FER'İ MESELELER:
Şahitler bin lira alacaklı olduğuna dair birisi lehinde şahitlik etseler,
bunlardan biri beşyüz lirası ödendi dese, şahitlikleri bin lira üzerinde kabul
edilir. Ancak diğeri de beşyüz liranın ödendiğine dair şahitlik ederse, o zaman
ödeme işi kabul edilir. Bin liradan beşyüz liranın ödendiğini bilen şahidin
iddia edenin bunu ikrar edinceye kadar bu konuda şahitlik etmemesi
gerekir.
Bir ineğin satıp
çalındığına dair şahitlik etseler, ancak ineğin renginde ihtilafta bulunsalar,
Ebu Hanife'ye göre hırsızın eli kesilir. Sahibeyne göre kesilmez. Sadru Şeria
sahibeynin kavlini tercih etmiştir. Eğer bu da davayı açan kişi ineğin rengine
dair bir ifadede bulunmamış ise. Zeylâi. Borçlu borcunu taksitlerle sahibine
verdiğini iddia etse, şahitlerde mutlak bir şekilde veya toptan ödeme yaptığına
dair şahitlik yapsalar, kabul edilmez. Vehbaniye.
Sağ olan bir
kişinin aleyhinde borçlu olduğuna dair şahitlik etseler ve şu kadar borçluydu
deseler, kabul edilir. Ancak hasım şahitlere borcun şu ana kadar devam edip
etmediği konusunda bir soru yöneltecek olur, onlar da bilmiyoruz diye cevap
verecek olurlarsa. durum değişiktir. Ölmüş kişinin borcu konusunda ise mutlak
bir şekilde kabul edilmez, Ancak öldüğü zaman borçlu olarak öldü diye şahitlerin
sarih bir ifade kullanmaları gerekir. Bahır.
Ben derim ki:
Muinil Hükkam'daki ifade buna ters düşmektedir. Orada. «Öldüğü zaman borçlu idi
ifadesine gerek kalmaksızın mücerret borçlu olduğunu ve gerekçenin beyan
edilmesiyle ölen kişinin de borçlu olduğu sabit olmuş olur.» denmektedir. Ancak
bu konuda ihtiyatlı hareket edilmesi daha uygun olmaktadır. Bir kimse geçmişte
bir şeyin mülkiyetinin kendine ait olduğunu iddia etse, şahitlerde şu anda
mülkiyetin ona alt olduğu konusunda şahitlik yapsalar, esah olan rivayete göre
bu şahitlik kabul edilmez. Yine geçmişte ona ait olduğu konusunda şahitlik
etmeleri, şu anda mülkiyeti ona ait olduğuna dair şahitlik kabul
sayılmamaktadır. Camiü'l-Fusuleyn.
«Mutlak bir şekilde
ilh...» Yani, azı veya çoğu iddia eden koca olsun, karı olsun durum
değişmemektedir. Hidaye'de tashih edilen ve sahih kabul edilen görüşte bu
şekildedir. Fetih isimli eserde bunun rivayete ters düştüğü iddia edilmektedir.
Meselenin tamamı Şurunbulaliye'de zikredilmiştir.
«Sahibeynin görüşü
bunun hilafınadır ilh...» Onlara göre, bu konudaki şahitliğin az miktar
üzerindeki ittifakı geçersizdir. Çünkü bu miktarda olmaktan daha çok, akit
üzerinde bir ihtilaf olmaktadır. Kıyas da bunu gerektirir. Ebu Hanife'nin delili
ise, nikahta mal asıl konu değildir. Çünkü mehir zikredilmeden de nikah akti
sahih olabilir. Onun için mal, nikah aktinde tali ve tabi bir şey olarak kabul
edilir. Çünkü nikahta asıl olan, karı koca orasında helal olmanın ve izdivacın
gerçekleşmiş olması ve erkeğin kadında temettu hakkına sahip olmasıdır. Bu
hususta da ihtilaf olmamakta, dolayısıyla asıl olan bu konu, sabit kabul
edilmektedir. İhtilaf tabi olan bir noktada vuku bulacak olursa, şahitlerin o az
miktarda ittifak ettikleri husus, mahkemede karar noktası olmakta, hakim de o
miktar mehir miktarıdır diye hüküm verebilmektedir.
