SUDA BOĞULANLAR YANANLAR VE DAHA BAŞKALARI KAKKINDAKİ FASIL
M
E T i N
Suda
boğularak ölenler ve ateşte yanarak
ölenler birbirinden miras alamazlar. Ancak ölenlerin ölüm
sıraları bilinirse müstesna. O zaman miras alabilirler. Bu durumda. daha sonra ölen miras alır.
Eğer
sonra ölenin hangisi olduğu
bilinmiyor ise onlardan her birinin
varisine, mirastan mutlak
verilebilecek
olan miktarı verilir, şüpheli olan kısım ise durum belli olana kadar veya varisler
arasında
sulh yapılıncaya kadar bekletilir. Mecmâ şerhi.
Ben
derim ki: Bunu musannıf da ikrar etmiştir. Ancak şeyhimiz, İmam Muhammet'e isnatla
Davu's-Sirâc'dan
şöyle nakletmiştir: Eğer onlardan
birisi önce Ölmüş ama hangisinin önce öldüğü
bilinmiyorsa
o zaman ikisi de sanki beraber ölmüş gibi kabul edilir. Çünkü aralarında tearuz
vardır.»
Bu söz geçen ifadeye muhaliftir.
Eğer
ölümlerinin tertibi bilinmiyorsa,
onlardan herbirinin malı hayatta
olan varisleri arasında taksim
edilir,
çünkü şek ile verâset olmaz.
Kafir
de, müslüman gibi, sebep ve nesep
yoluyla miras alır.
Eğer,
kafirin birbirini habbeden iki şahısa akrabalığı olsa o kafir mirası sadece habbeden
vasıtasıyla alır. Eğer biri diğerini hacbetmez ise bize göre yukarda da söylediğimiz gibi,
her iki
yakınlıkla da miras alır.
Kafirler
(İslâma göre sahih değilse) kendilerince helâl olan evlenmeler yoluyla miras alamazlar.
Yâni
bir Mecusi annesi ile evlendiği takdirde annesinden zevce olarak miras alamaz. Çünkü fasit
nikah,
müslümanlar arasında veraseti icap ettirmez. öyleyse fasit nikah, mecûsiler arasında da
mirasa
sebep olamaz. Cevhere'de de böyle denilmiştir. Cevhere'nin ibaresi şu şekildedir: «Gayri
Müslimler
Müslüman oldukları takdirde devam edebilen nikahları vasıtasıyla birbirlerinden miras
alabilirler. Devam edemeyen nikahları vasıtasıyla
ise miras alamazlar.»
Zahiriye'de
de bu hüküm sahih görülmüştür. Veled-i zina ve veled-i liân (zina mahsulü
olan çocuk
ve
babanın reddedip liânlaştığı çocuk)
sadece annesi tarafından miras alır. Zira asabeler bahsinde,
onların
babaları olmadığını takdim etmiştik.
Ana
karnındaki bebeğe bir oğul veya bir
kız payından hangisi daha fazla ise o bırakılır. Fetvâ buna
göredir.
Çünkü genelde (bir batından) bir
çocuk doğar. Ayrıca onun hissesi için ihtiyaten kefil olur.
Meselâ
bir kişi ölse ve geride annesi-babası, kızı ve hamile karısı kalsa, eğer haml erkek farzedilirse
mesele
yirmidörtten olur. Kız farzedilirse
yirmiyediye avl edilir.
Bu
misal bebeğin ölüye ait oluşuna göredir. Eğer bebek ölüye ait değilse onun örnekleri çoktur.
Meselâ
bir kadın ölerek geriye kocasını ve gebe olan annesini bıraksa terikenin yarısı kocasının,
üçte
biri annesinin, ve erkek takdir edilirse, altıda biri de ceninindir. Çünkü o asabedir. Eğer kız
takdir
edilirse yarısı ona verilir ve
mesele sekize
avledilir.
Ben
derim ki: Ben ceninin iki takdirden birine göre miras alıp diğerine göre alamayacağı durumla
ilgili
bir bilgi görmedim. Meselâ bir kadın ölüpte geriye kocasını hamile olan annesini ve anabir iki
erkek
kardeşini bıraksa, eğer cenin erkek takdir edilirse ona mirastan birşey kalmaz. Bu durumda
uygun olan, hamlin kız takdir edilmesi ve meselenin ihtiyaten dokuza avledilmesidir. Vehbâniye'de
şöyle bir mesele kurulmuştur: Doğurduğu erkek çocuk miras almayan, oma doğurduğu kız üçte bir
hisse
alan hamile kadın kimdir?!
i
Z A H
Burada,
boğulanlar ve yananlarla birlikte, yıkıntı altında kalanlarla savaşta topluca öldürülenlerdir.
