ŞUF'A KİTABI
METİN
Şuf'anın
gasbla ilgisi şudur: Her ikisi de başkasının malını, rızası olmaksızın mülk edinmektir.
Şuf'a
sözlükte; bir şeyi bir şeye katmaktır. Bir terim olarak ise; şüf'a hakkı, sahibinin satılan malı,
müşterinin
ödediği satış bedeli ile zorla kendi mülküne kalmasıdır. Malı eğer satış bedeli misli
yattan
ise mislini, değilse kıymetini vererek, alır.
Şuf'anın
sebebi, şuf'a hakkı taleb edenin satılan mülke ortaklık ve-ya komşuluk vasıtası ile bitişik
olmasıdır.
Şuf'anın
şartı ise, şuf'a hakkı taleb edilen yerin akar olması ge-rekir. İster yukarıda, ister aşağıda
olsun.
Yukarıda bulunanın yolu her-ne kadar aşağıda olmasa bile. Çünkü karar hakkı olan akara
bitişmiştir.
Dürer.
Ben
derim ki: İbni Kemal Şuf'a hakkı hangi mülkte olur babının baş tarafında. «Karar hakkı ile
satılırsa, o bina akara bitişir» demiştir. Şey-himiz Remlî, İbni Kemal'in bu kesin ifadesini
reddederek
ve Bezzâziye ve diğer kitaplara uyarak onun akara bitişmeyeceği şeklinde fetva
ver-miştir.
Hıfzedilsin.
Şuf'anın
rüknü ise, sebeb ve şartın bulunduğu
yerde iki akit yapa-nın birinden almasıdır.
Hükmü
ise, sebeb tahakkuk ettiği zaman şuf'ayı taleb etmenin ca-iz
olmasıdır. Velev ki bir kaç yıl
sonra
olsun.
Vasfı
ise, bir mülk şuf'a ile almak başlangıçta satın alma menzisindedir. Öyleyse, alışta sabit olan
görme
ve ayıp muhayyerliği ile red-detme, şuf'ada da sabittir.
Şuf'a
hakkı satıştan sonra bu hakka sahib olan için sabit olur, fa-kat üzerine vacip değildir. Satış
fasit
bile olsa, ondan malikin hakkı kesilir. Nitekim ileride gelecektir. Müşteri muhayyerlik hakkına
sahip
olsa bite şuf'a yine sabit olur.
Şuf'a şefiin şahit tutmasıyla işhat
meclisinde kararlaşır. Yani
muvasebe
talebinden sonra. Ondan sonra da
bâtıl olmaz.
Mülke,
tarafların rızası ile almakla veya hâkimin hükmü ile hissele-rinin miktarına malik olurlar.
Çünkü
itibar olunmaksızın, ortakların
hep-si şefiin mülkiyeti almazdan önce yalnız hükümle de
sabittir.
Burada Şâfii'ye hilaf vardır. Malını karıştıran ortağın mebiin kendisinde, sonra mebî karışık
olsun
veya olmasın, hakkı vardır. Ki bu da, mebii bayi taksim etmiş, ona akarda ortaklık hakkı
kalmıştır.
Özel yol ve sulama hakkı gibi.
Sonra
musannıf bunları şu sözüyle tefsir
etmiştir: «Gemilerin çalış-mayacağı küçük bir nehirdeki
sulama
hakkı ve başkasının geçmeyeceği yol gibi şeylerde ona şuf'a hakkı sabit olur. Bu yol ile
nehir
genel olsa, onlarda şuf'a olmaz.» Bunun açıklaması şöyledir: Bir topluluğun ortak-laşa
kullandıkları bir nehir olsa, onların arazilerinden bir parçası satıl-mış olsa, yine oradan arazisini
sulayanların
hepsinin şuf'a hakkı var-dır Eğer
nehir umumî olursa, o zaman
şuf'a hakkı yalnız ona
bitişik
olanındır.
Satılan
binanın arkası bir kimsenin evinin arkasına bitişik olsa bu kimsenin evinin kapısı başka bir
binası
bitişik olan adam sokağa açılsa bile zımmî, mezun veya mükâteb köle bile olsa, şuf'a hakkı
onundur.
Eğer kapısı aynı sokağa açılıyorsa, yukarıda geçtiği gibi o zaman o mül-künü ona
karıştırmıştır.
Birisi
direğini başkasının duvarına koysa,
direğe ortak iseler o kom-şudur. Yok eğer duvarın
kendisine
ortak iseler o zaman satılan binaya ortaktır. Mülteka.
Ben
derim ki: Şu kadarı var ki musannıf şöyle demiştir: Eğer
kom-şulardan birisi duvara ortak olsa,
diğer
komşular üzerine şuf'a hakkın-da tercih yapılmaz, Çünkü
ortaklık yerde değil, yalnız
duvardadır.
Onun-la da şuf'a hakkı kazanılmaz.
Mecma
şerhinde şöyle denilmektedir:
«Çıkmaz bir sokakta karşı-sındaki komşu için de şuf'a hakkı
sabittir.
Ama açık sokakta karşıdaki komşu bunun, aksinedir.»
Hükümden
sonra ortaklardan bazısı şuf'adaki hakkını düşürse, ge-ri kalanlar hakkından vazgeçen
adamın
hakkını alma hakkına sahip de-ğildirler. Ama eğer hükümden önce
ise, geri kalan
kalabalığın zail ol-masıyla, geri kalanın hepsini alabilir. Çünkü hükümle her birisinin hak-kı,
diğerinin
hakkından ayrılmıştır. Zeylaî.
Ortaklardan
bazısı gaib olsa. o zaman hazır olanlar arasında mebi-in hepsinde şuf'a ile hüküm
verilir.
Çünkü onun taleb etmeme ihtimali
vardır. O takdirde de şüphe ile
şuf'a tehir edilmez.
Mesela,
iki ortaktan birisi gaib olsa, diğer ortak şuf'a hakkı taleb etse, satılan şeyin hepsin-deki
şuf'a
hakkı ona hükmedilir. Sonra gaib olan kimse gelse, şuf'a hak-kı taleb etse, ona da hüküm
verilir.
Eğer birincisinin hakkı kadar ortaksa, yarısı ile ona hükmedilir. Eğer onun üstünde ise, hepsi
ona
hükme-dilir. Eğer ondan aşağı ise engel olunur. Hülâsa.
İZAH
«Gasbla
münâsebeti ilh...» Musannif burada gasbın şüf'adan önce takdiminin sebebini
zikretmemiştir. Halbuki şuf'a gasbın aksine meşru-dur. Takdim şekli şudur: Gasb çok olmaktadır.
Bir
de gasb hem akarda, hem de menkulde olmaktadır. Ama şuf'a bunun aksinedir.
Zira Sadiye'de
şöyle denilmektedir: «Gasbın mezun kitabından sonra gelmesini be-yan etmesi, şuf'adan önce
gelmesinin
açıklanmasına lüzum bırakmamış-tır.»
«Şuf'a
sözlükte, bir şeyi bir şeye katmaktır ilh ..» Zeylâî şöyle de-mektedir: «Şuf'a kelimesi katma
anlamına
gelen şefi kelimesinden alın-mıştır. Bu da tekin zıddı, yani çift etmektir. Peygamberin
günahkârlara şefaat etmesindeki şefaat de bundandır. Zira, Resulullah günahkârları şefaatiyte,
imanıyla
kurtulup cennete gidenlerle
birleştirmektedir. Şefi de satılanı kendi mülkü ile
birleştirmektedir. Bundan ötürü de satılan mülkü şefiin almasına şuf'a denilir.»
