebîi geri vermişse, o zaman yeminleşme cereyan etmez ve söz,
yemini
ile birlikte inkâr edenindir. İmam Muhammed buna karşı çıkmıştır.
Eğer
karı koca kim delil ikâme ederse onun lehine hüküm verilir. Eğer her ikisi de delil getirirlerse,
o
zaman emsal mehir, kocanın deli-linin tercih edilmesi daha uygundur. Çünkü burada kadın dış
görünüşe
aykırı olan bir durumu isbat etmiş
olur ki, bu tercih edilmez. Eğer emsal mehir eşlerden
her
ikisine şâhid değilse, yani eşlerin öne sürdüğü mehir miktarına uygun düşmüyorsa, deliller eşit
oldukları
için birbirleri-ni ibtal ederler. Bu durumda sağlam görüşe göre, kadına emsal mehir
gerekir.
Karı
kocadan her ikisi de delil getirmekten aciz olurlarsa, karşılıklı yemin ederler. Bu yeminleşme
ile
nikâh akdi feshedilmiş olmaz. Çünkü mehir nikâha bağlı bir hak olup, onun tesbit edilmemiş
olması
nikâhın ak-dinde semenin belirlenmemiş olması akdi fâsid kılar. Mehir konusundaki
yeminleşmede önce koca yemin eder. Çünkü mehri daha önce teslim et-mek kocanın hakkıdır. O
halde
iki yeminden ilkini erkeğin yapması
ge-rekir. Yeminleşmeden sonra da erkeğin kadına emsal
mehir
vermesine hükmedilir. Zira
yeminleşme olduktan sonra, artık
nikâh sırasında mik-tarı
belirlenen
mehre itibar edilmez. O halde yeminleşmede eğer mehir erkeğin iddia ettiği miktarda
veya daha az olursa, onun sözü ile hü-küm verilir. Eğer kadının dediği kadar veya daha fazla olursa,
o
zaman da karının sözü ile hüküm verilir. Eğer her ikisinin iddiaları gibi olmasa o zaman da emsal
mehre
hükmedilir.
Kiracı
ile kiralayan, kira bedelinde veya kira akdinin süresinde, he-nüz kiracı yararlanmadan önce
ihtilâf
ederlerse her ikisine de yemin teklif edilir. Hangisi yeminden kaçınırsa, onun aleyhinde
hüküm
verilir. Taraflardan birisi delil
getirirse, delili kabul edilir. İhtilâfları kira bedeli üzerinde ise,
önce
kiracıya yemin teklif edilir. Eğer anlaşmazlık kira sü-resi üzerinde ise, önce kiraya verene
yemin
teklif edilir. Eğer her ikisi de delil getirirlerse, bedel konusunda mal sahibinin, süre
konusunda
kira-cının delili tercih edilir. Fakat kiracı, kiraladığı şeyden henüz yararlanmamışsa o
zaman
yeminleşme cereyan etmez. Söz, yeminiyle birlikte kiracınındır. Çünkü o, ziyadeyi inkâr
etmektedir.
Eğer
kiraya verilen şeyin bir bölümünden yararlanıldıktan sonra ta-raflar arasında ihtilâf çıkarsa,
yeminleşme olur ve akit geri kalan kısım için feshedilir. Geçmişe ait söz de kiracınındır. Çünkü kira
akdi
önceki bölümde saat saat yerini bulmuştur. Zira onun her bir
sözü bir akit gi-bidir. Sözün akdi
ise
bunun aksinedir.
Karı
ile koca, altın veya gümüş cinsinden de olsa, evde bulunan eş-yalar konusunda ihtilâf etseler,
bunlardan
her birinin kendisine uygun olan
eşyada yeminiyle birlikte söz hakkı vardır. Burada
eşlerin
köle, mükâteb emsaliyle karı koca hayatı yaşanabilen çocuk yahut müslüman er-kekle evli
zimmî
kadın olması, nikâhın hâlen mevcut olup olmaması, eş-lerin her ikisine veya yalnız birisine
ait
bir evde oturmaları hükmü de-ğişmez.
Hizânetü'l-Ekmel. Çünkü burada
mülk sahibi olmaya
değil,
zil-yedliğe itibar edilir. Ancak eşler, oturdukları evde bulunan eşyayı üreten, eşya alım
satımını
yapan kimselerden iseler, bu takdirde söz dış görü-nüşün çelişkili olması sebebiyle erkeğe
aittir.
