15 Ekim 2012

ŞUF'A TALEB ETME BABI


ŞUF'A TALEB ETME BABI

METİN
Şüf'a hakkı sahibi satışı öğrendiği mecliste şuf'ayı taleb eder. Bu-nu da ister müşteriden, ister
elçisinden, ister âdil bir kimseden, ister birkaç kişiden öğrensin sonu; değişmez. Meclis her ne
kadar uzasa da. Sesbest bırakılan bir kadın gibi. Sağlam olan da budur. Dürer.
Metinler de bu görüş üzerinedir. Ama burada Cevâhirü'l-Fetâvâ'ya hilaf vardır. Zira o «derhal
(fevren) taleb etmesi gerekir» demiştir. Fetva da bu görüş üzerinedir.
Şüf'a talebi anlaşılır bir sözle yapılmalıdır. Yani «Ben şuf'ayı taleb ediyorum» veya «Ben tâlibim»
veya «Ben onu taleb ederim» gibi sözler-le yapılmalıdır. Bu talebe, muvâsebe talebi denilir. Yani
mübaderet ta-lebi. Bunda şahit tutmak gerekli değildir. Şahit ancak inkârdan korkul-duğu takdirde
tutulur.
Sonra eğer akar satıcının elinde ise, şahit tutar. Veya müşteri üze-rine şahit tutar. Müşteri her ne
kadar zilyed olmasa da. Çünkü mâliktir. Veya akarın yanında şahit tutar. Meselâ şöyle der: «Falan
kimse bu evi almıştır. Ben onun şuf'a hakkı sahibiyim. Ben şuf'a talebi de yaptım. Şu anda da
şuf'ayı taleb ediyorum. Siz şahit olun.» İşte bu taleb şahit tutma talebidir. Buna tesbit talebi de
denir. Bu taleb gereklidir. Ta, mümkün olana kadar. Eğer bunu mektup veya elçi ile yaparsa, şuf'ası
bâtıl olur. Eğer gücü yetmezse, şuf'ası bâtıl,olmaz.
Bunlardan birisinin yanında muvâsebe talebinde şahit tutmuş olsa, yeterli olur. İki taleb yerine
mevcut olur.
Bu iki talebten sonra mahkeme önünde taleb eder. Şöyle der: «Fa-lan kimse bu binayı almıştır. Ben
de şu binam ile onun şuf'a hakkı sahibiyim.» Eğer «Ben şu sebepten dolayı onun şefiyim» dese,
Mülteka' da olduğu gibi o zaman mebiin nefsindeki ortağa da şamil olur. Hâkime, «Ona emret, evi
teslim etsin» der. Şefi bu sözü eğer müşteri binayı teslim almışsa der. Husumet taleb etmek
müşterinin kabzına bağlı olmaz. İşte bu talebe temlik ve husumet talebi denir. Bunu mutlaka tehir
etmekle şüf'a hakkını diliyle düşürmedikçe yani özürlü veya özürsüz bir ay veya daha fazla tehir
etmekle şuf'a bâtıl olmaz. Fetva da bu görüş ile veri-lir. Çünkü ancak mezhebin acık görüşü budur.
Bazı âlimler de «Muhammet'in görüşü ile fetva verilir» demişlerdir. Yani eğer özürsüz olarak bir ay
tehir ederse, müşterinin zararına engel olmak için şuf'a bâtıl olur. Mülteka'da da böyledir,
Biz deriz ki: Müşteri zararını şüf'a hakkı sahibini hâkime götürmekle def eder. Ki, hâkim ona ya
almayı veya terketmeyi emreder.
Şefi şuf'a hakkını taleb ettiği zaman hâkim hasma şefinin şuf'a talebine vesile olan mülke malik
olup olmadığını sorar. Eğer mülkiyeti ile ikrar ederse, veya bilip bilmediğine dair yeminden
kaçınırsa, veya şefi kendi mülkü olduğuna delil getirirse, hâkim müşteriye mülkü alıp al-madığını
sorar. Eğer müşteri aldığını ikrar ederse, veya halit şuf'ası mevcut olduğu konusunda veya şuf'anın
sebebi üzerine yeminden kaçı-nırsa, -Burada Şâfiiye hilaf vardır. Nitekim dava kitabında geçti.- veya
şefi delil getirirse, eğer müşteri şuf'a talebini inkâr etmezse, şuf'anın ona olduğuna hükmedilir.
Müşteri şefiin şuf'a talebinde bulunduğunu inkâr ederse, o zaman makbul olan söz yemini ile
birlikte müşterinindir. İbni Kemal.
Şüf'a hakkı sahibi dava zamanında mülkün semeni olan parayı hazırlamamışsa, ona hükmedildiği
takdirde hemen hazırlaması gerekir. Müşteri de ödediği parayı almak için binayı elinde tutabilir.
Hükümden sonra şüf'a hakkı sahibine «Semeni de eda et» denilse, o da tehir etse, şuf'a bâtıl olmaz.
Ama hükümden önce denilirse, İmam Muhammed'e göre şuf'a bâtıl olur. Çünkü parayı hazırlamakla
şuf'a ta-lebini tekid etmemiştir.
Şefî için hasım mutlaka müşteridir. Mülkü teslim etmezden önce İse satıcıdır. Birincisi mülkiyeti ile,
ikincisi İse, elinde bulunduğu için ha-sımdır, İbni Kemal.
Şu kadar var ki hasım (müşteri) hazır olana kadar şüf'a hakkı sahibinin delili dinlenmez. Çünkü
mâlik odur. Müşteri hazır olduğunda satım akdi feshedilir. Eğer satıcı mülkü müşteriye teslim
etmişse, satıcının ha-zır olması gerekmez. Çünkü mülkiyeti de, eli de zail olmuştur. İbni Kemal.
Şu kadar var ki hasım (müşteri) hazır olana kadar şüf'a hakkı sahi-binin delili dinlenmez. Çünkü
mâlik odur. Müşteri hazır olduğunda satım akdi feshedilir. Eğer satıcı mülkü müşteriye teslim
etmişse, satıcının ha-zır olması gerekmez. Çünkü mülkiyeti de, eli de zail olmuştur. İbni Kemal.
Hâkim şüf'a ve uhde ile hükmeder. Çünkü şefîi istihkak ettiği takdir-de satıcıya ödemesi
gerekecektir. Ama eğer teslim etmişse, semen müş-terinindir. Çünkü yukarıda geçti. Şefî görme ve



ayıp muhayyerliğine sahiptir. Müşteri her ne kadar onlardan berâeti şart kılmış olsa da. Ama şart
muhayyerliği ile vade mu-hayyerliğine sahip değildir. İhtiyar.
Eşbah'ta şöyle denilmektedir: «Şüf'a bütün hükümlerde satım akdidir. Ancak aldatılma
tazminatında satım akdi gibi değildir. Çünkü şüf'a hakkı sahibi onu müşteriden zorla almıştır.»
ÖNEMLİ BİR KONU Arazinin öşri veya haracî olması mülkiyete engel teşkil etmez. O halde arazi
devlet arazisi olmadıkça onda şüf'a sabit olur.
BİR TAMLAMA: Yukarıda zikretiğimiz gibi devlet arazisinde şüf'a yoktur. Fetâvâ-yı Hayriyye'de şöyle
denilmektedir: «Arazinin öşrî veya haracî olması mülkiyete aykırı değildir.»
Kitapların çoğunda da şu vardır: «Haracî veya öşrî arazi memluk arazîdirler ki onun satımı ve
vakfedilmesi caizdir. Miras da bırakılabilir. O halde onda şüf'a sabittir. Ama bunun aksine devlet
arazisi ki, sultan onu ziraat ortaklığı için verir, o arazi satılmaz ve onda şuf'a da yoktur. O halde,
araziyi ekip biçen kimse onun mülkiyetini ve haracını verdiğini iddia etse, söz onundur. Ancak onun
mülkiyeti hakkında onunla münazaa eden kimsenin davası sahih ise, delil getirmesi lazımdır. Ben
bu mese-leyi memleketimizde çok vuku bulduğu için zikrettim.» Özetle.
Yine zikrettiğimiz gibi, ihtikar edilen arazide şuf'a yoktur. Onunla, vakıfta olduğu gibi, satılan civar
mülklerde şuf'a da taleb edilemez.
BİR KISMI MUHTEKİR OLAN BİNA SATILDIĞINDA KOMŞUSUNA ŞUF'A SABİT OLUR MU?
Ben derim ki: Dımaşk hâkimi naibinden şunu sordum: Bir parçası ihtikâr olan bir bina satılsa, o
binada şuf'a var mıdır? Bana şöyle cevap verdi: Ben bu konuda acık bir hüküm görmedim. Şu
kadar var ki acık olan o parçanın ve o parçanın üzerindeki kısım dışında kalan yeri bir kimse
alabilir. Şu şartla ki, şuf'a talebine vesile olan mülk, satılan bina-daki muhtekir parçaya bitişik
olmaması gerekir. Bu hükmü de fakihlerin «İki parça toprak bir pazarlıkla satılsa, edam bunlardan
birisinde şuf'a hakkına sahip olsa, yalnız onu alır» sözünden de hileler bahsinde gelen, «Adam bîr
çok satsa, ancak şuf'a hakkı sahibine bitişik olan bir metresini satmasa, şuf'a yoktur. Çünkü ittisal
yoktur» sözünden çıkar-dım. Allah daha iyisini bilir.
«İster müşteriden, ister elçisinden, ister âdil bir kimseden, ister bir-kaç kişiden öğrensin ilh...» Yani
haber veren fuzulî bir kimse de olsa. Burada birkaç kişiden maksat, şahitlerin sayısıdır ki, ya iki
erkek veya bir erkek, iki kadındır. Musannif bu sözüyle şahitlerde adaleti şart kıl-madığını ifade
etmektedir. Hüküm müşteride de böyledir. Çünkü müşteri hasımdır. Mahkemedeki hasımlarda da
adalet şart değildir. Müşterinin elcisi de müşteri gibidir. Tatarhâniye'de olduğu gibi.
Tatarhâniye'de şöyle denilmiştir: «Binanın satışını haber veren âdil olmise, şuf'a hakkı sahibi tasdik
ettiği takdirde satış sa-bit olur. Eğer yalanlarsa Ebû Hanife'ye, göre haberin doğruluğu ortaya çıksa
bile satın alma sabit olmaz.»
Dürer'de de şöyle denilmektedir : «İmameyne göre, haber doğru oldadam ister hüruğu tak, ister
köle, ister çocuk, ister kadın ol-sdirde bir un yeterli olur.»
«Meclis herne kadar uzasa da ilh...» Meclisin uzaması şuf'a talebi-ne engel değildir. Eğer şuf'a
hakkı sahibi vazgeçmeye delalet edece1 k' '' birşeyle meşgul değilse. Dürrerü'l-Bihâr.
«Serbest bırakılan bir kadın gibi ilh...» Yani o kadının muhayyerliği ki, kocası ona talakını
istediğinde «senin işin senin elindedir» demiştir. Kadın ne zaman isterse, kendisini o zaman boşar.
Sağlam olan da budur ilh...» Kerhî de bunu tercih etmiştir.
«Metinler de bu görüş üzerinedir ilh...» Yani metinlerin açık şekli böyledir. Zira metin sahipleri
«meclis» kelimesini kullanmışlardır.
«Burada Cevâhirü'l-Fetâvâ'ya hilaf vardır ilh...» Sarih bu sözüyle Cevahirü'l-Fetâvâ'da olanı tercih
etmediğine işaret etmektedir. Çünkü Cevâhirü'l-Fetâvâ'da olan metinlerin zahirine muhaliftir. Şu
kadar var ki bu söz, musannifin muvasebe talebi ifadesine uygundur. Bunun gibi gelecek hadise de
münasibtir. Zahirine göre Hidâye sahibi de Cevâhi-rü'l-Fetâvâ'da olanı tercih ederek meşâyihin
umumuna nisbet etmiştir. Şurunbulâliye'de de Cevâhirü'l-Fetâvâ'da olan için, «Zahiri rivayet ancak
budur» denilmiştir. Hatta satışı duyduğu halde şüf'a hakkı sahibi rahat bir şekilde susarak şuf'a
taleb etmese veya lağv bir sözle konuşmuş ol-sa, şuf'ası bâtıl olur. Nitekim Haniye, Zeylaî ve Şerh-i
Mecma'da da y­ledir.
«Fetva da bu görüş üzerinedir» sözü Cevherî'nin ifadelerindendir. İşte Cevherî'nin bu ifadesi
Cevâhirü'l-Fetâvâ'nın zahiri rivayet olmasıy-la beraber açık bir tercihtir. O zaman bu tercih
metinlerin tercihi üze­rine takdim edilir. Halbuki metinlerde bunun aksi görülmektedir. Çünkü



