İZAH
«Medreseye yapılan
vakıfla ilgili hususta o medresede olan kişinin şahitliği kabul edilir ilh...»
Yani medreseye ait bir vakıfın vakıf olduğuna dair şahitliği kabul edilir. Keza
bir mektebe veya okula ait bir vakıfta o okulda okuyan çocuğu da olsa bir
kişinin şahitliği caizdir. Mahalle sakinlerinin mahalleye yapılan vakıflarla
ilgili şahitlikleri kabul edilir. Mescide yapılan vakıf, büyük camiye yapılan
vakıf yine binabi sebil dediğimiz yolda kalmış kişilerin, yolda kalmış kişiler
için yapılan vakıfların vakfiyetine dair şahitlikleri kabul edilir. Bütün bu
meselelerde mutemet olan görüş kabul edilmesidir.
Bezzaziye.
İbni Şıhne der ki:
«Tahti nezaretinde olan bir vakıf veya kendisinin müstahik olduğu bir vakıf
konusunda hakimin hükmü de bu kabildendir. Bütün bunlar vakfın aslıyla ilgili
şahitliktedir. Ama vakfın gelirinde hak sahibi olan, ondan hak olacak kişilerin
hakka rücu olan şahitlikleri kabul edilmez. Mesela vakfın icareye verilmesi ve
benzeri hadiselerde lehine şahitlik yapmış olacağından, o konuda töhmet altında
kalmış ve şahitliği kabul edilmemiştir. Ben bu konuda Camiü'l-Fusuleyn üzerine
yazmış olduğum haşiyede «Gelirle ilgili olarak vakıflarda takrir görevini
üstlenmiş kişilerin şahitlikleri de kabul edilmez. Çünkü onların takrirleri
kabul etmemeyi gerektirir. Ancak bunun yararı mütevelli hakkında töhmeti
iskattır, yemin teklifine gerek kalmaz. Bu görüşü teyid eden bir hususta şudur:
Kendisine emanet bırakılan bir kişi emaneti almaya gelen emanet sahibine
emanetini geri verdiğini veya kusuru olmaksızın helak olduğunu iddia etmesi
halinde, kendisine yemin teklif edilmeyeceği gibi burada getirilecek beyyinede
yemin teklifinden onu muaf tutmak içindir;» demiştim.
«Yıllık veya aylık
çalışan kişinin de patronu için şehadeti kabul edilmez ilh...» Bu yanında
çalıştığı kişi isterse bir aylık olsun, yevmiye olsun, isterse yıllık çalışsın.
Sahih olan görüşe göre onun lehinde şahitliği kabul edilmez. Camiü'l-Fetava.
«Özel talebenin
veya kalfanın da şehadeti kabul edilmez ilh... » Hülasa isimli eserde özel
talebesi onunla birlikte yemek yiyen, ehli iyali içerisinde bulunan, belirli bir
ücret almayan kişi olarak tarif edilmiştir Meselenin tamamı Fetih'tedir.
Bir diğer eserde,
kalfa ustası lehinde şahitlik yapacak olursa -ki bu da özel talebe demektir,
yani onunla birlikte yiyen ve çocuklarıyla birlikte yaşayan ondan belirli bir
ücret almayan kişidir- bunun şahitliği, ustası lehinde kabul edilmez. Ama
belirli bir ücreti bulunur, gerek günlük ücret, gerek aylık ve gerek yıllık bir
ücrete karşılık çalışıyor ise, yalnız ona çalıştığı taktirde onun da şahitliği,
patronu lehinde kabul edilmez. Ama başkaları için de çalışan bir kalfa ve işçi
olması halinde, şahitliği kabul edilir, denilmiştir.
Uyun isimli eserde
İmam Muhammed'in şöyle dediği nakledilmektedir: «Bir günlüğüne kiraladığı bir
kişi, o gün onun lehinde bir şahitlik yapmaya kalksa, kıyasa göre bu şahitliğin
kabul edilmemesi gerekir. Eğer bir kimse özel işçi olursa, yanında çalıştığı
kişi lehinde şahitlik yapsa, fakat henüz teskiye edilmese, bir ay geçtikten
sonra teskiye edilse, şahitliği kabul edilmez. Bu da aynen karısı lehinde
şahitlik yapan kişinin daha sonradan onu boşaması meselesine benzemektedir. Onun
özel işçisi olmaz. şahitlik yapar, o şahitliğe dayanılarak hüküm verilmezden
önce işçi olarak onun yanına girecek olursa, yine şahitliği kabul edilmez.»
Bezzaziye.
Bu konu ile ilgili
İbni Abidin bir kitabın kenarına almış olduğu notta şu feri meseleyi de
zikretmiştir: Gerçi bu meselenin yeri burası değil, ama bir münasebete binaen
zikredilmiş olsa gerektir. Elinde bir çiftlik veya köy bulunan kişi, bir başkası
gelerek onun elindeki bu arazilerin vakıf olduğunu iddia etse ve geçmiş
hakimlerin ve adil kişilerin yazısını ihtiva eden bir de senet getirse, vakıf
olduğuna dair hüküm verilmesini talep etse, hakimin bu senede dayanarak hüküm
vermesi gerekmez. Çünkü hakim hüküm verirken hüccete dayanmalıdır. Hüccet ise ya
şahitlerle isbat edilen beyyineve ikrardır. Ama eldeki senet bir delil,
olmamaktadır. Gerekçesi ise. yazının yazıya benzeyebileceği, bunun sahte bir
evrak olma ihtimaline binaendir. Keza dükkanın kapısında o dükkanın vakıf
olduğunu bildiren bir levha olsa, hakimin buna dayanarak o dükkanın vakıf
olduğuna karar vermesi caiz olmaz.» Camiü'l-Fusuleyn.
Bundan da
anlaşıldığına göre, özellikle zamanımızda simsar, sarraf ve satıcının
defterlerindeki yazılara dayanarak hakimin hüküm vermesi de caiz değildir. Bu
konuda fetva verilmesi de doğru olmaz.
«Bunun ifade ettiği
manada şudur ilh...» Bu ifade Fethü'l-Kadir'de kesin bir ifadeymiş gibi
zikredilmektedir. Ancak Tatarhaniye'de Fetava-yı Gıyasiye'den naklen şu
ifadelere yer verilmiştir: «İşçiyi çalıştıran, onu kiralayan, kişinin de işçi
lehinde şahitliği caiz değildir. Fettal haşyesinde Serahsî'nin Muhit'inden
naklen Ebu Hanife'nin Mücerret isimli eserdeki bir rivayete göre şöyle dediği
nakledilmektedir: «Kadı'nın ve hakimin çalışan işçinin ve kalfanın ustası
lehindeki şahitliğine cevap vermemesi gerekir. Aynı durumda us.tanın işçisi ve
kalfası lehinde şahitliğinin kabul edilmesine de cevaz vermemesi gerekir.» Bu da
yukarda Hadisi şeriften çıkarılan veya çıkarılmak istenilen hükme ters
düşmektedir.
«Özellikle kadının
sesini yükselterek ilh...» Nihaye isimli eserde, «Şarkı söyleyen kadının da
şahitliği kabul edilmez» ifadesi mutlak bir şekilde zikredilmiş, sesini
yükseltip yükseltmemesi kaydına yer verilmemiştir. Erkeklerin şarkı söylemesi
konusunda insanlara şarkı söylemeleri kaydı getirilmiştir. Meselenin tamamı
Fethü'l-Kadir'de zikredilmiştir.
Kadın aleyhinde bu
konuda şahitlik onun adaletini mücerret bir şekilde cerhtir. Bunun içindir ki bu
konuya devam ettiği ve bunu adet haline getirdiği hakim nezdinde açıkça
belirmesi şartı getirilmiştir.
«Bu kayıt Dürer
isimli eserde zikredilmiştir ilh...» Ağıtla ilgili hususla hüküm, aynen şarkı
konusundaki hükme benzemektedir. Kadının kendisi için de olsa şarkı söylemesi ve
türkü söylemesindeki hükümle durum aynı olduğuna göre, niçin kendi yakınları
için ağıt yakması halinde ağıtı onun adaletini iskat edici sayılmamaktadır.
Ancak bu konuda şu fark söylenebilir: Burada sesinin yükseltilmesinden maksat
fitne korkusu olabilecek bir ses yükseltmesidir. Aksi halde adaleti muskit
sayılmaz.
«Ağıtçı kadının
şahitliği de kabul edilmez ilh...» Yani ağıt söyleyen kadının şahitliği kabul
edilmez. Burada kendi başına gelen, yakınlarını kaybetmesinden dolayı bir
musibette ağlayan, ağıt söyleyen bir kadının durumu, bu ifade içerisinde yer
almamaktadır. Burada başkasının başına gelen bir musibetten dolayı ağıt yakan ve
yüksek sesle söyleyen kadın kasdedilmektedir. Özellikle bunu kendisine meslek
edinenler söz konusu olsa gerektir. Nitekim Muhit'ten naklen Tatarhaniye'de
böyle denmiştir.
Fethü'lKadir'de
Zahire isimli eserden naklen yukardaki ifadelerden sonra şu ifadelere de yer
verilmiştir: «Hatırladığım kadarıyla bu ifadeye ulemadan bir itiraz gelmemiş ve
bu konuda yukarda zikredilenin dışında bir şey söylenmemiştir.» Meselenin tamamı
yine Fethü'l-Kadir'dedir.
«Kadının başına
gelen bir musibetten dolayı sabrının taşması, yüksek sesle ağlaması bir
zarurettir ilh...» Bunun gereği, kadın bunu bir zaruret olmadan, özellikle adete
binaen kendi istek ve iradesiyle, ihtiyarına binaen yaptığı taktirde şahitliğini
zedeleyici olacağından, şahitliğinin kabul edilmemesi
gerekir.
«Dünyevi bir
sebebten dolayı düşmanı aleyhinde şahitliği de kabul edilmez ilh...» Bu ifade
Mülteka isimli eserde bu şekilde kayıtlanmıştır. Hanuti bu konuda kendisine
tevcih edilen bir soruya cevap olarak şöyle demiştir: «Bir kimse aleyhinde bir
iddiada bulunulsa ve bu beyyine ile isbat edilse, bunun üzerine de o kimse.
