08 Ekim 2012

ŞAHADET KİTABI ÜCÜNCÜ BÖLÜM


İZAH
«Medreseye yapılan vakıfla ilgili hususta o medresede olan kişinin şahitliği kabul edilir ilh...» Yani medreseye ait bir vakıfın vakıf olduğuna dair şahitliği kabul edilir. Keza bir mektebe veya okula ait bir vakıfta o okulda okuyan çocuğu da olsa bir kişinin şahitliği caizdir. Mahalle sakinlerinin mahalleye yapılan vakıflarla ilgili şahitlikleri kabul edilir. Mescide yapılan vakıf, büyük camiye yapılan vakıf yine binabi sebil dediğimiz yolda kalmış kişilerin, yolda kalmış kişiler için yapılan vakıfların vakfiyetine dair şahitlikleri kabul edilir. Bütün bu meselelerde mutemet olan görüş kabul edilmesidir. Bezzaziye.
İbni Şıhne der ki: «Tahti nezaretinde olan bir vakıf veya kendisinin müstahik olduğu bir vakıf konusunda hakimin hükmü de bu kabildendir. Bütün bunlar vakfın aslıyla ilgili şahitliktedir. Ama vakfın gelirinde hak sahibi olan, ondan hak olacak kişilerin hakka rücu olan şahitlikleri kabul edilmez. Mesela vakfın icareye verilmesi ve benzeri hadiselerde lehine şahitlik yapmış olacağından, o konuda töhmet altında kalmış ve şahitliği kabul edilmemiştir. Ben bu konuda Camiü'l-Fusuleyn üzerine yazmış olduğum haşiyede «Gelirle ilgili olarak vakıflarda takrir görevini üstlenmiş kişilerin şahitlikleri de kabul edilmez. Çünkü onların takrirleri kabul etmemeyi gerektirir. Ancak bunun yararı mütevelli hakkında töhmeti iskattır, yemin teklifine gerek kalmaz. Bu görüşü teyid eden bir hususta şudur: Kendisine emanet bırakılan bir kişi emaneti almaya gelen emanet sahibine emanetini geri verdiğini veya kusuru olmaksızın helak olduğunu iddia etmesi halinde, kendisine yemin teklif edilmeyeceği gibi burada getirilecek beyyinede yemin teklifinden onu muaf tutmak içindir;» demiştim.
«Yıllık veya aylık çalışan kişinin de patronu için şehadeti kabul edilmez ilh...» Bu yanında çalıştığı kişi isterse bir aylık olsun, yevmiye olsun, isterse yıllık çalışsın. Sahih olan görüşe göre onun lehinde şahitliği kabul edilmez. Camiü'l-Fetava.
«Özel talebenin veya kalfanın da şehadeti kabul edilmez ilh... » Hülasa isimli eserde özel talebesi onunla birlikte yemek yiyen, ehli iyali içerisinde bulunan, belirli bir ücret almayan kişi olarak tarif edilmiştir Meselenin tamamı Fetih'tedir.
Bir diğer eserde, kalfa ustası lehinde şahitlik yapacak olursa -ki bu da özel talebe demektir, yani onunla birlikte yiyen ve çocuklarıyla birlikte yaşayan ondan belirli bir ücret almayan kişidir- bunun şahitliği, ustası lehinde kabul edilmez. Ama belirli bir ücreti bulunur, gerek günlük ücret, gerek aylık ve gerek yıllık bir ücrete karşılık çalışıyor ise, yalnız ona çalıştığı taktirde onun da şahitliği, patronu lehinde kabul edilmez. Ama başkaları için de çalışan bir kalfa ve işçi olması halinde, şahitliği kabul edilir, denilmiştir.
Uyun isimli eserde İmam Muhammed'in şöyle dediği nakledilmektedir: «Bir günlüğüne kiraladığı bir kişi, o gün onun lehinde bir şahitlik yapmaya kalksa, kıyasa göre bu şahitliğin kabul edilmemesi gerekir. Eğer bir kimse özel işçi olursa, yanında çalıştığı kişi lehinde şahitlik yapsa, fakat henüz teskiye edilmese, bir ay geçtikten sonra teskiye edilse, şahitliği kabul edilmez. Bu da aynen karısı lehinde şahitlik yapan kişinin daha sonradan onu boşaması meselesine benzemektedir. Onun özel işçisi olmaz. şahitlik yapar, o şahitliğe dayanılarak hüküm verilmezden önce işçi olarak onun yanına girecek olursa, yine şahitliği kabul edilmez.» Bezzaziye.
Bu konu ile ilgili İbni Abidin bir kitabın kenarına almış olduğu notta şu feri meseleyi de zikretmiştir: Gerçi bu meselenin yeri burası değil, ama bir münasebete binaen zikredilmiş olsa gerektir. Elinde bir çiftlik veya köy bulunan kişi, bir başkası gelerek onun elindeki bu arazilerin vakıf olduğunu iddia etse ve geçmiş hakimlerin ve adil kişilerin yazısını ihtiva eden bir de senet getirse, vakıf olduğuna dair hüküm verilmesini talep etse, hakimin bu senede dayanarak hüküm vermesi gerekmez. Çünkü hakim hüküm verirken hüccete dayanmalıdır. Hüccet ise ya şahitlerle isbat edilen beyyineve ikrardır. Ama eldeki senet bir delil, olmamaktadır. Gerekçesi ise. yazının yazıya benzeyebileceği, bunun sahte bir evrak olma ihtimaline binaendir. Keza dükkanın kapısında o dükkanın vakıf olduğunu bildiren bir levha olsa, hakimin buna dayanarak o dükkanın vakıf olduğuna karar vermesi caiz olmaz.» Camiü'l-Fusuleyn.
Bundan da anlaşıldığına göre, özellikle zamanımızda simsar, sarraf ve satıcının defterlerindeki yazılara dayanarak hakimin hüküm vermesi de caiz değildir. Bu konuda fetva verilmesi de doğru olmaz.
«Bunun ifade ettiği manada şudur ilh...» Bu ifade Fethü'l-Kadir'de kesin bir ifadeymiş gibi zikredilmektedir. Ancak Tatarhaniye'de Fetava-yı Gıyasiye'den naklen şu ifadelere yer verilmiştir: «İşçiyi çalıştıran, onu kiralayan, kişinin de işçi lehinde şahitliği caiz değildir. Fettal haşyesinde Serahsî'nin Muhit'inden naklen Ebu Hanife'nin Mücerret isimli eserdeki bir rivayete göre şöyle dediği nakledilmektedir: «Kadı'nın ve hakimin çalışan işçinin ve kalfanın ustası lehindeki şahitliğine cevap vermemesi gerekir. Aynı durumda us.tanın işçisi ve kalfası lehinde şahitliğinin kabul edilmesine de cevaz vermemesi gerekir.» Bu da yukarda Hadisi şeriften çıkarılan veya çıkarılmak istenilen hükme ters düşmektedir.
«Özellikle kadının sesini yükselterek ilh...» Nihaye isimli eserde, «Şarkı söyleyen kadının da şahitliği kabul edilmez» ifadesi mutlak bir şekilde zikredilmiş, sesini yükseltip yükseltmemesi kaydına yer verilmemiştir. Erkeklerin şarkı söylemesi konusunda insanlara şarkı söylemeleri kaydı getirilmiştir. Meselenin tamamı Fethü'l-Kadir'de zikredilmiştir.
Kadın aleyhinde bu konuda şahitlik onun adaletini mücerret bir şekilde cerhtir. Bunun içindir ki bu konuya devam ettiği ve bunu adet haline getirdiği hakim nezdinde açıkça belirmesi şartı getirilmiştir.
«Bu kayıt Dürer isimli eserde zikredilmiştir ilh...» Ağıtla ilgili hususla hüküm, aynen şarkı konusundaki hükme benzemektedir. Kadının kendisi için de olsa şarkı söylemesi ve türkü söylemesindeki hükümle durum aynı olduğuna göre, niçin kendi yakınları için ağıt yakması halinde ağıtı onun adaletini iskat edici sayılmamaktadır. Ancak bu konuda şu fark söylenebilir: Burada sesinin yükseltilmesinden maksat fitne korkusu olabilecek bir ses yükseltmesidir. Aksi halde adaleti muskit sayılmaz.
«Ağıtçı kadının şahitliği de kabul edilmez ilh...» Yani ağıt söyleyen kadının şahitliği kabul edilmez. Burada kendi başına gelen, yakınlarını kaybetmesinden dolayı bir musibette ağlayan, ağıt söyleyen bir kadının durumu, bu ifade içerisinde yer almamaktadır. Burada başkasının başına gelen bir musibetten dolayı ağıt yakan ve yüksek sesle söyleyen kadın kasdedilmektedir. Özellikle bunu kendisine meslek edinenler söz konusu olsa gerektir. Nitekim Muhit'ten naklen Tatarhaniye'de böyle denmiştir.
Fethü'lKadir'de Zahire isimli eserden naklen yukardaki ifadelerden sonra şu ifadelere de yer verilmiştir: «Hatırladığım kadarıyla bu ifadeye ulemadan bir itiraz gelmemiş ve bu konuda yukarda zikredilenin dışında bir şey söylenmemiştir.» Meselenin tamamı yine Fethü'l-Kadir'dedir.
«Kadının başına gelen bir musibetten dolayı sabrının taşması, yüksek sesle ağlaması bir zarurettir ilh...» Bunun gereği, kadın bunu bir zaruret olmadan, özellikle adete binaen kendi istek ve iradesiyle, ihtiyarına binaen yaptığı taktirde şahitliğini zedeleyici olacağından, şahitliğinin kabul edilmemesi gerekir.