«Şahitliğin
sıhhatiyle ilgili ilh...» Bahır isimli eserde uzun ifadelerden sonra şu
ifadelere yer vermektedir: «Bununla da anlaşılıyor ki şehadetin başka bir konuya
nakli, davanın sahih olmasının şartıdır. Bazılarının vehme kapıldıkları gibi,
beyyine ile hüküm vermenin şartıdır. Yalnız bu mahkemenin kararıyla ilgili bir
şarttır ifadeleri bunun tersinedir. Yani, davayı açan ve varis olduğunu söyleyen
kişi, «Murisim öldü, şunları bana miras olarak bıraktı.» diye davada da
zikretmesi, şahitlikte zikredilmesi gerektiği gibi şarttır. Bunu zikretmemiştir,
çünkü söz şahitlikle ilgilidir.)»
«Nakil ilh...» Yani
mülkiyetin intikal ettiğine dair şahitlerin ifade etmeleri şartı getirilmiştir.
Bu da yukarda şarihin beyan ettiği gibi, açıkça «Falan ölmüştür, miras olarak
müddaiye bunları bırakmıştır.» demeleri çeklinde olmakta veya onun makamına kaim
olabilecek ölmüş kişi için ölüm anında ona mülkiyet isbat eden bir ifadeyi
kullanmalarıyla mümkün olacaktır. Aynca onun elinde olduğunu isbat veya onun
vekilinin elinde olduğunu isbat yeterlidir. Musannıfında, «Şahitlik etmeleri
halinde» ifadesi de buna işaret etmektedir. Bu, Ebu Hanife'yle İmam Muhammed'e
göredir.
Ebu Yusuf'a göre
ise durum değişiktir. Ebu Yusuf bunlardan hiçbirini şart koşmamaktadır. Bu
ihtilaf sonucu da şu husus ortaya çıkar: Eğer şahitler, «Bu, ölmüş olan kişinin
mülkü idi.» diye şahitlik yapsalar, eksik veya fazla bir şey söylemeseler. bu
durumda Ebu Hanife ile İmam Muhammed aşağıda, sağ olan bir kişinin mülkü idi
şeklindeki şahitlikleri kabul edilir meselesi arasında, bir farkın olup olmadığı
sorusuyla karşıkarşıya kalırlar.
Fethü'l-Kadir'de
fark aşağıdaki şekilde ifade edilmiştir Ancak bu haşiyeleri toparlayan İbni
Abidin'in oğlu, babası için «nakil» ifadesinin hamişte zikredilmesi ve üzerine
çizgi çekilmiş olması kendisini tereddüde sevkettlğini, ancak ibarenin
siyakından da anlaşıldığına göre bunun zikredilmesi gerektiği kanaatini
taşımaktadır. Bu nakil ifadesi İmam Muhammed ile Ebu Hanife'ye göredir; Çünkü
varisin mülkü yeni bir mülk olmakta, ancak ölüm anında murisin mülkiyetinin
mevcut olduğuna dair şahitlikle iktifa edilmektedir. Çünkü ölümü anında
mülkiyetin ona ait olmasının gereği varisine intikal etmesi, tabii bu sonuç
olarak anlaşılmaktadır. «Elinde idi» veya «Onun naibinin elinde idi.»
ifadelerinde de durum aynıdır.
Ebu Yusuf'a göre
ise, varisin mülkiyeti aslında murisin mülkiyetidir. Mülkiyetin murise ait
olduğu konusundaki şahitlik, varisin mülkü olduğuna dair şahitlik demektir. Buna
göre nakil ifadesi şahidin falan kişi öldü bu malı miras olarak bıraktı veya
buna benzer ölüm anında mülkiyetin ölen kişiye ait olduğunu ifade eden veya
elinde olduğunu ifade eden veya onun yerine kaim olan bir kişinin elinde
bulunduğunu ifade eden ifadeyi kullanmalarıdır. Varis, miras yoluyla kendisine
intikal eden o malın murisine ait olduğunu ispatlaması halinde, hemen onun
lehinde hüküm verilecek demek değildir. Zaten ihtilaf noktası da
budur.
Sağ olan bir kişi
için durum bunun hilafınadır. Çünkü henüz hayatta olan kişi o malın kendisine
ait olduğunu, eskiden onun mülkü olduğunu isbat etmesi halinde, onu iptal edici
bir husus olmadığından istishap yoluyla mülkiyetin devam ettiği istikametinde
hüküm verilebilir. Bununla da iki mesele arasındaki fark ortaya çıkmış
olur.
«Miras konusunda
ilh...» Yani varis, başkasının elinde olan bir malın babasından miras olarak
kendisine intikal ettiğini iddia etse ve bu konuda iki şahit getirse, şahitler
de, «Evet, bu mal onun babasının idi.» deseler, varis lehinde hüküm verilmez. Ta
ki, «Öldüğü zaman mülkiyeti babasına aitti. murisine aitti.» şeklinde bir
ifadede bulunmaları gerekir.