Dürer. Eşya hem erkeklere hem de kadınlara elverişli bulunursa söz yine erkeğindir.
Çünkü
kadının
kendisi de, elinde bulunan eşyası da kocanın zilyedliği
altında bulunmaktadır. Bu sebeple
söz
zilyed olan kocaya aittir. Ancak
yalnız kadın-lara ait olan eşyada
ihtilâf ederlerse, o zaman dış
görünüş
bakımından kadının delili erkeğin delilinden daha kuvvetli olduğu için söz, yukardakinin
aksine
kadınındır. Böyle bir ihtilâf
vukuunda karı kocadan her ikisi de
delil ikâme etseler, o zaman
da
kadının delili ile hükmedilir. Çünkü onun delili, kendisi zilyed sayılmadığı için, dışa ait bir delil
sayılır.
Haniye.
Eğer
eşler arasında ev konusunda ihtilâf olursa, karı evin kendisine ait olduğuna dair bir delil
ikâme
etmedikçe, ev prensip olarak kocaya aittir. Bahır.
Yukarıda
yazdığımız hükümlerin hepsi, karı
kocanın ikisinin de hatta olmaları hali içindir. Ama eğer
karı-kocadan birisi ölür ve onun varisi hayatta olanla karı kocanın her ikisine de uygun olan eşyada
ih-tilâf
ederse, burada söz, köle bile olsa yemini ile birlikte hayatta olan eşe aittir, imam-ı Şafiî ile
İmam
Mâlik, «İhtilâf edilen mal hayatta olan-la ölenin varisinindir»
demişlerdir. İbn-i Ebî Leylâ,
«Malın
hepsi hayatta olanındır» derken, Hasanü'l-Basrî de, «Malın hepsi kadınındır» demiştir.
İşte
bu konuda fakihler arasında yedi görüş vardır. Hâniye'de de bu mesele hakkında dokuz ayrı
görüş
olduğu söylenmiştir.
İhtilâf
eden karı kocadan birisi ticarette izinli köle veya mükâteb olursa
imameyn ile İmam Şafiî
demişlerdir
ki, burada izinli köle ile mü-kâteb hür gibidir. Hayatta ise burada
söz, hürün sözüdür.
Ölümden
son-ra ise söz hayatta kalanındır.
Çünkü hürün tasarruf kölenin
tasarru-fundan daha
kuvvetlidir. Ölene ise tasarruf yoktur.
İZAH
«Cinsi
üzerinde ihtilâf etseler ilh...» Meselâ mehirin cinsi ile ilgili anlaşmazlıklarında erkek, «Senin
mehrin
şu köledir.» kadın da. «Hayır şu câriyedir» dese, o zaman cins ve miktarın hükmü eşit olur.
Ancak
şu durum müstesnadır: Eğer kadının emsal mehri cariyenin kıymeti ka-dar veya daha fazla
olursa,
o zaman bizzat cariye değil, kıymeti
kadı-nın mehri olur. Nitekim
Zahiriye ve Hidâye'de de
böyledir. Bahır.
Bahır'da
şöyle denilmiştir. «Musannıf, cinsî
tekârrübten önce boşa-ma halinde, taraflar arasında
çıkacak mehir anlaşmazlığının hükmünü zikretmemiştir. Bunun hükmü Zahîrîye'de olduğu gibi
şudur:
Cinsi tekârübten önce, boşama halinde, eşler arasında çıkacak mehir anlaşmaz-lığında,
kadının
mahir hakkı, kocanın iddia ettiğinin yarısıdır. Eğer bu
eşler köle ve câriye statüsünde
ise, o
zaman
kadının hakkı mut'adır. An-cak ayrılan karı koca aralarında cariyenin kıymetinin yarısı
üzerinde
anlaşırlarsa, o zaman cariyenin kıymetinin yarısı kadının hakkıdır.
«Delilin
ilh...» Kadının delilinin kabulüne gelince, bu açıktır. Zira kadın meselâ, iki bin lira mehir
iddia
ediyorsa, bu iddiasında kapalı yön
yoktur. Ancak kapalılık kocanın delilinin kabulü hususunda
vardır.
