«Şartları ile
ilgili olarak ilh...» Vakfın şartlarıyla ilgili hususlar ise, mesela vakfın
gelirinden şu kadar miktarın falan cihete, artanının da falan cihetesarfedilmesi
şeklindeki ifadeleri, vakfın şartlarıyla ilgili şehadettir.
Bahır.
«İki adil kişiden
duyarlarsa ilh...» Yani adil kişilerin illaki erkek olmaları şart değildir.
Bunun hükmünde olan adil kişilerin şehadeti de aynıdır. O da bir adil erkekle,
iki adil kadının şehadetidir. Mültekat.
«Ölüm meselesi
bundan istisna edilmiştir ilh...» Camiü'l-Fusuleyn'de, «İki şahit babalarının
öldüğüne dair şahitlik yapsalar ve kendilerine bir miras bıraktığını söyleseler,
ancak «Biz ölümünü görmedik, ulaşamadık.» deseler, kabul edilmez. Çünkü onların
şahitlikleri ölmüş olan kişinin mülkiyeti ile ilgili duyduklarını
söylemeleridir. Bu ise caiz değildir.» denilmiştir.
«Elinde olduğuna
dair şahitlik etmeleri ilh...» Bu meselenin on mesele arasında zikredilmesi pek
uygun olmamaktadır. Bahır ve Fetih'te bu şekilde izah
edilmiştir.
«Şahitlik
yapabilirsin ilh...» Bahır'da bu konuda şöyle denmektedir:«Bilesin ki bir
kimsenin elinde olan malın mülkiyetinin ona ait olduğu konusunda şahitlik
yapmaları, iki adil şahidin ona ait olmadığını söylememeleri ile kayıtlıdır.
Eğer ona bir kişi haber vermiş ise, ona dayanarak mülkiyetin elinde bulunan
kişiye ait olduğu konusunda şahitlik yapması caiz olmaz.
Hülasa.
«Mülkü olduğuna
dair kesin kanaat hasıl olursa ilh...» Şurunbulaliye'de şöyle denmektedir: «Bir
kimsenin elinde kıymetli bir inci tanesi görülse, bu elinde görülen kişi bir
süpürgeci olsa veya babalarından intikal ettiğine dair emmare olmayan bir
cahilin elinde kitap görülse, bunu gören kişinin mülkiyetin ona dair, ona ait
olduğu konusunda şahitlik yapması caiz olmaz.» Bu da gösteriyor ki, bir kimsenin
elinde malın bulunması, malın ona ait olduğu konusunda şahitlik yapılması için
yeterli değildir.
«Eğer davacı da
aynı şeyi iddia ederse ilh...» Yani hakimin konu hakkında bilgisi olsa, hadiseyi
görse, dava açan kişi de hakimin gördüğü istikamette iddiada bulunsa, o zaman
hakim kanaatine binaen hüküm verebilir. Bu ifade ile Zeylaî'de olanla bu ifade
arasında bir telife işaret edilmek istenmiştir. Nitekim Bahır'da bu mesele
açıkça izah edilmiştir.
«Elinde gördüm
demekle ilh...» Mesela, «Bu malın ona ait olduğunu sanıyorum. Çünkü ben onu onun
elinde gördüm. Aynı mal sahiplerinin tasarruf ettikleri gibi onda tasarruf
ediyordu.» demesi halinde şahitliği kabul edilmez.
Camiü'l-Fusuleyn.
Zahiriye isimli
eserde, «Dini açıdan şöhret bulmuş ve kabul edilir nitelikte olan hususlardan
biri de, bir kimsenin yanında iki adil erkek veya bir erkek iki kadın şahidin
ifadeleriyle kendilerinden şahitlik istenmeden şahitlik yaparlar ve bunu duyan
kişinin kalbinde de mülkiyetin ona ait olduğu konusunda kesin kanaat hasıl
olacak olursa, şahitlik yapabilir ve şahitliği muteberdir.» denilmiştir. Benzeri
bir ifade Camiü'l-FusuIeyn'de de yer almıştır.
«Esah olan görüşe
göre ilh...» Bu konuda vakıfla ilgili bölümde yazdıklarımıza müracaat edilmesi
gerekir. Çünkü orada vakıfın şartlarına riayet edilip edilmeyeceği konusunda
Molla Ali'den nakledilen bir takım ifadelere yer verilmişti. Orada metinlerin
genel ifadelerine dayanarak kabul edilmeyeceği görüşü tashih edilmişti. Çünkü
metin kitaplarındaki ifadeler. fetva kitaplarındaki ifadelere mukaddemdir,
onlara itimat fetva kitaplarındakinden önce gelir. Remlî ve Osmanlı
Şeyhülislamlarından Ali Efendî bununla fetva vermişlerdir.
«İnsanlardan böyle
duyduk ilh...» Haniye'de, «Bu konuda bizim şahitliğimiz böyle olmuştur. Çünkü
insanlardan bu şekilde duyduk.» demeleri halinde, şahitlikleri kabul edilmez.»
denmektedir.
Ben derim ki:
Burada şu hususa da yer verilmesi gerekirdi: Mesela, «Güvendiğim biri bana haber
verdi.» dese, durum ne olur? Şarihin açık ifadelerinden de anlaşıldığına göre,
bunun duyma bir ilgisi olmasa gerektir. Yenabi isimli eserden naklen Bahır'da,
«duyma ile ilgilidir.» denmektedir.
İki şahit, bir
insanın öldüğüne dair şahitlik etseler. bu şahitlikleri ya mutlak bir şekilde
olacaktır, -o taktirde kabul edilir- veyahut «Biz öldüğünü görmedik, ama
insanlardan duyduk.» demeleri şeklinde olacaktır. Eğer bu durumda öldüğü artık
yaygın bir hale gelmemiş ise, ihtilaf olmaksızın ifadeleri kabul edilmez. Ama
insanlar arasında öldüğüne dair yaygın bir haber var ise. bu yaygın habere
dayanarak onların şehadeti kabul edilir. Nitekim İmam Muhammed Asıl isimli
eserinde bunun kabul edilebileceğini söylemiştir. Bazıları ise kabul edilmez
demişlerdir. Bu ifade de Sadru Şehit tarafından kabul edilmiş, fetvaya uygun bir
görüş olarak savunulmuştur. İnaye isimli eserde de sahih olanın bu olduğu
söylenmiştir.
Eğer şahitler, «Biz
onun öldüğüne şahitlik ederiz. Bu konuda bize bilgi verenler öldüğünü
görenlerdir, kendilerine güvenilen kişilerdir.» diyecek olurlarsa, caizdir ve
kabul edilir. Diğer bazı fukaha ise caiz değildir,
demişlerdir.
«Bütün meselelerde
ilh...» Yani duymakla şehadetin kabul edilebileceği, bütün meselelerde haberin
yaygınlığına binaen şahitlik ettiğini söylemeleri halindedir. Nitekim Haniye'de
de bu ifade benimsenmiştir.
Şahitliği kabul
edilen ve edilmeyenler
METİN
Şahitliği kabul
dilen ve edilmeyenlerden maksat, hakim üzerine şahitlik sonucu hüküm vermesi
vacip olan veya vacip olmayanlar demektir. Mahkemede şahitliği sahhi olan ve
olmayanlar demek değildir. Çünkü fasık bir insanın şahitliği sahihtir, fakat
Yakup Paşa'nın da belirttiği gibi, musannıfın da benimsediği görüşe göre fasıkın
şehadeti sonucu hakimin buna dayanarak karar vermesi vacip
değildir.
Hattabiye dışında
«ehli ehva» dediğimiz bidat sahiplerinden cebriye, kaderiye, rafiza, huruciye,
müşebbihe, muattıle gibi fırkaların inançları eğer onları İslamın dışına
çıkarmıyor, onları küfür derecesine ulaştırmıyorsa, şahitlikleri kabul
edilir.
Cebriye, kaderiye,
rafıza, huruciye, muşebbihe, muattıla gibi fırkaların her biri on iki fırkaya
ayrılmaktadır. Cem'an bunların sayısı yetmiş ikiye ulaşmaktadır. Hattabiye
gurubu ise rafizilerden bir gurup olup, kendi inançları istikametinde olanlara
şahitlik yapılmasının vacip olduğunu söylerler, hatta kendi inançlarına göre her
yemin edenin haklı olduğunu kabul ederler ve hakkında şahitlik yapılmasını caiz
görürler. Bunların şehadetini kabul edilmemesi, bidatlarından dolayı değil,
kendilerinin yalancılıkla itham edilmelerinden dolayıdır. Artık bu mezhebin
mensupları kalmamıştır. Bahır.
Zimmî kendi dinince
adil olduğu taktirde, kendisi gibi bir zimmi aleyhinde şahitlik yapması caizdir.
Bunların milletler değişse de durum aynıdır. Mesela yahudi ile hıristiyanın
birbirlerine şahitlik yapmaları, zimmi oldukları taktirde,
caizdir.
Ancak beş mesele
istisna edilmiş ve bu meseleler Eşbah'ta zikredilmiştir. Gayri müslim bir
zimminin yine kendisi gibi gayri müslim bir zimmi aleyhinde şahitlik yapması
halinde, aleyhinde şahitlik yapılan kişinin hüküm verilmeden önce müslüman
olmasıyla karşı tarafın şahitliği red edilir, kabul
edilmez.
Ukubeti gerektiren,
kısası gerektiren hususlarda hüküm verilip uygulamadan önce de müslüman olması
halinde, zimminin şahitliği müslüman aleyhinde şahitlik olacağından kabul
edilmemektedir. Bahır.
Zimminin müstemen
aleyhinde şahitliği kabul edilir. Aksi ise sahih değildir. Mürtedin kendisi gibi
bir mürted aleyhinde veya hakkında esah olan görüşe göre şahitliği kabul
edilmez. Müstemenin kendisi gibi bir müstemen lehinde ve aleyhinde şahitliği,
aynı ülke vatandaşları olmaları halinde, kabul edilir. Çünkü ülkelerinin
değişmesi onların birbirlerine olan velayet hakkına son verir. Aynen mirasa mani
olduğu gibi. Zira ayrı ayrı ülkelerin vatandaşları gayri müslim oldukları
taktirde birbirlerine varis olamazlar.
Dini sebebten
dolayı düşman olan bir kişinin, şahitliğinin kabul edilmesinde bir beis yoktur.
Çünkü ona olan düşmanlığı dindarlığından kaynaklanmaktadır. Dünyevi olan
düşmanlıklar ise yalan söylemeye iteceğinden şehadetinin kabulüne manidir.
Dostun dosta şahitliği de kabul edilir. Ancak dostluk birbirlerinin malını kendi
mallarıymış gibi tasarruf edebilecekleri bir dereceye ulaşmış ise, bunların
birbirleri lehinde şahitlikleri kabul edilmez. Bu musannıfın Feteva'sında muinül
hukkâm isimli esere nisbet edilerek zikredilmiştir.
Israr etmeksizin
küçük günahları irtikab eden kişilerin şahitliği de kabul edilir. Tabiki bu
büyük günahlardan sakınması ile kayıtlıdır. Ve işlediği işlerin doğru olması,
doğru olanın olmayanlardan daha çok olması halinde durum
böyledir.
Küçük günahlarda
ısrar etmeyen, büyük günahlardan sakınan kişi adil kişi demektir. Hülasa isimli
eserde, «Şahsiyet ve cömertliği benimsemeyen, kişiliğini zedeliyen herhangi bir
fiili işleyen kişinin bu konudaki ısrarı büyük günah sayılmaktadır. İbni Kemal
de bu görüşü benimsemiştir.» denilmiştir. Bu hususta şu kaide vaaz edilmiştir:
«Ne zamanki insan büyük günah irtikab ederse, adaleti düşer. Baliğ olmasına
rağmen özürden dolayı henüz sünnet olmamış erkeklerin şahitliği de kabul edilir.
Ama imkan varken ihmalden dolayı sünnet olmamış kişilerin şahitliği kabul
edilmez.» denmiş ve şarihte, «Bu görüşle amel ederiz.» ifadelerini eklemiştir.
Bahır.
Ancak dinen sabit
olan herhangi bir hükmü hafife almak ve onunla olay etmek insanı dinden çıkarır.
İbni Kemal.
Testisleri
çıkarılmış, yumurtaları alınmış kişinin, burulmuş erkeğin şahitliği de kabul
edilir. Eli bir hırsızlıktan dolayı kesilmiş de olsa, tövbe etmesinden sonra
onun şahitliği de kabul edilir. Zinadan doğma çocuğun şahitliği, hatta zina
konusunda da olsa, kabul edilir. Bu noktada İmam Malik muhalefet etmiştir.
Erkeklik ve dişilik uzuvlarını vücudunda taşıyıp erkek ve kadın olduğundan şüphe
edilen hünsa dediğimiz kişinin durumu da kadın gibidir. Eğer bilinmeyecek bir
durumda olacak olursa kadın hükmünde, aksi halde ya kadın veya erkek olduğu
açıktır.
Azad edilmiş
kölenin azad eden efendisi lehinde ve efendinin azad ettiği köle lehinde
şahitlikleri de kabul edilir. Ancak töhmet mevzu olan yerlerde şahitlikleri
kabul edilmez. Nitekim bu konuda Hülasa'da şu ifadelere yer verilmiştir: Azad
edilmelerinden sonra baiyle müşteri arasındaki ihtilafta semen miktarının şu
kadar olduğu konusundaki şahitlikleri onlar için azad etmenin isbatını sağlaması
bakımından bir menfeat sağladığı düşüncesiyle kabul
edilmez.