«Dünyevi bir sebebten dolayı düşmanı aleyhinde şahitliği de kabul edilmez ilh...» Bu ifade Mülteka isimli eserde bu şekilde kayıtlanmıştır. Hanuti bu konuda kendisine tevcih edilen bir soruya cevap olarak şöyle demiştir: «Bir kimse aleyhinde bir iddiada bulunulsa ve bu beyyine ile isbat edilse, bunun üzerine de o kimse. «Beni beş gün süre ile dövdüler.» dese, hakim de buna dayanarak hüküm verse, daha sonra hüküm akabinde bir husumete dair beyyine ikame etmek istese, bunun beyyinesi dinlenir mi dinlenmez mi sorusuna cevap olarak, düşmanın düşmanı aleyhinde -eğer bu dünyevî bir düşmanlık ise- şahitliğinin kabul edilip edilmeyeceği konusunda ihtilaf vardır. Bu da hüküm verilmezden öncedir.» demekte. devamla «Eğer hüküm verdikten sonra olacak olursa, verilen hükmün bozulmaması hükmü anlaşılmaktadır. Nitekim fukaha bu konuda, hakimin fasıkın şahitliğine dayanarak hüküm vermesi gerekmez. Ona güvenmesi de doğru değildir. Ama buna rağmen hüküm verecek olursa, verdiği hüküm bozulmaz. demişlerdir.» Bu da Yakubiye'de zikredilenlerin hilafınadır.
«Vehbaniye isimli eserde benimsenen görüşe göre ise ilh...» Menih isimli eserde bu konu şöyle ifade edilmektedir: «Tafsilata gerek duymaksızın düşmanın düşman aleyhinde şahitliğinin kabul edilmemesi, Kenz ve benzeri meşhur eserlere ve fukahanın çoğunun kabul ettiği, müteahhir ulemanın da benimsediği görüşe göredir. Ancak Kınye isimli eserde, «Eğer düşmanlık dünya ile ilgili bir sebebe dayanıyor ve bu düşmanlık sebebiyle de o kişi fasık durumuna düşmüyor ise, şahitliğine mani değildir veya ona bir yarar sağlamıyor veya ondan bir zararı bertaraf etmiyorsa düşmanın düşman aleyhinde şahitliğine engel bir durum yoktur.» denilmiştir. Sahih olan do budur.ı» İtimad bu görüşe olmuştur. İbni Vehban da bu görüşü benimsemiştir. İbni Şıhne bu kelime ve cümle üzerine bir not düşmemiştir. Ancak hadisi şerif müteahhirinin görüşünü desteklemektedir. Yani düşmanın düşman aleyhinde şahitliğinin kabul edilmemesi gerekir. Meselenin aydınlatması için kada bahsinin ilk bölümünde yazılanlara müracaat edilmesi gerekir.
Ben derim ki: Yukardaki ifadeler nakledildikten sonra, Hayriye isimli eserde şu neticeye yer verilmiştir: «Düşmanın düşman aleyhindeki şahitliği adil de olsa kabul edilmez. Yakup Paşa haşiyesinde «Düşmanın düşman aleyhinde şahitliğine dayanarak verdiği hüküm geçerli değildir.» ifadesi açıkçabelirtilmiş, mesele fıkıh kitaplarında bu ihtilaflı şekli ile zikredilmiştir. Şarih Kitabu'l-Kaza'nın baş tarafında Yakup Paşanın bu ifadesine de özellikle yer vermişti. Oraya müracaat edilmesi, meselenin aydınlatılması bakımından yararlı olur.
«Veya çocuklarına sövmeyi adet edinmiş kişi ilh...» Fetih'te bu konuda Nasir İbni Yahya'dan naklen şöyle denmektedir: «Ehline ve iyaline (çoluk ve çocuğuna), kölelerine ve işçilerine her saatte alışkanlık gereği söven kişilerin şahitliği kabul edilmez. Ama bu ora sıra olacak olursa kabul edilir. Hayvanlara söven ve şetmeden kişinin durumu da aynıdır.»
«Zekatı geciktiren kişi ilh...» Sahih olan görüşe göre zekatı geciktirme adaleti iskat ve iptal edici değildir. Fasi'nin Kadıhan'dan naklettiği bir ifadeye göre, özürü olmaksızın zekatı geciktiren kişinin şahitliğinin ve adaletinin sakıt olacağı fetva için benimsenen görüşler arasındadır. Çünkü fakirlerin hakkını gereksiz yere geciktirmiştir. Hac ise bundan müstesnadır. Özellikle zamanımızda buna dikkat edilmelidir.
«Cemaatı terkeden kişi ilh...» Yine Fethü'l-Kadir'de, «Kişinin şahitliğine mani olan durumlardan biri de cemaatle namazı terketmesidir. Özellikle arkasında namaz kıldığı imamı dini ve hali konusunda taan edici bir gerekçeye dayanmıyorsa. Eğer kendi acısından bazı tecillere gidiyor, mesela namazın ilk vakitte kılınmasının faziletine inanıyor, imam da namazı geciktiriyor geç vakitlerde kılıyor der veya benzeri bir mazeret ileri sürecek olursa, cemaati terketmesi adaletini iskat edici değildir.
«Cuma namazının mazeretsiz terki de şahitliğe mani bir durumdur. Hatta Hulvanî gibi fukahadan bazıları bir defa mazeretsiz cumayı terkeden kişinin şahitliği kabul edilmez demiştir. Diğer fukaha ise, -Serahsi de bu guruptandır- üç cumayı mazeretsiz terkedenin şahitliği kabul edilmez demiştir. Birincisi delil açısından daha kuvvetli olmaktadır.»
Ancak bu konuda yukarda söylediklerimize dikkat edilirse bir insan»n büyük günah işlemesi sebebiyle adaletinin sakıt olacağına dair hükmün verilmesi mahkeme nezdinde bu işlenen suçun sabit olmasına ve açıkça belirtmesine bağlıdır.
«Bir gerekçesi ve mazereti olmadan, karnı doyduktan sonra fazla yiyen kişinin şahitliği de kabul edilmez ilh...» «Mazereti olmaksızın» ifadesi, ferdası gün tutacağı oruca kuvvetli girmesi ve oruçtan şikayet etmemesine binaen olur veya evindeki misafirinin yemeğe devam etmesini sağlamak için olacak olursa bu durumlar istisna edilir. Bu durumlarda doyduktan sonra da olsa fazla yemesine ruhsat verilir. Nitekim Şurumbulaliye ve Fetih'te bu istisnalara yer verilmiştir.
«Gelen emiri karşılamaya giden ilh...» Bu kimsenin şahitliği kabul edilmez ifadesi, sırf gelen kişiye alkış tutmak veya onu karşılamak veya hakkı olmayan tazimi ona göstermek için olursa. Ama ibret maksadıyla giderse adaleti sakit olmaz, denmiştir.
«Irak'ta eşraftan sayılan ilh...» Irak'ta o zamanlar eşraftan sayılan kişilerin kendilerine tabi olan kişiler lehinde gelişi güzel şahitlik yapabilecekleri düşünüldüğünden onların lehteki şahitlikleri de reddedilmiştir. Gerekçe olarak, onlar mutaassıp kişilerdir. Onlardan birinin başına bir musibet gelecek olursa, bu eşraftan olan kişiye gelirler onun lehinde araştırmaya dayanmaksızın şahitlik ederler ve şefaatçi görünürler. Bununda yalan yere şahitlik olması ihtimali vardır. Dolayısıyla kabul edilmez, denmiştir.
Bu durum yalnız onlara münhasır olmamakta, her mütaassıp kişinin taassubu, düşüncesi istikametinde gerçeğe dayanmadan şahitlik yapabilecek herkes için geçerlidir. Zira bu durumda olanların şahitliği de kabul edilmez. Bahır.
«Mezhepten mezhebe geçen ilh...» Bu da mezhepleri hafife alarak, onlarla alay ederek birini bırakıp diğerine geçmesi halinde böyledir. Kınye'nin kerahiyet bahsinde şu ifadeler de yer almıştır: «Avamı nastan olan kişinin bir mezhepten diğer bir mezhebe geçmesine izin verilmez. Bu konuda Hanefisi, Şafiisi eşittir.»
Bir rivayete göre şafii mezhebine geçen ve bu geçişle de kendisine bir ikbal sağlamak isteyen herhangi bir kişinin dini konulan hiçe saydığı veya onları hafife aldığı, bir çıkar sağlamak maksadıyla mezhep değiştirmesi halinde o kimsenin imanının zedeleneceğinden korkutur, denmiştir. Menih'ten naklen bu babın sonunda şu ifadelere de yer verilecektir; «Gelişi güzel, maksadına uygun olduğu için veya bir menfaat sağlayacağından dolayı dini konulan ve itikadî hususları dikkate olmaksızın onları hiçe sayarak mezhep değiştirme durumu şahitliği zedeleyici, kişinin adaletini iskat edici mahiyettedir. Bu durumda ve bu şekilde mezhep değiştiren kişinin şahitliği kabul edilmez.»
Yukarda söylenenlerin tümünden anlaşıldığına göre bu mesele bir mezhepten diğer bir mezhebe, Hanefiden Şafiiye veya Hanefiden Maliki mezhebine geçişle ilgili değil, bütün mezheplerde durum aynıdır. Eğer bu makbul bir maksada dayanmıyorsa böyledir. Mesela yaşadığı bölgede aynı mezhepten kimse bulunmaz, hükümleri öğrenecek soracak kimse bulamaz ise, o zaman bilerek ibadet yapması, bilmeden gelişi güzel ibadet yapmasından daha doğru olacağından, bulunduğu bölgenin mezhebini benimseyerek amel etmesi, sahih bir maksada mebni intikallerden olsa gerektir. Bu konuda mütaassıp olma, müçtehit imamların bereketinden de mahrum kalma denmektedir. Bu konuyla ilgili tazir bahsinde yeterli bilgi verilmiştir. Oraya bakılmasında yarar vardır.
«Kefen satanın durumu da böyledir ilh...» Sabahın erken saatlerinde dükkanını açar bir kişinin ölmesini temenni eder, malının satılması için bu durumu arzu ederse, bu kimselerin şahitliği de kabul edilmez, denmiştir. Camîü'l-Fetava Bahır.
