08 Ekim 2012

ŞAHADET KİTABİ DÖRDÜNCÜ BÖLÜM


METİN
Adil bir kimse mahkemede şahitlikte bulunur henüz mahkemeden ayrılmadan ve bu meclisin de uzamaması şartı ile lehinde şahitlik yaptığı kişinin de onu yalanlamaması halinde, aynı mecliste, hata ettim bazı konularda yanlış ifade verdim der, sözlerinde bir tenakuz yoksa, şahitliği eğer adil ise, bütün söylediği ilk konularda kabul edilir. Hatta bunları mahkemenin karar vermesinden sonra da söylese, fetva verilen görüşe göre, durum aynıdır. Haniye ve Bahır.
Ancak bu ifadelerin biraz sonra gelecek ifadelere ters düştüğüne dikkat edilmelidir. Şerhte bu konuya özellikle temas edilecektir.
Derim ki: Ancak Mülteka'nın ifadesi, «Ben bu konuda vehmettim demesi halinde, mahkeme ancak vehmettiği ve hata ettiği konuların dışında kalanlarla hükmedebilir. Rücu ettiği konularda mahkemenin karar vermemesi gerekir. Bu da Serahsi ve diğer bazı fakihlerin görüşleridir. Ekmel'in, Sadi'nin tercihleri de bu ifadeye göredir. Buna özellikle dikkat etmek gerekir. Hatta şahit hakimin meclisinden ayrıldıktan sonra bu ifadede bulunacak olursa kabul edilmez. Zahirur rivaye de bunu gerektirir. Bu da ihtiyaten olsa gerektir. Hatta hata bazı hududlarla ilgili veya neseple ilgili konularda olacak olursa, durum yine böyledir.» şeklindedir. Hidaye.
Bir kimsenin almış olduğu yaradan öldüğüne dair getirilen beyyine, o yaradan iyi olduktan sonra öldü şeklinde getirilen beyyineden daha evladır. Birinci beyyinenin buna tercih edilmesi gerekir. Öldürülen kişinin yakınları ve velileri bir beyyine getirerek Zeyd isimli kişinin ö!en kişiyi yaraladığı ve onu öldürdüğünü söylerler, Zeyd de ayrıca bir beyyine getirir. öldürülen kişinin «Beni Zeyd yaralamadı, beni o öldürmedi.» dediğine dair bir beyyine getirecek olursa, Zeyd'in getirmiş olduğu bu beyyine, öldürülen kişinin velilerinin getirdiği beyyineye tercih edilir. Mecmaü'l-Fetava.
Baliğ olmuş bir yetimin belirli bir mal hakkında getirmiş olduğu beyyine, müşterinin vasiden satın aldığına dair ve satın aldığı gün bedelin kıymetiyle eş olduğuna dair getireceği beyyineden daha evladır. Çünkü bu beyyine bir fazlalık ispat etmektedir. İspat eden beyyine tercihe şayandır. Ayrıca fasit olduğunu ortaya koyan bir beyyine, sahih olduğunu ortaya koyan beyyineden daha tercihe şayandır. Dürer.
Bu da Vehbaniye'de olan görüşün hilafınadır. Ama ortada bir beyyine olmayacak olursa, mücerret iddia konusunda söz hakkı sahih olduğunu iddia edenindir. Münye.
Husumet, hulu, köleyi azad etme veya onu müdebber kılma gibi konularda mutasarrıf olan kişinin akli dengesinin yerinde olduğuna dair getirmiş olduğu bir beyyine, verese tarafından bu tasarrufları yaptığı zamanlarda akli dengesinin bozuk veya deli olduğuna dair getirecekleri beyyineden evladır.
Şahitler, «Bilmiyoruz hastalık halinde miydi, sıhhat halinde miydi» diyecek olurlarsa, hastalık haline hamledilir. Eğer varis, «Efendim sözlerinde bir karışıklık vardı.» diyecek olursa, bu ifadesinde tasdik edilir. Karşı tarafın akli dengesinin tam yerinde olduğuna, böyle bir durumun olmadığına dair şahit getirmesi halinde, bu söze gerek kalmaz. Bezzaziye.
Bir kimsenin ikrara zorlandığına dair beyyine getirmesi halinde, karşı tarafın, «Hayır, iradesiyle ikrarda bulundu.» şeklindeki beyyineden daha evladır. Birinci beyyine tercih edilir. Eğer iki beyyinenin de tarihleri belirtilir ve tarihleri bir olacak olursa. Ama tarihler değişik olacak olur veya hiçbir tarih vermeyecek olurlarsa iradesiyle ikrar ettiğine dair getirilen beyyinenin diğerine takdim edilmesi daha uygundur. Mültekat ve diğer bazı fıkıh kitapları. Musannıf bu görüşü benimsemiş, oğlu da babasına katılmış, Azmizade de bu görüşü desteklemiştir.
FER'İ MESELELER: Bir aktin fasit olduğuna dair getirilen beyyine, sahih olduğuna dair getirilen beyyineden daha kuvvetlidir. Dolayısıyla fasit olduğuna dair getirilen beyyine tercihe şayandır. Vehbaniye şerhi.
Eşbah'ta şu ifadeler yer almaktadır: «Alışveriş yapanlar aktin sahih ve batıl olduğu konusunda ihtilaf etseler, söz hakkı batıl olduğunu iddia edenindir. Ama sahih ve fasit olduğunda ihtilaf edecek olurlarsa, söz hakkı sahih olduğunu, iddia edenindir. Kale meselesi bundan müstesnadır.»
Mültekat isimli eserde ise, satış mıdır, rehin midir konusunda ihtilaf etseler, satış olduğuna dair getirilen beyyine daha evladır ve söz hakkı da satış olduğunu iddia edenindir. Yine bey'in kesin bir bey olup olmadığı veya beyi bilvefa olduğu konusunda ihtilaf etseler, istihsanen vefa yoluyla yapılan satış ifadesiyle beyyinesi tercih edilir.» denilmiştir.
Eksik olan şehadeti başkaları tamamlayacak olursa, bu şahitlik kabul edilir. Mesela iki şahit evin falana ait olduğuna şahitlik yapsalar, fakat bu evin falan hasmın elinde olduğuna dair bir şey söylemeseler, diğer iki şahitte bu konuda şahitlik yapacak olurlarsa, ikinci şahitlerin şehadetleri birinci şahitlerin şahitliğini tamamlamış olacağından kabul edilir. Veya hududları belirlenmiş bir mülk konusunda şahitlik yaparlar, diğer iki şahid de hududlarını belirleyerek şahitlik yapacak olurlarsa, bu şahitlikle bir önceki şahitlik tamamlanmış olur.
Diğer bir örnek: Şahitler isim ve nesebine dair şahitlikte bulunurlar fakat kişiyi bizatihi tarif edemezlerse, diğer iki şahid de onun şu isimde olan kişi olduğunu ve bunun ta kendisi olduğuna şahitlik edecek olurlarsa bu şahitlikle bir önceki şahitlik tamamlanmış olur. Dürer.
Bir kimse şahitlik yapsa, diğerleri de bizler onun şahitliği gibi şahitlik yaparız sözleriyle iktifa edecek olurlarsa, bu şahitlik kabul edilmez. Takı eğer şahit kendi şehadetiyle ilgili konuyu bir bir zikreder ve şahitlik yaptığını söylerse, kabul edilir. Fetva da bu kavle göredir.
Mütevatir bir şekilde olan olumsuzluk hakkındaki şahitlik makbuldür. Şahitlik bir konuda hükümsüz olduğu taktirde tümünde hükümsüz kabul edilir. Bunun bir istisnası vardır. Müslümanla hıristiyan arasındaki bir köle konusunda iki hıristiyan şahitlik yapsalar ve o kölenin azad edildiğini ileri sürseler, kabul edilir. Ancak bu kabul edilme hıristiyan hakkındadır. Müslüman hakkında kabul edilmez. Eşbah.
Ben derim ki: Eşbah isimli eserin haşiyesinde bu meseleye beş mesele daha eklenmiş, bu meseleler Bezzaziye'ye nisbet edilmiştir.
İZAH
«Adil bir kişi şahitlik yapsa ve henüz hüküm meclisinden ayrılmadan ilh...» Meclisinden ayrılacak olursa, onun şahitliğiyle ilgili düzeltmeleri kabul edilmez. Çünkü dünyevi bir sebeple hasmın onu aldatmış olabileceği ihtimali vardır. Bahır.
«Hata ettim derse ilh...» Bahır'da bu konuda, «Vehmettim, hata ettim, unuttum söylemem gerekeni hatırlayamadım şeklinde olur veya doğru olmayan bir fazlalıkla olacak olursa.» denmektedir. Hidaye'de de aynı ifadeler yer almıştır.
«Şahitliği kabul edilir ilh...» Menih isimli eserde, «Hidaye'nin de benimsediği görüş budur.» denmektedir. İkinci bir görüşe göre eğer şahitliğini tashih etmesi önceki miktarı düşürür vaziyette ise, geri kalan miktar ile mahkeme karar verir. Eğer bir öncekine eklenecek olursa, müddai dediğimiz kişi de bu ziyadeliği iddia edecek olursa, mahkeme bunu nazarı itibare alır ve hükmünü buna göre verir. Çünkü henüz hüküm verilmeden önce yapılmış olan eklemeler şahitliğin ifasından sonra yerine getirilmesinden sonra da olsa, şahitlik esnasında söylenen sözler mesabesinde kabul edilir. Şemsü'l-Eimme Serahsi de bu görüşe meyletmiş, Kadıhan da bununla iktifa etmiştir. Bu görüş aynı zamanda Camiü's-Sağir'e de nisbet edilmiştir. Fetva da bu görüşe göredir. Yani bu mahkemenin karar vermesinden sonra da olsa durum aynıdır.