«Bir kimsenin öz
kardeşi, amcası ve süt yoluyla akrabası olan veya evlenme sebebiyle
akrabası»olan kişiler lehinde şahitlikleri kabul edilir. Ancak aralarındaki
husumetin uzaması halinde o zaman şahitliği kabul
edilmez.»
Hizane isimli
eserde, «Şahitlerle müddaaleyh dediğimiz davalı arasında bir husumet meydana
gelse, şahitlerin adil olmaları halinde bu müddaaleyh aleyhinde şahitlikleri
kabul edilir. Gayri müslim bir insanın, mevlası (sahibi) müslüman olan gayri
müslim bir köle aleyhinde şahitliği kabul edilir. Müslüman müvekkilin, gayri
müslim hür bir vekili aleyhinde gayri müslim bir zimminin şahitliği kabul
edilir. Aksi ise sahih değildir. Çünkü o zaman müslüman aleyhine bir şahitlik
kasten söz konusudur. Birincisinde ise zimnen müslüman aleyhinde bir şahitlik
olması hasebiyle kabul edilir.» denmiştir.
Vasisi müslüman
olan ölmüş zimmî aleyhinde gayri müslimin şahitliği kabul edilir. Eğer müslümana
bir borcu yok ise. Bahır. Eşbah'ta, «Gayri müslimin zımnen şahitlik müstesna
hiçbir surette direkt müslüman aleyhinde şahitliği kabul edilmez. Ancak zaruret
gereği iki mesele daha istisnaedilmiştir. Birisi vasi tayin edilmesi meselesi,
mesela iki gayri müslim, ölmüş bir gayri müslim bir kafiri vasi tayin ettiği
hususunda şahitlik yapsalar, ölmüş olan o kimsenin müslümanda bir alacağı olsa,
bu durum zimnen müslüman aleyhinde şahitlik olduğundan kabul edilir. (Bu da
müslümanın borcu kabul etmesi vesayeti 'inkar etmesi halindedir.) Nesep konusu
da istisna edilmiştir. İki nasrani (hıristiyan) şahit falan kişinin ölmüş olan
hıristiyan falan kişinin oğlu» olduğuna şahitlik etseler, o da müslüman kişinin
zimmetinde murisinin hakkı olduğunu iddia etse, müslüman borçlu da borcu
kabullenip o çocuğun nesebini inkar etse ödemenin ona yapılmasına karar
verilebilir. Bu da istihsandır. Meselelerin delilleri Dürer isimli eserde
zikredilmiştir. (Son iki meselenin tasviri Dürer ve haşiyesinden alınmıştır.)
Çeviren.
İZAH
«Şahitlik sonucu
hüküm vermesi vacip olanlar ilh...» Bu konuda Bahır'da şöyle denilir: «Kadı
üzerine şahitliğinin kabul edilmesi vacip olanlar ifadesinden veya vacip olmayan
hususlardan maksat, şehadetinin kabulü sahih olanlar veya olmayanlar demek
değildir. Çünkü yukarda adı geçenlerden şahitliği kabul edilmeyenler vardır.
Mesela fasık bunlardan biridir. Buna rağmen hakim şahitliğini kabul etse,
sahihtir. Ama bu şahitlik gereği hüküm vermesi üzerine vacip olmamaktadır. Köle
ve çocuğun, kadın ve bir kimsenin kendi çocuğunun veyahutta aslın fer'e, fer'in
asla şahitlikleri ise bunun hilafınadır.»
Hizanetül-Müftî
isimli eserde, «Hakim ama olan bir kimsenin şahitliğine dayanarak veya kazif
haddinden dolayı kendisine had vurulmuş, daha sonra tövbe etmiş kişinin
şahitliğine dayanarak veya kan kocadan birinin şahitliğine dayanarak diğeri
lehine hüküm vermek istese veya babanın çocuğu lehinde veya çocuğun baba lehinde
yapmış olduğu şehadete dayanarak hüküm verecek olsa, hüküm geçerlidir. Hatta
İmam Ebu Yusuf'a göre bu hükmün (iptalini benimseyen bir hakim tarafından da
olsa) iptali caiz değildir. Öyle ise yukarda saydıklarımızın şahitliklerinin
batıl olduğunu söylemek ve kabul edilmemesinden maksat, dinlenmesinin helal
olmaması demektir.» Ancak Minyetü'l-Müftî isimli eserde, «Kendisine kazif
haddinden dolayı had vurulmuş ve tövbe etmiş kişinin şahitliğine dayanarak
hükmün verilmesi halinde bu hükmün geçerli olup olamayacağı konusunda ihtilaf
vardır.» denmiştir.
«Fasıkın şahitliği
sahihtir ilh...» Fasık olan kişinin mahkemede ifa ettiği şahitlik sahihtir.
Ancak bu şahitlik gereği hakimin hüküm vermesi vacip olmamaktadır. Bu meselenin
akabinde, mesela âmâ diyerek âmâ'nın da bunun gibi olduğuna işaret etmek
istemiştir.
«Ehli sünnet
dışında olan kişilerin inançları İslama ters düşmüyorsa şahitlikleri kabul
edilir ilh...» Buradaki kabul kelimesi genel manada değildir. Yani bütün
müslümanlar aleyhinde ve diğerleri hakkında onların şahitliği kabul edilir demek
değildir. Asıl itibariyle şahitlikleri kabul edilir demektir. Bu da onlardan
bazılarının İslam dışı inançlara sahip olduklarına, ters değildir. Onların
şahitlikleri kabul edilir. Çünkü onların fasık olmaları itikat acısındandır.
Onları bu duruma iten dini konularda derinliğe inme sevdası ve din konusunda
haddi aşarak indî yorumlara sapmalarından kaynaklanmaktadır. Fasıkın
şahitliğinin, geri çevrilmesi kabule şayan görülmemesi yalancı olabileceği ve
yalan yere şahitlik yapabileceği ihtimalindendir. Medenî.
«Kendilerini İslam
dışına itmeyen ilh...» Eğer bunların inançları kendilerini İslam dışına itiyor,
müslüman olmaktan çıkıyorsa, ekseri ulemanın ifadelerine göre onların şahitliği
kabul edilmez. Nitekim Takrir'de de bu şekilde ifade edilmiştir. Muhitül-Burhanî
isimli eserde sahih olanın da bu olduğu savunulmuştur.
İmam Muhammed'in
Aslı isimli eserinde zikrettikleri de buna hamledilmektedir. Bahır. Yine Bahır
isimli eserde Sirac'tan naklen şöyle denmektedir: «Bunların aşın derecede
olmamaları ve yaptıklarının onlara göre adilane olduğunun kabul edilmesine
bağlıdır. Buna zahirur rivayede olmadığı için itiraz edilmiştir. Ama bu görüş
tartışılabilir. Çünkü o sünni müslüman hakkında da şarttır. Diğerlerinde haydi
haydi şart olması gerekir.
«Haklı olduğu
konusunda yemin eden her kişiye şahitliği vacip görürler ilh...» Bu ifadede yani
Hattabiye'nin kim olduğu konusunda. değişik görüşlere yer verilmiş, bazıları
bunların rafizilerden bir gurup olup. Ebul Hattab Muhammed İbni Ebi Vehb
el-Ecda' isimli birine mensup olduklarını söylemişlerdir ki onların itikatları,
haklı olduğunu iddia ederek yemin eden her kişiye şahitlik yapabilecekleri
istikametindedir. Ayrıca derler ki. «Müslüman yalan yere yemin etmez, onun için
şahitlik gerekir.» Yine onların itikatları arasında kendi guruplarından ve
şialarından olanlara şahitlik yapmaları vaciptir. Özellikle doğru söylesin,
yalan söylesin kendi guruplarından herhangi birini kurtarmak için lehinde
şahitlik yapılmasını vacip görmektedirler.
Seyyid Şerif'in
Tarifat isimli eserinde onların kafir olduklarına dair ifadeler de yer almakta
ve orada şöyle denmektedir: «Çünkü onlar imamlarına enbiyalar yani peygamberler
gözüyle bakarlar. Ebul Hattap denilen bu mezhebin kurucusunun da nebi olduğu
inancı onlar arasında mevcuttur ve yalan yere kendi inançlarında olan kişilerin
lehinde şahitliği helal görürler. Özellikle başka biri aleyhinde olduğu taktirde
kendi mezheplerinden olan bir kişi (yalancı da olsa) hakkında yalancı şahitliği
helal kabul ederler. Ayrıca cennet dünyanın nimetleridir, cehennem ise dünyanın
acılarıdır gibi batıl inançlara da sahiptirler.»
«Yalan ifadede
bulunmaları ihtimaline binaendir ilh...» Şehadetin kabulüne mani olan
töhmetlerden biri de şahidin şahitliği sebebiyle kendisine bir menfaat sağlaması
veya üzerinde olan bir zararı bertaraf etmesidir. Haniye.
Kişinin şahitliği
kabul edilmez, özellikle bu şahitliği kendi işi ile ilgili olacak olursa.
Hidaye.
«Zimminin kendisi
gibi zimmi hakkında şahitliği kabul edilir ilh...» Fetava-yı Hindiye'de bu
konuda şu mesele yer almaktadır: «Bir kimse ölse ve bir müslümana da borcu olsa,
bu borç hıristiyanın şahitliği ile sabit olsa, yine bir hıristiyanın şahitliğine
dayanarak bir hıristiyana borçlu olduğu tesbit edilse durum ne olur? » Ebu
Hanife, İmam Muhammed ve imam Züfer «Önce müslümanın alacağını ödemekle işe
başlanır, «Eğer bir şey artacak olursa (geri kalan) hıristiyana verilir.»
demişlerdir. Muhit'te de bu şekilde zikredilmiştir.
«Eşbah'ta
zikredilen beş mesele müstesnadır ilh...» Onlardan biri de, iki hıristiyan bir
hıristiyan aleyhinde veya onun hakkında gerek Ölü olsun. gerek diri olsun
müslüman olduğuna şahitlik etseler, bu namazının kılınması için yeterli
değildir. Ama bir hıristiyan kadın hakkında olacak olursa hülasada beyan
edildiği gibi durum bunun hilafınadır. Yine iki hıristiyan ölmüş bir nasrani
aleyhinde müslümana borçlu olduğu konusunda şahitlik yapsalar, tereke de borcu
karşılayamayacak durumda olsa; yine iki hıristiyan bir hıristiyan aleyhinde
müslümandan satın aldığını iddia ettiği bir mal hakkında şahitlik yapsalar.
müslüman da bunu inkar etse şahitlikleri, müslüman aleyhinde kabul
edilmez.
Diğer bir mesele.
dört hıristiyan bir hıristiyan hakkında şahitlik etseler ve bir müslüman kadınla
zina ettiğini söyleseler, yine kabul edilmez. Ancak kadını zorladığını
söyleyecek olurlarsa recm uygulanmaz, yalnız zina ettiği söylenen erkeğe had
vurulur. Haniye.
Diğer bir mesele
de. bir müslüman kafirin elindeki bir köle hakkında kendisine ait olduğunu iddia
etse, iki gayri müslim de onun kölesi olduğunu, falan müslüman Kadı'nın onun
lehinde hüküm verdiğini ifade etseler bu konuda şahitlik yapsalar, yine kabul
edilmez.
«Gayri müslimin
müslüman olması ile hüküm batıl olur ilh...» Yani gayri müslim birinin
şahitliğine binaen mahkeme karar vermek üzere iken, aleyhinde dava açılanın
müslüman olması halinde hakimin bu konuda karar verme yetkisi kalkar. (Çünkü,
gayri müslimlerin müslüman aleyhinde şahitlik yapmaları demek olur ki o da caiz
değildir.)
«Müstemenin
müstemen aleyhinde şahitliği kabul edilir ilh...» Burada başka türlüsü tasavvur
edilememektedir. Çünkü gayri müslim bir ülke vatandaşı eğer ki izin olmaksızın,
pasaportu olmaksızın bila eman ülkeye girmiş ise, zorla girmiş olur ki hakkında
ceza uygulanır ve köle olarak muameleye tabi tutulabilir. Köle olan kişinin de
hiç kimse aleyhinde şahitliği kabul edilmez. Fetih.
«Müstemenin
müstennen hakkındaki şahitliği aynı ülkenin vatandaşı olmasına bağlıdır ilh...»
Yani aynı ülke vatandaşları oldukları taktirde, birbirleri hakkında şahitlikleri
kabul edilir. Ayrı ayrı ülkeden olacak olurlarsa rum ve diğer ülke
vatandaşlarının bir müslüman ülkesinde buluşmaları halinde birbirleri hakkında
şahitlikleri kabul edilmez. Hidaye.
Bununla Hamevî'den
nakledilen şu misalin sahih olmadığı açıkça belirtilmiş olur ki. onun bir ülkede
olmaları şeklindeki misali yani «İslam ülkelerinde olmaları halinde şahitlikleri
kabul edilir.» demektedir. Halbuki aynı ülkenin vatandaşı olmaları şartı vardır.
Aksi halde İslam ülkesine ayrı ayrı ülkeden gelmiş yakın akraba müstemenlerin
birbirlerine varis olmaları gerekir. Halbuki ayn ayrı ülkelerden olmaları
halinde birbirlerine varis olmaları caiz olmaz.
Fetih isimli eserde
zimminin müstemen aleyhinde şahitliğinin kabul edileceği ayrı ayrı ülkelerden
sayılsalar da caizdir denmiştir. Çünkü zimmi olan kişi zimmet akti ile İslam
ülkesi vatandaşı olmuş ve müslüman gibi bir velayet hakkına sahip olmuş demektir
Nasıl müslümanın şahitliği müstemen aleyhinde kabul ediliyorsa müslüman ülkede
yaşayan zimminin şahitliği de müstemen aleyhinde kabul
edilir.
