ŞUF'AYI BÂTIL KILAN ŞEYLER BABI
METİN
Satışı
duyduğu mecliste şüf'ayı talep etmek anlamına gelen muvâse-be'yi terketmek şüf'a
hakkını
bâtıl
kılar. İbni Kemal. Bu görüşün
tercih edildiği yukarıda
geçmişti.
Akarın
veya zilyedin yanında şahit gösterme talebini terk de şüf'-ayı ibtal eder. Ama muvasebe
talebinde
şahit göstermeyi terk etmek şüf'ayı
ibtal etmez. Çünkü bu gerekli
değildir. Bu taleblerin
terkinin
şüf ayı iptal etmesi, kudreti olduğu
halde terketmesi halindedir. Nitekim yukarıda
geçmişti.
Satım
akdinden, sonra şüf'anın satıcı veya müşteriye teslim edilmesi de şüf'ayı ibtal eder. Bu fiilinin
şüf'a
hakkını düşüreceğini ister bilsin, ister bilmesin. Ama satımdan önce satıcıya sattığı takdirde
şüf'a
taleb etmeyeceğini söylemesi şüf'a hakkını bâtıl kılmaz. Nitekim geçti.
Vasinin
veya babanın şüf'a hakkını teslim etmesi de şüf'ayı ibtal eder. Ama İmam Muhammed.
kıymetiyle veya kıymetinden aza satılma-sı halinde buna muhalefet etmiştir.
Şüf'a
talebi için vekil olan kimse, şüf'a hakkını teslim etse veya müvekkilin aleyhine şüf'ayı teslim
ettiğine
dair ikrar etse, eğer bu teslim ve ikrar hâkimin huzurunda olursa sahihtir. Eğer hâkimin
huzurunda
ol-mazsa sahih değildir. Şu kadar var ki vekil hasım olmaktan çıkar. Çün-kü teslime
mâlik
olan kimsenin susması teslim sayılır.
Şüf'aya karşılık bir ivaz üzerinde sulh yapılması da
şüf'ayı iptal eder. İleride gelecektir. Üzerine sulh
yaptığı
şeyi alan kimsenin aldığını geri
vermesi gerekir. Çünkü o
rüşvettir.
Bir
kimsenin şüf'a hakkını bir mal karşılığında satması da şüf'ayı bâtıl kılar. Müşterinin o malı
vermesi
de gerekli değildir. Nefsî kefalette de hüküm bunun gibidir. Ama kısas bunun aksinedir.
Çünkü
bunda kar-şılık almak meşrudur. Karşılık almasıyla da hakkı düşmez.
Satılan
binanın yarısını almak üzere semenin bir kısmı ile sulh yap-sa, sahihtir. Eğer o binadan
semen
düşen hissesiyle bir oda alsa, sahih değildir. Çünkü aldığı zaman semen meçhuldür. Böyle
bir
sulh yapmakla şüf'ası düşmez.
Talebten
sonra veya önce, şüf'ayı almayan
şüf'a sahibi öldüğü tak-dirde şüf'a
bâtıl olur. Çünkü
şüf'a
mirasa girmez. Burada Şafiî'ye hilaf vardır. Ama hakimin şüf'aya hükmetmesinden sonra şüf'a
sahibi
ölürse, şüf'a bâtıl olmaz.
Müşterinin
ölümü şüf'ayı bâtıl kılmaz. Çünkü istihkak edilen hak bakidir.
Şüf'aya hüküm verilmezden önce, şüf'aya vesile olan akarı satsa, şüf'a mutlaka bâtıl olur. Şüf'a
sahibi
satışı ister bilsin, ister bilmesin.
Şüf'a
vesilesi olan yeri mescid veya kabristan veya müseccel bir vakıf yapsa, şüf'a hakkı bâtıl olur.
Dürer.
Ama
şüf'a talebine vesile olan akarı kendisinin muhayyerliği ile sat-sa, şüf'ası bâtıl olmaz. Çünkü
sebebi
bakidir.
Şüf'a
taleb edilen yeri şüf'a sahibinin müşteriden alması da şüf'ayı bâtıl kılar. Şüf'a derecesi ondan
aşağı
veya onun benzeri olan kimse, şüf'a sahibi olan müşteriden birinci akitteki veya ikinci akitteki
fiyatla alabilir. Ama bunun aksine ibtidaen satın almış olsa, ondan aşağı olan kimse için şüf'a hakkı
yoktur.
Şüf'a
sahibi şüf'a taleb edeceği yeri kiralamış olsa veya almak veya icare etmek için konuşup
kararlaştırsa, şüf'ası bâtıl olur. Multeka. Veya .Müşteriye kendisine aldığı fiyatla satmasını söylese
veya «semenine ben kefilim» demiş olsa, bu şekillerin hepsinde şüf'a bâtıl olur. Çünkü bunlarda
şüf'adan
yüz çevirmenin delili vardır.
Şüf'a
sahibine binanın bine satıldığı haber verilse, o da şüf'a hak-kını teslim etse, sonra binanın
daha
az fiyatla satıldığını bilse veya kıy-meti bin veya daha fazla olan arpa veya buğdayla satıldığını
bilse
şüf'a taleb etme hakkı vardır. Ama o binanın dinarla veya kıymeti bin olan meta ile satıldığı
ortaya çıksa, o zaman şüf'a hakkı yoktur.
Altın
veya meta olduğunda şüf'a hakkı olmuyor da buğday veya ar-pa olduğunda niçin şüf'a hakkı
bulunuyor? Aralarındaki fark nedir? Fark şudur: Dinar veya meta kıyemîdir. Arpa ve buğday ise
mislidirler. Mislî olan şeyi vermek çok olsa bile ona kolay olur. O yüzden mislî olanda şüf'a
vardır,
diğerinde
yoktur.
Şüf'a
sahibi binanın Zeyd'e satıldığını bilse ve şüf'ayı teslim etse. sonra binayı Zeyd'in değil Bekir'in
aldığını
öğrense, şüf'a taleb etme hakkı
vardır.
Binanın
Zeyd'e satıldığını duyup sustuktan
sonra binayı Zeyd ile birlikte başkasının aldığını duysa,
şüf'a
sahibi diğer müşterinin aldığında şüf'a hakkına sahiptir. Çünkü ona teslim etmemiştir.
Binanın
yarısının satıldığını duysa, şüf'ayı teslim etse, sonra binanın hepsinin satıldığını öğrense,
hepsinde
şüf'a talebine sahiptir. Bunun ak-sine, yani önce hepsinin satıldığını haber alsa. şüf'ayı
teslim
etse, sonra yarısının satıldığı
ortaya çıksa zahiri rivayete göre ona şüf'a hakkı yok-tur. Zira
akarın
hepsindeki teslim akarın bütün parçalarını teslim etmek-tir. Ama aksi bunun
hilafınadır.
İZAH
«Muvasebe
talebinin terki şüf'ayı ibtal eder ilh...» İsterse ona taleb hakkının sübutundan habersiz
olsun.
Zira Hâniye'de şöyle bir ifade var-dır: «Bir kamışlık iki kişiye miras kalsa, bunlardan birisi
miras
kaldığını bilmese, onun yanında başka bir kamışlık satılmış olsa ve şüf'ayı taleb etmese,
sonra
komşu kamışlıkta hissesi olduğunu öğrense ve şüf'ayı taleb etse, fakihler onun şüf'asının
bâtıl
olduğunu söylemişlerdir. Çünkü bilmemezlik özür değildir.»
«Bu
görüşün tercih edildiği yukarıda geçti ilh...» Bu görüş fevren bilmesi sözüne tercih edilir. Sen
bu
konuda olanı da şüf'a talebi
babın-da öğrendin.
«Veya
zilyedin yanında ilh...» Uygun olan, iki âkitten birisinin yanın-da denilmesiydi.
Zira, yukarıda
geçtiği
gibi müşteri yanında da şahit tutmak sahihtir. Akar onun elinde
olmasa dahi. Satıcının
yanında
şahit tutması sahihtir. İstihsânen, bina satıcının elinde olmasa da. Şeyhülislâm'ın zikrettiği
gibi.
T.
«Muvasebe
talebinde şahit göstermeyi terketmek
şüf'ayı ibtal etmez. Çünkü bu gerekli değildir
ilh...»
Hidâye'de de böyle denilmiştir. Ama
mu-vasebe talebi sırasında şahit göstermenin, faydası,
müşterinin
inkârı ha-linde ortaya çıkar. O
zaman eğer müşteri tasdik ederse, şahit tutmadan da
taleb
sahihtir. Nitekim biz bunu
zikrettik.