«Geri kalan miktar ile ilh...» Veya bir önceki şehadete bir şey eklenerek şehadet tashih edilecek olursa. Nitekim Bahır'da da benzeri eserlerde geri kalan veya artırılan şeklinde sarih ifadeye yer verilmiştir. Bahır'da, «Buna göre kabul edilen ve itibar edilen husus ise ikinci sözdür.» denmektedir.
«Dikkat et bu konuya ilh...» Şarihin bu ifadesinde meseleyi birkaç açıdan münakaşa etmek gerekir. İlk olarak, mahkemenin karar vermesinden sonra da olsa ifadesi yerinde bir ifade değildir. Çünkü şahitliği kabul edilir ifadesi, Menih'te de beyan edildiğine göre şahitlikle ilgili husustur. Bu, hüküm verdikten sonra yapılan itiraz kabul edilir demek değildir. Nitekim Menih'te bu ifade açıkça belirtilmiştir. Buna göre hüküm verdikten sonra sözünün bir manası olmasa gerektir. Doğru olan bunu Mülteka'dan naklettiğimiz o ibareden ve ifadeden sonra zikretmesi idi.
İkinci olarak, meseleyi yeniden izah edip ikinci bir mesele olarak istidrake gerek yoktur. Çünkü meselede ırki görüş vardır. Dolayısıyla «lakin» diye başladığı ifadeye gerek yoktur. Ancak ikinci görüşün tercih edinilmesi kasdedilecek olursa, lakin diye söze başlamasının bir mahzuru olmasa gerektir.
Üçüncü olarak, bazı hudud belirlemeleri ve nesep konusunda hata vuku bulacak olursa hüküm yine böyledir ifadesinin gereği, metindeki hükmün bir feri meselesi olarak zikrettiğini göstermektedir. Halbuki mesele öyle değildir,
Dördüncüsü, o konuda sözü kabul edilmez ifadesini gerektirmekte, halbuki durum da öyle olmamaktadır. Zeylaî'nin ibaresi ise yukarda zikretmeye çalıştığımız kuvvetli görüşleri ihtiva etmekte ve şu ifade ondan nakledilmektedir. «Bu konuda ikinci bir rivayete göre birinci defo ne söylediği ve şahitliği ne ise, hüküm ona göre verilir. Hatta önceden bin lira olduğuna dair şahitlik yapsa, daha sonra hata ettim beşyüz lira olacaktı dese, bin lira ile hüküm verilir. Çünkü hakkında şahitlik yapılan husus ilk şahitlikle artık davacının hakkı olarak sabit olmuştur. Hakimin de bu hakkı kabul ederek o istikamette hüküm vermesi gerekir. Şahidin daha sonra bazı hususlarda rücu etti diyerek o hakkı iptal etmeye hakimin hakkı yoktur.
Diğer bir görüşe göre, geri kolan miktar ne ise onunla hüküm verir. Çünkü henüz hüküm verilmeden ve şahitliğin yerine getirilmesinden sonra meydana çıkan durum şahitlik esnasında meydana gelen durum mesabesindedir. Nazarı itibare alınmalıdır demektedir. Daha sonra devamla, Nihaye isimli eserde zikredildiğine göre şahit eksiklik veya fazlalık konusunda bazı hatalarım oldu diyecek olursa şahitte adil bir kimse ise sözü kabul edilir. Bunun hüküm vermeden önce veya sonra olması arasında bir fark yoktur. Bu da Ebu Hanife'den nakledilmektedir. Buna göre hata akarla ilgili yani gayri menkulle ilgili bazı hududların tayininde veya nesebin bazı noktalarında olacak olur, daha sonradan hatırlaması halinde, söyledikleri kabul edilir. Çünkü hakimin meclisinde bu gibi olaylar çoğu kez vuku bulan olaylardır. Bunu hakime söylemesi, tekrar ifadesini tashih etmesi, onun doğru olduğuna ve bu gibi konularda ihtiyatlı hareket ettiğinin delilidir.
«Nesep konusunda ise ilh...» Mesela falan oğlu falan oğlu falan diyecek olur, daha sonra bir düzeltme yapacak olursa, bu düzeltme de mecliste olsun veya meclisten sonra olsun, gayri menkulla ilgili hudud dahilinde doğu yerine batı söylemesi, daha sonra da bunu tashih etmesi da bu kabildendir. Fetih.
«İyileştikten sonra öldüğüne dair getirilen beyyineden daha evladır ilh...» Şeyh Ganim bu konuda bunun hilafını nakletmiştir. Bunu da Hülasa isimli esere ve diğer bazı eserlere isnad ederek yapmıştır. Ebu Suud da bunun hilafını kabul etmiş, o istikamette fetva vermiştir. Bahır isimli eserde beyyinelerin birbiriyle çelişmesi ve hangilerinin tercih edileceğine dair bölümde «iki şahit kurban bayramı günü falanın Zeydi öldürdüğüne dair şahitlik yapsalar» meselesi anlatılırken bazı meselelere de yer verilmiştir. Hamişte zikredilen meseleler arasında, cariye mevlasının ölümünden önce hastalığında, akıllı olduğu ve akli dengesinin yerinde olduğu bir anda kendisini müdebber kıldığına dair beyyine getirse, varisler de aksini iddia ederek akli dengesinin bozuk olduğu bir anda bütün bunları yaptığına dair beyyine getirseler, cariyenin beyyinesi tercih edilir.
Keza bir kimse hanımını hulu yoluyla boşasa, daha sonra koca beyyine getirerek hulu esnasında deli olduğunu isbat etse, kadın da hulu zamanında akli dengesinin yerinde olduğuna dair beyyine getirecek olursa, her iki konuda da kadının getirdiği beyyine, erkeğin getirdiği beyyineye tercih edilir.
Baba baliğ olan kızını bir kişi ile evlendirse ve evlendirilen kişide babaya bin lira vereceğini vadetse ve bin lirayı verse, daha sonra kız mehrinin binlira olduğunu iddia etse, baba da o paranın kendisine kaftanlık için verildiğini iddia etse, her iki tarafta bu söylediklerine beyyine getirseler, kızın getirdiği beyyine tercih edilir. Çünkü onun getireceği beyyine nikahla ilgili konuda bir şeyin sabit olduğunu ortaya koymaktadır. Babanın beyyinesi ise bir rüşvet olayını ortaya koymaktadır. Dolayısıyla kızın getireceği beyyine babanınkine tercih edilir. Zahidi'nin Havi isimli eserinde bu meseleye özellikle yer verilmiştir.
İki davacıdan biri, muvazaa yoluyla bir satış olduğunu iddia etse, diğeri de bunu inkar etse, söz hakkı yeminiyle birlikte ciddi olduğunu muvazaalı olmadığını iddia edenindir. Ama bunlardan biri beyyine getirecek olursa o kabul edilir. İkisi birden beyyine getirecek olurlarsa, telcie olduğunu, yani muvazaalı bir akit olduğunu söyleyen beyyine tercih edilir. Nitekim bey' bahsinde de bu mesele geçti.
Vakfın sahih olduğu veya fasit olduğuna dair getirilen beyyineler taaruz ettiği taktirde eğer fasit oluşu vakfın bir şartından dolayı ise bu şort vakfı ifsat edeceğinden fasit olduğuna dair getirilen beyyine tercih edilir. Eğer bu fasık olma olayı vakfedilen şeyin kendisinde veya başka hususlardan olacak olursa, sahih olduğuna dair getirilen beyyine diğerine tercih edilir. Satıcı ile müşterinin alış verişinin sahih veya fasit olduğu konusundaki ihtilaflarında da tafsil bu kabildendir. Mülteka şerhi Bakanî.
Baliğ olguğu zamanda sattığına dair getirilen beyyine, baliğ olmadan, küçüklüğünde sattığına dair getirilen beyyineden daha kuvvetlidir. Zahidi'nin Havi isimli eseri.
Eski veya yeni olduğuna dair getirilen beyyineler birbiriyle taaruz ettiği zaman, Bezzaziye ve Hülasa'da beyan edildiğine göre, eski oluşuna dair getirilen beyyine tercih edilir. Bağdadî'nın Kınye'den naklettiğine göre, Tercîhil beyyinat isimli eserinde yeni olduğuna dair getirilen beyyine tercih edilir. Alaî, Mülteka şerhinde eski olduğuna dair getirilen beyyine bir tek bina ile ilgili olduğu taktirde tercih edilir. Ancak tuvalet yapımında yeni olduğuna dair getirilen beyyine tercih edilir demiştir. Hamidiye.
Bir kimsenin deli olduğu belirlense ve o anda da ayık olsa, satış anında ayık olduğunu inkar etse, söz hakkı onundur. Ancak beyyine getirildiği taktirde ayık ve sağlam olduğuna dair getirilen beyyine, deli olduğuna dair getirilen beyyineden önce gelir.
Ebu Yusuf'tan rivayet edilen bir hususta, bir kimse bir evi satın alma iddiasında bulunsa ve iki şahid de o evin satıldığı zamanlar satanın defi olduğuna dair şahitlik yapsalar, diğer iki şahit de akli dengesinin yerinde olduğuna şahitlik yapsalar, akli dengesinin yerinde ve satışın sahih olduğuna dair getirilen beyyine tercih edilir.
Akdin sahih veya fasit olduğunda alışveriş yapanlar ihtilaf etseler, söz hakkı, sahih olduğunu iddia edenin olur. Beyyine getirildiği taktirde fasit olduğunu iddia edenin beyyinesi diğerine tercih edilir.
Bir kimse, «Kardeşimin terekesinde hiçbir dava yoktur veya kardeşimin terikesinde hiçbir hak yoktur» dese varislerden biri olan bu kardeşin ifadesi diğer vereselerin hakkını iptal etmez. Bahır.
