15 Ekim 2012

ŞUF'AYI BÂTIL KILAN ŞEYLER BABI...BİR



ŞUF'AYI BÂTIL KILAN ŞEYLER BABI

METİN
Satışı duyduğu mecliste şüf'ayı talep etmek anlamına gelen muvâse-be'yi terketmek şüf'a hakkını
bâtıl kılar. İbni Kemal. Bu görüşün tercih edildiği yukarıda geçmişti.
Akarın veya zilyedin yanında şahit gösterme talebini terk de şüf'-ayı ibtal eder. Ama muvasebe
talebinde şahit göstermeyi terk etmek şüf'ayı ibtal etmez. Çünkü bu gerekli değildir. Bu taleblerin
terkinin şüf ayı iptal etmesi, kudreti olduğu halde terketmesi halindedir. Nitekim yukarıda geçmişti.
Satım akdinden, sonra şüf'anın satıcı veya müşteriye teslim edilmesi de şüf'ayı ibtal eder. Bu fiilinin
şüf'a hakkını düşüreceğini ister bilsin, ister bilmesin. Ama satımdan önce satıcıya sattığı takdirde
şüf'a taleb etmeyeceğini söylemesi şüf'a hakkını bâtıl kılmaz. Nitekim geçti.
Vasinin veya babanın şüf'a hakkını teslim etmesi de şüf'ayı ibtal eder. Ama İmam Muhammed.
kıymetiyle veya kıymetinden aza satılma-sı halinde buna muhalefet etmiştir.
Şüf'a talebi için vekil olan kimse, şüf'a hakkını teslim etse veya müvekkilin aleyhine şüf'ayı teslim
ettiğine dair ikrar etse, eğer bu teslim ve ikrar hâkimin huzurunda olursa sahihtir. Eğer hâkimin
huzurunda ol-mazsa sahih değildir. Şu kadar var ki vekil hasım olmaktan çıkar. Çün-kü teslime
mâlik olan kimsenin susması teslim sayılır.
Şüf'aya karşılık bir ivaz üzerinde sulh yapılması da şüf'ayı iptal eder. İleride gelecektir. Üzerine sulh
yaptığı şeyi alan kimsenin aldığını geri vermesi gerekir. Çünkü o rüşvettir.
Bir kimsenin şüf'a hakkını bir mal karşılığında satması da şüf'ayı bâtıl kılar. Müşterinin o malı
vermesi de gerekli değildir. Nefsî kefalette de hüküm bunun gibidir. Ama kısas bunun aksinedir.
Çünkü bunda kar-şılık almak meşrudur. Karşılık almasıyla da hakkı düşmez.
Satılan binanın yarısını almak üzere semenin bir kısmı ile sulh yap-sa, sahihtir. Eğer o binadan
semen düşen hissesiyle bir oda alsa, sahih değildir. Çünkü aldığı zaman semen meçhuldür. Böyle
bir sulh yapmakla şüf'ası düşmez.
Talebten sonra veya önce, şüf'ayı almayan şüf'a sahibi öldüğü tak-dirde şüf'a bâtıl olur. Çünkü
şüf'a mirasa girmez. Burada Şafiî'ye hilaf vardır. Ama hakimin şüf'aya hükmetmesinden sonra şüf'a
sahibi ölürse, şüf'a bâtıl olmaz.
Müşterinin ölümü şüf'ayı bâtıl kılmaz. Çünkü istihkak edilen hak bakidir.
Şüf'aya hüküm verilmezden önce, şüf'aya vesile olan akarı satsa, şüf'a mutlaka bâtıl olur. Şüf'a
sahibi satışı ister bilsin, ister bilmesin.
Şüf'a vesilesi olan yeri mescid veya kabristan veya müseccel bir vakıf yapsa, şüf'a hakkı bâtıl olur.
Dürer.
Ama şüf'a talebine vesile olan akarı kendisinin muhayyerliği ile sat-sa, şüf'ası bâtıl olmaz. Çünkü
sebebi bakidir.
Şüf'a taleb edilen yeri şüf'a sahibinin müşteriden alması da şüf'ayı bâtıl kılar. Şüf'a derecesi ondan
aşağı veya onun benzeri olan kimse, şüf'a sahibi olan müşteriden birinci akitteki veya ikinci akitteki
fiyatla alabilir. Ama bunun aksine ibtidaen satın almış olsa, ondan aşağı olan kimse için şüf'a hakkı
yoktur.
Şüf'a sahibi şüf'a taleb edeceği yeri kiralamış olsa veya almak veya icare etmek için konuşup
kararlaştırsa, şüf'ası bâtıl olur. Multeka. Veya .Müşteriye kendisine aldığı fiyatla satmasını söylese
veya «semenine ben kefilim» demiş olsa, bu şekillerin hepsinde şüf'a bâtıl olur. Çünkü bunlarda
şüf'adan yüz çevirmenin delili vardır.
Şüf'a sahibine binanın bine satıldığı haber verilse, o da şüf'a hak-kını teslim etse, sonra binanın
daha az fiyatla satıldığını bilse veya kıy-meti bin veya daha fazla olan arpa veya buğdayla satıldığını
bilse şüf'a taleb etme hakkı vardır. Ama o binanın dinarla veya kıymeti bin olan meta ile satıldığı
ortaya çıksa, o zaman şüf'a hakkı yoktur.
Altın veya meta olduğunda şüf'a hakkı olmuyor da buğday veya ar-pa olduğunda niçin şüf'a hakkı
bulunuyor? Aralarındaki fark nedir? Fark şudur: Dinar veya meta kıyemîdir. Arpa ve buğday ise
mislidirler. Mislî olan şeyi vermek çok olsa bile ona kolay olur. O yüzden mislî olanda şüf'a vardır,
diğerinde yoktur.
Şüf'a sahibi binanın Zeyd'e satıldığını bilse ve şüf'ayı teslim etse. sonra binayı Zeyd'in değil Bekir'in
aldığını öğrense, şüf'a taleb etme hakkı vardır.




Binanın Zeyd'e satıldığını duyup sustuktan sonra binayı Zeyd ile birlikte başkasının aldığını duysa,
şüf'a sahibi diğer müşterinin aldığında şüf'a hakkına sahiptir. Çünkü ona teslim etmemiştir.
Binanın yarısının satıldığını duysa, şüf'ayı teslim etse, sonra binanın hepsinin satıldığını öğrense,
hepsinde şüf'a talebine sahiptir. Bunun ak-sine, yani önce hepsinin satıldığını haber alsa. şüf'ayı
teslim etse, sonra yarısının satıldığı ortaya çıksa zahiri rivayete göre ona şüf'a hakkı yok-tur. Zira
akarın hepsindeki teslim akarın bütün parçalarını teslim etmek-tir. Ama aksi bunun hilafınadır.
İZAH
«Muvasebe talebinin terki şüf'ayı ibtal eder ilh...» İsterse ona taleb hakkının sübutundan habersiz
olsun. Zira Hâniye'de şöyle bir ifade var-dır: «Bir kamışlık iki kişiye miras kalsa, bunlardan birisi
miras kaldığını bilmese, onun yanında başka bir kamışlık satılmış olsa ve şüf'ayı taleb etmese,
sonra komşu kamışlıkta hissesi olduğunu öğrense ve şüf'ayı taleb etse, fakihler onun şüf'asının
bâtıl olduğunu söylemişlerdir. Çünkü bilmemezlik özür değildir.»
«Bu görüşün tercih edildiği yukarıda geçti ilh...» Bu görüş fevren bilmesi sözüne tercih edilir. Sen
bu konuda olanı da şüf'a talebi babın-da öğrendin.
«Veya zilyedin yanında ilh...» Uygun olan, iki âkitten birisinin yanın-da denilmesiydi. Zira, yukarıda
geçtiği gibi müşteri yanında da şahit tutmak sahihtir. Akar onun elinde olmasa dahi. Satıcının
yanında şahit tutması sahihtir. İstihsânen, bina satıcının elinde olmasa da. Şeyhülislâm'ın zikrettiği
gibi. T.
«Muvasebe talebinde şahit göstermeyi terketmek şüf'ayı ibtal etmez. Çünkü bu gerekli değildir
ilh...» Hidâye'de de böyle denilmiştir. Ama mu-vasebe talebi sırasında şahit göstermenin, faydası,
müşterinin inkârı ha-linde ortaya çıkar. O zaman eğer müşteri tasdik ederse, şahit tutmadan da
taleb sahihtir. Nitekim biz bunu zikrettik.