Bu
görüş Dürer sahibine reddir. Zira
Dürer sahibi demiştir ki «Şuf'ayı, kadir olduğu halde
muvasebe
talebinde şahit göstermeyi terketmek
iptal eder.» Dürer sahibi Hidâye'deki «Şüf'a sahibi
satışı
bildiği halde şahit göstermeye kudreti varken isnadı terkederse, şüf'ası bâtıl olur» sözüne
aldanarak böyle söylemiştir. Dürer sahibi bu
görüşü «Bilse, ya-nında da şahit
olacak kimseler
olduğu
halde onları şahit tutmayarak sussa...» şeklinde anlamıştır. Çünkü «kadir olduğu halde»
sözü
buna de-lâlet etmektedir. Hidâye
sahibinin, «gerekli değildir» sözünü de boş bir yerde satışı
bilinse
diye yorumlamıştır. İşte Şurunbulâliye bunu şöyle reddetmiştir:
«Şart
olan yalnız talebtir. Taleb üzerine
şahit tutmak değildir. Hidâye'nin
sözündeki şahit
göstermekten
maksat, muvasebe talebinin bizzat kendisidir. Çünkü Hidâye sahibinin «talebten yüz
çevirme»
sözü de buna delâlet eder. Hem bundan önce Hidâye sahibi, «Kuduri'»nin
«Duyduğu
mecliste
şahit edinmesi» sözünden maksat ancak muvasebe talebidir» diyerek tasrih etmiştir. O
halde
Hidâye sahibinin iki sözü arasında
aykı-rılık yoktur.» Özetle.
Şöyle de denilebilir: Hidâye sahibinin «Şahit göstermeyi terketse...» sözünden maksat, satışı bildiği
vakit
akarın veya âkitlerden birisinin ya-nında kadir olduğu halde
şahit göstermeyi terketmesidir. O
zaman
da şüf'a bâtıl olur. Lakin şu kadar var ki bunda da bir görüş vardır. Zira o şüf'a bâtıl olmaz.
Senin
de yukarıda bildiğin gibi «Eğer
müşteri onu tasdik ederse, sahihtir» sözü, şüf'anın bâtıl
olmadığını
gösterir.
«Kudreti
olduğu halde terketmesi ilh...» Zira, bu taleb gereklidir. Hatta yazı veya elçi ile olsa da
muvasebe
talebi imkânı olduğu halde şahit
edinmese, şüf'ası bâtıl olur. Eğer imkânı yoksa bâtıl
olmaz.
Yani birisi onun ağzını kapatsa veya namazda olsa, o zaman şüf'ası bâtıl olmaz. Minah.
Hâniye'den bizim naklen zikrettiğimiz «Muvasebe talebinde şahit göstermek şart değildir» ifadesini
yine
de unutma.
«Teslim
edilmesi de ibtal eder ilh...» Tatarhâniye'de şöyle denilmek-tedir: «Şüf'a sahibi «şu binanın
şüf'asını
teslim ettim» dediği zaman sahih olur. Herne kadar teslim ettiği kimseyi tayin etmese dahi.
Şüf'a
sa-hibi satıcıya, «Ben şüf'ayı sona teslim ettim» dese, velev ki mebinin tes-liminden sonra
da
olsa)
Istihsanen sahihtir. Zira bunun
anlamı, «Ben se-nin için şüf'ayı terkettim»
demektir. Yine şüf'a
sahibi
vekile, «Ben sana şüf'ayı teslim
ettim» dese, velev ki vekil onu
müvekkiline teslim ettikten
sonra
da olsa, istihsanen sahihtir. Ama bunu bir yabancıya demiş olsa, mesela bir yabancı şüf'a
sahibine
gelerek, «Şüf'ayı müşteriye teslim et» dese, şüf'a sahibi de «Ben sana teslim ettim» dese,
sahihtir.
Ama sözün başlangıcında «Ben sana
teslim ettim» dese, sahih değildir. Ortak orada
bulunurken
komşu, «Ben süf'amı teslim ettim» dese, sahihtir. Ondan son-ra ortak, «Ben de şüf'ayı
teslim
ettim» dese, artık komşu için şüf'a ile olmak yoktur.
Özetle.
Mecma'da
şöyle denilmektedir: İmam Ebû Yûsuf, şüf'a sahibinin «Ben yarısını alıyorum» sözünü
teslim
kabul etmemiştir. İmam Muhammed, Ebu Yûsuf'a muhalefet ederek teslim olduğunu
söylemiştir. Ama birincisi daha sahihtir. İbni Melek, Muhit'ten.
«Şüf'a
hakkını düşüreceğini ister bilsin, ister bilmesin ilh...» Minah' ta şöyle denilmektedir: «Zira
darü'l-islâmda hükümleri bilmemek özür değildir.» En açığı odur ki, musannif bunu «susması
teslim
sayılır» sözünün yanında zikretmeliydi. Çünkü o söz darü'l-islâmda hükümleri bil-memenin
özür
olduğunu düşündürüyor. Ama teslimi zamanında ise, ona sebeb yoktur.
T.
Ben
derim ki: Bu konuda en uygunu
Tatarhâniye'de olan şu ifade-dir: İster şüf'anın sübutunu bilsin,
ister
bilmesin. İster bu hakkın kime düşeceğini bilsin, ister bilmesin. O sonuç değişmez.
«Satım
akdinden önce bâtıl olmaz. Nitekim geçti ilh...» Ben geçmiş-te bu konuda bir açıklık
görmedim.
«İmam
Muhammed muhalefet etmiştir
ilh...» Zira İmam Muhammed teslimi ibtal etmiş, baliğ
olduktan
sonra çocuk şüf'ayı alır demiştir. Bu
hilaf üzerinedir ki, vasiye veya babaya çocuğun
binasının
civarında bir binanın satıldığı
haber verilse vasi ile baba taleb etmeseler, imameyne göre
şüf'a
bâtıl olur. İmam Muhammed'e göre bâtıl olmaz. Çocuk baliğ olunca alabilir. İbni Melek.
«Kıymetiyle veya kıymetinden aza satılması hâlinde ilh...» Eğer kıy-metinden halkın onun
benzerinde
yanılmayacağı bir fazlalıkla satılırsa, imamların ittifakıyla baba veya vasinin şüf'ayı
teslimi
caizdir. En sağlam görüş ise, ittifaken teslimi caiz değildir. Çünkü baba veya vasi almaya
mâlik
olmadığı gibi teslime de mâlik değildirler. İbni Melek.
Bu
görüşün gereği şudur; Baba veya vasi kıymetinden fazlaya satılan bir akarda şüf'ayı teslim
ettikten
sonra çocuk baliğ olsa. şüf'ayı taleb
edebilir.
«Hakim
huzurunda olmazsa sahih değildir ilh...» Bu İmameynin gö-rüşüdür. İmam Ebû
Yûsuf'un da
birinci
görüşüdür. İmam Ebû Yûsuf diğer bir
görüşünde mutlaka sahihtir demiştir. Tatarhâniye'de
olduğu
gibi. Ta-tarhâniye'de Velvaliciye'den naklen şöyle denilmiştir: «Vekilin şüf'ayı tes-lim etmesi
sahihtir.
Bina her ne kadar İmameyne göre vekilin elinde de olmasa. Fetva da İmameynin görüşü
üzerinedir.
İmam Muhammed bura-da muhalefet etmiştir.»
«Teslime mâlik olan kimsenin susması teslimdir ilh...» Baba ve vasi de teslime mâlik
olanlardandırlar. Nitekim biz ânifen zikrettik. Hâniye'den ve musannifin
Fetâvâ'sından takdim
ettiğimiz
şu ifadeleri de unutma: «Şüf'a sahibi satımı duysa, sussa, müşteri semeni öğreninceye
kadar
şüf'ası bâtıl olmaz. Bakire kız gibi ki, ondan nikâh izni istenildiğinde ki-nlinle evleneceğini
öğrendiği
zaman nikâhı iptal edebilir.»
«Şüf'aya
karşılık bir ivaz üzerine sulh yapılması da şüf'ayı ibtal eder ilh...» Çünkü şüf'a yerinde
karar
kabul eden bir hak değildir. Belki şüf'a yalnız temellük hakkıdır. O zaman p talebe karşılık ivaz
almak
sahih de-ğildir. O hakkı düşürmek de caiz olan şartlara bağlanamaz. Öyleyse, fa-sit şartlara
bağlanmaması daha uygundur. O zaman şart bâtıl, düşürme de sahih olur. Talikin caiz olmaması
hususunda
bir söz vardır ki, biz onu Allah diterse fer'î meselelerde zikredeceğiz.
«Şüf'a
hakkını bir mal karşılığında satması da şüf'ayı bâtıl kılar ilh...» Hidâye'de «Biz onun neden
iptal
ettiğini beyan ettik» denilmekte-dir.