«Akli dengesinin yerinde olduğunu söylemesi ilh...» Bu meselenin yukarda metin ve şerhteki tasvirden değişik olarak burada tasvir edildiğine rastlıyoruz. Orada tasarruf yapan kişinin akli dengesinin yerinde olduğuna dair getirilen beyyine, akli dengesinin bozuk veya deli olduğuna dair getirilen beyyineye tercih edilir şeklinde idi. Burada ise, satıcının bunamış biri olduğuna dair getirilen beyyine akıllı ve akli dengesinin yerinde olduğuna dair getirilen beyyineye tercih edilir, denmektedir. Bağdadî.
«Hastalık haline hamledilir ilh...» Şahitlerin, «Akti yaptığı zaman hastalık halinde miydi, sıhhatinin tam olduğu anda mıydı tam hatırlayamıyoruz» demeleri halinde hastalık haline hamledilir. Çünkü hastalık halinde yapılan tasarruf, sıhhat halindeki tasarruftan daha zayıftır. Onun için zayıf olduğuna dair görüş daha, kuvvetli ve yakini bir ifade olduğundan, onun tercih edilmesi yani hastalık halinde, olduğunun kabul edilmesi daha uygun görülmüştür. Bu konuda Sayıhani'nin bazı nüshalarında, «Eğer şahitler hastalık halinde miydi yoksa sıhhatli olduğu anda mıydı bilemiyoruz diyecek olurlarsa, hastalık haline hamledilir. Çünkü hastalık halindeki tasarrufu sıhhat halindeki tasarrufundan daha zayıftır. Onun için de kesinlik kazanan o duruma hamledilir.» denmektedir ki bu da yukardaki ifadenin bir bakıma aynısıdır.
Camiü'I-Fetava'da ise şu ifadeler yer almaktadır: «Koca karısının vefatından sonra ölümünden önce karısının kendisini mehir borcundan ibra ettiğini iddia etse ve bunu da akli dengesinin yerinde ve güçlü olduğu bir anda yaptığını söylese, varisler de ölüm döşeğinde iken ibra ettiğine dair beyyine getirseler, sıhhat halinde söylendiğine dair getirilen beyyine diğerine tercih edilir. Diğer bir rivayete göre, varislerin getireceği beyyine diğerine tercih edilir,
Bir kimse varisine ikrarda bulunduktan sonra vefat etse, lehinde ikrar yapılan kişi sıhhat halinde ikrar ettiğini, diğer vereseler de hastalık halinde ikrarda bulunduğunu iddia etseler, söz hakkı veresenin olur. Beyyine getirilmesi halinde lehinde ikrar yapılan kişinin beyyinesi diğerine tercih edilir. Ama beyyine getiremeyip diğer varislerin yemin etmelerini isteyecek olursa, buna da hakkı yardır. Yemin ettirebilir.
Kadın mehirden kocasını ibra etmesinin şarta bağlı olduğunu iddia etse, koca da mutlak bir şekilde ibra edildiğini iddia etse, her iki tarafın beyyine ikame etmeleri halinde kadının getireceği beyyine tercih edilir. Eğer şart belli bir şart olur ve bu şartla ibra sahih oluyorsa, diğer bir rivayete göre kocanın getireceği beyyine tercih edilir.
Kadın beyyine getirerek kocasının mehrine dair falan gün ikrarda bulunduğunu ispat etse, koca da ikinci bir beyyine getirerek bu mehir borcundan karısı tarafından ibra edildiğini ispat etse, ibra edildiğine dair getirilen beyyine diğerine tercih edilir. Borç konusunda da durum aynıdır. Çünkü borç iddia edenin getireceği beyyine hükümsüz kalmış olur. Bu da davalının borçtan ibra edildiğine dair iddiası zimninde borcu ikrar etmesine benzemektedir. Alışveriş ve ikaleye dair getirilen şahitler buna örnek verilebilir. İkale için getirilen beyyineyi hiçbir şey iptal edememekte, halbuki bey' için getirilen beyyineyi ikale davası iptal etmektedir. Çünkü ikale davasının zimninde bey'i ikrar bulunmaktadır.
Şarihin o hastalık haline hamledilir ifadesi, hastalıkta mı, sıhhatte mi olduğu konusunda ihtilaf olduğuna temas etmemektedir. Ankaravî fetvasında bazı varisler muris tarafından kendisine bir şey hibe edildiğini iddia etse ve o hibe edileni de hibe edenin sahih olduğu bir zamanda kabzettiğini, aldığını söylese, diğer varislerde bunun hastalık halinde olduğunu söyleseler, söz hakkı diğer vereselere aittir. Beyyine ikame etmeleri halinde sahih olduğunu iddia edenin beyyinesi tercih edilir.
Bir diğer mesele, kadın kocasının kendisini ölüm döşeğinde iken boşadığını ve bu boşamanın firari bir ta.lak olduğu iddiasında bûlunsa ve koca da ölmüş olsa, kadın iddet içerisinde iken diğer varisler bu boşamanın sıhhatli olduğu bir anda olduğunu, kadının varis olamayacağını söyleseler, bu iddiada söz hakkı kadınındır. Her iki taraf beyyine getirecek olurlarsa ve getirilen beyyine aynı tarihleri taşıyorsa, veresenin getireceği beyyine kadının getireceği beyyineye tercih edilir.
«İradesiyle ikrar ettiğine dair getirilen beyyineden önce gelir ilh...»İbni Şıhne bu konuda nazmen şöyle demiştir: «İkrah ve irade sonucu olduğuna dair iki beyyine getirilse, ikrah altında ikrar ettiğine dair getirilen beyyinenin takdim edileceği ve çoğu fukaha tarafından bu görüşün tashih edildiği söylenir.» demektedir. Hamişte beyi, sulh ve ikrar konularında beyyinelerden biri ikrah halinde olduğunu. diğeri de kendi iradesi ile olduğunu isbat etse, ikrah halinde olduğuna dair getirilen beyyine diğerine tercih edilir. Bakanî, Alel Mülteka ve Haniye.
Vasiyet eden kişinin vasiyetinden rucu ettiğine dair getirilen beyyine. vasiyetine ısrar ederek öldüğüne dair getirilen beyyineden daha evladır. Ebu Suud Fetava-yı Hamidiye.
«Aktin sahih veya fasit olduğu iddiaları karşılıklı ileri sürülse söz hakkı sahih olduğunu iddia edenindir ilh...» Bunun anlamı ise, beyyine getirilmesi halinde fasit olduğuna dair getirilen beyyine, sahih olduğuna dair getirilen beyyineye tercih edilir. Bu durumda da bu ifade yukardakiyle tamamen mutabakat halinde olmuş olur.
«İkale meselesi bundan istisna edilmiştir ilh...» Mesele şu şekilde tasvir edilmektedir. Müşteri satın aldığı malı henüz parasını ödemeden tekrar satıcısına daha az bir bedelle sattığını iddia etse, satıcı da bunun ikale olduğunu iddia etse, yani eski aktı bozma, sonucu malını geri aldığını söylese, söz hakkı müşteriye aittir. Halbuki müşteri burada aktin fasit olduğunu iddia etmektedir. Eğer durum bunun aksine olacak olursa karşılıklı yemin etmeleri gerekir. Eşbah.
«Olumsuzluğa dair mütevatir şekilde getirilen beyyine, şahitlik kabul edilir ilh...» Bunun hilafı olması halinde durum değişik olur. O zaman olumsuzluğa dair getirilen beyyine asta kabul edilmez. Hatta bu olumsuzluk şekil ve muhteva itibariyle de olsa aynıdır. Yine şahit bunu bilsin veya bilmesin durum değişmemektedir. Nitekim alışverişle ilgili yemin bölümünde buna dair mesele zikredilmiş idi.
Evet şartlarda olumsuzluğa dair getirilen beyyine kabul edilir ve bunun böyle olduğuna dair yukarda bir takım meseleler zikretmiş idik. Nevadir'den naklen Ebu Yusuf'un bir görüşü yine İbni Abidin tarafından hamişte not olarak zikredilmiş ve şöyle denmiştir: «İki şahit bir kimse aleyhinde bir söz söylediğine ve bir iş yaptığına dair şahitlik yapsalar, bu söze binaen icare, beyi, köleyi mükatebe etme, talak, köleyi azad etme, öldürme veya kısas konuları sabit olmuş olur. Bunun zaman ve mekanı ve sıfatı belirtilmesi halinde aleyhinde şahitlik yapılan kişide orada olmadığını beyyine ile isbat edecek olursa, onun bu beyyinesi kabul edilmez. Çünkü onun bu beyyinesi olumsuzluk, yani olmadığına dair getirilmiş bir beyyinedir.
Ancak Muhit'in elli birinci bölümünde şu ifadeler yer almaktadır: «Eğer insanlar arasında tevatür şeklinde ve herkesin duyduğuna göre o kimsenin belirlenen tarihte ve o yerde olmadığı sabit olacak olursa, bir önceki dava dinlenmez ve bu kimsenin sorumlu olmadığına dair mahkeme karar verebilir. Çünkü birinci beyyinenin kesin bir bilgiye dayanılarak reddedildiği ortaya çıkmış olur. Eğer ikinci ifadede tabiki bir şek veya şüphe bulunmayacak olursa. Keza bütün beyyinelerde. yani olumsuzlukla ilgili beyyinelerde de durum aynıdır. Mesela falanın söylemediği. yapmadığı ikrar etmediğine dair getirilen beyyineler de aynıdır.
