Musannif
burada iki şehir ile kaydetmiştir. Zira Hakâik'te şöyle bir ifade vardır: «Eğer her iki bina
veya köy bir şehirde ise, Züfer'in sözü de bizim sözümüz gibidir.»
Musaffa
ve İzah adlı eserlerde şöyle
denilmektedir: «Şehir sözü it-tifakı bir kayıttır, İhtiraz!
değil.»
Musannifin
burada: «Bir pazarlık»la kaydetmesi, o iki bina veya köy iki pazarlıkla satılsa, o zaman
fakihlerin
ittifakiyle satılan iki bina veya köyden dilediğini alabilmesi sebebiyledir.
Her
ikisine şüf'a sahibi olmasıyla kayıtlaması da, eğer birisine şüf'a sahibi olsa, yine fakihlerin
ittifakıyla hangisi şüf'a sahibi ise onu alabilir. Zira pazarlık herne kadar bir olsa da pazarlık şüf'a
hakkı
taleb edilene şâmil olur. Bir de, şüf'a taleb edilmeyene de şamil olur. O takdirde kulun hakkını
eda
etmek için şüf'a ile şüf'a sabit olanla hükmedilir. Durerü'l-Bihâr ve Şerh-i Mecmâ'da da böyledir.
«Birisi
bir cemaatı vekil tayin etse ilh...»
Yani alış ile. Onlar da ona ister bir, ister birkaç pazarlıkla
bir
akar alsalar. Zeylaî.
Tefrien
tamamı şöyledir: Eğer bir cemaat bir adamı alışla vekil et-se, şüf'a sahibi onlardan birisinin
payını alma hakkına sahip değildir.
«Şüf'a
sahibi onların bazısının hissesini alabilir ilh...» Yani şüf'a sa-hibinin onların bazısının payını
alması,
adam onların her birisini bir hisse için vekil yapmışsa mümkündür. Ama
hepsini, hepsinin
alınmasında ve-kil etmişse, o takdirde şüf'a ancak hepsinde taleb edilebilir. T.
Ben
derim ki: Bu nefs için makbul birşeydir ama, Zeylaî'den anifen
zikrettiğimize muhalif olmasa.
Düşün.
«Kendi
tarafında olmasın ilh...» Ebû Hânife'den şu rivayet edilmiş tir:
«Böyle taksim edilen bir
binada
ancak şüf'aya vesile olan binanın ta-rafına düşerse, müşterinin hissesini alır. Zira diğer
tarafa
düşene komşu değildir.» Hidâye.
«Sağlam
olan görüş üzere tarafların rızası ile ilh...» Ebû Hanîfe'den «Eğer taksim hâkimin hükmü ile
yapılmamışsa, şüf'a sahibi onu nakzede-bilir» sözü rivayet edilmiştir. İtkanî,
«Zira
taksim kabzın tamamındandır ilh...» Çünkü bilinmiştir ki, tak-sim edilebilen bir müşaı
kabzetmek
eksik bir kabızdır. Kifâye.
«Müşteri
ile ortak taksim etse ilh...» Bu söz taksimin kabzın tama-mından alma illeti üzerine tefri
edilir.
Bunu T. ifade
etmiştir.
«Şüf'a
sahibi taksimi nakzedebilir ilh...» Zira bu taksim iki akit ara-sında cereyan etmemiştir.
Öyleyse akit hükmüyle onu kabz saymak müm-kün değildir. O zaman bu mübadele olur. Şüf'a
sahibi
de mübadeleyi nakzedebilir.
Kifâye.
«Komşu
da bilgi üzerine yemin teklif eder
ilh...» Çünkü bu başkası-nın fiili üzerine yemin teklif
etmektir.
Minah. O zaman müşteri, «Ben onun şüf'aya vesile olan mülkün maliki olduğunu
bilmiyorum» diye yemin eder.
«Nasıl
bilgi üzerine yemin teklif ederse
ilh... Bu, Tatarhâniye'de
Ebülleys'ten naklen olan ifadeye
uygundur. Bu şunun üzerine yorumla-nır ki,
şüf'a sahibi; «Ben satışı dün duydum ve taleb ettim»
dese
delil ikame etmesi teklif edilir. Eğer delil ikame edemezse, müşteriye yemin teklif edilir. Eğer,
«Ben
satışı duyduğum zaman taleb ettim» dese yani geçmişe isnad etmese, o zaman ifadeler
arasındaki uyum da hâsıl ol-muş olur. Bunu Remli ifade etmiştir. Remlî'nin ifadesini de biz
zikrettik.'