«Beni beş gün süre ile dövdüler.» dese, hakim de buna dayanarak hüküm verse,
daha sonra hüküm akabinde bir husumete dair beyyine ikame etmek istese, bunun
beyyinesi dinlenir mi dinlenmez mi sorusuna cevap olarak, düşmanın düşmanı
aleyhinde -eğer bu dünyevî bir düşmanlık ise- şahitliğinin kabul edilip
edilmeyeceği konusunda ihtilaf vardır. Bu da hüküm verilmezden öncedir.»
demekte. devamla «Eğer hüküm verdikten sonra olacak olursa, verilen hükmün
bozulmaması hükmü anlaşılmaktadır. Nitekim fukaha bu konuda, hakimin fasıkın
şahitliğine dayanarak hüküm vermesi gerekmez. Ona güvenmesi de doğru değildir.
Ama buna rağmen hüküm verecek olursa, verdiği hüküm bozulmaz. demişlerdir.» Bu
da Yakubiye'de zikredilenlerin hilafınadır.
«Vehbaniye isimli
eserde benimsenen görüşe göre ise ilh...» Menih isimli eserde bu konu şöyle
ifade edilmektedir: «Tafsilata gerek duymaksızın düşmanın düşman aleyhinde
şahitliğinin kabul edilmemesi, Kenz ve benzeri meşhur eserlere ve fukahanın
çoğunun kabul ettiği, müteahhir ulemanın da benimsediği görüşe göredir. Ancak
Kınye isimli eserde, «Eğer düşmanlık dünya ile ilgili bir sebebe dayanıyor ve bu
düşmanlık sebebiyle de o kişi fasık durumuna düşmüyor ise, şahitliğine mani
değildir veya ona bir yarar sağlamıyor veya ondan bir zararı bertaraf etmiyorsa
düşmanın düşman aleyhinde şahitliğine engel bir durum yoktur.» denilmiştir.
Sahih olan do budur.ı» İtimad bu görüşe olmuştur. İbni Vehban da bu görüşü
benimsemiştir. İbni Şıhne bu kelime ve cümle üzerine bir not düşmemiştir. Ancak
hadisi şerif müteahhirinin görüşünü desteklemektedir. Yani düşmanın düşman
aleyhinde şahitliğinin kabul edilmemesi gerekir. Meselenin aydınlatması için
kada bahsinin ilk bölümünde yazılanlara müracaat edilmesi
gerekir.
Ben derim ki:
Yukardaki ifadeler nakledildikten sonra, Hayriye isimli eserde şu neticeye yer
verilmiştir: «Düşmanın düşman aleyhindeki şahitliği adil de olsa kabul edilmez.
Yakup Paşa haşiyesinde «Düşmanın düşman aleyhinde şahitliğine dayanarak verdiği
hüküm geçerli değildir.» ifadesi açıkçabelirtilmiş, mesele fıkıh kitaplarında bu
ihtilaflı şekli ile zikredilmiştir. Şarih Kitabu'l-Kaza'nın baş tarafında Yakup
Paşanın bu ifadesine de özellikle yer vermişti. Oraya müracaat edilmesi,
meselenin aydınlatılması bakımından yararlı olur.
«Veya çocuklarına
sövmeyi adet edinmiş kişi ilh...» Fetih'te bu konuda Nasir İbni Yahya'dan naklen
şöyle denmektedir: «Ehline ve iyaline (çoluk ve çocuğuna), kölelerine ve
işçilerine her saatte alışkanlık gereği söven kişilerin şahitliği kabul edilmez.
Ama bu ora sıra olacak olursa kabul edilir. Hayvanlara söven ve şetmeden kişinin
durumu da aynıdır.»
«Zekatı geciktiren
kişi ilh...» Sahih olan görüşe göre zekatı geciktirme adaleti iskat ve iptal
edici değildir. Fasi'nin Kadıhan'dan naklettiği bir ifadeye göre, özürü
olmaksızın zekatı geciktiren kişinin şahitliğinin ve adaletinin sakıt olacağı
fetva için benimsenen görüşler arasındadır. Çünkü fakirlerin hakkını gereksiz
yere geciktirmiştir. Hac ise bundan müstesnadır. Özellikle zamanımızda buna
dikkat edilmelidir.
«Cemaatı terkeden
kişi ilh...» Yine Fethü'l-Kadir'de, «Kişinin şahitliğine mani olan durumlardan
biri de cemaatle namazı terketmesidir. Özellikle arkasında namaz kıldığı imamı
dini ve hali konusunda taan edici bir gerekçeye dayanmıyorsa. Eğer kendi
acısından bazı tecillere gidiyor, mesela namazın ilk vakitte kılınmasının
faziletine inanıyor, imam da namazı geciktiriyor geç vakitlerde kılıyor der veya
benzeri bir mazeret ileri sürecek olursa, cemaati terketmesi adaletini iskat
edici değildir.
«Cuma namazının
mazeretsiz terki de şahitliğe mani bir durumdur. Hatta Hulvanî gibi fukahadan
bazıları bir defa mazeretsiz cumayı terkeden kişinin şahitliği kabul edilmez
demiştir. Diğer fukaha ise, -Serahsi de bu guruptandır- üç cumayı mazeretsiz
terkedenin şahitliği kabul edilmez demiştir. Birincisi delil açısından daha
kuvvetli olmaktadır.»
Ancak bu konuda
yukarda söylediklerimize dikkat edilirse bir insan»n büyük günah işlemesi
sebebiyle adaletinin sakıt olacağına dair hükmün verilmesi mahkeme nezdinde bu
işlenen suçun sabit olmasına ve açıkça belirtmesine
bağlıdır.
«Bir gerekçesi ve
mazereti olmadan, karnı doyduktan sonra fazla yiyen kişinin şahitliği de kabul
edilmez ilh...» «Mazereti olmaksızın» ifadesi, ferdası gün tutacağı oruca
kuvvetli girmesi ve oruçtan şikayet etmemesine binaen olur veya evindeki
misafirinin yemeğe devam etmesini sağlamak için olacak olursa bu durumlar
istisna edilir. Bu durumlarda doyduktan sonra da olsa fazla yemesine ruhsat
verilir. Nitekim Şurumbulaliye ve Fetih'te bu istisnalara yer
verilmiştir.
«Gelen emiri
karşılamaya giden ilh...» Bu kimsenin şahitliği kabul edilmez ifadesi, sırf
gelen kişiye alkış tutmak veya onu karşılamak veya hakkı olmayan tazimi ona
göstermek için olursa. Ama ibret maksadıyla giderse adaleti sakit olmaz,
denmiştir.
«Irak'ta eşraftan
sayılan ilh...» Irak'ta o zamanlar eşraftan sayılan kişilerin kendilerine tabi
olan kişiler lehinde gelişi güzel şahitlik yapabilecekleri düşünüldüğünden
onların lehteki şahitlikleri de reddedilmiştir. Gerekçe olarak, onlar mutaassıp
kişilerdir. Onlardan birinin başına bir musibet gelecek olursa, bu eşraftan olan
kişiye gelirler onun lehinde araştırmaya dayanmaksızın şahitlik ederler ve
şefaatçi görünürler. Bununda yalan yere şahitlik olması ihtimali vardır.
Dolayısıyla kabul edilmez, denmiştir.
Bu durum yalnız
onlara münhasır olmamakta, her mütaassıp kişinin taassubu, düşüncesi
istikametinde gerçeğe dayanmadan şahitlik yapabilecek herkes için geçerlidir.
Zira bu durumda olanların şahitliği de kabul edilmez.
Bahır.
«Mezhepten mezhebe
geçen ilh...» Bu da mezhepleri hafife alarak, onlarla alay ederek birini bırakıp
diğerine geçmesi halinde böyledir. Kınye'nin kerahiyet bahsinde şu ifadeler de
yer almıştır: «Avamı nastan olan kişinin bir mezhepten diğer bir mezhebe
geçmesine izin verilmez. Bu konuda Hanefisi, Şafiisi
eşittir.»
Bir rivayete göre
şafii mezhebine geçen ve bu geçişle de kendisine bir ikbal sağlamak isteyen
herhangi bir kişinin dini konulan hiçe saydığı veya onları hafife aldığı, bir
çıkar sağlamak maksadıyla mezhep değiştirmesi halinde o kimsenin imanının
zedeleneceğinden korkutur, denmiştir. Menih'ten naklen bu babın sonunda şu
ifadelere de yer verilecektir; «Gelişi güzel, maksadına uygun olduğu için veya
bir menfaat sağlayacağından dolayı dini konulan ve itikadî hususları dikkate
olmaksızın onları hiçe sayarak mezhep değiştirme durumu şahitliği zedeleyici,
kişinin adaletini iskat edici mahiyettedir. Bu durumda ve bu şekilde mezhep
değiştiren kişinin şahitliği kabul edilmez.»
Yukarda
söylenenlerin tümünden anlaşıldığına göre bu mesele bir mezhepten diğer bir
mezhebe, Hanefiden Şafiiye veya Hanefiden Maliki mezhebine geçişle ilgili değil,
bütün mezheplerde durum aynıdır. Eğer bu makbul bir maksada dayanmıyorsa
böyledir. Mesela yaşadığı bölgede aynı mezhepten kimse bulunmaz, hükümleri
öğrenecek soracak kimse bulamaz ise, o zaman bilerek ibadet yapması, bilmeden
gelişi güzel ibadet yapmasından daha doğru olacağından, bulunduğu bölgenin
mezhebini benimseyerek amel etmesi, sahih bir maksada mebni intikallerden olsa
gerektir. Bu konuda mütaassıp olma, müçtehit imamların bereketinden de mahrum
kalma denmektedir. Bu konuyla ilgili tazir bahsinde yeterli bilgi verilmiştir.
Oraya bakılmasında yarar vardır.
«Kefen satanın
durumu da böyledir ilh...» Sabahın erken saatlerinde dükkanını açar bir kişinin
ölmesini temenni eder, malının satılması için bu durumu arzu ederse, bu
kimselerin şahitliği de kabul edilmez, denmiştir. Camîü'l-Fetava
Bahır.