Kuhistânî
de şöyle demektedir: «Şefi sözlükte,
zamm ile meful ma-nasınadır. Bu da alınan mülk ile
çiftleşen
mülke isim
olmuştur.»
Muğrib'te
de bu kelimenin iki manaya
kullanıldığı ifade edilmiştir. Şuf'a kelimesinden fiil çekimi de
işitilmemiştir. Ama fakihlerin »O binaki onda şuf'a hakkı sabit olur» şeklindeki kullanımı istilahi
kullanımdır.
«Şeriatta
ise bir mük parçasını temlik etmektir ilh...» Uygun olan, Kenz ve diğer kitaplarda olduğu
gibi
«temellük» denilmesiydi. Çünkü
temellük şefiin vasıflarındandır.
Zira şefi, malik olandır,
başkasına mülk eden değildir. Belki bundan daha uygunu Gâyetü'l-Beyân'da olan, «Şuf'a temellük
hakkından
ibarettir» ifadesidir. Zira buradaki hak kelimesi ol-mazsa, Kadızâde'nin de Fetih'in
tekmilesinde dediği gibi/ musannifin «Şefiin talebinden sonra şahit tutmasıyla kararlaşır» sözünün
doğru
ol-maması gerekir. Çünkü mülk edinme hükümsüz veya rızasız olmaz.
Yine,
şuf'anın hükmü talebin cevazıdır.
Birşeyin hükmü de ya onun-la
birlikte olur veya onu hemen
takip
eder. Eğer temellük talebten evvel hasıl olursa, hasıl olan şeyin tahsil edilmesi gerekir. Mülk
parçasından
maksat, mülk parçası veya parçanın bazısıdır. Böyle denilmelidir ki, şefiilerden
birisinin
o parçayı satın alması da ifadenin içine girsin. Nitekim ileride gelecektir.
«Müşteri
üzerine cebren ilh...» Bu, müşterinin rızası ile olandan ka-çınmak için değildir. Zira
ekseriyetle
mülkü olan kimse şefiin almasına razı olmaz. Nitekim Kuhistanî de buna işaret
etmektedir.
Ebussuud.
İbni
Kemal de, «Bu sözden murad, ihtiyara
itibar edilmemesidir. Yoksa ademi ihtiyara itibar olunur
demek
değildir»
demiştir.
Musannif
«alınan şey» ile hibe, irs, sadaka veya maldan başka olan bir karşılıkla mehir, kira bedeli,
muhâlea,
hulu bedeli, kasdi kan dök-mekteki sulh bedeli gibi karşılıksız şeylerle mülk edinmeden
kaçınmış-tır.
Yani şuf'alı bir arazi birisine hibe edilse, onun bitişiğindeki şuf'a hak-kı olan kimse,
şuf'a
hakkını kullanamaz. Bir karşılıkla yapılan hibe de bu tarife girmektedir. Çünkü o nihayetinde
alman
birşeydir. Kuhistanî.
Kuhistanî'nin
bu sözü ile zahir olmaktadır ki, evla olan satın alarak kelimesinin terk edilmemesidir.
Belki
uygun olan «beyi» kelimesinin de eklenmesidir. Çünkü beyinin bey'i ikrar, müşterinin inkâr
etmesi
halinde bazan müşteri de cebredilir.
Feteva-yı Suğra'da şöyle denilmektedir: «Şuf'a mülk satıcıdan ke-silmesine dayanır. Müşteriye
sübutu
üzerine dayanmaz. Bundan dolayı
muhayyerlik şartıyla sattığı takdirde şuf'a, müşteriye
sabit
olur.»
«Mevcut
olan bahası ile ilh...» Yani
ister hakikaten, ister hükmen. Nitekim ileride, şarap ve
diğerlerinde
geleceği gibi. Turî.
Burada
üzerinde mevcut olandan maksat,
müşteriye alışla gerekli olan masraflardır. Bu açıklama ile
Dürer
sahibi gibi Aynî'nin sözündeki kusur anlaşılmaktadır. Zira Aynî, «Müşteri üzerine mevcut olan
semen-le»
demiştir. Eğer metni böyle tefsir etmeyip umumu üzerine
bıraksaydı daha uygun olurdu.
Ebussuud.
«Sebebi
ilh...» Turî şöyle demektedir: «Şuf'anın meşruiyet sebebi, devamlı kötü komşuluktan doğan
zararı
gidermektir. Ateş yakması, du-varını yükseltmesi ve toz kaldırıp dağıtması gibi zararların
defidir.»
Zahir
odur ki Turî'nin zikrettiği
meşruiyet sebebidir. Musannifin zik-rettiği ise, alma sebebidir.
Denilmesin
ki, Turî'nin zikrettiği zannedilen bir zarardır. Mülkü müşteriden alması ise muhakkak bir
zarardır.
Çün-kü biz diyoruz ki Turî'nin zikrettiği galibtir. Vukuundan önce şuf'a yo-luyla kaldırılır.
Yoksa
çoğu defa şuf'a hakkı ile almakla da kaldırılmaz. Bu konuda şair ne güzel demiştir: «Çok
insan
vardır ki hiçbir canavar-dan eziyet görmemiştir. Ama ben insanın eziyet
vermediği bir insan
göremiyorum.»
«Ortaklık veya komşuluk vasıtası ite ilh...» Buradaki ortaklık keli-mesi, akardaki ortaklığa da,
haklardaki ortaklığa da şamil olur. Nitekim ileride gelecektir. Aynı zamanda komşuluk gibi
ortaklığın
azlığına ve çokluğuna da şamil olur. Nitekim bunlara İtkanî dikkat çekmiştir. T.
«Şartı
ilh...» Burada akardan maksat, gayri menkuldür. O zaman bağ, değirmen, kuyu ve herne
kadar
yolu alt kattan geçmese de üst kat
da ona dahildir. Bu kayıtla tariften
bina ve ağaçlar
çıkmaktadır ki bun-larda şuf'a yoktur. Bunlardaki şuf'a ancak akara tabi olmaları iledir. Herne kadar
yerlerinde
karar tutma şartı ite de satılsalar bunlarda yine şuf'a yoktur. Dürrü
Münteka.
Bir
de akarın mülk olması şarttır. Nitekim zikredilenden anlaşıldı. İleride de gelecektir. Bu tariften
vakıf
çıkmaktadır. Çünkü vakıfta şuf'a
yoktur. Yine, devlet
arazisinde de hüküm böyledir. Ama öşür
veya haraç arazileri böyle değildir. Onlarda şuf'a hakkı vardır. Çünkü onların öşür veya haraç
arazisi
olması, mülkiyete aykırı değildir. Nitekim gelecek babtan hemen önce biz bunu zikredeceğiz.
Bir
de aktin ivazlı akit olması gerekir. Bir de satıcının satılan şeyde-ki mülkiyetinin sona ermesi
şarttır.
O halde, muhayyerlikle satılan bir akarda şuf'a yoktur. O zaman fasit bir
satış ile satılanda
da
şuf'a yok-tur. Bir de, şuf'a hakkı
taleb eden kimsenin taleb
vesilesi olan mülke satış anında
malik
olması şarttır. Bir de delalet yoluyla da olsa şefiin satışa razı olmamasıdır. Nitekim bunların
hepsi
gelecekte bilinecektir.