metinlerin tercihi zımnîdir.
PRATİK MESELELER : Bir kimseye şüf'a hakkına sahip olduğu bi-nanın satıldığı mektupla haber
verilse, şüf'a da mektubun başlarında ve-ya ortasında yazılı olsa, o da taleb etmeden yazıyı sonuna
kadar okur-sa, şuf'ası bâtıl olur. Hidâye.
Şüf'a hakkı sahibi hutbe okunurken mülkün satıldığını duysa, na-mazdan sonra taleb etse, eğer
hutbeyi dinleyecek bir durumda ise, şuf'a bâtıl olmaz. Eğer hutbeyi dinleyecek durumda değilse,
bunda meşâyih ihtilaf etmiştir.
Ona mülkün satıldığı namazın içinde haber verilse, o da sünneti dört veya altı rekat kılsa, tercih
edilen odur ki, onun şuf'ası bâtıl olur. Ama öğlenin farzından sonra duyduğunda son sünneti dört
rekât olarak kılsa, sağlam görüşe göre onun şuf'ası bâtıl olmaz. Ama dört değil altı rekat kılınmış
olsa, şuf'ası batıl olur. Farzdan önceki sünnetleri kılarken duysa ve dörde tamamlasa, şuf'ası yine
bâtıl olmaz.
Müşteriden başkası üzerine selâm vermesi de şuf'ayı bâtıl kılar. Eğer müşteriye selam verirse, bâtıl
olmaz. Duyduğunda sübhanallah, elhamdülillah, la havle vela kuvvete... veya bir aksırana
elhamdülillah dese şuf'anın batıl olmayacağı gibi. Tatarhâniye. Yani meclisin muteber ol-duğunu
kabul eden rivayet üzerine bâtıl olmaz. Kifâye ve Şurunbulâliye.
SATIŞI DUYDUĞUNDA MÜŞTERİYİ VE SEMENİ BİLMEDİĞİ İÇİN SUSAN KİMSENİN ŞUF'ASININ
BATIL OLMAMASI BAHSİ
Hâniye'de şöyle denilmektedir: «Şüf'a hakkı sahibine satış haber ve-rildiğinde sussa, fakihler,
müşteriyi ve semeni bilmediği sürece, onun şuf'asının bâtıl olmayacağını söylemişlerdir. Bakire kız
gibi ki, ondan birisi nikâh vekâleti istese ve o da verse, sonra da kız babasının kendisi-ni başka
birisi ile evlendirdiğini duysa, kızın o evliliği reddetmesi sahih-tir.»
Ben derim ki: Timurtaşî, Fetâvâ'sında şuf'anın bâtıl olmayacağına dair fetva vermiştir. Hıfzedilsin.
«Şuf'a talebi anlaşılır bir sözle yapılmalıdır ilh...» Burada sözden maksat herhangi bir sözdür. Hatta
İbn Fadl, «Bir köylü, «şuf'a» dese, kâfi gelir» şeklinde hikâye etmiştir. Tatarhâniye.
«Muvasebe talebi ilh...» Buna Muvasebe talebi denilmesi, Rasulüllah'ın lafzı ile teberrük içindir. Zira
Rasulullah (s.a.v.)«Şuf'a, şuf'aya kal-kışan içindir» buyrulmuştur. Yani sürat ile taleb edenindir.
«Bunda şahit tutmak gerekli değildir ilh...» Hidâye ve diğer muteber kitaplarda da hüküm böyledir.
Zira muvasebe talebi hakkı isbat için de-ğildir. Belki şuf'adan vazgeçmediğini bildirmek içindir.
Nihâye ve Miraç.
«Şahit ancak inkârdan korkulduğu takdirde tutulur ilh...» Yani müş-terinin talebi inkâr etmesinden
korkulduğu takdirde şahit tutulur. Nite-kim fakihler «Baba küçük çocuğuna birşey hibe etse, bu
hibesine de şa-hit tutsa...» demişlerdir. Burada fakihlerin «şahit tutsa» demeleri, şahitin hibenin
sıhhat şartı olmasından değildir. Belki, babasının inkâr etme-si halinde hibeyi isbat etmek içindir.
Miraç.
Sayıhani'de şöyle denilmektedir:«Bunun açık anlamına göre bu kim-se yemini ile birlikte tasdik
edilmez. Halbuki bununla beraber, «Ben duy-duğum anda taleb ettim» dese tasdik edilir. Ama «Ben
dün öğrendim ve talebte bulundum» dese delil ikâme etmesi teklif edilir.»
Dürer'in sözlerinin açık anlamına göre talebe şahit tutmak eğer şa-hit tutma kudreti varken terketse,
şuf'asının bâtıl olacağını açıklıkla y-lemiştir. Çünkü kudreti varken şahit tutmaması, vaz
geçtiğinin delilidir. Şu kadar var ki, Şurunbulâliye, «Dürer sahibi bu sözü sehven söylemiş-tir.
Çünkü şart olan yalnız talebtir, taleb üzerine şahit tutmak şart değil-dir» demiştir. Bu konudaki söz
aşağıda kendi konusunda tam olarak ge-lecektir.
Kuhistanî'de şöyle denilmektedir: «Yanında hiçkimse olmasa bile diyaneten şuf'anın düşmemesi
için taleb etmek vacibtir. Ki ihtiyaç sıra-sında yemin etmeye imkân bulsun. Nihaye'de olduğu gibi.
Şahit tutmak şart değildir. Eğer müşteri onu tasdik ederse, şahit tutmasa bile talebi geçerlidir.
İhtiyar ve diğer eserlerde olduğu gibi.»
İşte bu söz delâlet ediyor ki, şahit tutmak mutlaka şart değildir. Yemini ile birlikte şefinin tasdik
edilmesi, bunun şart olmadığına delâ-let eder. Düşünülsün.
«Sonra şahit tutar ilh...» Musannif burada «sonra» kelimesiyle ta-lep süresinin ekseri hallerde taleb
meclisinin fevriliği üzerine olmadığına işaret etmiştir. Belki taleb süresi şahit tutma süresiyle takdir
edilir. Nihaye ve diğer kitaplarda olduğu gibi. Kuhistanî.
«Akar satıcının elinde ise ilh...» Eğer akar satıcının elinde değilse, Kuduri, İs'am ve Natifî'nin



zikrettiklerine göre, şahit tutması sahih değil-dir. Sadrı Şehîd de bu görüşü tercih etmiştir.
Şeyhülislâm ve diğer âlim-ler de istihsanen şahit edinmesinin sahih olduğunu zikretmişlerdir.
Muhit'te olduğu gibi. Kuhistanî.
«Zilyed olmasa da ilh...» Sarihin bu sözü musannifin Minah'taki sözünü reddetmektedir. Çünkü
musannif Minah'ta, Cevhere, Dürer, Nihâye ve diğer kitaplara muhalefet etmiştir.
«Veya akarın yanında şahit tutar ilh...» Çünkü hak akarla ilgilidir. İhtiyar.
«Bu taleb şahit tutma talebidir ilh...» Ben diyorum ki, fakihlerin ifa-delerinin zahirine göre talebte
şahit tutmak gereklidir. Şu kadar var ki, ben Haniye de şunu gördüm: «İkinci talebe şahit tutma
(işhat) talebi de-nilmesi, şahit tutmanın şart olmasından değildir. Belki hasmın inkârı ha-linde talebi
isbat etmek imkânına sahip olmak içindir.»
«Mümkün olana kadar ilh...» Musannif bu sözüyle işhat talebinin vaktinin, yukarıda da geçtiği gibi,
şahit tutma imkânına göre takdir edi-leceğine işaret etmektedir. O halde muvasebe talebinden
sonra işhat ta-lebinden önce nafile namazına başlamış olsa, şuf'ası bâtıl olur. Haniye.
ŞAHİT TUTMA TALEBİNDEN ÖNCE HAKİME ŞÜF'A TALEBİNDE BULUNMASI HALİNDE ŞÜF'A
HAKKI BÂTIL OLUR
Hayriye'de şahit tutma talebinden önce, hâkimden şüf'a talebinde bu-lunsa, şüf'a hakkının düşeceği
üzerine fetva verilmiştir. Hıfzedilsin.
Hâniye'de şöyle denilmektedir: «Satıcı ile alıcı, şüf'a hakkı sahibi ve bina bir şehirde olsalar, bina
satıcının elinde olsa, şüf'a hakkı sahibi hangisinin yanına giderek taleb etse, talebi sahihtir. Burada
daha yakın olmasına veya uzak olmasına itibar edilmez. Zira şehir, çevresi uzak ol-makla birlikte bir
mekân gibidir. Ancak burada en yakın olanın yanından geçse, fakat ondan taleb etmese, şüf'a bâtıl
olur. Eğer şüf'a hakkı sahi-bi kendi başına başka bir şehirde olursa, hangisine giderek taleb etse,
talebi sahihtir. Satıcı veya müşteriden birisi şüf'a hakkı sahibinin bulun-duğu şehirde oturuyorsa,
şüf'a hakkı sahibi uzak olandan taleb ettiği takdirde şuf'ası bâtıl olur.» Özetle.
«Mebiin nefsindeki ortağa da şamil gelir ilh...» Zira, şüf'a hakkı sa-hibinin «Ben şu evle onun şüf'a
hakkı sahibiyim» sözü ifade ediyor ki, şüf'a hakkı sahibinin işaret ettiği bina şüf'a taleb edilen
binadan başkasındadır. O zaman şüf'a hakkı sahibi ya komşu, veya yalnız haklarda ortağı oluyor.
Ama bunun aksine, «Şu sebeble» demiş olsa, hepsine de şamil gelir.
«Şefi bu sözü ilh...» Yani şüf'a hakkı sahibinin hâkime «Sen müşte-riye emret» sözü, müşteri veya
vekili binayı teslim almışsa farzedilir.
«Taleb etmek, müşterinin kabzına bağlı bulunmaz ilh...» Zira eğer bina satıcının elinde de olsa,
şüf'ayı taleb etmesi sahihtir. Hâkim o za-man da onun şüf'a hakkı sahibine teslim etmesini emreder.
Ancak hu-sumet talebi yalnız müşterinin bulunmasına bağlı bulunur. Veya Şüf'a talebi teslim
almasından önce yapılmışsa, satıcı ile birlikte bulunmasına bağlı olur. Nitekim musannif bunu
aşağıda zikredecektir.
Sarihin sözlerinin özeti şudur: Hâkimin emrinin müşteriye yönelme-si bir kayıt değildir. Zira
müşterinin binayı kabzetmesi, talebin sıhhati için şart değildir.
«Fetva da bu görüş ile verilir ilh...» Hidâye ve Kâfi'de de hüküm böyledir. Dürer.
Azmiye'de şöyle denilmektedir: « Ebussuuti'un Ben mevlâ bu sözü i!e verilmiş fetvasını gördüm.»
«Bazı âlimler de Muhammed'in sözü ile fatva verilir ilh...» Bu görü-şün kaili Şeyhülislam. Kadıhan
Fetâvâ ve Cami üzerindeki şerhinde. Bu görüş Vikaye. Nikâye, Zahire ve Muğnî'de de yer almıştır.
-Şurunbulâiye'de Burhan adlı eserden naklen, «En sağlam olan bu-nunla fetva verilmesidir. Yani
Hidâye ve Kâfi adlı eserlerin belirttikleri sözden daha sahihtir, denilmiştir. Bu konunun tamamı
Şurunbulaiye'dedir. Bu sözü Kuhistanî, Muhit, Hülâsa, Muzmarat ve diğer meşhur kitap-lara isnad
etmiştir ve şöyle demiştir: «Hidâye ve Kâfi'de olan kapalıdır.»
«Özürsüz olarak ilh...» Ama eğer hastalık ve sefer veya civar şufası hükmedecek bir hâkimin
bulunmaması gibi özürlerle tehir ederse, şuf'a ittifakla düşmez. Şerh-i Mecmâ.
«Müşterinin zararını def için ilh...» Bu görüş Muhammed'in görüşü ile fetva verme şeklinin
açıklamasıdır. Mecma şerhinde deniliyor ki: «Hanî'nin Câmi'inde, «Günümüzde fetva Muhammed'in
görüşü üzerine verilir. Çünkü halkın durumu zarar verme kastı bakımından değişmiştir»
denilmiştir.»
Buradan anlaşılmaktadır ki, fakihlerin zahirü'r-rivâyenin aksi ile fet-va vermeleri zamanın değişmesi