«Müşteri
şüf'a sahibi ile karşılaştığında ilh...» Musannif burada müşterinin şüf'a sahibi ile
karşılaşmasıyla kaydetmesi şunun içindir: Zira müşteri eğer şüfa' sahibinin satıcı ile karşılaştığında
veya binanın yanın-da şahit gösterme
talebini reddederse, o zaman bilgisi üzerine yemin teklif eder.
Çünkü
ilmi bunu ihata etmektedir.
H.
«Şüf'a
sahibinin delili daha haklıdır ilh...» Çünkü şüf'a sahibinin de-lili almayı isbat eder. Deliller de
isbat
için getirilir.
T.
«Kiracı
aynı zamanda şüf'a sahibi ise, eğer satışa icazet verirse onu şüf'a ile alır ilh...» Çünkü
şüf'anın
sebebi mevcuttur. Kira da bâtıl
olur.
«Her
ne kadar onu reddetse de ilh...» Eşbâh'ın ifadesi şöyledir: «Ya-ni onu reddetse.» Bu meseleyi
Eşbâh
sahibi Velvaciliye'ye isnad etmiş-tir. Hamevi de diyor ki: «Bunda bir görüş vardır. Zira satım
akdine
ica-zet vermemek kira akdinin bâtıl olmasını gerektirmez.» Velvaliciye'de olan ise şöyledir:
«Eğer
şüf'a sahibi satım akdine icazet vermezse, şu kadar var ki şüf'ayı taleb etse, kira akdi ibtal
edilir.
Zira şüf'a talebinin sahih olması ancak kira akdinin butlanından sonradır.» «O halde doğru
olan,
satım akdine icazet vermese, yani taleb etse, sözüdür.» Özetle.
Velvaliciye'de
olan Haniye, Kınye ve Muhit'ten naklen Hindiye'de de
zikredilmiştir.
T.
diyor ki: «Bu söz ifade ediyor ki, şüf'a sahibinin şüf'a ile alma hakkı vardır. Çünkü satım akdi
yapanlar
arasında geçerlidir. O zaman satım akdine icazet verip taleb etmesi ile yalnız şüf'a talep
etmesi
ara-sında fark yoktur. Ama sarihin ifadesinde zayıflık
vardır.»
Yani
sarihin ifadesi, eğer yalnız şüf'a
taleb ederse, ona şüf'anın ol-madığını hatıra getiriyor. Halbuki
ona
şüf'a hakkı vardır. Nitekim Haniye
bunu acık olarak söylemiştir.
Ben
derim ki: Velvâliciye ve diğer kitaplarda bu mesele ile «Bir kim-se, şüf'a sahibinin semene kefil
olması
şartıyla bir bina satsa, şüf'a sahibinin şüf'a hakkı yoktur» meselesinin arasındaki farkı
açıklamak için bu ifade kullanılmıştır. Faik şudur: Satım akdinde kefalet şart kılındığı zaman şüf'a
sahibinin
satıma icazet vermesi kefalete izafe edilir. O za-man şüf'a sahibi satıcı durumunda
olmaktadır.
Ama bu meselede ise kiracı icazet vermese de satım akdi geçerlidir. Fakihlerin zikrettiği
de
budur.
Bunun
özeti şudur: Satıma ister açıkça, isterse kapalı bir şekilde, izin versin kiracının şüf'a hakkı
vardır.
Ama kefil öyle değildir. O zaman, fakihlerin maksadını anladıktan sonra artık sözlerinde bir
zayıflık kal-maz.
«Babası
onu şüf'a ile alabilir ilh...» Baba, «Ben onu satın aldım, şüf'a ile de kendime mal ettim» der
ve
hâkimin hükmüne de ihtiyaç yoktur.
Haniye.
Nihâye ve Miraç'ta da bu hüküm, «Baba şüf'a ile alabilir, eğer şüf'a ile almakta çocuğa açık bir zarar
yoksa»
sözüyle kayıtlanmıştır. Çocuğa bir zarar olmadığı takdirde, babasının çocuğun malını satın
alabilmesi gibi.
«Vasi
de bu konuda baba gibidir ilh...» Vasinin himayesindeki yetim çocuğun malını
kendisi için
almasını
caiz gören âlimlerin görüşüne göre, vasi baba gibidir. Ama buna malik
değildir, diyenlere
göre
de vasiye yine şüf'a hakkı vardır.