Çünkü erkek ziyadeyi inkâr etmektedir, öyleyse ona düşen delil değil yemin-dir. Onun delili
nasıl
kabul edilir diye sorulursa, deriz
ki, erkek burada şekil bakımından iddia edendir. Zira erkek
ikrar
ettiği mehrin karşısın-da kadının ona kendisini teslim ettiğini iddia ediyor. Kadın ise
inkâr
edi-yor. Nasıl vedîa alanın delili vediayı sahibine geri verdiği
davasında ka-bul edilirse, burada da
erkeğin
delili kabul edilir. Miraç.
«Erkeğin
delili tercih edilir ilh...» Şârih'in bu ifadesi geçen iki me-selenin de illetidir. Hâmiş'te,
«Eğer
kadın, kocası üzerinde bakiyye ka-lan mehri hususunda kocasının varisleri ile ihtilâfa düşer
ve
davasına delil ikâme edemezse, emsal mehrin miktarı hususunda söz, yeminiyle birlikte kadına
aittir»
denilmiştir. Hâmidiye,
Bahır'dan.
«Nikâhları fesholmaz ilh...» Eşlerin nikâh akdi sırasında mehir mik-tarını tesbit etmemiş olmaları
halinde,
daha sonra bu konuda çıkacak ihtilâf yüzünden yeminleşme yoluna gidilse, bu durum
nikâhın
sıhhatine zarar vermez. Çünkü mehir
satım akdinin aksine nikâha tabidir. Yuka-rıda geçtiği
gibi
satım akdinde semenin belirlenmemiş olması akdi fasid kılar. Minah ve Bahır.
«Önce
erkek yemin eder ilh...» Remlî, Bahır'ın Mehir bahsinden o da Kâyetü'l-Beyân'dan naklen
şöyle demektedir: «Eşlerden her ikisinin de yemin etmesi gerekiyorsa, hangisinin önce yemin
edeceğinin
kur'a ile belirlenmesi müstehâb olur. Zahiriye adlı eserde tercih edilen ve bir çok
âlimlerce de benimsenen görüşe göre yemin önce kocaya teklif
edi-lir. Buradaki ihtilâf
öncelikle
ilgilidir.»
«Teslim
etmek kocanın hakkıdır ilh...» Yani önce koca mehri öder, sonra da kadın kendisini teslim
eder.
«Emsal
mehir hükmedilir ilh...» Yani önce iddiaları hususunda kar-şılıklı yemin ederler, sonra da
kocanın
karısına emsal mehri vermesi için hükmedilir. Bu İmam Kerhî'nin görüşüdür. Zira mehri
müsemma
bulun-duğu yerde emsal mehre itibar
edilmez. Yeminleşme sonucu, nikâh ak-di
sırasında
konuşulan mehre itibar düştüğü için kadına emsal mehir ve-rilir. Bu yüzden, bütün
durumlarda
yeminleşme, emsal mehre hüküm
vermekten önce
gelir.
İmam
Râzi'nin araştırmasına göre ise emsal mehre yeminleşmeden önce hükmedilir. Biz bu konuyu
ve
Ebû Yusuf'un karşı çıkışını, Mehir
bahsinde zikretmiştik. Bahır.
«Kiralanan
şeyi kullanmazdan önce ilh...» Taraflar, kiracı henüz kiralanan yeri kullanmazdan önce
kira
bedeli veya süresi hakkında ih-tilâf etseler, yeminleşirler. Çünkü satım akdinde yeminleşme
kıyasa
uy-gun olarak kabzdan önce olduğu gibi, onun benzeri olan icarede de ki-ralanan şeyi
kiracının
kullanmasından önce olur. Bahir. Burada, kira-lanandan yararlanmanın anlamı, kira
süresince ondan faydalanma imkânının bulunmasıdır. Yararlanmanın yokluğunun anlamı da
kullanma
im-kânının olmamasıdır. Çünkü bilindiği gibi, kullanma imkânı da ücretin gerekli olması
bakımından
kullanma gibidir. Bahır.