«Ölümü temenni etmesinden ötürü ilh...» Kefen satan kişi veya cenaze ile ilgili kabir yapan, kabir taşı yapan, kabir kazan kişiler buna örnektir. Eğerölümü temenni etmiyor, olduğu zaman yardımcı olma maksadıyla bunu icra ediyor ise ve adil bir kimse ise şahitliğine engel bir durum otamaz. Şemsü'l-Eimme özellikle bu kayda yer vermiştir.
«Tellalın durumu da böyledir ilh...» Kendisinin akit yapmak istediği konularda veya mutlak bir surette çok yalan söyleme ve fazlasıyla yemin etme adeti olduğu için, bu kimselerin şahitliği de kabul edilmez, denmiştir.
«Çaresi ilh...» Bunun gereği, şahitliği bir illete binaen kabul edilmeyenlerin bunu gizlemeleri bildirmemeleri caizdir. Bu durumda şahitlik yapabilirler. Mesela lehinde şahitlik yapan kişinin veya onun oğlunun kölesi ve benzeri durumlarda bunu açıklamadan şahitlik yapması caizdir.
«Bezzaziye ilh...» Bezzaziye'nin ifadesi şöyledir: «Vekillerin, dellalların şahitliği, eğer biz bunu sattık derlerse veya nikah ve hulutla ilgili vekillerin biz bu nikahı icra ettik veya hul'u vekaleten uyguladık demeleri halinde kabul edilmez.Ama alışveriş veya nikahla ilgili konularda vekiller şahitlik etseler ve «bu onun kansıdır» veya «bu mal onun mülküdür» deseler şahitlikleri kabul edilir.
Ebul Kasım isimli fakihin beyanına göre, varisler nikahı inkar etseler, yani murislerinin bir kadınla evli olduğunu veya ölen kadınsa bir erkekle evli olduğunu inkara kalkışsalar, akti icra eden kişi şahitlik yapsa ve nikahı kıydığını söylemeksizin onların evli oldukları konusunda şahitlik yapsa, şahitliği kabul edilir.
«Kendileri vekalet isteyen kişiler ilh...» Ki bunlar mahkeme kapılarında husumetlerle ilgili vekalet isteyenler ve bu durumu bekleyenler, orada toplu olanlar, iş tutulabilmek için her şeye baş vurabilecekleri sanıldığından bunların şahitliği de kabul edilmez, denmiştir.
«İçme alışkanlığı olan kişilerin de ilh...» Alışkanlık, burada bulduğu zaman içme arzusu içinde olan kişidir, denmiştir. Şemsü'l-Eîmme, «Bununla birlikte sarhoş sokağa çıkması, çocuklara alay konusu olması ve bu durumdan çok inmeden insanlar arasında dolaşması» kaydını da getirmiştir. Diğer yasak olan içkilere müptela olanların durumu da böyledir.
İçki masalarına ve içki alemlerine iştirak eden onlarla oturup ko(kan. onlarla içmese dahi, onların şahitliği de kabul edilmez. Bezzaziye.
Burada şu noktayı belirtmekte de yarar var. Halk arasındaki içki içenin içkisinden içmedikçe, onun mezesinden ve benzerlerinden yiyebilirsin, içebilirsin, onun masasına oturabilirsin inancı yanlış bir inançtır. Çünkü dinen münker sayılan bir yerde oturmak, onların toplumuna katılmak, bir bakıma ikrar sayıldığından dini açıdan o da suçlu kabul edilir.
«İbni Kemal'in söyledikleri hatadır ilh...» Çünkü İbni Kemal içki alışkanlığı olan kişilerin yasak olan bu içkileri mutlak bir şekilde eğlence maksadıyla içmeleri kaydını getirmiştir. Halbuki Hassaf «Şarap konusunda alışkanlık şartı yoktur» demiştir. Bunun gerekçesi ise, şarabın içilmesi haddi gerektiren ve şahitliğinin reddini icab ettiren bir durumdur. Sarhoş olması, bunun eğlence maksadıyla olması şartına gerek yoktur. imam Muhammed'in Asl isimli eserinin şahitlerle ilgili bölümünde buna «müptela olma» şartı da getirilmiştir. Çünkü gizli içen kimse, içtiğinden haberdar olmazsa, bu durumda onun adaleti sakıt olmaz. Çünkü alışkanlık, açığa vurmanın da ötesinde başka bir şeydir. Hatta bu konuda, «Bir defa içmek, adaleti düşürücü mahiyette büyük bir günah sayılmaz. Ancak bu konuda ısrar eder, bu da alışkanlık haline gelir, müptelası olacak olursa, o zaman durum değişik olur.» demektedir. Fetava-yı Suğra'da, «Şarap içen kişinin mücerret içmekle adaleti sakıt olmaz. Çünkü bu konudaki had kesin bir nasla sabit olmamıştır. Ancak buna devam eder, alışkanlık haline getirirse, o zaman had vurulacağı beyan edilmiştir.» denilmiştir. Halebî.
Burada had vurulması ve haddin mücerret içme konusunda kesin bir nasla sabit olmaması meselesi ile şarabın haram olması meselesi farklıdır. Şarabın haram olduğu kesin naslarla sabittir. Ancak şarap içen kişiye mücerret içmesi akabinde alışkanlığı olmasına rağmen, kendisine seksen deynek cild vurulur konusu, kesin nasla sabit olmamıştır demektir.
«Bahır'da bu şekilde beyan etmiştir...» Bahır isimli eserde İbni Kemal'in şu ifadesine yer verilmiş ve denmiştir ki: «Şarap içmek büyük bir günah değildir. Adaleti iskat etmez. Ancak ona devam eder, müptelası olur, alışkanlık haline getirirse, o zaman büyük günah sayılır. Buna da Feteva-yı Suğra'nın yukardaki ifadesi delil olarak gösterilmiştir.»
Ancak Hamiş'te şarihin «Bahır'da bu şekilde beyan edilmiştir» ifadesine şerh düşülürken, şu ifadeler de yer atmaktadır: «Gerçekte şarabın bir katrasını, bir damlasını dahi içmek büyük günahtır. Ulemanın alışkanlığı şart koşmaları hakim nezdinde içtiğinin açığa çıkması isbatının sağlanması içindir» Halebî.
«Eğer dansa veya oynamaya teşvik ediyor ise ilh...» Burada şarkı söyleyen erkek ve kadın ile örfte şarkı söylemeyi sonat edinen ve o yoldan para kazanmaya çalışan kişiler kasdedilmektedir. Bu ise dinen yasaktır. Ve fukaha «Yine nassan eğlence maksadıyla şarkı söylemek veya para kazanmak için bunu yapmak, hiçbir ihtilaf olmaksızın haramdır» demişlerdir. Bu durumda sanki şöyle denmek istenmiştir: Şarkı ve türkü söylemeyi sanat ittihaz eden ve o kanalla maişetini kazanan ve para almak için bunu yapanların şahitlikleri kabul edilmez.
«Kendi başına şiir söyleyen şarkılar ve türküler terennüm eden kişinin terennüm ettiği şarkılar ve türküler hikmeti ihtiva ediyorsa ittifakla caizdir denmiştir ilh...» Bu konuda bilinmesi gereken esas noktalardan biri, başkasını eğlendirmek ve onu avutmak için şarkı söylemek, ekseri ulemaya göre haramdır.
Düğünlerde ve derneklerde tahrik edici ifadeler olmadığı müddetçe caiz olduğunu söyleyenler de vardır. Hatta bir rivayete göre, eğer şiire alışmak, edebiyatta dilini geliştirmek, güzel konuşmaya kendisini alıştırmak için söylüyorsa, bir beis yoktur da denmiştir. Ama kendisine kimsenin olmadığı bir yerde yalnızlığını gidermek için şarkı ve türkü söylemesi, bir rivayete göre mekruh değildir. Şemsü'l-Eimme de bu kavli kabul etmiştir. Buna delil olarak ta sahabelerin en zahitlerinden olan Bera bin Azib'ten rivayet ettiği bir hadisi delil olarak göstermiştir.
Mekruh olanın eğlence maksadıyla olan olduğunu söylemiştir. Ulemadan bazıları ise «mekruhtur» demişler, Şeyhülislam da üç görüşü kabul etmiştir. Bezzaziye.
«Düğünde tef çalınması ilh...» Düğünlerde tef çalınmasının caiz oluşu kadınlara özel bir durumdur. Bahır'da Mîraç'tan nakledilen bir ifadeye göre, bunun nikahta mubah olduğu söylendikten sonra ve düğün ve nikah ve benzeri bazı şenliklerde çalınabileceğini ifade ettikten sonra, «Her halükarda kadınlara benzeme olduğundan erkekler için tef çalmak mekruhtur.» denmiştir.
«Bahır'da, «Mezhebte mutemed olan görüş haram oluşudur. Bu da mutlak bir şekildedir.» sözü ile ihtilaflar son bulmuştur ilh...» Bu konuda Bahır üzerine yazmış olduğum haşiyede bazı noktalara işaret ettim. Mutlak bir şekilde Bahır'ın bu ifadesinin doğru olmadığını söyledim. Çünkü İmam Sayıhani, Bahır sahibinin bu şekildeki mutlak ifadesine karşı çıkmış, onun bu görüşünü benimsememiştir.
METİN
Tavla oynayan kişinin veya benzeri oyunları oynayan kişilerin kumar olsun, olmasın şahitliği de kabul edilmez. Satranç oyununa gelince, onda ihtilaf olduğu için mutlak bir şekilde yasaktır denmez ve bunu oynayan kişinin de adaleti sakıttır denemez. Bunun haram olabilmesi için altı şarttan birinin bulunması yeterlidir. Onun içinde satranç oynayan kişi bunu kumara vasıta edecek olursa veya namazı terk etmesine götürecek olursa veya bunu oynarken çok yemin etmesine vesile olacak olursa veya yol üzerinde aleni olarak oynamayı adet edinecek olursa veyahut oynarken dinen yasak olan ifadeleri kullanmasına sebeb olacak olursa, bu durumda satranç oynamak da yasaktır. Eşbah. Veya «bunu alışkanlık haline getirecek olursa» denmiştir. Bunu da Sadi Efendi, Kafi ve Miraç isimli eserlere nisbet ederek zikretmiştir.