«Ölümü esnasında
ilh...» Bu kayda da gerek vardır. Hatta bu kaydı yukarda saymış olduğu üç
meselenin hemen akabinde zikretmesi gerekirdi.
«Çünkü eller
ilh...» Niçin intikale gerek kalmaksızın ölen kişinin yedinde olduğuna dair
şehadetle iktifa edilmesinin bir gerekçesi olarak zikredilmektedir? Açıklaması
şöyledir: Öldüğü zaman mal elinde olacak olursa, bakılır: Eğer mülk sahibi
olarak o mal elinde bulunuyorsa, durum açıktır. İzaha gerek yoktur. Çünkü bu
durum onun mülkiyetinin sabit olduğunu isbat edici mahiyettedir veya varise
intikali için yeterli bir gerekçedir. Çünkü varise intikali için ölümü esnasında
mülkiyetin ölen kişiye ait olması yeterlidir. Nitekim şahitlerin mülkiyetin ona
ait olduğu konusunda şahitlik yapmalarında yelerli olduğu
gibi.
Eğer eli bir emanet
eli ise hüküm yine aynıdır. Çünkü ölüm esnasında emanet olarak elinde
bulundurduğu mal, eğer kime ait olduğunu söylemeden vefat etmiş ise, o malın
korunmasını terk ettiği, sahibinin kim olduğunu söylemediği için ödeme
sorumluluğunu taşımakta, dolayısıyla mülkiyet, emanet mülkiyetten hakiki
mülkiyete dönüşmektedir. Ödeme sorumluluğunu üstlenen kişi, o mola malik olmuş
sayılır. Durum böyle olunca o andan itibaren o maldaki mülkiyetin ona ait olduğu
sabit olmuş olur.
Onun yerine kaim
olanın elinde olması meselesine gerekçe zikretmedik. Sebebi de açıktır. Çünkü
onun makamına kaim olan kişinin eli onun eli demektir. Mülkiyetin ölüm esnasında
ona ait olduğu ve varislerine intikal şeklini isbata gerek kalmamaktadır. Onun
için yukardaki gerekçe ile iktifa etmiş, çünkü o buna bir işaret mesabesinde
kabul edilmiştir.
«İntikal sebebiyle
birlikte varis olmanın sebebi de açıklanmalıdır ilh...» Fetih'te bu konuda şöyle
denmektedir: «Ölen kişi ile varisinin nesebi zikredilmeli, belirli bir noktada
karşılaştıkları anlaşılıncaya kadar bu duruma devam edilmeli ve varis olma
sebebi de açıklanmalıdır.»
Varis hakkında
babası, annesi ve çocuğudur diye zikredilmesi şart mıdır sorusuna cevap olarak
da, «şart olduğu bir kavle göre kabul edilmiştir. Fetva ise şart olmadığı
istikametindedir. Başkalarıyla mirastan mahrum edilmeyen, hiçbir surette
hacbedilmeyen kişilerin durumu da aynıdır. Oğlunun oğlu, oğlunun kızı gibi
konularda muhakkak ki şahitliğe gerek vardır. Yine, «Bu onun mevlasıdır. Onu
azad etmişti. Dolayısıyla onun varisidir.» şeklinde şahitliğe de gerek
duyulmaktadır. Bu şort ne metinde ne de şerhte zikredilmemiştir. Zahiri ifadeden
anlaşıldığına göre intikalin üçüncü şartla beraber zikredilmesi, bu şartın
zikrine hacet bırakmamakta, ona ihtiyaç
hissettirmemektedir.
«Varis olma
sebebini de açıklaması gerekir ilh...» Mesela bu onun öz kardeşidir, baba bir
kardeşidir veya anne bir kardeşidir diye varis oluş sebebini açıklaması
gerekmektedir.
«Öz kardeşidir
ilh...» Bezzaziye'den naklen Bahır isimli eserde şöyle denilmektedir: «Şahitler,
şu kimse ölenin oğludur deseler, varisi olduğunu söylemeseler, sahih olan görüşe
göre bu ifade yeterlidir. Aynen bu onun babasıdır veya annesidir demeleriyle
iktifa edildiği gibi.