yüzündendir. O halde Zahirü'r-rivaye herne kadar sağlam görülse bile bunun üzerine tercih
edilemez. Nitekim gasb bahsinde elbisenin siyaha boyanması meselesinde geçmişti. Bu nün birçok
örnekleri vardır. Belki fakihler bizim üç imamımızın rivayetle-rine aykırı olarak fetva vermişlerdir.
Züfer'in görüşüyle fetva verilen me-seleler ve Kur'anı öğretmek üzerine adam kiralama meselesi
gibi.
«Biz deriz ki ilh...» Yani İmam Muhammed'in görüşü ile fetva verilir diyenlere cevap olarak. Burada
sarihin sözünün açık anlamı musannif gibi, zahirü'r-rivayete meyletmesidir. Halbuki sarihin burada
sözü Mülteka üzerindeki şerhindeki sözünün zahirine aykırıdır. Buna şöyle cevap verilir: Herkes
murafaaya kadir değildir. Hatta bununla zararı def etmek bazen aklına bile gelmez. Bilhassa müşteri
aldığı akarda bir bina yapar veya bir ağaç dikerse, zarar daha da şiddetli olur. Hatta ben bir defa
değil birçok defa müşahede ettim ki, müşteriye zarar vermek ve fiyatı yükseltmek tamamdan dolayı
birkaç sene sonra gelip şüf'a hakkını taleb et-mektedir. Şüphe yoktur ki. bu kapının kapanması
daha sağlamdır. Allah daha iyisini bilir.
«Şüfa hakkı sahibi taleb ettiği zaman ilh... Musannif burada hâkimin şüf'a hakkı sahibinin talebinin
akabinde hasma sormasını zikretmiştir. Halbuki durum böyle değildir. Belki hâkim önce şüf'a hakkı
sahibinden evin yerini, hududlarını sorar. Ki, böylece davasında haklı olup olmadı-ğını anlar. Şüf'a
hakkı sahibinin bunları bilmesi lazımdır. Sonra, müşte-rinin kabzedip etmediğini sorar. Zira eğer
kabzetmemişse, satıcı hazır olmadıkça şüf'a hakkı sahibinin müşteri aleyhine davası geçerli olmaz.
Sonra da şüf'anın sebebini ve hangi bina veya akarla şüf'a taleb ettiğini ve onun hududlarını sorar.
Çünkü onun davasının uygun olmayan bir sebebe dayanması veya başka birisi sebebiyle hakkının
düşmesi müm-kündür. Sonra da şüf'a hakkı sahibine satışı ne zaman öğrendiğini ve ne yaptığını
sorar. Zamanın çok uzaması veya ondan vazgeçmesi mümkün-dür. Sonra da takrir talebini sorar.
Takrir talebini nasıl yaptığı ve kimi şahit tuttuğu, şahit tuttuklarının yakın veya uzak olduğu sorulur
Bun-lardan sonra şüf'a hakkı sahibi hepsini beyan ederse, davası tamam-lanır. Bu sefer hâkim
hasma döner ve ona sorar. Zeylaî. Özetle.
«Hasma ilh...» Hasım burada müşteridir. Zeylaî. Yani musannif meseleyi bu şekilde farzetmiştir.
«Şuf'a hakkı sahibinin mülke malik olup olmadığını ilh...» Zira o mül-kün mücerred onun elinde
olması ile şuf'aya hak kazanamaz.İbni Melek.
«Yeminden kaçınırsa ilh... Musannif kaçınmayı burada ve ileride delil getirmek üzerine takdim
etmiştir. Halbuki uygun olan bunların de-lilden sonra zikredilmesiydi. Çünkü, yeminden kaçınmak
ancak delilden aciz olunduktan sonra olur. Musannifin bunu takdim etmesi ifadede kı-saltma
yapma düşüncesindendir. Eğer bu sözü sonra söyleseydi, o za-man faili açıklaması gerekirdi. Sen
anla.
«Bilip bilmediğine ilh...» Yani müşteri «Billahi ben onun talebine ve-sile olacak bir mülke mâlik
olduğunu bilmiyorum» diye yemin eder. Çün-kü bu başkasının fiili üzerine yemindir. İşte bu yemin
Ebû Yûsuf'un gö-rüşüdür. İmam Muhammed'e göre ise, katiyet üzerine yemin eder. Fetva da birinci
görüş üzerinedir. Kuhistanî'de olduğu gibi.
İbni Melek diyor ki: «Müşteri eğer «ben bilmiyorum» derse fetva bi-rinci görüş üzerinedir. Ama eğer
müşteri onun şüf'aya vesile ettiği mül-ke malik olmadığını söylerse, o zaman katiyet üzerine yemin
teklif edi­lir.
«Şüf'a hakkı sahibi delil getirirse ilh...» Yani şahitler, «Şu bina bu şüf'a hakkı sahibinindir. Müşteri
bu binayı almazdan önce de onundu. Bu saate kadar da onundur. Onun mülkiyetinden çıktığını da
bilmiyoruz» deseler... Eğer «Bu bina bu komşunundur» deseler, Muhit'te de olduğu gibi yeterli
değildir. İmam Ebû Yûsuf'tan ise delile ihtiyaç olmadığı ri-vayet edilmiştir. Kuhistanî.
«Hakim müşteriye mülkü alıp almadığını sorar ilh...» Makim müşte-rinin hasımlığının sabit olması
için sorar. İbni Melek.
«Halit şüf'asının meydana geldiği konusunda yeminden kaçınırsa, i!h...» Zira onda şüf'anın sübutu
ittifaklıdır. O zaman hasım olan müşteri «Billahi şüf'a hakkı sahibi bu akarda zikrettiği yolla şüf'aya
hak kazan-mıştır» der. Kuhistanî.. Zira sebeb üzerine yemin taleb etmekte davacı için zarar vardır.
Zira onun akti feshetmesi caizdir. İbni Melek.
«Şüf'anın sebebi üzerine yeminden kaçınırsa ilh...» Şöyle der: «Bil-lahi ben bu binayı satın
almadım.» Zira eğer onda hasıl üzerine yemin etmiş olsa, onun itikadmdaki yemini tasdik olunur. O
zaman da davacı hakkında görüş yok olur.
«Eğer müşteri şüf'a talebini inkâr etmezse ilh...» Bu ifadenin açık şekli şudur: Müşteri şirayı inkâr



ederek şüf'a talebini reddederse, o za-man şefi ya delil getirerek satın almayı isbat eder veya
delilden aciz olur-sa, müşterinin yemin etmesini taleb eder. Müşteri yeminden kaçınırsa, söz
şefinindir. Bu da çelişki sayılmaz. T.
«Makbul olan söz yemini ile birlikte müşterinindir ilh...» Eğer müşteri muvasebe talebini inkâr
ederse, o zaman şefie, bilgisi üzerine yemin teklif edilir. Eğer takrir talebini inkâr ederse, o zaman
da şefie katiyen üzerine yemin teklif edilir. Çünkü ilim kesinliği ihata etmiştir. Kübrâ'da olduğu gibi.
Kuhistanî..
Şu kadar var ki, biz Kuhistanî'den, o da Nihâye'den naklen muva-sebe talebinin olduğunu
zikretmiştik. Şüf'ası düşmesin ve ihtiyaç anında da yemin imkânı olsun diye. Bizim Nihâye'den
naklen zikrettiğimiz şunu ifade etmektedir. Muvasebe talebine dair kabul olan söz, yemini ile
birlikte şüf'a hakkı sahibinindir. Ancak, burada olanı, «Ben dün duydum ve taleb ettim» sözü
üzerine hamlederiz. Ama eğer, «Ben öğrendiğim an-da taleb ettim» dese, makbul olan söz, yemini
ile birlikte şüf'a hakkı sa-hibinindir. Nitekim biz Dürer'den de naklen zikretmiştik.
«Mülkün semeni olan parayı hazırlamamışsa ilh...» Yani şüf'a taleb ettiği mülkün semenini hâkimin
meclisine kadar hazırlamamışsa. Zira hükümden önce semen vâcib değildir.
Hidâye adlı eserde şöyle denilmektedir: «Bu, Asi adlı eserin rivaye-tinin zahiridir. İmam
Muhammed'den Zira müflis olması mümkündür şüf'a hakkı sahibi semeni hazırla-yana kadar ona
hüküm verilmeyeceği rivayet edilmiştir. Bu da Hasan'ın Ebû Hanife'den yapmış olduğu rivayettir
şüf'a hakkı sahibinin.»
«Şüf'a hakkı sahibine denilse ilh...» Yani şüf'a ile hüküm verildikten sonra onun parayı ödemesi
hazırlanırım» ylense ve o da tehir etse. Yani, «Benim ya-nımda şu ön semen yoktur» veya «Ben
yarın veya buna benzer bir söz söylemiş olsa, imamların icmaı ile şüf'ası bâtıl olmaz. Eğer şüf'a ile
hüküm verilmezden önce böyle derse, İmam Muhammed'e göre şüf'ası bâtıl olur. Zeylaî'de İmam
Muhammed'in bu görüşü yer al-mıştır. Remlî.
«Şüf'a hakkı sahibi için hasım mutlaka müşteridir ilh...» Burada «mutlaka» dan maksat, teslimden
önce veya sonradır. Teslimden murad ise, mebiin müşteriye teslimidir. «Birinci»den murad müşteri,
«İkinciden maksat, satıcıdır. O zaman ifadenin akışı şöyle olur: Müşteri mülkiyetin-den dolayı, satıcı
ise akarı elinde bulundurduğundan dolayı hasımdır. Burada «mutlaka» demekte bir görüş vardır ki
bu da İbni Kemal'in sö-zünün gidişinden anlaşılmaktadır.
Zira İbni Kemal şöyle demektedir: «Şüf'a hakkı sahibinin hasmı müş-teri ve satıcıdırlar. Eğer birisi
elindeki mebii teslim etmemişse. Bunların birisi mülkiyeti elinde olduğundan dolayı, diğeri de akar
elinde olması hasebiyle hasımdır. O zaman satıcının üzerine, ta müşteri hazır olana kadar delil
dinlenmez. Eğer satıcı mebii müşteriye teslim ederse, davada satıcının hazır olması şart değildir.
Çünkü hem eli, hem de mülkiyeti son bulmuştur.» Özetle.
İbni Kemal'in sözlerinin özeti şudur: Satıcı mebii teslim etmezden önce mahkemedeki şüf'a hakkı
sahibinin hasmı hem satıcı, hem de müş-teridir. Teslimden sonra ise yalnız' müşteridir. O zaman
sarihin, «hasım müşteridir» demesi, eğer yalnız müşteriyi kasdetmişse, «mutlaka» deme-si doğru
olmaz. Eğer müşterinin satıcı ile birlikte hasım olduğunu kas-detmişse, o zaman da «teslimden
önce» sözüne uygun olmaz. Kısaca sarihe düşen, «mutlaka» kelimesini burada zikretmemesi idi.
Ama satı-lanın tesliminden sonra yalnız müşterinin hasım olmasına gelince, bun-dan sonra buna
dikkat çekilecektir.
«Çünkü mâlik odur ilh...» Zeylaî şöyle demiştir: «Zira şüf'a hakkı sahibinin şüf'a davasından
maksadı, hem mebinin mülkiyetini, hem de tasarrufunu eline geçirmektir. Çünkü hâkim şüf'a ile
hükmettiği zaman her ikisine birden hükmeder. Çünkü bunlardan müşterinin mülk üzerinde
mülkiyeti, satıcının ise eli vardır.»
Bundan ötürü her ikisinin de hâkim huzurunda hazır olması gerekir. Hidâye'de olduğu gibi.
Musannifin, «Müşteri hazır olduğunda satım akdi feshedilir» sözün-de müşterinin hazır olması için
diğer bir açıklamaya da işaret edilmiş-tir. Müşterinin hazır olması satım akdinin feshi ile aleyhine
hüküm veri-lebilmesi için şarttır. Nitekim Hidâye'de de buna dikkat çekilmiştir. Zira gaibin üzerine
ne mülkiyet cihetiyle, ne de akitleri fesih cihetiyle hüküm vermek caizdir. Kifâye,
«Müşteri hazır olduğunda satım akdi feshedilir ilh...» Yani müşteri-nin huzurunda. Feshin şekli
şöyledir: Hâkim mahkemede, «Ben müşteri-nin alışını feshettim» der. Şüf'a hakkının bâtıl olmaması
için, «Ben satım akdini feshettim» diyemez. Çünkü şüf'a satım akdi üzerine bina edilir. O zaman
pazarlık şefi adına yapılmış olur, şefi sanki müşteri olur. Bu-nu Cevhere sahibi ifade etmiştir. O