Bu görüş Dürer sahibine reddir. Zira Dürer sahibi demiştir ki «Şuf'ayı, kadir olduğu halde
muvasebe talebinde şahit göstermeyi terketmek iptal eder.» Dürer sahibi Hidâye'deki «Şüf'a sahibi
satışı bildiği halde şahit göstermeye kudreti varken isnadı terkederse, şüf'ası bâtıl olur» sözüne
aldanarak yle söylemiştir. Dürer sahibi bu görüşü «Bilse, ya-nında da şahit olacak kimseler
olduğu halde onları şahit tutmayarak sussa...» şeklinde anlamıştır. Çünkü «kadir olduğu halde»
sözü buna de-lâlet etmektedir. Hidâye sahibinin, «gerekli değildir» sözünü de boş bir yerde satışı
bilinse diye yorumlamıştır. İşte Şurunbulâliye bunu şöyle reddetmiştir:
«Şart olan yalnız talebtir. Taleb üzerine şahit tutmak değildir. Hidâye'nin sözündeki şahit
göstermekten maksat, muvasebe talebinin bizzat kendisidir. Çünkü Hidâye sahibinin «talebten yüz
çevirme» sözü de buna delâlet eder. Hem bundan önce Hidâye sahibi, «Kuduri'»nin «Duyduğu
mecliste şahit edinmesi» sözünden maksat ancak muvasebe talebidir» diyerek tasrih etmiştir. O
halde Hidâye sahibinin iki sözü arasında aykı-rılık yoktur.» Özetle.
Şöyle de denilebilir: Hidâye sahibinin «Şahit göstermeyi terketse...» sözünden maksat, satışı bildiği
vakit akarın veya âkitlerden birisinin ya-nında kadir olduğu halde şahit göstermeyi terketmesidir. O
zaman da şüf'a bâtıl olur. Lakin şu kadar var ki bunda da bir görüş vardır. Zira o şüf'a bâtıl olmaz.
Senin de yukarıda bildiğin gibi «Eğer müşteri onu tasdik ederse, sahihtir» sözü, şüf'anın bâtıl
olmadığını gösterir.
«Kudreti olduğu halde terketmesi ilh...» Zira, bu taleb gereklidir. Hatta yazı veya elçi ile olsa da
muvasebe talebi imkânı olduğu halde şahit edinmese, şüf'ası bâtıl olur. Eğer imkânı yoksa bâtıl
olmaz. Yani birisi onun ağzını kapatsa veya namazda olsa, o zaman şüf'ası bâtıl olmaz. Minah.
Hâniye'den bizim naklen zikrettiğimiz «Muvasebe talebinde şahit göstermek şart değildir» ifadesini
yine de unutma.
«Teslim edilmesi de ibtal eder ilh...» Tatarhâniye'de şöyle denilmek-tedir: «Şüf'a sahibi «şu binanın
şüf'asını teslim ettim» dediği zaman sahih olur. Herne kadar teslim ettiği kimseyi tayin etmese dahi.
Şüf'a sa-hibi satıcıya, «Ben şüf'ayı sona teslim ettim» dese, velev ki mebinin tes-liminden sonra da
olsa) Istihsanen sahihtir. Zira bunun anlamı, «Ben se-nin için şüf'ayı terkettim» demektir. Yine şüf'a
sahibi vekile, «Ben sana şüf'ayı teslim ettim» dese, velev ki vekil onu müvekkiline teslim ettikten
sonra da olsa, istihsanen sahihtir. Ama bunu bir yabancıya demiş olsa, mesela bir yabancı şüf'a
sahibine gelerek, «Şüf'ayı müşteriye teslim et» dese, şüf'a sahibi de «Ben sana teslim ettim» dese,
sahihtir. Ama sözün başlangıcında «Ben sana teslim ettim» dese, sahih değildir. Ortak orada
bulunurken komşu, «Ben süf'amı teslim ettim» dese, sahihtir. Ondan son-ra ortak, «Ben de şüf'ayı
teslim ettim» dese, artık komşu için şüf'a ile olmak yoktur. Özetle.




Mecma'da şöyle denilmektedir: İmam Ebû Yûsuf, şüf'a sahibinin «Ben yarısını alıyorum» sözünü
teslim kabul etmemiştir. İmam Muhammed, Ebu Yûsuf'a muhalefet ederek teslim olduğunu
ylemiştir. Ama birincisi daha sahihtir. İbni Melek, Muhit'ten.
«Şüf'a hakkını düşüreceğini ister bilsin, ister bilmesin ilh...» Minah' ta şöyle denilmektedir: «Zira
darü'l-islâmda hükümleri bilmemek özür değildir.» En açığı odur ki, musannif bunu «susması
teslim sayılır» sözünün yanında zikretmeliydi. Çünkü o söz darü'l-islâmda hükümleri bil-memenin
özür olduğunu düşündürüyor. Ama teslimi zamanında ise, ona sebeb yoktur. T.
Ben derim ki: Bu konuda en uygunu Tatarhâniye'de olan şu ifade-dir: İster şüf'anın sübutunu bilsin,
ister bilmesin. İster bu hakkın kime düşeceğini bilsin, ister bilmesin. O sonuç değişmez.
«Satım akdinden önce bâtıl olmaz. Nitekim geçti ilh...» Ben geçmiş-te bu konuda bir açıklık
görmedim.
«İmam Muhammed muhalefet etmiştir ilh...» Zira İmam Muhammed teslimi ibtal etmiş, baliğ
olduktan sonra çocuk şüf'ayı alır demiştir. Bu hilaf üzerinedir ki, vasiye veya babaya çocuğun
binasının civarında bir binanın satıldığı haber verilse vasi ile baba taleb etmeseler, imameyne göre
şüf'a bâtıl olur. İmam Muhammed'e göre bâtıl olmaz. Çocuk baliğ olunca alabilir. İbni Melek.
«Kıymetiyle veya kıymetinden aza satılması hâlinde ilh...» Eğer kıy-metinden halkın onun
benzerinde yanılmayacağı bir fazlalıkla satılırsa, imamların ittifakıyla baba veya vasinin şüf'ayı
teslimi caizdir. En sağlam görüş ise, ittifaken teslimi caiz değildir. Çünkü baba veya vasi almaya
mâlik olmadığı gibi teslime de mâlik değildirler. İbni Melek.
Bu görüşün gereği şudur; Baba veya vasi kıymetinden fazlaya satılan bir akarda şüf'ayı teslim
ettikten sonra çocuk baliğ olsa. şüf'ayı taleb edebilir.
«Hakim huzurunda olmazsa sahih değildir ilh...» Bu İmameynin gö-rüşüdür. İmam Ebû Yûsuf'un da
birinci görüşüdür. İmam Ebû Yûsuf diğer bir görüşünde mutlaka sahihtir demiştir. Tatarhâniye'de
olduğu gibi. Ta-tarhâniye'de Velvaliciye'den naklen şöyle denilmiştir: «Vekilin şüf'ayı tes-lim etmesi
sahihtir. Bina her ne kadar İmameyne göre vekilin elinde de olmasa. Fetva da İmameynin görüşü
üzerinedir. İmam Muhammed bura-da muhalefet etmiştir.»
«Teslime mâlik olan kimsenin susması teslimdir ilh...» Baba ve vasi de teslime mâlik
olanlardandırlar. Nitekim biz ânifen zikrettik. Hâniye'den ve musannifin Fetâvâ'sından takdim
ettiğimiz şu ifadeleri de unutma: «Şüf'a sahibi satımı duysa, sussa, müşteri semeni öğreninceye
kadar şüf'ası bâtıl olmaz. Bakire kız gibi ki, ondan nikâh izni istenildiğinde ki-nlinle evleneceğini
öğrendiği zaman nikâhı iptal edebilir
«Şüf'aya karşılık bir ivaz üzerine sulh yapılması da şüf'ayı ibtal eder ilh...» Çünkü şüf'a yerinde
karar kabul eden bir hak değildir. Belki şüf'a yalnız temellük hakkıdır. O zaman p talebe karşılık ivaz
almak sahih de-ğildir. O hakkı düşürmek de caiz olan şartlara bağlanamaz. Öyleyse, fa-sit şartlara
bağlanmaması daha uygundur. O zaman şart bâtıl, düşürme de sahih olur. Talikin caiz olmaması
hususunda bir söz vardır ki, biz onu Allah diterse fer'î meselelerde zikredeceğiz.
«Şüf'a hakkını bir mal karşılığında satması da şüf'ayı bâtıl kılar ilh...» Hidâye'de «Biz onun neden
iptal ettiğini beyan ettik» denilmekte-dir.