Zahîre'de
şöyle denilmektedir: «Eğer şüf'a sahibi şüf'ayı birisine hibe etse veya diğer bir adama
satmış
olsa, onun satış veya hibesi şüf'ayı teslim etmek olmaz. Zira satım akdi mahalline isabet
etmemiştir.
Birinci görüş daha sahihtir.» Özetle.
Ben
derim ki: Hâniye'de şöyle birşey vardır: «Şüf'a sahibi şüf'ayı kendisine sabit olduktan sonra
satsa
veya birisine hibe etse, şüf'a bâtıl olmaz. Çünkü şüf'a temliki ihtimal etmez. O zaman satım
akdi
de yerine isabet etmemiştir.»
Bunun
zahiri, satım akdi şüf'anın
sübutundan önce olursa, şüf'a bâtıl olur. Çünkü onda talebi terk
vardır.
Ancak, bu esah kavlin mukabiline bina kılınırsa, bâtıl olmaz. Bunu Minah'm Haniye ve
Müctebâ'dan
zikrettiği ile birlikte düşün.
«Nefsî
kefalette de ilh...» Nefsi ile kefil olan kimse, bir ma! üzerine kefil olduğu kimse ile sulh
yapsa,
kefalet sakıt olur. O adamın mal ver-mesi bir rivayete göre vacib değildir. Sağlam olan da bu
rivayettir. Diğer bir rivayete göre ise,
kefalet bâtıl olmaz ama mal da vacib değildir. Bu konunun
tamamı
Kifâye ve Gâyetül-Beyân'dadır.
«Ama kısas bunun aksinedir ilh...» Çünkü kısas yerinde tekarrür eden bir haktır. Zira katilin nefsi
kısas
hakkı olan kimselerin yanında mubahtır. Sulh ile ona kanının dökülmesi hususunda bir ismet
hâsı!
olur. O zaman, onun karşılığında
bir ivazla sulh yapmak caizdir.
Miraç.
«Şüf'ası
düşmez ilh...» Çünkü bunda şüf'a ile almadan kaçınmak yoktur. Ama metinde geçen
mesele
bunun aksinedir. Velhasıl Nihaye'de de olduğu gibi şüf'a sahibinin müşteri ile sulh yapması
üç
şekildedir. Bir durumda sahihtir. Başka bir durumda sahih değildir. Şüf'a da bâtıl ol-maz. Diğer
bir
durumda ise şüf'a bâtıl olur. Mal
vermek de vacib
de-ğildir.
«Şüf'a
sahibi öldüğü takdirde şüf'a bâtıl olur ilh...» Zira metinde geç-tiği gibi, şüf'a karşılıklı rıza
veya hâkimin hükmü ile mülk edinmektir. Öyleyse hakimin hükmünden sonra ölse de şüf'a batı!
olmaz.
«Müşterinin
ölümü şüf'ayı bâtıl kılmaz ilh...»
Yine satıcının ölümü de şüf'ayı
bâtıl kılmaz. Şüf'a
müşterinin,borcundan
veya vasiyetinden dolayı satılmaz. Eğer şüf'ayı hâkim veya vasi satsa veya
müşteri
ondan birşey vasiyet etmiş olsa, şüf'a sahibi onları ibtal eder. Akarı da alır. Çünkü şüf'a
sahibinin
hakkı müşteriye tekaddüm etmiştir.
Bundan ötürü de müşterinin hayatındaki tasarrufları
da
bozulur. Hidâye.
«Şüf'aya
vesile olan akarı satsa, şüf'a bâtıl olur ilh...» Yani hepsini satarsa. Zira Hâniye'de şöyle bir
ifade
kullanılmıştır: «Komşulukla şüf'a sahibi olan kimse şüf'ayı kendisiyle istihkak edeceği binayı
satsa,
ancak ondan bir parçayı satmasa, onun şüf'ası bâtıl olmaz. Çünkü geriye kalan parça,
başlangıçta
şüf'aya yeterli olur. O zaman şüf'anın devamına da kâfi
gelir.»
«Satışı
ister bilsin, ister bilmesin ilh...» Yani şüf'a edilecek malın satışını kendinin şüf'a vesilesi
olacak
mülkünü satarken ister bilsin, ister bilmesin.
«Yeri
mescid veya kabristan veya tescilli bir vakıf yapsa, şüf'a hak-kı bâtıl olur ilh...» Yani, eğer
şüf'a
ile hüküm verilmezden önce bu şeyler
yapılırsa, şüf'a bâtıl olur. Zira bunlar onu mülkiyetinden
zail
eden şey menzilesindedirler. Dürer'de olduğu gibi.;
«Sicilli vakıf ilh...» Uygun olan, «Yalnız sözle vakıf olur» ifadesine göre şüf'anın onunla da sakıt
olmasıdır.
Herne kadar tescil etmese dahi Şurunbulâliye.
«Satsa
ilh...» Yani şüf'a sahibi şüf'a vesilesi olan şeyi satsa. Bu söz ifade ediyor ki, şüf'a vesilesi
olan
şeyin satışından maksat kesin satış-tır.
«Çünkü
sebebi bakidir ilh.v» Sebeb, onun
mülkünün şüf'a edilecek yere bitişik olmasıdır. Zira
satıcının
muhayyerliği satılan malın satıcının mülkünden çıkmasına engeldir.
Hidaye'nin ifadesi de şöyledir: Zira muhayyerlik mülkün yok olmasına engeldir. O zaman ittisal
kalmıştır.
Sen anla.
«Şüf'a
sahibinin müşteriden alması da şüf'ayı ibtal eder ilh...» Zira şüf'a sahibinin müşteriden
almaya
kalkışması, şüf'a talebinden yüz çevirmesidir. Yüz çevirmekle de şüf'a bâtıl olur. Minah.
«Ondan
aşağı olan ilh...» Meselâ müşteriden satın alan şüf'a sahibi şüf'a edilecek mülkün ortağı
olsa,
satılan malın da bir komşusu bulun-sa, şüf'a bakımından satılan malın komşusu olan mabiin
ortağından
da-ha aşağıdır.
«Birinci
akitteki veya ikinci akitteki ilh...» Bu konu hususunda bizim Tatarhânîye'den naklen
musannifin
«satım akdi huzurunda feshedilir» sözü üzerine yazdıklarımıza bakınız.
«Bunun
aksine başlangıçta satın almış olsa ilh...» Yani ona şüfa' hakkı ile alması sabit olmazdan
önce
almış olsa. Çünkü o zaman bunun zımnında yüz çevirme yoktur. Çünkü mülk edinmeye
kalkışmıştır. Zaten şüf'a ile almanın maksadı da mülk edinmektir. Zaten onu başka bir yolla alma
imkânı
bulunmadığı için satın almıştır. Zeylâî.
«Ondan
aşağı olan kimse için şüf'a' hakkı yoktur ilh...» Şüf'a hakkı ancak ona ve onun benzeri
olanlara
sabittir. Nitekim biz bu babtan
he-men önce bunu açıkladık.
«Kiralamış olsa veya almak veya kiralamak için konuşup kararlaş-tırmış olsa ilh...» Yani şüf'a
edeceği
yerin satışını bildikten sonra
kiralasa veya konuşup kararlaştırsa. Miraç.
Musannif,
«Almak veya icare etmek için konuşup kararlaştırsa» söz-lerinde şüf'a edilecek binanın
zamiriyle
kaydetmesi, Tatarhâniye'de^ şu ifade içindir: «Adam bir bina alsa, şüf'a sahibi de kendi
binasını
satmak veya kiralamak için fiyatını konuşup kararlaştırsa, müşterinin aldığı bi-naya da
şüf'a
talebi üzerine şahit edinse şüf'a hakkına sahiptir.»
«Kendisine
aldığı fiyatla satmasını ilh...» Yani müşterinin kendi al-dığı birinci fiyatla. Ki buna fıkıhta
başabaş
satış (tevliye) denilir. H. Tevliye gibi belirli bir
kâr ilave (murabaha) yoluyla verilmesini
istemesi
de böyledir. Yine şüf'a sahibi müşteriden satıldığını öğrendikten sonra «Ba-na ver, yarıya
ekeyim»
veya «Bahçeye ortaklaşa bakayım» dese, şüf'a bâtıl
olur.
«Kıymeti bin veya daha fazla ilh...» Eğer binadan daha az olursa, öncelikle böyledir. İnâye'de
olduğu
gibi.
«Şüf'a
taleb etme hakkı vardır ilh...» Zira şüf'ayı teslim etmesi, bi-nanın semeni olan bin lirayı çok
görmesidir.
Veya dirhem olarak vermeye kudreti olmamasıdır. Semeni çok görmesinde veya ikinci
şıkta
dirhem olarak ödemeye kudreti bulunmadığından şüf'ayı teslim etmesi gerek-mez.