«Önce
kiracıya yemin teklif edilir ilh...» Yeminden kaçınmanın ya-rarının bir an önce görülmesi için,
ilkönce
kiraya verene yemin teklif edilmesi gerekir. Çünkü kiralanan şeyin teslimi gereklidir,
denilirse,
şöy-le cevap verilir: Eğer kira bedelinin peşin verilmesi şart kılınmışsa, o za-man sanki
daha
önce inkâr etmiş sayıldığından, önce
kiracının yemini ile başlanır. Eğer kira bedelinin peşin
verilmesi
şart kılınmamışsa, mal sahibi kiraya verdiği şeyi teslim etmekten kaçınamaz. Zira onun
teslimi
kira bedelinin peşin olarak teslimi şart koşulmadığı takdirde, kira bede-linin kabzına bağlı,
değildir.
Ebussuud.
İmâye'den.
«Eğer
ihtilâf kira süresi üzerine ise ilh...» Ama eğer ihtilâf hem kira bedeli hem de süre üzerinde ise,
her
iki tarafın da fazlalık hususunda ge-tirmiş oldukları deliller kabul edilir. Meselâ, mal sahibi
kiraya
verdiği şeyin aylığının on dirhem olduğunu kiracı da iki aylığının beş dirhem olduğunu iddia
eder
ve bu iddialarına delil
getirirlerse, iki aylığının on dirheme kiraya verilmiş olduğuna hükmedilir.
«Eşler, ev eşyası konusunda anlaşmazlığa düşseler ilh...» Musan-nıfın burada karı koca sözünü
zikretmesi
yalnız eşler arasındaki ev eş-yası ile ilgili ihtilâfları belirtmek içindir. Böylece aşağıdaki
ihtilâf
konu-lanı dışarıda kalmış olur.
1)
Koca dışında, diğer birden çok eşlerinin ev eşyası ile ilgili anlaşmazlıkları,
2}
Babanın, kızıyla arasında, çeyiz eşyası konusundaki anlaşmaz-lıkları,
3)
Babanın oğlu ile, ev konusundaki
anlaşmazlıkları,
4)Ayakkabı tamircisi ile kokucunun, ellerindeki aletler konusunda-ki anlaşmazlıkları,
5)
Ev sahibi ile kiracı arasında, evin demirbaş eşyası konusundaki anlaşmazlıkları.
İşte,
eğer yukarıda «eşler» tabiri kullanılmasaydı, buradaki ihtilâfın karı-koca arasında mı, yoksa
sayılanlar
arasında mı olduğu bilinmezdi. Bu
saydıklarımız. Bahir adlı eserde açıklanmıştır. Bazısı
ileride
ayrıca gelecektir.
«Söz
yemini ile birlikte her birine
uygun olan eşyada onundur ilh...»
Kınye'de kız çocuklarına çeyiz
hazırlama
konusunda şöyle denir: «Karı ile koca birbirinden ayrılsalar, kadın odasında hizmet
gören
cariyeyi beraberinde götürerek bir yıl istihdam etse, kocası da bunu bildiği halde sussa,
sonra
da onu iddia etse kocanın iddiası kabul edilir ve cariye ona teslim edilir. Çünkü kocanın
mülkiyeti
devam etmektedir. Bu mül-kiyetin ortadan kalktığı da ispat
edilmiş değildir.»
Kınye'den yapılan bu nakilden anlaşılıyor ki karı-kocaya elverişli olan bir
şey, karı tarafından
götürülürken
kocanın susması, kocanın da-vasını bâtıl kılmıyor. Eğer kadın, götürdüğü şeyi
kocasının
satın aldığı-nı ikrar etmezse durum böyledir. Ama eğer kocasının satın aldığını ik-rar
ederse
karının davası düşer. Çünkü kocasının satın aldığını söyle-mesi, onun kocasının mülkü
olduğunu
ikrar etmesidir. Kocasının mülkü olduğunu ikrar ettikten sonra o şeyin kendi mülkiyetine
geçtiğini
iddia etse, bu el değiştirme ancak delil ile sabit olur.
Kadın,
kocasının aldığını ikrar ettikten sonra o şeyi ayrıldığı kocasın-dan satın aldığını iddia etse,
bu
da ancak delil ile sabit olur. Hâniye'de olduğu
gibi.
Buradan
açıkça anlaşıldığına göre, eşinden ayrılan koca, dava ko-nusu şeyi
satın aldığına dair delil
getirse,
bu delili, karısının kocasının aldığını ikrar etmesi gibi olur. Yine dava konusu şeyin ayrılan
kocadan
boşadığı karısına hibe ve benzeri yollarla intikal ettiğine
dair iddiada da delil gereklidir.