«Doğru yaptıkları
küçük günahlarından çok ise ilh...» Bu ifadeden sonra küçük günahların doğru
yaptıklarından çok olmaması kaydını da getirmesi gerekirdi. İbni Kemal bu konuda
şöyle demektedir: «Çünkü küçük günahlar devamlı yapılması halinde büyük günahlar
hükmünü alır. Yine günahların çok olması, küçük de olsalar onların büyüğe
dönüşmesi mesabesinde kabul edilir. Nitekim Fetava-yı Suğra'da şöyle demiştir:
«Adil olan kişi demek büyük günahlardan kaçınandır. Hatta büyük bir günahı
irtikab eden kişinin adaleti sakıttır. Küçük günahlarda ise itibar çokluğadır
veyahutta küçük sayılan günahı devamlı olarak yapmasına bağlıdır. Çünkü bunlar,
çok olması halinde veya küçük günahlarda ısrar edilmesi halinde büyük günaha
dönüşebilir. Bunun için de doğru yaptıklarının günahlarından daha çok olması
kaydını getirmiştir.
İbni Abidin merhum,
Hamiş'te almış olduğu bir notta, «Kendisi içmese de içki masalarında veyahut
İslamın caiz görmediği meclislerde oturan kişilerin şahitliği kabul edilmez.»
demiştir. Fetava-yı Hindiye'de Muhit'ten nakledilerek aynı meseleye yer
verilmiştir. Yine adı gecen eserde, «Fasık olan kişi tövbe etse, fıskından
kurtulsa, tövbenin eseri üzerinde belirecek kadar zaman geçmeden şahitliğinin
kabul edilmeyeceği söylenmiştir. Bu sürenin ne kadar olduğu konusunda sarih olan
görüş hakimin kanaatine terkedilmesidir.» denmiştir.
«Hülasa isimli
eserde ilh...» Onun kaza bahsinde şöyle denmiştir:«Yalanı adet haline getirmiş
bir kişi tövbe de etse, şahitliği kabul edilmez.» Zahire. Şarih bunu ilerde
özellikle zikredecektir.
«Büyük günah
ilh...» Esah olan görüşe göre müslümanlar arasında dini acıdan hoş sayılmayan
kötü görülen ve dini bir hükmü çiğnemek olan her husus büyük günahtır. Nitekim
Kuhistanî de bu şekilde açıklamıştır. Fethü'l-Kadir'de ise Fetava-yı Suğra'dan
naklen şu ifadelere yer verilmiştir: Adil olan kişi demek, bütün büyük
günahlardan sakınan kişidir. Hatta büyük günahlardan birini irtikab etmesi
halinde adaleti sakıt olur. Küçük günahlarda ise itibar çokluğadır ki bunun
çokluğuyla büyük günaha dönüşmesi söylenebilir. Bu da Isam'a ait Edebül Kada
isimli eserden nakledilmiş, mutemed olan görüşünde bu olduğu söylenmiştir. Ancak
hakim büyük günahı irtikab etmekle adaletin sakıt olması meselesinde bir takım
belirti ve alametlereihtiyaç duyabilir. Onun için de yasak olan bir şeyin
içilmesi konusunda alışkanlık ve sarhoş olması şartı
getirilmiştir.
«Adaleti sakıt olur
ilh...» Adaleti sakıt olan kişi tövbe ettiği taktirde. tekrar adil olma vasfına
kavuşur. Ancak Bahır isimli eserde, Haniye'de şöyle bir ifadenin olduğuna yer
verilmiştir: «Fasık olan kişi tevbe etse, yine şahitliği kabul edilmez. Ancak
tevbesinin üzerinden eseri belirecek kadar bir zaman geçecek olur ve tevbenin
eseri de görülürse o zaman kabul edilir.» Bazıları bunu altı ayla, bazıları bir
yılla kayıtlamışlardır. Bu konuda en doğru olan görüş, sürenin hakimin kanaatine
terkedilmesidir.
Hülasa isimli
eserde, «Adil bir kimse, yalancı şahitlikte bulunsa daha sonra ondan tövbe etse,
tekrar şahitlik yapsa, süre tanınmaksızın onun şahitliği kabul edilir.»
denilmiştir.
Yukarda söylemeye
çalıştığımız gibi, şahitin gizli fasık biri olması halinde şahitlik yaparken
fasık olduğunu mahkemeye söylemesi gerekmez. Çünkü söylemesiyle müddainin
hakkını iptale yönelik bir davranış içine girmiş olacaktır, o da doğru değildir.
Umde isimli eserde bu şekilde nakledilmiştir.
FAİDE: Fasıklıkla
itham edilen kişinin adaleti sakıt olmaz. Şahidi teskiye eden kişinin, şahit
hakkında o fasıklıkla müttehemdir demesi, onun adaletini düşürmez.
Haniye.
«Dinin
hükümlerinden biriyle alay etmek küfürdür ilh...» Bu ifadesiyle Hidaye isimli
eserdeki, «Sünnet olmayı terkeden bir kişinin bu tavrı dinî bir hükmü hafife
olmasından kaynaklanıyorsa» kaydına işaret edilmek istenmiştir. Bahır isimli
eserden naklen muhtar olan görüşün, sünnet olma ile ilgili ilk vaktin yedi yaşı
sonundan on iki yaşa kadar olduğu beyan edilmiştir.
«Burulmuş ve
testisleri alınmış kişi ilh...» Bu meselenin özeti şudur:Bunu isteyerek
yapmamış, diğerleri tarafından kendisine zulmedilerek bu akibete uğramıştır. Ama
kendisi buna razı olacak olursa ve bunu da isteyerek yaptıracak olursa fasık
olması itibariyle şahitliğine manidir. Hazreti Ömer testisleri alınmış ve
burulmuş Alkame'nin şahitliğini Kudame bin Maz'un aleyhinde kabul etmiştir. Bu
hadiseyi İbni Ebu Şeybe Hz. Ömer'den rivayet etmiştir.
Menih.
«Eli kesilmiş
kişinin şahitliği kabul edilir ilh...» Bu konuda şu hadisi şerif rivayet
edilmiştir: «Cenabı Peygamber Aleyhisselatu vessellem hırsızlıktan dolayı bir
kişinin elini kestirmişti. Daha sonra şahitlik yapıyordu ve şahitliği kabul
ediliyordu.» Menih.
«Veledi zinanın
zina hakkında da olsa şahitliği kabul edilir ilh...»Başkası aleyhinde zina
yaptığına dair şahitlik etse, şahitliği kabul edilir. Menih'te şöyle
denmektedir: «Zinadan doğma bir çocuğun şahitliği kabul edilir. Çünkü onun bu
durumu bizatihi kendinin sucu değil, bîlakis ana ve babasının fasıklığının bir
sonucudur. Onların fasıklığı bu çocuğun da fasıklığını gerektirmez. Nasıl ki
anne ve babanın müslüman olmamaları, kafir olmaları, çocuğun da aynı durumda
olmasını gerektirmiyorsa sarih bunu mutlak olarak kullanmıştır. Bundan da
maksadı zina hakkında ve diğer konularda şahitlik yapsa, her konuda şahitliğinin
kabul edileceğine işaret etmektir. İmam Malik zina konusunda, zinadan doğma
çocuğun şahitliğini kabul etmemektedir. Çünkü o herkesin kendi durumunda
olmasını arzu eder.»
«Hünsanın durumu
kadın gibidir ilh...» Bir erkek ve bir kadınla birlikte hudud ve kısasın dışında
onun şahitliği kabul edilir.
«Azad etmenin
isbatı ile ilgili ilh...» Yukarda beyan edildiği gibi satılan malın satanın
mülkiyetinden çıkması halinde. karşılıktı yemine gerek yoktur. Burada azad
kelimesinin getirilmesinin sebebi şu olsa gerektir: Çünkü onların şahitlikleri
olmasaydı, karşılıklı yemin edecekler ve bey'i feshe gideceklerdi. Bu beyin
feshi demek, kölenin azadını iptal demektir. Menih.
«Süt yoluyla
mahremi olan kişilere de şahitliği kabul edilir ilh...» Kaza bölümünde şöyle
denmiştir: «Süt annesi ve süt babasının lehinde ve kendisini emziren kadın
lehinde ve kayın validesi lehinde ve hanımının süt annesi ve süt babası lehinde
şahitliği kabul edilir.» Bezzaziye.
Kayın validesi ve
kayınpederi lehinde, damadı lehinde ve gelini lehinde babasının hanımı (analığı)
lehinde ve baldızı lehinde şahitlikleri de aynıdır, kabul
edilir.
«Davalıyla şahitler
arasında bir husumet bulunsa şahitler adil oldukları taktirde şahitlikleri onun
aleyhinde kabul edilir ilh...» Menih'te Bahır'dan naklen şu ifadelere yer
verilmiştir: «Bunun, davacının bu husumette şahitleri desteklememesi kaydına
bağlı olması gerekir veya husumetin aşırı derecede olmaması ile
kayıtlıdır.»
Remli bu ifadeyle
başkalarının ifadeleri arasında bir telif yaparken şöyle demiştir: «Eğer
'adillerse, sözünden anlaşılan, durumları bilinmeyen, meçhul kişilerse,
şahitlikleri kabul edilmez. Velevki aralarındaki husumet uzamasa da. Çünkü
hasımlık ve aralarındaki münazaa sebebiyle birbirlerine karşı töhmet ihtimali
söz konusudur. Ama adil olacak olurlarsa, töhmetin bulunmaması nedeniyle
şahitlikleri kabul edilir.» Binaenaleyh Kınye'deki ifade, adil olmamaları
durumuna hamledilir ve bizim burada söylemeye çalıştığımız kıyasa daha uygun bir
durumdur. Çünkü şahitlikle ilgili bahislerde en çok itimat edilen husus
adalettir.
«Ölmüş bir zimmi
aleyhinde şahitlik ilh...» Meselenin tasviri şöyledir:Bir hıristiyan vefat etse
ve bin dirhem bir tereke bıraksa, müslüman bir kişi de, o ölmüş hıristiyanda bin
lira alacağına dair hıristiyanlardan iki şahit getirse, diğer bir hıristiyan da
iki hıristiyan şahit getirerek kendisinin de ölen kişide bin lira alacağı
olduğunu isbat etse, geride bırakmış olduğu o bin lira Ebu Hanife'ye göre
müslümana verilir. Ebu Yusuf'a göre oralarında eşit hisse olarak
paylaştırılır.
Bu konudaki esas
nokta, Ebu Hanife'ye göre gayri müslimlerin şehadetiyle müslümanın hakkının
sabit olması, ölmüş olan kişi hakkında borcun isbatı ile ilgilidir. Müslümanla
diğeri arasında bir ortaklığı isbat etmesi hususunda değildir. Ebu Yusuf'un
kavline göre her ikisi hakkında şahitlik yapılmış demektir.
Zahire.
Bununla da şu durum
ortaya çıkmış olur. Şahitliğin ölmüş kişi aleyhine kabul edilmesi de onun
zimmetinde müslümana ait bir borcun olmasıyla kayıtlıdır. Evet bu bir kayıttır.
Bu kayıt müslümanla diğer gayri müslim olan davacı arasında olacaktaki ortaklığı
da isbat edici mahiyettedir. Diğeri hıristiyan olsa dahi ona ortak olur, aksi
halde mal müslümanın olur.
Eğer Ebu Hanife'nin
görüşüne göre borcu ortaklaşa taksim etmeleri kabul edilmiş olsa idi bu
hıristiyanların şahitliği ile müslüman aleyhinde bir hüküm verilmiş olurdu bu da
caiz olmazdı. Ayrıca bu noktada ikinci bir kayda gerek duyulmuş o da, geride
kalan, terekenin iki borcu ödeyebilecek durumda olmadığı kaydıdır. Eğer böyle
olmayacak olur, yani tereke her iki borcu da ödeyebilecek durumda olursa,
müslüman aleyhinde bir şahitlik söz konusu olmaz. Uzun araştırmalardan sonra
varmış olduğum netice budur. Sonuçta Zahire'de bunu destekleyen bir ibareye
rastladım. Onun için bu meseleyi iyi değerlendir, beni de duadan unutma. Remîî
haşiyesinde Ebi Hafs El-Ukaylî'nin Minhac'ından naklen şöyle denmektedir:
«Hıristiyan ölse, bir müslümanla bir hıristiyan gelerek her biri ölmüş olan
hıristiyan zimmetinde alacağı olduğunu isbat etseler, eğer her iki tarafın
şahitleri de zimmilerse, yani gayri müslimlerse veya hıristiyanın şahitleri
zimmi ise evvela müslümanın borcunun ödenmesiyle işe haşlanır. Bir şey arttığı
taktirde hıristiyanın olacağı ödenir.»
Hasan İbni Ziyad'ın
Ebu Yusuf'tan rivayet ettiğine göre, alacakları oranında ikisi arasında pay
edilir. Hatta bu görüş Ebu Yusuf'un son görüşü olduğu da rivayet edilmektedir.
Ama iki tarafın şahitleri de müslüman şahitler olacak olursa veya müslümanın
getirdiği şahitler zimmi, zimminin getirdiği şahitler müslüman olacak olursa, bu
durumda bütün imamların ittifakta kabul ettikleri husus ise, ma) ikisi arasında
hisseleri ile orantılı olarak taksim edilir.