«Kıymeti bin olan meta ile satıldığı ilh...» Uruzun kıymeti binden faz-la
olursa, öncelikle şüf'a
hakkını
kaybeder. Ama binden aşağı olması bu-nun
aksinedir.
«Aralarındaki fark nedir, ilh...» Fark, meta ile arpa, buğday ve yak-laşık bir sayı arasındaki fark
nedir?
Meta kıyemîdir. Onda gerekli olan da
kıymettir. Kıymet ise ya dirhem veya dinardır. O zaman
ondan
kolay-lık ortaya çıkmaz. Ama arpa, buğday veya yaklaşık sayı ise mislidirler. Misli ile
alınırlar.
O zaman çoğu defa dirhem temin etmeye kudreti ol-masa da arpa veya buğdayı temin
etmesi
kolaydır. Dinar meselesine ge-lince, zira dirhemle dinar İnâye'de de olduğu gibi kastedilen
-ki
semeniyettir- de ikisi bir cinstirler, bize göre. Bunların birini diğeri ile değiş-mek de ödeten
kolaydır.
İmam
Züfer de diyor ki: «Altına satılan birşeyde dinar ödeme kud-reti olmasa da dirhemle ödeme
kudreti
olsa, yine şüf'a vardır. Çünkü cinsleri ayrı ayrıdır.»
BİR
UYARI: Şüf'a sahibine satılan binanın semeninin elbise ve köle gibi meta olduğu haber verilse,
sonra
satılan akarın semeninin tartıla-cak ve ölçülecek birşey olduğu ortaya çıksa veya tartılacak
ve
ölçüle-cek birşeyle satıldığı haber
verilse, sonra tartılacak ve
ölçülecek şeyin başka bir cinsi ile
satıldığı
anlaşılsa, o zaman şüf'a hakkı yine vardır. Eğer semenin bir meta olduğu haber verilse,
sonra
metanın başka bir cinsi ile veya kıymeti ona ulaşana kadar altın veya gümüşle satıldığı
an-laşılsa, o zaman şüf'a yoktur. Çünkü burada şüf'a sahibinin şüf'asına bir fayda yoktur. Zeylai.
«Ona
şüf'a hakkı yoktur ilh...» Zahîre de
şöyle denilmiştir: «Şüf'a yoktur, sözü, yarısının fiyatının,
hepsinin
fiyatı kadar olmasına yorumla-nır. Meselâ binanın hepsini bin liraya aldığı haber verilse,
şüf'a
sahibi şüf'ayı teslim etse, sonra binanın yarısının bina satıldığı ortaya çıksa, şüf'a hakkı
yoktur.
Ama ona hepsinin bine satıldığı haber verilse, sonra yarısının beşyüze
satıldığı zahir olsa, o
zaman
şüf'a hakkı vardır.»
Cev-here.
Zeylaî bunu «denildi» (kıyl) sözü ile ifade etmiştir.
«Zahirî
rivayete göre ilh...» İnaye'de şöyle denilmektedir: «Musanni-fin burada zahire göre demesi,
Zahirin
aksi üzerine Ebû Yûsuf'tan ya-pılan
rivayetten kaçınmak içindir. Zira bazen semenin yarısını
tahsil
et-mek mümkündür. Bazen de mülkünün
bitişiğinin tamamlanması için yal-nız yarıya ihtiyacı
vardır.»
METİN
Sonra
musannif şüf'adan kaçınmanın hilelerine başlayarak şöyle de-miştir: Birisi bir
akarı satsa,
ancak
o akardan şefi ile sınır olan yerden bir arşını satmasa, o zaman şüf'a sahibine şüf'a hakkı
yoktur.
Çünkü akar muttasıl
değildir.
Satıcı
sınır olan bir arşını müşteriye hibe etse ve müşteri de
kab-zetse, yine şüf'a yoktur. Eğer
binadan
bir payı semeni ile alsa, sonra binanın kalan kısmını kıymetiyle alsa, komşu için şüf'a hakkı
yalnız
bi-rinci satılan payda vardır. Fakat şüf'a taleb edilen yer de müşterinindir. Çünkü müşteri
ortaktır.
Şüf'aya engel olmanın hilesinin tümü şudur: Müşteri binanın kıyme-tinin tamamından
bir dirhem
eksikle, binanın bir arşınını veya bir payını alsa, sonra geri kalan kısmı, semenin kalan kısmıyla
alsa,
şüf'anın hepsine engel olur. Şüf'a sahibi şüf'aya engel olmak için böyle yapıp yapmadığı
konusunda
müşteriye yemin de teklif edemez. Yalnız şüf'a sahibi birinci satımın ikrahen yapılıp
yapılmadığı
üzerine müşteriye ye-min ettirilebilir. Müeyyidzâde. Veciz'e nisbetle.
Bir
kimse yüksek bir semenle bir akarı alsa, sonra o semen karşılı-ğında kıymetli bir elbise verse, o
zaman
şüf'a semenledir, elbise ile de-ğildir. O zaman şefinin onda talebi kalmaz. İşte bu hile hem
ortağa,
hem de komşuya şâmil olur. Şu kadar var ki bu satıcıya zararlıdır. Çünkü
sattığı bina
başkasının istihkakı çıkarsa, semenin hepsini ödemesi ge-rekir. Uygun olan bahası olan dirhemleri
satıp
dinar almasıdır. Bu du-rumda
bina istihkak edildiği zaman onun sarfı bâtıl olur.
Şehirlerde
örfleşmiş bulunan daha kolay ve güzel olan bir hile de şudur ki musannif bunu şöyle
ifade
etmiştir: Bir kimse ölçü ve işaretle bilinen dirhemlerle birlikte işaret edilen ancak kıymeti
meçhul
olan bir avuç para ile bir bina satın alsa, kabızdan sonra aynı mecliste avuçla verdiği para
zayi olsa, o zaman şüf'aya engel olur. Zir fiyatın
bilinme-mesi şüf'aya engeldir. Dürer.
Ben
derim ki: Bunun benzeri Muzmarat'ta
da vardır. Uygun olan. şüf'a sahibi eğer «Ben avuç
içindeki
paraların kıymetini biliyorum, şu kadardır» dese, o zaman şüf'a sahibi dirhem ve kıymetiyle
alma
hakkı-na sahiptir. Müşteri bir akarı meta veya akarla alsa, müşteri o akan nasıl kıymetiyle
alabilirse. Nitekim geçti. Bunu musannif
söylemiştir.
Musannif
daha sonra Mukataat-ı Zahiriye'den
buna uygun olanı da zikretmiştir.
Ben
derim ki: Musannifin dediğine
Tenvîrü'l-Besâir'de de
uyulmuş-tur. Şeyhimiz de bunu ikrar
etmiştir.
Şu kadar var ki, musannifin oğlu-nun
Zevâhirü'l-Cevâhir'de «Bu birinciye muhaliftir»
diyerek babasına iti-raz<ETMI??TIR. p geçti.
Biz
yukarıda zikrettik ki, fasit satım akdi ile satılan birşeyde şüf'a yoktur. İsterse kabızdan sonra
olsun.
Zira fesih ihtimali vardır. Evet,
fasit satımla satılan bir malda müşteri bina ve benzeri şeylerle
feshi
düşürürse, o zaman şüf'a sabit olur.
Âlimlerin
ittifakı ile, şüf'anın sübutundan sonra şüf'ayı düşürmek için hile
yapmak mekruhtur.
Müşterinin
şüf'a sahibine «Benden al» demesi gibi Bezzazi bunu zikretmiştir. Ama başlangıçta
şüf'anın
sübutunu önlemek için hile yapmak
Ebû Yûsuf'a göre mekruh değildir.
İmam Muhammed'e
göre
ise mekruhtur. Şüf'ada Ebû Yûsuf'un
görüşü ile fetva ve-rilir. Sirâciye'de Ebû Yûsuf'un görüşü
«Eğer
komşu satılan yere muhtaç
değilse» sözüyle takyit edilmiştir. Bu takyidi Eşbah'ın
bazı
hâşiyecileri
de güzel görmüştür. Ama bunun tersine zekâtta,, hacda, secde âyetinde hile yapmak
mekruhtur.
Cevhere.
Hileyi
bozmak için fakihlerin sözünde bir
hile yoktur. Bezzâziye. Bezzâziye
sözlerine devamla, «Biz
hileyi
düşürecek hileyi çok aradık ama
bulamadık»
demiştir.
İZAH
«Ancak bir arşını ilh...» Yani derinliğine bir arşın, bir karış veya bir parmak. Uzunluğu ise komşuya
bitişik
olan kısmın tamamı. Dürer.