«Yolu
herne kadar aşağıda olmasa bile ilh...» Yani satılan yüksek-teki mebin yolu aşağıdan olmasa.
Zahire'de
şöyle denilmektedir: «Satı-lan
mülkün yolu aşağı mülkten geçiyorsa, o zaman şuf'a
yoldaki
ortak-lık sebebiyledir. Yok eğer
büyük sokaktan geçiyorsa, o zaman da kom-şuluk
yoluyladır. Eğer yukarının sahibi aşağı ile birlikte olmasa, İmam Ebû Yusuf'un görüşü üzere şuf'a
hakkı
bâtıl olur. Zira komşuluk biti-şiktir. Bitişmede son bulmuştur. Mesela şuf'a hakkı taleb ettiği
yeri
al-madan kendi mülkünü satarsa, şuf'a hakkı bâtıl olmaktadır. İmam Muhammed'e göre ise, o
zaman
şuf'a hakkı vacib olmaktadır. Çünkü şuf'a bina sebebiyle değil, yerine oturma sebebiyledir.
Karar
hakkı da devam etmektedir. Eğer üst üste üç ev olsa, her birisinin kapısı ayrı ayrı so-kağa
açılsa, o zaman ortadaki evin satılması yukarıdakine de aşağıdaki-ne de şuf'a hakkını sabit kılar.
Eğer
alttaki veya en üstteki satılırsa,
orta katta oturan şuf'a hakkına
daha uygundur» Özetle.
«Çünkü
karar hakkı olan akara iltihak etmiştir ilh...» Zira yukarının hakkı devam üzere baki kalır.
Çünkü
gayri menkuldür. O zaman akar gibi karar hakkı ile de şuf'a hakkedilir. Zeylaî.
Bu
ifadenin açık anlamı, yukarıda geçen
İmam Muhammed'in gö-rüşünün
tercihidir.
«Karar
hakkı ile satılırsa ilh...» Devlet malında veya hapsedilen va-kıf malında yapılan bina gibi.
«Şeyhimiz
reddederek ilh...» Remli, İbni
Kemal'in bu fetvasını
red-dederken nakle istinad etmiştir.
Uygun olan şudur ki, şeyhimiz bununla üst kat meselesi arasındaki farkı açıklamak istemiştir.
Umulur
ki, zik-redilen şeyde binaya devam üzere beka hakkı yoktur. Belki, o topraklar üzerinde
yapılan
bina zeval üzeredir. Zira fakihler; «İhtikar edilen bir toprakta muhtekir ecri misli vermekten
kaçınsa, binasını kaldırması em-redilir ve toprak başkasına kiraya verilîr» demişlerdir. Devlet
arazisin-de
sultanin tayin ettiği ücreti vermekten kaçınsa, elinden alınır. Ama üst katın hakkı
yukarıda
geçtiği gibi devam üzere bakidir. İşte bununla Hanin zikrettiği, «Fakihlerin, «Üst katın
karar
hakkı olması sebebiyle akara ilhak olur» açıklamaları İbni Kemâl'i teyid eder» defedilmiş olur.
Düşü-nülsün.
«Bezzâziye
ve diğer kitaplar ilh...» Bezzâziye'de şöyle denilmekte-dir: «Binada şuf'a yoktur.
Harezm'de
buna karar hakkı denilir. Çünkü bu nakledilir. Beytü'l-mala ayrılan devlet arazisi gibi ki
sultan
onu yarı .yarıya ekmeleri için
halka verir. Onu yarıya alan halkın bina, ağaç gibi topraktan evi
olur.
İşte bu evleri satmak bâtıldır. Bina
eğer malum ise onu satmak caizdir. Ama onda şuf'a hakkı
yoktur.»
Özetle.
Bunun
benzeri Nihâye ve Zahire adlı kitaplarda da vardır.
Tatarhâniye'de
Siraciye'den naklen şöyle denilmiştir «Adamın vakıf arazisinde bir binası olsa, onda
şuf'a
yoktur. Eğer adam o vakıf arazi-sindeki binasını satmış olsa, onun komşusu için şuf'a hakkı
yoktur.»
İHTİKAR EDİLEN YERDE YAPILAN BİNADAKİ ŞUF'A HAKKI BAHSİ
Ebussuud
Miskin haşiyesinde İbni Kemal'e yardım ederek şöyle de-miştir:
«İhtikar edilen arazide
yapılan
binada şuf'a yoktur diye fetva ve-ren adamın hatası kesindir. Turî gibi. Zira onun fetvasına
hiçbir
daya-nak yoktur.» Bu yardımdan
sonra, şerh-i Mecmaü'l-Melikiye'de
olan ifade ile istidlal
etmiştir.
Çünkü Şerh-i Mecma'nın ifadesi şöyledir: «Bağı veya binayı yalnız satmış olsa, onda şuf'a
yoktur.
Zira arsasız onlara ka-rar hakkı yoktur.» Ebussuud sözlerine şöyle devam etmiştir: «Onun
il-leti
şuf'anın ihtikar edilen toprakta yapılan binada sübutu hususunda açık bir ifade gibidir. Çünkü
muhtekir
arazide yapılan bina için karar hakkı vardır.» Bundan önce de yine kendi lehine değil,
aleyhine
olan bir delille istidlal etmiştir.
Nitekim sen bunu bileceksin.
Mecma
şerhinde olana gelince, yine bunda da onun için bir delil
yoktur. Zira Mecma şerhinde
zikredilen
illet binanın veya ağacın yalnız satılması ile kaim olduğu mahalle birlikte satılması
arasındaki farkı be-lirtmek içindir. Zira bina veya bağ kaim olduğu yer ile birlikte satıldığı takdirde
onda
devamlı karar hakkı bulunduğundan
onda şuf'a sabittir. Ama bunun aksine bina veya ağaç
yalnız
satılırsa, velevki bunlar ihti-kar
edilen yerde olsun, bunlarda şuf'a
hakkı sabit olmaz. Nitekim
bizim
yukarıdaki ikrarımızdan da bunu bildin.
İbni
Kemal'in karar hakkı ile maksadı, malın mevcut olduğu yer-dir, denilmesi mümkündür. O
zaman
İbni Kemal'in ifadesinde başkasına muhalefet olmaz. Ebussuud'un yukarıdaki «Fetvasının
senedi
yoktur» sözü de bu nakillerden sonra
garib birşeydir. Çâmiü's-Sağîr'de
olan da buna yine
kesinlikle delalet eder.
Çâmi'ü's-Sağîr'd.e olan şudur: «Mekke'nin toprağının satılması ca-iz değildir. Ancak caiz olan
Mekke'deki binanın satışıdır. O zaman onda şuf'a vacib değildir. Hasan, Ebu Hanife'den Mekke'de
satılan
binada şuf'a sabit olduğunu
rivayet etmiştir. Hasan'ın bu rivayeti de İmameynin sözüdür.
Fetva
da bunun üzerinedir. Çünkü mülk olan
birşeyi satmış-tır.»