«Bahır'dan
nakledilen bir meselede ilh...» Bahır'ın ibaresi şöyledir:«Eğer durum böyleyse
biz bunu Cami'den naklettik.» Oradan nakledilen ifade şudur: Bir hıristiyan yüz
liralık mal bırakarak vefat etse, bir müslüman da o ölen kişiden yüz lira
alacağı olduğunu iki şahitle isbat etse, daha sonra bir müslümanla bir
hıristiyan birleşerek yüz lira alacakları olduğunu da isbat etseler, o bırakmış
olduğu yüz liranın üçte ikisi birinci müstakillen yüz lira alacağı olduğunu
isbat edenindir. Geri kalan üçte bir ise müslümanla hıristiyan arasında taksim
edilir. Burada ortak olmaları taksime mani değildir. Çünkü müslümanın ikrarı ile
ikisinin yüz lira alacağı olduğu sabit olmuştur.î
Meselenin delili
şöyledir: İkinci şahitler zimmi için müslümanla ortaklığını isbat etmemektedir.
Yukarda beyan ettiğimiz gibi ancak birinci müslüman malın tamamının kendisine
ait olduğunu iddia etmekte, ikinci müslüman ise hıristiyanla birlikte yüz lira
alacakları olduğunu isbat etmekte. Dolayısıyla malın yarısına talip olmaktadır.
Bunun için de avil yoluyla (hisseleriyle orantılı) mal aralarında taksim
edilir.
Bunun gereği de
malın tümünün kendisine ait olduğunu iddia eden, yüz lira alacağı olduğunu
söyleyen üçte ikisini alır. Çünkü onun diğerlerine oranla iki yarı hakkı vardır.
Diğer müslümanın hakkı ise üçte biridir. Çünkü onun talep ettiği bir bakıma
malın yarısıdır. Lakin onun hıristiyanla beraber iddiada bulunması geri kalan
üçte birinin ikisinin arasında taksim edilmesini gerektirmiştir. Bu da. «Şirket
böyle bir taksime mani değildir. Çünkü müslümanın ikrarıyla sabit olmuştur.»
ifadesinin manası olsa gerektir. Bu mesele, feraiz bahsinde borçların ödenmesi
bölümünde, ayrıca gelecektir.
«Veya zarureten iki
meselede istisna edilmiştir ilh...» Bu ikî meselede kabul edilmesi
Şurunbulaliye'de şuna hamledilmiştir: Müslüman hasımın borcu ikrar edip vesayeti
ve nesebi inkar etmesi halindedir. Ama borcu inkar ediyor ise, onun aleyhinde
iki zimminin şehadeti nasıl kabul edilebilir.
«ÖIenin oğlu
ilh...» İki hıristiyan şahit bir çocuk lehinde. «Bu ölenin oğludur.» demeleri
halinde, bu oğul müslüman aleyhinde bir alacağı olduğunu iddia etse, durum ne
olur? Nesebinin ölene ait olduğu konusunda ikame etmiş olduğu iki hıristiyan
şahitli beyyine kabul edilir. Bu istihsanen böyledir. Bunda zaruret vardır.
Zaruret olmasının gerekçesi ise, onların ölümlerine müslümanların hazır
olmaması, bulunmamasıdır. Hatta nikahlarında da bulunmazlar. Bu sebeple kimin
kimin oğlu olduğunu bilemezler. Karşı tarafın iki zimmi şahitle ölen gayri
müslimin oğlu olduğunu isbat etmeleri halinde ve müslümanda da alacakları
olduğunu iddia etmeleriyle bu hak, müslüman aleyhinde zimmi şahitlerin
şehadetiyle kabul edilmiş olur. Çünkü nesebin sabit olması nikaha bağlıdır.
Müslümanlar onların nikahlarında bulunmadıklarına göre nesebi inkar edemezler.
Gayri müslim şahitlerle nesebi sahih olan bu kişinin babasının hakkına varis
olduğu tesbit edilmiş, aksi halde haklarının zayi olmasına yol açılmış
olur.
METİN
Devlet başkanı olan
sultan tarafından tayin edilen yüksek derecedeki memurların, kendilerini tayin
eden kişiler hakkındaki şahitlikleri de kabul edilir. Ancak diğer tarafın
işlediği zulümlere iştirak eden ve o noktada şahitlik edenler istisna
edilmiştir. Onların şehadeti, zulme yardımcı olmuş olacaklarından kabul edilmez.
Mesela köy başkanı diye bilinen, haksız yere vergiler toplamada yardımcı olan
veya vergi toplamada mahir olan cabiler ve malları haksız yere toplayıp
diğerlerine dağıtan ve kendileri de istedikleri kadar alan veya bineklerde veya
sahillerde kimlerin malı olduğu, kimlerden daha fazla vergi alınmasıyla ilgili
haber vermekle yükümlü olanlar ve her sınıfın şeyhi durumunda olanlar, zamanımız
hakimlerine davalı ve davacıyı getirenler ve uydurma konularda vekalet alanlar
ve gelişigüzel çek ve senet ve taahhüt yazanlar ve belirli bölgeleri kendi
sorumluluklarıaltına olmayı düşünüp ve bunu gerçekleştirenler. Mesela
hayvanların, kölelerin satıldığı pazarları kendilerine bölge olarak tahsis
edenler, bunlar, zulm edici olmaları halinde, şahitlikleri kabul edilmez. Çünkü
Cenabı Peygamber batıl yere şahitlik edenlere lanet edilebileceğini söylemiştir.
Fetih ve Bahır.
Vehbaniye isimli
eserde şöyle denilir: «Büyük bir emirin bir konuda iddiası olsa, bu iddiasına
onun maiyetinde çalışan kişiler, vekilleri, yardımcıları şahitlik etseler veya
ondan korkan diğer tebaaları ona şahitlik etseler, şehadetleri kabul edilmez.
Çünkü bu durum arazi sahibine, araziyi ondan kiralayan kişinin şahitliği
mesabesindedir. Burada yardımcıları ve uzman kelimesi ile belirli bir sanatı
icra edenlerin kasdedidiği de söylenmiştir. Yani babalarının ve dedelerinin
mesleklerinde çalışan kişiler kasdedilmiştir. Bunların şehadetine mani bir durum
olmasa gerektir. Aksi halde bunların murûeti (şahsiyetleri, kişilikleri)
olmayacağı söylenmiş, eğer bunların çalıştıkları sanat değersiz bir sanat ise,
denmiştir. Adaletin tarifinde de belirtildiği gibi, bunların adaleti müskıt
olması halinde (düşürücü mahiyette olması halinde) şahitliklerinin kabul
edilmeyeceği söylenmiştir. Ancak şunu bilmek gerekir ki, itibar sanata değil,
adaletedir. Adil olan kişinin meşru olan herhangi bir sanatta çalışması, kişinin
şehadetine mani bir durum teşkil etmese gerektir.»
Amâ'nın şahitliği
de kabul edilmez. Yani bununla hüküm verilmez. Fakat mahkeme bunun şahitliğini
kabul ederek hüküm verecek olsa, sahih kabul edilir. Bu mutlak bir şekilde
böyledir. Yani hüküm vermeden önce gözlerini kaybetse veya daha önceden
gözlerini kaybetmiş olsa, durum aynıdır. İmam Ebu Yusuf'a göre amanın tesamü'
yoluyla yapabilecek konularda şahitliği kabul edilir. Yukardaki ifadeye göre
kabul edilmemesi gerekir. Bu durumda dilsiz olan kişinin mutlak bir şekilde
şahitliğinin kabul edilmeyeceğini ifade etmektedir.
Mürted olanın, köle
olanın, mükatep olanın, hatta bir kısmı azad edilmiş, bir kısmı hala köle olarak
devam edenin henüz buluğ çağına ermemiş çocuğun, gafil kişilerin, delilerin
şahitlikleri de kabul edilmez .Ancak bunların ayık olduğu ve deli olmadıkları
zamandaki şahitlikleri kabul edilir. Yine çocuklar ve kölelerle ilgili şahitliği
köleliği esnasında üstlenseler, çocuklar henüz buluğa ermeden fakat mümeyyiz
oldukları bir dönemde üstlenseler, köle hürriyetine kavuştuktan sonra, kendisine
azad eden lehinde de şahitlik yapsa, kabul edilebileceği gibi, çocuğun buluğa
ermesi halinde şahitliği kabul edilir. Gördüğü tasavvur edilemeyen, ancak
şahitliğini eda etmesi esnasında gözleri açılmış olan kişinin şahitliği de bu
kabildendir.
Müslüman değilken
şahitliği üstlenmiş kişi, müslüman olduktan sonra şahitliğini yerine getirecek
olursa, onun şahitliği de kabul edilir. Fasık olan kişinin fıskını gerektiren
günahtan tövbe etmesinden sonra onun şahitliği de kabul edilir. Karısını boşayan
kişinin boşamasından sonra karısı lehinde yapacağı şahitliklerin hükmü de bu
kabildendir. Çünkü burada itibar şahitliğin eda edildiği anadır.
Şerhül-Tekmile.
Bahır isimli
eserde, «Bir maniye binaen bir kişinin şehadetliği red edilse, yani şahitliği
red edilse, daha sonra bu mani zail olsa, ondan sonra şahitlik yapsa yine kabul
edilmez. Ancak dört husus bundan istisna edilmiştir. Köle, küçük çocuk, ama ve
kafirin müslüman aleyhindeki şahitliği. Kemal İbnül Hümam karı kocadan birinin
de bu kabilden olduğunu söylemiştir. Fakat bu şekilde sayılmasını ulema sehiv
olarak değerlendirmişlerdir.» denilmiştir.
Kaziften dolayı
kendisine had vurulmuş kişi tevbe de etse, şahitliği kabul edilmemektedir. Çünkü
şahitliğinin kabul edilmemesi, haddin tamamından kabul edilmiştir. Çünkü tevbe
de etse, kendisini yalanlaması gerekmektedir. Çünkü karşı tarafa bir iftirada
bulunmuş ve bu söylediği sözü isbat edemediği için kendisine had vurulmuştur.
Hanefi ulemasına göre bu gibilerin, yani kaziften dolayı kendisine had vurulmuş
kişinin tevbe de etse, şahitliğinin kabul edilmemesi, haddin tamamından kabul
edildiği nassan belirtilmiştir. Bu Hanefilerin ictihadıdır. Ayeti kerimedeki
istisna ondan sonrasına şamildir ki o da «Onlar fasıkların ta kendileridir.B
(Nur: 4) ifadesine has bir durumdur. Yani bu istisna edilmiştir, Bu had
konusunda şahitliği reddedilmesi ile ilgili bir istisna vardır. O da, kafir
olarak kendisine had vurulan kişinin müslüman olması halinde, İslam bir öncekini
temizlemesinden dolayı, şahitliği kabul edilir. Hatta bu haddin büyük bir
kısmının müslüman olduktan sonra vurulması halinde de durum
aynıdır.
Ancak köle iken
kendisine had vurulmuş kişinin azad olmasından sonra dahi şahitliği kabul
edilmez. Bu kafir meselesinin hilafınadır. Yine istisnalardan biri de kendisine
had vurulmuş olan kişi, daha sonra beyyineyle doğru söylediğin! isbat etse ve
karşı tarafın zina ettiğini dört şahitle isbat etse veya zina eden kişinin ikrar
ettiğini iki şahitle isbat edecek olsa, onun durumu da istisna edilmiştir. Bu
kendisine had vurulmadan önce, beyyineyle isbat etmesi haline benzer.
Bahır.
Yine adı gecen
eserde, «Fasık olan kişinin tevbe etmesi halinde şahitliği kabul edilir. Ancak
kaziften dolayı kendisine had vurulmuş olan kişi ile yalancılıkla maruf ve
meşhur olan kişi bundan müstesnadır. Bunlara ek olarak yalancı şahitlerin de
şahitliği kabul edilmez. Hatta adil de olsa, bu kimselerin asla şahitlikleri
kabul edilmemelidir.» denilmiştir. Mültekat. Ancak ilerde bu meseleyle ilgili
değişik tercihlerin olduğuna da yer verilecektir. Hapishanede mahkum olan
kişinin, hapishanede olan bir hadise hakkındaki şahitliği de kabul
edilmemektedir. Çocukların şahitliğinin de çocukların oyun alanlarında meydana
gelen olaylar konusunda kabul edilmeyeceği söylenmiştir.
Ayrıca kadınların
hamamda vuku bulan hadiseler konusunda şehadetlerinin de kabul edilmeyeceği
söylenmiş, bu konuda zaruret olsa do durum pek değişmez, denmiştir. Bu da şu
gerekçeye dayanmıştır: Hapishaneye düşen kişi dinen yasak olan bir şeyi irtikab
etmesinden dolayıhapishaneye düşmüş dolayısıyla o konuda şahitliği kabul edilmez
denmiştir. Çocuklar için burada söylenecek bir şey olmasa gerektir. Kadınların
hamama gitmelerini yasak kabul eden görüşe göre bu mesele burada tasavvur
edilmiş, dolayısıyla bu durumda şahitliklerinin reddedilmelerindeki kusurun
kendilerine ait olduğu ve bunu kabul etmeyen konunun burada kusurlu olmadığı
söylenmiştir. Bezzaziye.
Ancak Havi isimli
eserde, hamamda olan bir öldürme olayı ile ilgili kadınların şahitliğinin yalnız
başına kabul edilebileceği ve diyet hakkında hüküm verilmesi için onun geçerli
olacağı söylenmiştir. Aksi halde ölen kişinin hakkı aranmamış ve kanı boş yere
akıtılmış olur. Bu konuda fetva verilirken de dikkatli davranılması
gerekir.
Yukarda beyan
ettiğimize göre, çocuklar arasında olan hadiselerde öğretmenin (muallimin)
şahitliğinin kabul edilebileceği beyan edilmiş idi. Kadının kocası lehinde ve
kocanın da karısı lehinde şahitliği kabul edilmez..Hatta üç talakla boşanmış
olan kadının iddeti esnasında da olsa durum böyledir. Ancak kocanın karısı
aleyhinde iki mesele müstesna, şahitlik yapabileceği ifade
edilmiştir.