Musannıf:
«Başkaları» sözü ile kâfiri, zina mahsulü olan çocuğu, koca tarafından inkâr edilip, karısı
ile
lânetleştiği çocuk ve cenini kasdetmiştir.
«Ancak... bilinirse müstesna ilh...» Sekbu'l-Enhûr ve diğer kitaplarda belirtildiğine göre bunların
beş
hali vardır:
1
- Boğulan veya yanan iki kişiden
birisinin daha evvel öldüğü bilinip
onun hangisi olduğunda
tereddüd
edilmesi: Bu durumda ikinci ölen ilk ölenden miras alır.
2
- Ard arda öldüklerinin bilinmesi fakat hangisinin önce öldüğünün
bilinmemesi,
3
- İkisininde birlikte öldüğünün
bilinmesi,
4
- (Yukarıdakilerden) Hiçbirşey
bilinmemesi. Son üç halde,
ölenlerden biri diğerinden herhangi
birşey
alamaz.
5
- Ölen iki kişiden hangisinin önce öldüğünün bizzat
bilinmesi ve bundan sonra onun
hakkında
tereddüde
düşülmesi. Bu husustaki tafsilat ileride gelecektir. Bu tasnifin benzeri,
Dürrü'l-Müntekâ'da
da vardır.
«Sonra
ölenin hangisi olduğu bilinmiyorsa
ilh...» Yâni peşi peşine öldükleri bilindikten sonra. Bu
hal
ikinci ve beşinci hallerde muhtemel olur. Ancak, Mecmâ Şerhinin şu ibaresi halin sadece ikinci
halde
muhtemel olduğunu ifade
etmektedir: «Bunlardan önce öldüğü bilinirse ama önce ölenin
hangisi
olduğu bilinmezse, bunlardan
her birinin varislerine mutlaka verilmesi gereken mikdar
verilir.
şüpheli olan mikdar ise, durum belli olana kadar veya aralarında sulh yapılıncaya kadar
bekletilir.
«Herbirinin
varisine mirastan mutlaka
verilecek olan verilir ilh...» Yâni onların varislerinden
herbirine,
her halükârda (hangisi önce ölürse ölsün) verilecek olan verilir. Mecmâ sahibinin «veya
aralarında sulh yapanlar» sözü buna karinedir. Buna göre; iki kardeş suda boğulsalar ve herbirinin
bir
kızı olsa, daha sonra ölen belli olana kadar o kızlardan herbiri babasının terikesinin yarısını alır.
Belli
olduktan sonrada daha sonra ölenin kızı babasının terikesinin kalan yarısını ve babasından
önce
ölen amcasının terikesinin de yarısını alır. Yada iki kız aralarında sulh yaparak anlaşırlar.
Düşün!
«Mecmâ
şerhi.» Yani Mecmâ musannıfın şerhinde... Bunun benzeri İhtiyâr'da da vardır.
İhtiyâr
sahibide
şöyle demiştir: «Bunlardan birinin
önce öldüğü bilinmekle beraber hangisinin olduğu
bilinmese,
herbirinin varisine her halükârda olacağı mikdar verilir. Şüpheli olan kısım da durum
belli
oluncaya veya aralarında sulh yapıncaya kadar bekletilir.»
Bunun
benzeri Sirâciye musannıfının Sirâciye şerhinde de vardır. Sirâciye'nin bazı
şârihleri de buna
uymuşlardır.
Acemzâde
de Haşiyesinde bu ifade
«hatırlamakdan ümit kesilmez» sözüyle gerekçelendirilmiştir.
«Ancak şeyhimiz... şöyle nakletmiştir
ilh...» Yâni Minah üzerine olan haşiyesinde... Mecmâ Şerhinin
haşiyesi
olan Miracu'd-Diraye'de de Sirâciye şerhi olan Da'u's-Sirâc'ın ibaresi ile istidrâk edilmiştir.
Allâme
Kasım Ferâizu'l-Mecmâ şerhinde şöyle demiştir: Mecmâ sahibi zikrettiği şeyi İhtiyâr'dan
almıştır.