halde satımın aslı münfesih olmaz. Ancak müşteriye izafesi infisah eder. T. Bu da ancak satıcının
mebii tes-lim etmesinden öncedir. Ama teslim etmişse, o zaman hüküm müşteri üzerine verilir. Zira
yukarıda da geçtiği gibi satıcı yabancı olmaktadır. O zaman müşteriden almak, müşteriden satın
almak gibi olur. Nitekim yakında gelecektir.
«Çünkü mülkiyeti de, eli de son bulmuştur ilh...» Yani yabancı ol-maktadır. Hidâye.
PRATİK BİR MESELE: Birisi bin liraya bir ev almış olsa, diğer bir kimse iki bin liraya satsa, sonra da
şüf'a hakkı sahibi hazır olsa, o akarı birinci satım ile almak istese, Ebû Yûsuf'a göre şüf'a hakkı
sahibi zilyedden bin liraya alır ve ona bin lirasını satıcıdan almasını söyler. İmameyne göre ise,
birinci müşterinin de hazır olması şarttır. Şüf'a hakkı sahibi eğer ikinci müşteriden şüf'ayı taleb
ederse, ittifakla birinci adamın hazır olması şart değildir. Tatarhâniye.
«Semeni satıcıya ödemesi gerekir ilh...» Yani istihkak ettiği takdirde şefi mebiye karşılık ödeyeceği
semeni satıcıya öder.
«Eğer teslim etmişse, semen müşterinindir ilh...» Tatarhâniye'de Ebû Yûsuf'tan şöyle rivayet
edilmiştir: «Eğer müşteri semeni peşin ver-miş, şüf'a şefiye hükmedilene kadar da akarı da
kabzetmemişse, şefi se-meni müşteriye öder. Eğer şefi semeni satıcıya verirse, uhde satıcıya
ait­tir.» Turî.
«Yukarıda geçti ilh...» Yani satıcının mülkiyeti de, eli de yok olmuş-tur.
«Şüf'a hakkı sahibi görme ve ayıp muhayyerliğine sahiptir ilh...» Zi-ra şüf'a yolu ile almak,
müşteriden satın almaktır. Eğer bu alış, mebiyi müşterinin kabzından sonra olursa. Eğer müşterinin
kabzından önce olursa, satıcıdan almış olmaktadır. Çünkü pazarlık satıcıya dönmektedir. Eğer onda
muhayyerlik varsa, o zaman ona muhayyerlik sabit olur.
Mesela, mebii ondan satın alsa, her ikisinin de muhayyerliği vardır. Müşterinin görmüş olmasıyla
onun görme muhayyerliği düşmediği gibi, müşterinin muhayyerlikten ibra etmesiyle de muhayyerlik
hakkı düşmez. Çünkü müşteri şüf'a hakkı sahibinin naibi değildir. O zaman müşterinin şartı ve
görmesi şefi için geçerli değildir. Zeylaî.
«Ama şart muhayyerliği ile vade muhayyerliğine sahip değildir ilh...»
Yani Kuhistanî'de olduğu gibi şart muhayyerliği yoktur.
Burada vadeden maksat, semendeki vadedir.
«Aldatılma tazminatında ilh...» Eğer şüf'a hakkı sahibi arsanın üze-rine bina yaptıktan sonra,
mebinin başka birisinin istihkakı olduğu çıkar-sa, o zaman şüf'a hakkı sahibine satıcıya ne de
müşteriye binanın kıy-metinin noksanlığı ite rücu edemez. Çünkü burada aldatılmış değildir. Çünkü
mebiî zorla temellük etmiştir. Mesele bu.babta metin olarak gelecektir.
METİN
Şüf'a hakkı sahibi ile müşteri, süf'ası iddia edilen akarın semenin-de ihtilaf etseler, akarın semeni
nakten ödenmiş ve bina kabzedilmiş ise, o zaman yemini ile müşterinin sözü tasdik edilir. Çünkü o
ziyadeyi inkâr etmektedir. Karşılıklı yemin de etmezler.
yle bir ihtilaf halinde her ikisi de delil getirse, o zaman şüf'a hakkı sahibinin delili daha haklıdır.
Çünkü onun delili bağlayıcıdır.
Müşteri bir semen iddia etse, satıcı da kabzetmediği halde ondan az bir semen iddia etse, o zaman
makbul olan söz satıcınındır. Eğer kabzedilmiş ise ve müşteriden daha az bir semen iddia ediyorsa,
bu ih-tilaf eğer satıcının semeni kabzından sonra olmuşsa, makbul olan söz müşterinindir.
Kabızdan önce ise,,karşılıklı yemin ederler. Yeminden han-gisi kaçınırsa, diğerinin sözü
muteberdir. Eğer her ikisi de yemin eder-se, satım akdi feshedilir. O zaman şüf'a hakkı sahibi
satıcının dediği fi-yatla şüf'ayı alır.
Satıcı semenin bir kısmını müşteri için düşmüşse, o düşürme şüf'a hakkı sahibi hakkında da zahir
olur. O zaman şüf'a hakkı sahibi geri kalan kısmı ile şüf'ayı alır. Satıcının semenin bir kısmını
müşteriye hibe etmesinde de hüküm böyledir. Ancak bu hibe semenin kabzından sonra yapılırsa,
hüküm böyle değildir. Eşbah.
Ama satıcı semenin hepsini düşürse veya artırsa, bunlar şüf'a hak-kı sahibi hakkında zahir
olmazlar. Şüf'a hakkı sahibi şüf'ayı satıcı ile müşterinin akitte konuştukları fiyatın tamamı ile alır.
Eğer satıcı sattığı akarın semenin önce yarısını, sonra da diğer yarısını düşerse, şüf'a hak-ki sahibi
şüf'ayı son düşürdüğü yarısı ile alır, Eğer şüf'a hakkı sahibi, satıcının bin liraya sattığını ve testim
ettiğini bilse, sonra da satıcı bin liranın yüz lirasını düşse, şüf'a hakkı sahibi şüf'ayı yine bin lira



karşı-lığında alır. Nasıl ki bin liraya satsa ve teslim etse, sonra müşteriye bir cariye veya meta
ziyadeleştirse, yine şüf'a hakkı sahibine şüf'a hakkı vardır. Kınye.
Akar mislî olan birşey satılsa, müslüman hakkındaki şarap gibi hükmen de olsa, şüf'a hakkı sahibi
onu misliyle alır. Eğer kıymetli bir-şeyle satılmışsa, o zamanda satın alma sırasındaki kıymetiyle alır.
Bir akar, bir akar karşılığında satılsa, akarların her birinin şüf'a hak kına sahip olan akarı diğer
akarın kıymetiyle alır.
Vadeli satışla satılan bir mülkü şüf'a hakkı sahibi o fiyatı peşin öde-yerek alır veya halen şüf'ayı
taleb eder. Vadesi dolduktan sonra da şüf ayı alır. Eğer peşin alırsa, müşterinin üzerinde kalan
parasını peşine çeviremez.
Vadeli satılan bir akarın şüf asında susarak vadesi dolana kadar ta-leb etmese, şüf'ası bâtıl olur.
Burada İmam Yûsuf muhalefet etmiştir.
Eğer bayi, müşteri ve şefi zımmî olurlarsa, şefi şarapla veya domuz-la satılan mülkü şarabın
misliyle, domuzun kıymetiyle alır. Eğer bayi zımmî olmazsa, bey fasit olur. O zaman şüf'a sabit
olmaz. İbni Kemal, Mebsut'a nisbetle.
Şarap veya domuzla satılan bir binada şüf'a hakkı sahibi eğer müslüman ise, o zaman şarabın
mislini değil yukarıda geçtiği gibi kıymetini verir. Çünkü müslüman şarabı mülk ve temlik etmekten
men edilmiştir. Sonra burada domuzun kıymeti, domuzun yerine değil, binanın yerine kaimdir.
Bundan ötürü de onun temellükü haram değildir. Ama aşır bah-sinde geçen bunun hilafındadır.
Şarap ve domuzun kıymetini bilmenin yolu, müslüman olan bir zımmiye veya tövbe eden bir fısıka
müracaat etmektir. Eğer bu kıymette ihtilaf etseler, muteber söz müşterinindir. İnaye.
Şüf'a hakkı sahibi, şüf'a edilen akarı satış bahası ve bir de müşteri tarafından üzerine bina yapılmış
veya ağaç dikilmişse, onların sökülmüş şekildeki kıymetiyle alır. Nitekim gasb bahsinde geçti.
Ben derim ki: Müşteri almış olduğu binayı birçok renkle boyasa, veya birçok kireçle kireçlenmiş
olsa, şüf'a hakkı sahibi burada şüf'ayı terketme veya boyanın artırdığı kıymeti vererek alma
arasında muhayyerdir. Çünkü boyayı bozmak çok zordur. Bozulması halinde de bir de-ğeri kalmaz.
Ama bina yaparsa bunun aksinedir. Ona binayı sökmesi teklif edilebilir. Hâvi-i Zahidi. Bu konu
gelecektir.
İZAH
«Akarın semeninde ihtilaf etseler ilh...» Yani semenin cinsinde. Bi-risinin dinar, diğerinin dirhem
demesi gibi. Veya meblağında. Müşterinin iki yüze aldığını söylemesine karşılık satıcının yüze
sattığını söylemesi gibi. Veya vasfında. Müşteri peşin para ile aldığını şovlarken satırının vadeli
aldığını söylemesi gibi. Düreru'l-Bihaı
«Semeni nakten ödemiş ve bina kabzedilmiş ise ilh...» Yani müşteri semeni nakten ödemiş ve
binayı kabzetmiş ise. Ben birçok kitaba müracaat ettim, bu iki kaydın zikredildiğini görmedim.
Yalnız ismini bilmediğim Kenz'in bâzı şerhlerinde gördüm. Sonra yine, Kenz'in eski bir nüshasının
hamişinde Kâfî'ye isnadla bu iki kaydı gördüm. Turî'nin tekmilesindeki ifadesi aynen şöyledir:
«Müellif burada mutlak zikretmiştir. O zaman müellifin bu mutlak zikri ihtilafın semenin verilmesi ve
binanın kabzedilmesinden önce vukuuna veya semenin verilmesi ve kabzedilmesinden sonra
binayı şüf'a hakkı sahibine teslimden önce veya sonra vukuuna da şamil olur. Şu kadar var ki
Tatarhâniye'de şöyle birşey var-dır: «Adam bir bina alsa, kabzetse ve semeni de nakten satıcıya
ödese, sonra şüf'a hakkı sahibi ile müşteri semende ihtilaf etseler, makbul olan müşterinin
sözüdür.»
"Zahîre'de Tatarhâniye'de olana «yemini ile birlikte» sözü ilâve edil-miştir. Yani söz yemini ile
birlikte müşterinindir. Karşılıklı yemin de teklif edilmez. Çünkü şüf'a hakkı sahibi ile müşteri, satıcı
ile müşteri menzilesindedirler. Ancak aradaki fark, satıcı ile müşteri karşılıklı yemin ederler, fakat
şüf'a hakkı sahibi ile müşteri yemin etmezler. Düşünülsün.
T. Diyor ki: «Bazen denilebilir ki, eğer semen nakit değilse, şüf'a hakkı sahibi satıcıya rücu eder.
Eğer semen müşterinin iddia ettiğinden az ise, satıcının sözü esas alınır. O da gelecek meselede
olduğu gibi fi-yatta bir düşme olur. Buna göre ihtilafın dayanağı semenin yalnız nakit olması
üzerinedir.»
«Çünkü inkâr etmektedir ilh...» Zira şüf'a hakkı sahibi semen az ol-duğu takdirde binanın istihkakını
iddia etmektedir. Semenin azlığını da müşteri inkâr etmektedir. Hidâye.
«Karşılıklı yemin de etmezler ilh...» Zira müşteri şüf'a hakkı sahibinden hiçbir şey iddia