Riba ve faiz yiyen kişilerin şahitliği de kabul edilmez. Bazı ulema bunu «aleni ve meşhur bir şekilde» olması ile kayıtlamıştır. Şurası bir gerçektir ki dinde fisk sayılan herhangi bir şeyin irtikab edilmesi şer'an şahitlik yapmasına manidir. Ancak bir defasında veya gizli yapılması halinde hakim nezdinde bunun isbatı mümkün olmamaktadır. Aksi halde riba yemek, (faiz yemek) kesinlikle yasaktır, haramdır. Bunu yapanların hepsi eşittir. Bahır.
Yol kenarlarına küçük abdestini bozan ve yolda yürürken yemek yiyen veya kişiliğini zedeleyici herhangi bir şeyi yapan kişilerin durumu da böyledir. Avret yerlerini açan kişinin durumu da böyledir. Bazıları tuvaletlerde temizlenmek maksadıyla da olsa insanların huzurunda avret yerlerini açan kişilerin şahitliği de kabul edilmez. Zamanımızda bu durum bir hayli artmıştır. Fetih.
Selefi salihine sebbeden kişilerin fasik olmaları dolayısıyla, bu durumları bilindiği taktirde, şahitlikleri kabul edilmez. Ama gizli olarak bunu yapıp ta bizce bilinmeyen kişilerin müslüman oldukları için şahitlikleri kabul edilir. Bu durumda olanlar fasıktırlar. Ancak halleri gizli mestur kişilerdir. Ayni.
Musannıf bu konuda «Selef ifadesiyle kayıtlamamızın sebebi, fukahanın sözüne uymak içindir.» demektedir. Aksi halde uygun olan herhangi bir müslümana söven kişinin müslümana sövmesi seleften olmasa da adaletinin düşmesi için yeterlidir. Nitekim Siraç ve Nihaye'de bu geniş anlamlı ifade kullanmıştır.
Yine Nihaye isimli eserde selef ile halef arasındaki fark yani selef kime denir halef kime denir terimleri de açıklanmıştır. Selef tabiinden, sahabeden olan kişilerdir. Bunların arasında Ebu Hanife de vardır. Çünkü Ebu Hanife tabiinlerin küçüklerindendir. Yani küçük yaşta sahabelere mülaki olup onları görenlerdendir. Halef kelimesi ise onlardan sonra yaşayan müslümanlardır. Bahır'da inaye'den naklen, onun da Ebu Yusuf'a nisbet ederek şu ifadesine yer verilmiştir: «Ben sahabeye sebbeden kişilerin şahitliğini kabul etmem. Ancak onlardan teberri eden kişilerin şahitliğini kabul ederim. Çünkü o dini açıdan batılda olsa kendisine göre bir yorum getirmiştir. Bu da onun fasık olduğunu açıkça ortaya koymaz. Onlara sebbeden, şedmedenin durumu bunun hilafınadır.»
İki kimse babalarının bir üçüncü şahsa, mesela Zeyd'e vasiyet ettikleri konusunda şahitlik etseler, Zeyd denilen üçüncü kişi de böyle bir vasiyetin olduğunu iddia etse, onların o kimse lehindeki şahitlikleri istihsanen kabul edilir. Bu da ölmüş olan kişinin olacaklıları ve borçlularının şahitliğine veya kendilerine vasiyet edilen kişilerin şahitIiğine benzemektedir. Üçüncü bir kişi hakkında vasi tayin edildiğine dair şahitlikleri de bu meseleye benzer. Ama Zeyd, yukardaki şahitliği, yani babalarının kendisine vasiyet ettiğini söylemeleri halinde Zeyd inkar edecek olursa, onların şahitliği bu konuda geçerli değildir. Çünkü hakim hiçbir kimseyi yapılan vasiyeti kabul etmeye zorlayamaz. Aynî.
İki kimse gaip olan babalarının falan kişiyi borçlarını kabzetmek üzere vekil tayin ettiği konusunda şahitlik yapsalar, vekil de bunu iddia etse veya inkar etse, çocukların bu konudaki şahitlikleri kabul edilmez. Yukardaki mesele ile bunun arasındaki fark, hakim gaip olan kişi yerine ve onun adına vekil tayin etmeye yetkili değildir. Vasi tayin etme bunun hilafınadır.
Ölmüş bir insanın vasisi, ölen kişi lehinde bir hak konusunda şahitlik yapsa, bu da vasayetten azledilmesinden sonra olsa, bir başkası bunun yerine ikame edilsin veyahut varisler artık durumu idare edebilecek bir yaşa gelsinler, ne olursa olsun, bu kimsenin ölen kişi lehinde mal konusunda ve başka konularda hasım olsun veya olmasın şahitliği kabul edilmez. Çünkü vasi, ölen kişinin yerine kaimdir. Bu nedenle hakim tarafındanazledilmeden vasi kendisini azle yetkili değildir. Bu bakımdan ölen kişinin bizatihi kendisi mesabesindedir. Ölen kişinin hasım olup olmaması konusunda, kendi lehindeki ifadeleri beyyinesiz kabul edilmediğinden onun yerine kaim olan vasinin durumu da hasım olsun veya olmasın aynıdır.
Vekilin durumu bunun hilafınadır. Onun için de vekil müvekkili tarafından azledildikten sonra müvekkili lehinde şahitlik yapacak olursa, bakılır: Eğer mahkeme nezdinde hasımda taraftar olmuş, azledildikten sonra o konuda şahitlik yapacak olursa, ittifakla töhmet olduğu için kabul edilmez. Aksi halde kabul edilir. Çünkü töhmet yoktur, denmiştir. Bu da Ebu Yusuf'un hilafınadır. Çünkü Ebu Yusuf bunu vasi mesabesinde kabul etmiştir. Siraç.
Zeylaî'nin kasametle ilgili bölümünde, «Herhangi bir konuda hasım olarak görülen ve konuya giren kişinin o konuda şahitliği kabul edilmez.» denmiştir. Ama hasım olma niyetinde olan ve bu konuda kendisine yetki verilen kişi, henüz hasım olmadan, mahkeme huzuruna çıkmadan bu konuda şahitlik yapacak olur ve azledilmiş ise kabul edilir. Bu ayrı ayrı iki kaidedir. İmamlar tarafından ittifakla kabul edilmiştir.
Bunu biz hakimin meclisi ile kayıtladık. Sebebi de şudur: Çünkü hakimin meclisinin dışında hasım olarak meselede taraf görülse, daha sonra azledilse. İmam Muhammed'te Ebu Hanife'ye göre kabul edilir. Bu da o konunun dışında, başka konularda şahitlik yapmasına benzer. Camîü'l-Fetava.
Bezzaziye'de, «Hakim nezdinde husumeti yürütmek üzere bir kişiye vekalet verilse ve hakim nezdinde bin lira alacağı olduğu bir kişiyle davaya başlasa, dava sonuçlanmadan önce azledilse ve bu azledilen vekîl, müvekkili lehinde borçlu olan kişi aleyhinde yüz dinar alacağı olduğu konusunda şahitlik yapsa, kabul edilir. Ama hakim nezdinde husumete vekil tayin edilmemiş ve husumete başlamış olari vekilin durumu bunun hilafınadır.» denilmiştir. Meselenin tamamı yine Bezzaziye'dedlr.
Yine durum aynıdır, yani İmam Muhammed'Ie Ebu Hanife'ye göre kabul edilir, Ebu Yusuf'a göre kabul edilmez. İki kişi, yine iki kişi lehinde ölen bir kişide alacakları olduğuna dair şahitlik yapsalar, lehlerinde şahitlik yapılan kişiler daha sonra şahitlerinde ölmüş olan kişide alacakları olduğuna dair şahitlik etseler, yukarda belirtildiği gibi Ebu Hanife ile İmam Muhammed'e göre kabul edilir. Ebu Yusuf'a göre kabul edilmez. Zira her gurup zimmette mevcut bir borç hakkında şahitlik yapmışlardır. Zimmet ise muhtelif hakları kabul edebilecek vasıftadır. Dolayısıyla zimmette olduğu söylenen borçta şahitler için bir ortaklık söz konusu değildir. Belirli bir malın dışındaki vasiyet bunun hilafınadır. Nitenim Mecma ve şerhinin vasiyetler bölümünde belirtildiği gibi. Herde bu konuya ayrıca yer verilecektir.
Yine iki vasi, baliğ bir varis lehine ölmüş insanın malı dışında bir mal konusunda şahitlik ederlerse, bu vasilerin şahitliği zahirur rivayeye göre kabul edilir. Bu mesele aynen şu meseleye benzemektedir: İki vasi belirli bir malda ölmüş insanın büyük varisine ikrarı olduğu konusunda şahitlik yapsalar, varisi baliğ olduğu taktirde bu şahitlik kabul edilir. Bezzaziye.
Ama ölmüş olan kişinin malında şahitlik edecek otursa, vasiler kabul edilmez. Bu da Ebu Hanife ile İmam Muhammed'in görüşlerinin hilafınadır. Eğer bu varis baliğ olmamış, küçük olacak olursa, ittifakla caiz değildir. Bu mesele de vasiyet bahsinde gelecektir.