İmam Natafî'nin beyan ettiğine göre devlet başkanının gayri müslim olan bir ülkede (darul harpte) bir şehir halkına eman verse ve bu şehir halkı da bir başka şehir halkıyla karışsa onlar da bu eman hepimize verildi deseler, iki şahitte onların o şehir içerisinde eman verildiği zaman bulunmadıklarına dair şahitlik yapsalar, şahitlerin onların dışında kişiler olması halinde o konuda şahitlikleri kabul edilir. Burada getirilen beyyine olumsuzlukla ilgili nefye dair beyyine olmasına rağmen kabul edilmiştir. Bezzaziye.
İmam Serahsî'nin beyanına göre şart olumsuz da olsa, mesela ben bu gün şu eve girmezsem karım şöyle olsun diye biri yemin etse, kadın da kocasının o eve girmediğine dair beyyine getirecek olsa kabul edilir. Bir erkek yemin etse ve dese ki bu gece baldızım gelmez ve onunla konuşmazsam şöyle olsun dese iki şahitte gelmediğine ve onunla konuşmadığına dair şahitlik etseler, kabul edilir. Çünkü buradaki maksat bu yeminüzerine terettüp eden cezanın isbatıdır. Mesela iki şahit bir kimsenin müslüman olduğuna dair şahitlik yapsalar ve müslüman olurken inşaallah ifadesini kullandı deseler, diğerleri de inşaallah ifadesini kullanmadan müslüman olduğunu söyleseler, onun müslüman oluşu kabul edilir ve müslüman olduğuna dair mahkeme karar verebilir. Bezzaziye.
«Diğer beş meselede buna eklenmiştir ilh...» Bunlardan birincisi, kişinin kölesine eğer şu eve girersem sen hürsün dese, hıristiyan olan kişi eğer o şu eve girerse karısı şöyle olsun dese, iki hıristiyan şahitte onun eve girdiğine dair şahitlik yapsalar, eğer köle müslüman bir köle ise kabul edilmez, eğer gayri müslim bir köle ise talakın vuku bulduğu hakkında şahitlikleri kabul edilir. Ama azad edilmesi hakkında kabul edilmez.
İkinci mesele, bir kimse «Eğer ben falan kişiden borç alırsam kölem hür olsun,» dese, bir şahitle kölenin babası olan bir diğeri onun falandan borç aldığını söyleyip o konuda şahitlik etseler. yemin eden kişi bunu inkar etse, mal konusunda kabul edilir, ama kölenin hür olması konusunda kabul edilmez. Çünkü bu konuda babanın oğlu lehinde şehadeti söz konusudur.
Üçüncü mesele, bir kimse, «Eğer şarap içersem kölem hür olsun» dese, bir erkek iki kadın onun şarap içtiğine dair şahitlik etseler, kölenin azad olmasıyla ilgili konuda şahitlikleri kabul edilir, ama haddin gerektiği konusunda şahitlikleri kabul edilmez, geçersizdir.
Dördüncü mesele, bir kimse «Eğer hırsızlık edersem kölem hür olsun.» dese, bir erkek iki kadın onun aleyhinde hırsızlık yaptığına dair şahitlik yapsalar, kölenin hür olması konusunda bu şahitlik kabul edilir, ama hırsızlığın sabit olma neticesi olarak elinin kesilmesi konusunda kabul edilmez. Meselelerin tümü Bezzaziye'den nakledilmiştir.
Ben derim ki: Diğer bir mesele daha gördüm, onu da bunlara ekledim o da beşinci mesele olmaktadır. Şöyle ki, bir kimse karısına, «Eğer seni boşarsam veya seni boşadığıma dair bir itirafta bulunursam veya bu konuda bir şey söylersem kölem hür olsun» dese, iki şahit onu bugün boşadığına dair şahitlik etseler, diğerleri de dün boşadığına dair şahitlik etseler, bu şahitlikleri talakın vukuu konusunda geçerli, ama azad olması konusunda geçerli değildir. Bu mesele hem Bezzaziye'de ve hem de Tenvir El-Epsar haşiyesinde yer almıştır.
İmam Birî, Hizanetü'I-Ekmel isimli eserin lukata bölümünden naklen şu meseleyi de eklemiştir: Bulunan yitik bir mal müslümanla gayri müslim elinde olsa, o malın sahibi gayri müslim iki şahit getirerek, o malın kendisine ait olduğunu söylese, şahitlik ancak gayri müslimin elindeki miktar hakkında geçerli sayılır. Bu da istihsanen böyledir.
Diğer bir meselede «bir gayri müslim ölse, iki oğlu terekesini kendi aralarında taksim etseler, bunlardan biri müslüman olsa, daha sonra iki gayri müslim şahit babalarının yani ölen kişinin birine borcu olduğu konusunda şahitlik yapsalar, bu şahitlik ancak gayri müslim olan kişinin hissesinde özellikle geçerlidir, bu beyyine yalnız o noktada kabul edilir.
Şahitlikte ihtilaf konusu
METİN
Bu konunun bina edildiği meseleler şu aşağıdaki kaidelere istinad etmektedir: Onlardan birincisi eğer şahitlik hukuku ibatla ilgili olursa, dava olmaksızın şahitlik kabul edilmez. Şariin hakkı olan konularda durum bunun hilafınadır.
Diğer ikinci bir kaide, iddia edilenin fazlası hakkındaki şahitlik geçersizdir, batıldır. İddia edilen miktarın altında bir miktar konusunda şahitlik ise iddia edenin sözü ile şahitlerin sözü arasında o miktarda birleşme olduğu için ittifakla kabul edilir.
Diğer bir kaide ise, mutlak mülkiyet, mukayyet olan mülkiyetten daha fazladır. Çünkü aslında sabit kabul edilmektedir. Bir sebebe dayalı olan mülkiyet ise sebeb vaktine inhisar etmektedir.
Diğer bir kaide, şahitlerin şahitlikleri ve şehadetlerinin lafız ve mana itibariyle birbirine uyması şarttır. Şahitliğin davaya yalnız dava itibariyle uyması yeterlidir. Bunlar aşağıda misalleriyle açıklanacaktır.
Hukuku ibatla ilgili meselelerde davanın tekaddüm etmesi, davanın kabulü için şarttır. Çünkü hukuku ibatla ilgili dava onların yani dava açanların haklarını istemelerine bağlıdır. Velevki bu vekalet yoluyla da olsa böyledir. Şariin hakkı olan Hukukullah ise bunun hilafınadır. Çünkü her insan üzerine hukukullahı yerine getirme vaciptir. Herkes bu konuda davada kendisini taraf kabul etmelidir. Sanki daha önceden dava varmış gibi bir durum söz konusu olmaktadır.
Eğer şahitlerin şehadeti davaya uygun olacak olursa kabul edilir. Aksi halde kabul edilmez. Bu yukarda saydığımız kaidelerden biridir. Binaenaleyh bir kimse mutlak bir mülkiyet iddia etse, satın aldığına veya veraset yoluyla intikal ettiğini söylemeksizin malın mülkiyetinin kendisine ait olduğunu iddia etse, iki şahitte satın alma veya miras yoluyla bir sebebe bağlı olarak ona ait olduğu konusunda şahitlik yapsalar, kabul edilir. Çünkü sebebe bağlı mülkiyet mutlak mülkiyetten daha zayıftır. Zayıf olması itibariyle şahitlerin bu konudaki şahitlikleri mana açısından davaya mutabık olmuş sayılır. Nitekim yukarda kaide olarak bunu belirttik.
Bunun aksi olacak olursa ki, şöyle bir sebebe dayalı olarak mülkıye'tin kendisine ait olduğunu iddia eden kişinin getirmiş olduğu şahitler mutlak mülkiyet konusunda şahitlik yapacak olurlarsa kabul edilmez. Çünkü şahitliğin konusu mutlak mülkiyettir. Bu ise diğerinden daha kuvvetlidir. Zayıf iddia eden kişinin durumu ile mutlak mülkiyet olduğuna dair şahitlik birbiriyle uyum sağlayamadığından kabul edilmez.
Ben derim ki: Bu meçhulden satın alma nitaç davası ve irs davalarının dışında olması halindedir. Nitekim Kemal İbnül Hümam bu meseleleri geniş bir şekilde izah etmiştir. Bahır isimli eserde yirmi üç mesele istisna edilmiştir.
Keza şahitlerin şahitliklerinin lafzen ve manen birbiriyle uyum sağlaması gereklidir. Kırkiki mesele bundan istisna edilmiştir. Bunlar da Bahir isimli eserde geniş bir şekilde izah edilmiştir. Musannıfın oğlu Eşbah üzerine yazmış olduğu haşiyede on üç mesele daha eklemiş, böylece sayı ellibeşe yükselmiştir. Meseleleri bir bir zikretmek uzun olacağından burada zikretmeyi uygun bulmadım. Şahitlerin ifadelerinin birbiriyle uyum sağlamaları tazammun itibariyle değil mutabakatın lafız itibariyle olması gerekir. Burada kelimelerin aynı olması demek değildir, mana itibariyle sözlerin bir uyum içinde olması ile iktifa edilir. Diğer üç mezhep imamının görüşü de aynıdır.
Bir kimse nikaha dair şahitlik yapsa, diğeri de tezviç, evlenmeye dair şahitlik yapsa, mana itibariyle aynı olmaları sebebiyle kabul edilir. Biri hibe ettiğine diğeri de karşılıksız verdiğine dair şahitlik yapmaları halinde bu ifadelerin mana itibariyle birbirlerine uygun olduğu için kabul edilir.
Yine biri bin lira olduğuna dair, diğeri de ikibin lira olduğuna dair veya biri yüz diğeri ikiyüz olduğuna dar. biri bir talak diğeri iki veya üç talak olduğuna dair şahitlik yapacak olurlarsa, bu şahitlik reddedilir, kabul edilmez. Çünkü muhteva ve mana itibariyle birbirleriyle uyum sağlamamaktadır.