«Çünkü
muttasıl değildir ilh...» Sâyıhanî bu hileyi Şurunbulâliye'nin Uyunu'l-Mesâil'den naklettiği ile
kapalı
görmüştür. Şurunbulâliye'nin
naklettiği şudur: «Birkaç bölümü olan
büyük bir binanın bir
bölümü
satılsa, o binanın komşusunun
şüf'a hakkı vardır. Çünkü satılan kısım binanın
tamamındandır.
Binanın komşusu, bitişik olmasa bile satılan binanın da komşusudur.»
Ben
derim ki: Kapalı olan bu değil, Uyunu'l-Mesail'de olan mesele-dir. Düşün.
«Bir
arşını hibe etse ilh...» Açık olan odur ki, burada bu miktardan maksat bu miktarın dışındaki
kısmı
sattıktan sonra hibe etmesidir. Bunu da musannifin «müşteriye» sözünün karinesi ile
anlıyoruz.
Müşteriye o miktarı satması da bunun benzeridir. Çünkü müşteri satıcıya o binanın
hukukunda
ortak olmaktadır. O zaman komşu için şüf'a yoktur. Binae-naleyh bu hile ikinci bir
hile
değildir.
Belki birinci hilenin tamamlayıcısıdır. Bu hibenin
satımdan olması da muhtemeldir. Hibede
şart
olan şart koşulan bir karşılığın olmamasıdır. O zaman eğer bu hibeden mak-sat satıştan önceki
olursa
ikinci bir hile olmuş olur.
«Şüf'a
hakkı yalnız birinci payda vardır ilh...» Mustasfa adlı eserde şöyle denilmektedir: «Bu
mesele, eğer binanın bir payı satılsa, bu bir payın satıldığı şüf'a
sahibine haber verildiğinde onun
reddetmesi
halinde yalnız birinci payda şüf'a hakkı vardır. Ama her iki payın satışı da ona ulaşsa, o
zaman
ona şüf'a hakkı vardır. Ama sarihin «şüf'a sahibi onda komşudur, ikinci satışta müşteri
ortaktır,
müşteri komşuya takdir edilir» sözünün illeti musannıfın yukarıdaki sözünün tevile yer
bırakmadan
mut-lak olmasını gerektirir. Bütün kitapların ifadesi de satışın mutlak olması
üzerinedir.»
Kifâye.
«Müşteri
ortaktır ilh...» Yani şüf'a sahibinin şüf'a hakkını ondan al-madan önceki hale bakılırsa
ortaktır.
İnâye'de şöyle denilmiştir: «Zira müşteri geri kalan kısmı aldığı zaman birinci payı almakla zaten
ortak
olmuştu. Şüf'a sahibinin birinci yapı
is-tihkak etmesi mahkemeden önce müşterinin ikinci
parçadaki şüf'asını iptal etmez. Çünkü henüz mülkündedir. O halde müşteri komşudan önde gelir.»
Ben
derim ki: İtkanî'nin zikrettiği şu mesele de bunun benzeridir: «Bir kimse kendi binasına bitişik
bir
binayı alsa, sonra da birinci
binasını sat-sa, daha sonra ikinci binaya bir komşu çıksa, o
komşuya
binanın yarısı ile şüf'a hakkına hüküm verilir.»
«Hilesinin
tümü ilh...» Yani akarın hepsinde şüf'aya engel olmanın hilesi. Yani herne kadar ona
birinci
payda sabit olsa da. Şu kadar var
ki, şüf'a sahibi onun büyük bir
semenle satıldığını görse, o
zaman
şüf'a sahibinin talebi az olur. Az olunca da onu almaktan kaçınır. Açıktır ki, birincisi de yine
hepsinin
hilesidir. Zira o arşını alan hukukta satılan malda, ortak olur. Hukukta ortak olunca da
komşuya
takdim edilir. Nitekim biz bunu
zikrettik. Öyleyse burada musannifin hilenin tümü sözü,
yalnız
ikinci hileye
nisbetledir.
«Bir
arşınını veya bir payını alsa ilh...» Meselâ hangi taraftan olur-sa olsun arşın gibi bir payını alsa
veya dokuzda bir veya onda bir gibi şeyi bir cüzünü alsa.
Ben
derim ki: Fakihlerin sözünde vaki olan arşını birinci hilede zik-redilene hamletmekte bir görüş
vardır.
Zira onda arşın, şüf'ayı hepsinde tevakkufsuz olarak engellemektedir. Sen anla.
Bil
ki bu hile, bizim de zikrettiğimiz gibi, şüf'a sahibinin talebini azaltmak içindir. Birinci hile ise,
onun
şüf'asını iptal içindir. Hem de
bil ki, bu hile müşteriye zararlıdır. Eğer bina küçük bir çocuğun
olursa.
Çünkü binanın geriye kalan kısmını geri kalan semenle satması caiz değildir. Zira onda
fahiş
gabin vardır. O zaman müşterinin o
payı yüksek bir semenle alması gerekir. Onun geri kalan
kısmını
alması da caiz değildir. Gâyetü'l-Beyân'da olduğu gibi.
BİR
FAYDA: Bunlardan birisi arkadaşına karşı sözünü yerine geti-rememekten korkarsa, kendisine
üç
gün muhayyerlik şartı koyar. O süre içinde yerine
getirmezse, satım akdini fesheder. Eğer her
ikisi
de kor-karsa, her ikisi de nefislerine muhayyerlik hakkı şart koşarlar, sonra da birlikte akte
icazet
verirler. Eğer bunlardan birisi, kendisi icazet verdik-ten sonra arkadaşının satım akdine
icazet
vermemesinden korkarsa, her ikisi de kendilerine birer vekil tutarlar ve o vekillere
karşı
tarafın
vekili akte cevaz verirse sen de verirsin diye şart koşarlar. Zeylaî.
«Birinci
satım akdinin ikrahen yapılıp yapılmadığına ilh...» Zorla sa-tış şudur. Satıcı ile müşterinin
akti
irade etmedikleri halde, onlara akit yapmaları için düşman tarafından zorlanmaları sonucunda
akti
izhar et-meleridir. Bu satım akdi gerçekte satım değildir. Belki eğlence gibidir. Nitekim kefalet
kitabından
hemen önce bu
geçti.
«Akarı alsa ilh...» Nitekim sarihin ifadelerinden de bu anlaşılmak-tadır. Ama zamiri paya irca
etmekte
de bir engel
yoktur.
«Çok
bir semenle ilh...» Yani kıymetinin birkaç
misliyle.
«Sonra
o semen karşılığında kıymetli bir elbise verse
ilh...» Yani sonra da o çok semen karşılığında
satılan
malın kıymetinde bir elbise
verse.
«Elbise
ile değil ilh...» Zira elbise müşterinin zimmetinde olan ba-hanın karşılığıdır. O zaman satıcı
o
elbiseyi birinci akille değil, diğer
bir akitle satın almış olmaktadır. Zeylaî.
«Talebi
kalmaz ilh...» Yani şüf'a sahibi semenin çokluğundan o sa-tılan malı almak istemez. Sarih
bu
sözüyle bu hilenin şüf'a sahibinin şüf'asını iptal etmeyeceğine işaret etmiştir. Zira şüf'a sahibi
eğer
bu çok semeni vermeye razı olursa,
şüf'ayı alma hakkına sahiptir. Ama
bi-rinci .hile bunun
aksinedir. Nitekim bunu
zikrettik.
«Bu
hile hem ortağa, hem de komşuya şamil olur ilh...» Ama bundan önceki hilelerin hilafına. Zira
bundan
önceki hileleri ortak hakkında geçerli değildir. Birinci hile açıktır. İkinciye gelince, zira ortak
geri
ka-lan yarıyı semenden geri kalanın yarısı ile alabilir.
«Bu
satıcıya zararlıdır ilh...» Uygun olan, bazen zarar verir demesiydi.
«Semenin
hepsini ödemesi gerekir ilh...» Zira ikinci satım akdi ile semenin hepsi üzerine vacibtir,
sonra
da onun beraetiyle. Sanki, akarın semeni ile takas yoluyla meydana gelmiştir. Akar başka
birisinin
istih-kakı çıktığı takdirde takas da bâtıl olur. Takas bâtıl olunca satıcının se-menin hepsini
vermesi
gerekir. Zeylaî.
«Dirhemleri
satıp dinar almasıdır ilh...» Uygun olan, burada akarın kıymeti kadar dinar alması
ifadesini
kullanmaktı. Nitekim Zeylaî de böy-le ifade
etmiştir.
«İstihkak edildiği zaman sarf bâtıl olur ilh...» Zira onun zimmetinde olan dirhemleri sarfetmek olur.