«Ölümü temenni
etmesinden ötürü ilh...» Kefen satan kişi veya cenaze ile ilgili kabir yapan,
kabir taşı yapan, kabir kazan kişiler buna örnektir. Eğerölümü temenni etmiyor,
olduğu zaman yardımcı olma maksadıyla bunu icra ediyor ise ve adil bir kimse ise
şahitliğine engel bir durum otamaz. Şemsü'l-Eimme özellikle bu kayda yer
vermiştir.
«Tellalın durumu da
böyledir ilh...» Kendisinin akit yapmak istediği konularda veya mutlak bir
surette çok yalan söyleme ve fazlasıyla yemin etme adeti olduğu için, bu
kimselerin şahitliği de kabul edilmez, denmiştir.
«Çaresi ilh...»
Bunun gereği, şahitliği bir illete binaen kabul edilmeyenlerin bunu gizlemeleri
bildirmemeleri caizdir. Bu durumda şahitlik yapabilirler. Mesela lehinde
şahitlik yapan kişinin veya onun oğlunun kölesi ve benzeri durumlarda bunu
açıklamadan şahitlik yapması caizdir.
«Bezzaziye ilh...»
Bezzaziye'nin ifadesi şöyledir: «Vekillerin, dellalların şahitliği, eğer biz
bunu sattık derlerse veya nikah ve hulutla ilgili vekillerin biz bu nikahı icra
ettik veya hul'u vekaleten uyguladık demeleri halinde kabul edilmez.Ama
alışveriş veya nikahla ilgili konularda vekiller şahitlik etseler ve «bu onun
kansıdır» veya «bu mal onun mülküdür» deseler şahitlikleri kabul
edilir.
Ebul Kasım isimli
fakihin beyanına göre, varisler nikahı inkar etseler, yani murislerinin bir
kadınla evli olduğunu veya ölen kadınsa bir erkekle evli olduğunu inkara
kalkışsalar, akti icra eden kişi şahitlik yapsa ve nikahı kıydığını
söylemeksizin onların evli oldukları konusunda şahitlik yapsa, şahitliği kabul
edilir.
«Kendileri vekalet
isteyen kişiler ilh...» Ki bunlar mahkeme kapılarında husumetlerle ilgili
vekalet isteyenler ve bu durumu bekleyenler, orada toplu olanlar, iş
tutulabilmek için her şeye baş vurabilecekleri sanıldığından bunların şahitliği
de kabul edilmez, denmiştir.
«İçme alışkanlığı
olan kişilerin de ilh...» Alışkanlık, burada bulduğu zaman içme arzusu içinde
olan kişidir, denmiştir. Şemsü'l-Eîmme, «Bununla birlikte sarhoş sokağa çıkması,
çocuklara alay konusu olması ve bu durumdan çok inmeden insanlar arasında
dolaşması» kaydını da getirmiştir. Diğer yasak olan içkilere müptela olanların
durumu da böyledir.
İçki masalarına ve
içki alemlerine iştirak eden onlarla oturup ko(kan. onlarla içmese dahi, onların
şahitliği de kabul edilmez. Bezzaziye.
Burada şu noktayı
belirtmekte de yarar var. Halk arasındaki içki içenin içkisinden içmedikçe, onun
mezesinden ve benzerlerinden yiyebilirsin, içebilirsin, onun masasına
oturabilirsin inancı yanlış bir inançtır. Çünkü dinen münker sayılan bir yerde
oturmak, onların toplumuna katılmak, bir bakıma ikrar sayıldığından dini açıdan
o da suçlu kabul edilir.
«İbni Kemal'in
söyledikleri hatadır ilh...» Çünkü İbni Kemal içki alışkanlığı olan kişilerin
yasak olan bu içkileri mutlak bir şekilde eğlence maksadıyla içmeleri kaydını
getirmiştir. Halbuki Hassaf «Şarap konusunda alışkanlık şartı yoktur» demiştir.
Bunun gerekçesi ise, şarabın içilmesi haddi gerektiren ve şahitliğinin reddini
icab ettiren bir durumdur. Sarhoş olması, bunun eğlence maksadıyla olması
şartına gerek yoktur. imam Muhammed'in Asl isimli eserinin şahitlerle ilgili
bölümünde buna «müptela olma» şartı da getirilmiştir. Çünkü gizli içen kimse,
içtiğinden haberdar olmazsa, bu durumda onun adaleti sakıt olmaz. Çünkü
alışkanlık, açığa vurmanın da ötesinde başka bir şeydir. Hatta bu konuda, «Bir
defa içmek, adaleti düşürücü mahiyette büyük bir günah sayılmaz. Ancak bu konuda
ısrar eder, bu da alışkanlık haline gelir, müptelası olacak olursa, o zaman
durum değişik olur.» demektedir. Fetava-yı Suğra'da, «Şarap içen kişinin
mücerret içmekle adaleti sakıt olmaz. Çünkü bu konudaki had kesin bir nasla
sabit olmamıştır. Ancak buna devam eder, alışkanlık haline getirirse, o zaman
had vurulacağı beyan edilmiştir.» denilmiştir. Halebî.
Burada had
vurulması ve haddin mücerret içme konusunda kesin bir nasla sabit olmaması
meselesi ile şarabın haram olması meselesi farklıdır. Şarabın haram olduğu kesin
naslarla sabittir. Ancak şarap içen kişiye mücerret içmesi akabinde alışkanlığı
olmasına rağmen, kendisine seksen deynek cild vurulur konusu, kesin nasla sabit
olmamıştır demektir.
«Bahır'da bu
şekilde beyan etmiştir...» Bahır isimli eserde İbni Kemal'in şu ifadesine yer
verilmiş ve denmiştir ki: «Şarap içmek büyük bir günah değildir. Adaleti iskat
etmez. Ancak ona devam eder, müptelası olur, alışkanlık haline getirirse, o
zaman büyük günah sayılır. Buna da Feteva-yı Suğra'nın yukardaki ifadesi delil
olarak gösterilmiştir.»
Ancak Hamiş'te
şarihin «Bahır'da bu şekilde beyan edilmiştir» ifadesine şerh düşülürken, şu
ifadeler de yer atmaktadır: «Gerçekte şarabın bir katrasını, bir damlasını dahi
içmek büyük günahtır. Ulemanın alışkanlığı şart koşmaları hakim nezdinde
içtiğinin açığa çıkması isbatının sağlanması içindir»
Halebî.
«Eğer dansa veya
oynamaya teşvik ediyor ise ilh...» Burada şarkı söyleyen erkek ve kadın ile
örfte şarkı söylemeyi sonat edinen ve o yoldan para kazanmaya çalışan kişiler
kasdedilmektedir. Bu ise dinen yasaktır. Ve fukaha «Yine nassan eğlence
maksadıyla şarkı söylemek veya para kazanmak için bunu yapmak, hiçbir ihtilaf
olmaksızın haramdır» demişlerdir. Bu durumda sanki şöyle denmek istenmiştir:
Şarkı ve türkü söylemeyi sanat ittihaz eden ve o kanalla maişetini kazanan ve
para almak için bunu yapanların şahitlikleri kabul
edilmez.
«Kendi başına şiir
söyleyen şarkılar ve türküler terennüm eden kişinin terennüm ettiği şarkılar ve
türküler hikmeti ihtiva ediyorsa ittifakla caizdir denmiştir ilh...» Bu konuda
bilinmesi gereken esas noktalardan biri, başkasını eğlendirmek ve onu avutmak
için şarkı söylemek, ekseri ulemaya göre haramdır.
Düğünlerde ve
derneklerde tahrik edici ifadeler olmadığı müddetçe caiz olduğunu söyleyenler de
vardır. Hatta bir rivayete göre, eğer şiire alışmak, edebiyatta dilini
geliştirmek, güzel konuşmaya kendisini alıştırmak için söylüyorsa, bir beis
yoktur da denmiştir. Ama kendisine kimsenin olmadığı bir yerde yalnızlığını
gidermek için şarkı ve türkü söylemesi, bir rivayete göre mekruh değildir.
Şemsü'l-Eimme de bu kavli kabul etmiştir. Buna delil olarak ta sahabelerin en
zahitlerinden olan Bera bin Azib'ten rivayet ettiği bir hadisi delil olarak
göstermiştir.
Mekruh olanın
eğlence maksadıyla olan olduğunu söylemiştir. Ulemadan bazıları ise «mekruhtur»
demişler, Şeyhülislam da üç görüşü kabul etmiştir.
Bezzaziye.
«Düğünde tef
çalınması ilh...» Düğünlerde tef çalınmasının caiz oluşu kadınlara özel bir
durumdur. Bahır'da Mîraç'tan nakledilen bir ifadeye göre, bunun nikahta mubah
olduğu söylendikten sonra ve düğün ve nikah ve benzeri bazı şenliklerde
çalınabileceğini ifade ettikten sonra, «Her halükarda kadınlara benzeme
olduğundan erkekler için tef çalmak mekruhtur.» denmiştir.
«Bahır'da,
«Mezhebte mutemed olan görüş haram oluşudur. Bu da mutlak bir şekildedir.» sözü
ile ihtilaflar son bulmuştur ilh...» Bu konuda Bahır üzerine yazmış olduğum
haşiyede bazı noktalara işaret ettim. Mutlak bir şekilde Bahır'ın bu ifadesinin
doğru olmadığını söyledim. Çünkü İmam Sayıhani, Bahır sahibinin bu şekildeki
mutlak ifadesine karşı çıkmış, onun bu görüşünü
benimsememiştir.
METİN
Tavla oynayan
kişinin veya benzeri oyunları oynayan kişilerin kumar olsun, olmasın şahitliği
de kabul edilmez. Satranç oyununa gelince, onda ihtilaf olduğu için mutlak bir
şekilde yasaktır denmez ve bunu oynayan kişinin de adaleti sakıttır denemez.
Bunun haram olabilmesi için altı şarttan birinin bulunması yeterlidir. Onun
içinde satranç oynayan kişi bunu kumara vasıta edecek olursa veya namazı terk
etmesine götürecek olursa veya bunu oynarken çok yemin etmesine vesile olacak
olursa veya yol üzerinde aleni olarak oynamayı adet edinecek olursa veyahut
oynarken dinen yasak olan ifadeleri kullanmasına sebeb olacak olursa, bu durumda
satranç oynamak da yasaktır. Eşbah. Veya «bunu alışkanlık haline getirecek
olursa» denmiştir. Bunu da Sadi Efendi, Kafi ve Miraç isimli eserlere nisbet
ederek zikretmiştir.