Bir kimse gasp veya öldürme olayı iddia etse, şahitlerden biri onun o şekilde olduğunu kabul edip diğeri de onun ikrar yoluyla olduğunu söylese, kabul edilmez. Ama her ikisi de onu ikrar ettiğine dair şahitlik ederlerse kabul edilir. Keza kabul edilmeyen hususlardan biri de, sözle fiili birleştiren ifadedir. Mesela bin lira alacağı olduğunu iddia eden bir kişinin getirdiği şahitlerden biri ödendiğine dair diğeri de onun ikrar edildiğine dair şahitlik yapsalar kabul edilmez. Çünkü burada hem söz, hem fil birleştirilmiştir. İkisinin birleştirildiği noktada şahitlerin ifadeleri birbiriyle bağdaşmamakta, uyum sağlanamamaktadır. Kınye.
Ancak şahitlerin lafız itibariyle birleşmeleri hali müstesnadır. Mesela şahitlerden biri satış, karz, talak veya itakla ilgili olduğuna dair şahitlik yapar diğeri ikrar olduğuna dair şahitlik yapacak olursa, inşa siykası olması itibariyle iki şahidin ifadelerinde bir birleşme söz konusudur. Bu bakımdan kabul edilir. Çünkü sattım kelimesi akit olarak bir hak inşa etmekte, borç aldım demekte aynı olmaktadır. İkrarda ise satmış, idim veya borç almış idim gibi ifadeler söz konusudur. Bu ifadeler birbiriyle uyum halindedir. Bu noktada şahitliğinin kabulüne mani bir durum söz konusu değildir. Ama şahitlerden biri kılıçla amden ve kasten adamı öldürdüğüne dair şahitlik yapsa, diğeri de bir bıçakla öldürdüğünü söylese, fiilin ayrı ayrı aletlerle tekerrür etmeyeceği göz önünde bulundurulacak olursa kabul edilmez. Çünkü kılınçla öldürüldükten sonra bıçakla öldürülmesi mümkün olmayacağı gibi bıçakla öldürüldükten sonra kılıçla öldürülmesi mümkün olmaz. Burada her ne kadar öldürme olayında ittifak etmişlerse de öldürme aleti konusunda değişik ifadeleri şahitliklerinin reddedilmesine sebeb olmuştur. Muhit. Şurumbulali.
Davacı bin yüz lira alacağı olduğuna dair bir iddia ileri sürse, getirdiği iki şahitten biri alacağın bin lira olduğunu, diğeri ise bin yüz lira olduğunu söyleyecek olursa. bin lira hususunda ittifak hasıl olduğundan bin lirayla ilgili şahitlik kabul edilir. Ama iddiayı yapan kişi azı iddia eder, şahitlerden biri fazla miktar olduğunu söyleyecek olursa, iki ifade arasında uyum sağlanamaması halinde, mesela bir miktarını olmuş veya ibra etmiş olabilir, bu durumda iki ifade arasında uyum sağlanabilir, sağlanamaması halinde kabul edilmez. İbni Kemal.
Bu söylediklerimiz borçla ilgili hususlardır. Ama belirli bir'malda olocak olursa, şahitlerin ittifak halinde oldukları hususta şahitlikleri kabul edilir. Mesela şahitlerden biri şu iki kölenin ona ait olduğunu, diğer biriyse onlardan şu kölenin ona ait olduğunu söyleyecek olursa, ittifak hasıl olan o kölenin ona ait olduğu konusunda şahitlik kabul edilir. Bu ittifakla böyledir.
Akitle ilgili konularda ise mutlak bir şekilde kabul edilmez. İddia edilen mal şahitlerin ifadesindekinden az olsun veya çok olsun durum değişmemektedir. Azmizade yukarda zikrettiği kaidenin fer'i olarak şu aşağıdaki misalleri vermektedir: Şahitlerden birisi köleyi bin liraya satın aldığına veya bin lira karşılığında onu mükateb kıldığına dair şahitlik yapsa, diğeri de bin beşyüze karşılık olduğunu söylese, bu şahitlik reddedilir. Çünkü buradaki maksat aktin isbatıdır. Bedellerin değişmesiyle akit de değişebilir her akit için yeterli adet (şahit sayısı) bulunmamakta dolayısıyla kabul edilmemektedir.
Benzeri bir meselede mal karşılığı azad etme veya kasten adam öldürme konusunda sulh olma, rehin ve hulu meseleleri de bunun gibidir. Eğer bu konuda iddia edenler sıra ile köle, katil, malı rehin bırakan veya kadın olacak olursa. Çünkü bunların maksatları akti isbat etmektir. Ama iddia eden diğer taraf olacak olursa mesela kölede mevla olacak olursa, bu borçla ilgili bir davaya benzemektedir. Çünkü onların maksadı akit değil, mal olmaktadır. O taktirde en az miktar üzerinde şahitlerin ifadesi ne ise ancak o miktarda kabul edilir. Bu da iddia edilenin daha çok olması halindedir.
İcare aktı eğer sürenin başında olacak olursa, bey' gibi akitle ilgili bir konu olması itibariyle bey'e benzetilmekte, sürenin sonunda ise borca benzetilmektedir. Bu da eğer kiraya veren dava edecek olursa. Ama kiralayan dava edecek olursa, ittifakla bu mesele bir akit davası olmaktadır.
İZAH
«Hukuku ibada dair şahitlik ilh...» Bu Dürer'in ifadesidir. Dürer'e haşiye yazan Şurunbulali bu meselenin bu babla ilgisi olmadığını söylemektedir. Çünkü konu şahitliğin kabul edilip edilmemesiyle ilgili değil, şahitlikte olan ihtilafla ilgilidir demektedir. Medeni.
«Dava edilenden daha çoğu ilh...» Şu meselede bu kabildendir: Mesela mutlak bir mülkiyet iddia eden veya hayvanının yavruladığı, yavrunun onatabi olduğunu iddia eden bir kişinin getirdiği şahitler, birinci meselede mülkiyetin mutlak değil bir sebebe dayalı olduğunu söyleseler, ikincisinde tabi olduğunu değil mutlak bir mülkiyet olduğunu söyleseler kabul edilir. Çünkü sebebe dayalı mülkiyet mutlak olan mülkiyetten daha zayıftır. Dolayısıyla öncelik ve evveliyet ifade eder. Sebebe dayalı olan durum ise bunun hilafınadır. Çünkü o hudus (yenilik) ifade etmektedir.
Mutlak mülkiyet nitaç davasına oranla biraz daha zayıftır. Çünkü mutlak mülkiyet ihtimale binaen öncelik ifade etmekte, nitaç meselesi ise yakini bir durum ifade etmektedir. Meselenin aksi ise, yani dava açan kişi mutlak mülkiyet iddiasıyla dava açsa, şahitlerden biri veya her ikisi nitaç olduğuna dair şahitlik etseler, kabul edilmez. Çünkü davacının iddiası şahitlerin ifadelerinden daha az olmakla, şahitlerinki fazla olduğundan fazlalığa dair şahitlik yukarda da beyan edildiği gibi kabul edilmemektedir.
Yine fazlalık kabilinden sayılan bir mesele de, sebebe dayalı bir mülkiyet iddia edilse, şahitler de mutlak bir mülkiyet olduğu konusunda şahitlik yapsalar, kabul edilmez. Ancak sebebin miras olduğu söylenecek olursa, bu mesele istisna edilir. Bakani.
«Batıldır, geçersizdir ilh...» Bu da ifadeler arasında bir uyum sağlanamaması halindedir şuyet kişinin iddiası ile şahitlerin ifadeleri arasında bir uyum sağlama imkanı var ise, o zaman şahitlerin fazlalıkla ilgili ifadeleri davayı zedelemez.
«Şahitlerin ifadelerinin birbiriyle uyum halinde olması gerekir ilh...»Buna örnek olarak şu misali verebiliriz: Bir kimse başka birinin elinde bulunan ev hakkında, o evin bir yıldan beri kendisine ait olduğunu söylese, şahitlerde yirmi yıldan beri ona ait olduğunu söyleseler, şahitlik batıldır. geçersizdir. Ama dava açan kişi yirmi yıldan beri kendisine ait olduğunu söylese, şahitlerde bir yıldan beri ona ait olduğu konusunda şahitlik elseler, şahitlikleri geçerlidir, muteberdir. Haniye.
Ankaravi'nin şahitliklerle ilgili bölümünde Kaidiye isimli eserden naklen şu ifadelere de yer verilmektedir: «Şahitlerin ifade etmiş oldukları sözler, şahitlik davaya, isbatını gerektirmeyen bir fazlalık veya bir eksiklik bakımından muhalefet ediyorsa, bu davanın kabulüne engel değildir.» Hamidiye.
Hayriye'de Fusuleyn'den naklen şu ifadeler yer olmaktadır: «Şahit hayvanın rengini belirtmekle mükellef değildir. Çünkü rengi hakkında sorulduğu zaman açıklamaya mecbur olmadığı, mükellef olmadığı bir soru ile karşılaşmış olur. Dolayısıyla rengini beyan edip etmemesi bir şeyi değiştirmez. Bu durumda bazı meseleler istisna edilmiştir.» Hamidiye. .