Kınye'deki bir
ifadeye göre, bir kimse karısını üç talakla boşasa, henüz kadın iddette iken
kocası onun lehinde bir şahitlik yapacak olsa, şahitliği kabul edilmez. İddet
içerisinde olduğu müddetçe, kadının kocası lehinde yapacağı şahitlik de kabul
edilmez. Ama bir kimse kadının lehinde şahitlik yapar, daha sonra bu şahitlikle
henüz hüküm verilmeden önce o kadınla evlenecek olursa, mahkeme bu şahitliğe
dayanarak hüküm veremez, şahitlik batıldır. Haniye.
Bundan da
anlaşıldığına göre, karı koca arasında birbirleri lehinde şahitlik yapmaları,
hüküm verilme esnasında, hükmün uygulanması esnasında, karı koca olmalarınadır
itibar ne tehammül ettikleri ona, ne de şahitliği eda ettikleri
anadır.
Ferin aslı için
şahitlikleri de kabul edilmez. Her ne kadar bu asıl dedenin dedesi gibi üçüncü
veya daha yüksek mertebede de olsa. Ancak dedenin torunu lehinde, oğlu aleyhinde
şahitliği kabul edilir. Eşbah.
Bir kişinin aslı
aleyhinde şahitliği kabul edilir. Ancak babası aleyhinde annesi lehinde şahitlik
yapacak olursa, kabul edilmez. Velevki bu anne lehindeki şahitlik kumasının
boşanması, annesinin hala babasının nikahında olması halinde de olsa. Eşbahta
belirli sayfalar sonra şu ifadeler de yer almıştır: «insanın kendi lehinde
şahitliği kabul edilmez. Ancak katil meselesi bundan istisna edilmiştir. Şöyle
ki, öldürülen kişinin velisinin affettiğine dair şahitlik edecek olursa. kabul
edileceği söylenmiştir. Aslın feri için şahitliği de kabul edilmez. Çünkü bu
şahitlikte töhmet söz konusudur. Mevlanın kölesi için, mükatebi için, ortağın
ortağı için, ortaklık konusundaki şahitliği de kabul edilmez. Çünkü bu şahitlik
bir bakıma kendisi için .şahitlik olmaktadır.» Eşbah'ta hasmın şahitler hakkında
üç noktada onları tanı etmesi kabul edilir. Köleliği kendisine had vurulmuş
olması ve ortak olması konularında. Nesefi'nin" fetvasında şu ifadeler yer
almıştır: «Bir köyün sakinlerinden bazılarının diğerleri aleyhinde fazla harac
ödemeleriyle ilgili şahitlikleri yine kabul edilmez. Ancak her toprağın haracı
belli olacak olursa, bu durum istisna edilmiştir. Veya şahitlik yapanın bir
haraç ödeme durumu yok ise, o zaman da kabul edileceği söylenmiştir. Keza bir
köy ahalisinin uzakta olan bir çiftlik hakkında kendi köylerine ait olduğu
konusundaki şahitlikleri de kabul edilmez. Yine çıkmaz sokakta oturanların kendi
lehlerinde bir menfaat konusunda şahitliklerinin durumu da aynıdır. Ancak çıkar
sokaklarda ise durum değişiktir. Eğer kendisi için bir hak talep ediyorsa kabul
edilmez ama ben bundan bir şey almayacağım derse kabul
edilir.
İZAH
«Reisül kariye
ilh...» Fetih'te bu kişi tarif edilirken, «Zamanımızda Şeyhülberet denilen
kişiye mukabildir. Yani devletin orada birtakım haklarını toplayan ve devletin
görevlisi olan kişi manasınadır.» denilmiştir. Bezdevî'den naklettiğimiz bir
ifadeye göre bu gibi vergilerin tevzi ve taksiminde görevli olan kişinin
vergilerin toplanmasına müslümanlar arasında adil bir şekilde yardımcı olan
kişinin mecur olacağı, sevap kazanacağı, aslında bunların doğru olmasa da bunu
yapan kişilerin adaletinin sakıt olmayacağı söylenmiş idi. Buna göre bunların
şahitliğinin kabul edilmesi gerekir.
«Belirli sanatları
icra edenler ilh...» Bu ifadenin zımninde, bazı sanat ehlinin şahitliklerinin
kabul edilmeyeceğini söyleyen kavli ve görüşü red yatmaktadır. Bu konuda
Fetih'te şöyle denmiştir: Bazı düşük sanatlarda çalışan kişilerin,
kanalizasyonları veya çöp toplamaları veyahut dokumacılık, kan alma gibi
olaylarda yardımcı olan haccamın şahitliklerinin kabul edilmeyeceği bir rivayete
göre söylenmiştir. Sahih olan, bunların şahitlikleri kabul edilir. Çünkü bu gibi
sanatları salih olan bir çok selef üstlenmiş, aynı sanatı icra etmişlerdir.
Bunların adaletini taan edecek bir kurum olmadığı müddetçe, sanatlarından dolayı
şahitliklerinin reddedilmesinin bir gerekçesi olmasa gerektir.» Meselenin tamamı
adı geçen eserde beyan edilmiştir. Oraya müracaat
edilmelidir.
«Baba sanatını icra
etmeyenler ilh...» Mesela babası tacirken o dokumacılığı, babası tacirken o
berberliği tercih edecek olursa, bu gibi sanatlar dolayısıyla suçlanır demek,
biraz haksızlık olur. Çünkü insanın sanatından dolayı değil boş gezmesinden
dolayı ayıplanması gerekir. Her ne kadar eski zamanlarda bazı sanatlar örfen hoş
karşılanmıyor ise de, bu konuda söylenenleri ihtiyatla karşılamak
gerekir.
«Fethü'l-Kadir'de
ifade edildiğine göre ilh...» Ben bu ifadeyi Fethü'I-Kadir'de görmedim. Ancak
Bahır isimli eserde, «gereklidir» şeklinde başlayan bu ibare, Bahır sahibine
aittir. Bu konuda Remlî şöyle demektedir: «Bu tür kayıtların yapılması
düşündürücüdür. Yani baba sanatını icra edenlerin, sanatı icra etmeleri halinde
şahitlikleri kabul edilir, aksi halde kabul edilmez gibi ifadeler biraz
düşündürücüdür. Çünkü fukaha itibar adaletedirsanata değildir demişlerdir. Nice
sanatlar vardır ki toplumda muteber kabul edilmemekte, ancak bu sanatta çalışan
kişiler birçok halk arasında makam ve mevki sahibi olan veya zengin olan
kişilerden daha olgun, daha adil kişiler olabilmektedir. Çünkü insanın baba
sanatından vaz geçip başka bir sanat ittihaz etmesi ya ona gücünün,
yetmemesinden veya baba sanatının zor olmasından olabilir. Özellikle baba
sanatını kabul edenler ya babanın küçüklüğünde o çocuğu öğretmesi veya vasisinin
onu aynı sanatta çalıştırması ve ondan başka sanat bilmemesinden de
kaynaklanabilir. Ebu Suud haşiyesinde, «Bu ifade de düşündürücüdür.» denmiştir.
Çünkü yukarda biraz önce tesbit etmeye çalıştığımız ifadeye terstir. Çünkü sanat
ne olursa olsun, sanatı icra eden adil olduğu müddetçe, sahih olan kavle göre
şahitlikleri kabul edilir.»
Ben derim ki: Bir
kimsenin baba sanatından vaz geçip daha aşağı derecedeki bir sanata meyletmesi,
onun kişiliğini zedeleyici kabul edilmemelidir. Özellikle babanın sanatı daha
aşağı derecede bir sanat olup çocuğun daha üst bir sanatta çalışması demek,
yukardaki kavle göre, kabul edilmemesi demek olur ki burada itibar adalete
olmalıdır, sanata değil. (Gerçi cemiyetimizde hala bu tür sanatların farklılığı
tartışılmaktadır. Kızını evlendirecek kişinin, damat adayının hangi sanat ve
neleri icra ettiği sorulmakta. sanatının muteber olmaması, toplumda kabul
edilmeyen bir sanat olması halinde, kızını evlendirmekten imtina
etmektedir.)
Halbuki önemli
olan, yasak olmayan, dinen mahsurlu bulunmayan herhangi bir işte insanın çalışıp
rızkını kazanması. kimseye el avuç açmadan hayatını idame ettirmesi, kişi için
bir övgü kaynağı olmalıdır. Şartların zorlaması ile kişinin seçmiş olduğu
sanattan dolayı toplumda hor görülmesi ve ikinci sınıf bir vatandaş muamelesi
görmesi İslamın genel adaletiyle bağdaşır bir durum olmasa gerektir. Ancak
evlendirme konusunda erkeğin kıza denk olması şartı, evlilik hayatının devam
etmesi, karı koca arasında geçimin sağlanması için gerekli görülmüş, aksi halde
kadın erkeği her zaman hor görecek ve aile hayatı çekilmez bir hayata
dönüşecektir. Bu durumu önlemek için erkekle kadın orasında bir denklik söz
konusu olmuştur. Özellikle erkeğin kadına denk olması şartı getirilmiştir.)
Mütercim.
«Amanın şahitliği
de kabul edilmez ilh...» Ancak Ebu Hanife'den İmam Züfer'in naklettiği bir
rivayete göre, duyma yoluyla, tesamül yoluyla şehadeti kabul edilen yerlerde
amanın şehadetinin kabul edilebileceği söylenmiştir. Çünkü burada itibar
duymayadır. Duygu organında bir eksiklik olmadığına göre kabul edilmesi gerekir.
Bakanî.
«Yani hakim amanın
şehadetiyle hüküm vermez ilh...» Bu da Ebu Yusuf'un görüşünün hilafınadır. Çünkü
Ebu Yusuf'a göre bir kimse kör olmadan önce şehadeti tahammül etse, bilerek ve
görerek o konu hakkında yeterli bilgiye sahip olduğundan dolayı şahitliği kabul
edilir, denmiştir. Çünkü eda etme dil ile ilgili bir husustur. Dilinde de bir
eksiklik olmadığına göre, vazifeyi tam olarak ifa edebilecek
demektir.
Geriye bir tarif
edilmesi, tanıtılması kalmıştır. Bunun da nesep ve şeklini tayin etmekle
mümkündür. Nitekim ölen kişinin aleyhinde ve onun hakkında yapılan şahitliklerde
de durum aynı olmaktadır.
Bu söylediklerimiz
Ebu Yusuf'un görüşüdür. Bize göre ise şahitliğin eda edilmesi anında işaret
yoluyla kimin lehinde, kimin aleyhinde şahitlik yapıldığının işaret edilerek
gösterilmesi ve müddai ve müddaaleyhin ayrılmasını gerektirir. Bu da görebilen
kişiler için mümkündür. Ama ise ancak ses tonundan kişileri ayırmaya
muktedirdir. Bunda da şüphe vardır, kaçınılması gerekir.
Nesebini zikretme
yoluyla kişinin tanıtılması, mevcut olmayan gaip kişilerle ilgilidir. Mevcut
olan kişilerde ise bu durum pek önem kazanmaz. Durum o zaman hudud ve kısastaki
mesele mesabesinde olmaktadır. Bakanî.
«Duyma yoluyla
şahitlik ilh...» Bu da daha çok nesep ve ölümle ilgili konulardadır. Yukarda
bunlarla ilgili daha geniş bilgi verildi.
«İkinci imamın
görüşü buna muhaliftir ilh...» Hüküm verilmezden önce gözleri kapanan kişinin
şahitliğiyle, duyma yoluyla şahitlik yapılabilecek konularda Ebu Yusuf diğer
imamlara muhalefet etmiştir. Sadru Şeria birinci noktada, yani hadiseyi görüp
henüz şahitliğini yaptıktan sonra, hüküm verilmezden önce gözlerinin kapanması
halinde şahitliğinin kabul edilebileceği görüşü daha kuvvetli görmüştür. Ancak
Yakubiye'de, diğer kitaplarda bu görüş kabul edilmediği için Sadru Şeria'nın
daha kuvvetlidir ifadesi de reddedilmiş olmaktadır.
İkinci ifade ile,
yani duyma yoluyla bazı noktalarda amanın şahitlik yapabileceği konusu ise, bu
konuda Ebu Hanife'den de bir rivayet vardır. Nitekim yukarda İmam Züfer'in Ebu
Hanife'den duyma yoluyla şahitlik yapabileceğine dair bir nakil vardır. Bu
konuda Bahır'da şöyle denmiştir: «Hülasa bu görüşü tercih etmiş, ancak Remlî
bunu reddetmiştir. Hülasa'da böyle bir şeyin olmadığı ve tercihini gerektiren
veya bu görüşün müftabih görüş olabileceğini söyleyen bir ifadesine
rastlanmamaktadır.»
«Dilsiz olanın
şehadeti kabul edilmez ilh...» Çünkü ama olanın şehadetinin kabul
edilmemesindeki gerekçe, karşıdaki kişinin nesebi hakkında yeterli bilgiye sahip
olamaması, gerektiği şekilde onu tarif edememesidir. Burada ise mesele hem
nesebiyle ilgili. hem onun dışında hakkında şahitlik yapılan malın miktarı
konusunda ve diğer konularda bilgi verememektedir. Onun için dilsiz olanın
şehadeti kabul edilemez. Fetih.
Maksut'tan
nakledilen bir ifadeye göre, bu fukahanın icmaı ile kabul edilmiş bir hükümdür.
Çünkü şehadetin kabul edilmesindeki şartlardan biri de şehadet lafzının
mahkemede şahit tarafından kullanılması ve ifade edilmesidir. Dilsiz olandan ise
bunun tasavvuru mümkün değildir. Meselenin tamamı
Fetih'tedir.