Riba ve faiz yiyen
kişilerin şahitliği de kabul edilmez. Bazı ulema bunu «aleni ve meşhur bir
şekilde» olması ile kayıtlamıştır. Şurası bir gerçektir ki dinde fisk sayılan
herhangi bir şeyin irtikab edilmesi şer'an şahitlik yapmasına manidir. Ancak bir
defasında veya gizli yapılması halinde hakim nezdinde bunun isbatı mümkün
olmamaktadır. Aksi halde riba yemek, (faiz yemek) kesinlikle yasaktır, haramdır.
Bunu yapanların hepsi eşittir. Bahır.
Yol kenarlarına
küçük abdestini bozan ve yolda yürürken yemek yiyen veya kişiliğini zedeleyici
herhangi bir şeyi yapan kişilerin durumu da böyledir. Avret yerlerini açan
kişinin durumu da böyledir. Bazıları tuvaletlerde temizlenmek maksadıyla da olsa
insanların huzurunda avret yerlerini açan kişilerin şahitliği de kabul edilmez.
Zamanımızda bu durum bir hayli artmıştır. Fetih.
Selefi salihine
sebbeden kişilerin fasik olmaları dolayısıyla, bu durumları bilindiği taktirde,
şahitlikleri kabul edilmez. Ama gizli olarak bunu yapıp ta bizce bilinmeyen
kişilerin müslüman oldukları için şahitlikleri kabul edilir. Bu durumda olanlar
fasıktırlar. Ancak halleri gizli mestur kişilerdir. Ayni.
Musannıf bu konuda
«Selef ifadesiyle kayıtlamamızın sebebi, fukahanın sözüne uymak içindir.»
demektedir. Aksi halde uygun olan herhangi bir müslümana söven kişinin müslümana
sövmesi seleften olmasa da adaletinin düşmesi için yeterlidir. Nitekim Siraç ve
Nihaye'de bu geniş anlamlı ifade kullanmıştır.
Yine Nihaye isimli
eserde selef ile halef arasındaki fark yani selef kime denir halef kime denir
terimleri de açıklanmıştır. Selef tabiinden, sahabeden olan kişilerdir. Bunların
arasında Ebu Hanife de vardır. Çünkü Ebu Hanife tabiinlerin küçüklerindendir.
Yani küçük yaşta sahabelere mülaki olup onları görenlerdendir. Halef kelimesi
ise onlardan sonra yaşayan müslümanlardır. Bahır'da inaye'den naklen, onun da
Ebu Yusuf'a nisbet ederek şu ifadesine yer verilmiştir: «Ben sahabeye sebbeden
kişilerin şahitliğini kabul etmem. Ancak onlardan teberri eden kişilerin
şahitliğini kabul ederim. Çünkü o dini açıdan batılda olsa kendisine göre bir
yorum getirmiştir. Bu da onun fasık olduğunu açıkça ortaya koymaz. Onlara
sebbeden, şedmedenin durumu bunun hilafınadır.»
İki kimse
babalarının bir üçüncü şahsa, mesela Zeyd'e vasiyet ettikleri konusunda şahitlik
etseler, Zeyd denilen üçüncü kişi de böyle bir vasiyetin olduğunu iddia etse,
onların o kimse lehindeki şahitlikleri istihsanen kabul edilir. Bu da ölmüş olan
kişinin olacaklıları ve borçlularının şahitliğine veya kendilerine vasiyet
edilen kişilerin şahitIiğine benzemektedir. Üçüncü bir kişi hakkında vasi tayin
edildiğine dair şahitlikleri de bu meseleye benzer. Ama Zeyd, yukardaki
şahitliği, yani babalarının kendisine vasiyet ettiğini söylemeleri halinde Zeyd
inkar edecek olursa, onların şahitliği bu konuda geçerli değildir. Çünkü hakim
hiçbir kimseyi yapılan vasiyeti kabul etmeye zorlayamaz.
Aynî.
İki kimse gaip olan
babalarının falan kişiyi borçlarını kabzetmek üzere vekil tayin ettiği konusunda
şahitlik yapsalar, vekil de bunu iddia etse veya inkar etse, çocukların bu
konudaki şahitlikleri kabul edilmez. Yukardaki mesele ile bunun arasındaki fark,
hakim gaip olan kişi yerine ve onun adına vekil tayin etmeye yetkili değildir.
Vasi tayin etme bunun hilafınadır.
Ölmüş bir insanın
vasisi, ölen kişi lehinde bir hak konusunda şahitlik yapsa, bu da vasayetten
azledilmesinden sonra olsa, bir başkası bunun yerine ikame edilsin veyahut
varisler artık durumu idare edebilecek bir yaşa gelsinler, ne olursa olsun, bu
kimsenin ölen kişi lehinde mal konusunda ve başka konularda hasım olsun veya
olmasın şahitliği kabul edilmez. Çünkü vasi, ölen kişinin yerine kaimdir. Bu
nedenle hakim tarafındanazledilmeden vasi kendisini azle yetkili değildir. Bu
bakımdan ölen kişinin bizatihi kendisi mesabesindedir. Ölen kişinin hasım olup
olmaması konusunda, kendi lehindeki ifadeleri beyyinesiz kabul edilmediğinden
onun yerine kaim olan vasinin durumu da hasım olsun veya olmasın
aynıdır.
Vekilin durumu
bunun hilafınadır. Onun için de vekil müvekkili tarafından azledildikten sonra
müvekkili lehinde şahitlik yapacak olursa, bakılır: Eğer mahkeme nezdinde
hasımda taraftar olmuş, azledildikten sonra o konuda şahitlik yapacak olursa,
ittifakla töhmet olduğu için kabul edilmez. Aksi halde kabul edilir. Çünkü
töhmet yoktur, denmiştir. Bu da Ebu Yusuf'un hilafınadır. Çünkü Ebu Yusuf bunu
vasi mesabesinde kabul etmiştir. Siraç.
Zeylaî'nin
kasametle ilgili bölümünde, «Herhangi bir konuda hasım olarak görülen ve konuya
giren kişinin o konuda şahitliği kabul edilmez.» denmiştir. Ama hasım olma
niyetinde olan ve bu konuda kendisine yetki verilen kişi, henüz hasım olmadan,
mahkeme huzuruna çıkmadan bu konuda şahitlik yapacak olur ve azledilmiş ise
kabul edilir. Bu ayrı ayrı iki kaidedir. İmamlar tarafından ittifakla kabul
edilmiştir.
Bunu biz hakimin
meclisi ile kayıtladık. Sebebi de şudur: Çünkü hakimin meclisinin dışında hasım
olarak meselede taraf görülse, daha sonra azledilse. İmam Muhammed'te Ebu
Hanife'ye göre kabul edilir. Bu da o konunun dışında, başka konularda şahitlik
yapmasına benzer. Camîü'l-Fetava.
Bezzaziye'de,
«Hakim nezdinde husumeti yürütmek üzere bir kişiye vekalet verilse ve hakim
nezdinde bin lira alacağı olduğu bir kişiyle davaya başlasa, dava sonuçlanmadan
önce azledilse ve bu azledilen vekîl, müvekkili lehinde borçlu olan kişi
aleyhinde yüz dinar alacağı olduğu konusunda şahitlik yapsa, kabul edilir. Ama
hakim nezdinde husumete vekil tayin edilmemiş ve husumete başlamış olari vekilin
durumu bunun hilafınadır.» denilmiştir. Meselenin tamamı yine
Bezzaziye'dedlr.
Yine durum aynıdır,
yani İmam Muhammed'Ie Ebu Hanife'ye göre kabul edilir, Ebu Yusuf'a göre kabul
edilmez. İki kişi, yine iki kişi lehinde ölen bir kişide alacakları olduğuna
dair şahitlik yapsalar, lehlerinde şahitlik yapılan kişiler daha sonra
şahitlerinde ölmüş olan kişide alacakları olduğuna dair şahitlik etseler,
yukarda belirtildiği gibi Ebu Hanife ile İmam Muhammed'e göre kabul edilir. Ebu
Yusuf'a göre kabul edilmez. Zira her gurup zimmette mevcut bir borç hakkında
şahitlik yapmışlardır. Zimmet ise muhtelif hakları kabul edebilecek vasıftadır.
Dolayısıyla zimmette olduğu söylenen borçta şahitler için bir ortaklık söz
konusu değildir. Belirli bir malın dışındaki vasiyet bunun hilafınadır. Nitenim
Mecma ve şerhinin vasiyetler bölümünde belirtildiği gibi. Herde bu konuya ayrıca
yer verilecektir.
Yine iki vasi,
baliğ bir varis lehine ölmüş insanın malı dışında bir mal konusunda şahitlik
ederlerse, bu vasilerin şahitliği zahirur rivayeye göre kabul edilir. Bu mesele
aynen şu meseleye benzemektedir: İki vasi belirli bir malda ölmüş insanın büyük
varisine ikrarı olduğu konusunda şahitlik yapsalar, varisi baliğ olduğu taktirde
bu şahitlik kabul edilir. Bezzaziye.
Ama ölmüş olan
kişinin malında şahitlik edecek otursa, vasiler kabul edilmez. Bu da Ebu Hanife
ile İmam Muhammed'in görüşlerinin hilafınadır. Eğer bu varis baliğ olmamış,
küçük olacak olursa, ittifakla caiz değildir. Bu mesele de vasiyet bahsinde
gelecektir.
Yukarda kabul
edilmediği gibi şu meselede de şahitlik kabul edilmez:Mesela kulla ilgili, şarii
ile ilgili bir hakkın isbatından hali olarak, bir suçla teskiyeden sonra biri
cerh edilmek istense ve buna dair şahitler getirirse, şahitlikleri kabul
edilmez. Ama şahitlik bu hakları tazammun edecek olursa kabul edilir. Eğer henüz
tezkiye edilmeden önce mücerret bir cerhle tercih edilir. buna şahit getirilecek
olursa, o taktirde şahitlik kabul edilir. Hatta bir kişi tarafından verilen
haber dahi bu cerh-i mücerret dediğimiz konuda muteberdir. Nitekim musannıf
Sadru' Şeria'nın benimsediği hükme uyarak bu görüşü benimsemiş, Molla Hüsrev de
bu hususu kabullenmiş, fukahanın belirttiği şu kaide zimninde bu meseleye yer
vermiştir Bir şeyi vukuundan önce def, vukuundan sonraki kaldırmadan daha
kolaydır. Ve bunun gerekçesini de zikretmiştir.