Bir kimse diğer birinin elinde bulunan herhangi bir eşya veya ev hakkında kendisine ait olduğuna dair bir iddiada bulunur ve bunu beyyine ile isbat eder, hakimde onun lehinde kararını verir, o da henüz kabzetmeden karşı taraf yani mal ve ev elinde bulunan kişi bir ikinci beyyine getirir. Beyyinesinde de dava açan kişinin hüküm meclisinin dışında başka bir kimsenin yanında o şeyde veya o evde hakkı olmadığı konusunda ikrarda bulunduğunu isbat eder ve şahitler de hüküm vermezden önce böyle bir ikrarda bulunduğuna dair şahitlik yaparlarsa hüküm geçersiz olur. Ama hüküm verildikten sonra böyle bir ikrarda bulunduğu konusunda şahitlik ederlerse hüküm batıl olmaz. Çünkü birinci beyyine ile sabit olan bizzat müşahede ile kesinlik kazanmış ve hakkında karar verilmiş bir hüküm mesabesinde sayılır. Bizatihi Kadı onun ikrarının o istikamette olduğunu görse ve duysa bu şekilde vermiş olduğu hüküm şahitleri tekzip sayılmaz.» Hamiş.
«Şahitlik davaya ve davacının ifadesiyle tamamen uyum halindeyse kabul edilir aksi halde kabul edilmez ilh... » Musannıf bu babı, bu meseleyle başlatmış bulunmaktadır. Halbuki bu meselenin şahitlikteki ihtilafla ilgisi yoktur. Çünkü bu şahitlerin ittifak halinde olmasının gerektiğine bir delil mesabesindedir. Zira şahitlerin ihtilafı davanın ve şahitlinin de ihtilafı demektir. Dolayısıyla bu meselenin kaideler kısmında zikredilmesinin sebebi de anlaşılmış olmaktadır. Bunu bir önceki kaidenin feri meselesi olarak zikretmek Bahır'da söylenen, «Dava ile şahitliğin birbiriyle uyum halinde olması, davanın şort olduğu konularda şarttır» sözünü hatırlatmaktadır. Bu konuda Temvirül Basair sahibi de Bahır sahibini takip etmekte ve aynı görüşü benimsemektedir. Bu ise açıktır, münakaşa edilen bir husus değildir. Çünkü şart olmayan konularda davanın bulunmasıyla bulunmaması eşittir. Dolayısıyla ifadelerin onunla uyum içinde olmaması ona zarar vermez.
Aynca meseleyi yukardaki kaidenin bir feri olarak zikretmek bunun şahitlikte değişik ifadeler ve ihtilaf konusunda kaide olmasına engel değildir. Bu söylediklerimizde de Şurunbulaliye'de söylenen ve Dürer'in ifadesine itiraz mahiyetinde olan kul hakkındaki şahitlik, dava olmaksızın kabul edilmez ve dinlenmez ifadesinin bu babla ilgisi yoktur. Çünkü konumuz şahitlikteki ihtilafla ilgilidir, şahitliğin kabul edilip edilmemesiyle ilgili değildir»
«Bu kaidelerden biridir ilh...» Şarih özellikle bu kaideye işaret etmekte ve dikkati bu noktaya çekmektedir. Sebebi ise bu kaide görünümünde olan meselenin başka bir kaidenin feri meselesi olması, bunun kaide olamayacağı konusundaki bazı vehimleri bertaraf etmek içindir. Çünkü bir başka meselenin feri olması başkasına kaide olmasına ters değildir. Nitekim yukarda bunu izah ettik. Yukardakinin de bir kaide olduğunu ayrıca belirttik.
«Miras sebebiyle olacak olursa ilh...» Yani davayı açan kişi mutlak bir mülkiyet iddiasında bulunur. şahitler de sebebe dayalı mülkiyet olduğu hususunda şahitlik ederlerse durum ne olur sorusunun bir cevabı mahiyetindedir. Bu ifadeyi zikretmede de musannıf Kenz'deki ifadeye tabi olmakta. aynı görüşü benimseyerek burada zikretmektedir. Bu konuda meşhur olan, onun mutlak mülkiyetle ilgili davaya benzemesidir. Nitekim Fetih'ten nakilde Bahır'da da bu şekilde zikredilmiştir. Şarih özellikle bu meseleyi ilerde zikredecektir. Onun için burada onu zikretmemesi daha uygun olurdu. Halebi.
Bunun aksi olması halinde, yani davacı davasını bir sebebe dayanarak açar mülkiyetin bir sebeple kendisine intikal ettiğini söyler, şahitler de mutlakmülkiyet konusunda şahitlik ederlerse, şahitlerin ifadeleri daha fazlayı ifade etmesinden dolayı kabul edilmemesi gerekir. Ancak iki ifade arasında bir uyum sağlanması halinde kabul edilebilir. Yani davacının davasındaki iddiasıyla şahitlerin ifadeleri arasında bir uyum sağlama imkanı varsa, onların mutlak mülkiyetle ilgili şahitlikleri kabul edilir.
«Bunun da mirasla ilgili bir davanın dışında olması gerektir ilh...» Çünkü yukarda da belirtildiği gibi miras sebebiyle bir malın kendisine intikal ettiğinin söylenmesi bir sebebe dayalı görünüyor ise de mutlak mülkiyete müsavi bir husustur. Nitekim yukarda bu konuda yeterli açıklama yapıldı.
«Nitaçta bunun dışındadır ilh...» Çünkü mutlak bir şekilde mülkiyet iddiası bundan daha az olmakta, çünkü o evveliyet ve öncelik ifade etmektedir. Bunun gerekçesi ise, mutlak mülkiyet ihtimale, nitaç davası ise kesin bir ifadeye bina edilmektedir.
Yine Hamiş'te zikredilen bir husus: Bir hayvanın yavrusuyla ilgili olan nitaç davası ve bu konuda şahitlikte, eğer şahitler bu yavru şu deveye tabi idi şeklinde şahitlik edecek olurlarsa yeterlidir. O yavrusunun o anneden doğduğuna dair şahitlik yapmaları şart değildir. Fetavayı Hindiye.
«Meçhul bir kişiden satın alma da bu istisnalar arasındadır ilh...» Yani davayı açan kişi bir meçhul kişiden satın aldığını ileri sürse, şahitlerde mutlak mülkiyet konusunda şahitlik yapsalar, yine bu şahitlik kabul edilir. Çünkü görünüşte meçhul kişiden satın olma da mutlak mülkiyete eş bir anlam taşımaktadır. Borç davası bunun dışında kalmaktadır. Bahır.
Yine buna benzer bir mesele de, satın aldığını iddia edip bu konuda satın aldığı malı kabzettiğini söylemesi meselesi de bunun gibidir.
Davayı açan kişi satın aldığını ve kabzettiğini her ikisini birlikte iddia eder, şahitlerde mutfak bir mülkiyet olduğuna dair şahitlik yapacak olurlarsa, o şahitlik kabul edilir. Hülasa'dan naklen Bahır'da bu şekilde ifade edilmiştir. Ancak Fetih'te İmadiye'den naklen bu konuda ihtilaf olduğu da beyan edilmektedir.
«Şahitlerin ifadelerinin lafız ve mana itibariyle birbirine uygun olması gerekir ilh...» Yani şahitlerinin birinin söylediğini diğeri tekit etmeli ve aynı manayı ifade eden lafızlar kullanmalıdır. Buna göre bir kimse yüz Iira alacağı olduğuna iddia etse, şahitlerden bîri bir dirhem olacağını, diğeri iki dirhem alacağı olduğunu, diğer biri üç dirhem olacağı olduğunu, diğer biri dört dirhem, bir başkası beş dirhem alacağı olduğunu söylese, Ebu Hanife'ye göre bu şahitlik kabul edilmez. Çünkü ifadeler arasında lafız bakımından bir mutabakat yoktur. Sahibeyne göre dört konusunda son iki şahidin ittifak ettikleri anlaşılmakta, onun için dört dirhem ile hüküm verilebilir denmektedir. Bundan anlaşıldığına göre Ebu Hanife'nin görüşü, şahitlerin ifadelerinin lafız bakımından bir mana üzerine yönelmiş olması ve kelimelerin bir manayı ifade etmesi istikametindedir. Sahibeyn ise şahitlerin verdikleri ifadeleri tazammun yoluyla da olsa mana bakımından birleşmeleri yeterlidir. Lafızların aynı manaya vaz edilmiş olmaları şartına gerek yoktur demektedirler.
Ebu Hanife'nin maksadı kelime ve lafızların aynı mana için konulmuş kelime ve lafızlar olması şart değildir. Eğer böyle olsaydı yukarda zikretmiş olduğu bir konu buna ters olurdu ki orada şahitlerden biri nikahla ilgili, diğer biri de tezevvüçle ilgili ifadeler kullansalar, mana itibariyle bunlar bir noktada birleştiği için kabul edilir demiş idi. Halbuki kelimeler değişiktir. Ama ifade ettikleri mana aynıdır. Hibe ile atiyye konusu da aynıdır. Çünkü lafızlar her ne kadar kelime bakımından değişik iseler de mana itibariyle aynı noktaya yönelmiş olmaları dolayısıyla şahitlerin bu ifadeleri kabul edilir, öyle İse kelimeler değişikte olsa aynı manayı ifade etmeleri halinde Ebu Hanife'ye göre şahitlerin ifadeleri muteber sayılır.
