15 Ekim 2012

ŞUF'A KİTABI


ŞUF'A KİTABI

METİN
Şuf'anın gasbla ilgisi şudur: Her ikisi de başkasının malını, rızası olmaksızın mülk edinmektir.
Şuf'a sözlükte; bir şeyi bir şeye katmaktır. Bir terim olarak ise; şüf'a hakkı, sahibinin satılan malı,
müşterinin ödediği satış bedeli ile zorla kendi mülküne kalmasıdır. Malı eğer satış bedeli misli
yattan ise mislini, değilse kıymetini vererek, alır.
Şuf'anın sebebi, şuf'a hakkı taleb edenin satılan mülke ortaklık ve-ya komşuluk vasıtası ile bitişik
olmasıdır.
Şuf'anın şartı ise, şuf'a hakkı taleb edilen yerin akar olması ge-rekir. İster yukarıda, ister aşağıda
olsun. Yukarıda bulunanın yolu her-ne kadar aşağıda olmasa bile. Çünkü karar hakkı olan akara
bitişmiştir. Dürer.
Ben derim ki: İbni Kemal Şuf'a hakkı hangi mülkte olur babının baş tarafında. «Karar hakkı ile
satılırsa, o bina akara bitişir» demiştir. Şey-himiz Remlî, İbni Kemal'in bu kesin ifadesini
reddederek ve Bezzâziye ve diğer kitaplara uyarak onun akara bitişmeyeceği şeklinde fetva
ver-miştir. Hıfzedilsin.
Şuf'anın rüknü ise, sebeb ve şartın bulunduğu yerde iki akit yapa-nın birinden almasıdır.
Hükmü ise, sebeb tahakkuk ettiği zaman şuf'ayı taleb etmenin ca-iz olmasıdır. Velev ki bir kaç yıl
sonra olsun.
Vasfı ise, bir mülk şuf'a ile almak başlangıçta satın alma menzisindedir. Öyleyse, alışta sabit olan
görme ve ayıp muhayyerliği ile red-detme, şuf'ada da sabittir.
Şuf'a hakkı satıştan sonra bu hakka sahib olan için sabit olur, fa-kat üzerine vacip değildir. Satış
fasit bile olsa, ondan malikin hakkı kesilir. Nitekim ileride gelecektir. Müşteri muhayyerlik hakkına
sahip olsa bite şuf'a yine sabit olur. Şuf'a şefiin şahit tutmasıyla işhat meclisinde kararlaşır. Yani
muvasebe talebinden sonra. Ondan sonra da bâtıl olmaz.
Mülke, tarafların rızası ile almakla veya hâkimin hükmü ile hissele-rinin miktarına malik olurlar.
Çünkü itibar olunmaksızın, ortakların hep-si şefiin mülkiyeti almazdan önce yalnız hükümle de
sabittir. Burada Şâfii'ye hilaf vardır. Malını karıştıran ortağın mebiin kendisinde, sonra mebî karışık
olsun veya olmasın, hakkı vardır. Ki bu da, mebii bayi taksim etmiş, ona akarda ortaklık hakkı
kalmıştır. Özel yol ve sulama hakkı gibi.
Sonra musannıf bunları şu sözüyle tefsir etmiştir: «Gemilerin çalış-mayacağı küçük bir nehirdeki
sulama hakkı ve başkasının geçmeyeceği yol gibi şeylerde ona şuf'a hakkı sabit olur. Bu yol ile
nehir genel olsa, onlarda şuf'a olmaz.» Bunun açıklaması şöyledir: Bir topluluğun ortak-laşa
kullandıkları bir nehir olsa, onların arazilerinden bir parçası satıl-mış olsa, yine oradan arazisini
sulayanların hepsinin şuf'a hakkı var-dır Eğer nehir umumî olursa, o zaman şuf'a hakkı yalnız ona
bitişik olanındır.
Satılan binanın arkası bir kimsenin evinin arkasına bitişik olsa bu kimsenin evinin kapısı başka bir
binası bitişik olan adam sokağa açılsa bile zımmî, mezun veya mükâteb köle bile olsa, şuf'a hakkı
onundur. Eğer kapısı aynı sokağa açılıyorsa, yukarıda geçtiği gibi o zaman o mül-künü ona
karıştırmıştır.
Birisi direğini başkasının duvarına koysa, direğe ortak iseler o kom-şudur. Yok eğer duvarın
kendisine ortak iseler o zaman satılan binaya ortaktır. Mülteka.
Ben derim ki: Şu kadarı var ki musannıf şöyle demiştir: Eğer kom-şulardan birisi duvara ortak olsa,
diğer komşular üzerine şuf'a hakkın-da tercih yapılmaz, Çünkü ortaklık yerde değil, yalnız
duvardadır. Onun-la da şuf'a hakkı kazanılmaz.
Mecma şerhinde şöyle denilmektedir: «Çıkmaz bir sokakta karşı-sındaki komşu için de şuf'a hakkı
sabittir. Ama açık sokakta karşıdaki komşu bunun, aksinedir.»
Hükümden sonra ortaklardan bazısı şuf'adaki hakkını düşürse, ge-ri kalanlar hakkından vazgeçen
adamın hakkını alma hakkına sahip de-ğildirler. Ama eğer hükümden önce ise, geri kalan
kalabalığın zail ol-masıyla, geri kalanın hepsini alabilir. Çünkü hükümle her birisinin hak-kı,
diğerinin hakkından ayrılmıştır. Zeylaî.
Ortaklardan bazısı gaib olsa. o zaman hazır olanlar arasında mebi-in hepsinde şuf'a ile hüküm
verilir. Çünkü onun taleb etmeme ihtimali vardır. O takdirde de şüphe ile şuf'a tehir edilmez.


Mesela, iki ortaktan birisi gaib olsa, diğer ortak şuf'a hakkı taleb etse, satılan şeyin hepsin-deki
şuf'a hakkı ona hükmedilir. Sonra gaib olan kimse gelse, şuf'a hak-kı taleb etse, ona da hüküm
verilir. Eğer birincisinin hakkı kadar ortaksa, yarısı ile ona hükmedilir. Eğer onun üstünde ise, hepsi
ona hükme-dilir. Eğer ondan aşağı ise engel olunur. Hülâsa.
İZAH
«Gasbla münâsebeti ilh...» Musannif burada gasbın şüf'adan önce takdiminin sebebini
zikretmemiştir. Halbuki şuf'a gasbın aksine meşru-dur. Takdim şekli şudur: Gasb çok olmaktadır.
Bir de gasb hem akarda, hem de menkulde olmaktadır. Ama şuf'a bunun aksinedir. Zira Sadiye'de
şöyle denilmektedir: «Gasbın mezun kitabından sonra gelmesini be-yan etmesi, şuf'adan önce
gelmesinin açıklanmasına lüzum bırakmamış-tır.»
«Şuf'a sözlükte, bir şeyi bir şeye katmaktır ilh ..» Zeylâî şöyle de-mektedir: «Şuf'a kelimesi katma
anlamına gelen şefi kelimesinden alın-mıştır. Bu da tekin zıddı, yani çift etmektir. Peygamberin
günahkârlara şefaat etmesindeki şefaat de bundandır. Zira, Resulullah günahkârları şefaatiyte,
imanıyla kurtulup cennete gidenlerle birleştirmektedir. Şefi de satılanı kendi mülkü ile
birleştirmektedir. Bundan ötürü de satılan mülkü şefiin almasına şuf'a denilir.»