«Mükatep de olsa
ilh...» Mükatep, belirli bir miktar ödemesi karşılığı mükatebe akti yapılan
köle, parayı ödediği taktirde hür olacağı kabul edilen köledemektir. Hastalık,
ölüm döşeğinde iken azad edilen kölenin durumu da mükatep mesabesindedir. Bu da
siaye dediğimiz parasını ödeme zamanı içerisindedir ki Ebu Hanife bu görüşü
benimsemiştir. Sahibeyne göre o borçlu hür bir insan
demektir.
TENBİH: Bir kimse
ölse, geride bir amca, iki cariye kız, iki köle bıraksa. Amca, köleleri azad
etse, köleler cariyelerden birinin (tayin edilerek) ölenin kızı olduğunda
şahitlik yapsalar ve «Ölümünden önce onun kızı olduğu konusunda ikrarı vardı.»
deseler, bu şahitlik kabul edilmez. Çünkü bunu başlangıçta kabul etmekte, sonuç
itibariyle bunun batıl olması demektir. Çünkü bu kölelerden her ikisi de miras
yoluyla kız ve amcaya intikal ettiğine göre, mutekulba'd dediğimiz bir bölümü
azad edilmiş köle demektir ki, bu da mükatep mesabesindedir. Ebu Hanife'ye göre
şahitliği kabul edilmez. Ama Sahibeyne göre kabul edilir.
Bu kimseler, bu
köleler, şahitliklerinde ikinci kızın ölen kişinin kız kardeşi olduğu konusunda
şahitlik yapsalar, bu da birinci konuda, kızıdır meselesindeki şahitlikten önce
olsa veya sonra olsa veya onunla birlikte olsa, icmaen kabul edilmez. Çünkü bu
şehadeti kabul edecek olursak, kız kardeş kızla birlikte asaba olacak. omca
mirastan mahrum edilecek, miras dışı bırakılacaktır.
Bahır.
Ben derim ki: Bu
iki ayrı şahitliğin bulunması halinde acıktır. Ama kız kardeş olması ile ilgili
şahitliğin önceden yapılması halinde durum ne olur? Durumda bir değişiklik
olmasa gerektir. Çünkü buradaki illet, aynen kızı konusundaki illetle
müsavidir.
Muhit isimli eserde
ise şu meseleye yer verilmiştir: «Bir kimse ölse, geride bir erkek kardeş
bıraksa ve ondan başka do varisi olduğu bilinmese, iki köle -ki bunlar ölen
kişinin köleleridir- şöyle bir iddia ile karşınıza çıksalar: «Bizi sağlığında
efendimiz azad etmişti, hatta şu üçüncü şahıs falan da onun oğludur.» deseler,
kardeş de kölelerin bu iddiasını tasdik etse, onların bu iddiaları ıtk
konusunda, azat olma konusunda kabul edilmez. Çünkü bunu kabul etmekle o
kölelerde bir mülkiyet hakkının olmadığını ikrar yatmaktadır. Kardeşin bunu
tasdik etmesiyle köleler üçüncü şahıs ve oğlu olduğunu iddia ettikleri kişiye
ait olmaktadır. Çünkü kardeş onun oğlu olduğunu kabul etmesiyle mirasın tümü ona
kalacak, kardeş mirastan mahrum olacaktır. Dolayısıyla onların neseb konusundaki
şahitlikleri batıldır, geçersizdir.
«Ama üçüncü şahıs
ve oğlu dedikleri kişi yerine oğul değil de kızı olsaydı bu durumda kölelerin
şahitliği kabul edilir ve o kızın nesebi de ölmüş olan kişiden sabit olur ve
kölelerin hürriyete kavuştukları iddiası karşılığında yarı kıymetlerini ödemek
üzere çalışmakla yükümlü kılınırlardı. Çünkü kardeşin o kızın ölenin kızı
olmasını ikrar etmesi demek, mirasın yarısının ona ait olmasını kabullenmesi
demektir. Dolayısıyla ıtk konusunda, yani azad etme konusunda sahih kabul
edilmiştir. Çünkü ıtk (azad etme) tecezzi kabul etmez. Özellikle Ebu Yusuf'ta
İmam Muhammed'e göre. Ancak ortak köledeki azad etme konusunda kölenin diğer
susan ortağa hissesi kadarını çalışarak ödemesi gerekir.»
Ben derim ki: Ebu
Hanife'ye göre o iki köle hürriyetlerine kavuşmuş olurlar, aynen sahibeynin
dediği gibi. Ancak ne var ki onların kızı olduğuna dair şahitlikleri kabul
edilmez. Çünkü onlar bir bakıma bir kısmı azad edilmiş kişilerdir, hala bir
bakıma köle demektirler. Şehadetleri kabul edilmez.
FAİDE: Hakim
şahitliğe dayanarak bir hüküm verse, daha sonra şahitlerin köle oldukları
öğrenilse, verilen hükmün batıl olması gerekir. Yine beyyineye dayanarak bir
konuda vekalet olduğuna dair hüküm verse, vekil de bu vekalete binaen müvekkili
adına insanlardaki alacaklarını toplasa, daha sonra şahitlik yapan ve beyyinede
esas olan kişilerin köle oldukları anlaşılsa, bordular borçlarından kurtulmuş
sayılmazlar. Ancak benzeri durum vesayet konusunda olacak olursa, borçlular
borçlarından kurtulmuş olurlar. Çünkü vasinin borçları kabzetmesi, hakimin
iznine binaendir. Her ne kadar vasi olması sabit olmasa da. Ki bu konuda
borçluların onu ödemeleri, oğlu hakkında ödemelerine izin vermesi
mesabesindedir.
Vekalet konusu ise
bunun hilafınadır. Çünkü hakimin borçluların sağ olan kişinin alacaklarını bir
başkasına vermeleri hakkında izne yetkisi yoktur. Makdisî bu konuda der ki:
«Buna göre zamanımızda çoğu kez vuku bulan bir kişinin vakıf konusunda nazır
tayin edilmesi ve nazır gibi konuda tasarruf etmesi, kabzetmesi, sarfetmesi,
satın alıp satması hallerinde daha sonra do bunun vakıfın şartı olmaksızın
olduğu ortaya çıksa veya onun bu göreve getirilmesinin batıl olduğu anlaşılsa,
ödememesi gerekir. Çünkü onun tasarrufu aynen vaside olduğu gibi hakimin izniyle
olmuş olmaktadır.»
Ben derim ki:
Bununla ilgili meseleler vakıf bahsinde geçti. Bunu teyid eden deliller Sayıhani
tarafından orada serdedildi.
«Muğaffel dediğimiz
gafil kişilerin şahitliği de kabul edilmez ilh...»Ebu Yusuf'tan bir rivayete
göre şöyle denmektedir: «Biz birçok kişilerin şahitliklerini, şefahatlerini
ummamıza rağmen, reddeder kabul etmeyiz. Halbuki bu şahitliklerini kabul
etmediğimiz kişilerin yevm-i kıyamette bizim için şefaatçi olmaları
umulabilir.»
Bu ifadenin manası
muaffel dediğimiz benzeri kişilerin şahitliklerinin kabul edilmemesi demektir.
Hatta salih ve adil de olsalar, durum değişmez.
Tatarhaniye.
«Kriz gelmediği an,
sağlam olduğu an şahitliği kabul edilir ilh...» Yani deli olan kişinin deliliği
nöbetler halinde geliyor, zaman zaman onun tasarruflarını dengesiz hale
getiriyor ise, bu deli durumunda olan kişinin o zaman şahitliği kabul edilmez.
Ama bu sağlamken, henüz baygın değilken, ne yaptığını bilir bir durumda iken
görmüş olduğu hadiseyi mahkemede olduğu gibi aktarabiliyor ve aktarıyor ise,
onun şahitliği kabul edilir. (ibni Abidin merhum Hamişte bunu özellikle not
almıştır. Çeviren.)
«Gözlerinin
açılmasından sonra ilh...» Bunun şartı da şahitliği üstlendiği zamanda
gözlerinin açık olmasıdır. Çünkü bu durumdaki meselenintasavvuru şöyle
olmaktadır: Daha önceleri gözleri sağlam ve gören bir kişi idi. Şahitliği o
esnada üstlenmiş ve hadiseyi o anda görmüştür. Daha sonra gözleri kapanmış,
şahitliği edası esnasında gözleri açılmış ve gözleri açık iken şahitliğini
yerine getirmiştir. Ancak görmesi, hadiselere şahit olmasıyla mahkemede
ifadesini vermesi arasında gözlerini bir ara kaybetmiş olması, onun şahitliğine
engel değildir.
«Karısını boşaması
halinde ilh...» Yani daha sonra bu konuda geleceği gibi, kadının şahitliğin
reddine dair kararın olmaması şartı getirilmiştir. Çünkü kan kocanın birbirleri
lehinde şahitlik yapmaları konusu aşağıda belirtileceği gibi ihtilaflı bir
meseledir. Gerekli izah ilerde gelecektir.
«Bahır isimli
eserde ilh...» Onun da Hülasa'dan naklettiği mesele, bir kimsenin belirli bir
illet ve sebebe binaen şahitliğini reddeder ve bu istikamette hüküm verirse,
daha sonra bu illet zail olsa, şahitlik yapması halinde yine şahitliği kabul
edilmez. Ancak dört mesele müstesnadır denmiştir. Kaldı ki şahitlik yapmış
olduğu mesele, görüpte şahitliği red edilen aynı
meseledir.
«Dört kişi bundan
müstesnadır ilh...» Bunlar arasında amanın (körün) dışındakilerde durum açıktır.
Çünkü onların şahitlikleri aslında şahitlik değildir. Amanın şahitliğine gelince
onunla kan kocadan biri arasındaki farkın hatırlanması gerekir. Bu konuda
Şurumbulaliye'de gördüğüm bir ifadede «Amanın şahitliğinin kabulü müşküldür.»
denmiştir.
«Köle de bu dörtten
biridir ilh...» Bahır'da bu konuda şöyle denmektedir: «Buna göre kocanın
şahitliğinin kabul edilmemesi, işçinin iş veren hakkında şahitliğinin kabul
edilmemesi, mugaffel, müttehem ve fasık kişilerin şahitliklerinin
reddedilmesinden sonra, kabul edilmemesi gerekir.
Yine Bahır isimli
eserde bu babtan önceki bir babta şu ifadeler yer almıştır: «Şurası kesinlikle
bilinmelidir ki, şahitliği reddedilen kişiler arasında şüpheden dolayı
şahitlikleri reddedilen ile töhmetten dolayı şahitliği reddedilen arasında bir
fark yoktur. İkincisinde, yani şüpheden dolayı şahitliği kabul edilmeyen kişinin
şahitliği maniin zail olmasından sonra kabul edilir. Ama birincisi bunun
hilafınadır. Onun şahitliği mutlak bir şekilde kabul edilmez. Buna açıkça
Mevazil'de işaret edilmiştir.»
«Eşlerden birinin
durumunun da bu dördü içinde mutaleâ edilmesi ilh...» Kemal İbnül Hümam eşlerden
birinin bu istisna edilen dört meseleden biri olduğunu da söylemiştir. Halbuki
ibaresinin başında bunun hilafını ifade eden sarih ibaresi mevcuttur. Benzeri
ifade Tatarhaniye de Cevhere'de ve Bedai'de de
zikredilmiştir.
«Karı kocadan
birinin bu dört meseleye ithal edilmesi sehivdir ilh...»
Çünkü kocanın
şahitlik etme hakkı var idi, fakat şahitliğinin reddedildiğine dair bir hüküm
sadır olmuştur. Kölenin ve benzerlerinin durumu ise bunun
hilafınadır.
«Kendisini
yalanlaması şeklinde, tevbe etmesi halinde ilh...» Bir kimseyi zina ile itham
eden ve kaziften dolayı kendisine had vurulan kişi, daha sonra kendisini
yalanlayarak tevbe etse, meselenin doğru olmadığını söylese dahi bunun şahitliği
kabul edilmez. Şurumbulaliye'deki mesele bunu teyid etmektedir. Oraya müracaat
edilmesinde yarar vardır.
«Gayri müslim olan
kişi, başka birini zina suçuyla suçlayıp isbat edemediği taktirde kendisine had
vurulması ve ondan sonra müslüman olması halinde şahitliği kabul edilir ilh...»
Çünkü kafir olan kişinin şahitlik etme hakkı vardır. Şahitliğin bu konuda
reddedilmesi, haddin tamamından olması sebebiyledir. Müslüman olmasıyla o kimse
için yeni bir şahitlik hakkı doğmuştur. Buna dayanarak şahitlik yapabilir.
Yaptığı taktirde de kabul edilir. Bundan maksat müslüman olduktan sonra
şahitliği yalnız müslümanlar hakkında kabul edilir demek değildir. Şahitliğinin
kabulü geneldir. Bahır.
«Köleye haddi kazif
vurulduktan sonra hürriyetine kavuşsa yine şahitliği kabul edilmez ilh...» Çünkü
kölelik halinde kölenin asla şahitlik yapma hakkı yoktur. Onun şahitlik
yapabilmesi yeniden şahitlik hakkının doğmasına bağlıdır. Doğduğu taktirde de
eskiden yemiş olduğu haddin devamı, şahitliğinin kabul edilmemesi ile
olacağından, şahitliği yine kabul edilmemektedir. Bahır.