Bu açıklamadan sonra İmam Zeylai'nin Nihaye'den naklettiği şu ifade ile konuya ışık tutmakta yarar ardır: »Eğer iki ifade arasında, yani iki şahidin verdikleri ifade orasında mana itibariyle bir fark bulunmaz. ama lafızlar değişik olursa, şahitlik kabul edilir. Mesela onlardan biri hibe konusunda şahitlik yapsa. diğer birisi de karşılıksız bir atiyyede bulunduğunu, verdiğini söylese, mana itibariyle ikisi de aynı olacağından kabul edilir. Çünkü burada maksat kelimelerin bizatihi aynısının kullanılması değil. onların ifade ettiği mananın birleşmesidir. Burada mana itibariyle kelimelerin birleşmeleri şahitliğin kabul edilmesine bir engel olmamaktadır.» İmam Zeylaî bu konuda da hiçbir hilafa yer vermemektedir. Bu ise yukarda zikrettiği feri meselenin hilafınadır. Yani yukarda şahitlerin birinin beş, birinin dört, birinin uç, birinin iki, birinin bir şeklindeki şahitliğinde beş kelimesi dört rakamına tam mutabık değildir. Beş rakamının içerisinde dört rakamının bulunması tazammun yoluyladır. Bunun içinde Ebu Hanife bu şekildeki ifadeyi şahitlikte kabul etmemiştir. Talebeleri Ebu Yusuf ve İmam Muhammed beşin içinde dördün tazammunen bulunmasıyla iktifa ederek bu tür şahitliğin dört rakamı üzerinde kabul edileceğini söylemişlerdir.
Netice olarak Ebu Hanifenin görüşüne göre şahitlerin kullandıkları ifadelerin aynı lafızlar olması gerekmemekte, ancak aynı ifadeyi aynı manayı ifade eden kelimeler ve cümleler olması şartı getirilmekledir. Nihaye sahibinin bu konudaki ifadesi ise Ebu Hanife hakkında da mutlak değildir. Çünkü Ebu Hanife kelimenin kendisi olabileceği gibi onun manasını ifade eden diğer bir kelimeyi de kullanabileceği şeklindedir.
«Sahibeyn ise manada birleşmeleri ile iktifa etmişler ilh...» Bu konuda şöyle denebilir: Bütün imamların görüşüne göre şu aşağıdaki mesela buna ters olabilir. Mesela, şahitlerden biri erkeğin karısına arapça olarak «haliyye» ifadesini kullandığını söylese, diğeri de «beriye» ifadesini kullandığını söylese, talakın bain bir talak olduğu konusunda karar verilmemesi demek olur. Halbuki iki ifade de aynı manayı ifade etmektedirler. Bu itiraz mahiyetinde ileri sürülene cevap olarak iki ifade arasında bir tesadüf söz konusu değil, yani değişik kelimelerin aynı manayı ifade etmesi demek değildir. Cümleler değişiktir. manaları ayrıdır. Fakat bunların doğurduğu sonuç birdir. O da bain talakın vuku bulduğu meselesidir. Meselenin tamamıFetlh'te zikredilmiştir.
«Manalarının bir olması dolayısıyla ilh...» Yani şahitlerden biri nikah kelimesi hakkında diğeri ise evlenme (tezvic) kelimesi hakkında şahitlik ederlerse manalarının bir olması bakımından bu şahitlik kabul edilir.
«Eğer ikrar olduğuna dair şahitlik edecek olurlarsa ilh...» Bunun gereği, dava ile şahitlerin ifadeleri arasında söz ve fiil bakımından bir ihtilafın zarar vermeyeceğidir. Ancak şahitlerin ifadeleri arasında olacak olursa, yani biri fiili olaya diğer biri de söz konusunda şahitlik ederlerse, bu ihtilaf şahitliğin manidir. Ama şahitlerden biri davacının davalı zimmetinde bin lira olacağı olduğuna dair şahitlik yapsa,şahitlerin bu ifadeleri kabul edilir. Çünkü bu, söz ile fiil arasında bir birleştirme değildir. Molla Ali Türkmani ve Havi.
«İki ifade arasını uzlaştırmak mümkün olacak olursa ilh...»Yani davacı fazla bir şeyi iddia eder, şahitlerin ifadesi de onun davasındaki miktardan az olacak olursa, şahitlerin ifadesi kabul edilmez. Ancak davacı, «Evet benim onda şahitlerin ifade ettiği gibi bin yüz lira olacağım var idi, ancak yüz lirasını daha önce almış idim, bin lira kaldı. Şimdi o bin lirayı ödemesini söylüyorum, şahitler eski haline şahitlik etmektedirler.» diyecek olursa bu konudaki şahitlerin ifadeleri kabul edilir. Bahır'da bu konuda «bu fazlalığı beyyineyle isbat etmeye ve bu iki ifade arasında uyum sağlamaya veya uzlaştırmaya gerek yoktur. Çünkü mücerret açıklamaya konu kapanmış olmaktadır.»
Ama kendisi satın alma yoluyla ona malik olduğunu iddia eder, şahitler de hibe yoluyla onun olduğunu söylerlerse, bu durumda satın alma yoluyla ona malik olduğunu beyyineyle isbat etmesi gerekir. Bu durumda şahitlerin ifadeleri onun iddiasına ters düştüğünden kabul edilmemektedir.
«Bütün bunlar borçla ilgili para ile ilgili olan konulardadır ilh...» Yani şahitlerin ifadelerinin lafız bakımından birbirine muvafakatlarının şart oluşu, borçla ilgili konulardadır. Ama şahitlerin ifadesi akit konusunda olacak olur ise, mutlak bir şeklide kabul edilmez. Bu konuda iddia edilen miktar söylenenlerden az veya çok olsun durum değişmemektedir. Ayrıca iddia edilen müşteri veya satıcı olması arasında da fark yoktur.
«Bin lira karşılığı mükatep kılması ilh...» Bu ifade, kölenin iddia etmesi mevlanın inkar etmesi hususuna şamil olduğu gibi müddai olan kişinin mevla olması haline de şamildir. Hidaye sahibinin Cami üzerine eklediği ifadelerden biri de Fethü'l-Kadir'de belirtildiği gibi şu gerekçedir. «Çünkü efendinin kölesi üzerinde mal iddiası sahih olmamakta, zira mevlanın kölesi üzerinde ancak kitabet vasıtasıyla bir borcu olabileceği kabul edilmektedir. Bu durumda kölenin inkarı ona hamledilir. Çünkü mevlanın onda bir alacağı tasavvur edilmemektedir. Durum böyle olunca bu konudaki şahitlik ancak isbat için geçerli olmaktadır. Bahır isimli eserde ve Zeylai'nin tebyinıl hakayık isimli eserindeki bir rivayete göre «mevlanın getireceği beyyine bir şey ifade etmez» denmiştir. Sebebi de akit köle açısından lazım bir akit değildir. Çünkü köle aciz kaldığı iddiasıyla bu mükatebe aktini tek taraflı fesh etmeye yetkilidir.
Ayni de bu kıyl şeklinde ifade edilen zayıf rivayete kesin gözüyle bakmıştır. Aynı zamcında bu husus Camiü's-Sağir'ın ifadesine de tamamen uygun görülmektedir.
«Bedelin değişmesiyle o da değişir ilh...» Bu ifade ile şuna işaret etmek istemiştir. Şahitler eğer satın alındığına dair şahitlik etseler, fakat bedeli ve semeni belirlemeseler kabul edilmez. Meselenin tamamı Bahır isimli eserde zikredilmiştir. Hayreddin Remli. Bahır üzerine yazmış olduğu haşiyesinde, «Fukahanın sözünden anlaşılan burada ve başka konularda eğer bedel ile hüküm verme ihtiyacı doğuyor ise, muhakkak ki bedelin zikredilmesi gerekir. Aynı zamanda miktarının belirlenmesi yanında vasfının da belirtilmesi şarttır. Ama semen konusunda hükme ihtiyaç duyulmayan yerlerde şahitlerin semeni (bedeli) belirtmelerine gerek yoktur.» demektedir
TENBİH: Mebsut'ta, «Bir kimse birinin elinde bulunan evi satın aldığını iddia etse, iki şahitte bu istikamette şahitlik yapsalar, fakat semeni, satın alma bedelini söylemeseler, satanın bunu inkar etmesi halinde onların şahitlikleri geçersizdir. Çünkü dava eğer şahitlerin ifade ettikleri vasıfta ileri sürülmüş ise, semen belirtilmediği için bu dava fasittir. Eğer davada müşteri olduğunu iddia edan fiatını da belirleyerek dava açmış ise, şahitlerde bu iddia istikametinde şahitlik yapmamaktadırlar. Çünkü onlar fiatı belirlememektedirler. Bunun için de hakim akt hususunda hüküm verme ihtiyacını hissetmekte, ortada bir fiat (bedel) olmayınca da akit konusunda karar mümkün olmamaktadır. Çünkü akit başlangıçta fiat belirlemeden nasıl sahih olmuyor ise, yine satışla ilgili veya akitle ilgili bir konuda verilecek kararda, fiat (Tesmiye edilmemiş) belirlenmemiş ise, yine hüküm bir şey ifade etmemekte, geçersiz sayılmaktadır. Şahitler de semen konusunda bir ifadede bulunmadıklarına göre hakimin bu konuda bir takrire gitmesi mümkün olmamaktadır.» denilmiştir.
Daha sonra Mebsut sahibi devamla şöyle demektedir: «Eğer şahitler satıcının sattığına dair ikrarda bulunduğu hususunda şahitlik ederlerse, fiatı da yine belirlemezlerse, satan kişinin bedeli kabzetmeye dair şahitliklerinde bir ifade kullanmayacak olurlarsa, yine bu şahitlikleri geçersizdir. Çünkü hakimin akit hakkında hüküm verebilmesi, ancak ortada bir bedelin olmasına bağlıdır. Ama şahitler bizim yanımızda satan ikrar etti ve bedelini aldığını söyledi derler, miktarını belirlemezlerse, o zaman caizdir, şahitlikleri kabul edilir. Çünkü burada mülkiyetin müddaiye alt olduğu konusunda bir hükme ihtiyaç vardır. aktin olup olmadığı konusunda bir hükme ihtiyaç bulunmamaktadır. Çünkü akit paranın alınması ile bitmiş, sona ermiştir. Madem ki satıcı, şahitler huzurunda parayı kabzettiğini ikrar etmiştir, öyleyse akıt bitmiştir. Ortada bir mülkiyet konusu kalmış bu mülkiyetin de müddaiye ait olduğu konusunda hüküm verme için yeterli sayılmıştır.»