Yukarda kabul edilmediği gibi şu meselede de şahitlik kabul edilmez:Mesela kulla ilgili, şarii ile ilgili bir hakkın isbatından hali olarak, bir suçla teskiyeden sonra biri cerh edilmek istense ve buna dair şahitler getirirse, şahitlikleri kabul edilmez. Ama şahitlik bu hakları tazammun edecek olursa kabul edilir. Eğer henüz tezkiye edilmeden önce mücerret bir cerhle tercih edilir. buna şahit getirilecek olursa, o taktirde şahitlik kabul edilir. Hatta bir kişi tarafından verilen haber dahi bu cerh-i mücerret dediğimiz konuda muteberdir. Nitekim musannıf Sadru' Şeria'nın benimsediği hükme uyarak bu görüşü benimsemiş, Molla Hüsrev de bu hususu kabullenmiş, fukahanın belirttiği şu kaide zimninde bu meseleye yer vermiştir Bir şeyi vukuundan önce def, vukuundan sonraki kaldırmadan daha kolaydır. Ve bunun gerekçesini de zikretmiştir.
İbni Kemal ise diğer fıkıh kitaplarına uyarak mutlak bir şekilde bu şahitliği reddetmiş, yani teskiyeden sonra olsun. önce olsun kabul edilmez demiştir. Bu konuda deliller de serdedmiştir. Vanî'nin ve Azmizade'nin sözlerinden anlaşılan da bu görüşü benimsemeleridir. Kuhistanî de aynı görüşü paylaşmış ve: «Hakim bu tür şahitliğe iltifat etmez. Ne var ki şahitler hakkında açık ve gizli olarak bir soruşturma yapar. Eğer şahitler teskiye edilirse kabul eder.» diyerek bu ifadeyi Mudmarat isimli esere izafe etmiştir.
İmam Bercendi ise, «Meselenin bu şekilde olması sahibeynin görüşüne göredir. İmamın görüşüne göre değildir.» diye sözlerini tamamlamıştır. Mesela davacının getirdiği şahitler aleyhine mücerret bir şekilde cerh isnad edilse ve bu konuda şahitler getirilse, fasık oldukları, fuhuş irtikab ettikleri, faiz yedikleri, şarap içtikleri veya yalan yere şahitlik yaptıklarına dair ikrarları bulunduğu konusunda veya bu konuda «Şahitler kiralık şahitlerdir.» deseler veya «Davacı bu iddiasında haksızdır.» veya «Şahitlerin davalı aleyhinde bu hadisede şahitlikleri kabul edilmez.» deseler, daha önce şahitler tezkiye edilmiş ise, bu şahitlik kabul edilmez. Ama tezkiyelerinden önce olacak olursa kabul edilir. Musannıfta bu görüşü benimsemiştir. Ama şahitlik mücerret cerhe değil iç içe bir kaç hususu ihtiva eden mürekkep cerhe olacak olursa, o taktirde şahitlikleri kabul edilir.
Mesela şahitler, davacının şahitlerin fasık olduğuna dair ikrarı olduğunu söylerler veya yine davacının şahitleri hakkında yalancı şahitlik yaptığını ikrar ettiğini söylerler veya şahitleri bu konuda kiraladığını söylediğini iddia ederler veya şahitlerin bizatihi hakkın sabit olduğu, gerçekleştiği mecliste bulunmadıklarına dair ikrarları bulunduğu konusunda şahitlik ederler veya şahitlerin köle olduklarını, kaziften dolayı kendilerine had vurulduğunu veya davacının oğlu olduğunu veya babası olduğunu söylerlerse, bu taktirde şahitlikleri kabul edilir, reddedilmez. Veya şahitler, kazif olduğunu, hakkında kazif edilen kişinin de dava açtığını söylerlerse, yine şahitlikleri reddedilmez, kabul edilir.
Veya şahitler zina ettiler diyerek zinanın şeklini belirirler veya benden şu kadar şey çaldılar derse ve çalınan malın vasfını ve miktarını belirtip şarap içtiler der, bunun üzerinden de bir süre geçmemiş ise veya amden adam öldürdüler dese veya şahitler davacının ortaklarıdır deseler, dava konusu da mal olsa veya aleyhinde dava açılan kişi davalının getirdiği şahitleri kiraladığını ve onlara ücret olarakta ona ait davacının nezdinde emanet olarak bırakılan maldan verdiğini iddia etse ve şahitlerde bunu destekleseler, burada şahitlere yöneltilen cerh ve onları suçlama geçerlidir. Ama bana ait maldan verdi demiyecek olursa, getirdiği beyyine kabul edilmez. Çünkü konu başkasına ait bir dava ile ilgili konu olur ve bu konuda kendisinin velayet hakkı bulunmadığından getireceğî beyyine dinlenmez.
Veya davalı, «Ben şahitlerle kendi aramda sulh oldum, onlara bir miktar mal ödedim, rüşvet olarak verdim, aleyhimde yalancı şahitliği yapmamalarını istedim, halbuki onlar şimdi yalancı şahitliği yapmışlardır. Verdiğim paramı geri istiyorum.» şeklinde şahitleri tercih edecek, onları suçlayacak olursa, bu yukarda saydığımız bütün meselelerde Allahın hakkı veya kul hakkı olması itibariyle şahitlikler kabul edilir. Yani müddainin getirmiş olduğu şahitlere karşı yapılan suçlamada muteberdir. Zira bunun kabul edilmesiyle şariin hakkıyla kul hakkı ihya edilmiş, tehlikeden kurtarılmış olur.
İZAH
«Tavla oynayan kişinin şahitliği de kabul edilmez ilh...» Eğer hakim şahidin tavla oynadığını bilir veya buna dair kuvvetli delil varsa onun şahitliğini reddeder. Fetih.
Yine Fetih isimli eserde, «Hesaba ve zihni bir çalışmaya dayanmayan ve insan için yarar sağlamayan oyunlar da aynıdır. Çünkü bunları şeytanın insanı meşgul etmek için ortaya çıkardığı, gaflete düşmüş insanların da kendilerine bunu iş edindikleri aşikardır. Bu ise yasaktır. isterse bunun karşılığı bir kumar olsun veya olmasın.» denmektedir.
Ben derim ki: Memleketimizde sini oyunu veya yüzük oyunu do buna benzemektedir. Hatta bir kimse oynamasa, bundan sakınsa, fakat oyun meclislerinde bulunsa, durum değişmemektedir. Bunun delili ise, şarkı söylemeyen fakat şarkı türkü meclislerinde bulunup onları dinleyen kişinin durumu ne ise, bunların durumunun da aynı olması gerekir. Bazı kişilerin bu konuda gösterdikleri müsamaha yerinde olmasa gerektir.
«Satranç oyunu ise, şüphe olması dolayısıyla bunun hilafınadır ilh...» Satranç oyununun caiz olup olmadığı konusunda İmam Malik'in ve İmam Şafii'nin mubah olduğuna dair görüşleri vardır. Bu görüş aynı zamanda Hanefi mezhebinde Ebu Yusuf'tan da rivayet edilmektedir İbni Şıhne de bu rivayeti tercih etmektedir.
Ben derim ki: Bu rivayet Müçteba'da zikredilmesine rağmen meşhur kitaplarda zikredilmemektedir. Meşhur olan rivayet mubah olduğuna dair değil, mubah olmadığına dairdir. İbni Şıhne'nin bu konudaki tercihi yersizdir. Çünkü kendisi bir görüşü diğer bir görüşe tercih edebilecek derecede değildir. Sayıhani.
Hatta bu konuda Abdulgani cin-Nablusi'nin manzumeyi muhibbiye üzerine yazmış olduğu şerhe bakacak olursanız, bu konuda bütün rivayetler orada serdedilmektedir.
«Altı şarttan bir şart yeterlidir ilh...» Yani satranç oyununun haram olması için altı şarttan birisinin bulunması halinde diğer mezhep imamlarının görüşlerine göre de bu oyun yasaktır. Netice olarak beş husustan birinin bulunması halinde satranç oynayan kişinin bu oyunla adaleti sakıt olmaktadır. Bu beş şeyden birincisi kumar, ikincisi, o oyun sebebiyle namazı fevletmesi, terketmesi, üçüncüsü oyun esnasında çok yemin etmesi, dördüncüsü, bunu aleni olarak yol kenarında oynamasıdır. Beşincisi ise, Fethü'l-Kadir'de beyan edildiği gibi, bu oyunu oynarken hoş olmayan ifadeleri zikretmesidir. Nitekim Vehbaniye şerhinde nakledildiği gibi, bu hususlardan biri oyuna eklenecek olur veya oyunda bulunacak olursa, adaleti iskat için yeterli sayılmaktadır. Bahır.
«Yol üzerinde oynaması halinde ilh...» Bu konuda Fetih'te şöyle denmektedir: «Bu oyunu yol ortasında aleni olarak, herkesin gelip geçtiği bir yerde oynaması halinde, şehadeti reddedilir denmesinin gerekçesi, kişiliğini zedeleyici bir işle meşgul olması veya o oyunu devamlı olarak oynarsa ih...» Bu da altı şarttan altıncısıdır. Yani satranç oyununu devamlı olarak oynayan kişi kişiliğini zedelemiş ve böylece adaleti sakıt olmuş kabul edilir.
«Meşhur olmakla kayıtladılar ilh...» Yani «Riba ve faiz yiyen kişinin şahitliği de kabul edilmez.» ifadesine ek olarak bu kaydı da getirmek gerekir: «Gizli ve aleni.» Gizli olarak faiz yiyen kişinin durumu bilinmeyecek olursa, bunun şahitliği kabul edilir. Ama faiz ve riba yediği aleni olarak bilinecek olursa, o zaman adaleti sakıt olduğundan şahitliği kabul edilmez. Bu mesele yukardaki içki meselesine benzemektedir. Gizli olarak içtiği için durumu bilinmeyen kişinin şahitliği zedelenmez. Ama aleni olarak içtiğini itiraf eden veya herkesin huzurunda içen ve bununla halk arasında şöhret bulmuş bir kişinin şahitliği rıasıi reddediliyor ise, faiz yiyen kişinin bunu gizli olarak yapması halinde adaleti sakıt olmamakta, çünkü bu töhmetten öte gitmemektedir.
Ama aleni olarak bunu yiyecek ve yapacak olursa, adaleti sakıt olduğundan şahitliği reddedilir.