Şerh-i
Vehbâniye'de şöyle denilmektedir: «Gizli değildir ki bu sö-zün ifade ettiğine göre Mekke'de
şuf'a
sabittir. Ancak Mekke'nin top-rağının memluk olduğuna hükmeden söze binaendir. Yoksa,
Mekke'de-ki binanın sırf kendisi şuf'ayı gerektirmez. O zaman Mekke'deki bina-nın hükmü diğer
binaların
hükmüne aykırı olur. Nitekim İbni Vehban'ın ifadesi de bunu
düşündürüyor.»
Yani
Vehbaniye'nin ifadesi düşündürüyor
ki; «Mekke'deki binada şuf'a, yalnız bina için sabittir.
Eğer
böyle denilirse, Mekke'nin toprağı
kimsenin mülkü değildir, belki Mekke'deki bina için şuf'anın
sabit
ol-ması Mekke'nin toprağının da
mülk olduğuna kail olan bir hükme has-tır ki, bina yere tabi
olur.
O zaman da Mekke'deki binanın satışı menkul satışlardan olmaz.»
Ebussuud'un
yaptığı garip birşeydir. Bu sözle
istidlal etmiş ve bu-nu, iddiasında
açık bir delil kabul
etmiştir.
Halbuki bu söz Ebussuud'un aksine olan hükmün açık bir şekilde delilidir. Nitekim bu
açıktır.
Çünkü biz Mekke'nin yeri kimsenin
mülkü değildir diye hükmetsek, yine
de Mek-ke
topraklarında
yapılan binaya devamlı olarak karar hakkı vardır. De-vam hakkı olmakla da onda şuf'a
yoktur.
Onda Şuf'a olmayınca, ihti-kâr sayılan yerde yapılan binada nasıl şuf'a olur? Çünkü bunun
devam
hakkı da yoktur.
Bu
ifadeden şuf'a hakkının üst kata
da sabit olmadığı anlaşılmak-tadır denilmesin. Çünkü biz
diyoruz ki, bina yalnız başına menkuldür. Ama üst kat, yukarıda da geçtiği gibi bunun aksine olup,
alt
kata bağ-lıdır. Buna Zeylaî. de
işaret edecektir. Bu sonuçlan ganimet bil.
«Velev
ki birkaç yıl sonra olsun ilh...» Yani şuf'ayı bilmediği takdir-de
birkaç yıl sonra da şuf'a hakkı
taleb
edebilir. T.
«Üzerine
vacip değildir ilh...» Yan,i şuf'a
hakkı sahibinin şuf'ayı ta-leb etmesi vacib değildir.
Buradaki
vücubtan maksat da İtkanî'nin de-diği
gibi sübuttur.
«Satış
fasit bile olsa ondan mâlikin hakkı kesilir ilh...» Yani hibe bina veya ağaç dikmekten.
«Müşteri
muhayyerlik hakkına sahip olsa bile ilh...» Çünkü eğer muhayyerlik satıcının olsa veya her
ikisinin
de olsa, fakihlerin ittifakı ile şuf'a yoktur. Çünkü satılan mal. satıcının mülkünden
çıkmamaktadır. Ama bunun aksine muhayyerlik müşterinin olursa, şuf'a hakkı sahiptir. Bu
konudaki
açıklama ikinci babta gelecektir.
Kuhistanî'de
Kadıhan'dan naklen şöyle
denilmektedir: «Bey-i vefada şuf'a yoktur. Çünkü mâlikin
hakkı
re'sen kesilmemiştir.»
«Şahit
tutmasıyla kararlaşır ilh...» Yani
ikinci taleble ki bu da takrir talebidir. Bundan maksat şudur:
Bir
kimse şuf'a üzerine şahit gösteril-se, ondan sonra sussa da şuf'a bâtıl olmaz. Ancak şuf'a hakkı
sahibi
diliyle hakkını düşürürse veya fiyatını ödemekten aciz olursa, hâkim onun şuf'a hakkını ibtal
eder.
O zaman muvasebe lazımdır. Bu isa zayıf bir haktır, yüz çevirme ile bâtıl olur. O zaman taleb
etmek
ve şahit gös-termek, gerekir. Cevhere.
«Şahit
gösterme meclisinde, yani mevasebe talebinden sonra ilh...»
Yani
duyar duymaz taleb etmesidir. Bu da
gelecek üç talebten birisidir. Sarihin bu ifadesinde bizim
cevher'den
naklettiğimize muhalefet oldu-ğu
gibi, ondan sonra taleb bâtıl olur
sözüne de aykırıdır.
Çünkü
takrir talebini tehir etmek, yine
şuf'ayı ibtal eder. Nitekim ileride
gelecektir.
Sarih
burada İbni Kemal'e uymuştur. Zira
İbni Kemal, şahit göster-mekten
muvasebe talebini murad
etmiştir.
Çünkü talebten önce şuf'a hakkı sallantıdadır. Eğer tehir ederse şuf'a hakkı bâtıl olur. Eğer
tehir
et-mezse, ondan sonra bâtıl
olmaz. Sarihin ifadesine cevap vermek şu şe-kilde mümkündür:
Denilebilir
ki, Şahit göstermekten maksat, ikinci talebtir. Eğer muvasebe talebi meclisinde olursa.
Çünkü
ileride geleceği gibi bu taleb iki taleb yerine geçer. Öyleyse en doğru olanı şöyle
denil-mesiydi:
Velev ki muvasebe meclisinde olsun. O
zaman sabit göstermekten maksat ikinci
taleb
olur.
«Ondan
sonra do bâtıl olmaz ilh...» Yani üçüncü talebten sonra şuf'a hakkı bâtıl olmaz. Üçüncü
taleb
de mülk edinme talebidir. Bu ya
mutlaka bâtıl olmaz veya bir aya kadar batıl olmaz. Nitekim bu
konu
ileride gelecektir.
«Malik
olurlar ilh...» Dürer'de şöyle denilmektedir: «Yani akar vs akarın hükmünde olana malik
olur.»
Bunun benzeri Minah'ta da
vardır.
«Almakla ilh...» Zira müşterinin mülkiyeti tamamlanmıştır. O mülk artık müşteriden intikal etmez.
Ancak
ya razı olmakla veya hâkimin hükmü ile intikal eder. Hibeden dönmek gibi. O halde eğer
şuf'ayı
is-tihkak eden kimse ölse veya şuf'asına vesile olan şeyi satsa, veyahut şuf'a edeceği yeri
almazdan
veya hüküm verilmezden önce o binanın yanında başka bir bina satılmış olsa, şuf'a hakkı
bâtıl
olur.
Müşteri,
şuf'a hakkı sahibi kabzetmeden önce, aldığı yerden bir mey-ve yese onu zamin olmaz. Bu
konunun
tamamı Cevhere'dedir.
«Ortakların hepsi ilh...» Çünkü hepsi istihkak etmekte eşittirler. Zi-ra şuf'ayı istihkak etme İlleti
hepsinde
mevcuttur. O zaman hükümde de eşit
olmaları gerekir.
Bu
ifade şunu da kapsamına alır: Müşteri o şuf'a hakkı sahiplerin-den birisi olsa, o da onlarla
beraber
şuf'a hakkını taleb etse, onlardan birisi sayılır ve mebi onların aralarında taksim edilir.
Vehbâniye
ve şerh-lerinde de böyledir. Bu ikinci babta gelecektir.
«Sonra
ister mebi karışık olmasın İlh...» Yani mebiin kendisinde is-tihkak sahibi bir karıştıran ortak
olmasa
veya o gaib olsa veya hazır olsa, teslimin dışında başka bir düşürücü ile şuf'a hakkı
düşmüş
olsa...