«Fasık tövbe ederse
ilh...» Kadıhan bu konuda der ki: «Fasık olan bir kişi tevbe etse dahi şahitliği
kabul edilmez. Ancak tevbe etmesinden sonra bir süre geçer, tevbenin eseri de
onun tasarruflarında görülecek olursa. o zaman kabul edilebilir. Bazıları bu
süreyi attı ayla kayıtlamış, bazıları bir yılla kayıtlamıştır. Doğru olan görüş
ise, hakimin görüşüne terketmiştir. Hizanetü'lMüftî isimli eserde, «Fısıktan
dolayı geri çevrilen her şahitlik. şahitliğinin kabul 'edilebileceğini iddia
etmesi halinde kabul edilmez.» denilmiştir.
«Yalancı şahidin
şahitliği kabul edilmez, ancak tevbe etmesinden sonra şahitliğinin kabul
edilebileceği tercih edilmiştir ilh...» Haniye'de aynı ifadeye yer verilmiş,
itimadın bu görüşe olduğu da ayrıca belirtilmiştir. Birinci görüşü, yani hiçbir
zaman kabul edilmeyeceği şeklindeki ifadeyi Ebu Yusuf'tan bir rivayet olarak
nakletmiştir.
«Kusur onların
kusurudur şahitliğini kabul etmeyen kanunun kusuru değildir ilh...» Bir rivayete
göre onların şahitliğinin kabul edilebileceği şeklindedir. Birinci görüş daha
sahihtir. Kınye'de de bu şekilde ifade edilmiştir.
Camiü'l-Fetava.
«Hamamdaki kadınlar
arasındaki öldürme olayında yalnız kadınların şahitliği kabul edilir ilh...»
Vakıf bahsinde bu konuda şu ifadelere yer verilmişti: «Hatırlanacağı gibi hakim
baş yarma ve yaralama olaylarında kadınların yalnız şehadetine dayanarak hüküm
veren bir mahkemenin kararını, ikinci bir hakim yürürlüğe koyamaz.»
Sayıhani.
Bunu yaralama
olaylarındaki kısasa hamletmekle iki mesele arasında telif sağlanmış
olur.
«iki mesele
müstesna erkeğin karısı aleyhindeki şahitliği kabul edilir ilh...» Eşbah'ta bu
konuda şu ifadeler yer almıştır: «Kocanın kansı aleyhindeki şehadeti kabul
edilir. Ancak onu zina ile itham etme konusunda, haddi kazifte olduğu gibi kabul
edilmez. Bir diğer şahitliğinin aleyhinde kabul edilmediği husus da, kadının
başka bir erkeğin cariyesi olduğuna dair ikrarı hakkında yapmış olduğu şahitliği
de kabul edilmez. Bunun da bir istisnası vardır. Koca karıya mehrini vermiş,
müddai olan davacı da, yani «O benim cariyemdir.» diyen kişi de «Ben ona nikah
konusunda izin verdim.» diyecek olursa. bu durum müstesnadır.» Nitekim Haniye'de
de bu istisna özellikle zikredilmiştir. Halebi.
«Kadının lehinde
şahitlik yapsa ilh...» Yani bir kimse kadının lehinde şahitlik yapsa, henüz
mahkeme bu şahitliğe dayanarak kararını vermese, erkek de o kadınla evlenecek
olursa, o konudaki şahitlik kabul edilmez, reddedilir.
Keza bir kimse
şahitlik yapsa ve henüz şahitliğine dayanarak mahkeme karara varmasa, ondan
sonra da lehinde şahitlik yapacağı kişinin ecir-ihas'ı yani onun yanında çalışan
bir kişi olması halinde, bu şahitlik kabul edilmez.
Taîarhaniye.
Karı kocanın
birbirleri lehinde şahitliğinin reddedilmesi. mahkemenin karar vermesi anında
karı koca olmalarına bağlıdır. Ama kadının veya evliliğin şahitliğe mani olması
durumu, onların şahitliği üstlenmeleri veya eda etmeleri anında karı koca
olmaları durumu ise, yukarda zikredilenlerden anlaşılmamaktadır. Ancak bunlara
Bezzaziye'den naklen Menih'te zikredilen şu ifadenin de eklenmesi gerekir. Ki,
orada şöyle denmektedir: «Şahitliği karı koca oldukları bir dönemde üstlenseler,
daha sonra erkek karısını talakı bainle boşasa, ondan sonra erkek kadın lehinde
şahitlik yapacak olursa, bu da iddetinin bitiminden sonra olacak olursa,
şahitliği kabul edilir.» Buna eklenmesi gereken diğer bir mesele de, Kadı'nın
Fetava'sından nakledilen şu husustur ki o da, «Bir kimse karısı lehinde şahitlik
yapsa ve bu şahitliği yaptığı anda adil bir kişi olsa, hakim şahitliğini karısı
lehinde yapmasına rağmen reddetmese, daha sonra onu talakı bainle boşasa,
kadının iddeti bitse, bu durumda erkeğin hükmü nedir sorusu akla gelmektedir.
İbni Şuca'ın rivayet ettiğine göre, hakim bu şahitliği yürürlüğe koyması
gerekir.» ifadesidir.
Bahır'da bu konuda
şu ifadeler yer almaktadır: «Netice olarak kan kocalığın devam ettiği bir anda,
aralarında bir töhmetin bulunmaması şarttır denmiştir. Yapılan bağıştan rücu ile
ilgili bölümde bir kimsenin kansına yapmış olduğu bağıştan dönmesine mani olan
durum hibe anında karı kocalığın bulunmasıdır. Rücu anındaki karı kocalık buna
engel değildir. Binaenaleyh bir kimse yabancı bir kadına mal bağışlasa, daha
sonra o kadınla evlenecek olursa. o bağışından dönebilir. Aksı ise bunun
hilafınadır. Yani karısı iken bir mal bağışlasa, daha sonra o kadından ayrılsa,
ona yapmış olduğu bağıştan dönemez. Çünkü bağış anında karısı olması hasebiyle
hibeden rücua engel durum tahakkuk etmiş olmaktadır. Ve yine hastanın ikrarı ile
ilgili bölümde geleceği gibi burada itibar, ölüm anında karısı olmasınadır.
Vasiyet anındaki karısı olmasına değildir.»
«Feri dediğimiz
çocuğun annesi, babası, nenesi, dedesi lehinde şahitlikleri kabul edilmez
ilh...» Velevki bu feri olma işi bir yönle de olsa. Mesela erkek eşinin
doğurduğu çocuğun nesebini inkar etse, karı koca arasında mülaane sonucu çocuğun
nesebi anneden sabit olup, babadan sabit olmasa, bu çocuğun anne lehindeki
şahitliği kabul edilmez. Bununla ilgili geniş açıklama Bahır'da
zikredilmiştir.
«Dedenin bazı
hususlardaki şahitliği bundan istisna edilmiştir ilh...»Bu istisna ferin aslı
lehinde şahitliği kabul edilmediği gibi, aksi de aynıdır. Aksi dediğimiz yani
aslın feri lehinde de şahitliği kabul edilmez. Bundan bir mesele istisna
edilmiştir. O da, dedenin torunu lehine, oğlu aleyhinde yaptığı
şahitliktir.
Bir kimsenin aslı
aleyhinde şahitliği kabul edilir, Ancak bunun da istisnaları vardır. O
istisnalardan biri de, babasının ikinci hanımı, annesinin kuması olan kadının
durumuyla ilgili, babası aleyhinde yapmış olduğu şahitliktir. Bu kabul edilmez.
Çünkü bir bakıma baba aleyhinde şahitlik olduğu kadar annesi lehinde de şahitlik
olduğundan iki yönlü bir şahitlik olmuş olur. Biri lehte, biri aleyhte,
dolayısıyla kabul edilmemektedir.
«Kişinin katil
meselesi müstesna kendi lehinde şahitliği de kabul edilmez ilh...» Katil
meselesinin sureti şu şekilde verilmiştir: Üç kişi amden ve kasten bir adamı
öldürseler, daha sonra, tövbe ettikten sonra, velinin kendilerini tümden
affettiği şeklinde şahitlik yapsalar durum ne olur? Bu konuda Hasan İbni Ziyad
«Şahitlikleri kabul edilmez. Ancak onlardan ikisi. «Bizi affetti ve şunu da
affetti.» demeleri halinde şahitlikleri kabul edilir.» demiştir. Bu durumda Ebu
Yusuf'a göre yalnız üçüncü ve şu dedikleri kişi hakkındaki şehadetleri kabul
edilir. Hasan İbni Ziyad'ın ifadesine göre, tümü hakkındaki şahitlikleri kabul
edilir. Çünkü bu şahitlik bir bakıma kendi lehlerinde de şahitlik olmuştur.
Kabul edilmeyen meselelerin istisnası olarak, burada kabul edilmiştir.
Halebi.
«Ortağın ortağı
lehinde ortaklıkla ilgili şahitliği kabul edilmez ilh...»Bu ifade mutlak olarak
zikredilmiş. şirketlerin bütün çeşitlerine şamil olarak kabul edilmiştir. Ancak
mufaveze şirketiyle ilgili hususta bazı tereddütler olsa gerektir.
Bahır.
«Şirketleri ile
ilgili konuda ilh...» Ancak şirketlerin dışında herhangi bir konuda bir ortağın
diğer ortağı lehinde şahitlik yapmasında bir beis yoktur. Fetava-yı
Hindiye.
«Hasım şahitlerden
birini üç husustan biriyle taan edebilir ilh...» Bu konuda İbni Abidin merhumun
oğlu Tekmile'sinde şu ifadelere yer vermektedir: «Aleyhinde dava açılan kişi,
aleyhinde şahitlik yapan şahitlerden birinin köle olduğuna veya şahitlerin köle
olduğuna dair bir iddia ileri sürse, iddiayı ileri süren kişinin değil, davayı
açan kişinin şahitlerin hür olduğuna dair beyyine ikame etmesi gerekir. Ancak
had konusunda aleyhinde şahitlik yapılan kişinin, «Onlar kaziften dolayı had
vurulmuş şahidlikleri kabul edilmeyen kişilerdir.» demesi halinde, şahitliğin
taan eden müdda aleyhinşahitliklerinin kabul edilmeyeceğine dair beyyine
getirmesi gerekir.
«Ortaklık konusunda
ise, hasımlardan müddaaleyh şahitlerin müddainin ortağı olduğunu iddia etse,
dolayısıyla «Şahitliğinin kabul edilmemesi gerekir.» dese ve ortağı olduğuna
dair bir beyyine ikame ettiği taktirde beyyinenin kabul edilmesi ve şahitlerin
şahitliğinin red edilmesi gerekir. Ancak karşı tarafın ortağı olmadığına dair
beyyine getirmekle yükümlü olmadığı da aşikardır. Çünkü getireceği beyyine
olumsuzlukla ilgilidir, defi ile ilgilidir. Öbürünün beyyinesi ise bir şeyin
varlığını isbatla ilgili bir beyyinedir. Beyyineler de isbat için ikame
edildiğine göre, isbat etmeye çalışan kişinin beyyine getirmesi gerekir. Muteber
olan beyyine de onun beyyinesidir.
«Köy halkı falan
çiftliğin kendi köy topraklarına ait olduğu konusunda şahitlik yapsalar,
şahitliklerinin kabul edilmeyeceği metinde açıklanmıştı. Ancak Hamidiye isimli
eserde şu ifadelere de yer verilmiştir: «Bir kimse vakıf mütevellisiyle birlikte
başkası aleyhinde falan kıtanın, yani falan arazinin köylerinin arazisinden
olduğuna dair bir şahitlikleri olsa, bu şahitlikleri kabul edilir.»
Timurtaşî.
«Çıkar sokakta
kendisi için bir hak talep etmesi halinde getireceği şahit kabul edilmez ilh...»
Diğer bir rivayete göre mutlak bir şekilde çıkar sokakta şahitliği kabul
edilebileceği söylenmektedir. Fetih.
METİN
Bir medresenin
vakfiyesiyle ilgili, o medresenin içerisinde bulunanların vakfın o medreseye ait
olduğu konusundaki şahitlikleri de kabul edilmez. özel işçinin patronu lehindeki
şahitliği de kabul edilmez. Bu da gerek yevmiye hesabı, gerek aylık hesabı
çalışsın veyahut onun yanında hizmetçi olarak çalışan veya ona tabi bir kişi
olsun veya özel kalfası olsun, şahitlikleri kabul edilmez. Çünkü özel durumda
olan kalfanın düşüncesi üstadı olan patronu veya ustasının zararını kendi zararı
kabul etmekte. onun yararını kendi. yararlı olarak kabul etmektedir. Dolayısıyla
bir bakıma kendi lehinde şahitlik yapmış olacağından kabul edilmemektedir. Bu da
Hazreti Peygamber (s.a.v.) in buyurdukları şu hadisi şerifin manası zimninde
olan bir husustur: «Geçimini bir evden sağlayan kişinin o ev ahalisi hakkındaki
şahitliği kabul edilmez.» İki şerikidir yani maaşını onlardan temin ettiği
sürece, onlar lehindeki şahitliği de kabul edilmez. Bunun ifade ettiği husus
ise, işçiyi çalıştıran veya usta olan kişinin kalfa veya çalışan kişi lehinde
şahitliğinin kabul edilebileceğidir.
Muhannesin
şahitliği de kabul edilmez. Fetih. Muhannes ise kötü, hoş olmayan birtakım
işleri yapan, erkek olmasına rağmen erkeklerin kendisine ilgi duymaları için
kadınca hareketler yapan kişi demektir. Ama yaratılışta hareketlerinin kadın
hareketlerine benzemesi ve birtakım hareketlerde bulunması, şehadetine mani
değildir. Onun şehadeti kabul edilir.