«Rehinde bu kabildendir ilh...» Bahır'da bu konuda, »Hidaye'nin zahiri ifadesinden anlaşıldığına göre, rehin davası borçla ilgili davalar kabilindendir.» denmektedir. Binaye'de Hidaye'ye itiraz edilerek Nihaye'deki ifadeler aynen kullanılmış ve denmiştir ki: «Bin lira karşılığı bir rehin aktinin meydana geldiğini iddia, bin beşyüz lira karşılığı rehin olduğu ile ilgili iddiadan ayrıdır, başka bir davadır. Bunun içinde beyyinenin kabul edilmemesi gerekir. Eğer davayı açan rehini kabul eden mürtehin ise, durum yine böyledir. Çünkü o şahitlerden birini tekzip etmektedir. Buna cevap olarakta rehin akti mürtehin açısından lazım olmayan bir akittir. Çünkü mürtehi (rehin olan kişi) dilediği zaman rehini borcunu olmadan do sahibine iade edebilir ve tek başına rehin aktine son verebilir. Dolayısıyla bu yok hükmünde kabul edilmiş, bunun içinde itibar bir borç davası şeklinde kabul edilmiştir. Çünkü rehin ancak borç karşılığı olmaktadır. Bunun içinde beyyine kabul edilir.» Nitekim diğer borçlarda da durum böyledir.
Durum böyle olunca, şahitlerden birinin bin lira, diğerinin binbeşyüz lira karşılığı rehin alınmıştır şeklindeki ifadelerindeki bin lirada ittifak etmişler, zımnen bu nokta bin lira karşılığı rehin olduğu sabit olmuş olur.
Havaşi Yakubiye'de yukardaki rehin alan (mürtehin) yerine rehin veren ifadesi yer almıştır. Ancak yukardaki ifade daha doğru olmaktadır.
Eğer köle iddia ederse, yani para karşılığı azad edildiği iddiası köle tarafından ileri sürülmüş ise, iddia akitle ilgili bir iddiadır. Eğer mevla tarafından ileri sürülmüş ise borçla ilgili bir dava olmaktadır. Onun içinde bu mesele yalnız mal karşılığı azad edilme ile kayıtlanmıştır. Eğer musannıfın kullandığı ifade istikametinde hareket edilecek olursa böyledir. Veya genel manada kullanılacak olursa kitabet aktine de şamil olmakta, bu da Hidaye sahibinin söylediklerine uygun düşmektedir. Eğer özel kabul edilecek olursa, yani iddia kitabet iddiasını yapan köle olacak olursa, şeklindeki ifade de Camiü's-Sagir ve Aynî'deki ifadeye uygun düşmektedir. Eğer özel kabul edilecek olursa, yani iddia kitabet iddiasını yapan köle olacak olursa, şeklindeki ifade de Camiü's-Sagir ve Ayni'deki ifadeye uygun düşmektedir.
«Çünkü onların maksatları maldır ilh...» Yani hak sahiplerinin iddiası ve itiraflarıyla talak, akit, azad olma hususları sabit olmuş; konu bir dava konusu olmaktan çıkmıştır. Borçla ilgili alacakla ilgili miktara inhisar etmiştir Fetih.
İzah isimli eserde şu ifadeler de eklenmiştir: «Rehinde eğer iddia eden rehin veren ise, kabul edilmez. Çünkü onun rehinde bir hakkı yoktur. Dolayısıyla şahitlik davadan ayrı bir konu da yapılmış olmaktadır. Eğer iddia eden rehin alan ise bu da alacakla ilgili bir dava mesabesindedir. Yakubiyede Tebyinül Hakayık isimli eserde rehin kelimesinin zikredilmesi, meselenin tasavvuruna uygun düşmemektedir» denmiştir.
«Şahitlerin ittifak ettikleri az miktar üzerinde kabul edilir ilh...» Eğer dava bin ve binbeşyüz üzerinde olur, iki bine tamamlanmayacak olursa. ittifakla böyledir. Eğer bin ve ikibinle olacak olursa, yani şahitlerden biri bin, diğeri ikibin olduğunu söyleseler, durum sahibeyne göre yine aynıdır. Bin kelimesinde ittifak ettikleri için en azı olan miktar konusunda mahkeme karar verir. Ebu Hanife'ye göre hakim bu şahitliğe dayanarak hüküm veremez. Çünkü bin ile ikibin birbirinden farklı hususlardır. Şahitlerin ifadelerinde ittifak sağlanamadığından hakim şahitliğe dayanarak hüküm verme yetkisine sahip değildir. Fetih.
«İcare aktide bey'i akti gibidir, eğer icare müddetinin ilk anında olacak olursa ilh...» Çünkü icare aktinin başlangıcında icara aktinin isbatına ihtiyaç vardır. Akit bedelin değişmesiyle değişeceğinden icare akti sabit olmamaktadır. Fetih. Ama icare müddetinin bitiminde ise, durum borçla ilgili davalara benzemektedir. Çünkü müddetin bitiminde ortada ancak bir ücret davası bulunmaktadır. Fetih.
Bu ayırım iddia edenin kiraya veren olması halindedir. Eğer iddia eden müstecir olacak olursa, bu durumda mesele ittifakla akit üzerinde olmaktadır. Çünkü müstecir icare yoluyla ödenmesi gereken malı itiraf etmiş bulunmakta, itiraf ettiği miktarı ödemeye mahkeme kanalıyla mecbur edilmektedir Bu noktada şahitlerin ittifak etmeleri, ihtilaf etmeleri durumu değiştirmez. Çünkü akit ihtilafla sabit olmaz.
METİN
Nikah akti, karı veya kocadan herhangi birinin mehir miktarındaki az veya çok iddiaları karşısında şahitlerin ihtilaf etmeleri halinde, en az miktarı kabul ederek nikahın o miktarla sahih olduğuna istihsanan hüküm verilir. Bu da Ebu Hanife'ye göredir. Sahibeyne göre ise, mesele böyle değildir. Şahitliğin sahih olması hususunda özellikle verasetle ilgili şehadetin malın miras olarak bırakıldığı hususuna da nakli gerekir. Mesela şahitlerin falan kişi öldü, şu malı da davacı olan kişiye miras olarak bıraktı, demeleri gerekir. Ancak ölümü anında mülkiyetin ona ait olduğunu söylemeleri veya malın elinde olduğunu söylemeleri veya onun yerine kaim olan müstecir gibi, ariyet olan kişi gibi, gasıp ve emanet alan kişi gibi naibinin elinde olduğunu söylemeleri ile iktifa edilir. Çünkü bu ifadeler zımninde şehadetin sebebe nakli tahakkuk etmiş sayılır. Çünkü el ölüm anında ödeme sebebiyle mülkiyet eline dönüşebilir. Yani emanet olarak almış olduğu malı elinde tutan kişi kime ait olduğunu söylemeden ölmesi halinde, onu ödeyeceğinden o mal ölen ve emanet elinde olan kişinin malı olur. Mülkiyet sabit olunca, bunun gereği nakilde gerçekleşmiş sayılır. Nakil ifadesiyle birlikte, miras konusunda, varis olmanın sebebinin de belirtilmesi gerekmektedir. Mesela ölenin öz kardeşi veya baba kardeşi veya anneden kardeşi gibi varis oluş sebebini de şahitlerin açıklaması gerekir. Bir üçüncü şartta şahidin ondan başka bir varis olduğunu bilmiyorum demesi de şarttır. Dördüncü olarakta şahidin ölen kişiyle muasır ve onu bizzat görmüş olması gerekir. Aksi halde şahitliği muteber sayılmaz. Çünkü sebebi gözleriyle görmemiş, ancak duyma yoluyla şahitlik yapmış olur ki bu konuda duyma yoluyla şahitlik geçerli değildir. Bu iki şartı Bezzaziye özellikle zikretmiştir.
Ölen kişinin isminin zikredilmesi şart değildir. El değiştirmiş bir mal konusunda şahitler bir ay önce falan ve hayatta olan kişinin elinde idi şeklindeki şahitlikleri de muteber sayılmaz. Çünkü bu şahitlik meçhul bir sebebe dayanmaktadır Ayrıca sağ olan bir kişinin elinde malın bulunmasının değişik sebepleri vardır. Emaneten de olabilir, kiralamış da olabilir, mülkiyeti ona fiil de olabilir.
Ama şahitler mülkiyetin kesinlikle ona ait olduğu veya aleyhinde dava açılan ve mal elinde bulunan kişinin ikrarı hususları bunun hilafınadır. Hatta şahitlerin dahi bu malın şu kadar zaman önce davacının elinde olduğunu söylemesine dair ikrarı konusunda şahitlik edecek olurlarsa, yine durum değişik olmakladır. Bu durumda mal dava eden kişiye verilir. Çünkü ikrar malumdur, ikrar sebebinin meçhul olması ikrarı zedelemez, iptal etmez. Bu konuda esas kaide, geçmişte bir mülkiyetle ilgili şahitlik muteberdir. Geçmişte birinin elinde olmasına dair olan şahitlik ise makbul değildir. Çünkü elde olması değişik sebeplere dayanabilir. Ama mülkiyette ise durum böyle değildir. Bezzaziye.
Eğer aleyhinde dava açılan ve ev elinde olan kişi bu ev müddainin elinde idi ancak haksız yere elinde bulunduruyordu. şeklindeki ikrarı davacının elinde olduğuna dair ikrar sayılır mı sorusuna cevap olarak «Evet» denmiştir. Camiü'l-Fusuleyn'de de müftabih olan görüş budur ifadesiyle mesele tamamlanmıştır.

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...