Kuhistânî de şöyle demektedir: «Şefi sözlükte, zamm ile meful ma-nasınadır. Bu da alınan mülk ile
çiftleşen mülke isim olmuştur.»
Muğrib'te de bu kelimenin iki manaya kullanıldığı ifade edilmiştir. Şuf'a kelimesinden fiil çekimi de
işitilmemiştir. Ama fakihlerin »O binaki onda şuf'a hakkı sabit olur» şeklindeki kullanımı istilahi
kullanımdır.
«Şeriatta ise bir mük parçasını temlik etmektir ilh...» Uygun olan, Kenz ve diğer kitaplarda olduğu
gibi «temellük» denilmesiydi. Çünkü temellük şefiin vasıflarındandır. Zira şefi, malik olandır,
başkasına mülk eden değildir. Belki bundan daha uygunu Gâyetü'l-Beyân'da olan, «Şuf'a temellük
hakkından ibarettir» ifadesidir. Zira buradaki hak kelimesi ol-mazsa, Kadızâde'nin de Fetih'in
tekmilesinde dediği gibi/ musannifin «Şefiin talebinden sonra şahit tutmasıyla kararlaşır» sözünün
doğru ol-maması gerekir. Çünkü mülk edinme hükümsüz veya rızasız olmaz.
Yine, şuf'anın hükmü talebin cevazıdır. Birşeyin hükmü de ya onun-la birlikte olur veya onu hemen
takip eder. Eğer temellük talebten evvel hasıl olursa, hasıl olan şeyin tahsil edilmesi gerekir. Mülk
parçasından maksat, mülk parçası veya parçanın bazısıdır. Böyle denilmelidir ki, şefiilerden
birisinin o parçayı satın alması da ifadenin içine girsin. Nitekim ileride gelecektir.
«Müşteri üzerine cebren ilh...» Bu, müşterinin rızası ile olandan ka-çınmak için değildir. Zira
ekseriyetle mülkü olan kimse şefiin almasına razı olmaz. Nitekim Kuhistanî de buna işaret
etmektedir. Ebussuud.
İbni Kemal de, «Bu sözden murad, ihtiyara itibar edilmemesidir. Yoksa ademi ihtiyara itibar olunur
demek değildir» demiştir.
Musannif «alınan şey» ile hibe, irs, sadaka veya maldan başka olan bir karşılıkla mehir, kira bedeli,
muhâlea, hulu bedeli, kasdi kan dök-mekteki sulh bedeli gibi karşılıksız şeylerle mülk edinmeden
kaçınmış-tır. Yani şuf'alı bir arazi birisine hibe edilse, onun bitişiğindeki şuf'a hak-kı olan kimse,
şuf'a hakkını kullanamaz. Bir karşılıkla yapılan hibe de bu tarife girmektedir. Çünkü o nihayetinde
alman birşeydir. Kuhistanî.
Kuhistanî'nin bu sözü ile zahir olmaktadır ki, evla olan satın alarak kelimesinin terk edilmemesidir.
Belki uygun olan «beyi» kelimesinin de eklenmesidir. Çünkü beyinin bey'i ikrar, müşterinin inkâr
etmesi halinde bazan müşteri de cebredilir.
Feteva-yı Suğra'da şöyle denilmektedir: «Şuf'a mülk satıcıdan ke-silmesine dayanır. Müşteriye
sübutu üzerine dayanmaz. Bundan dolayı muhayyerlik şartıyla sattığı takdirde şuf'a, müşteriye
sabit olur.»
«Mevcut olan bahası ile ilh...» Yani ister hakikaten, ister hükmen. Nitekim ileride, şarap ve
diğerlerinde geleceği gibi. Turî.
Burada üzerinde mevcut olandan maksat, müşteriye alışla gerekli olan masraflardır. Bu açıklama ile
Dürer sahibi gibi Aynî'nin sözündeki kusur anlaşılmaktadır. Zira Aynî, «Müşteri üzerine mevcut olan
semen-le» demiştir. Eğer metni böyle tefsir etmeyip umumu üzerine bıraksaydı daha uygun olurdu.
Ebussuud.
«Sebebi ilh...» Turî şöyle demektedir: «Şuf'anın meşruiyet sebebi, devamlı kötü komşuluktan doğan


zararı gidermektir. Ateş yakması, du-varını yükseltmesi ve toz kaldırıp dağıtması gibi zararların
defidir.»
Zahir odur ki Turî'nin zikrettiği meşruiyet sebebidir. Musannifin zik-rettiği ise, alma sebebidir.
Denilmesin ki, Turî'nin zikrettiği zannedilen bir zarardır. Mülkü müşteriden alması ise muhakkak bir
zarardır. Çün-kü biz diyoruz ki Turî'nin zikrettiği galibtir. Vukuundan önce şuf'a yo-luyla kaldırılır.
Yoksa çoğu defa şuf'a hakkı ile almakla da kaldırılmaz. Bu konuda şair ne güzel demiştir: «Çok
insan vardır ki hiçbir canavar-dan eziyet görmemiştir. Ama ben insanın eziyet vermediği bir insan
göre­miyorum.»
«Ortaklık veya komşuluk vasıtası ite ilh...» Buradaki ortaklık keli-mesi, akardaki ortaklığa da,
haklardaki ortaklığa da şamil olur. Nitekim ileride gelecektir. Aynı zamanda komşuluk gibi
ortaklığın azlığına ve çokluğuna da şamil olur. Nitekim bunlara İtkanî dikkat çekmiştir. T.
«Şartı ilh...» Burada akardan maksat, gayri menkuldür. O zaman bağ, değirmen, kuyu ve herne
kadar yolu alt kattan geçmese de üst kat da ona dahildir. Bu kayıtla tariften bina ve ağaçlar
çıkmaktadır ki bun-larda şuf'a yoktur. Bunlardaki şuf'a ancak akara tabi olmaları iledir. Herne kadar
yerlerinde karar tutma şartı ite de satılsalar bunlarda yine şuf'a yoktur. Dürrü Münteka.
Bir de akarın mülk olması şarttır. Nitekim zikredilenden anlaşıldı. İleride de gelecektir. Bu tariften
vakıf çıkmaktadır. Çünkü vakıfta şuf'a yoktur. Yine, devlet arazisinde de hüküm böyledir. Ama öşür
veya haraç arazileri böyle değildir. Onlarda şuf'a hakkı vardır. Çünkü onların öşür veya haraç
arazisi olması, mülkiyete aykırı değildir. Nitekim gelecek babtan hemen önce biz bunu zikredeceğiz.
Bir de aktin ivazlı akit olması gerekir. Bir de satıcının satılan şeyde-ki mülkiyetinin sona ermesi
şarttır. O halde, muhayyerlikle satılan bir akarda şuf'a yoktur. O zaman fasit bir satış ile satılanda
da şuf'a yok-tur. Bir de, şuf'a hakkı taleb eden kimsenin taleb vesilesi olan mülke satış anında
malik olması şarttır. Bir de delalet yoluyla da olsa şefiin satışa razı olmamasıdır. Nitekim bunların
hepsi gelecekte bilinecektir.