Bu Şâfiî'lerin görüşüdür. Bu görüşü
ne rivâyet ne de dirâyet desteklememektedir.
Mebsût'ta
da şöyle denilmiştir: «İki kişiden birinin önce öldüğü bilinse ama hangisi olduğu
bilinmese,
aralarında muaraza bulunduğu için sanki ikisi beraber ölmüş gibi kabul edilir.»
Muhît'te
de : «Her ikisi de sanki beraber ölmüş gibi kabul edilir» denilmektedir.
Biri
birine varis olan iki kişiden birisi öbüründen önce ölse ama hangisinin önce hangisinin sonra
öldüğü
bilinmese hüküm yine aynıdır. Çünkü bu ikisinden sonra
ölen için, miras sebebi sabit
olmuştur.
Fakat mirası hangisinin istihkâk edeceği bilinmemektedir. Öyle olunca mirasın bunlardan
birisine
ait olduğu söylenemez. Bu mesele şuna benzer: Birisi iki câriyesinden birini tayin ederek
azad
etse, ama sonra hangisini azad ettiğini unutsa bunlardan hangisinin onun mülkü olduğu
bilinmediği
için ikisi ile de cinsi münasebette bulunması helâl olmaz.
El-Erfâd'da
şöyle denilmiştir: «... Veya onlardan
biri diğerinden önce ölmüş olsa ve önce ölenin
hangisi
olduğu bilinmese: Fakihler onları beraber ölmüş gibi kabul etmişlerdir. Öyle olunca,
onlardan
herbirinin malı hayatta olan varislerinindir. Ölülerden biri diğerinden miras alamaz. Bu,
Ebu
Hanife'nin mezhebidir.»
Bu
aynı zamanda Sekbu'l-Enhur'da ve Makdîsi'nin Kenz şerhinde de zikredilmiştir. Ben de bunu
Rehiku'l-Mahtûm'da
özetledim. Orada dedim ki «Bu ibarelerin hepsinden akla ilk gelen şudur:
Tartışma
konusu olan şey ikinci haldir. O da
birinin önce öldüğü bilindiği halde hangisinin
olduğunun
bilinmemesidir. Bu tasavvur Sekbu'l-Enhûr'da beşinci hale tahsis edilmiştir. O da önce
ölenin
şahsen bilinmesi ama sonradan karıştırılmasıdır. Sekbu'l-Enhur bunu Allâme Kasım'ın
sözünden
almış olabilir ki o da Şafii'nin kavlidir. Zira şafiîler tartışma konusu olan şeyi, Şensûrî'nin
Tertip
şerhinde zikrettiği gibi, sadece beşinci halde zikretmişlerdir.
Ancak
ikinci halde tartışma olursa, beşinci halde de öncelikle olur. Düşün.
«Çünkü
şek ise verâset olmaz.» Bu, ya takdir
edilen şöyle bir hükmün illetidir: Onlar biri birlerinden
miras
alamazlar. Çünkü şek ile verâset olmaz.
Yada,
musannıfın daha önce sarahaten zikrettiği hükmün illetidir. Bu da, Ebu Hanife'nin sonraki
görüşüdür.
Ebu Hanife evvela ölenlerin varislerinin biri birlerinden miras alacağını, ama ölenlerin
kendilerinin
biribirlerine varis olamayacağını söylemiştir. Mutemed olan, Ebü Hanife'nin birinci
görüşüdür.
Çünkü onların ikisinin beraber veya
peşi peşine ölmeleri muhtemeldir.
öyle olunca
mirası
kimin hak edeceği şüpheli olur. Hayatta olan varislerin hak sahibi oldukları ise kesindir.
şüphe
ise kesin bilgi karşısında duramaz. Bu durumda : İki kardeş suda boğularak ölse ve
herbirinin
doksan dirhem malı olsa ve bunların geride birer kız, bir anne ve bir de amca bıraksalar,
mutemed
olan görüşe göre bunların her birinin
terikesi hayatta olan varislerine göre altıdan taksim
edilir.
Yarısı kıza, südüsü annesine, kalan da amcasına verilir.
İkinci
görüşe göre artan mal, ki otuz dirhemdir, amcaya değil ölen kardeşe verilir, sonra bu otuz,
kız,
anne ve amca arasında yukarda geçtiği
gibi altıdan taksim edilir. Böyle olunca da altmışı kıza,
yirmisi
anneye onu da amcaya verilir. Kâsım, özetle...