Karının
ayrıldığı kocasının aldığı bir şeyi
onan rızası ile kullanması, kocasının o şeyi, kadınların ve
halkın
anladığı gibi, karısına temlik ettiğine delâlet etmez. Bununla birkaç defa fetva verdim. Bahır.
Hâmiş'te
şöyle denilmiştir: «Kadınlara mahsus eşyanın mülkiyet id-diasında kabul edilen söz,
yemini
ile birlikte kadınındır. Kadın ve erkeğe mahsus olan eşyada da durum böyledir. Yine söz,
yemini
ile birlikte ka-dınındır. Kadın, yalnız kadınlara mahsus veya kadın ve erkeğin beraber
kullanacağı eşyanın davasında, yanında vedîa olarak kaldığını iddia ederse, söz yine yemini ile
birlikte
kadınındır. Allah daha iyisini bilir. Hamidiye'de de
Şelbî'den naklen
böyledir.»
«Zahir
delilleri ilh...» Yani biz burada zilyedliği dış görünüşü
olan açık bir delil saydık. Eğer
zilyedliği esas almazsak, her iki eşin dış görü-nüşlü delillerinin çatışması, davalarının düşmesine
yol
açar.
«Dürer
ilh...» Dürer'in ifadesi şöyledir: «Ayrılan karı-kocanın her iki-si de ihtilâf ettikleri şeyi üretiyor
veya alım-satımını yapıyorsa, meselâ: erkek kuyumcu ise, onda birtakım bilezik, yüzük ve benzeri
takılar
var-sa, bunlar kadına mahsus olmakla birlikte kadının olamaz. Yine, ka-dın erkek elbisesi
satan
bir dellal ise, veya erkek ve kadın
elbisesi veya yalnız erkek elbisesi ticareti yapıyorsa, bunlar
da
erkeğin olamaz.» Hidâye şerhlerinde
de böyledir.
Şurunbulâiiye'de
de şöyle denilmiştir: «Musannıfın, «Karı ile arasında ihtilâf konusu olan eşyada
söz,
herkesin kullanabileceği eşya-da yemini ile birlikte onundur. Ancak karı-kocanın her ikisi de
diğerine
elverişli olanı alıp satıyorsa» sözü
genel değildir. Zira Musannıfın, «Üre-tir veya
alım-satımını
yaparsa» sözü genel olamaz. Zira kadın evliliği sırasında eğer erkek elbisesi veya
kadına
ve erkeğe elverişli olan kap; altın, gümüş, ev eşyası ve arsa gibi şeyleri satıyorsa, yine
bunlar
er-keğindir. Çünkü kadın ve elindeki
eşya erkeğin zilyedliği altındadır. Da-valarda söz de
zilyed olana aittir. Yalnız kadına has olan bir eşya bunun aksine kadına aittir. İnâye'de olduğu
gibi.»
Bu
hükümler, aşağıda zikredilecek meselelerde daha iyi
anlaşıla-caktır.
«Söz
hayatta olanındır, ilh...» Yemini ile birlikte söz hayatta olanın-dır. Dürr-i Müntekâ. Çünkü
ölünün
tasarrufu yoktur. Bahır'da da Hizâne'den naklen, şu mesele istisna edilmiştir: Kadın eğer
zifafı
kocasının evinde yaptı ise, o zaman her ikisine uygun olan eşya ile kadının em-sali kadınlara
çeyiz
yapılan eşyanın kocaya verilmesi istihsan olmaz. Ancak koca o cins eşyanın ticaretini
yapmakla
biliniyorsa o zaman' o eş-ya erkeğindir.
«Dokuz
ayrı görüş ilh...» Bu görüşlerden birincisi kitapta olandır. İkincisi ise Ebû Yusuf'un
görüşüdür
ki, kadına emsali kadınların çeyizi kadar eşya verilir, geri kalanı erkeğindir. Üçüncüsü
İbn
Ebî Leylâ'nın gö-rüşüdür ki, eşyanın hepsi erkeğindir. Yalnız elbisesi kadınındır. Dördün-cüsü,
İbn
Muin ile Şarîk'in görüşüdür ki,
ihtilâf edilen eşya ikisi arasın-da taksim edilir. Beşincisi, Hasan-ı
Basrî'nin
görüşüdür ki, hepsi kadı-nındır. Yalnız elbisesi erkeğindir. Altıncısı, Şureyh'in sözüdür ki,
ev
ka-dınındır. Yedincisi, İmam
Muhammed'in görüşüdür ki, talâk ve
ölümde her ikisine de uygun
olan
eşya kocanındır. İmam Muhammed,
müşkil olmayanda Ebû Hanife'ye uymuştur. Sekizincisi,
Züfer'in
görüşüdür ki, her ikisinin kullanabileceği eşya her ikisinindir. Dokuzuncusu, İmam Malik'in
görüşüdür
ki, hepsi ikisinin arasında taksim edilir. Bu görüşleri, Hizânetü'l-Ekmel nakletmiştir.