«Yolu herne kadar aşağıda olmasa bile ilh...» Yani satılan yüksek-teki mebin yolu aşağıdan olmasa.
Zahire'de şöyle denilmektedir: «Satı-lan mülkün yolu aşağı mülkten geçiyorsa, o zaman şuf'a
yoldaki ortak-lık sebebiyledir. Yok eğer büyük sokaktan geçiyorsa, o zaman da kom-şuluk
yoluyladır. Eğer yukarının sahibi aşağı ile birlikte olmasa, İmam Ebû Yusuf'un görüşü üzere şuf'a
hakkı bâtıl olur. Zira komşuluk biti-şiktir. Bitişmede son bulmuştur. Mesela şuf'a hakkı taleb ettiği
yeri al-madan kendi mülkünü satarsa, şuf'a hakkı bâtıl olmaktadır. İmam Muhammed'e göre ise, o
zaman şuf'a hakkı vacib olmaktadır. Çünkü şuf'a bina sebebiyle değil, yerine oturma sebebiyledir.
Karar hakkı da devam etmektedir. Eğer üst üste üç ev olsa, her birisinin kapısı ayrı ayrı so-kağa
açılsa, o zaman ortadaki evin satılması yukarıdakine de aşağıdaki-ne de şuf'a hakkını sabit kılar.
Eğer alttaki veya en üstteki satılırsa, orta katta oturan şuf'a hakkına daha uygundur» Özetle.
«Çünkü karar hakkı olan akara iltihak etmiştir ilh...» Zira yukarının hakkı devam üzere baki kalır.
Çünkü gayri menkuldür. O zaman akar gibi karar hakkı ile de şuf'a hakkedilir. Zeylaî.
Bu ifadenin açık anlamı, yukarıda geçen İmam Muhammed'in gö-rüşünün tercihidir.
«Karar hakkı ile satılırsa ilh...» Devlet malında veya hapsedilen va-kıf malında yapılan bina gibi.
«Şeyhimiz reddederek ilh...» Remli, İbni Kemal'in bu fetvasını red-dederken nakle istinad etmiştir.
Uygun olan şudur ki, şeyhimiz bununla üst kat meselesi arasındaki farkı açıklamak istemiştir.
Umulur ki, zik-redilen şeyde binaya devam üzere beka hakkı yoktur. Belki, o topraklar üzerinde
yapılan bina zeval üzeredir. Zira fakihler; «İhtikar edilen bir toprakta muhtekir ecri misli vermekten
kaçınsa, binasını kaldırması em-redilir ve toprak başkasına kiraya verilîr» demişlerdir. Devlet
arazisin-de sultanin tayin ettiği ücreti vermekten kaçınsa, elinden alınır. Ama üst katın hakkı
yukarıda geçtiği gibi devam üzere bakidir. İşte bununla Hanin zikrettiği, «Fakihlerin, «Üst katın
karar hakkı olması sebebiyle akara ilhak olur» açıklamaları İbni Kemâl'i teyid eder» defedilmiş olur.
Düşü-nülsün.
«Bezzâziye ve diğer kitaplar ilh...» Bezzâziye'de şöyle denilmekte-dir: «Binada şuf'a yoktur.
Harezm'de buna karar hakkı denilir. Çünkü bu nakledilir. Beytü'l-mala ayrılan devlet arazisi gibi ki
sultan onu yarı .yarıya ekmeleri için halka verir. Onu yarıya alan halkın bina, ağaç gibi topraktan evi
olur. İşte bu evleri satmak bâtıldır. Bina eğer malum ise onu satmak caizdir. Ama onda şuf'a hakkı
yoktur.» Özetle.
Bunun benzeri Nihâye ve Zahire adlı kitaplarda da vardır.
Tatarhâniye'de Siraciye'den naklen şöyle denilmiştir «Adamın vakıf arazisinde bir binası olsa, onda


şuf'a yoktur. Eğer adam o vakıf arazi-sindeki binasını satmış olsa, onun komşusu için şuf'a hakkı
yoktur.»
İHTİKAR EDİLEN YERDE YAPILAN BİNADAKİ ŞUF'A HAKKI BAHSİ
Ebussuud Miskin haşiyesinde İbni Kemal'e yardım ederek şöyle de-miştir: «İhtikar edilen arazide
yapılan binada şuf'a yoktur diye fetva ve-ren adamın hatası kesindir. Turî gibi. Zira onun fetvasına
hiçbir daya-nak yoktur.» Bu yardımdan sonra, şerh-i Mecmaü'l-Melikiye'de olan ifade ile istidlal
etmiştir. Çünkü Şerh-i Mecma'nın ifadesi şöyledir: «Bağı veya binayı yalnız satmış olsa, onda şuf'a
yoktur. Zira arsasız onlara ka-rar hakkı yoktur.» Ebussuud sözlerine şöyle devam etmiştir: «Onun
il-leti şuf'anın ihtikar edilen toprakta yapılan binada sübutu hususunda açık bir ifade gibidir. Çünkü
muhtekir arazide yapılan bina için karar hakkı vardır.» Bundan önce de yine kendi lehine değil,
aleyhine olan bir delille istidlal etmiştir. Nitekim sen bunu bileceksin.
Mecma şerhinde olana gelince, yine bunda da onun için bir delil yoktur. Zira Mecma şerhinde
zikredilen illet binanın veya ağacın yalnız satılması ile kaim olduğu mahalle birlikte satılması
arasındaki farkı be-lirtmek içindir. Zira bina veya bağ kaim olduğu yer ile birlikte satıldığı takdirde
onda devamlı karar hakkı bulunduğundan onda şuf'a sabittir. Ama bunun aksine bina veya ağaç
yalnız satılırsa, velevki bunlar ihti-kar edilen yerde olsun, bunlarda şuf'a hakkı sabit olmaz. Nitekim
bizim yukarıdaki ikrarımızdan da bunu bildin.
İbni Kemal'in karar hakkı ile maksadı, malın mevcut olduğu yer-dir, denilmesi mümkündür. O
zaman İbni Kemal'in ifadesinde başkasına muhalefet olmaz. Ebussuud'un yukarıdaki «Fetvasının
senedi yoktur» sözü de bu nakillerden sonra garib birşeydir. Çâmiü's-Sağîr'de olan da buna yine
kesinlikle delalet eder.
Çâmi'ü's-Sağîr'd.e olan şudur: «Mekke'nin toprağının satılması ca-iz değildir. Ancak caiz olan
Mekke'deki binanın satışıdır. O zaman onda şuf'a vacib değildir. Hasan, Ebu Hanife'den Mekke'de
satılan binada şuf'a sabit olduğunu rivayet etmiştir. Hasan'ın bu rivayeti de İmameynin sözüdür.
Fetva da bunun üzerinedir. Çünkü mülk olan birşeyi satmış-tır.»