İbni Kemal ise
diğer fıkıh kitaplarına uyarak mutlak bir şekilde bu şahitliği reddetmiş, yani
teskiyeden sonra olsun. önce olsun kabul edilmez demiştir. Bu konuda deliller de
serdedmiştir. Vanî'nin ve Azmizade'nin sözlerinden anlaşılan da bu görüşü
benimsemeleridir. Kuhistanî de aynı görüşü paylaşmış ve: «Hakim bu tür şahitliğe
iltifat etmez. Ne var ki şahitler hakkında açık ve gizli olarak bir soruşturma
yapar. Eğer şahitler teskiye edilirse kabul eder.» diyerek bu ifadeyi Mudmarat
isimli esere izafe etmiştir.
İmam Bercendi ise,
«Meselenin bu şekilde olması sahibeynin görüşüne göredir. İmamın görüşüne göre
değildir.» diye sözlerini tamamlamıştır. Mesela davacının getirdiği şahitler
aleyhine mücerret bir şekilde cerh isnad edilse ve bu konuda şahitler getirilse,
fasık oldukları, fuhuş irtikab ettikleri, faiz yedikleri, şarap içtikleri veya
yalan yere şahitlik yaptıklarına dair ikrarları bulunduğu konusunda veya bu
konuda «Şahitler kiralık şahitlerdir.» deseler veya «Davacı bu iddiasında
haksızdır.» veya «Şahitlerin davalı aleyhinde bu hadisede şahitlikleri kabul
edilmez.» deseler, daha önce şahitler tezkiye edilmiş ise, bu şahitlik kabul
edilmez. Ama tezkiyelerinden önce olacak olursa kabul edilir. Musannıfta bu
görüşü benimsemiştir. Ama şahitlik mücerret cerhe değil iç içe bir kaç hususu
ihtiva eden mürekkep cerhe olacak olursa, o taktirde şahitlikleri kabul edilir.
Mesela şahitler,
davacının şahitlerin fasık olduğuna dair ikrarı olduğunu söylerler veya yine
davacının şahitleri hakkında yalancı şahitlik yaptığını ikrar ettiğini söylerler
veya şahitleri bu konuda kiraladığını söylediğini iddia ederler veya şahitlerin
bizatihi hakkın sabit olduğu, gerçekleştiği mecliste bulunmadıklarına dair
ikrarları bulunduğu konusunda şahitlik ederler veya şahitlerin köle olduklarını,
kaziften dolayı kendilerine had vurulduğunu veya davacının oğlu olduğunu veya
babası olduğunu söylerlerse, bu taktirde şahitlikleri kabul edilir, reddedilmez.
Veya şahitler, kazif olduğunu, hakkında kazif edilen kişinin de dava açtığını
söylerlerse, yine şahitlikleri reddedilmez, kabul edilir.
Veya şahitler zina
ettiler diyerek zinanın şeklini belirirler veya benden şu kadar şey çaldılar
derse ve çalınan malın vasfını ve miktarını belirtip şarap içtiler der, bunun
üzerinden de bir süre geçmemiş ise veya amden adam öldürdüler dese veya şahitler
davacının ortaklarıdır deseler, dava konusu da mal olsa veya aleyhinde dava
açılan kişi davalının getirdiği şahitleri kiraladığını ve onlara ücret olarakta
ona ait davacının nezdinde emanet olarak bırakılan maldan verdiğini iddia etse
ve şahitlerde bunu destekleseler, burada şahitlere yöneltilen cerh ve onları
suçlama geçerlidir. Ama bana ait maldan verdi demiyecek olursa, getirdiği
beyyine kabul edilmez. Çünkü konu başkasına ait bir dava ile ilgili konu olur ve
bu konuda kendisinin velayet hakkı bulunmadığından getireceğî beyyine
dinlenmez.
Veya davalı, «Ben
şahitlerle kendi aramda sulh oldum, onlara bir miktar mal ödedim, rüşvet olarak
verdim, aleyhimde yalancı şahitliği yapmamalarını istedim, halbuki onlar şimdi
yalancı şahitliği yapmışlardır. Verdiğim paramı geri istiyorum.» şeklinde
şahitleri tercih edecek, onları suçlayacak olursa, bu yukarda saydığımız bütün
meselelerde Allahın hakkı veya kul hakkı olması itibariyle şahitlikler kabul
edilir. Yani müddainin getirmiş olduğu şahitlere karşı yapılan suçlamada
muteberdir. Zira bunun kabul edilmesiyle şariin hakkıyla kul hakkı ihya edilmiş,
tehlikeden kurtarılmış olur.
İZAH
«Tavla oynayan
kişinin şahitliği de kabul edilmez ilh...» Eğer hakim şahidin tavla oynadığını
bilir veya buna dair kuvvetli delil varsa onun şahitliğini reddeder.
Fetih.
Yine Fetih isimli
eserde, «Hesaba ve zihni bir çalışmaya dayanmayan ve insan için yarar sağlamayan
oyunlar da aynıdır. Çünkü bunları şeytanın insanı meşgul etmek için ortaya
çıkardığı, gaflete düşmüş insanların da kendilerine bunu iş edindikleri
aşikardır. Bu ise yasaktır. isterse bunun karşılığı bir kumar olsun veya
olmasın.» denmektedir.
Ben derim ki:
Memleketimizde sini oyunu veya yüzük oyunu do buna benzemektedir. Hatta bir
kimse oynamasa, bundan sakınsa, fakat oyun meclislerinde bulunsa, durum
değişmemektedir. Bunun delili ise, şarkı söylemeyen fakat şarkı türkü
meclislerinde bulunup onları dinleyen kişinin durumu ne ise, bunların durumunun
da aynı olması gerekir. Bazı kişilerin bu konuda gösterdikleri müsamaha yerinde
olmasa gerektir.
«Satranç oyunu ise,
şüphe olması dolayısıyla bunun hilafınadır ilh...» Satranç oyununun caiz olup
olmadığı konusunda İmam Malik'in ve İmam Şafii'nin mubah olduğuna dair görüşleri
vardır. Bu görüş aynı zamanda Hanefi mezhebinde Ebu Yusuf'tan da rivayet
edilmektedir İbni Şıhne de bu rivayeti tercih etmektedir.
Ben derim ki: Bu
rivayet Müçteba'da zikredilmesine rağmen meşhur kitaplarda zikredilmemektedir.
Meşhur olan rivayet mubah olduğuna dair değil, mubah olmadığına dairdir. İbni
Şıhne'nin bu konudaki tercihi yersizdir. Çünkü kendisi bir görüşü diğer bir
görüşe tercih edebilecek derecede değildir. Sayıhani.
Hatta bu konuda
Abdulgani cin-Nablusi'nin manzumeyi muhibbiye üzerine yazmış olduğu şerhe
bakacak olursanız, bu konuda bütün rivayetler orada
serdedilmektedir.
«Altı şarttan bir
şart yeterlidir ilh...» Yani satranç oyununun haram olması için altı şarttan
birisinin bulunması halinde diğer mezhep imamlarının görüşlerine göre de bu oyun
yasaktır. Netice olarak beş husustan birinin bulunması halinde satranç oynayan
kişinin bu oyunla adaleti sakıt olmaktadır. Bu beş şeyden birincisi kumar,
ikincisi, o oyun sebebiyle namazı fevletmesi, terketmesi, üçüncüsü oyun
esnasında çok yemin etmesi, dördüncüsü, bunu aleni olarak yol kenarında
oynamasıdır. Beşincisi ise, Fethü'l-Kadir'de beyan edildiği gibi, bu oyunu
oynarken hoş olmayan ifadeleri zikretmesidir. Nitekim Vehbaniye şerhinde
nakledildiği gibi, bu hususlardan biri oyuna eklenecek olur veya oyunda
bulunacak olursa, adaleti iskat için yeterli sayılmaktadır.
Bahır.
«Yol üzerinde
oynaması halinde ilh...» Bu konuda Fetih'te şöyle denmektedir: «Bu oyunu yol
ortasında aleni olarak, herkesin gelip geçtiği bir yerde oynaması halinde,
şehadeti reddedilir denmesinin gerekçesi, kişiliğini zedeleyici bir işle meşgul
olması veya o oyunu devamlı olarak oynarsa ih...» Bu da altı şarttan
altıncısıdır. Yani satranç oyununu devamlı olarak oynayan kişi kişiliğini
zedelemiş ve böylece adaleti sakıt olmuş kabul edilir.
«Meşhur olmakla
kayıtladılar ilh...» Yani «Riba ve faiz yiyen kişinin şahitliği de kabul
edilmez.» ifadesine ek olarak bu kaydı da getirmek gerekir: «Gizli ve aleni.»
Gizli olarak faiz yiyen kişinin durumu bilinmeyecek olursa, bunun şahitliği
kabul edilir. Ama faiz ve riba yediği aleni olarak bilinecek olursa, o zaman
adaleti sakıt olduğundan şahitliği kabul edilmez. Bu mesele yukardaki içki
meselesine benzemektedir. Gizli olarak içtiği için durumu bilinmeyen kişinin
şahitliği zedelenmez. Ama aleni olarak içtiğini itiraf eden veya herkesin
huzurunda içen ve bununla halk arasında şöhret bulmuş bir kişinin şahitliği
rıasıi reddediliyor ise, faiz yiyen kişinin bunu gizli olarak yapması halinde
adaleti sakıt olmamakta, çünkü bu töhmetten öte
gitmemektedir.
Ama aleni olarak
bunu yiyecek ve yapacak olursa, adaleti sakıt olduğundan şahitliği
reddedilir.