Herkesçe anlaşılmaktadır ki, dokuzuncu görüş dördüncü görüşün aynısıdır.
Bahır. Hâmiş'te de
böyledir.
Bir
cariye veya mükâteb yahut müdebber statüsünde
bulunan bir câriye azad edilse, azad edilmekle
nikâhı
feshedildiğinden ayrılmayı ko-canın yanında kalmaya tercih etse,
azad edilmezden önceki
evde
bulu-nan eşya kocasına aittir. Cariyenin bir hakkı
bulunmaz. Ama azad edil-dikten sonra ve
ayrılmayı tercih etmezden önce alınan eşyada, azad eden efendi ile azad edilen câriye, bizim daha
önce
boşanma konusunda açıkladığımız gibi, her ikisi de hür kimselerin tâbi oldukları hükümlere
tâbi
olurlar. Bahır.
Bahır'da
şöyle denilmiştir: «Kocası karısını boşarsa, kadının iddeti dolsa, her ikisinin de
kullanabileceği eşya kocası hayatta iken kocası-nın, kocası öldükten sonra da varislerinindir.
Çünkü
iddeti dolan kadın artık bir yabancı
gibi olmuştur. Onun hiçbir tasarruf
hakkı yoktur. Bir de
zikrettiğimiz
gibi her ikisinin kullanacağı eşya boşanmakla kocasına ait olur. Öldükten sonra da
varislerine
aittir. Ama kadın iddet beklerken
kocası ölürse, her ikisinin ortak kullanabileceği eşya
kadına
düşer. Zira erkek, iddeti bitmeden onu hiç boşamamış gibidir ve bu halde kadın ko-casına
mirasçı
olmaktadır.»
Mal
sahibi ile kiracı kiralık evin eşyasında ihtilâf etseler, burada ye-mini ile birlikte kiracınındır.
Kiraya veren yalnız üzerindeki elbiseyi
ata-bilir.
Bir
ayakkabı imalâtçısı ile esans imalâtçısı ayakkabı imalâtında ve esans imalâtında kullanılan
aletler
hakkında ihtilâf etseler, bu aletler iki-sinin de elinde bulunsa, o zaman hangisinin hangisine
uygun olduğuna bakılmaksızın o aletler ikisinin ortak malı sayılır. Bu konunun tamamı Sirâç'tadır.
Fakih
ve ihtiyaç içinde olduğu bilinen birinin evinde, boynunda yir-mi bin dirhemlik kese bulunan
köle
bir çocuk olsa, zenginlikle meşhur olan birisi bu köle çocuğun kendisine ait olduğunu iddia
etse,
çocuğu elinde bulunduran da kendisinin olduğunu ileri sürse köle zenginlikle tanınanındır.
Bir
evde temizleyicilik yapan birisinin
üzerinde ipekli bir elbise bulunsa, temizleyici elbisenin
kendisine
ait olduğunu iddia etse, ev sahibi de kendisinin olduğunu iddia etse, elbise ev
sahibinindir.
Yük
dolu bir gemide bulunan birisi un
tüccarı, diğeri gemici iki ki-şiden her birisi gemiyi ve içindeki
yükü
iddia etseler, içindeki un, un tüccarına, gemi de gemiciye verilir. Çünkü burada ikisinin de dış
görü-şüne
göre amel edilir. Bir gemide bir yolcu, bir dümenci, bir halatçı, bir de asker olsa, bunların
hepsi
geminin kendisinin olduğunu iddia
etse-ler, ocakçının ücretle çalışabileceği ihtimali göz
önüne
alınarak gemi diğer üçü arasında taksim edilir.