«Satıcı
taksim etmiş ilh...» Aynî'de de hüküm böyledir. Merhum Şeyh
Şahin diyor ki: «Bunda bir
görüş
vardır. Zira mebiye malını karış-tıran
ortak ister mukaseme yapsın,
İster yapmasın umumîdir.
Yani
me-biye kısmetsiz olarak ortak olmasıdır. Buna şöyle cevap vermek müm-kündür: Bu ihtiraz!
bir
kayıt değildir. Metin yine kendi
mutlak ifadesi üzerinedir.»
Ben
derim ki: Bu kayıt ihtiraz! bir kayıttır. Çünkü taksimden önce
ortak, ortak olmak bakımından
mebiin
kendisinde şuf'aya hak kazanır.
Mebiin hakkında değil. Çünkü mebideki ortaklık mebi
hakkındaki karış-tırmaya takdim edilir. Ebussuud.
«Özel
yol ve sulama hakkı gibi İlh...» Kuhistanî yol kelimesini «sümme» ile sulama üzerine atfetmiş
ve
şöyle demiştir: «Eğer bir akar sulamasız ve yolsuz olarak satılmış olsa, o akarda haklan cihetiyle
şuf'a
yoktur.
Ama
o akara birisi sulama yoluyla, diğeri de yol yoluyla ortak olsa, sulama yoluyla ortak olan kimse
şuf'a
için önde gelir.»
Dürrü
Münteka'da da şöyle denilmektedir:
Bercendî şunu nakletmiş-tir: «Yol,
şuf'a hakkı için
sulama
hakkından daha kuvvetlidir.» Oraya
mü-racaat edin.
«Gemilerin çalışmayacağı küçük bir nehir ilh...» Bazı âlimler tara-fından, «musannif burada gemi ile
en
küçük gemiyi kasdetmiştir» denil-miştir. Bütün meşâyih şu söz üzerinde ittifak ederler: Eğer bir
nehrin
üzerinde bulunanlar sayılacak kadar
olursa, o nehir küçük nehirdir. Yok eğer sayılamıyorsa,
büyük nehirdir. Sonra sayılamayacak rakam husu-sunda ihtilaf etmişlerdir. Bazı âlimler tarafından
eğer
beşyüz kişi olur-sa, o sayılamayacak kadar çok kabul edilir denilmiştir. Bazı alimler ta-rafından
da
sayının kırk olduğu söylenmiştir. Bazı âlimler tarafından da en sağlamı, bunu zamanın
müçtehidinin
görüşüne havale etmektir. Eğer o
sayılır derse, sayılır, sayılmaz derse sayılmaz
denilmiştir.
Kifâye Özetle.
Aynî
de «En şüpheli görüş bu son
görüştür» demiştir.
Muhit'ten
naklen Dürrü Münteka'da da
«Sağlam görüş ancak budur»
denilmiştir.
Dürrü
Münteka'da Netif'ten naklen şöyle
bir ifade vardır: «Eğer akardaki
hissesini sulama hakkı ile
birlikte
satsa, şuf'a onun arsadaki ortağının hakkıdır. Ondan sonra bent yapanların, sonra da o
sudan
ara-zisini sulayanların, sonra da
büyük nehirden arazi sulanan
kimselerin hakkıdır.»
Ben
derim ki: Dımaşk (Şam) şehrinin sularının hepsi Bereda'dandır. Bereda nehrinden birçok sular
ayrılır. Bundan evlere su getiren birçok kanallar açılmıştır. Bu kanallardan da başka küçük kanallar
açılmıştır. Bu böyle devam eder. Netif kitabında olan ifadenin muktezası şunu ifa-de eder: Önce en
yakın
olan suya İtibar edilir. Sonra ondan
sonraki ya-kına itibar edilir. Bu şekilde büyük suya
ulaşıncaya
kadar devam eder. Bu da Şam ve
köylerinin hepsini sular. Bunun mesafesi de sekiz
saatten
fazladır. Netif'te olan bu ifade
üzerine eğer bir yer satılsa ki onun su-laması Bereda
nehirinden
yapılsa, Bereda nehrinin kendisinde
hiç kimsenin şirket hakkı yoktur. O zaman Bereda
nehirinden
sulananların hep-si o araziyi şuf'a yoluyla alma hakkına sahiptir. Bunda daire
genişletilebilir. Şüphe yoktur ki burada en .sağlam görüş, bu hakkı müctehidin gö-rüşüne havale
etmektir.
Açık olan, burada müctehidden maksat
da, ıs-tılahı manada müctehid bulunmadığından,
ilim
ile isabet eden görüş sa-hibi hâkimdir. Evet bizim aşağıda Hidâye'den nakledeceğimize göre de
bir
sakınca meydana gelmez. Allah daha iyisini
bilir.
«Başkasının geçmeyeceği yol İlh...» Yani o yolda oturanların
hepsi-nin, velev karşısında da
otursa,
şuf'a
hakkı vardır. Oradan başkasının eçmemesinden maksat orada oturanların, başkasının oradan
geçmesi-ne
engel olabilmeleridir. Dürrü Münteka'da olduğu gibi.
Eğer
orada bir mescid olursa, hükmen o yol açıktır. Eğer mescid yeni değil, eski bir mescid ise. Bu
konunun
tamamı Bezzâziye'dedir.
Eğer
yo! çıkmaz bir sokak olursa, o sokaktan da yine çıkmaz so-kaklar ayrılırsa, birinci sokağın
ehline
onda şuf'a hakkı yoktur. Ama aksi bunun hilafınadır. Yani ana çıkmaz sokakta oturanların
ondan
ayrı-lanlar üzerinde şuf'a hakkı
yoktur.
Küçük
bir nehir olsa, daha küçük bir nehir de suyunu ondan alsa. bu da yola kıyas edilir. O zaman
küçük
sudan su alan kimse ondan da-ha küçük suya bitişen yerde şuf'a hakkına sahip değildir.
Hidâye ve şerh-lerinde olduğu
gibi.
Bu
uzun sokak kaya ile yuvarlak çıkmaz sokak buradan çıktı. Onun beyan ve tevcihi kaza kitabının
çeşitti
meseleler kısmında geçti.
«Arazisini sulayanların hepsinin şuf'a hakkı vardır ilh...» Yani o su-dan tarlasını sulayanların
hepsinin.
Bir topluluğa mahsus olan bir yolun
üzerindeki evlerin hükmü de bunun gibidir.
O halde o
özel
yoldan ge-denlerin hepsi, şuf'a hakkına sahiptir. İsterse karşısında olsun. Nitekim biz bunu
zikrettik.
Öyleyse sokağın başında olanla sokağın sonunda olan birdir. İtkanî.
«Şuf'a
hakkı yalnız ona bitişik olanındır ilh...» Velevki bitişik olan-ar birkaç kişi de olsalar. Bir
tarafından
bir karış bile olsa, bitişik olan-a üç taraftan bitişik olanlar şuf'a hakkında eşittirler. İtkanî.
Kuhistanî'de
şöyle denilmektedir: «Mebi ile
hükmen de olsa, bitişik olan, mesela bir binadan bir
oda
satılsa, o odaya bitişik odanın
sahibi ile aynı binanın en uzak yerinde oturan kimse eşittirler.»