Zahîre'de şöyle denilmektedir: «Eğer şüf'a sahibi şüf'ayı birisine hibe etse veya diğer bir adama
satmış olsa, onun satış veya hibesi şüf'ayı teslim etmek olmaz. Zira satım akdi mahalline isabet
etmemiştir. Birinci görüş daha sahihtir.» Özetle.
Ben derim ki: Hâniye'de şöyle birşey vardır: «Şüf'a sahibi şüf'ayı kendisine sabit olduktan sonra
satsa veya birisine hibe etse, şüf'a bâtıl olmaz. Çünkü şüf'a temliki ihtimal etmez. O zaman satım
akdi de yerine isabet etmemiştir.»
Bunun zahiri, satım akdi şüf'anın sübutundan önce olursa, şüf'a bâtıl olur. Çünkü onda talebi terk
vardır. Ancak, bu esah kavlin mukabiline bina kılınırsa, bâtıl olmaz. Bunu Minah'm Haniye ve
Müctebâ'dan zikrettiği ile birlikte düşün.
«Nefsî kefalette de ilh...» Nefsi ile kefil olan kimse, bir ma! üzerine kefil olduğu kimse ile sulh
yapsa, kefalet sakıt olur. O adamın mal ver-mesi bir rivayete göre vacib değildir. Sağlam olan da bu
rivayettir. Diğer bir rivayete göre ise, kefalet bâtıl olmaz ama mal da vacib değildir. Bu konunun
tamamı Kifâye ve Gâyetül-Beyân'dadır.
«Ama kısas bunun aksinedir ilh...» Çünkü kısas yerinde tekarrür eden bir haktır. Zira katilin nefsi
kısas hakkı olan kimselerin yanında mubahtır. Sulh ile ona kanının dökülmesi hususunda bir ismet




hâsı! olur. O zaman, onun karşılığında bir ivazla sulh yapmak caizdir. Miraç.
«Şüf'ası düşmez ilh...» Çünkü bunda şüf'a ile almadan kaçınmak yoktur. Ama metinde geçen
mesele bunun aksinedir. Velhasıl Nihaye'de de olduğu gibi şüf'a sahibinin müşteri ile sulh yapması
üç şekildedir. Bir durumda sahihtir. Başka bir durumda sahih değildir. Şüf'a da bâtıl ol-maz. Diğer
bir durumda ise şüf'a bâtıl olur. Mal vermek de vacib de-ğildir.
«Şüf'a sahibi öldüğü takdirde şüf'a bâtıl olur ilh...» Zira metinde geç-tiği gibi, şüf'a karşılıklı rıza
veya hâkimin hükmü ile mülk edinmektir. Öyleyse hakimin hükmünden sonra ölse de şüf'a batı!
olmaz.
«Müşterinin ölümü şüf'ayı bâtıl kılmaz ilh...» Yine satıcının ölümü de şüf'ayı bâtıl kılmaz. Şüf'a
müşterinin,borcundan veya vasiyetinden dolayı satılmaz. Eğer şüf'ayı hâkim veya vasi satsa veya
müşteri ondan birşey vasiyet etmiş olsa, şüf'a sahibi onları ibtal eder. Akarı da alır. Çünkü şüf'a
sahibinin hakkı müşteriye tekaddüm etmiştir. Bundan ötürü de müşterinin hayatındaki tasarrufları
da bozulur. Hidâye.
«Şüf'aya vesile olan akarı satsa, şüf'a bâtıl olur ilh...» Yani hepsini satarsa. Zira Hâniye'de şöyle bir
ifade kullanılmıştır: «Komşulukla şüf'a sahibi olan kimse şüf'ayı kendisiyle istihkak edeceği binayı
satsa, ancak ondan bir parçayı satmasa, onun şüf'ası bâtıl olmaz. Çünkü geriye kalan parça,
başlangıçta şüf'aya yeterli olur. O zaman şüf'anın devamına da kâfi gelir.»
«Satışı ister bilsin, ister bilmesin ilh...» Yani şüf'a edilecek malın satışını kendinin şüf'a vesilesi
olacak mülkünü satarken ister bilsin, ister bilmesin.
«Yeri mescid veya kabristan veya tescilli bir vakıf yapsa, şüf'a hak-kı bâtıl olur ilh...» Yani, eğer
şüf'a ile hüküm verilmezden önce bu şeyler yapılırsa, şüf'a bâtıl olur. Zira bunlar onu mülkiyetinden
zail eden şey menzilesindedirler. Dürer'de olduğu gibi.;
«Sicilli vakıf ilh...» Uygun olan, «Yalnız sözle vakıf olur» ifadesine göre şüf'anın onunla da sakıt
olmasıdır. Herne kadar tescil etmese dahi Şurunbulâliye.
«Satsa ilh...» Yani şüf'a sahibi şüf'a vesilesi olan şeyi satsa. Bu söz ifade ediyor ki, şüf'a vesilesi
olan şeyin satışından maksat kesin satış-tır.
«Çünkü sebebi bakidir ilh.v» Sebeb, onun mülkünün şüf'a edilecek yere bitişik olmasıdır. Zira
satıcının muhayyerliği satılan malın satıcının mülkünden çıkmasına engeldir.
Hidaye'nin ifadesi de şöyledir: Zira muhayyerlik mülkün yok olmasına engeldir. O zaman ittisal
kalmıştır. Sen anla.
«Şüf'a sahibinin müşteriden alması da şüf'ayı ibtal eder ilh...» Zira şüf'a sahibinin müşteriden
almaya kalkışması, şüf'a talebinden yüz çevirmesidir. Yüz çevirmekle de şüf'a bâtıl olur. Minah.
«Ondan aşağı olan ilh...» Meselâ müşteriden satın alan şüf'a sahibi şüf'a edilecek mülkün ortağı
olsa, satılan malın da bir komşusu bulun-sa, şüf'a bakımından satılan malın komşusu olan mabiin
ortağından da-ha aşağıdır.
«Birinci akitteki veya ikinci akitteki ilh...» Bu konu hususunda bizim Tatarhânîye'den naklen
musannifin «satım akdi huzurunda feshedilir» sözü üzerine yazdıklarımıza bakınız.
«Bunun aksine başlangıçta satın almış olsa ilh...» Yani ona şüfa' hakkı ile alması sabit olmazdan
önce almış olsa. Çünkü o zaman bunun zımnında yüz çevirme yoktur. Çünkü mülk edinmeye
kalkışmıştır. Zaten şüf'a ile almanın maksadı da mülk edinmektir. Zaten onu başka bir yolla alma
imkânı bulunmadığı için satın almıştır. Zeylâî.
«Ondan aşağı olan kimse için şüf'a' hakkı yoktur ilh...» Şüf'a hakkı ancak ona ve onun benzeri
olanlara sabittir. Nitekim biz bu babtan he-men önce bunu açıkladık.
«Kiralamış olsa veya almak veya kiralamak için konuşup kararlaş-tırmış olsa ilh...» Yani şüf'a
edeceği yerin satışını bildikten sonra kiralasa veya konuşup kararlaştırsa. Miraç.
Musannif, «Almak veya icare etmek için konuşup kararlaştırsa» söz-lerinde şüf'a edilecek binanın
zamiriyle kaydetmesi, Tatarhâniye'de^ şu ifade içindir: «Adam bir bina alsa, şüf'a sahibi de kendi
binasını satmak veya kiralamak için fiyatını konuşup kararlaştırsa, müşterinin aldığı bi-naya da
şüf'a talebi üzerine şahit edinse şüf'a hakkına sahiptir.»
«Kendisine aldığı fiyatla satmasını ilh...» Yani müşterinin kendi al-dığı birinci fiyatla. Ki buna fıkıhta
başabaş satış (tevliye) denilir. H. Tevliye gibi belirli bir kâr ilave (murabaha) yoluyla verilmesini
istemesi deyledir. Yine şüf'a sahibi müşteriden satıldığını öğrendikten sonra «Ba-na ver, yarıya




ekeyim» veya «Bahçeye ortaklaşa bakayım» dese, şüf'a bâtıl olur.
«Kıymeti bin veya daha fazla ilh...» Eğer binadan daha az olursa, öncelikle böyledir. İnâye'de
olduğu gibi.
«Şüf'a taleb etme hakkı vardır ilh...» Zira şüf'ayı teslim etmesi, bi-nanın semeni olan bin lirayı çok
görmesidir. Veya dirhem olarak vermeye kudreti olmamasıdır. Semeni çok görmesinde veya ikinci
şıkta dirhem olarak ödemeye kudreti bulunmadığından şüf'ayı teslim etmesi gerek-mez.