Şu kadarı var ki, bu ikinci meselede vasi, «Ben satın aldım ve
şüf'a
taleb ettim» dedikten sonra, dava, hakimin çocuğa bir kayyım tayin etmesi için mahkemeye
götürülür.
Vasi kayyımdan şüf'a ile o mülkü alır ve semeni ona teslim eder. Sonra o da semeni yine
vasiye teslim eder. Velvâliciye, Haniye, Kınye.
«Şerh-i
Mecma'da buna aykırı bir görüş
vardır ilh...» Zira Şerh-i
Mecma'da şöyle denilmektedir:
«Baba
ile kaydedilmesi şunun içindir: Vasi şüf'ayı kendisi için, fakihlerin ittifakı ile, alamaz. Zira
şüf'a
ile al-mak satın almak gibidir. Vasinin, vesâyetindeki yetim çocuğun malını kıymetinin misliyle
alması
caiz değildir.» Bunun misli Dürerü'l-Bihâr'da da mevcuttur. Hâniye'de de diğer bir bahiste
mevcuttur.
Şu kadarı var ki, ittifak ifadesi
zikredilmemektedir.
Şu
kadarı var ki, sarihin ifadesi ile Şerh-i Mecma'nın ifadesi arasın-da şöyle uyum sağlanabilir:
Vasinin
şüf'a hakkına sahip olamaması, bir kayyım tayini için davanın hâkime
götürülmemesi
halindedir.
Hizânetü'l-Ekmel'de de şöyle denilmektedir: «Vasi vesâyetindeki çocuk için aldığı malda şüf'a
talebini
yapar, şahit tutar ve husumetini çocuğun buluğuna tehir eder. Çünkü baliğ olduğu zaman
alır.»
Vehbaniye'-manzumesinden gelecek olan da budur.
Tarsusî,
Vehbâniye'nin ifadesi i!e yukarıdaki iki görüş arasını şöyle telif etmiştir : Anifen geceni,
hâlen
temellükün talebini nefyetmeye hamletmiştir. Nitekim Şurunbulaliye'de ondan böyle
nakletmiştir.
Ben
derim ki: Uygun olan, çocuğun buluğuna tehir etmenin lüzumu, dava hakime götürülmediği
takdirdedir.
Bununla da Hizânetü'l-Ekmel ve diğer
kitaplardan naklettiğimiz ifadeler uzlaştırılmış
olur.
Nihâye, Miraç ve bunlara uyan Zeylaî'de de başka bir açıklama zik-redilmiştir. Açıklama şudur:
«Vasi
eğer çocuğa açık bir menfaat varsa, yani satın alışta az bir gabn varsa çocuğa satın aldığını
şüf'a
ile alabilir. Eğer çocuğa bir menfaat yoksa, yani o mülk çocuğa kıymetinin misli ile alınmışsa,
fakihlerin
ittifakı ile vasinin şüf'a ile almaya hakkı yoktur. Ni-tekim çocuğun
malını kendisine
alamadığı
gibi.» Özetle.
Bunun
misli Zahîre ve Tatarhâniye'de de mevcuttur. Binâenaleyh, bizim takdim ettiğimiz
geçen
nakiller
de yine bu ayrıntı üzerine yorum-lanabilir. Bunların hepsinden çıkan sonuç şudur: Eğer
çocuk
için açık bir fayda varsa, vasi dava
hakime götürülmek şartıyla çocuğun malını şüf'a ile
alabilir.
Eğer hâkime götürülmezse, şüf'a davası çocuğun buluğu-na kadar geri bırakılır. Eğer bu
şüf'a
davasında çocuğa açık bir fayda yoksa, hiçbir şekilde şüfa' taleb edemez. Fakihlerin sözleri
arasındaki bu uzlaştırmayı ganimet
bil.
«Satılan
binanın bîr kısmına bitişik olursa ilh...» Keza Eşbâh'ta da böyledir. Bunun anlamı şudur: İki
bina
gibi, eğer satılan mal birden çok olursa, şüf'a sahibinin bu binalardan birisine komşuluğu
varsa.
O zaman hangisine komşu ise onu1 alır. Nitekim Hamevî ve diğerleri de bunu
zik-retmişlerdir. Biz de İtkanî'den naklen şunu zikrettik: «İki komşudan birisi satılan binaya bir
taraftan
bitişik olsa, diğeri de üç taraftan bitişik olsa, şüf'a konusunda her ikisi de eşittirler.»