«Hepsinde de durum aynıdır, yani ilh...» Yalnız faizle veya diğer yasak olanlarla ilgili olmayıp bu mesele müslümanı fasık yapacak herhangi bir davranışta bulunması halinde durum aynıdır. Bunun özellikle faize hasredilmesi doğru değildir. Sayıhani.
«Bu ifade Bahır'da zikredilmiştir ilh...» Aslında ibare Kemal İbni Hümama aittir. O şöyle demiştir: «Netice olarak fısk dediğimiz İslamda yasak olan herhangi bir şeyin irtikab edilmesi, hattızatında şeran kişinin şahitliğine manî bir durumdur. Ancak hakim bu durumu bilmediği taktirde, bunun üzerine hiçbir hüküm tereddüp etmez. Hakim onun bu suçu işlediğine, fıskını gerektiren herhangi bir davranışa muttali olacak olursa, o zaman İslamda yasak olanın herhangi birisinin irtikab edilmesinde durum farksız olsa gerektir.» Hatta bu ifadeden önce, «Yetimin malını yeme konusunda hiçbir kayda rastlanmamaktadır. Bazıları bunun bir defa olmasıyla iktifa edilir denmiş. Halbuki bunun bir defa vuku bulması halinde hakim nezdinde bilinip bilinmemesinde şüphe vardır. Hakimin şahitliği reddedebilmesî için hakim nezdinde bu sucun irtikab edildiğini hakimin kesinlikle bilmesi şarttır. Eğer yetimin malına bir defa tecavüz etmesi halinde mahkemeye intikal etmiş, mesele de mahkeme nezdinde tebevvün etmiş olacak olursa. büyük bir günahı irtikab ettiğinden dolayı, adaleti sakıt olmuş, dolayısıyla şehadeti reddedilir.» denilmiştir.
«Yol üzerinde yemek yiyen kişinin de şahitliği kabul edilmez ilh...» insanların gelip geçeceği ve onların gördüğü yerde elindeki yiyecekleri yiyerek geçen kişinin şahitliği de kabul edilmez denmiştir. Bahır.
Daha sonra bu konuda söylenmesi gereken hususlara dikkat çekilmiştir. Küçük günahların kişinin adaletine mani olması dolayısıyla şahitliğinin dinlenmemesi konusunda devamlılık şartını getirmişlerdir. Kişinin kişiliğini zedeleyen herhangi bir hususta da durumun aynı olması gerekir ve yolda yemek yeme ve benzeri meselelerin de devamlı olarak yapılması ve bunda ısrar edilmesi, bunun adet haline getirilmesi halinde durumun aynı olması gerekir. Hattızatında fıskını gerektirmeyen, ama kişiliğini zedeleyecek herhangi bir davranışta bulunan insanın bu davranışları bazan şahitliğinin dinlenmesine mani olmaktadır. Bu gibi kişiliği zedeleyici herhangi bir davranışta bulunan kişiye direkt olarak fasık denmediği gibi, adil kişi de denmez. Çünkü adil olan kişi tarif edilirken üç şeyden sakınan kişi diye tarif edilmiş, fasık olan kişi ise büyük günahı işleyen ve küçük günahları işlemede ısrar eden kişi denmiştir: Bu konuya bu şekilde işaret edene de rastlamadım.
Attabiye isimli eserde ise sokaklarda. gelişi güzel bağırma adeti olan kişilerin şahitliği de kabul edilmez ifadesine yer verilmiştir. Bahır. Nihayede de «Yol üzerinde su içen veyahutta meyve yiyen kişinin bu hareketiyle adaleti zedelenmemekte, çünkü insanlar bunu ayıp saymamaktadırlar.» denmektedir. Menih.
«Lehlerinde vasiyet edilen kişiler ilh...» Metindeki bu ifade üzerine şu aşağıdaki husus itiraz mahiyetinde getirilmiştir. Ölmüş olan kişinin iki vasisi bulunsa, hakim bunların bulunması halinde ölmüş kişi için bir başka vasi tayin etmeye gerek duymaz. Bu itiraza şu şekilde cevap verilmiştir: Evet hakim belki gerek duymayabilir ama bazan da yeni bir vasi tayin etmeye gerek duyabilir. Çünkü bu iki vasi işleri yürütemediklerinden ve tedbiri doğru dürüst yapamadıklarından ve aciz kaldıklarından dolayı işler aksamış, hakim de bunu bilecek olursa, işlerin yürütülmesi için yeni bir vasi tayin etmeye yetkilidir. Tayin ettiği takdirde vasinin tasarrufları geçerlidir.
«Üçüncüsü içinde durum aynıdır ilh...» Yani üçüncü bir kişinin vasi tayin edildiğine dair şahitlik yapılır ve bu vasinin de ölen kişi tarafından vasi tayin edildiği belirtilecek olursa, caizdir. Ancak bu mesele yalnız son meseleyle ilgili olmayıp yukarda geçen dört meseleyle ilgili olsa gerektir. Bahır isimli eserde ölmüş olan kişinin bütün meselelerde bilinen bir kişi olması şartı getirilmiştir. Ancak yem ölmüş olduğunun bilinmesi gereklidir.
Borçlular meselesinde durum istisna edilebilir. Çünkü onlar kendilerinin zimmetinde olan borcun sabit olduğunu ve bu konuda vasi olan kişinin almaya yetkili olduğunu kabullenmektedirler ve bu da ikrarlarıyla sabit olmuştur. Dolayısıyla ortada töhmet söz konusu değildir. Onların bu ikrarıyla onlar hakkında yine o kimsenin ölmüş olduğu sabit olmuş kabul edilir.
Diğer bir rivayete göre sabit oluş şu demektir: Hakimin o borçlulara borcu vasiye ödemeleri emretmeleri iledir ki, bu da borçtan beraetleri demek değildir. Çünkü musaleh dediğimiz veya vasi olan kişinin onlardan borcu alması, üzerlerinde sabit olan bir şeyin alınması ile ilgilidir. Ama beri olmaları, kurtulmaları ise onların lehinde sabit olacak bir haktır. Onların ikrarı ile kişinin ölmüş olduğu sabit olmaz. Kafi.
«Hakim bir kimseyi vasiyeti kabule zorlayamaz ilh...» Bu da hakim tarafından vasi tayin edilecek kişinin vasi olmaya zorlanamayacağına işaret etmektedir. Bu da Bahır'da olan ifadeye ters düşmektedir.
«Nitekim şahitliğin kabul edilmediği gibi ilh...» Yani babalarının gaip olduğunu ve falan kimsedeki alacağına dair falan kimseyi vekil tayin ettiğine şehadet etseler, bu şahitlik kabul edilmez. Yani borçlu olan kişinin bu vekaleti inkar etmesi halinde kabul edilmez. Ama vekil olduğunu kabul edecek olursa, şahitlerin bu vekalet hakkında şahitlikleri kabul edilir. Çünkü kendi ikrarına dayanarak, şehadet ve şahitlik olmasa dahi zimmetindeki borcu ödemeye mecbur edilir.
Buradaki şahitliğin getirilmesi meselesi ise borçlu olan kişinin vekile vermesi halinde zimmetinin beri olup olmayacağı ile ilgilidir. Tekrar alacaklı ortaya çıkar. «Ben böyle bir vekil tayin etmedim.» diyecek olursa, o zaman çocukların şahitlikleri, babaları aleyhine şahitlik olduğundan kabul edilir. Bu meseleyle şu mesele arasında bir fark olsa gerektir. Mesela, bir kimse belirli bir evin kabzedilmesi ve onunla ilgili bir davanın yürütülmesine dair birini vekil tayin etse ve vekil de bunu müvekkili adına kabzetse ve müvekkilin iki oğlu bu konuda şahitlik yapsalar şahitlikleri kabul edilmez. Hatta bu konuda borçlu olan, evi teslim etmesi gereken kişi, vekaletin bulunduğuna dair ikrarda da bulunsa, yine kabul edilmez. Çünkü bu ikrarına binaen evi ekile teslim etmeye mecbur değildir. Bunda muhakkak ki bir şahitliğe gerek vardır. Bu durumda çocukları şahitlik yapacak olursa, babaları lehindeşahitlik yapmış olacaklarından şahitlikleri kabul edilmez. Bahır.
«Gaip olan babaları ilh...» Bu mesele gaip olan kişinin çocuklarının şahitliğinin, aleyhte olması halinde, kabul edilebileceğine işarettir. Ama vekilin çocuklarının şahitlikleri, mutlak bir şekilde kabul edilmez. Bu ifade de ona işaret edilmek için zikredilmiştir. Yanı vekalet konusunda müvekkile şahitliği lehte kabul edilmeyen kişilerin şahitliklerinin kabul edilmeyeceği demektir. Bezzaziye.
«Gaip olan baba ilh...» Bu ifade ile kayıtlanmış bulunmaktadır. Çünkü baba hazır olacak olursa, çocukların şahitlik yapmak için ortada bir davanın olması mümkün değildir. Çünkü vekaletle ilgili dava ukudu caiz edendir. Baba mevcut olduğu müddetçe böyle bir davaya çocuklar yetkili olmasa gerektir.
Ancak çocukların şahitliğine babanın gaip olması ve vekilin de bunu inkar etmesi durumunda ihtiyaç olabilir. Bu durumda ortada bir davanın açılması halinde borcu kabzetmek için gaip babanın falan kişiyi vekil tayin ettiğine dair o babanın çocuklarının şahitliği baba lehinde olmayıp aleyhinde olacağı için kabul edilir denmiştir.
Ancak bu meselenin tasviri şu şekilde mümkün olmaktadır: Kendisine emanet bırakılan bir kişi, emanet sahibinin vekiline emaneti verdiğini iddia etse, vekil de bunu inkar edecek olursa, müvekkilin iki oğlunun bu konuda şahitlik etmeleri ve babalarına ait alacaklarını kabzettiğine dair şahitlik yapmaları halinde, bu şahitlik kabul edilir. Meseleyi biz bu şekilde tasvir ettik. Çünkü vekil. vekalet yoluyla üstlenmiş olduğu herhangi bir konuyu yapmaya zorlanamaz, mecbur edilemez. Ancak emanet olarak bırakılan malı kabzetmesinden sonra sahibine iade etme konusunda zorlanabilir. Benzeri meseleler de vardır. Nitekim emanet bahsinde gelecektir. Bahır.