«Kıymeti bin olan meta ile satıldığı ilh...» Uruzun kıymeti binden faz-la olursa, öncelikle şüf'a
hakkını kaybeder. Ama binden aşağı olması bu-nun aksinedir.
«Aralarındaki fark nedir, ilh...» Fark, meta ile arpa, buğday ve yak-laşık bir sayı arasındaki fark
nedir? Meta kıyemîdir. Onda gerekli olan da kıymettir. Kıymet ise ya dirhem veya dinardır. O zaman
ondan kolay-lık ortaya çıkmaz. Ama arpa, buğday veya yaklaşık sayı ise mislidirler. Misli ile
alınırlar. O zaman çoğu defa dirhem temin etmeye kudreti ol-masa da arpa veya buğdayı temin
etmesi kolaydır. Dinar meselesine ge-lince, zira dirhemle dinar İnâye'de de olduğu gibi kastedilen
-ki semeniyettir- de ikisi bir cinstirler, bize göre. Bunların birini diğeri ile değiş-mek de ödeten
kolaydır.
İmam Züfer de diyor ki: «Altına satılan birşeyde dinar ödeme kud-reti olmasa da dirhemle ödeme
kudreti olsa, yine şüf'a vardır. Çünkü cinsleri ayrı ayrıdır.»
BİR UYARI: Şüf'a sahibine satılan binanın semeninin elbise ve köle gibi meta olduğu haber verilse,
sonra satılan akarın semeninin tartıla-cak ve ölçülecek birşey olduğu ortaya çıksa veya tartılacak
ve ölçüle-cek birşeyle satıldığı haber verilse, sonra tartılacak ve ölçülecek şeyin başka bir cinsi ile
satıldığı anlaşılsa, o zaman şüf'a hakkı yine vardır. Eğer semenin bir meta olduğu haber verilse,
sonra metanın başka bir cinsi ile veya kıymeti ona ulaşana kadar altın veya gümüşle satıldığı
an-laşılsa, o zaman şüf'a yoktur. Çünkü burada şüf'a sahibinin şüf'asına bir fayda yoktur. Zeylai.
«Ona şüf'a hakkı yoktur ilh...» Zahîre de şöyle denilmiştir: «Şüf'a yoktur, sözü, yarısının fiyatının,
hepsinin fiyatı kadar olmasına yorumla-nır. Meselâ binanın hepsini bin liraya aldığı haber verilse,
şüf'a sahibi şüf'ayı teslim etse, sonra binanın yarısının bina satıldığı ortaya çıksa, şüf'a hak
yoktur. Ama ona hepsinin bine satıldığı haber verilse, sonra yarısının beşyüze satıldığı zahir olsa, o
zaman şüf'a hakkı vardır.» Cev-here.
Zeylaî bunu «denildi» (kıyl) sözü ile ifade etmiştir.
«Zahirî rivayete göre ilh...» İnaye'de şöyle denilmektedir: «Musanni-fin burada zahire göre demesi,
Zahirin aksi üzerine Ebû Yûsuf'tan ya-pılan rivayetten kaçınmak içindir. Zira bazen semenin yarısını
tahsil et-mek mümkündür. Bazen de mülkünün bitişiğinin tamamlanması için yal-nız yarıya ihtiyacı
vardır.»
METİN
Sonra musannif şüf'adan kaçınmanın hilelerine başlayarak şöyle de-miştir: Birisi bir akarı satsa,
ancak o akardan şefi ile sınır olan yerden bir arşını satmasa, o zaman şüf'a sahibine şüf'a hakkı
yoktur. Çünkü akar muttasıl değildir.
Satıcı sınır olan bir arşını müşteriye hibe etse ve müşteri de kab-zetse, yine şüf'a yoktur. Eğer
binadan bir payı semeni ile alsa, sonra binanın kalan kısmını kıymetiyle alsa, komşu için şüf'a hakkı
yalnız bi-rinci satılan payda vardır. Fakat şüf'a taleb edilen yer de müşterinindir. Çünkü müşteri
ortaktır.
Şüf'aya engel olmanın hilesinin tümü şudur: Müşteri binanın kıyme-tinin tamamından bir dirhem
eksikle, binanın bir arşınını veya bir payını alsa, sonra geri kalan kısmı, semenin kalan kısmıyla
alsa, şüf'anın hepsine engel olur. Şüf'a sahibi şüf'aya engel olmak için böyle yapıp yapmadığı
konusunda müşteriye yemin de teklif edemez. Yalnız şüf'a sahibi birinci satımın ikrahen yapılıp
yapılmadığı üzerine müşteriye ye-min ettirilebilir. Müeyyidzâde. Veciz'e nisbetle.
Bir kimse yüksek bir semenle bir akarı alsa, sonra o semen karşılı-ğında kıymetli bir elbise verse, o
zaman şüf'a semenledir, elbise ile de-ğildir. O zaman şefinin onda talebi kalmaz. İşte bu hile hem
ortağa, hem de komşuya şâmil olur. Şu kadar var ki bu satıcıya zararlıdır. Çünkü sattığı bina
başkasının istihkakı çıkarsa, semenin hepsini ödemesi ge-rekir. Uygun olan bahası olan dirhemleri
satıp dinar almasıdır. Bu du-rumda bina istihkak edildiği zaman onun sarfı bâtıl olur.
Şehirlerde örfleşmiş bulunan daha kolay ve güzel olan bir hile de şudur ki musannif bunu şöyle
ifade etmiştir: Bir kimse ölçü ve işaretle bilinen dirhemlerle birlikte işaret edilen ancak kıymeti




meçhul olan bir avuç para ile bir bina satın alsa, kabızdan sonra aynı mecliste avuçla verdiği para
zayi olsa, o zaman şüf'aya engel olur. Zir fiyatın bilinme-mesi şüf'aya engeldir. Dürer.
Ben derim ki: Bunun benzeri Muzmarat'ta da vardır. Uygun olan. şüf'a sahibi eğer «Ben avuç
içindeki paraların kıymetini biliyorum, şu kadardır» dese, o zaman şüf'a sahibi dirhem ve kıymetiyle
alma hakkı-na sahiptir. Müşteri bir akarı meta veya akarla alsa, müşteri o akan nasıl kıymetiyle
alabilirse. Nitekim geçti. Bunu musannif söylemiştir.
Musannif daha sonra Mukataat-ı Zahiriye'den buna uygun olanı da zikretmiştir.
Ben derim ki: Musannifin dediğine Tenvîrü'l-Besâir'de de uyulmuş-tur. Şeyhimiz de bunu ikrar
etmiştir. Şu kadar var ki, musannifin oğlu-nun Zevâhirü'l-Cevâhir'de «Bu birinciye muhaliftir»
diyerek babasına iti-raz<ETMI??TIR. p geçti.
Biz yukarıda zikrettik ki, fasit satım akdi ile satılan birşeyde şüf'a yoktur. İsterse kabızdan sonra
olsun. Zira fesih ihtimali vardır. Evet, fasit satımla satılan bir malda müşteri bina ve benzeri şeylerle
feshi düşürürse, o zaman şüf'a sabit olur.
Âlimlerin ittifakı ile, şüf'anın sübutundan sonra şüf'ayı düşürmek için hile yapmak mekruhtur.
Müşterinin şüf'a sahibine «Benden al» demesi gibi Bezzazi bunu zikretmiştir. Ama başlangıçta
şüf'anın sübutunu önlemek için hile yapmak Ebû Yûsuf'a göre mekruh değildir. İmam Muhammed'e
göre ise mekruhtur. Şüf'ada Ebû Yûsuf'un görüşü ile fetva ve-rilir. Sirâciye'de Ebû Yûsuf'un görüşü
«Eğer komşu satılan yere muhtaç değilse» sözüyle takyit edilmiştir. Bu takyidi Eşbah'ın bazı
hâşiyecileri de güzel görmüştür. Ama bunun tersine zekâtta,, hacda, secde âyetinde hile yapmak
mekruhtur. Cevhere.
Hileyi bozmak için fakihlerin sözünde bir hile yoktur. Bezzâziye. Bezzâziye sözlerine devamla, «Biz
hileyi düşürecek hileyi çok aradık ama bulamadık» demiştir.
İZAH
«Ancak bir arşını ilh...» Yani derinliğine bir arşın, bir karış veya bir parmak. Uzunluğu ise komşuya
bitişik olan kısmın tamamı. Dürer.