Uyanık ol.
Bezzâziye'de
şöyle denilmektedir: «Bir kimse kendine ait bir köyü binalarıyla birlikte satsa, o köyün
bir
bölümü birisinin toprağı ile bitişik
olsa, şüf'a sahibi ancak toprağına bitişik olan tarafı alabilir.»
Yani
o köy, birden çok hükmündedir. Sen düşün.
«Şüf'a
sahibinin umumî ibrası ilh...» Yani satıcı veya alıcı şüf'a sa-hibine «Sen bizi senin tarafından
olan
bütün husumetlerden ibra et»
deseler, o da ibra etse, hükmen şüf'ayı mutlaka ibtal eder.
Velvâliciye.
Bir kimse ister onlardan taraf bir
şüf'anın sabit olduğunu bilsin,
ister
bilme-sin.
«Eğer
şüf'ayı bilmezse, diyaneten değil ilh...» Zevâhirü'l-Cevâhir'de şöyle denilmektedir: «Bu, İmam
Muhammed'in
görüşü üzeredir. Ama Ebû Yûsufi'n görüşü üzerine bilinmeyenden beraette m
hehükmen,
hem de diyanetten berat olunur. Fetva da Ebû
Yûsuf'un görüşü üzerinedir. Nite-kim
Manzume
Şerhi ve Hülâsa'da da böyledir.» H.
Ben
derim ki: Diyaneten berat etmeme Velvaliciye'de şöyle illetlendirilmiştir: «Zira eğer bu hakkı
bilseydi
satıcı ile müşteriyi ibra etmezdi. Bunun örneği, birisi, üzerinde hakları olan bir kimseye,
«Bana
helâl et» dese, diyaneten beri olmaz. Zira onu ibra eden, adam hakları olduğunu bilse, onu
ibra
etmezdi.»
Düşünülsün.
Hamevî
bu meseleyi Zahiriye'de olan şu mesele ile kapalı görmüş-tür: «Bir kimse, «Ben üç güne
kadar
semeni getiremezsem şüf'adan be-riyim» dese, üç gün gelmese, bütün mesayih demiştir ki:
«Onun
şüf'a hakkı bâtıl
olmaz.»
Bu
ifade açıktır ki, hususi ibra ile şüfa' bâtıl olmaz. Öyleyse umumî ibra ile de şüf'a bâtıl olmaz.
Hamevî'nin
bu kapalı görmesine şöyle itiraz
edilmiştir: Bu meseleyi kapalı
görmenin bir anlamı
yoktur.
Zira Zahiriye'den istifade edilenin
en son sınırı şudur: Sağlam görüşte şüf'ayı umumî ibra
ibtal
etmez.
Ben
derim ki: Bu kapalılığı vârid görmenin kaynağı, Zahiri'yeden bu şekildeki istifadeden gaflettir.
Bu
kapalılığa şöyle de cevap verilir: Zahi-riye'de olan şüf'anın iki taleble istikrarından sonrayı ifade
etmektedir.
Halbuki bizim meselemiz, bu iki talebten önceki husustur.
Düşünülsün.
«Komşunun
şüf'a talebini geri bırakmasında ilh...» Yukarıda zikret-tik ki, bu İmam Muhammed'in
kendisiyle
fetva verilen görüşü
üzerinedir.
«Yahudi
duysa ilh...» Açık olan şudur ki, yahudi burada ittifaki bir
kayıttır. Çünkü hıristiyan için de
pazar
günü özür değildir. Ama burada özellikle yahudinin zikredilmesinin nüktesi şudur:
Yahudilerin
cumartesi günü çalışması yasaklanmıştır. Yalnız hıristiyanların pazar
günü çalışma-sı
yasaklanmamıştır. Şu kadar var ki yahudilerin cumartesi günü
çalış-masının yasaklanması bizim
şeriatımızda neshedilmiştir. Hamevî.
«Mazur
değildir ilh...» Yine bunun gibi
şüf'a sahibi haricilerin içinde veya baği fırkadan olsa,
adalet
askerinden korktuğu için gelmeyerek şüf'a talebini terketse, şüf'ası batıl olur. Çünkü mazur değildir.
«Musannifin
söylediği ilh...» Yani şüf'anın sabit olup olmaması ko-nusundan hemen
önce.