«Hepsinde de durum
aynıdır, yani ilh...» Yalnız faizle veya diğer yasak olanlarla ilgili olmayıp bu
mesele müslümanı fasık yapacak herhangi bir davranışta bulunması halinde durum
aynıdır. Bunun özellikle faize hasredilmesi doğru değildir.
Sayıhani.
«Bu ifade Bahır'da
zikredilmiştir ilh...» Aslında ibare Kemal İbni Hümama aittir. O şöyle demiştir:
«Netice olarak fısk dediğimiz İslamda yasak olan herhangi bir şeyin irtikab
edilmesi, hattızatında şeran kişinin şahitliğine manî bir durumdur. Ancak hakim
bu durumu bilmediği taktirde, bunun üzerine hiçbir hüküm tereddüp etmez. Hakim
onun bu suçu işlediğine, fıskını gerektiren herhangi bir davranışa muttali
olacak olursa, o zaman İslamda yasak olanın herhangi birisinin irtikab
edilmesinde durum farksız olsa gerektir.» Hatta bu ifadeden önce, «Yetimin
malını yeme konusunda hiçbir kayda rastlanmamaktadır. Bazıları bunun bir defa
olmasıyla iktifa edilir denmiş. Halbuki bunun bir defa vuku bulması halinde
hakim nezdinde bilinip bilinmemesinde şüphe vardır. Hakimin şahitliği
reddedebilmesî için hakim nezdinde bu sucun irtikab edildiğini hakimin
kesinlikle bilmesi şarttır. Eğer yetimin malına bir defa tecavüz etmesi halinde
mahkemeye intikal etmiş, mesele de mahkeme nezdinde tebevvün etmiş olacak
olursa. büyük bir günahı irtikab ettiğinden dolayı, adaleti sakıt olmuş,
dolayısıyla şehadeti reddedilir.» denilmiştir.
«Yol üzerinde yemek
yiyen kişinin de şahitliği kabul edilmez ilh...» insanların gelip geçeceği ve
onların gördüğü yerde elindeki yiyecekleri yiyerek geçen kişinin şahitliği de
kabul edilmez denmiştir. Bahır.
Daha sonra bu
konuda söylenmesi gereken hususlara dikkat çekilmiştir. Küçük günahların kişinin
adaletine mani olması dolayısıyla şahitliğinin dinlenmemesi konusunda devamlılık
şartını getirmişlerdir. Kişinin kişiliğini zedeleyen herhangi bir hususta da
durumun aynı olması gerekir ve yolda yemek yeme ve benzeri meselelerin de
devamlı olarak yapılması ve bunda ısrar edilmesi, bunun adet haline getirilmesi
halinde durumun aynı olması gerekir. Hattızatında fıskını gerektirmeyen, ama
kişiliğini zedeleyecek herhangi bir davranışta bulunan insanın bu davranışları
bazan şahitliğinin dinlenmesine mani olmaktadır. Bu gibi kişiliği zedeleyici
herhangi bir davranışta bulunan kişiye direkt olarak fasık denmediği gibi, adil
kişi de denmez. Çünkü adil olan kişi tarif edilirken üç şeyden sakınan kişi diye
tarif edilmiş, fasık olan kişi ise büyük günahı işleyen ve küçük günahları
işlemede ısrar eden kişi denmiştir: Bu konuya bu şekilde işaret edene de
rastlamadım.
Attabiye isimli
eserde ise sokaklarda. gelişi güzel bağırma adeti olan kişilerin şahitliği de
kabul edilmez ifadesine yer verilmiştir. Bahır. Nihayede de «Yol üzerinde su
içen veyahutta meyve yiyen kişinin bu hareketiyle adaleti zedelenmemekte, çünkü
insanlar bunu ayıp saymamaktadırlar.» denmektedir. Menih.
«Lehlerinde vasiyet
edilen kişiler ilh...» Metindeki bu ifade üzerine şu aşağıdaki husus itiraz
mahiyetinde getirilmiştir. Ölmüş olan kişinin iki vasisi bulunsa, hakim bunların
bulunması halinde ölmüş kişi için bir başka vasi tayin etmeye gerek duymaz. Bu
itiraza şu şekilde cevap verilmiştir: Evet hakim belki gerek duymayabilir ama
bazan da yeni bir vasi tayin etmeye gerek duyabilir. Çünkü bu iki vasi işleri
yürütemediklerinden ve tedbiri doğru dürüst yapamadıklarından ve aciz
kaldıklarından dolayı işler aksamış, hakim de bunu bilecek olursa, işlerin
yürütülmesi için yeni bir vasi tayin etmeye yetkilidir. Tayin ettiği takdirde
vasinin tasarrufları geçerlidir.
«Üçüncüsü içinde
durum aynıdır ilh...» Yani üçüncü bir kişinin vasi tayin edildiğine dair
şahitlik yapılır ve bu vasinin de ölen kişi tarafından vasi tayin edildiği
belirtilecek olursa, caizdir. Ancak bu mesele yalnız son meseleyle ilgili
olmayıp yukarda geçen dört meseleyle ilgili olsa gerektir. Bahır isimli eserde
ölmüş olan kişinin bütün meselelerde bilinen bir kişi olması şartı
getirilmiştir. Ancak yem ölmüş olduğunun bilinmesi
gereklidir.
Borçlular
meselesinde durum istisna edilebilir. Çünkü onlar kendilerinin zimmetinde olan
borcun sabit olduğunu ve bu konuda vasi olan kişinin almaya yetkili olduğunu
kabullenmektedirler ve bu da ikrarlarıyla sabit olmuştur. Dolayısıyla ortada
töhmet söz konusu değildir. Onların bu ikrarıyla onlar hakkında yine o kimsenin
ölmüş olduğu sabit olmuş kabul edilir.
Diğer bir rivayete
göre sabit oluş şu demektir: Hakimin o borçlulara borcu vasiye ödemeleri
emretmeleri iledir ki, bu da borçtan beraetleri demek değildir. Çünkü musaleh
dediğimiz veya vasi olan kişinin onlardan borcu alması, üzerlerinde sabit olan
bir şeyin alınması ile ilgilidir. Ama beri olmaları, kurtulmaları ise onların
lehinde sabit olacak bir haktır. Onların ikrarı ile kişinin ölmüş olduğu sabit
olmaz. Kafi.
«Hakim bir kimseyi
vasiyeti kabule zorlayamaz ilh...» Bu da hakim tarafından vasi tayin edilecek
kişinin vasi olmaya zorlanamayacağına işaret etmektedir. Bu da Bahır'da olan
ifadeye ters düşmektedir.
«Nitekim şahitliğin
kabul edilmediği gibi ilh...» Yani babalarının gaip olduğunu ve falan kimsedeki
alacağına dair falan kimseyi vekil tayin ettiğine şehadet etseler, bu şahitlik
kabul edilmez. Yani borçlu olan kişinin bu vekaleti inkar etmesi halinde kabul
edilmez. Ama vekil olduğunu kabul edecek olursa, şahitlerin bu vekalet hakkında
şahitlikleri kabul edilir. Çünkü kendi ikrarına dayanarak, şehadet ve şahitlik
olmasa dahi zimmetindeki borcu ödemeye mecbur edilir.
Buradaki şahitliğin
getirilmesi meselesi ise borçlu olan kişinin vekile vermesi halinde zimmetinin
beri olup olmayacağı ile ilgilidir. Tekrar alacaklı ortaya çıkar. «Ben böyle bir
vekil tayin etmedim.» diyecek olursa, o zaman çocukların şahitlikleri, babaları
aleyhine şahitlik olduğundan kabul edilir. Bu meseleyle şu mesele arasında bir
fark olsa gerektir. Mesela, bir kimse belirli bir evin kabzedilmesi ve onunla
ilgili bir davanın yürütülmesine dair birini vekil tayin etse ve vekil de bunu
müvekkili adına kabzetse ve müvekkilin iki oğlu bu konuda şahitlik yapsalar
şahitlikleri kabul edilmez. Hatta bu konuda borçlu olan, evi teslim etmesi
gereken kişi, vekaletin bulunduğuna dair ikrarda da bulunsa, yine kabul edilmez.
Çünkü bu ikrarına binaen evi ekile teslim etmeye mecbur değildir. Bunda muhakkak
ki bir şahitliğe gerek vardır. Bu durumda çocukları şahitlik yapacak olursa,
babaları lehindeşahitlik yapmış olacaklarından şahitlikleri kabul edilmez.
Bahır.
«Gaip olan babaları
ilh...» Bu mesele gaip olan kişinin çocuklarının şahitliğinin, aleyhte olması
halinde, kabul edilebileceğine işarettir. Ama vekilin çocuklarının şahitlikleri,
mutlak bir şekilde kabul edilmez. Bu ifade de ona işaret edilmek için
zikredilmiştir. Yanı vekalet konusunda müvekkile şahitliği lehte kabul edilmeyen
kişilerin şahitliklerinin kabul edilmeyeceği demektir.
Bezzaziye.
«Gaip olan baba
ilh...» Bu ifade ile kayıtlanmış bulunmaktadır. Çünkü baba hazır olacak olursa,
çocukların şahitlik yapmak için ortada bir davanın olması mümkün değildir. Çünkü
vekaletle ilgili dava ukudu caiz edendir. Baba mevcut olduğu müddetçe böyle bir
davaya çocuklar yetkili olmasa gerektir.
Ancak çocukların
şahitliğine babanın gaip olması ve vekilin de bunu inkar etmesi durumunda
ihtiyaç olabilir. Bu durumda ortada bir davanın açılması halinde borcu kabzetmek
için gaip babanın falan kişiyi vekil tayin ettiğine dair o babanın çocuklarının
şahitliği baba lehinde olmayıp aleyhinde olacağı için kabul edilir
denmiştir.
Ancak bu meselenin
tasviri şu şekilde mümkün olmaktadır: Kendisine emanet bırakılan bir kişi,
emanet sahibinin vekiline emaneti verdiğini iddia etse, vekil de bunu inkar
edecek olursa, müvekkilin iki oğlunun bu konuda şahitlik etmeleri ve babalarına
ait alacaklarını kabzettiğine dair şahitlik yapmaları halinde, bu şahitlik kabul
edilir. Meseleyi biz bu şekilde tasvir ettik. Çünkü vekil. vekalet yoluyla
üstlenmiş olduğu herhangi bir konuyu yapmaya zorlanamaz, mecbur edilemez. Ancak
emanet olarak bırakılan malı kabzetmesinden sonra sahibine iade etme konusunda
zorlanabilir. Benzeri meseleler de vardır. Nitekim emanet bahsinde gelecektir.