«Çünkü muttasıl değildir ilh...» Sâyıhanî bu hileyi Şurunbulâliye'nin Uyunu'l-Mesâil'den naklettiği ile
kapalı görmüştür. Şurunbulâliye'nin naklettiği şudur: «Birkaç bölümü olan büyük bir binanın bir
bölümü satılsa, o binanın komşusunun şüf'a hakkı vardır. Çünkü satılan kısım binanın
tamamındandır. Binanın komşusu, bitişik olmasa bile satılan binanın da komşusudur.»
Ben derim ki: Kapalı olan bu değil, Uyunu'l-Mesail'de olan mesele-dir. Düşün.
«Bir arşını hibe etse ilh...» Açık olan odur ki, burada bu miktardan maksat bu miktarın dışındaki
kısmı sattıktan sonra hibe etmesidir. Bunu da musannifin «müşteriye» sözünün karinesi ile
anlıyoruz. Müşteriye o miktarı satması da bunun benzeridir. Çünkü müşteri satıcıya o binanın
hukukunda ortak olmaktadır. O zaman komşu için şüf'a yoktur. Binae-naleyh bu hile ikinci bir hile
değildir. Belki birinci hilenin tamamlayıcısıdır. Bu hibenin satımdan olması da muhtemeldir. Hibede
şart olan şart koşulan bir karşılığın olmamasıdır. O zaman eğer bu hibeden mak-sat satıştan önceki
olursa ikinci bir hile olmuş olur.
«Şüf'a hakkı yalnız birinci payda vardır ilh...» Mustasfa adlı eserde şöyle denilmektedir: «Bu
mesele, eğer binanın bir payı satılsa, bu bir payın satıldığı şüf'a sahibine haber verildiğinde onun
reddetmesi halinde yalnız birinci payda şüf'a hakkı vardır. Ama her iki payın satışı da ona ulaşsa, o
zaman ona şüf'a hakkı vardır. Ama sarihin «şüf'a sahibi onda komşudur, ikinci satışta müşteri
ortaktır, müşteri komşuya takdir edilir» sözünün illeti musannıfın yukarıdaki sözünün tevile yer
bırakmadan mut-lak olmasını gerektirir. Bütün kitapların ifadesi de satışın mutlak olma
üzerinedir.» Kifâye.
«Müşteri ortaktır ilh...» Yani şüf'a sahibinin şüf'a hakkını ondan al-madan önceki hale bakılırsa
ortaktır.
İnâye'de şöyle denilmiştir: «Zira müşteri geri kalan kısmı aldığı zaman birinci payı almakla zaten
ortak olmuştu. Şüf'a sahibinin birinci yapı is-tihkak etmesi mahkemeden önce müşterinin ikinci
parçadaki şüf'asını iptal etmez. Çünkü henüz mülkündedir. O halde müşteri komşudan önde gelir.»
Ben derim ki: İtkanî'nin zikrettiği şu mesele de bunun benzeridir: «Bir kimse kendi binasına bitişik
bir binayı alsa, sonra da birinci binasını sat-sa, daha sonra ikinci binaya bir komşu çıksa, o
komşuya binanın yarısı ile şüf'a hakkına hüküm verilir.»
«Hilesinin tümü ilh...» Yani akarın hepsinde şüf'aya engel olmanın hilesi. Yani herne kadar ona




birinci payda sabit olsa da. Şu kadar var ki, şüf'a sahibi onun büyük bir semenle satıldığını görse, o
zaman şüf'a sahibinin talebi az olur. Az olunca da onu almaktan kaçınır. Açıktır ki, birincisi de yine
hepsinin hilesidir. Zira o arşını alan hukukta satılan malda, ortak olur. Hukukta ortak olunca da
komşuya takdim edilir. Nitekim biz bunu zikrettik. Öyleyse burada musannifin hilenin tümü sözü,
yalnız ikinci hileye nisbetledir.
«Bir arşınını veya bir payını alsa ilh...» Meselâ hangi taraftan olur-sa olsun arşın gibi bir payını alsa
veya dokuzda bir veya onda bir gibi şeyi bir cüzünü alsa.
Ben derim ki: Fakihlerin sözünde vaki olan arşını birinci hilede zik-redilene hamletmekte bir görüş
vardır. Zira onda arşın, şüf'ayı hepsinde tevakkufsuz olarak engellemektedir. Sen anla.
Bil ki bu hile, bizim de zikrettiğimiz gibi, şüf'a sahibinin talebini azaltmak içindir. Birinci hile ise,
onun şüf'asını iptal içindir. Hem de bil ki, bu hile müşteriye zararlıdır. Eğer bina küçük bir çocuğun
olursa. Çünkü binanın geriye kalan kısmını geri kalan semenle satması caiz değildir. Zira onda
fahiş gabin vardır. O zaman müşterinin o payı yüksek bir semenle alması gerekir. Onun geri kalan
kısmını alması da caiz değildir. Gâyetü'l-Beyân'da olduğu gibi.
BİR FAYDA: Bunlardan birisi arkadaşına karşı sözünü yerine geti-rememekten korkarsa, kendisine
üç gün muhayyerlik şartı koyar. O süre içinde yerine getirmezse, satım akdini fesheder. Eğer her
ikisi de kor-karsa, her ikisi de nefislerine muhayyerlik hakkı şart koşarlar, sonra da birlikte akte
icazet verirler. Eğer bunlardan birisi, kendisi icazet verdik-ten sonra arkadaşının satım akdine
icazet vermemesinden korkarsa, her ikisi de kendilerine birer vekil tutarlar ve o vekillere karşı
tarafın vekili akte cevaz verirse sen de verirsin diye şart koşarlar. Zeylaî.
«Birinci satım akdinin ikrahen yapılıp yapılmadığına ilh...» Zorla sa-tış şudur. Satıcı ile müşterinin
akti irade etmedikleri halde, onlara akit yapmaları için düşman tarafından zorlanmaları sonucunda
akti izhar et-meleridir. Bu satım akdi gerçekte satım değildir. Belki eğlence gibidir. Nitekim kefalet
kitabından hemen önce bu geçti.
«Akarı alsa ilh...» Nitekim sarihin ifadelerinden de bu anlaşılmak-tadır. Ama zamiri paya irca
etmekte de bir engel yoktur.
«Çok bir semenle ilh...» Yani kıymetinin birkaç misliyle.
«Sonra o semen karşılığında kıymetli bir elbise verse ilh...» Yani sonra da o çok semen karşılığında
satılan malın kıymetinde bir elbise verse.
«Elbise ile değil ilh...» Zira elbise müşterinin zimmetinde olan ba-hanın karşılığıdır. O zaman satıcı
o elbiseyi birinci akille değil, diğer bir akitle satın almış olmaktadır. Zeylaî.
«Talebi kalmaz ilh...» Yani şüf'a sahibi semenin çokluğundan o sa-tılan malı almak istemez. Sarih
bu sözüyle bu hilenin şüf'a sahibinin şüf'asını iptal etmeyeceğine işaret etmiştir. Zira şüf'a sahibi
eğer bu çok semeni vermeye razı olursa, şüf'ayı alma hakkına sahiptir. Ama bi-rinci .hile bunun
aksinedir. Nitekim bunu zikrettik.
«Bu hile hem ortağa, hem de komşuya şamil olur ilh...» Ama bundan önceki hilelerin hilafına. Zira
bundan önceki hileleri ortak hakkında geçerli değildir. Birinci hile açıktır. İkinciye gelince, zira ortak
geri ka-lan yarıyı semenden geri kalanın yarısı ile alabilir.
«Bu satıcıya zararlıdır ilh...» Uygun olan, bazen zarar verir demesiydi.
«Semenin hepsini ödemesi gerekir ilh...» Zira ikinci satım akdi ile semenin hepsi üzerine vacibtir,
sonra da onun beraetiyle. Sanki, akarın semeni ile takas yoluyla meydana gelmiştir. Akar başka
birisinin istih-kakı çıktığı takdirde takas da bâtıl olur. Takas bâtıl olunca satıcının se-menin hepsini
vermesi gerekir. Zeylaî.
«Dirhemleri satıp dinar almasıdır ilh...» Uygun olan, burada akarın kıymeti kadar dinar alması
ifadesini kullanmaktı. Nitekim Zeylaî de böy-le ifade etmiştir.
«İstihkak edildiği zaman sarf bâtıl olur ilh...» Zira onun zimmetinde olan dirhemleri sarfetmek olur.