BİR
UYARI:
Vârislerden herbiri babasının daha sonra öldüğüne dair delil getirse, Ebu Hanife'ye göre her iki
taraf
da karşı tarafı yalanlayarak yemin
ederler.
Aynı
şekilde, herbirinin vârisi,
diğerinin babasının daha evvel öldüğünü iddia ederek yemin etse
tasdik
edilmez. Ama bunlardan birisi önce delil getirse veya iddiada bulunsa ve ikincisinde de
yemin
etse o zaman tasdik edilir, çünkü muarızı yoktur.
İki
kardeş aynı günde zevâl vaktinde veya güneş doğarken yada batarken ölseler: Ama bunlardan
birisi
doğuda, öbürü de batıda olsa,
batıda olan doğuda olandan miras alır. Çünkü doğuda olan
daha
önce ölmüştür. Zira güneş ve diğer
yıldızların doğmaları ve batmaları doğuda batıdakinden
daha
evveldir. Sekbu'l-Enhur.
Dürrü'l-Müntekâ'da
şöyle denilmiştir: «Bu ifade ediyor
ki; Eğer aynı şehirde veya bir
birlerine yakın
bir
yerde olsalar hüküm böyle olmaz.» Ona müracaat edilsin!
Ben
derim ki: Mirasın şek ile sabit olmayışında ve şek olmadığında sâbit oluşunda şüphe yoktur.
«Kâfir
hacbeden vasıtası ile miras alır.» Meselâ bir mecûsinin annesi ile evlenmesi
gibi...Sekbu'l-Enhûr'da şu da ilave edilmiştir: Bir müslüman şüphe ile annesi ile cinsi münasebette
bulunsa
ve o kadın bir kız doğursa sonra o
kız ölse ve geride annesi kalsa -ki bu aynı zamanda
onun
ninesidir- o kadın sadece annelik sıfatı ile miras alır, çünkü anne nineyi hacbeder.
«Her
iki yakınlıkla da miras alır.» Meselâ geçen meselede zikredilen anne ölse ve geriye kızını
bıraksa, -ki bu aynı zamanda onun oğlunun kızıdır-
bu kız kız olma sıfatı ile malın yarısını. oğlunun
kızı
olması hasebiyle de üçte ikiye
tamamlamak için de altıda birini alır.
«Bize
göre ilh...» Şâfiî'ye göre ise hangi
akrabalığı daha kuvvetli ise onunla miras alır. Nitekim bunu
avl
bâbından hemen önce takdim ettik,
«Kâfirler (islâm'a göre sahih değilse) kendilerince helâl olûn
evlenmeler
yoluyla miras alamazlar.» Bu söz, musannıfın «iki akrabalıkla miras alırlar» sözünden
kaçınmak içindir.
Aradaki
fark şudur: Mecûsilerce helâl olan nikahlar islâm'a göre kesinlikle geçerli değildir. Ama
akrabalık böyle değildir. Çünkü, fasit nikahta ve şüphe ile olan cinsi münasebette nesebin sebebi
mahzurlu
olsa bile, neseple miras hak edilir.
Makdisî'de
şöyle denilmiştir: Karıkoca arasında hürmet-i musaharet olduğu anlaşılırsa. fakat
onların
bir çocukları olsa ve o çocuğun babası ölse, Kadı Süleyman bu çocuğu mirastan mahrum
etmiştir.
şeyhü'l-İslâm Suğdî ise miras alacağını söylemiştir. Şâihânî.
Ben
derim ki: Bu mesele Vehbaniye'de, aynı konuda nazm halinde beyan edilmiştir. Onun
şerhlerine miracaat et!
«Mecûsinin
annesi ile evlenmesi gibi.» Yâni onlardan biri diğerini terkederek ölürse zevciyet ile
değil
nesep ile miras alırlar.
«Müslüman
oldukları takdirde devam edebilen nikahfarı vasıtasıyla ilh...» Bu,
şahitsiz olarak
yapılan
bir nikah veya bir kâfirin iddetindeki bir kadınla yapılan nikah gibidir ki onlar bu iki nikahı
helâl
kabul ederler. Ama mahremleri
ile veya bir müslümanın iddetindeki kadınla nikahlanırlarsa bu
nikahları
müslüman olduklarında devam etmez.