«Kapısı
başka bîr sokağa açılsa bile îlh...» Diğer sokak ister açık olsun, ister olmasın. Dürrü
Münteka.
«Satılan
binanın arkası adamın evinin arkasına ilh...» Yani şuf'a hakkı taleb edilen binanın arkasına
yapışık
olsa. Hidâye ve diğer kitaplarım ifadesi ise, komşunun binasının arkası şuf'a taleb edilen
binanın
arkası üzerinde olsa, şeklindedir. Bu kayıt gerekli bir kayıt
değildir.
İtkani
ve diğerlerinin zikrettiği, yani
binanın arkası, binanın
arkasında olması sözü, karşılıklı olan
binadan
kaçınmak içindir. İtkanî ve di-ğerlerinin zikrettiklerinin manası şudur: Binaların sırtı
birbirine
doğru olsa, velev ki aralarında açık bir yol da olsa, yine şuf'a hakkı taleb eder. Zira
Cevhere'de
şöyle denilmiştir: «Komşu, o kimsedir ki, onun binası şuf'a taleb edilen binanın
arkasına bitişik olandır. Kapısı başka bir so-kakta da olsa. Ama karşılıklı olsalar, aralarında açık bir
yol
olsa, kapı-ları herne kaçar birbirine yakın da olsa, yine şuf'a hakkı taleb edemez. Çünkü yol
birbirinden
ayırır ve zararı ortadan kaldırır.»
Ebussuud. Özetle.
Ben
derim ki: Eğer iki bina birbirinin karşısında ise, aralarındaki yol kapalı ise, o zaman o evin
karşısındaki kimse, komşu değil halittirler. Nitekim yukarıda geçti. Bu da şuf'a hakkı taleb edebilir.
«Kapısı
aynı sokağa açılıyorsa ilh...» Yani sokak da önü açık bir so-kak olmasa, yukarıda geçtiği
gibi.
T. Yine şuf'a hakkı
vardır.
«Yukarıda
geçtiği gibi ilh...» Yani açılmayan yol meselesinde.
BİR
UYARI: Bir topluluğa ait bir binada iki kişinin ortak bir odası olsa, bunlardan birisi odadaki
hissesini satsa, onun ortağı şuf'ada en çok hak sahibidir. Sonra binadaki ortaklar. Çünkü onlar
daha
yakındır. sonra o sokakta oturanlar,
sonra da onunla bitişik olan komşular. Nİhaye ve diğer
kitaplar.
Ebussuud
diyor ki: «Niçin önce onun ortağı
hak sahibidir? Çünkü dai-mi
olan bir zararı def için. O
halde
bitişiklik bakımından kim daha çok ihtisas sahibi ise o daha çok zarar görür. O halde şuf'aya
o
daha çok hak sahibidir. Ancak eğer
hakkını başkasına teslim ederse, başka.»
Bil
ki, ortağın şuf'a hakkını teslim ettiği bir yerde komşusu satışı duyduğu zaman şuf'ayı taleb
ederse,
şuf'a ona sabit olur. Herne kadar onun alma hakkı yok ise de. Ama satışı duyduğunda taleb,
etmese,
ortak da şuf'ayı teslim etse, ona
artık şuf'a hakkı yoktur. Şerh-i Mecma. Bu-nun benzeri
Nihaye ve diğer güvenilir kitaplarda da mevcuttur.
«Direğini
başkasının duvarına koysa ilh...»
Yani mülkiyeti olmayan bir duvar
üzerine koymuş olsa.
Yoksa
bu gelecek meseledir.
«Eğer
duvarın kendisine ortak iseler ilh...» Yani eğer duvarın ken-disine ortak olursa, o mebide de
ortaktır.
Yani mebiin bâzısına
ortaktır.
«Ben
derim ki: Şu kadar var ki ilh...» Sarih Dürrü Münteka'da, Mülteka'da olanı bina ile binanın
üzerinde
bulunduğu yerin ortak olmasına hamletmiştir. H.
Ben
derim ki: Muğnî adlı eserden naklen Kifâye'de belirtilen de bu-dur. Zira Kifâye sahibi şöyle
demiştir:
«Yol ortağından geri kalan kom-şunun müşterek duvarda ortak
olmaması gerekir. Ama
eğer
ortak ise, o zaman o komşu takdim edilir...»
«Onunla
şuf'a hakkı kazanılmaz ilh...» Yani ortaklık şuf'ası kaza-nılmaz. Çünkü komşudur. Veya
diğer
komşular değil yalnız o şuf'a
hak-kını kazanmaz anlamındadır. Düşünülsün.
«Karşısındaki komşu için ilh...» Sarih bu sözüyle musannifin bina-sının
arkası binanın arkasına
yapışıktır
sözünün bir kayıt olduğu düşün-cesini def etmiştir. T.
Bunda
da şu görüş vardır ki, burada
bitişiklik yoktur. Çünkü binalar karşı karşıyadır. Yine geçen
meselede binanın arkaları yapışık olsa da kapısı diğer bir sokaktadır. Bizim sözünü ettiğimiz
meselede ise, kapılar aynı sokağa açılmaktadır. Bundan dolayı da Ebussuud bunu
şöyle
açık-lamıştır: «Binanın sırt sırta olmasında şuf'ayı istihkak etmenin sebebi mebideki ortaklık
hakkındandır.
O zaman artık bitişikliğe itib. Bu söz de ifade etmektedir ki, o açık olmayan yol,
bi-nanın
karşısındakini de kapsar, işte bu ifade ile, denilmesin ki, bu tek-rardır. Evet, şurası var ki
uygun olan, bu konuyu da orada ar edilmez.
Açık olan odur ki, musannifin bu sözü
açık olmayan
yol
sözünü genel-leştirmek içindir
zikretmesiydi.»
«Ortaklardan bazısı şuf'adaki hakkını düşürse ilh...» Yukarıda geç-tiği gibi şuf'a hakkı sahibi
almazdan
önce mücerret hükümle ona şuf'a taleb ettiği binadan mülkiyet sabit olur.
Gelecek babın
sonunda
mu-sannif şunu zikredecektir: Şuf'a ile hüküm verildikten sonra artık şuf'a hakkı sahibi
şuf'a
hakkını terkedemez. Eğer burada düşürme kelimesi satıcı veya müşteriye temlik etme
anlamına
hamledilirse, hükümle alan kimseye niçin hamledilmesin? Düşünülsün.
Sonra
ben T yi gördüm ki Allâme terketmesi sahih değildir. Çünkü onun mülkiyeti Mekkî'den
şunu
nakletmiştir: «Ge-ri kalanlar neden nasibini terkedenin hissesini alamıyorlar? Çünkü onu hükümle
ona
karar kıl-mıştır. Onun terkinin sıhhati ile birlikte haklarının onun hissesinden ke-silmesi için
değildir.»
Bununla kapalılık ortadan kalkmaktadır.
«Kalabalığın
yok olmasıyla îlh...» Yani ona ortak olanların istihkaktaki kalabalıkları zail olmuştur.
Kalabalığın
yok olması da onun mülkiye-tinin tekerrüründen önce yok olmuştur.
Nihaye'de şöyle denilmektedir: «Bunlardan birisi hakkını teslim etse diğerinin alma hakkı yoktur.
Ancak,
ya hepsini alır veya hepsini terkeder. Zira
teslim eden kimsenin kalabalığı yok olmuştur.