Akar başkasının istihkakı çıktığı takdirde de açıklanır ki müşterinin üzerinde hiç borç yoktur. O
zaman kabızdan önce ayrıldıkları için onun sarfetmesi de bâtıl olur. O takdirde satıcıya dinarları
reddetmek vacib olur, başkasını değil. Zeylaî.
«İşaret edilen ilh...» Musannif bu sözle kaydetmiştir ki, o bir avuç paranın semene katılması sahih
olsun. Şüf'anın düşmesini de, «fiyatın bilinmemesi» ile kaydetmiştir. Musannif, «avuçla verdiği para
kaybolsa» sözüyle de kaydetmiştir ki, şüf'a sahibinin onu bilmesi mümkün olma-sın. Bundan ötürü
de Minah'ın Muzmarat'tan naklettiği «Sonra semeni anında istihlak etse» sözünden de «mecliste»




kelimesini çıkararak ilave etmiştir. Sen anla.
«Mukataat-ı Zahiriye'den ilh...» Yani şüf'a kitabından. Zahîriye sa-hibinin âdeti, müteferrik yerine
mukataat demektir. Minah'ta mukataat lafzı zikredilmemiştir. Belki bunu Remlî zikretmiştir. Remlî'de
olan ifade aynen şöyledir. «Birisi tartısız, ölçüsüz dirhemlerle bir akar satın alsa, satıcı ile müşteri
dirhemlerin miktarını bilmedikleri konusunda ittifak et-seler, karşılıkla kabzettikten sonra dirhemleri
satıcının elinde helak ol-sa, burada şüf'a sahibi ne yapar? Bu sorunun cevabında hâkim Ömer bin
Ebî Bekir şöyle demiştir: «Şüf'a sahibi binayı şüf'a ile alır. Sonra da kendi kanaatiyle verdiği
semenin fazlasını isbat ederse, alamaz.»
Ben derim ki: Kadı Ömer'in hüküm verdiği mesele kapalıdır. Zira şüf'a sahibi yalnız kendi kanaatiyle
müşteriyi zorlayarak şüf'ayı nasıl alabilir? Halbuki şüf'a sahibi ancak şüf'ayı müşterinin üzerine
mevcut olan semenle alma hakkına sahiptir. Ancak buna şu zayıf cevapla cevap verilebilir: Yarabbi
sen bizi sorumlu tutma. Şüf'a sahibi ancak semeni biliyorsa şüf'ayı alabilir. Bu cevabı da Kadı
Ömer'in «Ancak müşteri şüf'a sahibinin kanaatiyle verdiği semenin fazlasını isbat eders
sözünden anlıyoruz. Zira bu söz gösteriyor ki, semeni helakinden önce müşteri bi-liyordu. Şeyhimiz
de bunu ikrar etmiştir. Yani Remlî Minah haşiyesinde ve Fetâvâ-yı Hayriye'sinde.
«Bu birinciye aykırıdır ilh...» Yani metinde olana aykırıdır.
Ben derim ki: Burada metinde olana muhalefet yoktur. Belki burada musannifin gayesi, metinde
olan mutlak ifadeyi tahsis etmektir. Çünkü metinde bu hile bâtıldır, diye birşey yoktur. Belki
metinde bu hilenin sıh-hati, şüf'a sahibinin de satıcı ile müşteriye paranın miktarının
bilinmedi-ğinde muvafakat etmesi üzerine binâendir. Eğer biliyorsa, onu da iddia ederse, hile bâtıl
olur. Çünkü hâkimin hükmüne engel olunacak bilinmez­lik yoktur. Bu tahsisin üzerine de bizzat
Muzmarat'ın ifadesi delâlet eder. Zira Muzmarat sahibi hile ile şüf'anın düşmesini, «Şüf'a sahibi,
satılan malı semenin misli veya kıymetiyle alır» sözüyle açıklamıştır. Burada ise, hâkim semenin
misli veya kıymetiyle beraber bilinmezlik sebebiyle hü-küm vermekten acizdir.
Remlî diyor ki: «Zahiriyed'e olanın açık anlamı şudur: Şüf'a sahibi kanaati üzere yemin edemez.
Çünkü satıcı ile müşteri şüf'a sahibinin in-kâr ettiği muayyen bir meblağı iddia etmemişlerdir. Belki
onlar semenin miktarının ne kadar olduğunu bilmediklerinde ittifak etmişlerdir. O za-man artık şüf'a
sahibinin münkir olduğu söylenemez. Madam k! şüf'a sahibinin münkir olduğu söylenemez, yemin
de etmez.
«İşte bu Zahiriye adlı eserin açık olan ifadesi ile anlaşıldı ki bu hile ancak şefi de satıcı ile
müşteriye semeni bilmeme hususunda uyarsa, tamamlanır. Buna da fakihlerin hükmün
çetinliğinden ötürü sözü işaret etmektedir.»
Bu da bizim dediğimizin aynısıdır.
«Metinlerde olanlar ilh...» Gurer gibi. Şerhlerden de Muzmarat gi-bi. Zira Kudurî'nin şerhidir. Metin
ve şerhlerde olan neden fetâvâlara tak-dim edilir? Zira metinlerde olan meseleler bizim üç
imamızdan veya bazı-sından nakledilendir. Şerhlerde olan da yledir. Ama fetvalarda olan-lar daha
sonra meydana gelen yeni bazı vakalar üzerinedir ki, onlardan sorulmuş, onlarda tahric ehli olduğu
halde, herkes kendine göre mez-hebin esas kaidelerinden tahriç ederek cevap vermişlerdir.
Bundan ötü-rü de fetvaların birçoklarında ihtilaflar görülür. Hem de bilinir ki, üç imam-dan
nakledilen onlardan sonra gelen meşayihten nakledilen gibi değil-dir. Sana gizli olmasın ki, bizim
şu meselemin böyle değildir. Çünkü o mesele, Kudurî muhtasarı, Hidâye, Kenz, Vikaye, Nikâye,
Mecmâ, Mülteka, Mevahib ve Islâh gibi halleri öyle olan metinlerde zikredilmemiştir. Hatta Minah
sahibi Minah'ta şöyle demiştir: «Ben bu hile üzerine zikre-dilen kitabın dışında hiçbir yerde vakıf
olamadım. Yani Dürer ve Gurer dışında. Sonra ben o hileyi Muzmarat'ta da gördüm.»
Bu hilenin Muzmarat'ta zikredilmesi mezhep imamlarından nakledil-diğine delâlet etmez. Ta ki
fetvalarda olanlara tercih edilsin. Bu nasıl olur? Çünkü Nihâye ve diğer muteber kitaplar gibi
kitaplar fetva asha-bından nakiller yaparlar. Musannifin da bunu yine onlardan nakletmesi
muhtemeldir. İnsafla düşün.
«Zikrettik ki ilh...» Yani şunu : Bu meseleyi Remli, Havi-i Zâhidi'den naklen zikretmiştir. Bu da
hilelerdendir.
Ben derim ki: Şüphe yok ki, hileyi yapmak helâl değildir. Fasit akitle mübaşeret yaptığından onun
dininde zararı olur. Şüf'a sahibinin bina ve benzeri şeylerle feshi düşürdükten sonra taleb etmesiyle
dünyasına da zarar vardır.
«Bezzazı zikretmiştir ilh...» Ben diyorum ki; Bezzâzî'nin zikrettiğinin üzerine ihtisar etmek, şüf'ayı




düşürmeye elverişli değildir. Zira şüf'a sa-hibi sussa veya ben almıyorum dese, şüf'ası düşmez.
Nihâye'nin ifadesi ise şöyledir: «Müşteri şüf'a sahibine : «Ben aldı-ğımla sana satayım. Senin şüf'a
ile almanda bir fayda yok» dese, şüf'a sahibi de «evet» veya «aldım» dese şüf'ası bâtıl olur.
Ben derim ki: Şunlar şüf'ayı düşüren şeylerdendir: Şüf'a sahibi müş-teriden şüf'a edilecek yeri satın
alsa, veya bir miktar mal üzerine sulh' etse, şüf'ası bâtıl olur. Müşteri de o malı geri alır. Nitekim
yukarıda geçti.
«Şüf'ada Ebû Yûsuf'un görüşü ile fetva verilir ilh...» Nihâye adlı eserden şöyle nakledilmiştir:
«İmam Ebû Yûsuf'un bu rivayetinde hiç ih-lilaf yoktur.»