Şerh-i Vehbâniye'de şöyle denilmektedir: «Gizli değildir ki bu sö-zün ifade ettiğine göre Mekke'de
şuf'a sabittir. Ancak Mekke'nin top-rağının memluk olduğuna hükmeden söze binaendir. Yoksa,
Mekke'de-ki binanın sırf kendisi şuf'ayı gerektirmez. O zaman Mekke'deki bina-nın hükmü diğer
binaların hükmüne aykırı olur. Nitekim İbni Vehban'ın ifadesi de bunu düşündürüyor.»
Yani Vehbaniye'nin ifadesi düşündürüyor ki; «Mekke'deki binada şuf'a, yalnız bina için sabittir.
Eğer böyle denilirse, Mekke'nin toprağı kimsenin mülkü değildir, belki Mekke'deki bina için şuf'anın
sabit ol-ması Mekke'nin toprağının da mülk olduğuna kail olan bir hükme has-tır ki, bina yere tabi
olur. O zaman da Mekke'deki binanın satışı menkul satışlardan olmaz.»
Ebussuud'un yaptığı garip birşeydir. Bu sözle istidlal etmiş ve bu-nu, iddiasında açık bir delil kabul
etmiştir. Halbuki bu söz Ebussuud'un aksine olan hükmün açık bir şekilde delilidir. Nitekim bu
açıktır. Çünkü biz Mekke'nin yeri kimsenin mülkü değildir diye hükmetsek, yine de Mek-ke
topraklarında yapılan binaya devamlı olarak karar hakkı vardır. De-vam hakkı olmakla da onda şuf'a
yoktur. Onda Şuf'a olmayınca, ihti-kâr sayılan yerde yapılan binada nasıl şuf'a olur? Çünkü bunun
devam hakkı da yoktur.
Bu ifadeden şuf'a hakkının üst kata da sabit olmadığı anlaşılmak-tadır denilmesin. Çünkü biz
diyoruz ki, bina yalnız başına menkuldür. Ama üst kat, yukarıda da geçtiği gibi bunun aksine olup,
alt kata bağ-lıdır. Buna Zeylaî. de işaret edecektir. Bu sonuçlan ganimet bil.
«Velev ki birkaç yıl sonra olsun ilh...» Yani şuf'ayı bilmediği takdir-de birkaç yıl sonra da şuf'a hakkı
taleb edebilir. T.
«Üzerine vacip değildir ilh...» Yan,i şuf'a hakkı sahibinin şuf'ayı ta-leb etmesi vacib değildir.
Buradaki vücubtan maksat da İtkanî'nin de-diği gibi sübuttur.
«Satış fasit bile olsa ondan mâlikin hakkı kesilir ilh...» Yani hibe bina veya ağaç dikmekten.
«Müşteri muhayyerlik hakkına sahip olsa bile ilh...» Çünkü eğer muhayyerlik satıcının olsa veya her
ikisinin de olsa, fakihlerin ittifakı ile şuf'a yoktur. Çünkü satılan mal. satıcının mülkünden
çıkmamaktadır. Ama bunun aksine muhayyerlik müşterinin olursa, şuf'a hakkı sahiptir. Bu
konudaki açıklama ikinci babta gelecektir.
Kuhistanî'de Kadıhan'dan naklen şöyle denilmektedir: «Bey-i vefada şuf'a yoktur. Çünkü mâlikin
hakkı re'sen kesilmemiştir.»


«Şahit tutmasıyla kararlaşır ilh...» Yani ikinci taleble ki bu da takrir talebidir. Bundan maksat şudur:
Bir kimse şuf'a üzerine şahit gösteril-se, ondan sonra sussa da şuf'a bâtıl olmaz. Ancak şuf'a hakkı
sahibi diliyle hakkını düşürürse veya fiyatını ödemekten aciz olursa, hâkim onun şuf'a hakkını ibtal
eder. O zaman muvasebe lazımdır. Bu isa zayıf bir haktır, yüz çevirme ile bâtıl olur. O zaman taleb
etmek ve şahit gös-termek, gerekir. Cevhere.
«Şahit gösterme meclisinde, yani mevasebe talebinden sonra ilh...»
Yani duyar duymaz taleb etmesidir. Bu da gelecek üç talebten birisidir. Sarihin bu ifadesinde bizim
cevher'den naklettiğimize muhalefet oldu-ğu gibi, ondan sonra taleb bâtıl olur sözüne de aykırıdır.
Çünkü takrir talebini tehir etmek, yine şuf'ayı ibtal eder. Nitekim ileride gelecektir.
Sarih burada İbni Kemal'e uymuştur. Zira İbni Kemal, şahit göster-mekten muvasebe talebini murad
etmiştir. Çünkü talebten önce şuf'a hakkı sallantıdadır. Eğer tehir ederse şuf'a hakkı bâtıl olur. Eğer
tehir et-mezse, ondan sonra bâtıl olmaz. Sarihin ifadesine cevap vermek şu şe-kilde mümkündür:
Denilebilir ki, Şahit göstermekten maksat, ikinci talebtir. Eğer muvasebe talebi meclisinde olursa.
Çünkü ileride geleceği gibi bu taleb iki taleb yerine geçer. Öyleyse en doğru olanı şöyle
denil-mesiydi: Velev ki muvasebe meclisinde olsun. O zaman sabit göstermek­ten maksat ikinci
taleb olur.
«Ondan sonra do bâtıl olmaz ilh...» Yani üçüncü talebten sonra şuf'a hakkı bâtıl olmaz. Üçüncü
taleb de mülk edinme talebidir. Bu ya mutlaka bâtıl olmaz veya bir aya kadar batıl olmaz. Nitekim bu
konu ileride gelecektir.
«Malik olurlar ilh...» Dürer'de şöyle denilmektedir: «Yani akar vs akarın hükmünde olana malik
olur.» Bunun benzeri Minah'ta da vardır.
«Almakla ilh...» Zira müşterinin mülkiyeti tamamlanmıştır. O mülk artık müşteriden intikal etmez.
Ancak ya razı olmakla veya hâkimin hükmü ile intikal eder. Hibeden dönmek gibi. O halde eğer
şuf'ayı is-tihkak eden kimse ölse veya şuf'asına vesile olan şeyi satsa, veyahut şuf'a edeceği yeri
almazdan veya hüküm verilmezden önce o binanın yanında başka bir bina satılmış olsa, şuf'a hakkı
bâtıl olur.
Müşteri, şuf'a hakkı sahibi kabzetmeden önce, aldığı yerden bir mey-ve yese onu zamin olmaz. Bu
konunun tamamı Cevhere'dedir.
«Ortakların hepsi ilh...» Çünkü hepsi istihkak etmekte eşittirler. Zi-ra şuf'ayı istihkak etme İlleti
hepsinde mevcuttur. O zaman hükümde de eşit olmaları gerekir.
Bu ifade şunu da kapsamına alır: Müşteri o şuf'a hakkı sahiplerin-den birisi olsa, o da onlarla
beraber şuf'a hakkını taleb etse, onlardan birisi sayılır ve mebi onların aralarında taksim edilir.
Vehbâniye ve şerh-lerinde de böyledir. Bu ikinci babta gelecektir.