etmemektedir. Zira şüf'a hakkı sahibi şüf'ayı almakla terketmek arasında muhayyerdir. O zaman
onun davalı olması tahakkuk etmez. Çünkü müşteri, davayı terketse de terkedilmeyecek kimsedir.
O zaman bu nas manâsına gelmez. Nas şudur: satıcı ile müşteri ih-tilaf etseler, mebi mevcut ise
karşılıklı yemin ederler, müşteri mebiyi red-deder, satıcı da parayı geri verir. Çünkü bu nas, inkârın
ve davanın her iki tarafta da bulunması halindedir. İtkani
«Çünkü onun delili ilzam edicidir...» Yani şüf'a hakkı sahibinin deli-li müşteri için gereklilik ifade
eder. Ama müşterinin delili bunun aksine-dir. Zira şüf'a hakkı sahibi muhayyerdir. Beyyineler de
hasmı ilzam için getirilir. O zaman onun delili ile hüküm vermek daha uygundur. İtkanî.
Kuhistanî şöyle demektedir: «Bu ifade bildiriyor ki, eğer satıcı ile müşteri ihtilaf etseler, veya satıcı
ve müşteri şüf'a hakkı sahibi ile ihti-laf etseler, o zaman da satıcının delili daha haklıdır. Çünkü
onun delili ziyadeyi isbat etmektedir.»
«Kabzetmediği halde ilh...» Yani satıcı semenin hepsini kabzetme-den önce. Müşterinin akarı
kabzedip etmemesi eşittir. Kuhistanî.
«Söz satıcınındır ilh...» Yani yemin etmeden satıcınındır. Kuhistanî.
O zaman şüf'a hakkı sahibi satıcının dediği fiyatla akarı alır. Zira eğer akarın fiyatı onun dediği gibi
ise, o zaman açıktır. Eğer öyle değil-se, bir düşmedir. Fiyat düşürmesi de şüf'a hakkı sahibi
hakkında açık olur.
«Eğer kabzetmiş ise söz müşterinindir ilh...» O zaman şüf'a hakkı sahibi dilerse müşterinin iddia
ettiği fiyatla şüf'ayı alır, satıcının sözüne de iltifat etmez. Zira o semeni tam aldığından aktin hükmü
son bulmuş ve satıcı aradan çıkmış bir yabancı hükmünü almıştır.1 O zaman ihtilaf şüf'a hakkı
sahibi ile müşteri arasındadır. Biz bunu beyan ettik. Hidâye. Yani bu ihtilafta söz müşterinindir.
Bil ki, bu hüküm, eğer kabz açık ise böyledir. Yani müşteri kabzı delil veya yerinin ile isbat ederse.
Dürer'de olduğu gibi.
Şu mesele kaldı: Eğer kabz açık değilse, yani şüf'a hakkı sahibine malum değilse. Satıcıya
kabzettiğini ikrar eder veya etmez. Eğer kabzı ikrar etmezse, bunu Kitap'ta İmam Muhammed
zikretmemiştir. O zaman zahir odur ki, onun hükmü, semenin kabzedilmemesindeki hükümdür.
Eğer satıcı kabzı ikrar ediyorsa, müşteri de bina elinde olduğu halde daha fazlasını iddia ediyorsa,
satıcı önce evvela semenin miktarını son-ra kabzı ikrar eder veya bunun aksine önce kabzı, sonra
semenin mik-tarını ikrar eder. Eğer birincisi olursa, yine önce semenin miktarını, son-ra kabzı ikrar
ederse mesela binayı ona bin liraya sattığını ve parayı aldığını söylemesi gibi, şüf'a hakkı sahibi o
bin liraya alır. Zira satıcı şüf'anın taalluk ettiği miktarla satımını ikrar etmeye başlamıştır. Sonra da
kabzettiğini söylemiştir. O zaman satıcı şüf'a hakkı sahibinin semen-den olan ikrarına taalluk eden
hakkını düşürmüştür. Zira bu tahakkuk ettiği takdirde o zaman akitten yabancı hale gelmiş olur.
Zira onun mülkü yoktur. O zaman da müşterinin iddia ettiği fiyatla alınır. Zira anifen geçtiği gibi,
semen eğer kabzedilmiş ise, şüf'a hakkı sahibi müş-terinin dediği ile alır. Satıcı için de şüf'a hakkı
sahibinin hakkını iskat etmek yoktur. Çünkü o zaman o, kabız ikrarı üzerine reddolunur.
Eğer ikincisi olursa, yani satıcı önce kabzettiğini, meselâ bin lira olan semeni kabzettiğini söylerse,
o zaman onun sözüne şüf'a hakkı sa-hibi iltifat etmez. Müşterinin dediği ile alır. Çünkü satıcının
semeni kabzettiğini ikrar etmesi onu yabancı haline getirmiştir. Artık semenin mik-tarındaki sözüne
itibar edilemez. İnâye.
«Satıcının dediği fiyatla ilh...» Zira satım akdinin feshi şüf'a hakkı sahibinin hakkının bâtıl olmasını
gerektirmez. Ama satıcıya iddia ettiği fiyat üzerine yemin teklif edilir mi? Uygun olan yemin teklif
edilmeme-sidir. Zira bir defa yemin etmiştir. İtkanî, İsbicabî'den.
«Satıcı semenin bir kısmını müşteri için düşmüşse ilh...» Yani satı-cı semenin bazısını müşteriden
düşmüşse. O halde eğer satıcının satışla vekili semenin bir kısmını müşteriden düşerse, aktin
aslına iltihak etmez. O zaman da bu düşme şüf'a hakkı sahibi hakkında zahir olmaz. Eşbah. Eğer
vekilin düşmesi sahih olmuş olsa, müşteri borçtan kurtulur. Çünkü vekil, düştüğü meblağın
zaminidir. O da başlangıçtan hibe gibi olur. Ni-tekim bunu Hamevî açıklamıştır.
«Şüf'a hakkı sahibi kalan kısmı ile şüf'ayı alır ilh...» Veya şüf'a hak-kı sahibi müşteriye semeni tam
vermiş ise. vermiş olduğu ziyade ile müşteriye rücu eder.
Azmiye'de olduğu gibi.
«Kabzından sonra yapılırsa ilh...» Yani satıcı semeni kabzettikten sonra bir kısmını hibe ederse, o
zaman şüf'a hakkı sahibi hakkında bu hibe zahir olmaz. Çünkü teslim etmekle ayn olmuştur. Şüf'a
hakkı sa-hibi artık geriye birşey isteyemez. Ama kabızdan önce ise, o zaman şüf'a hakkı sahibi



vermiş olduğu fazlalığı geri alma talebinde bulunur. Çünkü o, müşterinin zimmetindeki bir deynin
hibesidir. Şerhu Tenvîri'l-Ezhân.
Hamevî diyor ki: «Şu kaldı ki, hibenin bazısı ile kaydedilmesinden anlaşılıyor ki eğer satıcı fiyatın
hepsini müşteriye hibe ederse, o hibe şüf'a hakkı sahibi için mutlaka zahir olmaz. O zaman şüf'a
hakkı sahibi satıcı ile müşteri arasında konuşulan fiyatla mı, yoksa kıymetiyle mi alır? Bu konuda
ben açık bir nakil görmedim. Zahiriye'de, «Birisi bin liraya bir bina satmış olsa, o bin lirayı
müşterisine tasadduk etse, şüf'a hakkı sahibi o binayı kıymetiyle alır. Ancak bu tasadduk kabızdan
sonra olursa, değil» denilmiştir. İşte buna kıyasla denilebilir ki, eğer kabzetmezden önce semenin
hepsini müşteriye hibe ederse, şüf'a hakkı sahibi kıy-metiyle alır. Yok eğer kabızdan hibe ederse,
semenle alır. Özetle.
Ben derim ki: Ben Muhît'ten naklen Tatarhâniye'de özetle şunu gördüm: «Fiyat düşürmek, hibe
veya ibra etmek, eğer kabızdan önce olursa, bakılır: Eğer semenin bazısında ise, şüf'a hakkı sahibi
için de za-hir olur. Eğer hepsinde olursa, zahir olmaz. Ama eğer kabızdan sonra olursa, fiyat
düşmek ve hibe yine bu ayrıntı üzeredir. Hepsinden veya bazısından ibraya gelince, zaten o geçerli
değildir. Kuhistanî de bunu be-nimsemiştir. Düşünülsün.
«Ama satıcı semenin hepsini düşürse veya artırsa, bunlar şüf'a sa-hibi hakkında zahir olmazlar
ilh...» Ama fiyatın hepsini düşürmek neden zehir olmuyor? Çünkü o aktin aslına bitişmemektedir.
Yoksa, akit semensiz kalır. Bu da bâtıl değil, fasittir. Dürer'de buna muhalefet edil-miştir. Çünkü
fasit akitte şüf'a yoktur. Nitekim ileride gelecektir. Şu kadarı var ki fiyatın hepsini düşürmek,
müşteri hakkında açık olur. Kuhistanî.
Fiyatın artırılmasına gelince, zira eğer ziyade aktin aslına dahil olmuş bulunsa, o zaman şüf'a
sahibinin hakkı ibtal edilmiş olur. Çünkü şüf'a sahibi akarı almayı artırmadan önceki fiyatla hak
etmiştir. Burada ziyadeden maksat, semendeki artıştır.
Ama satılandaki artışa gelince, o şüf'a sahibi hakkında da açık olur. Nitekim sarih de yakında Kınye
adlı eserden naklen bunu zikredecektir. Çünkü mebideki ziyade fiyatı düşürme kabilindendir. Fiyat
düşürmek ise. şüf'a sahibi hakkında da açıktır.
«Yarısını ilh...» Buradaki yarı sırf bir kayıt değildir. Cevhere'de denilmiştir ki: «Bu aktin aslına dahil
olmama eğer fiyatın hepsini bir kelimey-le düşürürsedir. Ama eğer bunu birkaç kelime ile
düşürürse, şüf'a hakkı sahibi o zaman en son düşürdüğü fiyatla alır.» T.
Ben derim ki: Bunun şekli şudur: Satıcının her düşürdüğünde semen, kalan kısım olur. Eğer geri
kalan kısmın hepsini düşürürse, o da semenin hepsini düşmek olur. Burada semenin hepsi de geri
kalan kısmıdır. Şüf'a hakkı sahibi de akarı o geri kalan kısımla alır.
«Eğer şüf'a hakkı sahibi bilse ilh...» Sarih bu sözüyle şüf'a hakkı sahibinin şüf'ayı almasından önce
bilmesi ile sonra bilmesi arasındaki bir fark olmadığına işaret etmektedir. Tebyîn'de olduğu gibi.
«Nasıl ki bin liraya satsa ilh...» Yani yine ona şüf'a hakkı vardır. Zira ânifen biz bunun şeklini
zikrettik. Ama şüf'a hakkı sahibi satıcının ziyadeleştirdiği meta veya cariyeyi de alabilir mi?
Fakihlerin bazısı bu meselede hiçbirşeyylememiştir. Sonra ben Nihâye sahibinin şöyle de-diğini
gördüm: «Binayı semenden alan hisseyle alır.» Bu görüş. Meliki'nin Mecma' şerhinde olan sözüne
aykırı değildir. Melikî'nin sözü şudur: «Adam bir akan akarda çalışan hayvan ve kuleleriyle birlikte
satsa, aka-ra teb'an bunların hepsinde şüf'a sabit olur.» Çünkü burada maksat yer, çiftçiler ve çiftlik
âletidir. O zaman tabi oluş gerçekleşir. Çünkü yerden maksat olan şey mevcuttur. Bundan ötürü
yle bir yerde köle ve hay-vanları yere teb'an vakfetmek de geçerlidir. Nitekim bu mesele yerinde
geçti.
Ama bina ile birlikte câriye ve emtia bunun aksinedir. Bana üstün gelen görüş budur.
»Şarap gibi hükmen de olsa ilh...» Musannif eğer burada; «hükmen de olsa» kelimesini «Eğer
kıymetli birşeyle satılmışsa, o zaman satın alma vaktindeki kıymetiyle alır» sözünden sonra
zikretseydi, H.nin «Bu şarabın müslüman hakkında hükmen misli olmasının ve şefinin şarabın misli
ile olmasını gerektirir» itirazından salim olurdu. Halbuki hiç de öyle değildir. Şarap ile satılmış bir
akarı şüf'a sahibi şarabın kıymeti ile alır. Çünkü şarap gerçekten mislidir. Müslümanın hakkında ise
hükmen kıy-meti takdir edilen şeylerdendir. İbni Kemal'e göre ise hiç itiraz edilemez. Çünkü İbni
Kemal şöyle demektedir: «Misli olan birşeyle satılan bir akarı şüf'a sahibi gerçekten veya hükmen
misli olan bir baha ile alır. Çünkü misliyattan bazıları misli olmayana dahil olur. Şarabın müslüman
hak-kında misli olmayana dahil olması gibi.» Özetle. O zaman İbni Kemal'in «Hakikaten veya
hükmen» sözü herhangi birşey! meseleye dahil etmek için değil, hariç bırakmak içindir.