Birisi
bir deve katarını çekse, bir diğeri de katardaki develerden birine binmiş olsa, her ikisi de deve
katarının
kendisinin olduğunu iddia etseler, eğer katara yüklü eşyanın hepsi deveye binenin ise,
develer
yük-leri ile birlikte deveye binenin olur. Katarı çeken kişi de onun ücretli işçisi kabul edilir.
Eğer
deveye binenin develerden yükte
birşeyi yoksa, ona yalnız bindiği deve verilir.
Katarın diğer
kısmı
da katarı çekenin olur. Ama sığır ile koyun bunun aksinedir. Koyun ve sığır sürüsünü birisi
ön-den
çekse, diğeri arkadan sürse, her ikisi de sürünün kendisine ait ol-duğunu iddia etse, sürü
arkadan
sürenin olur. Bu konunun tamamı
Hizânetü'l-Ekmel'dedir.
İZAH
«Boşanma
konusunda açıkladığımız gibi ilh...» Yani, eşlerden her ikisine de elverişli olan ev eşyası
kocaya
aittir. Kadına elverişli olan eş-ya kadına aittir. Çünkü azatlı câriye, bu eşyanın alındığı sırada
hür
du-rumdadır. Nitekim bu husus,
ifadenin gidişinden de anlaşılmaktadır. Bu açıklamayı Sirâc
adlı
eserdeki ifadeler de teyid
etmektedir.
Eğer
koca hür, karı kitabet yapmış veya müdebbere veya Ümmü'l-Veled statüsünde
bir cariye ise,
ayrılmazdan önce de azad edilmişse, sonra evin eşyası hakkında ihtilâf etmişlerse, azad edilmeden
önce
alı-nan bütün eşya kocanındır. Azad edildikten sonra alınan eşyalar hak-kında ise her iki
hürün
ayrıldıklarında uygulanacak hükümler burada da uygulanır. Sayıhânî.
«Kadın
artık bir yabancı gibi olmuştur ilh...» Bu ifadeden anlaşılı-yor ki eğer karı-kocanın her ikisi
de
ölmüş olsalar, müştereken kullanabi-lecekleri eşyanın hükmü bunun
gibidir.
PRATİK BİR MESELE: Bir kimse uzun bir süre bir toprakta tasarruf etse, diğer bir kimse de bu
toprağı
ve başkasının onu tasarruf etmekte
olduğunu görse ve bir hak iddia
etmeden ölse,
ölümünden
sonra oğ-lu, o araziyi iddia etse, iddiası dinlenmez. O toprak mutasarrıfa terkedilir.
Çünkü
halk ona şahitlik etmektedir. Velvâliciye'den Hâmidiye.
«Sığır
ile koyun bunun aksinedir ilh...» Minah'ta şöyle denilmiştir. «Eğer bir sürü koyun veya sığır
olsa,
birisi sürüyü önden çeken diğeri arkadan süren iki kişi sürünün kendilerine ait olduğunu iddia
etseler,
sürü, sürene aittir. Ancak sürücü bu sürüden yalnız bir koyunun önün-den giderse, yalnız o
koyun onundur.» Hâmiş'te de böyledir.
PRATİK BİR MESELE: Bir kimse, temizleyiciye temizlenmek üzere dört parça keten bezi gönderse,
temizleyici
bezleri temizledikten sonra mal
sahibine, «Elçini gönder, malını göndereyim» dese, elçi
mal
sahibi-ne üç parça bez götürse, temizleyici dört parça
gönderdiğini iddia etse, elçi de, «Bana
sayarak
vermedi» dese, o zaman mal
sahibine, «Bunlar-dan dilediğinin sözünü tasdik et» denilir.
Mal
sahibi eğer elçisinin sö-zünü tasdik ederse, elçi davadan beri olur. Temizleyicinin yemin etmesi
gerekir.
Eğer yemin ederse, o da davadan beri
olur. Eğer yeminden kaçı-nırsa
malı tazmin etmesi
gerekir.
Mal
sahibi eğer temizleyiciyi tasdik ederse, temizleyici beri olur, elçinin temizlik ücretini vermesi
gerekir.
Çünkü temizleyici yemin edin-ce, onun kanaatine göre dört parça bez verdiği doğruluk
kazanır.
Bu sebeple temizlik ücreti elçiden alınır. Velvâliciye, ikinci fasıldan.