Bahır.
Ancak bu konuda da
bazı tartışmalar yapılmıştır. Biz bunları Bahır üzerine yazmış olduğumuz
haşiyede beyan etmeye çalıştık.
«Gaip kişi hakkında
vasi ilh...» Hakim gaip olan bir kişi hakkında vasi tayin etmeye yetkili
değildir. Çünkü bunda bir zaruret yoktur. Gaip olan kişinin bir gün gelme ümidi
vardır. Bahır isimli eserde gaip olan kişiyi zikrettikten sonra merkud dediğimiz
kaybolan kişinin hakkında herhangi bir malumat bulunmaz ve aradan da yıllar
geçecek olursa bu merkud dediğimiz kişi hakkında hakimin bir vasi tayin etmeye
yetkisi olduğu istisnai hükümler arasında beyan
edilmiştir.
«Hakimin vasiyi
azletmesinden sonra ilh...» Ölmüş bir insanın vasisi olan kişi hakim tarafından
azledilecek olur ve başkası onun yerine ikame edilir veya varisleri baliğ olacak
olurlarsa, bu vasinin ölmüş kişinin malı ile ilgili veya husumetleriyle ilgili
konularda şahitliği kabul edilmez. Onun için burada, azledilmeden önce olması
halinde, mimbabı evla şahitliği kabul edilmemesi gerekir. Bu sebeple musannıfın,
Velev ki Kadı'nın azledilmesinden sonra da olsa.» demesi daha uygun olurdu.
Meselenin siyakı da bun.u göstermektedir. Şöyle ki hakim vasi olan kişiyi
azledecek olursa vasi azledilmiş olur. Bezzaziye. Çünkü hakim bunu belki bir
kusurdan veyahut bir hatadan dolayı azletmiş olabilir.
«Vekil, müvekkil
tarafından azledilmesinden sonra şahitlik edecek olursa ilh...» Meselenin aslı
Bezzaziye'de zikredilmiş ve orada şöyle denmiştir: «Bir kimseyi alacağı olan bin
lirayı falandan kabzetmek üzere ve o konuda gerekli husumeti yürütmek üzere
vekil tayin etse ve hakimin dışında bu meselede davacı olarak vekil ortaya
çıksa, mahkeme nezdinde husumete girmeden önce vekil azledilse, bunun akabinde
vekil olan kişi müvekkili lehinde böyle bir malın ona ait falan kişinin
zimmetinde olduğuna dair şahitlik yapsa. kabul edilir. İkinci imam Ebu Yusuf
ise. «Caiz değildir, kabul edilmez.» demiştir. Buna da gerekçe olarak, vekil
olan kişi artık müvekkilin makamına kaim olmuştur. Bir bakıma kendi lehinde ve
kendi işine dair şahitlik yapmaktadır, bu ise kabul edilmez.» Burada eğer davaya
girişirse meselesi, yetkili olduğu konuda yani vekalet aldığı konuda davaya
başlayacak olursa demektir. Eğer başka bir konuda davayı yürütecek olursa, bu
meselede şarihin ilerde beyan edeceği Bibi tafsilat
vardır.
İbni Abidinin almış
olduğu notlardan birinde, buna feri mesela olarak şu mesele de nakledilmektedir:
Müşterinin malı falana sattığına dair bir iddiası olsa. o falan da bunu inkar
etse, ona satan da bu konuda müşteri lehinde şahitlik yapsa, kabul edilmez.
Muhit.
Yani satıcı
başkasına satmış olduğu o malda şahitlik yapacak olursa. şehadeti kabul edilmez.
Müşterinin durumu da böyledir. Fetavayı Gadıhan veya Fetavayı
Hindiye.
«Vasi gibidir
ilh...» Yukarda belirtildiği gibi Ebu Yusuf ve diğer imamlar Ebu Hanife, İmam
Muhammed'e göre vasi olarak tayin edilen kişinin azledilmesinden sonra vasiyetle
ilgili o konuda şahitliği kabul edilmez. Bu azledilmeden sonra olsun önce olsun
durum aynıdır. Vekilde ise durumun farklı olduğu yukarda beyan edilmiş idi. İmam
Muhammed ile Ebu Hanife'ye göre vekil olan kişi azledilmesinden sonra vekaletine
dair olan o konuda müvekkili lehinde şahitliğinin kabul edilmesi gerektiğim ve
kabul edilebileceğini söylemişler, Ebu Yusuf ise, vekili vasi gibi kabul ederek
azledilmesinden sonra olsa dahi, yine onun şahitliğinin kabul edilmeyeceğini
söylemiştir.
Bu da şuna binaen
olsa gerektir. Vekilin daha önceden vekaleti kabur etmesiyle o konuda hasım
olmuş olur. Her ne kadar mahkemede hasım olarak meclise gelmese veyahutta davayı
yürütmek içi.n mahkeme huzuruna çıkmasa da. Bunun içinde vekil olan kişinin
müvekkili aleyhinde mahkeme meclisinin dışında bir konuda ikrarda bulunsa, Ebu
Yusuf'a göre müvekkili aleyhinde o ikrarı geçerli kabul edilir. İmam Muhammed'le
Ebu Hanife'ye göre ise vekaleti kabul etmekle vekil olan kişi hasım olmamıştır.
Dolayısıyla onun ikrarı müvekkili aleyhinde kabul edilmez ve geçerli sayılmaz.
Zahire.
«Bu iki noktada
ittifak etmişlerdir ilh...» Yani Zeylaî'nin kasamet bahsinden Tatarhaniye'nin
yirmi altıncı faslında geniş olarak zikredilen •meseleler arasında ifade edilen
şu husus yer almaktadır: Bir kimse herhangi bir hadisede hasım olacak olursa o
davada onun şahitliği kabul edilmez. Ama bir kimse hasım olmak üzere olduğu bir
davada henüz hasım olmadığı taktirde şahitliği kabul edilir. Bu iki kaidede
imamlar ittifak halindedir. Ancak Ebu Yusuf vekili yukardaki meselede vasi gibi
kabul etmiş, azledilmesinden önceki durumuyla azledilmesinden sonraki durumu
eşit saymıştır. Vasinin şahitliğinin kabul edilmediği gibi vekilinki de kabul
edilmez demiştir. Her ne kadar husumet yapmak üzere mahkeme huzuruna çıkmasa da,
husumete yakın bir durumda olmasına rağmen bu noktada kabul edilmeyeceğini
söylemiştir.
«Meselenin tamamı
Bezzaziye'dedir ilh...» Bezzaziye'de bu konuda şu ifadelere yer verilmiştir; «Bu
da şunun hilafınadır.» diyerek sözlerine şöyle devam etmiştir: «Mesela mahkemede
olmamak üzere, mahkeme dışında bir konu yürütmeye bir kişi vekil tayın etse ve
bu konuda borçlu olan kişiden bin lirayı almak üzere vekil mahkemenin dışında
bir davada bulunsa ve vekaletin olduğuna dair beyyine getirecek olur, bunun
üzerine de müvekkilî tarafından azledilecek olursa, daha sonra olacağı yüz lira
ile ilgili konuda müvekkil azlettiği vekilini borçlusu olan kişi aleyhinde şahit
gösterse, şahitliği meselesi yukardakinin hilafınadır. Çünkü mahkemenin
kararından sonra vekaletle ilgili husus, müvekkil lehinde kabul edilmez. Çünkü
bu konuda mahkemenin kararının sadır olması ile birlikte vekil olan kişi
müvekkile ait olan haklarda bir bakıma hasım kabul edilmiş ve onun bu konudaki
şahitliği azledilmesinden sonra da olsa hasım hakkında şehadet olacağından kabul
edilmez.
«Birinci mesele ise
bunun hilafınadır. Çünkü hakimin onun vekaletine dair bilgisinin olması, onun
hakkında bir hüküm sayılmamaktadır. Dolayısıyla vekaletinin dışında bir konuda
hasım olmamıştır. Ki bu vekaleti de paraların kabzedilmesiyle ilgili husustur.
Bu durumda müvekkil tarafından azledilen vekilin şehadeti, başka bir hakta
olduğundan kabul edilebilir. Zahire isimli eserde bu ifadeye ek olarak şu
ifadelere de yer verilmiştir: «Ancak vekalet tarihinden sonra meydana gelen yeni
bir malla ilgili şahitlik yapacak olursa, bu durumda şahitliğinin Ebu Yusuf'a
göre kabul edilebileceği söylenmiştir.»
Yine Bezzaziye'de
bu ifadelere yer verildikten sonra şöyle denmiştir; «Bu ifade ise pek doğru
olmamaktadır. Çünkü bu konudaki rivayet. bilhassa vekalet tarihinden sonra
meydana gelen haklarda, bir kimsenin diğer bir kimse aleyhinde açmış olduğu
herhangi bir davada haklarıyla ilgili konuda bir kimseye vekil tayin etmesiyle
ilgilidir. İkinci bir ifadeyle yani bu konu vekalet tarihinden sonra meydana
gelen konuları içine almamaktadır. Ama o kimsenin bütün insanlardaki alacağına
karşılık ve onlardaki olan haklarına karşılık vekil tayin etmesi halinde onun
husumeti yeni olan hadiselere de sirayet etmektedir. İstihsanen bu mesele böyle
kabul edilmiştir. Buna göre yukardaki meselenin genel bir vekalete hamledilmesi
gerekir.»
Daha sonra devamla,
«Netice olarak genel vekalette husumetten sonra vekilin müvekkili lehinde
şahitliği asla kabul edilmez. Bu şahitlik gerek alacaklı olduğu kişiye karşı
olsun veya başkasına olsun, bu alacak vekaleti esnasında mevcut olsun veya
vekalet kendisine verildikten sonra meydana gelsin, durum değişmez. Ancak
azledilmesinden sonra meydana gelecek alacaklarda vekilin eski müvekkili lehinde
şahitliği kabul edilebilir.