Akar
başkasının istihkakı çıktığı takdirde de açıklanır ki müşterinin üzerinde hiç borç yoktur. O
zaman
kabızdan önce ayrıldıkları için onun
sarfetmesi de bâtıl olur. O takdirde satıcıya dinarları
reddetmek
vacib olur, başkasını değil. Zeylaî.
«İşaret
edilen ilh...» Musannif bu sözle kaydetmiştir ki, o bir avuç paranın semene katılması sahih
olsun.
Şüf'anın düşmesini de, «fiyatın
bilinmemesi» ile kaydetmiştir.
Musannif, «avuçla verdiği para
kaybolsa»
sözüyle de kaydetmiştir ki, şüf'a sahibinin onu bilmesi mümkün olma-sın. Bundan ötürü
de
Minah'ın Muzmarat'tan naklettiği
«Sonra semeni anında istihlak etse» sözünden de «mecliste»
kelimesini çıkararak ilave etmiştir. Sen anla.
«Mukataat-ı
Zahiriye'den ilh...» Yani şüf'a
kitabından. Zahîriye sa-hibinin âdeti, müteferrik yerine
mukataat
demektir. Minah'ta mukataat lafzı zikredilmemiştir. Belki bunu Remlî zikretmiştir. Remlî'de
olan
ifade aynen şöyledir. «Birisi tartısız, ölçüsüz dirhemlerle bir akar satın alsa, satıcı ile müşteri
dirhemlerin
miktarını bilmedikleri konusunda ittifak et-seler, karşılıkla kabzettikten sonra dirhemleri
satıcının
elinde helak ol-sa, burada şüf'a sahibi ne yapar? Bu sorunun cevabında hâkim
Ömer bin
Ebî
Bekir şöyle demiştir: «Şüf'a sahibi
binayı şüf'a ile alır. Sonra da kendi kanaatiyle verdiği
semenin
fazlasını isbat ederse, alamaz.»
Ben
derim ki: Kadı Ömer'in hüküm verdiği mesele kapalıdır. Zira şüf'a sahibi yalnız kendi kanaatiyle
müşteriyi
zorlayarak şüf'ayı nasıl alabilir? Halbuki şüf'a sahibi ancak şüf'ayı müşterinin üzerine
mevcut
olan semenle alma hakkına sahiptir. Ancak buna şu zayıf cevapla cevap verilebilir: Yarabbi
sen
bizi sorumlu tutma. Şüf'a sahibi
ancak semeni biliyorsa şüf'ayı alabilir. Bu cevabı da Kadı
Ömer'in
«Ancak müşteri şüf'a sahibinin
kanaatiyle verdiği semenin fazlasını
isbat ederse»
sözünden
anlıyoruz. Zira bu söz gösteriyor ki, semeni helakinden önce müşteri bi-liyordu. Şeyhimiz
de
bunu ikrar etmiştir. Yani Remlî Minah
haşiyesinde ve Fetâvâ-yı Hayriye'sinde.
«Bu
birinciye aykırıdır ilh...» Yani metinde olana aykırıdır.
Ben
derim ki: Burada metinde olana muhalefet yoktur. Belki burada
musannifin gayesi, metinde
olan
mutlak ifadeyi tahsis etmektir.
Çünkü metinde bu hile bâtıldır, diye
birşey yoktur. Belki
metinde
bu hilenin sıh-hati, şüf'a
sahibinin de satıcı ile müşteriye paranın miktarının
bilinmedi-ğinde
muvafakat etmesi üzerine
binâendir. Eğer biliyorsa, onu da
iddia ederse, hile bâtıl
olur.
Çünkü hâkimin hükmüne engel
olunacak bilinmezlik yoktur. Bu tahsisin üzerine de bizzat
Muzmarat'ın
ifadesi delâlet eder. Zira Muzmarat sahibi hile ile şüf'anın düşmesini, «Şüf'a sahibi,
satılan
malı semenin misli veya kıymetiyle alır» sözüyle açıklamıştır. Burada ise, hâkim semenin
misli
veya kıymetiyle beraber bilinmezlik sebebiyle hü-küm vermekten acizdir.
Remlî
diyor ki: «Zahiriyed'e olanın açık anlamı şudur: Şüf'a sahibi kanaati üzere yemin edemez.
Çünkü
satıcı ile müşteri şüf'a sahibinin in-kâr ettiği muayyen bir meblağı iddia etmemişlerdir. Belki
onlar
semenin miktarının ne kadar olduğunu bilmediklerinde ittifak etmişlerdir. O za-man artık şüf'a
sahibinin
münkir olduğu söylenemez. Madam k! şüf'a sahibinin münkir olduğu söylenemez, yemin
de
etmez.
«İşte
bu Zahiriye adlı eserin açık olan ifadesi ile anlaşıldı ki bu hile ancak şefi de satıcı ile
müşteriye
semeni bilmeme hususunda uyarsa, tamamlanır. Buna da fakihlerin hükmün
çetinliğinden
ötürü sözü işaret
etmektedir.»
Bu
da bizim dediğimizin aynısıdır.
«Metinlerde
olanlar ilh...» Gurer gibi. Şerhlerden de Muzmarat gi-bi. Zira Kudurî'nin şerhidir. Metin
ve
şerhlerde olan neden fetâvâlara
tak-dim edilir? Zira metinlerde olan meseleler bizim üç
imamızdan
veya bazı-sından nakledilendir. Şerhlerde olan da böyledir. Ama fetvalarda olan-lar daha
sonra
meydana gelen yeni bazı vakalar
üzerinedir ki, onlardan sorulmuş, onlarda tahric ehli olduğu
halde,
herkes kendine göre mez-hebin esas kaidelerinden tahriç ederek cevap vermişlerdir.
Bundan
ötü-rü de fetvaların birçoklarında ihtilaflar görülür. Hem de bilinir ki, üç imam-dan
nakledilen
onlardan sonra gelen meşayihten nakledilen gibi değil-dir. Sana gizli olmasın ki, bizim
şu
meselemin böyle değildir. Çünkü o mesele, Kudurî muhtasarı, Hidâye, Kenz, Vikaye,
Nikâye,
Mecmâ,
Mülteka, Mevahib ve Islâh gibi halleri öyle olan metinlerde zikredilmemiştir. Hatta Minah
sahibi
Minah'ta şöyle demiştir: «Ben bu hile üzerine zikre-dilen kitabın dışında hiçbir yerde vakıf
olamadım.
Yani Dürer ve Gurer dışında. Sonra
ben o hileyi Muzmarat'ta da
gördüm.»
Bu
hilenin Muzmarat'ta zikredilmesi
mezhep imamlarından nakledil-diğine delâlet etmez. Ta ki
fetvalarda
olanlara tercih edilsin. Bu nasıl olur? Çünkü Nihâye ve diğer muteber kitaplar gibi
kitaplar
fetva asha-bından nakiller yaparlar.
Musannifin da bunu yine onlardan nakletmesi
muhtemeldir.
İnsafla düşün.
«Zikrettik
ki ilh...» Yani şunu : Bu meseleyi Remli, Havi-i Zâhidi'den
naklen zikretmiştir. Bu da
hilelerdendir.
Ben
derim ki: Şüphe yok ki, hileyi yapmak helâl değildir. Fasit akitle mübaşeret yaptığından onun
dininde
zararı olur. Şüf'a sahibinin bina ve benzeri şeylerle feshi
düşürdükten sonra taleb etmesiyle
dünyasına da zarar vardır.
«Bezzazı
zikretmiştir ilh...» Ben diyorum ki; Bezzâzî'nin zikrettiğinin üzerine ihtisar etmek, şüf'ayı
düşürmeye
elverişli değildir. Zira şüf'a sa-hibi sussa veya ben almıyorum dese, şüf'ası düşmez.
Nihâye'nin ifadesi ise şöyledir: «Müşteri şüf'a sahibine : «Ben aldı-ğımla sana satayım. Senin şüf'a
ile
almanda bir fayda yok» dese, şüf'a sahibi de «evet» veya «aldım» dese şüf'ası bâtıl olur.
Ben
derim ki: Şunlar şüf'ayı düşüren
şeylerdendir: Şüf'a sahibi
müş-teriden şüf'a edilecek yeri satın
alsa,
veya bir miktar mal üzerine sulh'
etse, şüf'ası bâtıl olur. Müşteri de o malı geri alır. Nitekim
yukarıda
geçti.
«Şüf'ada
Ebû Yûsuf'un görüşü ile fetva verilir ilh...» Nihâye adlı eserden şöyle
nakledilmiştir:
«İmam
Ebû Yûsuf'un bu rivayetinde hiç
ih-lilaf yoktur.»
Bezzâziye'de
de şöyle denilir: «Eğer şüf'anın sübutundan önce ise, tercih edilen görüşe göre şüf'a
sahibi
ister fasık olsun, ister âdil olsun,, Ebû Yûsuf'un görüşü ile fetva
vermekte beis yoktur. Çünkü
o
ibtal de-ğildir.»