Ancak bu konuda da bazı tartışmalar yapılmıştır. Biz bunları Bahır üzerine yazmış olduğumuz haşiyede beyan etmeye çalıştık.
«Gaip kişi hakkında vasi ilh...» Hakim gaip olan bir kişi hakkında vasi tayin etmeye yetkili değildir. Çünkü bunda bir zaruret yoktur. Gaip olan kişinin bir gün gelme ümidi vardır. Bahır isimli eserde gaip olan kişiyi zikrettikten sonra merkud dediğimiz kaybolan kişinin hakkında herhangi bir malumat bulunmaz ve aradan da yıllar geçecek olursa bu merkud dediğimiz kişi hakkında hakimin bir vasi tayin etmeye yetkisi olduğu istisnai hükümler arasında beyan edilmiştir.
«Hakimin vasiyi azletmesinden sonra ilh...» Ölmüş bir insanın vasisi olan kişi hakim tarafından azledilecek olur ve başkası onun yerine ikame edilir veya varisleri baliğ olacak olurlarsa, bu vasinin ölmüş kişinin malı ile ilgili veya husumetleriyle ilgili konularda şahitliği kabul edilmez. Onun için burada, azledilmeden önce olması halinde, mimbabı evla şahitliği kabul edilmemesi gerekir. Bu sebeple musannıfın, Velev ki Kadı'nın azledilmesinden sonra da olsa.» demesi daha uygun olurdu. Meselenin siyakı da bun.u göstermektedir. Şöyle ki hakim vasi olan kişiyi azledecek olursa vasi azledilmiş olur. Bezzaziye. Çünkü hakim bunu belki bir kusurdan veyahut bir hatadan dolayı azletmiş olabilir.
«Vekil, müvekkil tarafından azledilmesinden sonra şahitlik edecek olursa ilh...» Meselenin aslı Bezzaziye'de zikredilmiş ve orada şöyle denmiştir: «Bir kimseyi alacağı olan bin lirayı falandan kabzetmek üzere ve o konuda gerekli husumeti yürütmek üzere vekil tayin etse ve hakimin dışında bu meselede davacı olarak vekil ortaya çıksa, mahkeme nezdinde husumete girmeden önce vekil azledilse, bunun akabinde vekil olan kişi müvekkili lehinde böyle bir malın ona ait falan kişinin zimmetinde olduğuna dair şahitlik yapsa. kabul edilir. İkinci imam Ebu Yusuf ise. «Caiz değildir, kabul edilmez.» demiştir. Buna da gerekçe olarak, vekil olan kişi artık müvekkilin makamına kaim olmuştur. Bir bakıma kendi lehinde ve kendi işine dair şahitlik yapmaktadır, bu ise kabul edilmez.» Burada eğer davaya girişirse meselesi, yetkili olduğu konuda yani vekalet aldığı konuda davaya başlayacak olursa demektir. Eğer başka bir konuda davayı yürütecek olursa, bu meselede şarihin ilerde beyan edeceği Bibi tafsilat vardır.
İbni Abidinin almış olduğu notlardan birinde, buna feri mesela olarak şu mesele de nakledilmektedir: Müşterinin malı falana sattığına dair bir iddiası olsa. o falan da bunu inkar etse, ona satan da bu konuda müşteri lehinde şahitlik yapsa, kabul edilmez. Muhit.
Yani satıcı başkasına satmış olduğu o malda şahitlik yapacak olursa. şehadeti kabul edilmez. Müşterinin durumu da böyledir. Fetavayı Gadıhan veya Fetavayı Hindiye.
«Vasi gibidir ilh...» Yukarda belirtildiği gibi Ebu Yusuf ve diğer imamlar Ebu Hanife, İmam Muhammed'e göre vasi olarak tayin edilen kişinin azledilmesinden sonra vasiyetle ilgili o konuda şahitliği kabul edilmez. Bu azledilmeden sonra olsun önce olsun durum aynıdır. Vekilde ise durumun farklı olduğu yukarda beyan edilmiş idi. İmam Muhammed ile Ebu Hanife'ye göre vekil olan kişi azledilmesinden sonra vekaletine dair olan o konuda müvekkili lehinde şahitliğinin kabul edilmesi gerektiğim ve kabul edilebileceğini söylemişler, Ebu Yusuf ise, vekili vasi gibi kabul ederek azledilmesinden sonra olsa dahi, yine onun şahitliğinin kabul edilmeyeceğini söylemiştir.
Bu da şuna binaen olsa gerektir. Vekilin daha önceden vekaleti kabur etmesiyle o konuda hasım olmuş olur. Her ne kadar mahkemede hasım olarak meclise gelmese veyahutta davayı yürütmek içi.n mahkeme huzuruna çıkmasa da. Bunun içinde vekil olan kişinin müvekkili aleyhinde mahkeme meclisinin dışında bir konuda ikrarda bulunsa, Ebu Yusuf'a göre müvekkili aleyhinde o ikrarı geçerli kabul edilir. İmam Muhammed'le Ebu Hanife'ye göre ise vekaleti kabul etmekle vekil olan kişi hasım olmamıştır. Dolayısıyla onun ikrarı müvekkili aleyhinde kabul edilmez ve geçerli sayılmaz. Zahire.
«Bu iki noktada ittifak etmişlerdir ilh...» Yani Zeylaî'nin kasamet bahsinden Tatarhaniye'nin yirmi altıncı faslında geniş olarak zikredilen •meseleler arasında ifade edilen şu husus yer almaktadır: Bir kimse herhangi bir hadisede hasım olacak olursa o davada onun şahitliği kabul edilmez. Ama bir kimse hasım olmak üzere olduğu bir davada henüz hasım olmadığı taktirde şahitliği kabul edilir. Bu iki kaidede imamlar ittifak halindedir. Ancak Ebu Yusuf vekili yukardaki meselede vasi gibi kabul etmiş, azledilmesinden önceki durumuyla azledilmesinden sonraki durumu eşit saymıştır. Vasinin şahitliğinin kabul edilmediği gibi vekilinki de kabul edilmez demiştir. Her ne kadar husumet yapmak üzere mahkeme huzuruna çıkmasa da, husumete yakın bir durumda olmasına rağmen bu noktada kabul edilmeyeceğini söylemiştir.
«Meselenin tamamı Bezzaziye'dedir ilh...» Bezzaziye'de bu konuda şu ifadelere yer verilmiştir; «Bu da şunun hilafınadır.» diyerek sözlerine şöyle devam etmiştir: «Mesela mahkemede olmamak üzere, mahkeme dışında bir konu yürütmeye bir kişi vekil tayın etse ve bu konuda borçlu olan kişiden bin lirayı almak üzere vekil mahkemenin dışında bir davada bulunsa ve vekaletin olduğuna dair beyyine getirecek olur, bunun üzerine de müvekkilî tarafından azledilecek olursa, daha sonra olacağı yüz lira ile ilgili konuda müvekkil azlettiği vekilini borçlusu olan kişi aleyhinde şahit gösterse, şahitliği meselesi yukardakinin hilafınadır. Çünkü mahkemenin kararından sonra vekaletle ilgili husus, müvekkil lehinde kabul edilmez. Çünkü bu konuda mahkemenin kararının sadır olması ile birlikte vekil olan kişi müvekkile ait olan haklarda bir bakıma hasım kabul edilmiş ve onun bu konudaki şahitliği azledilmesinden sonra da olsa hasım hakkında şehadet olacağından kabul edilmez.
«Birinci mesele ise bunun hilafınadır. Çünkü hakimin onun vekaletine dair bilgisinin olması, onun hakkında bir hüküm sayılmamaktadır. Dolayısıyla vekaletinin dışında bir konuda hasım olmamıştır. Ki bu vekaleti de paraların kabzedilmesiyle ilgili husustur. Bu durumda müvekkil tarafından azledilen vekilin şehadeti, başka bir hakta olduğundan kabul edilebilir. Zahire isimli eserde bu ifadeye ek olarak şu ifadelere de yer verilmiştir: «Ancak vekalet tarihinden sonra meydana gelen yeni bir malla ilgili şahitlik yapacak olursa, bu durumda şahitliğinin Ebu Yusuf'a göre kabul edilebileceği söylenmiştir.»
Yine Bezzaziye'de bu ifadelere yer verildikten sonra şöyle denmiştir; «Bu ifade ise pek doğru olmamaktadır. Çünkü bu konudaki rivayet. bilhassa vekalet tarihinden sonra meydana gelen haklarda, bir kimsenin diğer bir kimse aleyhinde açmış olduğu herhangi bir davada haklarıyla ilgili konuda bir kimseye vekil tayin etmesiyle ilgilidir. İkinci bir ifadeyle yani bu konu vekalet tarihinden sonra meydana gelen konuları içine almamaktadır. Ama o kimsenin bütün insanlardaki alacağına karşılık ve onlardaki olan haklarına karşılık vekil tayin etmesi halinde onun husumeti yeni olan hadiselere de sirayet etmektedir. İstihsanen bu mesele böyle kabul edilmiştir. Buna göre yukardaki meselenin genel bir vekalete hamledilmesi gerekir.»
Daha sonra devamla, «Netice olarak genel vekalette husumetten sonra vekilin müvekkili lehinde şahitliği asla kabul edilmez. Bu şahitlik gerek alacaklı olduğu kişiye karşı olsun veya başkasına olsun, bu alacak vekaleti esnasında mevcut olsun veya vekalet kendisine verildikten sonra meydana gelsin, durum değişmez. Ancak azledilmesinden sonra meydana gelecek alacaklarda vekilin eski müvekkili lehinde şahitliği kabul edilebilir.