«Vekaleti hassa
olması halinde yani özel bir vekalet olması halinde, borçlu olan kişi aleyhinde
ve müvekkili lehinde vekaletten önceki meselelerle ilgili konularda şahitliği
kabul edilmez. Ama vekaletten sonra meydana gelmiş veya azledilmesinden sonra
meydana gelmiş olaylarda müvekkili lehine vekilin şahitliğinin kabul
edilebileceği kaydedilmiştir.»
Bezzaziye'nin «Bu
ifade pek uygun değildir.s> sözü belirli kayıtlara bağlıdır. Zahirede ise bu
kayıtlara yer verilmediği için yukardaki ifade biraz daha acık olarak varit
olmuştur. Bunun için de, «Daha sonra meydana gelen hadiselerde kabul edilir.»
ifadesine yer verilmiştir.
Yine İbni Abidin
merhum Hamişte almış olduğu notlar arasında Camiü'l-Fetava'dan naklen şu ifadeye
de yer vermiştir: «ikinci meselede hakimin vekalete dair karar vermesi ile
vekil, müvekkile dair bütün haklarda onun hasmı olabilecek kişilere karşı o da
hasım olmuş sayılır. Alacağı dinarlarla ilgili şahitliği, hasım olduğu konuda
şahitlik yapmış olacağından kabul edilmemesi gerekir. Birincisinde ise meselenin
hakim tarafından bilinmesi, onun bu konuda vekil olduğuna dair bilgisinin
olması, vekaletle ilgili bir kararın bulunmaması sebebiyle vekil, müvekkilin
hasımlarına karşı hasım durumuna düşmemekte. dolayısıyla yapmış olduğu şahitlik
vekaletinin dışındaki konularda bir şahitlik olmaktadır. Bu durumda da
azledildikten sonra bu şahitliğini ifa etmesi halinde başka bir hak konusunda
şahitlik yapmış olacağından şahitliğinin kabul edilmesi
gerekir.»
«Zimmetteki borçta
henüz ortaklık meydana gelmemiştir ilh...» Çünkü zimmetteki borç kabzedildikten
sonra ortaklık meydana gelir. Ebu Yusuf'un «kabul edilmez» şeklindeki görüşünün
gerekçesi ise, metinde belirtilen iki grubtan birinin alacağına kargılık
terekesinden bir şey kabzetmesi halinde diğer grubunda onda ortak olması
gerekir. Bu durumda her iki tarafta kendi lehinde şahitlik yapmış olacağından
şahitlikleri kabul edilmez, denmiştir.
«Belirli bir malın
dışındaki vasiyet bunun hilafınadır ilh...» Mesele şu şekilde tasvir edilmiştir:
İki şahit, öten bir kimsenin iki kimseye bin lira verilmek üzere vasiyet ettiği
konusunda şahitlik yapsalar ve şahitlerde ölen o insanın kendilerine de bin lira
vasiyet ettiğini iddia etseler, birinci vasiyet edilen o iki kişi bunlara da
böyle bir vasiyet yapıldığına dair şahitlik yapsalar, bu şehadetlerin ikisi de
kabul edilmez. Çünkü lehlerinde vasiyet olması ve bu vasiyetlerin belirli bir
malda da olmaması, onların terekede ortak olmalarını gerektirir. Çünkü tereke
helak olduktan sonra onlar için bir hak kalmayacaktır. Buna göre her iki tarafta
ortak oldukları bir konuda birbirleri lehine ve kendi lehlerine şahitlik yapmış
olmaktadırlar, bunun için de şahitlikleri 'kabul edilmez.
«Belirli bir aynın
dışında» ifadesiyle de şunu bertaraf etmek istemiştir: Ama belirli bir malda
vasiyet olduğu şahitler tarafından belirlenir, kendilerine vasiyet edilen
kişiler şahitler lehinde de böyle bir vasiyetin olduğu bu vasiyetin de şu mal
hakkındadır diye belirtecek olurlarsa, bu durumda her iki şahitlikte kabul
edilir. Çünkü birinciler lehinde yapılan vasiyet belirli bir malda. ikinciler
lehinde yapılan vasiyet diğer bir malda olmakta, aralarında bir ortaklık
bulunmamakta, şahitlikleri de töhmete vesile olmamaktadır.
«Hakkullahla ilgili
konularda ilh...» Velevki bu hak tazirle ilgili bir hak olsun. Bu konuda
Bahır'ın tazir bölümüne bakmakta fayda vardır. Orada özellikle bir kimseye fasık
veya zani diye bir töhmet isnad edecek olursa, durumun 'ne, olduğu geniş bir
şekilde açıklanmaktadır.
«Tezkiyeden sonra
ilh...» Yani bir kimse veya şahit şariin hakkı veya kul hakkıyla ilgili bir
suçla suçlandırılmadıkça, mücerret bir şekilde onun şahitliğinin kabul
edilmeyeceğine dair söylenen sözler ve onu cerhetmeler kabul edilmez. Ama henüz
şahitlikten ve teskiyesinden önce o kimse herhangi bir suçla itham edilecek
olursa, bu suçlama geçerlidir.
Bahır isimli
eserde, «Bu şekilde tafsil ancak hasım iddia ettiği ve böyle olduğuna dair
cehren bir beyyine getirmesi halindedir.» denmekte, «Ama hakime gizli bir haber
verilir ve bu konudaki suçlama, herhangi bir isnattan hali olacak olursa, bu
isnadı yapandan beyyine istenir. Beyyineyi de gizli olarak getirmesi halinde
şahidin şahitliği iptal edilir. Çünkü bir noktada hem adil olduğuna, hem de cerh
edildiğine dair iki zıt görüş meydana gelmiştir. Bu durumda cerh adil olduğu
ifadesi üzerine şarihin cerhi mürekkep ifadesini kullanmaması daha uygun olur
idi, çünkü fazladır ve yersizdir.
«Kaziften dolayı
kendilerine had vurulması ilh...» Çünkü haddin devamı ve tamamından sayılan
hususlardan biri de şahitliklerinin reddedilmesi, kabul edilmemesidir. Bu da
Allahın (şariin) hakkı olan haklardan biridir.
«Şahitlerin içki
içtiklerini söyler ve bu konuda da henüz zaman geçmemiş ise ilh...» Yani henüz
şarap ve içki kokusu onların ağzında belirgin bir vaziyette ise ve bunun
üzerinden de uzun bir süre geçmemiş ise, o zaman şahitlikleri kabul edilir.
.Yani bunların aleyhinde şahitlik yapan kişilerin şahitliği kabul edilir.
Meseleyi «üzerinden bir süre geçmemesi» ile kayıtlamıştır. Çünkü süre geçmiş
olacak olursa, bu konuda hakkın isbatı mümkün olmadığından, kabul edilmez. Çünkü
üzerinden uzun zaman geçmiş bir hadle ilgili şahitlikler reddedilir, kabul
edilmez.
Nitekim yukarda
şarapla ilgili mesele anlatılırken, «Şarabın kokusu henüz ağızlarından gitmemiş
ise.» ifadesini getirdi. Diğer had konularında ise, «üzerinden bir ay geçmemesi»
kaydını da şarih bu konuda eklemiş oldu.
Musannıfın
zikrettiği, «Henüz üzerinden zaman geçmemiş ise» ifadesi, Zeylaî'nin bu konuda
söyledikleriyle ilgilidir. Çünkü İmam Zeylaî, «Onlar zina ederler, şarap içerler
ifadesi, mücerret bir cerhten ibarettir. Ama zina ettiler, hırsızlık yaptılar
ifadesi ise, mücerret bir ithamın dışında bir konudur.»
demektedir.
Makdisî'den
nakledilen bir ifadeye göre ise bu konuda en uygun olan, şahitlerin onlar zina
ederler, fasıktırlar, içki içerler, faiz yerler ifadeleri gelecekle ilgili
olabilir. Bu vasfın kendilerinde kesinlikle bulunduğuna dair bir şahitlik
sayılmamaktadır. Ama zina ettiler veya içki içtiler gibi ifadeler ise bunun
aksinedir. Bu onların mevcut bir vasfını ortaya koymaktır. Bu şekilde açıklamada
yerinde bir açıklamadır. Çünkü ifadeler arasındaki farktan da ilk okla gelen bu
olsa gerektir.
«Şahitler davacının
ortaklandır ilh...» Yanı eğer dava konusu da onların ortak oldukları konuyla
ilgili ve şahitlerinde o konuda şahitlik yaptıkları iddia edilecek olursa durum
böyledir demektir. Menih.
Bundan maksat da
şahidin ortak olması, mufaveze yoluyla ortak olması demektir. Çünkü mufavız
ortaklardan herhangi birinin diğeri lehinde yapmış olduğu şahitlik, kendi
lehinde yapmış olduğu şahitlik kabul edileceğinden şahitliği kabul
edilmez.
Ama dava konusu
olan ortak olduğunu söylemeleri halinde durum farklıdır. Çünkü davacının böyle
bir ikrarda bulunduğunu,söylemeleri o dava konusu olan malın şahitlere ait
olduğu konusunda bir ikrarı da ihtiva etmektedir. Fetih.
Benzeri bir ifade
Kuhistani'de de mevcuttur. Bahır'daki ifadeye göre, şirketin akit yoluyla
meydana gelmiş bir şirkete hamledilmesi, bunu genel olarak alması demekti. Bu
genelin içerisine inan şirketi de dahil olmaktadır. Fakat inan şirketinde
şahitlerin şahitlikleri her zaman kendileri menfaatine olan bir konu olmasa
gerektir. Onun için Bahır'daki bu ifadenin bir kalem hatası olduğu söylenebilir.
Bizim anlatmaya çalıştıklarımıza göre şarihin dava konusunda «maldır» sözünden
maksat, ortaklık sahih olan bir mal olsa gerektir. Çünkü akar ve kişinin
yiyeceği ve giyeceğinde şirketin sahih olmayacağı hasebiyle bunun dışında
kalmasını gerektirir.
«Ben onlarla sulh
olmuştum ilh...» Yani şahitler davacının «Ben onlarla sulh olmuştum, onlara
rüşvet vermiştim, benim aleyhimde şahitlik yapmayacaklardı.» şeklindeki
ifadesine şahitlik edecek olurlarsa demektir.