«Biz
bunu zikredeceğiz ilh...» Yani yakında Vehbâniye'nin sözünde. «Zira musannifin oğlu ilh...»
Acık
olan şudur: Bu «Biz zikredeceğiz» sözünün illetidir. Zira o iade yardımı ve tekidi
gerektirmektedir. T.
«Teyid
etmiştir ilh...» Zira musannifin
oğlu şöyle demiştir: «Ben di-yorum ki, İbni Vehbân'ın
benimsediği
hüküm fıkıh cihetiyle daha uygun-dur. Zira musannifin oğlu sözlerine devamla şöyle
demiştir:
«İkrar ettiği birşeyi inkâr ettiği takdirde birşey gerekmeyen durumlarda yemin teklif
edilmez.
Burada ise, eğer hile ile ikrar etmiş olsa, ki hilesi başlangıçta sabit değildir, onun ikrarı ile
hiçbir
şey gerekmez. O halde yemin de
tek-lif edilmez. Başlangıçta
şüf'anın sabit olmaması için de
hile
yapmak Ebû Yûsuf'a göre mekruh değildir. Fetva da Ebû Yûsuf'un görüşü
üzeri-nedir. Nitekim
Dürer
ve Gurer'de de böyledir.»
Kadıhan
şüf'ayı ibtal edecek birçok
hileleri zikrettikten sonra şöyle demiştir: «Bu durumlarda eğer
şüf'a
sahibi alıcı veya satıcıya şüf'ayı dü-şürmek için hile yapmadığına dair yemin teklif
etmek
isterse
yemin teklif edemez. Çünkü şüf'a
sahibi satıcı ve alıcı ikrar bile yapsalar, kendisine birşey
lazım
gelmeyecek birşeyi iddia etmektedir.»
Ben
derim ki: Ben, İbni Vehbân'ın benimsediğine -fakihü'n-nefs Kadıhanın da ifade ettiği gibi daha
çok
meyilliyim.
Yine
ben diyorum ki, Velvâliciye'de şöyle denilmiştir: «Bazı şüf'a kitaplarında bu hilelerden sonra
şu
zikredilmiştir: Alıcıya şüf'adan kaçtı-ğına dair yemin teklif edilir. Bunun
da bir anlamı yoktur.
Çünkü
eğer şüf'a sahibi onun üzerine bir
maksat iddia etse, o da ikrar etse, birşey lâzım gelmez.
Artık
nasıl yemin teklif edebilir?»
Ben
Allah'dan da yardım bekleyerek
diyorum ki, yine Velvaliciye'nin üçüncü faslının baş tarafında
şu
zikredilmiştir: «Eğer bir kimse komşusu tarafında olan duvarını, duvarın altında toprakla
birlikte
tasadduk
etse, o kimsede tasadduku kabz etmiş olsa, sonra da geri kalanını satmış ol-sa, komşusu
için
artık şüf'a hakkı yoktur. Eğer
alıcıya, zarar vermek için ve
şüf'adan kaçmak için ikrah yoluyla
almadığına
dair yemin tek-lif etmek isterse, teklif edebilir. Çünkü şüf'a sahibi alıcıdan öyle bir şey
iddia
ediyor ki, alıcı eğer onu ikrar
ederse, o şey şüf'a sahibine gerekli olur ki bu da hasım olmaktır.
Eğer
alıcı böyle yapmadığına dair yemin ederse, şüf'a
yoktur. Eğer yemin etmezse, şüf'a sabit olur.
Çünkü
onun bitişik komşu olması sabit
olur.»
Kâdıhan
da geçen ifadesinden sonra şöyle demektedir: «Şu kadarı var ki eğer şüf'a sahibi alıcının
birinci
satımda zorlama olmadığına dair yemin etmesini istese, yemin teklif edebilir. Zira şüf'a
sahibi
öyle bir maksat iddia etmektedir
ki, eğer alıcı ikrar ederse, şüf'a sahibine hasım olması
gerekmektedir.» Kâdıhan sözlerine şöyle devam etmiştir: «Asl adlı
eserde şüf'a sahibi müşteriden
birincisini
şüf'ayı ibtal için yapmadığına dair yemin
taleb ederse, ona yemin teklif
edebilir.»
denilmiştir.
Bunun anlamı şudur: Şüf'a sahibi satımın zorla yapıldığını iddia etse ve bu
ko-nuda
yemin
teklif etse bu hakkı sabittir.