Şarkıcı kadının
şahitliği de kabul edilmez. Velevki sesini yükselterek kendi yalnızlığını
gidermek için de söylese durum aynıdır. Dürer. Ancak bunu devamlı halde
yapmasıyla kayıtlamak gerekir. Çünkü mahkeme nezdinde bunun sabit olması ancak
buna bağlıdır. Nitekim bazı içki içen kişilerin eğlencede içmeleri ve buna
müptela olmaları halinde onların şahitliği de kabul edilmemektedir. Vanî
meseleyi bu şekilde zikretmiştir.
Musibet olsun veya
olmasın ücret karşılığı ağıt yakan kadının şahitliği de kabul edilmez. Dürer ve
Fetih.
Aynî'nin bu konuda
eklediği şu ifadede yer almıştır: «Kadın bu ağıtını kendi başına gelen bir
musibet, felaketten dolayı söyleyecek olursa, şahitliği kabul edilir.» Vanî bu
meselenin gerekçesin; zikrederken, «Buna bir bakıma zorlanmış ve sabrı tükenmiş
olmasından kaynaklanmaktadır.» der. Bu durumda kadının böyle bir ağıta yönelmesi
tedavi için haram olan bir şeyi içmesi meselesine
benzetilmiştir.
Dünyevi bir sebebe
dayanan düşmanlık sebebiyle de şahitlik kabul edilmez. İbni Kemal bunu feri asıl
için yapmış olduğu şehadetin tam aksine değerlendirmiş, «Düşmanı lehinde
şahitlik kabul edilir, aleyhinde ise kabul edilmez.» demiştir. Vehbaniye isimli
eserde şahitliğin kabul edilebileceği görüşü savunulmuş, ancak bu düşmanlık
sebebiyle fasık duruma düşmemesi kaydı getirilmiş ve bu konuda şu ifadelere de
yer vermiştir.
«Bir kimse hakkında
kin beslemek yasak olması dolayısıyla fısıktır, günahtır. Eşbah'ta haramla
helalin birleştiği noktada haram helali yener, harama itibar edilip ondan
sakınılması gerekir kaidesinin devamında, onunla ilgili olarak, «Eğer iki kimse
arasındaki düşmanlık dünya ile ilgili ise şahitliği kabul edilmez. Gerek bu
şahitlik düşmanı aleyhinde olsun, gerek başkası aleyhinde olsun. Çünkü bu bir
fısıktır, günahtır, tecezzi (bölünme) kabul etmez.» denmiştir.»
Musannıfın
fetvasında ise, «Cahilin alim aleyhinde şahitliği kabul edilmez. Çünkü şer'an
öğrenmesi ve bilmesi gerekenleri terk etmesinden dolayı fasık durumuna
düşmüştür.» denmektedir. «Binaenaleyh onun benzeri aleyhinde veya başkaları
aleyhinde şahitliğinin kabul edilmemesi gerekir. Hakimin bu gibi kişileri,
öğrenmeleri gerekeni bırakmaları, ona yönelmemeleri, onu terketmelerinden dolayı
azil edebileceği söylenmiştir.» Daha sonra devamla, alimi tarif ederken, «Alim,
terkiplerden manaları çıkarabilen olduğu gibi, meselelere yorum getirebilen ve
doğru olanı araştıran bulan kişi.» demiştir.
Sözünde doğruyu ve
yanlışı araştırmayıp gelişi güzel laf eden kişilerin şehadeti de kabul edilmez.
Çok yemin eden kişinin durumu da aynıdır. Yine çocuklarına veya başkalarına
sövmeyi, küfretmeyi adet edinen kişilerin şahitliği de kabul edilmez. Çünkü
sövmek büyük günahtır. Aynen zekatı vermeme veya haccın fevri olduğunu kabul
eden rivayete göre haccı erteleme veya cuma ve cemaat namazlarını terketme,
doyduktan sonra mazeretsiz yemeye devam etme gibi hususlar şahitliğe manidir.
Ayrıca ibret almak maksadıyla değil de, gelişi güzel herhangi bir emirin
gelişiniseyretmeye giden, fuzuli yere yolu meşgul eden kişinin şahitliği de
kabul edilmez, denmiştir.
Mahsurları bulunan
ve tehlikeden hali olmayan deniz yolculuğuna çıkanın da şahitliği kabul edilmez
denmiştir. Ancak bu eskiden yelkenlilerle gayri müslim ülkelere bazı maksatlarla
giden ve yolculukları tehlike arzeden kişiler için geçerlidir. Nitekim bununla
ilgili gerekli açıklama izahat bölümünde verilecektir.
Mazeretsiz ipek
giyenlerin, haramı irtikab etmeleri dolayısıyla erkek olacak olurlarsa,
şahitlikleri reddedilir. Çarşıda, pazarda insanların oturup kalkabilecekleri ye
yol kenarlarına, kıbleye, güneşe veya aya karşı küçük abdestini yapan kişilerin
şahitliği de reddedilir. Tufeyli dediğîmiz davetsiz yere giden asalakların,
soytarıların, rakkasların. hayvanlara fazla küfredenlerin şahitliği de
reddedilir. Hatta ülkemizde hayvanlara değil direk hayvanları satanlara
küfretmektedirler. Fetih.
Vehbaniye
Şerhi'nde, «Haddinden fazla cimri olan kişilerin şahitliği de kabul edilmez.
Çünkü cimriliği sebebiyle vermiş olduğu borcu fazlasıyla almaya çalışan,
hakkından fazlasını almak için çırpınan ve alabildiği taktirde alan kişi
demektir. Bundan dolayı da adil bir kişi sayılmaz.»
denmiştir.
Bir zamanlar
Irak'ta kendilerine eşraf denilen mutaassıp bir topluluğun lideri durumunda olan
kişiler, cemaatlerine taassup derecede bağlı olduklarından ve onlar lehine
haksız yere şahitlik yapabileceklerinden, onların şahitliği de kabul edilmez
denmiştir. Musannıfın Cevahirü'l-Feteva isimli eserden naklettiği bir ifadeye
göre, gereksiz yere mezhep imamını hiçe sayarak istihfaf yoluyla Hanefi
mezhebinden Şafii mezhebine veya herhangi bir mezhebi bırakıp diğer bir mezhebe
geçen kişinin şahitliği de kabul edilmez.
Normal satışın
dışında cenaze levazımatçısı, kefen ve benzeri şeylerin satıcıları çok kişilerin
veya insanların ölmesini temenni etmeleri halinde, bunların şahitliği de
reddedilir, kabul edilmez.
Yalancı olan, malı
satmak için gelişigüzel ifade kullanan dellallerin şahitliği de kabul edilmez.
Nikah akdine vekil olan kişinin, nikahın isbatıyla ilgili konuda şahitliği kabul
edilmez. Tabiki bu şahit olduğunu söyleyip vekil olduğunu da ilave ederse. Ama
vekil olduğunu söylemeden mutlak şahit olarak iştirak edecek olursa, kabul
edilir, denmiştir. Yani, «Bu onun karısıdır.» diye şahitlik yapacak olursa,
vekil olduğunu söylemezse şahitliği kabul edilir. Burada dendiği gibi,
meseledeki kurtuluş budur. Bezzaziye ve Tefsir isimli eserlerde bu çareye baş
vurulmuş ve bunun doğru olduğu söylenmiştir. Kadri Efendi de Vakıat'ında bu
görüşü desteklemiştir.
Meselenin özeti,
dellalların ve gelişi güzel senet ve yalan haberleri ihtiva eden ve yalan
olduğunu bilerek yazı yazanların, ayrıca mahkemelere kişileri celbeden ve onları
getirirken adilane davranmayan ve onlardan bir takım şeyler isteyen kişilerin
şahitliği de kabul edilmez. Yine mahkeme kapılarında her 'konuda doğru olsun
veya olmasın vekalet alacağını söyleyenlerin şahitliği de kabul edilmez
denilmiştir. Nitekim Fetava-yı Müeyyed'de sadece bu şekilde
zikredilmiştir.
Yine adı geçen
eserde, «Herhangi bir vasi vesayetten ihraç edilmesinden sonra onu kabul etmiş
ve daha sonra çıkarılmış ise, o konuda onun şahitliği de kabul edilmez. Vekil
olan kişinin vekaletten çıkarılmasından sonra, hasımlardan biri olarak mahkemeye
gelmesi halinde, ittifakla onun da şahitliği kabul edilmez. Ama hasım olmadığı
taktirde kabul edilir. Ancak Ebu Yusuf'a göre yine kabul edilmez. Şarap dışında
diğer sarhoş edici içkilere müptela olanların, büyük günah işlemeleri
dolayısıyla, şahitliği de kabul edilmez.» denmiştir.
İbni Kemal'in bu
konuda söylediklerinde bir sehim, hatta hata vardır denebilir. Bahır'da beyan
edildiği gibi, adı geçen eserde şarabın dışındaki içkilerde alışkanlık şarttır
denmiştir. Çünkü çok az bir şeyin bir defacık içilmesi halinde işlemiş olduğu
günah küçük günahlardan sayılmıştır. Bunu da eğlence ve alışkanlık maksadıyla
içerse. Çünkü tedavi maksadıyla içecek olursa bu konuda ihtilaf vuku bulmasından
ötürü adaleti sakıt olmaz. Sadru Şeria. İbni Kemal.
Yaşlı olmasına
rağmen eğitme maksadı olmaksızın veya çocuklarını zekasını geliştirme kasdi
olmaksızın çocuklarla oynayan ve onlarla belirli bir maksada mebni olmaksızın
çocuklaşan kişilerin oynamaları, onların kişiliklerini zedelemesi ve onlarla
oynarken çoğu kez yalan söylemeye mecbur kalmasından ötürü, şahitliği kabul
edilmez denmiştir.
Kuşlarla uğraşan ve
dam dam dolaşan, evlerin mahrem yerlerini gözetleyen kişilerin de şahitliği
kabul edilmez. Ancak kuşlardan faydalanmak ve onlarla gönlünü neşelendirmek için
tutması halinde, yaptığı işin mubah olması dolayısıyla, şahitliği reddedilmez.
Bu kuşçuluk yapan kişi, yine başkalarının kuşlarını getirmesi için kuşları
eğitir, başkalarının kuşlarına kendi kuşunu yem olarak kullanacak olursa, haram
yemesinden dolayı onun da şahitliği kabul edilmez. Aynî ve İnaye'de bu hüküm
sarahaten zikredilmiştir.
Şer'an
kullanılmasına cevaz verilmeyen tanbur ve benzeri çalgı aletleriyle uğraşan
kişilerin de şahitlîği reddedilir, kabul edilmez denmiştir. Ama buna şeran izin
verilmiş, mesela kafile ve kervanların başında bazı aletlerin veya kavalın
çalınması adalete mani olmadığından şahitliği kabul edilir. Bu da fazla olmama
ve oyuna ve raksa vasıta olmama şartı ile kayıtlıdır. Hanîye. Oyuna vasıta
olması halinde büyük günahlardan olabilen eğlencelerin içinde mütaala edildiği
için yasak olduğu söylenir. Bahır.
İnsanlar için ve
onların eğlencesi için biraraya toplayarak onlara şarkı söyleyen kişinin
şahitliği de kabul edilmez. Çünkü bu büyük günah için insanların toplanmasına
vasıta olmuştur. Hîdaye.
Ancak Sadi
Efendi'nin bu konudaki sözü. «ücretle olması» ile kayıtlanmıştır. Ücretsiz
olması halinde bu ifadeye göre bir beis olmasa gerektir. Ama yalnızlığını
gidermek için, kendi kendine koyun otlatırken, tarla sürerken, işte çalışırken
mırıldanmasında, fukahanın ekseriyetine göre bir beis yoktur. Aynî de bu görüşü
benimsemiş ve mahsuru olmadığını söylemiştir. Hatta bu söylediklerinin bir vaazı
ve hikmeti, vecizeleri ihtiva eden bir şiir olması halinde, ittifakla bunun caiz
olduğu söylenmiştir.
Düğünlerde tef
çalınması caiz olduğu gibi, tahrik edici olmayan şarkıların da söylenebileceğine
cevaz verenler olmuştur. Bazıları da mutlak bir şekilde mübah olduğunu
savunmuşlardır. Diğer bir kısım fukaha ise, mutlak bir şekilde mekruh olduğunu
söylemişlerdir. Bahır isimli eserde. «Mezhepte muteber olan görüş, mutlak bir
şekilde bunun haram olmasıdır.» denmiş bununla da ihtilaf sona ermiştir. Hatta
Hidaye isimli eserin zahirinden de anlaşıldığına göre, bu tür davranışın kendisi
için de olsa, büyük bir günah olduğu görüşü benimsenmiş. musannıf dd bunu
kabullenmiş ve demiştir ki: «Şarkı ve türküleri dinleyen ve o meclislerde
oturmakta olan kişilerin şahitliği kabul edilmez.» Aynî isimli eserde, «Fücur ve
şarap (içki) içilen meclislerde oturan kişilerin şahitlği reddedilir. Velevki
bunlar sarhoşta olmasalar, içmeseler de. Çünkü onlarla oturup haşır neşir
olmaları, emri bil maruf ve nehyu anil münkeri terketmelerinden dolayı,
adaletleri sakıt olmuştur.» denmektedir.
Haddi gerektiren
herhangi bir sucu işlemesi fıskını gerektirdiğinden ötürü, şahitliğin reddine
vesiledir. Bu ifadeden maksadı da büyük bir günahı irtikab eden kişinin
şahitliğinin red edilmesidir. Musannıf da bunu kastetmiş, diğerleri de bu görüşü
benimsemişlerdir.
Hamama peştemal
almaksızın haram yerlerini göstererek laubali bir şekilde giren kişilerin de
şahitliği kabul edilmez. Çünkü bunu yapmakla haram irtikab etmiş, dolayısıyla
adaleti sakit olmuştur.