Sanki
hiç kala-balık yokmuş gibi
oldu.»
«Gaib
olan kimse gelse ve şuf'a hakkı taleb etse ilh...» Yani gaib kimse her iki şekilde hazır olsa ve
taleb
etse.
«Ona
da hükmedilir ilh...» Hidâye'de de şöyle denilmektedir: «Eğer şuf'a hakkının hepsi hazır olana
hükmedilmişse, gaib olan geldiğinde ona yarısı ile hükmedilir. Eğer ikisine verilse, üçüncü bir
kimse
hazır ol-sa, her ikisinin elinde olanın üçte biri ile üçüncü kimseye hükmedilir. Aralarında
eşitliğin
tahakkuku için.
«Eğer
birincisinin hakkı kadar ortaksa ilh...» İki ortak veya iki kom-şu gibi hazır olanın hakkı da
birincisi
kadar olsa.
«Eğer
onun üstünde ise ilh...» Meselâ birincisi komşu olsa, sonra hazır olan ise ortak olsa, o
şuf'anın
hepsi ona hükmedilir. Birincinin şuf'a-sı ibtal edilir.
«Eğer
ondan aşağı ise ilh...» Yani birincisi ortak, ikincisi komşu ol-sa o zaman hepsi ortağa
hükmedilir,
komşu
düşürülür.
METİN
Şuf'a
hakkı sahibi, bu hakkını satıştan önce düşürürse, geçerli ol-maz. Çünkü şuf'anın şartı olan
satım
akdi yoktur.
Şüfa'
hakkı sahibi şuf'a talep ettiği malın bir bölümünü alıp kala-nını terketmek istese, bu hakka
sahip
değildir. Müşteriye bu şekilde alış için zorlamaya malik değildir. Çünkü pazarlığın ayrılması
ile
zarar gelir.
Şuf'a
hakkı taleb edenlerden bazısı haklarını diğer birisine verse, sahih değildir. Ama kaçındığı için
hakkı
düşer. Şuf'a, diğerleri arasında taksim edilir.
Ortaklardan
birisi yalnız yarısı üzerinde hak sahibi olduğunu düşünerek yansını talep etse,
şuf'ası
bâtıl
olur. Çünkü şuf'anın sıhhat şartı,
hepsini taleb etmektir. Nitekim Zeylaî bundan uzun uzun söz
etmiştir.
Hatırda tutulsun.
Mekke'nin
binalarının satılması geçerli, onlarda şuf'a da sabittir. Fetva da bu görüş üzerinedir.
Eşbâh.
Ben
derim ki: Bu ifadenin anlamına göre kiraya verilmesi öncelikle sahihtir. Biz bunu yukarıda
zikrettik.
Şu kadar var ki mekruhtur. Biz bu
konuyu yasaklar bahsinde tahkik edeceğiz.
Eşbah'ta
şöyle denilmektedir: «Alış için vekil olan kimseden şuf'a hakkı taleb etmek sahihtir, eğer
malı
müvekkiline teslim etmemişse. Eğer teslim etmişse, sahih değildir. Şuf'ası da bâtıl olur.»
Tercih
edilen de bu
görüştür.
Vakıfta
şuf'a yoktur. Vakıf için de civarından şuf'a talebi hakkı yok-tur. Nevazil, Şerhi Mecma ve
Haniye. Bezzâziye ve Hülâsa için burada
hilaf vardır.
Öyle sanıyorum ki, onların nüshalarında «la» kelimesi düşmüştür. Bu yüzden ihtilaf ettikleri
sanılmaktadır.
Musannif
diyor ki: Ben diyorum ki, şeyhimiz
Remlî birincisini, vak-fın civarında
olanı şuf'a ile
alamayacağına
ikincisini de, bizzat satıldığı takdirde vakfın orayı
alabileceğine
hamletmiştir.
Feyz kitabında şöyle denilmektedir: «Şuf'a hakkı satım akdinin sıh-hati üzerine bina edilir.»
Bu
şunu ifade ediyor ki, vakfın hiçbir şekilde
mülk edilmeyen kıs-mında şuf'a yoktur. Ama herhangi
bir
şekilde mülk edinilen vakıfta şuf'a vardır. Öyleyse, vakfın civarında bir mülk satılmış olsa veya
mebiin
ba-zısı mülk, bazısı vakıf olsa, o mülk satılmış olsa, vakıf için şuf'a yoktur.
İZAH
«Şartı
olan satım akdi yoktur ilh...» Yani
herne kadar şuf'a hakkı sahibinin mülkünün ittisali şartı
mevcut
ise de yine sahih değildir. Çün-kü o sebeb
ancak şartın bulunduğu yerde sebebtir. Talik
olunan
talak-ta olduğu gibi. Minah.
Özetle.
«Bu
hakka sahip değildir ilh...» Bu söz şuna işaret ediyor ki, bu taleble onun şuf'a hakkı bâtıl olmaz.
Mecma'da
şöyle denilmektedir: «Ebû Yusuf, «yarısını almayı»
tealin kabul etmemiştir. İmam
Muhammed
buna muhalefet ederek teslim kabul etmiştir.»
Mecma
sarihi diyor ki: «Muhit'te, «En sağlam Muhammed'in görü şudur» denilmiştir.» Muhit'te
olanın
misli Gurerü'l-Efkâr ve şerhlerindi de mevcuttur.
Haniye'de de şöyle denilmektedir; «Şuf'a hakkı sahibi, şuf'a davı edilen binanın müşterisine, «Ben
hepsini
alıyorum ama, bana yarısın teslim et»
dese, müşteri de kaçınarak teslim etmese, onun
şuf'ası
sağ lam görüşe göre bâtıl olmaz. Zira yarısının teslimini taleb etmek teslim değildir.» Yani
yarısının
teslimini taleb etmek, diğer yarısını düşürmek demek değildir.
«Bazısı
haklarını diğer birisine verse ilh...» Yani Şuf'aya hükmedilmezden önce. Ama
hükümden
sonra
verirse, onun şuf'a hakkı düşmez
Nitekim yukarıdan da bu
bilindi.
«Şuf'anın
sıhhat şartı hepsini talep etmektir ilh...» Çünkü hepsin istihkak etmektedir. Taksimat hak
sahiplerinin
çokluğu halindedir. Eğe şuf'a hakkı sahiplerinin ikisi hazır olsalar, her birisi satılan
malın
yarı sini taleb etseler hüküm yine
böyledir. Yani şuf'a bâtıl olur. Şefilerden birisi yarısını,
diğeri
hepsini talep etse, yarısını taleb
edenin şuf'a hakkı bâtıl olur. Hepsini taleb eden kimse ya
hepsini
alır, ya tamamen bırakır Onun yarısını alma hakkı da yoktur. Zeylaî.
Ben
derim ki: Açık olan şudur ki, burada talebten maksat, şuf'aya muvâsebe ve şahit tutma
talebidir.
Anifen bizim Mecma'dan naklettiğimiz
ise. bu iki talebten sonra
yarısını alma talebine
hamledilir.
O zaman iki söz arasında çelişki yoktur. Bunu teyid edecek görüş ileride gelecektir.
«Şuf'a
da sabittir ilh...» Bu görüş
ifade ediyor ki, şuf'anın Mekke
binalarında vücubu İmameynin
müftabih
olan görüşleri üzerine Mekke toprağının satışının cevazının fer'idir. Yoksa yalnız bina
şuf'ayı
gerek-tirmez. Biz bunun açıklamasını
zikrettik.