Kadıhân'da
olanın benzeri tecnis ve Hidâye
sahibinin Mezîd adlı ki-tabında da
mevcuttur. Sarih ve
Vecîz'e
nisbetle Müeyyidzâde'den bunu zikretti.
Bu
açıklamalardan anlaşıldı ki, sarihin Eşbâh'a uyarak zikrettiği ile ileride Vehbâniye'den gelecek
olan
arasında bir aykırılık yoktur. Yukarıda zikrettiğimiz gibi zorla yapılan satım
akdi şöyledir: Satıcı
ile
alıcı akit yapmak istemedikleri halde üçüncü kişi tarafından zorlanmaları sonu-cunda satım
akdini
yapmalarıdır. Bu satım gerçekte
satım değildir. Çünkü böyle bir satım
akdi bâtıl
olur.
Bu
duruma göre satıcı ile alıcı şüf'adan kaçmak için gerçekten sa-tım akdini kastetmiş olsalar
onların
o satımı caiz bir akit olur. Eğer sa-tımın gerçeğini kasdetmeyerek şüf'a hakkı sahibine karşı
satış
gösterse-ler caiz olmaz. Çünkü ikrahen yapmış olmaktadırlar. Bundan dolayı şüf'a sahibi eğer
birincisini
değil, ikincisini kastederse, şüf'a sahibinin alıcıya yemin teklif etmek istemesine icabet
edilir.
Fakihlere göre şüf'anın ibtali için yapılan her hile, ikrahla satış olmaz. Eğer ikrahla satım olsa
fakihlerin
« Şüf'a sahibi müşteriyi şüf'adan kaçmak için yapıp yapmadığı hu-susunda yemin teklif
edemez»
sözü bâtıl
olur.
Kim;
«Ben bu meseleyi zikredeni
görmedim» diyerek bu meseleyi kapalı görüp sonra da faydasız
birşeyle
cevap verirse, o fakihlerin ama-cını anlamamıştır. Bu yerde bu araştırmayı ganimet
bil.
«İbtalini
bir şarta bağlamak caizdir ilh...» Çâmiü's-sağîr'de şöyle denilmektedir: «Şüf'a sahibi eğer
alıcıya,
Eğer kendi nefsin için aldınsa, ben sana şüf'ayı teslim ettim» dese, alıcı da onu bir başkası
için
almış ise, bu şüf'ayı teslim değildir. Çünkü şüf'ayı teslim etmek talâk ve azad gibi sırf
düşürmedir.
O zaman onun şarta bağlanması sahihtir. O düşür-me ancak şartın varlığından sonra
gerçekleşir.»
İnâye'de şöyle denilmektedir: «Şüf'anın ibtalini bir şarta bağlamak caizdir, sözü, Hidâye sahibinin
yukarıdaki
«Öyleyse onun düşürmesi, ca-iz olan şartlarla da bağlanmaz. Öyleyse fasit şartlarla
bağlanmaması da-ha uygundur» sözünü nakleder.»
Turî
diyor ki: «Buna şartlar arasında fark vardır diye cevap verilebi-lir. Öyleyse geçen şart şüf'adan
vaz
geçtiğine ve alıcının komşuluğa razı
olmaya delalet etmektedir. Burada
olan ise şüf'adan vaz
geçtiğine
delâlet
etmiyor.»
Ben
derim ki: Zahiriye'de Câmiü's-Sağîr'e
Serahsî'nin Mebsut'unda zikrettiği ifade ile itiraz
edilmiştir.
Şöyle ki: «Kısasın düşürülmesini şarta bağlamak geçerli değildir. Ayrıca sırf düşürme
olsa
bile bir vakte izafe edilmesi ihtimali de yoktur. Bundan dolayı üzerinde kısas olan kimsenin
reddi
ile kısas reddolmaz. Eğer şüf'anın düşürülmesi üzerine zorlanmış olsa, şüf'a bâtıl olmaz.
Mebsût
adlı eserdeki bir ifade ile açıklandı ki, şüf'ayı teslim etmek sırf bir iskat değildir. Eğer sırf bir
iskat
olsa, diğer ıskatlar gibi ikrah ile de sahih olması gerekir.»
Hayreddin Remlî Zahiriye'deki bu ifade üzerine şunu bina etmiştir: Şüf'a sahibi eğer satım akdinden
önce
alıcıya; «Eğer sen alırsan, ben şüf'ayı sana teslim ederim» dese, bu geçerli değildir. Biz bunu
sarf
ba-bından hemen önce zikrettik.