«Kıymetiyle alır ilh...» Yani şüf'a yoluyla aldığı tarihteki kıymetiyle değil, müşterinin satın aldığı
tarihteki kıymeti ile alır. Zahîre'de olduğu gibi. Kuhistani.
«Vadeli satışla satılan ilh...» Yani vakti bilinen bir vade ile satılsa. Yoksa satım akdi fasittir. Fasit
satım akdinde de şüf'a yoktur. Miraç.
Sarih bu meseleye babın sonunda dikkat çekecektir.
«O fiyatı peşin ödeyerek alır ilh...» Çünkü vade bir şartla sabit ol-muştur. Şüf'a sahibi ile satıcı
arasında da şart olmaz. Sonra eğer şüf'a sahibi şüf'ayı peşin para ile satıcıdan alırsa, müşteriden
semen düşer. Zira yukarıda geçtiği gibi, şüf'a sahibinin şüf'a davasını kazanması ile müşteri
hakkındaki satım akdi münfesih olur. Şüf'a hakkı sahibi eğer peşin para ile müşteriden alırsa, o
zaman satıcı müşteriye yine vadeli semenle rücu eder. Zira satıcı ile müşteri arasında cereyan eden
şart şüf'a sahibinin şüf'a ile binayı alması ile bâtıl olmaz. Hidâye.
«Veya hâlen şüf'ayı taleb eder ilh...» Yani şüf'a sahibi peşin para ile almakla, hâlen şüf'ayı taleb
edip vadesi dolduğunda almak arasında muhayyerdir.
«Peşine çeviremez ilh...» Mülteka'da da hüküm yledir. Burada bundan maksat eğer şüf'a sahibi
peşin parayla satıcıdan değil, müşte-riden alırsa, satıcı parasını müşteriden peşinen alamaz
demektir. Nite­kim biz bunu anifen takdim ettik.
«Sofasında sükut ederek ilh...» Bu görüş musannifin, «peşinen ta-leb etme» sözünün sonucudur.
«Şüf'ası bâtıl olur ilh...» Zira onun hakkı sabitti. Hakkının sübutun-dan dolayı şüf'a sahibi peşinen
almaya da hak kazanmıştır. Zira eğer hakkı sabit olmasaydı peşinen alma hakkına da sahip
olmazdı. Şüf'a hak-kının sübutundan sonra talebten sükut etmek ise şüf'ayı bâtıl kılar. Zey-laî ve
Dürer.
Zeylaî ve Dürer'de olanda bir görüş vardır. Zira bu taleb mülk edin-me talebidir. Bu talebi akarın
satış vadesine tehir etmek ne Ebû Hani-fe'ye göre -çünkü Ebû Harrife ona bir vakit takdir
etmemiştir-, ne de İmam Muhammed'e göre -çünkü o da bir ay vade takdir etmiştir- Şüf'ayı bâtıl
kılmaz. Şurunbulâfiye. -
Bu itirazın cevabında «Talebten maksat muvasebe talebidir» denil-se, bunu da musannifin «Zira
şüf'a sahibinin hakkı sabit olmuştur» sözü men eder. Çünkü bu söz talebten maksadın mülk
edinme talebi olduğu-nu gösterir. Ebussuııd.
Ben derim ki: Şurunbulâliye'nin «bir görüş vardır» sözü illetlidir. Ve-rilen cevap ise makbuldür.
Çünkü şüf'a sahibine şüf'anm sübutu satış-tan sonra ve iki talebten sonra tekarrür eder. Nitekim
metinde de bu geçti. Öyleyse şüf'a edilen malın satımı sadır olsa, şüf'a sahibinin onda şüf'a hak
sabit olur. Sonra satışı bildiği halde muvasebe talebi yapma-sa, şüf'ası bâtıl olur. Çünkü hakkının
sübutundan sonra susmuştur. Bu geçen itirazın menşei de sübut ve istikrar kelimelerini birbirinden
ayırdetmedir. Düşünülsün.
«Şarabın misliyle, domuzun kıymetiyle ilh...» O zaman akar eğer ölmüş bir hayvan leşiyle
satılmışsa, onda şüf'a yoktur. Ancak, eğer zımmîler ölmüş hayvanı mal kabul ediyorlarsa, o zaman
olur. İtkanî.
«Şüf'a sahibi zımmî olurlarsa ilh...» Pasaportlunun hükmü de zımmî gibidir. Ama mürted ister
öldürülsün, ister ölsün, ister darü'l-harbe sığınsın, zımmî gibi değildir. Bunda İmameyne hilaf
vardır. Onun varisle-rine de şüf'a sabit olmaz. Ama eğer birşey satın almış olsa, irtidadından dolayı
öldürülmüş olsa, satın aldığı şeyde şüf'a sahibinin şüf'a hakkı bâtıl olmaz. Çünkü şüf'a onun
mülkünden çıkma ile ilgili bulunur.
Bir müslüman darü'l-Harbte bir bina satın almış olsa, onun şüf'a hakkı sahibi müslüman olsa bile
şüf'a hakkı yoktur. Çünkü bizim hüküm-lerimiz darü'l-harbte câri değildir. İtkanî.
«Yukarda geçtiği gibi ilh...» Yani gasb kitabında. Zira musannif gasb kitabında, «Bizim hakkımızda
şarap hükmen kıymet takdir edilen şeyler-dendir» demiştir. Veya musannifin anifen gecen «şarap
gibi hükmen de olsa» sözünde.
«Şüf'a hakkı sahibi eğer müslüman ise ilh...» Eğer birisi müslüman, diğeri kâfir iki şüf'a sahibi
varsa, yarısı müslümana, şarabın kıymetinin yarısı ile, diğer yarısı da kâfire şarabın mislinin yarısı
ile verilir. İtkanî.
İtkani'de şöyle denilmektedir: «Eğer adam şarapla şüf'ayı almadan önce müslüman olursa, şüf'a
bâtıl olmaz, o adam asıl müslüman gibi olur. Eğer alan veya satandan birisi müslüman olursa,
şarap henüz kabzedilmemiş ise, ister bina kabzedilsin ister edilmesin satım akdi bozu-lur. Ama



şüf'a bâtıl olmaz. Çünkü satımın infisahı, satımı bâtıl kılmaz.»
«Sonra domuzun kıymeti ilh...» Bu takdir edilecek bir sorunun ce-vabıdır. Soru şöyledir: Aşır
bahsinde geçti ki, şaraptan öşür alınır. Yani şarabın kıymetinden öşür alınır. Ama domuzdan
alınmaz. Çünkü domuz kıyemîdir. Kıyemî şeyin kıymeti de aynı gibidir. Bu sorunun cevabı da açıktır.
Sonra sarih, aşır bahsinde Sadî'den bu cevaptan başka başka bir cevabı zikretmiştir. Sarihin cevabı
şudur: Eğer şüf'a sahibi domuzun kıymeti ile almamış olsa, onun hakkı aslından bâtıl olur. O zaman
da o onun hakkında zaruret olur. Zaruret yerleri de istisna edilmiştir.
«Aşır bahsinde geçen bunun aksinedir ilh...» Zira aşır, şaraptan öşür alır ama domuzdan değil. Sen
anla. Bundan başka birşey söylenirse, o kelâm koymasıdır.
«Müslüman olan bir zımmiye ilh...» Bahır'ın aşır babında Kâfi adlı eserden naklen şöyle birşey
vardır: «Şarabın ve domuzun kıymeti zim-met ehline müracaatla bilinir»
«Eğer ihtilaf etseler ilh...» Yani şüf'a sahibi ile müşteri kıymette ihtilaf etseler.
«Muteber söz müşterinindir ilh...» İnaye'de şöyle denilmektedir: «Se-menin meblağında ihtilaf
ettiklerinde söz nasıl müşterinin ise, burada da öyle söz müşterinindir.»
«Nitekim gasb bahsinde geçti ilh...» Zira bina ile dikilen ağacın kıy-meti sökülmeye müstahık halde
sökme ücreti kadar sökülmüş şekildeki kıymetinden daha azdır. T.
«Boyasa ilh...» Bu söz, bina ile boya arasındaki fark için zikredilmiş-tir. Uygun olan, musannifin bu
sözü ileride gelecek «Eğer şefi müşteriye bina ve ağacın sökülmesini teklif ederse...» sözünden
sonra zikretme-siydi. Zira boya ile bina arasındaki muhalefet bu cihettendir.
«Birçok kireçle kireçlemiş olsa ilh...» Bu söz Zahidî'nin ifadesinden değildir. Belki bunu Remlî
Zahidî'nin ifadesinden sonra, «Ben diyorum ki, Zahidî'nin bu ifadesi üzerine, eğer müşteri binayı
birçok kireçle kireç-kireçlese ilh...» şeklinde zikretmiştir.
«Çünkü boyayı bozmak çok zordur ilh...» Bu söz, takdir edilecek bir sözün illetidir. Takdir edilecek
söz şudur: Yani müşteriye alıp boyamış olduğu bina boyasını bozması teklif edilemez. Çünkü
kıymet edecek bir şekilde boyayı binadan sökmek güçtür.
«Bu konu gelecektir ilh...» Yani musannif şüf'a kitabının sonundaki fer'î meselelerde «müşteri
binayı boyarsa» sözü ile başlayarak zikredecektir.
METİN
Müşteri almış olduğu akarda bina yapsa veya ağaç dikse, veya şüf'a sahibi müşteriye bina ile ağacı
kaldırmasını söylese, hüküm geçtiği gi-bidir. Ancak kaldırmak yere bir noksanlık getirirse, o
takdirde şüf'a sahibi o akarı bina ve ağacın sökülmüş şekildeki kıymetiyle birlikte alır. Ebû
Yûsuf'tan şefî dilerse akarı bahasıyla, yapılan bina ve dikilen ağacı da kıymetleriyle alacağı veya
terkedeceği rivayet edilmiştir. İmam Şafiî ve Mâlik de Ebû Yûsuf'un dediği gibi hükmetmişlerdir.
Biz Ebû Yûsuf ile Şafiî ve Mâlik'e cevaben deriz ki, müşteri başka-sının hakkının daha kuvvetli
olduğu yerde bina yapmıştır. Bundan ötürü de hakkı daha kuvvetli olan kimse müşteriye tekaddüm
eder ve binayı yıkar. Şüf'a sahibi müşterinin bütün tasarruflarını nasıl yıkarsa. Hatta müşteri aldığı
mülkü vakfetse, üzerinde mescid yapsa, kabir yeri yapsa veya hibe etse, şüf'a hakkı sahibi bunların
hepsini nakzeder. Zeylaî ve Zahidi.
Ekine gelince, müşteri aldığı tarlayı ekerse, şüf'a sahibi davasıyla tarlayı hak ettiği takdirde
istihsanen o ekin sökülmez. Çünkü ekinin bi-linen bir sonu vardır. Ekin ücret karşılığı tarlada kalır.
Şüf'a sahibi yalnız semenle rücu eder, eğer mülkü şüf'a ile almışsa. Sonra bina yapar veya ağaç
diker sonra da şüf'a ile aldığı yer başkasının istihkakı çıkar-sa, hiçkimseye bina ve ağacın kıymeti
ile rücu edemez. Çünkü aldatılmamıştır. Ama müşteri bunun aksinedir.
Bina kimsenin müdahalesi olmadan yıkılırsa, veya ağaç kurursa, şüf'a hakkı sahibi yine şüf'ayı
semenin hepsiyle alır. Çünkü asıl şudur: Semen asla tekabül eder, vasfa değil. Bina veya ağaç
vasıftırlar. Bu hü-küm, eğer binanın yıkılmasında veya ağacın kurumasında enkaz ve ağaçtan hiçbir
şey kalmamışsa, böyledir. Eğer yıkılan bina veya kuruyan ağaçtan birşey kalmışsa, müşteri de onu
almışsa, onun hissesi semen-den düşer. Çünkü o yerden ayrıldığından artık yere tabi değildir. O
za-man semen binanın akit günündeki kıymeti, enkazın da müşterinin aldığı günün kıymeti üzerine
taksim edilir. Zeylaî.
Ben derim ki: Eğer müşteri o enkazı veya kuruyan ağaçları almaz-sa, yani helak olurlarsa o zaman
semenden hiçbir şey düşmez. Çünkü müşteri onları hapsetmemiştir. Yine o enkaz ve ağaç
tabilerdendir. Tabi olanlara da semenden hiçbir şey tekabül etmez.