«Sonra ister mebi karışık olmasın İlh...» Yani mebiin kendisinde is-tihkak sahibi bir karıştıran ortak
olmasa veya o gaib olsa veya hazır olsa, teslimin dışında başka bir düşürücü ile şuf'a hakkı
düşmüş olsa...
«Satıcı taksim etmiş ilh...» Aynî'de de hüküm böyledir. Merhum Şeyh Şahin diyor ki: «Bunda bir
görüş vardır. Zira mebiye malını karış-tıran ortak ister mukaseme yapsın, İster yapmasın umumîdir.
Yani me-biye kısmetsiz olarak ortak olmasıdır. Buna şöyle cevap vermek müm-kündür: Bu ihtiraz!
bir kayıt değildir. Metin yine kendi mutlak ifadesi üzerinedir.»
Ben derim ki: Bu kayıt ihtiraz! bir kayıttır. Çünkü taksimden önce ortak, ortak olmak bakımından
mebiin kendisinde şuf'aya hak kazanır. Mebiin hakkında değil. Çünkü mebideki ortaklık mebi
hakkındaki karış-tırmaya takdim edilir. Ebussuud.
«Özel yol ve sulama hakkı gibi İlh...» Kuhistanî yol kelimesini «sümme» ile sulama üzerine atfetmiş
ve şöyle demiştir: «Eğer bir akar sulamasız ve yolsuz olarak satılmış olsa, o akarda haklan cihetiyle
şuf'a yoktur.
Ama o akara birisi sulama yoluyla, diğeri de yol yoluyla ortak olsa, sulama yoluyla ortak olan kimse
şuf'a için önde gelir.»
Dürrü Münteka'da da şöyle denilmektedir: Bercendî şunu nakletmiş-tir: «Yol, şuf'a hakkı için
sulama hakkından daha kuvvetlidir.» Oraya mü-racaat edin.
«Gemilerin çalışmayacağı küçük bir nehir ilh...» Bazı âlimler tara-fından, «musannif burada gemi ile
en küçük gemiyi kasdetmiştir» denil-miştir. Bütün meşâyih şu söz üzerinde ittifak ederler: Eğer bir
nehrin üzerinde bulunanlar sayılacak kadar olursa, o nehir küçük nehirdir. Yok eğer sayılamıyorsa,


yük nehirdir. Sonra sayılamayacak rakam husu-sunda ihtilaf etmişlerdir. Bazı âlimler tarafından
eğer beşyüz kişi olur-sa, o sayılamayacak kadar çok kabul edilir denilmiştir. Bazı alimler ta-rafından
da sayının kırk olduğu söylenmiştir. Bazı âlimler tarafından da en sağlamı, bunu zamanın
müçtehidinin görüşüne havale etmektir. Eğer o sayılır derse, sayılır, sayılmaz derse sayılmaz
denilmiştir. Kifâye Özetle.
Aynî de «En şüpheli görüş bu son görüştür» demiştir.
Muhit'ten naklen Dürrü Münteka'da da «Sağlam görüş ancak budur» denilmiştir.
Dürrü Münteka'da Netif'ten naklen şöyle bir ifade vardır: «Eğer akardaki hissesini sulama hakkı ile
birlikte satsa, şuf'a onun arsadaki ortağının hakkıdır. Ondan sonra bent yapanların, sonra da o
sudan ara-zisini sulayanların, sonra da büyük nehirden arazi sulanan kimselerin hakkıdır.»
Ben derim ki: Dımaşk (Şam) şehrinin sularının hepsi Bereda'dandır. Bereda nehrinden birçok sular
ayrılır. Bundan evlere su getiren birçok kanallar açılmıştır. Bu kanallardan da başka küçük kanallar
açılmıştır. Bu böyle devam eder. Netif kitabında olan ifadenin muktezası şunu ifa-de eder: Önce en
yakın olan suya İtibar edilir. Sonra ondan sonraki ya-kına itibar edilir. Bu şekilde büyük suya
ulaşıncaya kadar devam eder. Bu da Şam ve köylerinin hepsini sular. Bunun mesafesi de sekiz
saatten fazladır. Netif'te olan bu ifade üzerine eğer bir yer satılsa ki onun su-laması Bereda
nehirinden yapılsa, Bereda nehrinin kendisinde hiç kimsenin şirket hakkı yoktur. O zaman Bereda
nehirinden sulananların hep-si o araziyi şuf'a yoluyla alma hakkına sahiptir. Bunda daire
genişletilebilir. Şüphe yoktur ki burada en .sağlam görüş, bu hakkı müctehidin gö-rüşüne havale
etmektir. Açık olan, burada müctehidden maksat da, ıs-tılahı manada müctehid bulunmadığından,
ilim ile isabet eden görüş sa-hibi hâkimdir. Evet bizim aşağıda Hidâye'den nakledeceğimize göre de
bir sakınca meydana gelmez. Allah daha iyisini bilir.
«Başkasının geçmeyeceği yol İlh...» Yani o yolda oturanların hepsi-nin, velev karşısında da otursa,
şuf'a hakkı vardır. Oradan başkasının eçmemesinden maksat orada oturanların, başkasının oradan
geçmesi-ne engel olabilmeleridir. Dürrü Münteka'da olduğu gibi.
Eğer orada bir mescid olursa, hükmen o yol açıktır. Eğer mescid yeni değil, eski bir mescid ise. Bu
konunun tamamı Bezzâziye'dedir.
Eğer yo! çıkmaz bir sokak olursa, o sokaktan da yine çıkmaz so-kaklar ayrılırsa, birinci sokağın
ehline onda şuf'a hakkı yoktur. Ama aksi bunun hilafınadır. Yani ana çıkmaz sokakta oturanların
ondan ayrı-lanlar üzerinde şuf'a hakkı yoktur.
Küçük bir nehir olsa, daha küçük bir nehir de suyunu ondan alsa. bu da yola kıyas edilir. O zaman
küçük sudan su alan kimse ondan da-ha küçük suya bitişen yerde şuf'a hakkına sahip değildir.
Hidâye ve şerh-lerinde olduğu gibi.
Bu uzun sokak kaya ile yuvarlak çıkmaz sokak buradan çıktı. Onun beyan ve tevcihi kaza kitabının
çeşitti meseleler kısmında geçti.
«Arazisini sulayanların hepsinin şuf'a hakkı vardır ilh...» Yani o su-dan tarlasını sulayanların
hepsinin. Bir topluluğa mahsus olan bir yolun üzerindeki evlerin hükmü de bunun gibidir. O halde o
özel yoldan ge-denlerin hepsi, şuf'a hakkına sahiptir. İsterse karşısında olsun. Nitekim biz bunu
zikrettik. Öyleyse sokağın başında olanla sokağın sonunda olan birdir. İtkanî.
«Şuf'a hakkı yalnız ona bitişik olanındır ilh...» Velevki bitişik olan-ar birkaç kişi de olsalar. Bir
tarafından bir karış bile olsa, bitişik olan-a üç taraftan bitişik olanlar şuf'a hakkında eşittirler. İtkanî.
Kuhistanî'de şöyle denilmektedir: «Mebi ile hükmen de olsa, bitişik olan, mesela bir binadan bir
oda satılsa, o odaya bitişik odanın sahibi ile aynı binanın en uzak yerinde oturan kimse eşittirler.»