Bezzâziye'de de şöyle denilir: «Eğer şüf'anın sübutundan önce ise, tercih edilen görüşe göre şüf'a
sahibi ister fasık olsun, ister âdil olsun,, Ebû Yûsuf'un görüşü ile fetva vermekte beis yoktur. Çünkü
o ibtal de-ğildir.»
«Eşbâh'ın bazı hâşiyecileri de güzel görmüştür ilh...» Eşbâh'ın ha-şiyesini AllâmeŞerafeddin
el-Gazzî, Tenvirü'l-Besâir'de güzel görmüştür. Zira o, «Bu söze güzel olduğundan dolayı itimad
etmek uygundur» de-miştir. T.
«Zekatta, hacda, secde âyetinde hile .yapmak mekruhtur ilh...» Yani sene dolmadan önce otlayan
hayvanlarını satarak evde yemeyen hayvanlar alsa veya malını oğluna sene dolmadan önce hibe
etse veya hac ay-ları gelmezden önce malını çocuğuna hibe etse veya secde âyeti olan bir sûreyi
secde âyetini terkederek okusa.
T. diyor ki: «Ben diyorum ki, meşhur görüş üzere secde âyetini kendi bile duymayacak kadar gizli
okusa.» Yani muteber olan kendi nefsine duyurmasıdır. Yalnız harfleri tashih etmek değil.
«Hileyi bozmak için ilh...» Yani şüf'adaki hileyi düşürmek için hile yoktur. Ama şüf'adan başkasında
hileyi düşürmek için hile bulunur. Nitekim Birî beyân etmiştir. Bezzâziye sahibi.
Ben derim ki: Bu sözün aslı Zahiriye sahibinin babasından nakildir. Rahmeti de şunu zikretmiştir:
«Yukarıda geçen «Şüf'a sahibi birinci sa-tımın ikrahen yapılıp yapılmadığı üzerine müşteriye yemin
teklif edebilir» ve bir de, «Ben avuç içindeki paraların kıymetini biliyorum» sözleri hileyi düşürmek
için hile olmaya uygundur.
BİRİSİNE BİR BİNA İKRAR EDİLSE İKRAR EDİLEN ŞÜF'A HAKKI TALEB EDEMEZ
BİR TAMAMLAMA: Meşâyihimizin şeyhi Molla Ali'nin Cevâhirü'l-Fetâvâ'dan naklen şöyle yazdığını
gördüm: «Bir kimseye bir binadan bir pay ile ikrar olunsa, sonra o binadan kalan kısım satılsa,
onun komşu-suna şüf'a yoktur. Hassaf bunu zikretmiş, Harezmî bunu inkâr etmiştir. Mezhep de
Hassaf'ın dediği gibidir. Çünkü rivayet şu hususta nastır: Birisi diğerine bina ile ikrar etse ve binayı
ona teslim etse, sonra o bi-nanın bitişiğindeki bir bina satılsa, Ebû Hanife ve Muhammed'in
görüşüne göre diğer kimsenin ikrarı ile binayı mâlik olan kimsenin şüf'aya hakkı yoktur. Ebû Yûsuf
buna muhalefet etmiştir.»
Zira ikrar eksik bir hüccettir. Bu şunu gerektirir ki, yine ikrar edene de şüf'a hakkı yoktur. Çünkü o
da kendi ikrarı ile muaheze edilir. Sen düşün.
METİN
Bir topluluk bir satıcıdan bir akar alsa, şüf'a ile alanlar da onların sayısınca olabilir. O halde şüf'a
sahibi onların bazısının hissesini alarak geri kalanı terkedebilir. Bunun aksine bir akarı ortak olan
birkaç kişi bir kişiye satsalar, o zaman şüf'a ile alanların sayısı birkaç olmaz. Belki şüf'a sahibi ya
hepsini alır veya şüf'ayı terkeder. Zira şüf'a sahipleri çok olursa, müşterinin hepsiyle teker teker
pazarlık etmesi gerekir. Halbuki o hepsini bir pazarlıkla almıştır. Ama birincisi bunun aksinedir.
Çünkü orada şüf'a sahibi müşterilerin birisinin yerine geçmektedir. O zaman pazarlık tefrik
edilmemektedir. Bunun kabızdan önce olması ile kabızdan sonra olması arasında da fark yoktur.
Ayrıca her parçaya bir fiyat biç-mesi ile hepsine birden fiyat biçmesi arasında da bir fark yoktur.
Çünkü burada itibar, semenin bir olmasına değil, pazarlığın bir olmasınadır.
Bil ki, bu meselede şüf'a sahibi hisse talebinde bulunsa, yine şüf'a hakkına sahiptir.
Bir kimse iki ayrı şehirde bulunan iki binayı veya iki köyü bir pazar-lıkla satın alsa şüf'a sahibi ya
her ikisini de alır veya şüf'ayı terkeder. Birisini alamaz. İsterse bu şehirlerin biri doğuda, birisi
batıda olsun. Şerh-i Mecma.
Bu konuda yani satıcı veya müşterinin bir veya birden çok olmasın-da muteber olan akittir. Çünkü
aktin hukuku malike değil akide taalluk eder. O zaman, birisi bir cemaatı vekil tayin etse, "şüf'a
sahibi onların bazısının hissesini alabilir.




Bir kimse taksim edilmeyen binanın yarısını alsa, müşteri satıcı ile binayı taksim etse şüf'a sahibi
taksimde müşteriye düşen hisseyi şüf'a ile alır. İsterse, aldığı yer, sağlam görüşe göre kendi
tarafında olmasın. Şüf'a sahibi şüf'ayı nakzedemez. İster satıcı ile müşteri arasındaki bu taksim,
sağlam görüş üzere, mahkeme kararı ile, ister tarafların rızası ile olsun. Zira taksim kabzın
tamamındandır. Hatta müşteri ile ortak tak-sim etmiş olsa, şüf'a sahibi için bozma hakkı vardır.
Nitekim bunu mu-sannif şu sözüyle zikretmiştir: Yukarıdaki meselenin aksine iki kişi ara-sındaki
müşterek bir binadaki hissesini satmış olsa, müşteri de hissesi-ni satmayan ortakla binayı taksim
etse, o zaman şüf'a sahibi taksimi nakzedebilir. Satım akdi hibesini nakzedebileceği gibi.
İkisi de şüf'a sahibi oldukları halde bir bina alsalar, onlar hükümle veya tarafların rızası ile taksim
ettikten sonra üçüncü bir şüf'a sahibi gelse, üçüncü şüf'a sahibi taksimi bozar. Zira zarurî olarak
yarı yarıya taksim üçe taksim edilir. Şerh-i Vehbâniye.
Müşteri ile komşu, şüf'a sahibi olan komşunun oturduğu evin mül-kiyetinde ihtilaf etseler, o zaman
söz müşterinindir. Çünkü müşteri şüf'anın istihkakını inkâr etmektedir. Komşu da Ebû Yûsuf'a göre
ona bilgi konusunda yemin teklif eder. Fetva da Ebû Yûsuf'un görüşü ile verilir. Müşteriye
muvasebe talebinin inkârında bilgi üzerine yemin teklif edil-mesi de böyledir.
Müşteri şüf'a sahibi ile karşılaştığında şahit gösterme talebini in-kâr ederse, katiyen üzere yemin
teklif edilir. Çünkü bu konuda bilgi sahibidir. Ama birincisinde böyle değildir. Eğer ikisi de delil
getirirse, şüf'a sahibinin delili daha haklıdır. Ebû Yûsuf, müşteri delilinin daha haklı ol-duğunu
ylemiştir.
PRATİK MESELELER:
Birisi, başkasında kirada olan mülkünü satsa, kiracı aynı zamanda şüf'a hakkına sahipse, eğer
satışa icazet verirse, onu şüf'a ile alır. Eğer satışa icazet vermezse, kira akdi bâtıl olur. Herne kadar
onu reddetse de.
Babası şüf'a sahibi olduğu halde çocuğuna birşey alsa, babası onu şüf'a ile alabilir. Vasi de bu
konuda baba gibidir.
Ben derim ki: Şerh-i Mecma'da buna aykırı bir görüş vardır.
Şüf'a sahibinin binası satılan binanın bir kısmına bitişik olursa, şüf'a sahibi yalnız bitişik olan kısmı
şüf'a ile alabilir. İsterse bunda pazarlığın tefriki sözkonusu olsun.
Şüf'a sahibinin umumî ibrası, şüf'ayı hükmen mutlak olarak ibtal eder. Eğer şüf'ayı bilmezse,
diyaneten değildir.