Şüf'a ile aldığından pazarlık şefiye dönmüştür. Aldığı şüf'aya teban dahil olan şey de kabızdan önce
helak olmuştur. Öyleyse onun misliyle hiçbir şey semenden düşmez. Bunu şeyhimiz demiştir.
Ama bunun aksine yerden bazısı helak olsa, meselâ su götürmüş olsa, onun hissesi kadar
semenden düşülür. Çünkü burada yok olan as-lın bazısıdır. Zeylaî.
Şüf'a hakkı sahibi eğer müşteri binayı yıkmış ise, arsaya düşen kıy-met hissesi ile arsayı alır.
Çünkü müşteri itlafı kasdetmiştir. Birincisinde ise afet semavidir. O zaman semen yer ile akit
günündeki binanın kıy-meti üzerine taksim edilir.
Ama bina kendiliğinden yıkılırsa, bunun aksinedir. Yukarıda geçtiği gibi o zaman o cinsi ile
kıymetlendirilir. Yabancının yıkması da müş-terinin yıkması gibidir. Yıkılan enkaz müşterinindir.
Şüf'a hakkı sahibinin onu alma hakkı yoktur. Çünkü yıkılıp yerden ayrılmakla onun yere tabi olması
son bulmuştur.
Şüf'a hakkı sahibi şüf'ayı istihsanen meyvesi ile alır. Çünkü meyve ağaca bitişiktir. Müşteri bir yeri
hurma ağaçlan ve meyveleriyle birlikte alsa veya ağaçlan aldıktan sonra elinde iken meyve verse,
şüf'a hakkı sahibi meyve ağaca tabi olduğundan ağacı meyvesiyle birlikte alır. Müşteri meyveleri
toplarsa şüf'a hakkı sahibi artık onu alamaz. Çünkü onlar ağaçtan ayrılmakla yukarıda geçtiği gibi.
tabiyeti yok olmuştur.
Veya müşterinin aldığı ağacın meyveleri semavî bir âfetle helak ol-sa, birincisinde meyvelerin
semenden olan hissesi düşer. İkincisinde ise semenin hepsi ile alır. Çünkü meyveler kabızdan
sonra meydana gelmiş-tir.
Şüf'a, şüf'a sahibine hükmedilse, şüf'a sahibi, şüf'ayı terketme hak-kına sahip değildir. Şerh-i
Vehbaniye. Çünkü pazarlık ona dönmüştür. Ama hükümden önce bunun aksine dilerse şüf'ayı
terkedebilir.
Fasit satım akdinde şüf'a talebi, ulemanın ittifakı ile satıcının hakkı akardan kesildiği vakit yapılır.
Karşılık olarak birşeyin şart koşulduğu hibede, hibe ile karşılığında şüyu da olmasa, şüf'a taleb
etme vakti, her iki tarafın da kabz vaktidir.
Fuzulinin satım akdinde veya satıcının muhayyer satışı ile yaptığı satışla şüf'ayı taleb etme vakti
Ebû Yûsuf'a göre satış vaktidir. İmam Muhammed'e göre satıma icazet verdikleri vakittir. Müşterinin
muhay-yerliği ile satılan bir satım akdinde ise şüf'a taleb vakti, imamların itti-fakı ile satış vaktidir.
Müctebâ.
Komşuluk yoluyla şüf'ayı caiz görmeyen kimse, Şafiî gibi, şüf'aya inanan hâkimden şüf'ayı taleb
etse, hâkim ona şüf'anın vücubuna inanıp inanmadığını sorar. Eğer inandığını söylerse, hâkim ona
şüf'a ile hük-meder. Ama eğer inanmadığını söylerse, o zaman ona şüf'a ile hükme-dilmez. Minye ve
Bezzâziye.
PRATİK MESELELER: Şüf'a sahibi hakim o görüşte olmadığı için şüf'anın icabını tehir etse,
mazurdur. Hüküm, eğer hakimden müşterinin hazır olmasını istese, hâkim de kaçınsa yine böyledir.
Ama Yahudilerin Cumartesi günleri bunun aksinedir. Nitekim gelecektir.
Birisi yüz liraya bir yer satın alsa, onun toprağını kaldırarak yüz li-raya satsa, sonra şüf'a ile onu
almış olsa, onu elli liraya alır. Çünkü onun semeni aldığı günün toprağı kaldırmadan önceki fiyatı ile
sattığı toprağın kıymeti üzerine taksim edilir. Bunların ikisi eşittir. O zaman onun yarısını verir.
Adam toprağını sattıktan sonra yeniden toprak ile doldurursa, bunun hükmü değişmez. Yine yarı
fiyatına alır. Müşteriye, doldurduğu toprağı kaldırıp götürmesi söylenebilir. Havi-i Zahidi.
Havi-i Zahidî'de şöyle denilmektedir. «Hasat vaktinde ödemek üze-re bir bina satın alsa, şüf'a sahibi
semeni acilen verip şüf'a yoluyla onu alamaz. Çünkü müşteri onu fasit satımla mülk edinmiştir.»
Ben derim ki: İleride geleceği gibi fasit satım akdi ile satılan yerde, kabızdan sonra da olsa, şüf'a
yoktur. Çünkü feshetme ihtimali vardır. Evet, eğer bina veya benzeri birşey yapmakla fesih hakkı
düşerse, o za-man şüf'a sabit olur.
Mebsut'ta şöyle denilmektedir: «Karşılık şartı ile yapılan hibede, mülk hibede, mülk hibe edilen
kişiye ancak semenin hepsinin kabzı ile sabit olur. O halde birisi diğerine bin dirhem ivaz
karşılığında bir bina hibe etse, ivazlardan birisini kabzetse, sonra şüf'a hakkı sahibi şüf'ayı teslim
etse, bâtıl olur. Ta ki^/diğer ivaz kabzedilene kadar. Diğer ivaz da kabzedildiği zaman şüf'a sahibi
şüf'a ile binayı alır.
«Ancak kaldırmak... Ebû Yûsuf'tan rivayet edilmiştir ilh...» Bu ifa-de kitabın bazı nüshalarında
mevcuttur. T. diyor ki: «Bu görüş hazfedilen bir sözden istisna edilmiştir. İfadenin takdiri şöyledir:



Müşteri dikmiş olduğu ağaç ve binanın satışı üzerine zorlanmaz. Ancak onları sökmek bir noksanlık
getirirse, o zaman zorlanır.»
Ben derim ki: İtkanî'nin sözü de T. nin sözünü teyid etmektedir. Çünkü İtkanî şöyle demektedir:
«Hâkim müşteriye yapmış olduğu bina veya dikmiş olduğu ağacı kaldırmasını emreder. Ancak
kaldırmak yere nok-sanlık getirirse, o zaman emretmez..
«Şüf'a sahibi alır ilh...» Yani şüf'a sahibi yeri müşteriyi zorlayarak alır.
«Bina ve ağacın kıymetiyle ilh.:.» Burada en açığı, Nihâye'nin «Bina ve diktiği ağaçların
kıymetiyle...» sözüdür.
«Sökülmüş şekildeki ilh...» Yani sökülmeye müstahık olmuş şekil-deki. Buna da musannifin «sabit
olmayan» sözü delâlet eder. T.
«Ebû Yûsuf'tan ilh...» Yani metindeki meselede. O zaman müşteriye sökme teklifi yapılmaz. Çünkü
sökme bina ve ağaçta adet değildir. Çünkü onda müşterinin mülkü satın alma ile sabittir. O zaman
düşmanlık hükmünden olan söktürmekle müşteriye muamele edilmez.
«Bina ve dikilen ağacı da kıymetleriyle ilh...» Yani bina ve ağacın sökülmemiş haldeki kıymetleriyle
onları alır. Nihâye, Şerh-i Tahavî'den.
«Bundan ötürü ilh...» Yani başkasının hakkı ki burada başkası şüf'a sahibidir. Daha kuvvetli
olduğundan müşteriye takdim edilir ve o söker.
«Ekin ücret karşılığı tarlada kalır ilh...» Yani hem şüf'a sahibi, hem de müşteri tarafına riayet edilir.
Nitekim Zeylaî de açıklamıştır.
Tahavî şerhinden naklen İtkanî'nin ifadesi de şöyledir: «İcma ile müşteriye ekini sökmek üzere
zorlanmaz. Belki ekinin yetişme vaktine kadar ona mühlet verilir, sonra tarlanın şüf'a sahibine şüf'a
olarak ve­rilmesine hükmedilir.»
İtkanî'nin ifadesinin gereği, eğer yer müşterinin mülkiyetinden çıkmamışsa, ücret de vermez. Zira
henüz şüf'a ile hükmedilmemiştir. Dü-şünülsün.
Sâyıhanî de diyor ki: «Makdisî'de olan şudur: «Şüf'a taleb edilen tarlayı müşteri ekmişse, ücretsiz
olarak tarla onun elinde bırakılır. Ebû Yûsuf'tan da ücretle terkedileceği rivayet edilmiştir.»
Ben derim kî: Makdisî'de olanın misli Tatarhâniye'de de mevcuttur.
«Hiç kimseye bina ve ağacın kıymeti ile rücu edemez ilh...» Yani on-ların kıymetlerinin noksanı ile.
Ebû Yûsuf'tan onların kıymeti ile rücu ede-ceği rivayet edilmiştir.
«Hiçkimseye ilh...» Yani ister satıcıdan, ister müşteriden teslim al-sın. T.
«Çünkü aldatılmamıştır ilh...» Zira şüf'a yoluyla zorla almıştır. Nite- kim yukarıda geçti.
«Ama müşteri bunun aksinedir ilh...» Yani müşteri bir akarı alıp üzerine bina yaptıktan sonra
başkasının istihkakı çıksa satıcıya rücu ederek binaya yapmış olduğu masrafı alır. Çünkü akitte
satıcı onu mağ-dur etmiştir. Dolayısıyla müşteri zararıyla satıcıya rücu eder.
«Semenin hepsiyle alır ilh...» Yani birisi bir bina alsa, bina yıkılsa veya bahçe alsa, ağaçlar kurusa,
bir diğeri şüf'a yoluyla onları mülk edinse, binayı veya bahçeyi semenin hepsiyle alır. Zira bina ile
ağaç yere tabidirler. Minah.
«Vasfa dahil ilh...» Alan kimse onun vasfının telefini kasdetmedikçe. Eğer o vasfı kasten telef
ederse, o zaman o vasfın karşılığı semenden düşülür. Nitekim ileride gelecektir. Rahmeti.
Uygun olan, burada vasıf değil «tabi» demesiydi. Çünkü bina ve ağaç dar ve bahçenin vasfı
değillerdir. Ama kurumak bir vasıftır.
Tebyîn'de şöyle denilmektedir: «Zira onlar yere tabidirler. Hatta on-lar zikredilmeseler dahi yine de
satışa dahildirler. O zaman onlara se-menden birşey tekabül etmez. Bundan ötürü beyan
etmeksizin bu suret-te bunlar murabaha yoluyla da satılırlar.» T.
«Artık yere tabi değildir ilh...» Bu görüş, «semenden hissesi düşer» sözünün gerekçesidir. T.
Bu da müşterinin yanında kalmış mevcut bir malın aynıdır. Zeylaî.
«Şüf'aya teban dahil olan şey de kabızdan önce helak olmuştur ilh..
Yani o enkaz ve kuruyan ağaç yere tabi olan şeylerdendirler* Pazarlık do şüf'a sahibine dönmüştür,
öyleyse, aslın şüf'a sahibinin mülküne gir-mesinden sonra, kabızdan önce helak olmuştur. Sen anla.
Eğer denilse ki, Zeylaî'den şu zikredildi: «Şüf'a ile almak müşteriden satın almaktır. Eğer alışı