«Kapısı başka bîr sokağa açılsa bile îlh...» Diğer sokak ister açık olsun, ister olmasın. Dürrü
Münteka.
«Satılan binanın arkası adamın evinin arkasına ilh...» Yani şuf'a hakkı taleb edilen binanın arkasına
yapışık olsa. Hidâye ve diğer kitaplarım ifadesi ise, komşunun binasının arkası şuf'a taleb edilen
binanın arkası üzerinde olsa, şeklindedir. Bu kayıt gerekli bir kayıt değildir.
İtkani ve diğerlerinin zikrettiği, yani binanın arkası, binanın arkasında olması sözü, karşılıklı olan
binadan kaçınmak içindir. İtkanî ve di-ğerlerinin zikrettiklerinin manası şudur: Binaların sırtı
birbirine doğru olsa, velev ki aralarında açık bir yol da olsa, yine şuf'a hakkı taleb eder. Zira
Cevhere'de şöyle denilmiştir: «Komşu, o kimsedir ki, onun binası şuf'a taleb edilen binanın
arkasına bitişik olandır. Kapısı başka bir so-kakta da olsa. Ama karşılıklı olsalar, aralarında açık bir


yol olsa, kapı-ları herne kaçar birbirine yakın da olsa, yine şuf'a hakkı taleb edemez. Çünkü yol
birbirinden ayırır ve zararı ortadan kaldırır.» Ebussuud. Özetle.
Ben derim ki: Eğer iki bina birbirinin karşısında ise, aralarındaki yol kapalı ise, o zaman o evin
karşısındaki kimse, komşu değil halittirler. Nitekim yukarıda geçti. Bu da şuf'a hakkı taleb edebilir.
«Kapısı aynı sokağa açıyorsa ilh...» Yani sokak da önü açık bir so-kak olmasa, yukarıda geçtiği
gibi. T. Yine şuf'a hakkı vardır.
«Yukarıda geçtiği gibi ilh...» Yani açılmayan yol meselesinde.
BİR UYARI: Bir topluluğa ait bir binada iki kişinin ortak bir odası olsa, bunlardan birisi odadaki
hissesini satsa, onun ortağı şuf'ada en çok hak sahibidir. Sonra binadaki ortaklar. Çünkü onlar
daha yakındır. sonra o sokakta oturanlar, sonra da onunla bitişik olan komşular. Nİhaye ve diğer
kitaplar.
Ebussuud diyor ki: «Niçin önce onun ortağı hak sahibidir? Çünkü dai-mi olan bir zararı def için. O
halde bitişiklik bakımından kim daha çok ihtisas sahibi ise o daha çok zarar görür. O halde şuf'aya
o daha çok hak sahibidir. Ancak eğer hakkını başkasına teslim ederse, başka.»
Bil ki, ortağın şuf'a hakkını teslim ettiği bir yerde komşusu satışı duyduğu zaman şuf'ayı taleb
ederse, şuf'a ona sabit olur. Herne kadar onun alma hakkı yok ise de. Ama satışı duyduğunda taleb,
etmese, ortak da şuf'ayı teslim etse, ona artık şuf'a hakkı yoktur. Şerh-i Mecma. Bu-nun benzeri
Nihaye ve diğer güvenilir kitaplarda da mevcuttur.
«Direğini başkasının duvarına koysa ilh...» Yani mülkiyeti olmayan bir duvar üzerine koymuş olsa.
Yoksa bu gelecek meseledir.
«Eğer duvarın kendisine ortak iseler ilh...» Yani eğer duvarın ken-disine ortak olursa, o mebide de
ortaktır. Yani mebiin bâzısına ortaktır.
«Ben derim ki: Şu kadar var ki ilh...» Sarih Dürrü Münteka'da, Mülteka'da olanı bina ile binanın
üzerinde bulunduğu yerin ortak olmasına hamletmiştir. H.
Ben derim ki: Muğnî adlı eserden naklen Kifâye'de belirtilen de bu-dur. Zira Kifâye sahibi şöyle
demiştir: «Yol ortağından geri kalan kom-şunun müşterek duvarda ortak olmaması gerekir. Ama
eğer ortak ise, o zaman o komşu takdim edilir...»
«Onunla şuf'a hakkı kazanılmaz ilh...» Yani ortaklık şuf'ası kaza-nılmaz. Çünkü komşudur. Veya
diğer komşular değil yalnız o şuf'a hak-kını kazanmaz anlamındadır. Düşünülsün.
«Karşısındaki komşu için ilh...» Sarih bu sözüyle musannifin bina-sının arkası binanın arkasına
yapışıktır sözünün bir kayıt olduğu düşün-cesini def etmiştir. T.
Bunda da şu görüş vardır ki, burada bitişiklik yoktur. Çünkü binalar karşı karşıyadır. Yine geçen
meselede binanın arkaları yapışık olsa da kapısı diğer bir sokaktadır. Bizim sözünü ettiğimiz
meselede ise, kapılar aynı sokağa açılmaktadır. Bundan dolayı da Ebussuud bunu şöyle
açık-lamıştır: «Binanın sırt sırta olmasında şuf'ayı istihkak etmenin sebebi mebideki ortaklık
hakkındandır. O zaman artık bitişikliğe itib. Bu söz de ifade etmektedir ki, o açık olmayan yol,
bi-nanın karşısındakini de kapsar, işte bu ifade ile, denilmesin ki, bu tek-rardır. Evet, şurası var ki
uygun olan, bu konuyu da orada ar edilmez. Açık olan odur ki, musannifin bu sözü açık olmayan
yol sözünü genel-leştirmek içindir zikretmesiydi.»
«Ortaklardan bazısı şuf'adaki hakkını düşürse ilh...» Yukarıda geç-tiği gibi şuf'a hakkı sahibi
almazdan önce mücerret hükümle ona şuf'a taleb ettiği binadan mülkiyet sabit olur. Gelecek babın
sonunda mu-sannif şunu zikredecektir: Şuf'a ile hüküm verildikten sonra artık şuf'a hakkı sahibi
şuf'a hakkını terkedemez. Eğer burada düşürme kelimesi satıcı veya müşteriye temlik etme
anlamına hamledilirse, hükümle alan kimseye niçin hamledilmesin? Düşünülsün.
Sonra ben T yi gördüm ki Allâme terketmesi sahih değildir. Çünkü onun mülkiyeti Mekkî'den şunu
nakletmiştir: «Ge-ri kalanlar neden nasibini terkedenin hissesini alamıyorlar? Çünkü onu hükümle
ona karar kıl-mıştır. Onun terkinin sıhhati ile birlikte haklarının onun hissesinden ke-silmesi için
değildir.» Bununla kapalılık ortadan kalkmaktadır.
«Kalabalığın yok olmasıyla îlh...» Yani ona ortak olanların istihkaktaki kalabalıkları zail olmuştur.
Kalabalığın yok olması da onun mülkiye-tinin tekerrüründen önce yok olmuştur.
Nihaye'de şöyle denilmektedir: «Bunlardan birisi hakkını teslim etse diğerinin alma hakkı yoktur.
Ancak, ya hepsini alır veya hepsini terkeder. Zira teslim eden kimsenin kalabalığı yok olmuştur.