Müşteri aldığı binayı boyasa, şüf'a sahibi gelerek şüf'a iddiasında bulunsa, şüf'a sahibi
muhayyerdir. Dilerse boyanın binaya getirdiği fazla fiyatla alır, dilerse şüf'ayı terkeder.
Eğer hâkim komşuluk şüf'asını kabul etmeyen birisi ise, komşusu-nun şüf'a talebini tehir
etmesinde özür sahibidir.
Yahudi bitişiğindeki binanın satışını cumartesi günü duysa veya şüf'a taleb etmese, mazur değildir.
«Ben derim ki: Yukarıdaki meseleden şu anlaşılır: Yahudi, hâkimden cumartesi günü hasmının
hazır edilmesini istese, kendisine, kendisi-nin de huzurda bulunması teklif edilir. Günün cumartesi
olması onun için özür değildir. Bu musannifin söylediği bir fetva vakasıdır.
Ben derim ki: Bu mesele Hisamî'nin Fetâva'sında da mevcuttur.
Şüf'a sahibi müşterinin şüf'ayı iptal için hile yaptığını iddia etse, g zaman müşteriye hile
yapmadığına dair yemin teklif edilir. Vehbâniye'-de bunun aksi vardır.
Ben derim ki: Biz bunu zikredeceğiz. Zira musannıfın oğlu Eşbâh üze-rindeki Haşiyesinde
Vehbâniye'de olanı aşırı bir şekilde teyid etmiştir. Hıfzedilsin.
Şüf'anın ibtalini bir şarta bağlamak caizdir.
Adam aynı zamanda şüf'a sahibi olduğu bir binanın mülkiyetini id-dia etse, meselâ, «Bu bina
benimdir ve ben onu iddia ediyorum. Bana verilirse ne ala, verilmezse şüf'ayı taleb ediyorum» dese
şüf'ası düşer.
Şüf'a sahibi şüf'a taleb ettiği binayı hâkimin hükmü olmadan eline geçirse, eğer bir alimin görüşüne
itimad ederek istila etmişse zalim ol-maz. Yok eğer bir âlimin sözüne itimad etmeden istila ederse,
zâlim olur.
Birkaç şey vardır ki nüfus başına taksim edilir: Akıl (diyet) şüf'a taksim edenin ücreti ve bir de yol.
Bunlarda ihtilaf ettikleri takdirde nü-fus başına taksim yapılır. Bunların hepsi Eşbâh'tadır.




Mürtedde şüf'a hakkı yoktur. İnâye.
Velisi olmayan bir çocuk şüf'a sahibi olsa, çocuk olduğu için şüf'a talebinde bulunmasa, onun
şüf'ası bâtıl olmaz. Hâkim velisi olmayan ço-cuğa şüf'asını taleb edecek bir vasi tayin etse, caizdir.
Cevahir.
Bir kimse bir bağ alsa, bağın gâib olan bir şüf'a hakkı sahibi olsa, ağaçlar meyve verse, müşteri o
meyveleri yese, sonra şüf'a sahibi ge-lerek şüf'a yoluyla o bağı alsa, bakılır: Eğer ağaçlar
müşterinin kabız vaktinde meyve vermişlerse, yediği meyveler miktarınca şüf'a sahibi fi-yattan
düşer. Yok eğer kabız vaktinde meyve yoksa, ondan hiçbir şey düşmez. Zira o takdirde meyvelerin
semenden hiçbir hissesi yoktur. Müeyyidzâde, Vâkıat-ı Hisamî'ye nisbetle.
Vehbâniye'de şöyle denilmektedir: «Babası çocuğuna aldığı şeyi şüf'a yoluyla alır. Vasi ise şüf'a
davasını çocuğun buluğu vaktine kadar tehir eder. Şu kadar var ki satın alma günü çocuk adına
şahit tutarak şüf'a talebinde bulunur. Şüf'a sahibi komşusu olduğu iki binanın bir pa-zarlıkla
satılması halinde binaları birbirinden ayıramaz. Ama eğer kom-şusu değilse, o zaman ayırarak
kendisinin komşu olduğu binayı alması uygundur. Şüf'ayı düşürücü bir hile ile şüf'ayı düşürene bir
zarar yoktur. Ama akti yapanların hileyi inkâr etmelerinde şüf'a sahibinin onlara yemin teklif
etmesinin şer'an daha münker olduğunda şüphe yoktur.»
İZAH
«Bir satıcıdan ilh...» Ben diyorum ki, eğer satıcı ve müşteri her iki-Sı de birden çok sayıda olurlarsa,
ben bu konuda hiçbir şey görmedim. Açık olan odur ki, bunun hükmü de böyle olması gerekir. Aksi
gibi değil. Nitekim gelecek illet de bunu ifade etmektedir. Müracaat edilsin.
«Teker teker pazarlık etmesi gerekir ilh...» O zaman müşteri şirket aybı ile zarar görür.
Kifâye'de Zâhire'den naklen şöyle denilmektedir: «Müşteri satıcılar-dan her birisinden hissesini bir
pazarlıkla alsa, şüf'a sahibi onlardan bi-risinin hissesini, alabilir. Zira müşteri o ayba razı olarak her
birisinin his-sesini bir pazarlıkla almıştır.»
Daha sonra da Kifâye'de pazarlığın bir olması ile ayrı ayrı olması açıklanmıştır.
«Şüf'a sahibi müşterilerden birisinin yerine geçmektedir ilh...» Hem
de burada komşu birkaç tanedir. Şüf'a sahibi bunlardan birisinin komşu-luğuna razı olmaktadır,
diğerine değil. Ama eğer şüf'a sahibi satıcılardan birisinin hissesi ile müşterilerden birisinin
komşuluğuna razı olsa, o za-man diğerinin payında da yine razı olmuş olur. Çünkü bir adamın
kom-şuluğu parçalanmaz. Dürerü'l-Bihâr.
'«Fark yoktur ilh...» Sahih olan da budur. Ancak kabızdan önce olur-sa, diğer ortağı hissesini
ödemediği takdirde kendi hissesini ödeyen kim-senin payını alma imkânı yoktur. Çünkü o zaman
satıcının üzerine elin tefriki gerekir. Bu da müşterilerden birisi gibi olur. Hidâye.
Yani, müşterilerden birisi semenden hissesini ödese bile, diğer müşteriler de hisselerini ödeyene
kadar binadan hissesine düşeni alamaz. Şüf'a sahibinin hükmü de böyledir.
«Kabızdan önce veya sonra olması ilh...» Yani müşterinin binayı kabzetmesinden önce veya sonra.
Miraç.
«Yine şüf'a hakkına sahiptir ilh...» Yani diğer kısımda da şüf'a hak-kına sahiptir. Bazı âlimler
tarafından, «Eğer bir hisseyi taleb ederse, şüf ası bâtıl olur» denilmiştir. Kuhistanî.
Tatarhâniye'de şöyle denilmektedir: «Müşteri bir, satıcı iki olursa, şüf'a sahibi bir hisseyi alma
hakkına sahip olmadığı halde, bunlardan birisinin hissesini taleb etse, geri kalan kısımda da şüf'a
hakkına sahip midir? Asıl'da «Evet, yine şüf'a hakkına sahiptir» denilmiştir. Bazı âlim-ler Asıl'da
zikredilen sözü, o kimsenin talebinin binanın hepsindeki mu-vasebe ve şahit gösterme talebinden
sonra olması şeklinde yorumlamış-lardır. O halde önce yarısını taleb etmiş olsa, şüf'ası bâtıl olur.
Bazı alimler de, yorumlamadan bu ifadeyi mutlak üzere bırakmışlardır. Yani şüf'a talebi ister
muvasebe ve şahit gösterme talebinden sonra olsun, ister olmasın.»
Ben derim ki: Birinci görüş, sarihin şüf'a talebi babından hemen önce Zeylaî'den naklen zikrettiğini
teyid etmektedir. Naklen zikrettiği şudur: «Şüf'anın sıhhatinin şartı, şüf'a sahibinin hepsini taleb
etmesidir.» Bu-radaki birinci görüşü bizim şüf'a talebi babında zikrettiklerimiz de teyid etmektedir.
Bizim orada zikrettiğimiz de şu idi: «Sarihin sözü ile Mecma'nın sözü arasındaki uygunluk ile «Ben
yarısını alıyorum» sözü, şüf'-ayı teslim sayılmaz.» Düşün.
«Birisini alamaz ilh...» Züfer diyor ki: «Onlardan birisini şüf'a ile alma hakkına sahiptir.» Ba
âlimler tarafından; «Fetva Züfer'in görüşü üzerinedir» denilmiştir.

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...