müşterinin kabzından sonra ise. Yoksa, yan müşterinin kabzından önce satıcıdan almıştır. Zira
pazarlık ona dönmüş tür.» Bu Zeylaî'den tekaddüm edenin gerektirdiği yine müşterinin enkaz dan
aldığı şeyin fiyatının düşmemesidir. Çünkü müşterinin onu alışı, şüf'a sahibinin satın almasından
vs kabzından öncedir. O zaman şüf'a sahibi-nin aldığı satılana teb'an dahil olmaz.
Buna cevaben derim ki: Yine yukarıda zikredildi ki, şüf'a, şüf'a edi-len parçanın müşterinin üzerine
olan maliyetle mülk edilmesidir. Eğer onun hissesi semenden düşürülmezse öyle olmaz. Düşün.
Gelecek örnekte de böyle denilir.
«Çünkü burada yok olan aslın bazısıdır ilh...» Bazı nüshalarda «zi-ra gaib olan aslın bazısıdı
yazılıdır. Bu ifadelerin hepsi doğrudur. Zira «yok olmak»tan maksat helak olandır. Gaibten maksat
da yine suda he-lak olandır. Şu kadarı var ki uygun olan Zeylaî'de olan ifadedir. Sonra «Yok olan
aslın bazısıdır» ifadesi bu mesele ile geçen mesele arasındaki muhalefetin yönünü açıklamaktadır.
«Eğer müşteri binayı yıkmışsa ilh...» Ama eğer müşteri binayı yık-mamış, şu kadar var ki, binayı bir
diğerine arsasız olarak satmışsa, şüf'a sahibi o satım akdini bozar. Bahçe ve diğer bitkilerin hükmü
de böyle­dir. Turî, Tatarhâniye'den.
«Çünkü müşteri itlafı kasdetmiştir ilh...» Yani yere tabi olan bina ve ağaç gibi şeyler bizzat
kasdedildikleri takdirde, helak olmaları hâlinde onların değeri mülkün satış bedelinden düşer. T.
«Semen taksim edilir ilh...» Yani yere bina ile birlikte kıymet takdir edilir ve bir de binasız olarak
kıymet takdir edilir. Aralarındaki fiyat farkı semenden düşülür. T.
Ben derim ki: Şüf'a sahibi ile müşteri binanın kıymeti üzerinde ihti-laf etseler, söz müşterinindir.
Eğer delil getirirlerse, İmam-ı Azama göre makbul olan delil şüf'a sahibinindir. İmameyne göre ise,
makbul olan de-li! müşterinin delilidir. Eğer yerin kıymetinde ihtilaf ederlerse, o zaman da bugünkü
kıymetine göre alış kıymeti takdir edilir. Çünkü zahir böyle olmasını gerektirir. Her kime böyle
şehadet edilirse, söz onundur. İtkanî.
«Ama bina kendiliğinden yıkılırsa, bunun aksinedir ilh...» Yani bu-nun aksine bina kendiliğinden
yıkılsa, enkazı da müşteri alsa, o zaman müşterinin aldığı günün kıymetine itibar edilir. Nitekim
yukarıda geçti. Çünkü müşteri enkazı hapsetmesiyle şüf'a sahibine engel olmuştur. Bu yüzden
müşterinin hapsettiği gündeki kıymeti takdir edilerek düşülür. Düşünülsün.
«Çünkü meyve ağaca bitişiktir ilh...» Bu istihsanın delilidir. Kıyasa göre ise onun meyveyi alma
hakkı yoktur. Çünkü binaya konulan emtia gibi meyve de ağaca tabi değildir. Minah.
İstihsanın şeklinin açıklaması şöyledir: O meyve ağaca bitişik olması bakımından binadaki ev gibi
akara tâbidir. Hidâye.
«Meyveleriyle ilh...» Yani alışta meyveleri de şart koşarsa. Çünkü meyve satıma ancak şartla dahil
olur. Çünkü meyve yere tâbi değildir. Zeylaî.
«Aldıktan sonra elinde iken meyve verse ilh...» Musannifin bu şekil-de kaydetmesi şunun içindir:
Zira müşterinin kabzından önce, ağaçlar satıcının elinde iken meyve vermiş olsa, sonra da müşteri
kabzetmiş ol-sa, o meyvenin semenden hissesi olur. Nasıl ki, satın alma vaktinde meyve mevcut
olsa, bahçenin fiyatı yükselir. Kifâye.
«Müşteri meyveleri toplarsa ilh...» Müşteri kelimesi burada bir kayıt değildir. Satıcı veya yabancı bir
kimse de müşteri gibidirler. Gâyetü'l-Beyân'da olduğu gibi.
«Şüfa sahibi artık onu alamaz ilh...» Yani her iki fasılda da. Hidâye. Fasıllar şunlar: Müşterinin onu
meyveleriyle birlikte alması veya müşte-rinin elinde iken meyve vermesi. Her iki şekilde de şüf'a
sahibi o meyveleri alamaz.
«Yukarda geçtiği gibi ilh...» Yani ânifen musannifin «yerden ayrıl-ması ile tabiiyet yok olmuştur»
sözünde geçmiştir. Açıktır ki, meyve bi-rinci durumda herne kadar yukarıda geçtiği gibi şartla
satıma dahil ise de, o meyvenin alınışı kasdi olmuşsa da, şu kadar var ki, onun şüf'aya girmesi
akara bitişik olması itibariyle akara tabi olduğundandır. Nitekim biz bunu takdim ettik. Akardan
ayrılması ile de onun akara olan tabiyeti yok olmuştur. O zaman meyvedeki şüf'a hakkı sakıt olur.
Anla.
«Birincisinde meyvelerin semenden olan hissesi düşer ilh...» Zira kasdî olarak meyve de satışa
dahil edilmiştir. O zaman semenden ona da birşey tekabül eder. Semenden ona tekabül eden kısım
akarın seme-ninden düşer. Hidâye.
«Çünkü meyveler kabızdan sonra meydana gelmiştir ilh...» O zaman o ancak yere teb'an mebî
olmuş olur. Ona semenden birşey de karşılık olmaz. Hidâye.



«Çünkü pazarlık ona dönmüştür ilh...» Yani şer'i bir gerekçe olma-dan şüf'a sahibinin münferiden
şüf'ayı iptal etmesi caiz değildir. T.
«Ama hükümden önce bunun aksine ilh...» Musannif, «Şüf'a karşı-lıklı rıza ile alınmakla veya
hâkimin hükmü ile mülk edinmedir» sözünü yukarıda zikrettik. O zaman burada hüküm kelimesi bir
kayıt değildir.
«Satıcının hakkı akardan kesildiği vakit ilh...» Yani müşteri aldığı arsada bina veya benzeri birşey
yapma gibi bir tasarrufda bulunsa, satıcının hakkı kesilir. O zaman da şüf'a taleb edebilir. Nitekim
gelecektir.
«Karşılık olarak birşeyin şart koşulduğu hibede ilh...» Yani akitte. Bu meselenin şekli şöyledir:
Adamın birşey! hibe edeceğini fakat buna karşılık onun da kendisine birşey vermesini söylemesi,
gibi. Fakihler adam, «Şunu sana hibe ettim, şu karşılıkla» dese, bunun akdi olduğun-da icma
etmişlerdir. İtkanî.
Hâniye'de şöyle denilmektedir: «Eğer hibe ivaz şartı koşulmadan yapılırsa kendisine hibe edilen
adam bir karşılık verirse, onda şüf'a yoktur.»
«Hibe ile karşılığında şüyu da olmasa ilh...» Yani hibenin karşılığı da yine hibe gibi akar olursa. T.
diyor ki: «Eğer ivaz şayi birşeyden olursa, bakılır: Eğer hibe edilen taksim edilebilir birşeyse o
fasittir. Eğer taksim edilebilir birşey değilse, o hibe sahihtir. Onda şüf'a da cereyan eder. Bu da
hibede geçenin kıyasıdır.»
Gâyetü'l-Beyân'da da şöyle denilmektedir: «Ashabımız demiştir ki: Adam bir ivazla binanın yarısını
hibe etse, onda şüf'a yoktur. Çünkü tak-sim olunabilen bir malda müşaın hibesi caiz değildir.»
«Her iki tarafın da kabz vaktidir ilh...» Öyleyse, ivazlardan bir tane-si kabzedilmiş olsa, o zaman
şüf'a yoktur. İtkanî.
Eğer diğerini kabzetmeden onu teslim ederse, o zaman o bâtıldır. Nitekim sarih Mebsut'tan naklen
ileride zikredecektir. Bunun misli Mustasfa'dan naklen Cevhere'de de mevcuttur.
Nihâye'de de şöyle denilmiştir: «Bize göre her iki tarafın da kabzı gereklidir. Züfer buna muhalefet
etmiştir. Bizim görüşümüze göre her iki taraf kabzedene kadar şüf'a yoktur. Züfer'in görüşüne göre
karşılıklı ka-bızdan önce de şüf'a sabittir. Zira ona göre ivaz şartı ile yapılan hibe başlangıçta da,
sonunda da satım akdidir. Bize göre ise hibe, başlangıç-ta bir hayır, her iki taraftan kabızla ittisal
ettiği zaman ise satım menzîlesindendir. Mebsut'ta da hüküm böyledir.»
Kuhistanî'de Muhit'ten naklen şöyle denilmiştir: «Karşılıklı hibede zahirü'r rivaye her iki tarafın kabz
vaktinde taleb edilmesidir. O zaman Sâyıhanî'nin Makdisî'den naklettiği «Bir rivayete göre akit
vaktinde şüf'a taleb edilir. Sahih olan da budur» sözü kapalıdır. Çünkü o Züfer'in sö-zü üzerine bina
edilmiştir. Ben Hidâye'nin şerhlerinden ve diğer kitap-lardan Züfer'in görüşünü sahih göreni de
görmedim. Düşün.»
«İmam Muhammed'e göre satım akdine icazet verdikleri vakittir ilh...» Sahih olan da ancak İmam
Muhammed'in sözüdür. Nitekim sarih de gelecek babın baş tarafında bunu zikredecektir; Bu
hususta bir kelâm vardır ki sen bunu bileceksin.
«Hâkim ona sorar ilh...» Bezzâziye'de şöyle denilmektedir: «Kitap-larda şüf'ayı kabul etmeyen bir
kimsenin şüf'ayı caiz gören bir hâkim-den şüf'ayı taleb etmesi zikredilmemiştir. Bu konuda bazı
âlimler «Kom-şulukla şüf'ayı caiz görmeyen kimseye şüf'a ile hüküm verilmez. Çünkü o davasının
bâtıl olduğunu gerekli görmektedir» demişlerdir. Bazı âlim-ler tarafından da, «Hâkim ona şüf'anın
komşulukla vücubuna inanıp inan-madığını sorar. O da eğer evet derse, şüf'a ona hükmedilir. Eğer
inan-madığını söylerse, hüküm verilmez» demişlerdir.
Halvânî diyor ki: «Sözlerin en güzeli budur.»
«İnanmadığını söylerse ilh...» Bezzâziye'nin ifadesi şöyledir: «Eğer hayır derse, hüküm verilmez.»
Düşün.
«Şüf'a sahibi şüf'anın taleb teklifini tehir etse ilh...» Yani hâkimin indinde isbatını. Zira hâkimden
şüf'a talebi üçüncü talebtir ki, bu da mu-vasebe ve takrir talebinin isbatını da, tazammun eder. O
zaman icab keli-mesi yerinde kullanılmış olur. Bu hüküm, İmam Muhammed'in müftabih olan «Eğer
bir ay özürsüz olarak şüf'a talebini tehir ederse, şüf'ası bâtıl olur» sözü üzerine bina edilmiştir.
Nitekim yukarıda geçti.
«Hâkim kaçınsa ilh...» Yani hâkim kaçınsa veya onda şüf'a taleb edilen kimse kaçınsa. Bunu
Ebussuud ifade etmiştir. T.



«Ama Yahudilerin cumartesileri bunun aksinedir ilh...» Zira hâkim cumartesi de olmuş olsa,
Yahudiyi mahkemede hazır bulundurur. Hâki-min onu hazır ettirmesi şüf'a eğer ondan taleb
edilmişsedir. Ama eğer şüf'a onun için taleb ediliyorsa, o zaman ifadenin manâsı, hâkimden ta-leb
edilir, herne kadar cumartesi de olsa, olur. Bu hüküm, eğer cumar-tesi ayın sonu ise açık olur. Zira
ondan önce şüf'ayı tehir etmek ittifakla şüf'ayı ibtal etmez. Ancak eğer talebten maksat muvasebe
ve takrir ta-lebi olursa, o zaman bâtıl olur. Sen düşün.
Hıristiyanların pazar günü de Yahudilerin cumartesi gününün hükmü gibidir. Nitekim bunu Hamevî
ifade etmiştir.
«Nitekim gelecektir ilh...» Şüf'a kitabının sonunda, fer'i meselelerde gelecektir.
«Onu elli Hraya alır ilh...» Bu mesele Hâniye'de İbni Fazl'a nisbet edilmiştir. Ondan sonra da şöyle
denilmiştir: «Kadı Sadi, «Şefîden seme-nin yarısı atılmaz. Ancak şefiden yere gelen noksanlığın
hissesi düşülür» demiştir.»
Hâniye'nin birincisini zikretmesinin zahiri, ona itimad ettiğini gös-terir. Nitekim onun âdeti böyledir.
«Çünkü onun semeni ilh...» Bu talilin zahiri, onların her ikisinin de kıymeti akit vaktinde eşit
olmasıdır. O halde eğer kıymetleri birbirinden farklı olsa, o zaman şefinin şüf'ayı elli liraya alması
belli olmaz. Belki yerin bahası toprakla yerin kıymetleri itibariyle taksim edilir. Sen düşün.
«Şüf'a sahibi şüf'a ile binayı alır ilh...». Çünkü her ikisi kabzettikleri vakit karşılıklı ivazın inikat etme
vaktidir. İşte bundan ötürü musannif her ikisinin kabzına delâlet eden tekabuz kelimesiyle ifade
etmiştir. T.

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...