Sanki hiç kala-balık yokmuş gibi oldu.»


«Gaib olan kimse gelse ve şuf'a hakkı taleb etse ilh...» Yani gaib kimse her iki şekilde hazır olsa ve
taleb etse.
«Ona da hükmedilir ilh...» Hidâye'de de şöyle denilmektedir: «Eğer şuf'a hakkının hepsi hazır olana
hükmedilmişse, gaib olan geldiğinde ona yarısı ile hükmedilir. Eğer ikisine verilse, üçüncü bir
kimse hazır ol-sa, her ikisinin elinde olanın üçte biri ile üçüncü kimseye hükmedilir. Aralarında
eşitliğin tahakkuku için.
«Eğer birincisinin hakkı kadar ortaksa ilh...» İki ortak veya iki kom-şu gibi hazır olanın hakkı da
birincisi kadar olsa.
«Eğer onun üstünde ise ilh...» Meselâ birincisi komşu olsa, sonra hazır olan ise ortak olsa, o
şuf'anın hepsi ona hükmedilir. Birincinin şuf'a-sı ibtal edilir.
«Eğer ondan aşağı ise ilh...» Yani birincisi ortak, ikincisi komşu ol-sa o zaman hepsi ortağa
hükmedilir, komşu düşürülür.
METİN
Şuf'a hakkı sahibi, bu hakkını satıştan önce düşürürse, geçerli ol-maz. Çünkü şuf'anın şartı olan
satım akdi yoktur.
Şüfa' hakkı sahibi şuf'a talep ettiği malın bir bölümünü alıp kala-nını terketmek istese, bu hakka
sahip değildir. Müşteriye bu şekilde alış için zorlamaya malik değildir. Çünkü pazarlığın ayrılması
ile zarar gelir.
Şuf'a hakkı taleb edenlerden bazısı haklarını diğer birisine verse, sahih değildir. Ama kaçındığı için
hakkı düşer. Şuf'a, diğerleri arasında taksim edilir.
Ortaklardan birisi yalnız yarısı üzerinde hak sahibi olduğunu düşünerek yansını talep etse, şuf'ası
bâtıl olur. Çünkü şuf'anın sıhhat şartı, hepsini taleb etmektir. Nitekim Zeylaî bundan uzun uzun söz
etmiştir. Hatırda tutulsun.
Mekke'nin binalarının satılması geçerli, onlarda şuf'a da sabittir. Fetva da bu görüş üzerinedir.
Eşbâh.
Ben derim ki: Bu ifadenin anlamına göre kiraya verilmesi öncelikle sahihtir. Biz bunu yukarıda
zikrettik. Şu kadar var ki mekruhtur. Biz bu konuyu yasaklar bahsinde tahkik edeceğiz.
Eşbah'ta şöyle denilmektedir: «Alış için vekil olan kimseden şuf'a hakkı taleb etmek sahihtir, eğer
malı müvekkiline teslim etmemişse. Eğer teslim etmişse, sahih değildir. Şuf'ası da bâtıl olur.»
Tercih edilen de bu görüştür.
Vakıfta şuf'a yoktur. Vakıf için de civarından şuf'a talebi hakkı yok-tur. Nevazil, Şerhi Mecma ve
Haniye. Bezzâziye ve Hülâsa için burada hilaf vardır.
Öyle sanıyorum ki, onların nüshalarında «la» kelimesi düşmüştür. Bu yüzden ihtilaf ettikleri
sanılmaktadır.
Musannif diyor ki: Ben diyorum ki, şeyhimiz Remlî birincisini, vak-fın civarında olanı şuf'a ile
alamayacağına ikincisini de, bizzat satıldığı takdirde vakfın orayı alabileceğine hamletmiştir.
Feyz kitabında şöyle denilmektedir: «Şuf'a hakkı satım akdinin sıh-hati üzerine bina edilir.»
Bu şunu ifade ediyor ki, vakfın hiçbir şekilde mülk edilmeyen kıs-mında şuf'a yoktur. Ama herhangi
bir şekilde mülk edinilen vakıfta şuf'a vardır. Öyleyse, vakfın civarında bir mülk satılmış olsa veya
mebiin ba-zısı mülk, bazısı vakıf olsa, o mülk satılmış olsa, vakıf için şuf'a yoktur.
İZAH
«Şartı olan satım akdi yoktur ilh...» Yani herne kadar şuf'a hakkı sahibinin mülkünün ittisali şartı
mevcut ise de yine sahih değildir. Çün-kü o sebeb ancak şartın bulunduğu yerde sebebtir. Talik
olunan talak-ta olduğu gibi. Minah. Özetle.
«Bu hakka sahip değildir ilh...» Bu söz şuna işaret ediyor ki, bu taleble onun şuf'a hakkı bâtıl olmaz.
Mecma'da şöyle denilmektedir: «Ebû Yusuf, «yarısını almayı» tealin kabul etmemiştir. İmam
Muhammed buna muhalefet ederek teslim kabul etmiştir.»
Mecma sarihi diyor ki: «Muhit'te, «En sağlam Muhammed'in görü şudur» denilmiştir.» Muhit'te
olanın misli Gurerü'l-Efkâr ve şerhlerindi de mevcuttur.
Haniye'de de şöyle denilmektedir; «Şuf'a hakkı sahibi, şuf'a davı edilen binanın müşterisine, «Ben
hepsini alıyorum ama, bana yarısın teslim et» dese, müşteri de kaçınarak teslim etmese, onun


şuf'ası sağ lam görüşe göre bâtıl olmaz. Zira yarısının teslimini taleb etmek teslim değildir.» Yani
yarısının teslimini taleb etmek, diğer yarısını düşürmek demek değildir.
«Bazısı haklarını diğer birisine verse ilh...» Yani Şuf'aya hükmedilmezden önce. Ama hükümden
sonra verirse, onun şuf'a hakkı düşmez Nitekim yukarıdan da bu bilindi.
«Şuf'anın sıhhat şartı hepsini talep etmektir ilh...» Çünkü hepsin istihkak etmektedir. Taksimat hak
sahiplerinin çokluğu halindedir. Eğe şuf'a hakkı sahiplerinin ikisi hazır olsalar, her birisi satılan
malın yarı sini taleb etseler hüküm yine böyledir. Yani şuf'a bâtıl olur. Şefilerden birisi yarısını,
diğeri hepsini talep etse, yarısını taleb edenin şuf'a hakkı bâtıl olur. Hepsini taleb eden kimse ya
hepsini alır, ya tamamen bırakır Onun yarısını alma hakkı da yoktur. Zeylaî.
Ben derim ki: Açık olan şudur ki, burada talebten maksat, şuf'aya muvâsebe ve şahit tutma
talebidir. Anifen bizim Mecma'dan naklettiğimiz ise. bu iki talebten sonra yarısını alma talebine
hamledilir. O zaman iki söz arasında çelişki yoktur. Bunu teyid edecek görüş ileride gelecektir.
«Şuf'a da sabittir ilh...» Bu görüş ifade ediyor ki, şuf'anın Mekke binalarında vücubu İmameynin
müftabih olan görüşleri üzerine Mekke toprağının satışının cevazının fer'idir. Yoksa yalnız bina
şuf'ayı gerek-tirmez. Biz bunun açıklamasını zikrettik.