«Yasaklar konusunda tahkik edeceğiz İlh...» Musannıf yasaklar konusunda Vehbaniye ve
Tatarhaniye'nin
icare bahsinden şunu
nakletmiştir: Ebû Hanife, «Hac mevsiminde Mekke'deki
evlerin
kiraya verilmesini mekruh görüyor.» Ebû Hanife; «hacıların Mekke'deki evlere, sahipleri ile
birlikte
oturmaları.» üzerine fetva
vermekteydi. Zira Allahu taala,
«Yerli ve yolcu bütün insanlar
için
eşit
kılınan...» (Hacc: 25) buyurmuştur. Ebû Hanîfe, hac
mevsiminin dışında Mekke'de kira
muamelelerine ruhsat
vermiştir.»
Ben
derim ki: Bu nakille Mekke için hac zamanı ile diğer zamanların arasındaki fark ortaya çıktığı
gibi
ikisi arasında uyum da sağlanmıştır.
Bunun yanında kirayı mekruh görenle keraheti
nefyedenler arasında da uzlaşma sağlanmış olmaktadır. T.
«Taleb
etmek sahihtir ilh...» Velvaliciye'de şöyle denilmektedir: «Bi-nayı almakla vekil olan kimse
binayı alsa ve kabzetse, şüf'a hakkı sa-hibi de ondan şuf'a taleb etse, vekil eğer satın aldığı binayı
müvekkiline
teslim etmemişse, talebi sahihtir. Eğer teslim etmişse, talebi sahih de-ğildir. Şuf'ası da
bâtıl
olur. Tercih edilen görüş de ancak budur.»
Bunun
benzeri Tatarhâniye ve Kınye'de de
mevcuttur. Umulur ki, butlanın
açıklaması şudur : Vekil
teslimden
sonra artık şefiin hasmı de-ğildir. Burada ancak müvekkildir. O zaman şuf'a hakkı sahibi
talebi
ge-ciktirmiş oluyor ki. hasımdan taleb etme kudreti varken, hasmı olmayan bir kimseden
taleb
etmektedir. Bunun için de
talebi bâtıldır.
Düşünülsün.
«Vakıfta
şuf'a yoktur ilh...» Yani satıldığı zaman.
Tecrîd
adlı eserde şöyle denilmektedir: «Vakıf binaları gibi satım ak-di caiz olamayan akarlarda
şuf'a
yoktur. Bu da vakfın akarının satışını caiz görene göredir.» Sonra da şöyle denilmiştir:
«Vakıfta
ve vakfın ci-varından taleb etmede şuf'a yoktur.» Bunu Remlî nakletmiştir.
«Vakfı
için de civarından şuf'a talebi hakkı yoktur ilh...» Musan-nifin
bundan sonraki «vakfın
civarında
şuf'a hakkı yoktur» sözü buna ihtiyaç bırakmamaktadır. Umulur ki sarih bunu şunun için
zikretmiştir
ki, bu daha genel bir ifadedir. Zira bu, şunu da kapsamına alır ki vakıf satılan mülke
dahil
olursa. Nitekim sarih de gelecekte böyle açıklamış-tır. O zaman sarihin bu sözü sırf bir tekrar
değildir.
«Ve
Haniye ilh...» Minah'ta olduğu gibi Hâniye'nin ifadesi şöyledir: «Vakıfta ne vakfa bakan
mütevelli
için ne de üzerlerine vakfedilen
kim-seler için şuf'a hakkı yoktur.»
«Bezzâziye
ve Hülâsa için burada hilaf vardır ilh...» Zira onların iki-si de «Şuf'a vakıf binasının
civarına
sabit olur» demektedirler.
Ben
derim ki: Bezzâziye'nin her iki
nüshasında da «Şuf'a sabit ol-ma?» denilmiştir. Evet Den
Hülâsa'nın
her iki nüshasında da sarihin dediği gibi gördüm.
«La
kelimesi düşmüştür ilh...» Sarihin bu sözünü şu da teyid etmektedir:
Hülasa ve Bezzâziye'de bu
konudan
önce şöyle denilmektedir: «Akardan satım akdi caiz olmayan da şuf'a yoktur...» Teşbih de
bunu
gerektirmektedir.
«Şeyhimiz
Remlî ilh...» Yani Minah haşiyesinde. Remlî'nin açıkla-masının özeti şöyledir: Bir kısım
vakıflar
hiçbir halde mülk edilemezler. Bunda da şuf'a yoktur. Çünkü satımı
sahih değildir. Vakıf
için
şuf'a ta-lebi yoktur. Yani onun civarında satılan bir
mülkten vakıf mütevellisi veya üzerine
vakfedilen
kimseler şuf'a talebinde bulunamazlar. Bir kı-sım vakıflar da mülk edilen cinstendir.
Meselâ
vakfedilmiştir, ama vak-fına
hükmedilmemiş mülkler böyledir. Bu vakıf bitişiğinde satılan
bina
veya araziden şuf'a talebinde bulunamaz. Zira mâliki yoktur. Bu vakfın satımı caiz olduğundan,
satıldığı
takdirde ondan şuf'a taleb edilir. O zaman birincisi, yani Şerh-i Mecma'da olan «Ne vakıfta
şuf'a
vardır, ne de vakıf şuf'a taleb
edebilir» ifadesi,
hiçbir durumda mülk olmayan vak-fa
yorumlanır.
Hülâsa ve Bezzâziye'de olan, «Onun civarının satışı ha-linde şuf'a vardır» sözü ise,
vakfın
mülk edilebilen kısmına hamledilir. Şuf'anın onun civarında sübutundan
maksat da, yani
bizzat
vakıf satıl-dığı takdirde, onun civarında olana Şuf'anın sabit olmasıdır. Hâniye'de olan sözle
Bezzâziye'de
olan söz ise, şöyle telif edilir: Birincisi, vakfın civarındaki binayı, satıldığı
takdirde
alabilmesine hamledilir. İkincisi ise, bizzat kendi nefsini kendinin alabilmesine hamledilir. Eğer o
mülk
edile-bilen vakıflardan ise. İşte Remlî'nin hâşiyesindeki sözü bu şekilde anlaşılır.
Bununla
açık olmaktadır ki, Remlî yalnız ikinci tevfike ihtisar
etmiştir. Zira Mecma şerhinde olanın
civarında
satılan binanın vakıf tarafından
alınmasına hamledilmesi mümkün değildir. Bu tesbiti
ganimet
bil.
«Birincisi
ilh...» Yani Hâniye'de olum Uygun olan Hâniye'nin ifadesini aynen
almaktı.
«ikincisi ilh...» Yani Hülâsa ve Bezzaziye'de olur.
«Vakfın
civarında bir mülk satılmış olsa ilh...» Yani onun civarında olan bir akar satılsa.
«Mebiin
bazısı mülk ilh...» Bunun özeti şudur; Vakıf için ne komşu-luk sebebiyle, ne de ortaklık
sebebiyle
şuf'a talebi yapamaz. O zaman bu her
iki kısımda da açıktır. Nitekim sarih de Nevâzil'in
ifadesini
nakletmekte buna işaret etmiştir. Biz de orada dikkat çektik.
«Vakıf
için şuf'a yoktur ilh...» Çünkü
mâliki yoktur.