Oraya bakınız.
«Bu
bina benimdir ilh...» Çünkü
eğer adam binanın mülkiyetini iddia ederse, şüf'a bâtıl olur. Eğer
şüf'a
iddia ederse, o zaman da mülkiyet da-vası bâtıl olur. Çünkü bunlar çelişir. Bunu dediği
takdirde
şüf'a talebini düşürmesi gerçekleşmez. Çünkü hepsi bir sözdür.
Ebussuud
diyor ki: «Bu talebin fevren şart olmasına binâendir.»
Ama
doğru olan «Şüf'a sahibinin satışı duyduğu mecliste taleb et-mesi» sözüne göre, o mecliste
olduğu
halde binanın mülkiyetini iddia etmesi de mümkündür. Sonra eğer binanın mülkiyetinden
men
edilirse, şüf'a talebinde bulunabilir.
«Eğer
bir âlimin görüşüne itimad ederek ilh...» Zevahir'de bu konuda bir bahis vardır. Şöyle ki:
«Fakihlerin, «Şüf'a sahibine mülkiyet sabit olmaz. Ancak tarafların rızası ile almak veya hâkimin
onun
lehine mül-kiyet hükmü vermesi ile sabit olur.» sözü iktiza eder ki, onun şüf'ayı is-tila etmesi
haramdır.
Âlimin sözü de ona bir fayda vermez.» H.
Ben
derim ki: Velvâliciye'nin ifadesi de
şöyledir: «Eğer itimad edilen
alim istinbat ehlinden ise ve
alimlerden
bazılarının da böyle söylediğini biliyorsa, şüf'a sahibi o alimin sözüne itimad ederek
istila
etmesiyle fasık olmaz. Zira zâlim olmaz...»
Bu
konu tek yönlü değildir. Düşünülsün.
«Eğer
bir âlimin sözüne dayanmadan istila
ederse, zalim olur ilh...» Bundan da onun tazir cezasına
çarptırılacağı anlaşılır. Ebussuud,
Zevâhîr'den.
«Birkaç
şey vardır ki nüfus başına taksim edilir ilh...» Yani insanla-rın sayısınca taksim edilir,
insanların
hisselerine göre değil.
«Akıl (diyet) ilh...» Veya kıymet. O zaman mülk olan bir yerde bir hür veya köle öldürülmüş olarak
bulunsa,
onun kıymeti veya diyeti o mülkün sahiplerine eşit olarak taksim edilir. Mülkiyet
nisbetlerine
göre taksim edilmez. Bu konunun tamamı Hamevî'nin Eşbâh
hâşiyesindedir.
«Taksim
edenin ücreti ilh...» Sarihin «taksim eden»le kaydetmesi, zira gelecekte kısmet bahsinde
zikredecektir ki, ölçenin, turtanın ücreti icma ile hisselere göre verilir. Diğer masraflar da bunun
gibi
verilir.
«Bir
de yol ilh...» Burada sarih yol'dan umumî bir yolu kasdetmemiştir.
Çünkü umumî yol hiç
kimsenin
yolu değildir. Burada yol'dan maksat, çıkmaz bir sokaktaki yoldur.
Hamevî.
"
Kaza kitabının çeşitli meseleler bahsinde geçti ki, bir binanın önün-deki saha hususunda ihtilaf
etseler,
o saha o binada oturanların sayı-sınca taksim edilir. Öyleyse o binada bir tek odası olan
kimse
birkaç odası olan kimse gibidir.
Sarih
kısmet kitabının sonunda zikredecektir ki, ödenecek olan şey eğer insanların nefsini korumak
için
ödeniyorsa, meselâ bekçi parası gibi. yine nüfus başına taksim edilir. Batmaktan
korkulduğunda
gemiden de-nize atılacak şeyler de yine insan başına atılır. Bunun açıklaması
inşal-lah
gelecektir.
Toptan
insanların sayısına göre ödenecek olan şeylerin sayısı ye-didir. Bu yediyi Hamevî şöyle
nakzetmiştir: «Başa göre taksim yedi şeyde yapılır:
1
- Kadınların takıları olsa. bunu eşit olarak paylaşırlar.
2
- Bir binanın arsası, binada hissesi olanlara arsa payı olarak
bölüştürülür.
3
- Şüf'a hakkının kullanılması, birden çok sayıdaki hak sahiple-rince birlikte kullanılır.