«Yasaklar konusunda tahkik edeceğiz İlh...» Musannıf yasaklar konusunda Vehbaniye ve
Tatarhaniye'nin icare bahsinden şunu nakletmiştir: Ebû Hanife, «Hac mevsiminde Mekke'deki
evlerin kiraya verilmesini mekruh görüyor.» Ebû Hanife; «hacıların Mekke'deki evlere, sahipleri ile
birlikte oturmaları.» üzerine fetva vermekteydi. Zira Allahu taala, «Yerli ve yolcu bütün insanlar için
eşit kılınan...» (Hacc: 25) buyurmuştur. Ebû Hanîfe, hac mevsiminin dışında Mekke'de kira
muamelelerine ruhsat vermiştir.»
Ben derim ki: Bu nakille Mekke için hac zamanı ile diğer zamanların arasındaki fark ortaya çıktığı
gibi ikisi arasında uyum da sağlanmıştır. Bunun yanında kirayı mekruh görenle keraheti
nefyedenler arasında da uzlaşma sağlanmış olmaktadır. T.
«Taleb etmek sahihtir ilh...» Velvaliciye'de şöyle denilmektedir: «Bi-nayı almakla vekil olan kimse
binayı alsa ve kabzetse, şüf'a hakkı sa-hibi de ondan şuf'a taleb etse, vekil eğer satın aldığı binayı
müvekkiline teslim etmemişse, talebi sahihtir. Eğer teslim etmişse, talebi sahih de-ğildir. Şuf'ası da
bâtıl olur. Tercih edilen görüş de ancak budur.»
Bunun benzeri Tatarhâniye ve Kınye'de de mevcuttur. Umulur ki, butlanın açıklaması şudur : Vekil
teslimden sonra artık şefiin hasmı de-ğildir. Burada ancak müvekkildir. O zaman şuf'a hakkı sahibi
talebi ge-ciktirmiş oluyor ki. hasımdan taleb etme kudreti varken, hasmı olmayan bir kimseden
taleb etmektedir. Bunun için de talebi bâtıldır. Düşünülsün.
«Vakıfta şuf'a yoktur ilh...» Yani satıldığı zaman.
Tecrîd adlı eserde şöyle denilmektedir: «Vakıf binaları gibi satım ak-di caiz olamayan akarlarda
şuf'a yoktur. Bu da vakfın akarının satışını caiz görene göredir.» Sonra da şöyle denilmiştir:
«Vakıfta ve vakfın ci-varından taleb etmede şuf'a yoktur.» Bunu Remlî nakletmiştir.
«Vakfı için de civarından şuf'a talebi hakkı yoktur ilh...» Musan-nifin bundan sonraki «vakfın
civarında şuf'a hakkı yoktur» sözü buna ihtiyaç bırakmamaktadır. Umulur ki sarih bunu şunun için
zikretmiştir ki, bu daha genel bir ifadedir. Zira bu, şunu da kapsamına alır ki vakıf satılan mülke
dahil olursa. Nitekim sarih de gelecekte böyle açıklamış-tır. O zaman sarihin bu sözü sırf bir tekrar
değildir.
«Ve Haniye ilh...» Minah'ta olduğu gibi Hâniye'nin ifadesi şöyledir: «Vakıfta ne vakfa bakan
mütevelli için ne de üzerlerine vakfedilen kim-seler için şuf'a hakkı yoktur.»
«Bezzâziye ve Hülâsa için burada hilaf vardır ilh...» Zira onların iki-si de «Şuf'a vakıf binasının
civarına sabit olur» demektedirler.
Ben derim ki: Bezzâziye'nin her iki nüshasında da «Şuf'a sabit ol-ma?» denilmiştir. Evet Den
Hülâsa'nın her iki nüshasında da sarihin dediği gibi gördüm.
«La kelimesi düşmüştür ilh...» Sarihin bu sözünü şu da teyid etmektedir: Hülasa ve Bezzâziye'de bu
konudan önce şöyle denilmektedir: «Akardan satım akdi caiz olmayan da şuf'a yoktur...» Teşbih de
bunu gerektirmektedir.
«Şeyhimiz Remlî ilh...» Yani Minah haşiyesinde. Remlî'nin açıkla-masının özeti şöyledir: Bir kısım
vakıflar hiçbir halde mülk edilemezler. Bunda da şuf'a yoktur. Çünkü satımı sahih değildir. Vakıf
için şuf'a ta-lebi yoktur. Yani onun civarında satılan bir mülkten vakıf mütevellisi veya üzerine


vakfedilen kimseler şuf'a talebinde bulunamazlar. Bir kı-sım vakıflar da mülk edilen cinstendir.
Meselâ vakfedilmiştir, ama vak-fına hükmedilmemiş mülkler yledir. Bu vakıf bitişiğinde satılan
bina veya araziden şuf'a talebinde bulunamaz. Zira mâliki yoktur. Bu vakfın satımı caiz olduğundan,
satıldığı takdirde ondan şuf'a taleb edilir. O zaman birincisi, yani Şerh-i Mecma'da olan «Ne vakıfta
şuf'a vardır, ne de vakıf şuf'a taleb edebilir» ifadesi, hiçbir durumda mülk olmayan vak-fa
yorumlanır. Hülâsa ve Bezzâziye'de olan, «Onun civarının satışı ha-linde şuf'a vardır» sözü ise,
vakfın mülk edilebilen kısmına hamledilir. Şuf'anın onun civarında sübutundan maksat da, yani
bizzat vakıf satıl-dığı takdirde, onun civarında olana Şuf'anın sabit olmasıdır. Hâniye'de olan sözle
Bezzâziye'de olan söz ise, şöyle telif edilir: Birincisi, vakfın civarındaki binayı, satıldığı takdirde
alabilmesine hamledilir. İkincisi ise, bizzat kendi nefsini kendinin alabilmesine hamledilir. Eğer o
mülk edile-bilen vakıflardan ise. İşte Remlî'nin hâşiyesindeki sözü bu şekilde anlaşılır.
Bununla açık olmaktadır ki, Remlî yalnız ikinci tevfike ihtisar etmiştir. Zira Mecma şerhinde olanın
civarında satılan binanın vakıf tarafından alınmasına hamledilmesi mümkün değildir. Bu tesbiti
ganimet bil.
«Birincisi ilh...» Yani Hâniye'de olum Uygun olan Hâniye'nin ifadesini aynen almaktı.
«ikincisi ilh...» Yani Hülâsa ve Bezzaziye'de olur.
«Vakfın civarında bir mülk satılmış olsa ilh...» Yani onun civarında olan bir akar satılsa.
«Mebiin bazısı mülk ilh...» Bunun özeti şudur; Vakıf için ne komşu-luk sebebiyle, ne de ortaklık
sebebiyle şuf'a talebi yapamaz. O zaman bu her iki kısımda da açıktır. Nitekim sarih de Nevâzil'in
ifadesini nakletmekte buna işaret etmiştir. Biz de orada dikkat çektik.
«Vakıf için şuf'a yoktur ilh...» Çünkü mâliki yoktur.

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...