«Eşbâh'ın
bazı hâşiyecileri de güzel
görmüştür ilh...» Eşbâh'ın ha-şiyesini AllâmeŞerafeddin
el-Gazzî,
Tenvirü'l-Besâir'de güzel görmüştür.
Zira o, «Bu söze güzel olduğundan
dolayı itimad
etmek
uygundur» de-miştir. T.
«Zekatta,
hacda, secde âyetinde hile .yapmak mekruhtur ilh...» Yani sene dolmadan önce otlayan
hayvanlarını satarak evde yemeyen hayvanlar alsa veya malını oğluna sene dolmadan önce hibe
etse
veya hac ay-ları gelmezden
önce malını çocuğuna hibe etse veya secde âyeti olan bir sûreyi
secde
âyetini terkederek
okusa.
T.
diyor ki: «Ben diyorum ki, meşhur görüş üzere secde âyetini kendi bile duymayacak kadar gizli
okusa.»
Yani muteber olan kendi nefsine duyurmasıdır. Yalnız harfleri tashih etmek değil.
«Hileyi
bozmak için ilh...» Yani şüf'adaki
hileyi düşürmek için hile yoktur. Ama şüf'adan başkasında
hileyi
düşürmek için hile bulunur. Nitekim
Birî beyân etmiştir. Bezzâziye sahibi.
Ben
derim ki: Bu sözün aslı Zahiriye sahibinin babasından nakildir. Rahmeti de şunu zikretmiştir:
«Yukarıda
geçen «Şüf'a sahibi birinci sa-tımın ikrahen yapılıp yapılmadığı üzerine müşteriye yemin
teklif
edebilir» ve bir de, «Ben avuç
içindeki paraların kıymetini biliyorum» sözleri hileyi
düşürmek
için
hile olmaya uygundur.
BİRİSİNE
BİR BİNA İKRAR EDİLSE İKRAR EDİLEN ŞÜF'A HAKKI TALEB EDEMEZ
BİR
TAMAMLAMA: Meşâyihimizin şeyhi Molla Ali'nin Cevâhirü'l-Fetâvâ'dan naklen şöyle
yazdığını
gördüm:
«Bir kimseye bir binadan bir pay ile ikrar olunsa, sonra o binadan kalan kısım satılsa,
onun
komşu-suna şüf'a yoktur. Hassaf bunu zikretmiş, Harezmî bunu inkâr etmiştir. Mezhep de
Hassaf'ın
dediği gibidir. Çünkü rivayet şu hususta nastır: Birisi diğerine bina ile ikrar etse ve binayı
ona
teslim etse, sonra o bi-nanın
bitişiğindeki bir bina satılsa, Ebû Hanife ve Muhammed'in
görüşüne
göre diğer kimsenin ikrarı ile binayı mâlik olan kimsenin şüf'aya hakkı yoktur. Ebû Yûsuf
buna
muhalefet etmiştir.»
Zira
ikrar eksik bir hüccettir. Bu şunu gerektirir ki, yine ikrar edene de şüf'a hakkı yoktur. Çünkü o
da
kendi ikrarı ile muaheze edilir. Sen düşün.
METİN
Bir
topluluk bir satıcıdan bir akar alsa, şüf'a ile alanlar da onların sayısınca olabilir. O halde şüf'a
sahibi
onların bazısının hissesini alarak geri kalanı terkedebilir. Bunun aksine bir akarı ortak olan
birkaç
kişi bir kişiye satsalar, o zaman şüf'a ile alanların sayısı birkaç olmaz. Belki şüf'a sahibi ya
hepsini
alır veya şüf'ayı terkeder. Zira şüf'a sahipleri çok olursa, müşterinin hepsiyle teker teker
pazarlık
etmesi gerekir. Halbuki o hepsini bir pazarlıkla almıştır. Ama birincisi bunun aksinedir.
Çünkü
orada şüf'a sahibi müşterilerin birisinin yerine geçmektedir. O zaman pazarlık tefrik
edilmemektedir. Bunun kabızdan önce olması ile kabızdan sonra olması arasında da fark yoktur.
Ayrıca
her parçaya bir fiyat biç-mesi ile hepsine birden fiyat biçmesi arasında da bir fark yoktur.
Çünkü
burada itibar, semenin bir olmasına değil, pazarlığın bir olmasınadır.
Bil
ki, bu meselede şüf'a sahibi hisse talebinde bulunsa, yine şüf'a hakkına sahiptir.
Bir
kimse iki ayrı şehirde bulunan iki
binayı veya iki köyü bir pazar-lıkla satın alsa şüf'a sahibi ya
her
ikisini de alır veya şüf'ayı terkeder. Birisini alamaz. İsterse bu şehirlerin biri doğuda, birisi
batıda
olsun. Şerh-i
Mecma.
Bu
konuda yani satıcı veya müşterinin
bir veya birden çok olmasın-da muteber
olan akittir. Çünkü
aktin
hukuku malike değil akide taalluk eder. O zaman, birisi bir cemaatı vekil tayin etse, "şüf'a
sahibi
onların bazısının hissesini alabilir.
Bir
kimse taksim edilmeyen binanın
yarısını alsa, müşteri satıcı
ile binayı taksim etse şüf'a sahibi
taksimde
müşteriye düşen hisseyi şüf'a ile alır. İsterse, aldığı yer, sağlam görüşe göre kendi
tarafında
olmasın. Şüf'a sahibi şüf'ayı nakzedemez. İster satıcı ile müşteri arasındaki bu taksim,
sağlam
görüş üzere, mahkeme kararı ile, ister tarafların rızası ile olsun. Zira taksim kabzın
tamamındandır.
Hatta müşteri ile ortak tak-sim etmiş olsa, şüf'a sahibi için bozma hakkı vardır.
Nitekim
bunu mu-sannif şu sözüyle zikretmiştir: Yukarıdaki meselenin aksine iki kişi ara-sındaki
müşterek
bir binadaki hissesini satmış olsa, müşteri de hissesi-ni satmayan ortakla binayı taksim
etse,
o zaman şüf'a sahibi taksimi nakzedebilir. Satım akdi hibesini nakzedebileceği gibi.
İkisi
de şüf'a sahibi oldukları halde bir bina alsalar, onlar hükümle veya tarafların rızası ile taksim
ettikten
sonra üçüncü bir şüf'a sahibi gelse, üçüncü şüf'a sahibi taksimi bozar. Zira zarurî olarak
yarı
yarıya taksim üçe taksim edilir. Şerh-i Vehbâniye.
Müşteri
ile komşu, şüf'a sahibi olan komşunun oturduğu evin mül-kiyetinde ihtilaf etseler, o zaman
söz
müşterinindir. Çünkü müşteri şüf'anın
istihkakını inkâr etmektedir. Komşu da Ebû Yûsuf'a göre
ona
bilgi konusunda yemin teklif eder. Fetva da Ebû Yûsuf'un görüşü ile verilir.
Müşteriye
muvasebe
talebinin inkârında bilgi üzerine
yemin teklif edil-mesi de
böyledir.
Müşteri
şüf'a sahibi ile karşılaştığında şahit gösterme talebini in-kâr ederse, katiyen üzere yemin
teklif
edilir. Çünkü bu konuda bilgi sahibidir. Ama birincisinde böyle değildir. Eğer ikisi de delil
getirirse,
şüf'a sahibinin delili daha haklıdır. Ebû Yûsuf, müşteri delilinin daha haklı ol-duğunu
söylemiştir.
PRATİK MESELELER:
Birisi,
başkasında kirada olan mülkünü satsa, kiracı aynı zamanda şüf'a hakkına sahipse, eğer
satışa
icazet verirse, onu şüf'a ile alır. Eğer satışa icazet vermezse, kira akdi bâtıl olur. Herne kadar
onu
reddetse de.
Babası
şüf'a sahibi olduğu halde çocuğuna birşey alsa, babası onu şüf'a ile alabilir. Vasi de bu
konuda
baba gibidir.
Ben
derim ki: Şerh-i Mecma'da buna aykırı bir görüş
vardır.
Şüf'a
sahibinin binası satılan binanın bir kısmına bitişik olursa, şüf'a sahibi yalnız bitişik olan kısmı
şüf'a
ile alabilir. İsterse bunda pazarlığın tefriki sözkonusu olsun.
Şüf'a
sahibinin umumî ibrası, şüf'ayı hükmen mutlak olarak ibtal eder. Eğer şüf'ayı bilmezse,
diyaneten değildir.
Müşteri
aldığı binayı boyasa, şüf'a sahibi gelerek şüf'a iddiasında bulunsa, şüf'a sahibi
muhayyerdir. Dilerse boyanın binaya getirdiği fazla fiyatla alır,
dilerse şüf'ayı terkeder.