«Vekaleti hassa olması halinde yani özel bir vekalet olması halinde, borçlu olan kişi aleyhinde ve müvekkili lehinde vekaletten önceki meselelerle ilgili konularda şahitliği kabul edilmez. Ama vekaletten sonra meydana gelmiş veya azledilmesinden sonra meydana gelmiş olaylarda müvekkili lehine vekilin şahitliğinin kabul edilebileceği kaydedilmiştir.»
Bezzaziye'nin «Bu ifade pek uygun değildir.s> sözü belirli kayıtlara bağlıdır. Zahirede ise bu kayıtlara yer verilmediği için yukardaki ifade biraz daha acık olarak varit olmuştur. Bunun için de, «Daha sonra meydana gelen hadiselerde kabul edilir.» ifadesine yer verilmiştir.
Yine İbni Abidin merhum Hamişte almış olduğu notlar arasında Camiü'l-Fetava'dan naklen şu ifadeye de yer vermiştir: «ikinci meselede hakimin vekalete dair karar vermesi ile vekil, müvekkile dair bütün haklarda onun hasmı olabilecek kişilere karşı o da hasım olmuş sayılır. Alacağı dinarlarla ilgili şahitliği, hasım olduğu konuda şahitlik yapmış olacağından kabul edilmemesi gerekir. Birincisinde ise meselenin hakim tarafından bilinmesi, onun bu konuda vekil olduğuna dair bilgisinin olması, vekaletle ilgili bir kararın bulunmaması sebebiyle vekil, müvekkilin hasımlarına karşı hasım durumuna düşmemekte. dolayısıyla yapmış olduğu şahitlik vekaletinin dışındaki konularda bir şahitlik olmaktadır. Bu durumda da azledildikten sonra bu şahitliğini ifa etmesi halinde başka bir hak konusunda şahitlik yapmış olacağından şahitliğinin kabul edilmesi gerekir.»
«Zimmetteki borçta henüz ortaklık meydana gelmemiştir ilh...» Çünkü zimmetteki borç kabzedildikten sonra ortaklık meydana gelir. Ebu Yusuf'un «kabul edilmez» şeklindeki görüşünün gerekçesi ise, metinde belirtilen iki grubtan birinin alacağına kargılık terekesinden bir şey kabzetmesi halinde diğer grubunda onda ortak olması gerekir. Bu durumda her iki tarafta kendi lehinde şahitlik yapmış olacağından şahitlikleri kabul edilmez, denmiştir.
«Belirli bir malın dışındaki vasiyet bunun hilafınadır ilh...» Mesele şu şekilde tasvir edilmiştir: İki şahit, öten bir kimsenin iki kimseye bin lira verilmek üzere vasiyet ettiği konusunda şahitlik yapsalar ve şahitlerde ölen o insanın kendilerine de bin lira vasiyet ettiğini iddia etseler, birinci vasiyet edilen o iki kişi bunlara da böyle bir vasiyet yapıldığına dair şahitlik yapsalar, bu şehadetlerin ikisi de kabul edilmez. Çünkü lehlerinde vasiyet olması ve bu vasiyetlerin belirli bir malda da olmaması, onların terekede ortak olmalarını gerektirir. Çünkü tereke helak olduktan sonra onlar için bir hak kalmayacaktır. Buna göre her iki tarafta ortak oldukları bir konuda birbirleri lehine ve kendi lehlerine şahitlik yapmış olmaktadırlar, bunun için de şahitlikleri 'kabul edilmez.
«Belirli bir aynın dışında» ifadesiyle de şunu bertaraf etmek istemiştir: Ama belirli bir malda vasiyet olduğu şahitler tarafından belirlenir, kendilerine vasiyet edilen kişiler şahitler lehinde de böyle bir vasiyetin olduğu bu vasiyetin de şu mal hakkındadır diye belirtecek olurlarsa, bu durumda her iki şahitlikte kabul edilir. Çünkü birinciler lehinde yapılan vasiyet belirli bir malda. ikinciler lehinde yapılan vasiyet diğer bir malda olmakta, aralarında bir ortaklık bulunmamakta, şahitlikleri de töhmete vesile olmamaktadır.
«Hakkullahla ilgili konularda ilh...» Velevki bu hak tazirle ilgili bir hak olsun. Bu konuda Bahır'ın tazir bölümüne bakmakta fayda vardır. Orada özellikle bir kimseye fasık veya zani diye bir töhmet isnad edecek olursa, durumun 'ne, olduğu geniş bir şekilde açıklanmaktadır.
«Tezkiyeden sonra ilh...» Yani bir kimse veya şahit şariin hakkı veya kul hakkıyla ilgili bir suçla suçlandırılmadıkça, mücerret bir şekilde onun şahitliğinin kabul edilmeyeceğine dair söylenen sözler ve onu cerhetmeler kabul edilmez. Ama henüz şahitlikten ve teskiyesinden önce o kimse herhangi bir suçla itham edilecek olursa, bu suçlama geçerlidir.
Bahır isimli eserde, «Bu şekilde tafsil ancak hasım iddia ettiği ve böyle olduğuna dair cehren bir beyyine getirmesi halindedir.» denmekte, «Ama hakime gizli bir haber verilir ve bu konudaki suçlama, herhangi bir isnattan hali olacak olursa, bu isnadı yapandan beyyine istenir. Beyyineyi de gizli olarak getirmesi halinde şahidin şahitliği iptal edilir. Çünkü bir noktada hem adil olduğuna, hem de cerh edildiğine dair iki zıt görüş meydana gelmiştir. Bu durumda cerh adil olduğu ifadesi üzerine şarihin cerhi mürekkep ifadesini kullanmaması daha uygun olur idi, çünkü fazladır ve yersizdir.
«Kaziften dolayı kendilerine had vurulması ilh...» Çünkü haddin devamı ve tamamından sayılan hususlardan biri de şahitliklerinin reddedilmesi, kabul edilmemesidir. Bu da Allahın (şariin) hakkı olan haklardan biridir.
«Şahitlerin içki içtiklerini söyler ve bu konuda da henüz zaman geçmemiş ise ilh...» Yani henüz şarap ve içki kokusu onların ağzında belirgin bir vaziyette ise ve bunun üzerinden de uzun bir süre geçmemiş ise, o zaman şahitlikleri kabul edilir. .Yani bunların aleyhinde şahitlik yapan kişilerin şahitliği kabul edilir. Meseleyi «üzerinden bir süre geçmemesi» ile kayıtlamıştır. Çünkü süre geçmiş olacak olursa, bu konuda hakkın isbatı mümkün olmadığından, kabul edilmez. Çünkü üzerinden uzun zaman geçmiş bir hadle ilgili şahitlikler reddedilir, kabul edilmez.
Nitekim yukarda şarapla ilgili mesele anlatılırken, «Şarabın kokusu henüz ağızlarından gitmemiş ise.» ifadesini getirdi. Diğer had konularında ise, «üzerinden bir ay geçmemesi» kaydını da şarih bu konuda eklemiş oldu.
Musannıfın zikrettiği, «Henüz üzerinden zaman geçmemiş ise» ifadesi, Zeylaî'nin bu konuda söyledikleriyle ilgilidir. Çünkü İmam Zeylaî, «Onlar zina ederler, şarap içerler ifadesi, mücerret bir cerhten ibarettir. Ama zina ettiler, hırsızlık yaptılar ifadesi ise, mücerret bir ithamın dışında bir konudur.» demektedir.
Makdisî'den nakledilen bir ifadeye göre ise bu konuda en uygun olan, şahitlerin onlar zina ederler, fasıktırlar, içki içerler, faiz yerler ifadeleri gelecekle ilgili olabilir. Bu vasfın kendilerinde kesinlikle bulunduğuna dair bir şahitlik sayılmamaktadır. Ama zina ettiler veya içki içtiler gibi ifadeler ise bunun aksinedir. Bu onların mevcut bir vasfını ortaya koymaktır. Bu şekilde açıklamada yerinde bir açıklamadır. Çünkü ifadeler arasındaki farktan da ilk okla gelen bu olsa gerektir.
«Şahitler davacının ortaklandır ilh...» Yanı eğer dava konusu da onların ortak oldukları konuyla ilgili ve şahitlerinde o konuda şahitlik yaptıkları iddia edilecek olursa durum böyledir demektir. Menih.
Bundan maksat da şahidin ortak olması, mufaveze yoluyla ortak olması demektir. Çünkü mufavız ortaklardan herhangi birinin diğeri lehinde yapmış olduğu şahitlik, kendi lehinde yapmış olduğu şahitlik kabul edileceğinden şahitliği kabul edilmez.
Ama dava konusu olan ortak olduğunu söylemeleri halinde durum farklıdır. Çünkü davacının böyle bir ikrarda bulunduğunu,söylemeleri o dava konusu olan malın şahitlere ait olduğu konusunda bir ikrarı da ihtiva etmektedir. Fetih.
Benzeri bir ifade Kuhistani'de de mevcuttur. Bahır'daki ifadeye göre, şirketin akit yoluyla meydana gelmiş bir şirkete hamledilmesi, bunu genel olarak alması demekti. Bu genelin içerisine inan şirketi de dahil olmaktadır. Fakat inan şirketinde şahitlerin şahitlikleri her zaman kendileri menfaatine olan bir konu olmasa gerektir. Onun için Bahır'daki bu ifadenin bir kalem hatası olduğu söylenebilir. Bizim anlatmaya çalıştıklarımıza göre şarihin dava konusunda «maldır» sözünden maksat, ortaklık sahih olan bir mal olsa gerektir. Çünkü akar ve kişinin yiyeceği ve giyeceğinde şirketin sahih olmayacağı hasebiyle bunun dışında kalmasını gerektirir.
«Ben onlarla sulh olmuştum ilh...» Yani şahitler davacının «Ben onlarla sulh olmuştum, onlara rüşvet vermiştim, benim aleyhimde şahitlik yapmayacaklardı.» şeklindeki ifadesine şahitlik edecek olurlarsa demektir.

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...