4
- Nöbetler, nöbet tutacakların
sayısına göre düzenlenir.
5
- Birden çok kimselerin işinde çalıştığı zaman, taksim edenin ücreti sayıya göre ödenir.
6
- Batmasından korkulan gemiden atılan eşyalar da eşya mikta-rına göre
değil adam başına atılır.
7
- Çıkmaz sokaktaki yol eğer ücretli
ise, ücreti insan sayısına göre verilir. Diyet de böyledir.
Hamevî
sözlerine devamla şöyle der: «Fetâva-yı Hânuti'de zikredilen şu mesele kaldı: «Vakıflarda
câri
olan adetle verilen ziyafetler de
vakıf-tan hak sahibi olanların
sayısınca taksim edilir.
Vazifelerine göre
değil.»
Şeyhimiz
Şurunbulaliye'nin kendi şeyhine uyarak fetva verdiği şu mesele de böyledir: Vakıflarda
cari
olan adete göre verilen helvanın
ücreti de yine insanların vazifelerine
göre değil, sayılarına
göre
taksim edilir. Bu, vakıf nazırına
tahsis edilmez. Kuhistânî'nin zikrettiği şu mesele de böy-ledir:
Mekke
hariminde olan bir avı ihramda
olmayan iki kişi öldürmüş olsalar, her birisi kıymetinin yarısı
kadar
verir. Uygun olan odur ki, Mek-ke harimindeki bir av hayvanını bir topluluk da öldürse, onun
kıymeti
cemaata sayılarına göre taksim
edilir.»
«Velisi olmayan bir çocuk şüf'a sahibi olsa ilh...» Yani babası veya dedesi veya onların vasisi
bulunmayan bir çocuk. Sarih bu sözüyle, ço-cuğun şüf'ada
gerek lehine, gerek aleyhine,
mahkemede hasmın babası veya dedesi veya onlardan birisinin vasisi
olduğuna işaret etmektedir.
Bunlardan
hiçbirisinin olmadığında da hâkim veya hâkimin tayin etmiş olduğu kayyumdur.
Şurunbulâliye'de
olduğu gibi.
Bu
konunun baş tarafında, adı
geçenlerin çocuğun şuf'asını teslim etmeleri hakkındaki söz veya
susmaları geçmişti.
«Şüf'ası
bâtıl olmaz ilh...» Öyleyse çocuk baliğ olduğu zaman şüf'a talebinde bulunabilir. T.
«Eğer
ağaçlar müşterinin kabzı zamanında meyve vermişlerse ilh...» Yani ister ağaçlar akit
zamanında
meyve versin, ister akitten sonra kabızdan önce meyve versin, eşittir. Nitekim bunu
musannif
yukarıda açık-lamıştı.
«Şüf'a
yoluyla alır ilh...» Bu beyitte iki mesele vardır
ki, bu iki me-sele ile ilgili açıklama biraz
yukarıda
zikredildi.
«Şüf'a
sahibi ayıramaz ilh...» Yani bir
pazarlıkla satılan iki binayı Kendisi her ikisine de şüf'a sahibi
olduğu
halde, ya ikisini beraber alır,
veya şüfa'yı terkeder. Çünkü
birisini aldığı takdirde pazarlık
tefrik
edilir.
«Eğer
komşu değilse ilh...» Yani her ikisine değil, yalnız birisine komşu ise, o zaman ayırmak daha
efdaldir.
Bu söz onun yalnız komşusu olduğu binayı almasının tercihini göstermektedir. Bu da
imameynin
ve Ebû Hanîfe'nin son görüşüdür. Fetva da bunun
üzerinedir.
«Bir
zarar yoktur ilh...» Yani şüf'ayı hile ile düşürmekte bir zarar yoktur.
«Yemin
teklif etmesi ilh...d Yani
şüf'a sahibinin akitlerden birisini, hileyi inkâr ettiği vakit yemin
teklif
etmesi şer'an daha münkerdir. Çünkü öyle birşey iddia
etmektedir ki, eğer ikrar etseler, yine
birşey
alamaz. Bu görüş şüf'a sahibinin
satım akdinin zor karşısında yapıldığını iddia etmemesine
yorumlanır.
Eğer bunu iddia ederse, o zaman yemin teklif edebilir. Böyle
yorumlanırsa bu mesele
ile
geçen mesele arasında çelişki kalmaz. Nitekim biz yukarıda da buna dikkat çektik. Allah daha
doğru-sunu
bilir.