Eğer
hâkim komşuluk şüf'asını kabul etmeyen birisi ise, komşusu-nun şüf'a talebini tehir
etmesinde
özür sahibidir.
Yahudi
bitişiğindeki binanın satışını
cumartesi günü duysa veya şüf'a taleb etmese, mazur değildir.
«Ben
derim ki: Yukarıdaki meseleden şu anlaşılır: Yahudi, hâkimden cumartesi günü hasmının
hazır
edilmesini istese, kendisine, kendisi-nin de huzurda bulunması teklif edilir. Günün cumartesi
olması
onun için özür değildir. Bu
musannifin söylediği bir fetva
vakasıdır.
Ben
derim ki: Bu mesele Hisamî'nin Fetâva'sında da mevcuttur.
Şüf'a
sahibi müşterinin şüf'ayı iptal için
hile yaptığını iddia etse, g zaman
müşteriye hile
yapmadığına
dair yemin teklif edilir. Vehbâniye'-de bunun aksi
vardır.
Ben
derim ki: Biz bunu zikredeceğiz. Zira musannıfın oğlu Eşbâh üze-rindeki Haşiyesinde
Vehbâniye'de
olanı aşırı bir şekilde teyid etmiştir. Hıfzedilsin.
Şüf'anın
ibtalini bir şarta bağlamak caizdir.
Adam
aynı zamanda şüf'a sahibi olduğu bir
binanın mülkiyetini id-dia etse, meselâ, «Bu bina
benimdir
ve ben onu iddia ediyorum. Bana verilirse ne ala, verilmezse şüf'ayı taleb ediyorum» dese
şüf'ası
düşer.
Şüf'a
sahibi şüf'a taleb ettiği binayı
hâkimin hükmü olmadan eline geçirse, eğer bir alimin görüşüne
itimad
ederek istila etmişse zalim ol-maz. Yok eğer bir âlimin sözüne itimad etmeden istila ederse,
zâlim
olur.
Birkaç
şey vardır ki nüfus başına taksim edilir: Akıl (diyet) şüf'a taksim edenin
ücreti ve bir de yol.
Bunlarda
ihtilaf ettikleri takdirde nü-fus
başına taksim yapılır. Bunların
hepsi
Eşbâh'tadır.
Mürtedde
şüf'a hakkı yoktur. İnâye.
Velisi
olmayan bir çocuk şüf'a sahibi olsa, çocuk olduğu için şüf'a talebinde bulunmasa, onun
şüf'ası
bâtıl olmaz. Hâkim velisi olmayan ço-cuğa şüf'asını taleb edecek bir vasi tayin etse, caizdir.
Cevahir.
Bir
kimse bir bağ alsa, bağın gâib olan bir şüf'a hakkı sahibi olsa, ağaçlar meyve verse, müşteri o
meyveleri yese, sonra şüf'a sahibi ge-lerek şüf'a yoluyla o bağı alsa, bakılır: Eğer ağaçlar
müşterinin
kabız vaktinde meyve vermişlerse,
yediği meyveler miktarınca şüf'a sahibi fi-yattan
düşer.
Yok eğer kabız vaktinde meyve yoksa, ondan hiçbir şey düşmez. Zira o takdirde meyvelerin
semenden
hiçbir hissesi yoktur. Müeyyidzâde, Vâkıat-ı Hisamî'ye
nisbetle.
Vehbâniye'de
şöyle denilmektedir: «Babası çocuğuna aldığı şeyi şüf'a yoluyla alır. Vasi ise şüf'a
davasını
çocuğun buluğu vaktine kadar tehir eder. Şu kadar var ki satın alma günü çocuk adına
şahit
tutarak şüf'a talebinde bulunur.
Şüf'a sahibi komşusu olduğu iki binanın bir pa-zarlıkla
satılması halinde binaları birbirinden ayıramaz. Ama eğer kom-şusu değilse, o zaman ayırarak
kendisinin
komşu olduğu binayı alması uygundur. Şüf'ayı düşürücü bir hile ile şüf'ayı düşürene bir
zarar
yoktur. Ama akti yapanların hileyi
inkâr etmelerinde şüf'a sahibinin
onlara yemin teklif
etmesinin
şer'an daha münker olduğunda şüphe
yoktur.»
İZAH
«Bir
satıcıdan ilh...» Ben diyorum ki,
eğer satıcı ve müşteri her iki-Sı de birden çok sayıda olurlarsa,
ben
bu konuda hiçbir şey görmedim. Açık olan odur ki, bunun hükmü
de böyle olması gerekir. Aksi
gibi
değil. Nitekim gelecek illet de bunu ifade etmektedir. Müracaat edilsin.
«Teker
teker pazarlık etmesi gerekir ilh...» O zaman müşteri şirket aybı ile zarar görür.
Kifâye'de Zâhire'den naklen şöyle denilmektedir: «Müşteri satıcılar-dan her birisinden hissesini bir
pazarlıkla alsa, şüf'a sahibi onlardan bi-risinin hissesini, alabilir. Zira müşteri o ayba razı olarak her
birisinin
his-sesini bir pazarlıkla almıştır.»
Daha
sonra da Kifâye'de pazarlığın bir olması ile ayrı ayrı olması açıklanmıştır.
«Şüf'a
sahibi müşterilerden birisinin yerine geçmektedir ilh...» Hem
de
burada komşu birkaç tanedir. Şüf'a sahibi bunlardan birisinin komşu-luğuna razı olmaktadır,
diğerine
değil. Ama eğer şüf'a sahibi satıcılardan birisinin hissesi ile müşterilerden birisinin
komşuluğuna
razı olsa, o za-man diğerinin payında da yine razı olmuş olur. Çünkü bir
adamın
kom-şuluğu
parçalanmaz.
Dürerü'l-Bihâr.
'«Fark
yoktur ilh...» Sahih olan da budur.
Ancak kabızdan önce olur-sa, diğer ortağı hissesini
ödemediği
takdirde kendi hissesini ödeyen kim-senin payını alma imkânı
yoktur. Çünkü o zaman
satıcının
üzerine elin tefriki gerekir. Bu da müşterilerden birisi gibi olur. Hidâye.
Yani,
müşterilerden birisi semenden hissesini ödese bile, diğer müşteriler de hisselerini ödeyene
kadar
binadan hissesine düşeni alamaz. Şüf'a sahibinin hükmü de
böyledir.
«Kabızdan
önce veya sonra olması ilh...» Yani
müşterinin binayı kabzetmesinden önce veya sonra.
Miraç.
«Yine
şüf'a hakkına sahiptir ilh...» Yani diğer kısımda da şüf'a hak-kına sahiptir. Bazı âlimler
tarafından,
«Eğer bir hisseyi taleb ederse, şüf ası bâtıl olur» denilmiştir. Kuhistanî.
Tatarhâniye'de
şöyle denilmektedir: «Müşteri bir, satıcı iki olursa, şüf'a sahibi bir hisseyi alma
hakkına
sahip olmadığı halde, bunlardan birisinin hissesini taleb etse, geri kalan kısımda da şüf'a
hakkına
sahip midir? Asıl'da «Evet, yine şüf'a hakkına sahiptir» denilmiştir. Bazı âlim-ler Asıl'da
zikredilen
sözü, o kimsenin talebinin binanın hepsindeki mu-vasebe ve şahit gösterme talebinden
sonra
olması şeklinde yorumlamış-lardır. O
halde önce yarısını taleb etmiş olsa, şüf'ası bâtıl olur.
Bazı
alimler de, yorumlamadan bu
ifadeyi mutlak üzere bırakmışlardır. Yani şüf'a talebi ister
muvasebe
ve şahit gösterme talebinden sonra
olsun, ister
olmasın.»
Ben
derim ki: Birinci görüş, sarihin şüf'a talebi babından hemen önce Zeylaî'den naklen zikrettiğini
teyid etmektedir. Naklen zikrettiği şudur: «Şüf'anın sıhhatinin şartı, şüf'a sahibinin hepsini taleb
etmesidir.» Bu-radaki birinci görüşü bizim şüf'a talebi babında zikrettiklerimiz de teyid etmektedir.
Bizim
orada zikrettiğimiz de şu idi: «Sarihin sözü ile Mecma'nın sözü arasındaki uygunluk ile «Ben
yarısını
alıyorum» sözü, şüf'-ayı teslim sayılmaz.»
Düşün.
«Birisini
alamaz ilh...» Züfer diyor ki: «Onlardan birisini şüf'a ile alma hakkına sahiptir.» Bazı
âlimler
tarafından; «Fetva Züfer'in görüşü
üzerinedir»
denilmiştir.