Bu
mesele Cevhere'de; caiz olan nikah ile fasit olan nikaha koide kılınmıştır. Yâni mirasın sübûtuna
sebep
olan nikah sahih, olmayan ise fasittir.
«...Sadece annesi tarafından miras alırlar.» Meselâ bir adamın bir kadından bir çocuğu olsa,
sonrada
o kadınla zina yapsa ve kadın bir
çocuk daha doğursa veya kendi çocuğu olan kadın ile
başka
bir çocuktan dolayı lanetleşseler ve sonra bu iki kardeşten birisi ölse diğer kardeşi ondan
anne-baba-bir
kardeş olarak değil anne-bir kardeş olarak miras alır. H.
«Zira,
asabeler bahsînde... takdim ettik.» Orada, aralarındaki farkı ve hükmü takdim etmiştik. Dikkat
et!
«Ana karnındaki bebeğe bir oğul payı bırakılır ilh...» Böyle olması ana karnındaki ceninin varislere
ortak
olduğu veya onları hacb-i noksan ile hacbettiği takdirdedir. Ama onların hepsini mirastan
mahrum
ederek hacbederse malın hepsi bekletilir.
Eğer
doğum bir aydan daha yakın
olursa aynı şekilde (herhalükârda) malın hepsinin bekletileceği
de
söylenmiştir.
Haleb'de
yaşayan bir âlim de Sirâciye üzerine yazdığı şerhinde bunu
kati bir ifadeyle zikretmiştir.
Şu
kadar var ki, Ekmel'in de Sirûciye şerhinde zikrettiği gibi
mutlak ifade daha açıktır.
Eğer
ana karnında bebek olup olmadığı bilinmese onun için bir pay durdurulmaz. Fakat
daha sonra
kadın
doğum yaparsa daha evvel yapılmış
olan taksimat
yenilenir.
Kadın
gebe olduğunu iddia etse o kadının
hamilini tespit için bu hususta güvenilir kişilere havale
edilir.
Eğer
kadın çocuğu ölü olarak
doğurursa yani çocuk kendiliğinden ölü olarak doğarsa bu çocuk
miras
alamaz. Ama eğer bir cinayetle düşürülürse o zaman miras da alır ve ona varis de
olunur.
Çocuğun
ekserisi, hayatta olduğu bilinecek
bir şekilde canlı olarak çıkar, -bu canlılığı bir göz veya
dudak
oynatması ile de olsa- ve sonra ölürse miras alır ve cenaze namazı da kılınır.
Eğer
çocuğun vücudunun az bir kısmı canlı
olarak çıkar ve sonra ölürse o zaman miras alamaz. Bu
bahsin
tamamı Dürrü'l-Müntekâ'dadır.
«Fetvâ
buna göredir.» Bu, Ebu Yûsuf'un görüşüdür. İmam-ı Azâm'a göre ise dört erkek çocuğun
payı, imam Muhammed'e göre ise iki erkek çocuğun payı
bekletilir.
«Çünkü
genelde (bir batından) bir çocuk
olur.» Yâni ekseriyetle ve mutad
olan, kadının bir batında
ancak
bir çocuk doğurmasıdır. Bunun aksi bilinmediği müddetçe hüküm ona göre verilir. Seyyid.
«...
Kefil olunur.» Ebû Yûsufun görüşüne
göre Kâdı vârislerden, malum olan
mikdar karşılığında -ki
bu
da bir erkek çocuk payından daha fazla olandır- bir kefil ister. Bu, kendine bakmaktan aciz olan
cenini
gözetmek içindir. Seyyid.
«Meselâ... geride anne baba ve... kalsa ilh...» Ana karnındaki bebeğe alt meselelerin tashihindeki
asıl
şudur; önce zikredildiği gibi onun erkek ve kız oluşu göz önüne alınarak meseleleri tashih
edilir.
Sonra eğer aralarında mübâyenet varsa biri diğeri ile, muvafakat varsa biri diğerinin vefki ile
çarpılır.
Bundan
sonra her varis, onun farzedildiği
kadın meselesine göre alacağı hisseyi ikinci meselenin
tamamı
ile veya vefki ile çarpılmış olarak alır. Kendisine hâsıl olanlardan daha azı verilir, fazla olan
ise
bekletilir.
Buna
göre bu sûrette erkek oluşuna
göre mesele yirmidört ten olur;
kadına sekizdebir verilir ki bu
üçtür.
Ana-babadan herbirine altıdabir verilir, bu da dörttür. Kıza
da erkek (farzedilen) cenin ile
birlikte
kalan verilir ki bu da
onüçtür.
Kadın
farzedildiği takdirde ise mesele, içerisinde sekizdebir ve altıdabir karıştığı için 27 den gelir.
Ana-babaya
sekiz, zevceye üç, kızına da dişi olan cenin ile birlikte onaltı
verilir.
Bu
iki mesele arasında üçte bir ile muvafakat vardır. O zaman bu meseleden birisinin vefki diğeri ile
çarpılınca 216 eder, ve bundan taksim sahih
olur.
Buna
göre cenin erkek farzedilirse zevceye yirmiyedi düşer ki bu, üçün ikinci meselenin vefki olan
dokuz
ile çarpılması ile elde edilir. Ana ve babasına da otuz altı
verilir. Bu da dördün dokuz ile
çarpılmasından elde edilir. Kıza ise erkek farzedilen cenin ile birlikte yüz onyedi verilir, ki bu,
onüçün
dokuz ile çarpılmasıyla elde
edilir; yüzonyedinin sülüsü olan otuzdokuz kıza, kalan iki
sülüs,
ki bu da yetmişsekizdir, erkek olan cenine verilir.
Ana
karnındaki bebek dişi takdir edilirse, zevceye yirmidört verilir ki bu, üçün birinci meselelerin
vefki
olan sekiz ile çarpılmasından elde edilir. Ana-babadan herbirine de otuziki verilir. Bu da
dördün
sekizle çarpılmasından elde edilir. Kıza ise dişi olan cenin ile birlikte yüzyirmisekiz verilir ki
bu
onaltının sekiz ile çarpılmasından elde edilir. O zaman yüzyirmi sekizin yarısı olon altmışdört
kıza
verilir diğer yarısı olan altmışdört
de hamile kalır.
Sonuç
olarak ölenin zevcesine ve
ana-babasına, hamil dişi takdir edildiğinde düşen mikdar verilir,
kalan
onbir ise bekletilir. Bu da zevcenin hissesinden kalan üç ile anne-babasının hissesinden
kalan
sekizdir.
Kıza
ise cenin erkek takdir edildiğinde düşen verilir. Geri kalan da cenin için bekletilir ki bu da
yetmişsekizdir. Buna göre cenin için bekletilen meblağın toplamı seksendokuz olur.
Şayet
o bebek kız olarak doğarsa, bu
bekletilen hisselerden yirmibeşi hissesinin tamamlanması
için,
kıza verilir, geri kalan da kız olarak doğan bebeğe
verilir.
Ama
erkek olarak doğarsa bekletilenden karısına üç ebeveynine sekiz, kalan do erkek olarak doğan
cenine
verilir.
Şayet
cenin ölü olarak doğarsa; yarıya tamamlamak için bekletilen kıza, sekizde bire tamamlamak
için,
üç, karısına, altıda biri tamamlamak içinde dört, anneye verilir. Babaya da onüç kalır ki bu
onüçten
dördü altıda biri tamamlamak için, dokuzu da asabe olarak verilir.
Ben,
bu taksimatta, Sirâciye ve
şerhlerindekine muhalafet ettim.
Zira biliyorsun ki; fetvaya göre
bekletilen
mikdar bir erkek çocuğun hissesidir. Diğerine göre ise burada hâmi kız hakkında erkek,
zevce
ve ebeveyn hakkında da kız olarak takdir edilir.
Sirâciye'de
olana hayret! Zira o, müfta bihin
bu olduğunu söylemiş. sonra da hamlin
dört erkek
çocuk
payını bekletmiş ve taksimatını ona
göre yapmıştır. Düşünülsün!
BİR
UYARI:
Bu
bekletme işi ancak, hissesi çoktan aza değişen varis hakkındadır. Ama, nine ve hamile olan
zevce
gibi, hissesi değişmeyen varisler için birşey
bekletilmez.
Şayet
hamlin iki halinden birisine göre
hamile olan zevcesi ile beraber olan kardeşi veya amcası
gibi
hiç miras alamayan bir yakını olursa, ona hiçbir şey verilmez. Bu konuda geniş bilgi
Sekbu'l-Enhûr'dadır.
«Bu
misal ilh...» Yâni geçen misal... Bilinmelidir ki; eğer bebek ölenden olur ve iki seneden az bir
zaman
zarfında doğar kadın da iddetinin
bittiğini ikrar etmez ise o zaman miras alır. Ama eğer
bebek
iki senenin tamamında veya daha fazla bir sürede doğar yada kadın iddetinin bittiğini ikrar
ederse
o zaman hami miras alamaz.
Sîrâciye'de
tam iki senenin iki seneden aşağı olan zamana ilhak edilmesi zâhir-i rivâyetin
hilafınadır.
Şayet
hami ölüden başkasından olursa o
zaman ancak adamın ölümünden altı ay veya daha az bir
zaman
zarfında doğarsa miras alır. Aksi halde miras alamaz, Ancak kadın iddet bekler ve iddetinin
bittiğini
de ikrar etmez ise veya varisler hamlin var olduğunu ikrar ederlerse o zaman miras alır.
İbnu
Kemal'in şerhi, Yakub'un haşiyesi ve
Sekbu'l-Enhur'dan böyle anlaşılmaktadır.
«...
Onun örnekleri çoktur.» Bu ifadeden eğer bebek ölüden olursa örneğin sadece geçen misal
olduğu
zannını veriyor. Halbuki öyle
değildir. Şunu Tahtavi ifade etmiştir.
«Gebe
olan annesini ilh...» Yâni ölen kadının, babasından gebe olan annesi kalsa... Ama eğer bebek
ölen
kadının babasından değilse o zaman hamlin farzı, ister erkek olsun ister kız, olsun üçte birdir.
«Eğer
kız takdir edilirse.» Zira onun payı daha
çoktur.
«Ben
görmedim ilh...» Müellifin bu
meseleyi Vehbaniye'den aynen nakletmesine rağmen böyle
demesi
hayret vericidir. H.
Ben
derim ki: Şârihin bu ifadeden muradı şudur: Şârih hami için terikeden birşey bekletilip
bekletilmeyeceği
konusunda birşey görmemiştir. Vehbâniye'nin sözlerinden bunu ifade edecek
birşey
yoktur.
«Ona
mirastan birşey kalmaz.» Yâni
cenine birşey kalmaz. Çünkü o asabedir. Halbuki farz hisseler
terikeyi
kaplamıştır. Çünkü mesele
altıdandır, kocaya yarısı verilir ki bu üçtür, anneye altıda bir
verilir
o da birdir. Anablr iki kardeşe de
üçte bir verilir ki bu da ikidir. Bu
mesele Şafiilere göre
mesele-i
müşerrekedir.
«Kız
takdir edilmesi ilh..» Zeylaî'nin sözü buna delâlet eder. Eğer varisin payı iki takdirden
birisine
göre
daha fazla olursa, ona daha az olanın düşeceği kesin olduğu için daha azı verilir, geri kalan da
bekletilir.
Çünkü
şüphe yok ki bu meselemizde
varislerin payı, ceninin erkek takdir edilmesi halinde dişi
takdir
edildiği duruma göre daha fazladır. öyleyse cenin dişi takdir edilir ve ona terikenin yarısı, avi
yapılarak, durdurulur. Bu da terikenin üçte biridir. Vârislere de kesin olan az meblağ
verilir.
«Hamile
kadın ilh...» Bu mısralar Vehbânfye'nin muâyatından alınmıştır, ki bu erkek doğurduğu
takdirde
çocuğun miras alamayacağı kız
doğurduğunda ise o çocuğa terikenin üçtebiri takdir
edilerek ki bu da avi halinde terikenin yarısı olur. Miras verileceği hamile kadın hakkında bir
bilmecedir. Bu bilmecenin cevabı da şârihin biraz evvel tasvir ettiğidir. O zaman denilir ki bu da: Bir
kadının
ölüp geride kocası, gebe olan annesi ve anne-bir iki erkek kardeşinin kalması halidir.
Aşikardırki:
Vehbâniye'nin
sözünde o hami için terikeden birşey
bekletip bekletilmeyeceğini ifade eden bir ibare
yoktur.
Vehbâniye'nin sözü sadece meseleyi
tasvir etmek için söylenmiş mücerred bir
sualdir. Allah
Teâlâ
en iyisini bilendir.