«Ölenin amcası
olduğu iddia edildiği taktirde, davanın bu konuda sahih ve geçerli olabilmesi
için, amcanın hangi yönden amca olduğunun açıklanması şarttır. Mesela öz
amcasıdır, babasıyla babadan kardeş amcadır veya babasıyla anne kardeş amcasıdır
şeklinde tefsire gerek duyulmaktadır. Ayrıca bunlara ek olarak «Bu da onun
varisidir.» demeleri gerekir. Varis olduğunu iddia eden kişi beyyine ikame
ettiği taktirde, şahitlerin ölen kişinin nesebi ile varisi olan kişinin nesebini
sayarak bir babada birleşinceye kadar bu neseb silsilesini devam ettirmeleri
gerekir. Kardeş ve dedede de durum aynı olmaktadır.»
«Başka bir varisi
olduğunu da ilh...» Fethü'l-Kadir'de şöyle denilir:«Şahitler malın murise ait
olduğuna, şu kimseye miras olarak bıraktığına şahitlik etseler, fakat «Ondan
başka varisi olduğunu bilmiyoruz.» demeseler, bakılır: Eğer bazı hallerde varis
olupta bazı hallerde mirastan mahrum olan kişilerden biri ise, başkalarının
varlığı ile bir hakkı olmama ihtimaline binaen, onun lehinde hüküm verilmemesi,
mahkemenin sonuçlanmaması gerekir. Hatta bütün hallerde varis olsa da hakimin
ihtiyatlı hareket ederek belirli bir müddet beklemesi gerekmektedir. Eğer başka
varisler varsa, bu süre içinde ortaya çıkar. Hakimin beklemesi de başka
varisinin olup olmadığını tesbit etmek içindir.»
Bu notları derleyen
İbni Abidin'in oğlu, babasının bu hususta tereddüde düştüğünü ve bu konuyla
ilgili bölümleri nokta ile işaretlediği Fethü'l-Kadir nüshasındaki ifadelerin
değişik yorumlara sebeb olduğu kanaatiyle bu konuya açıklık getirmediğini, başka
nüshalara bakılarak sonuca varılmasının gerekli olduğuna da işaret
etmektedir.
Eğer varisin
değişik miktarlarla varis olduğu anlaşılırsa, en az alabileceği miktar kendisine
verilir. Mesela koca için en az miktar dörtte bir, karı için en az miktar
sekizde birdir. Ancak varisler «Başka bir varisi olduğunu bilmiyoruz.» ifadesini
ekleyecek olurlarsa, o durumda kocaya yarı, karıya da dörtte bir olan en yüksek
payları verilir.
İmam Muhammed der
ki: (Bu aynı zamanda Ebu Hanife'den de bir rivayettir) : «En yüksek payları ne
ise, onu alırlar » Ancak birinci görüş delil açısından daha kuvvetli görülmekte
Zahirur Rivayede de o görüş yer almaktadır.
Ayrıca sahibeyne
göre hakim kendisine yüksek payını verdiği kişiden kefil alır. Eğer, «Başka
varisi olduğunu bilmiyoruz.)» demişlerse, Ebu Hanife'ye göre bu kadarıyla iktifa
edilir. Kefile gerek yoktur. Sahibeynin görüşü ise bunun hilafınadır. Mesele
şehadet babından öncede geçmiş idi. Edebül-Kadının elli altıncı bölümünde
meseleyi üç kısma ayırarak zikretmişti. Oraya müracaat edilmesi
gerekir.
Gerçi bu meseleleri
Bahır sahibi özetlemeye çalışmıştır. Fakat meseleye tam açıklık getirmemiş,
özetlemesi meseleyi daha da anlaşılmaz hale getirmiştir.
Yine yukarda
geçtiği gibi, varis eğer başkasının varlığı ile mirastan tamamen mahrum ediliyor
ise, bu şartın zikredilmesi gerekir. Eğer başkasının varlığı ile alacağı pay
azalıyor ise, en yüksek payı olabilmesi için yine bunun zikredilmesi
gerekmektedir. Her halükarda varis olup başkasının varlığıyla hissesi
düşürülmeyen, azalmayan biri ise, anında hüküm verilebilmesi için zikredilmesi
de şarttır. Beklemeye, tereddüde gerek yoktur.
«Sebebi bizzat
görmediği için ilh...» Şahidin ölen kişiye muasır olması ve ölümü hakkında kesin
bilgiye sahip olması gerekir. Aksi halde görmediği bir sebebe şahitlik etmiş
olur ki muteber olmaz. Ayrıca mülkiyete dair şahitliğin başkasında duyma yoluyla
ifa edilmesi caiz olmaz. Fetih.
«Ölen kişinin
isminin zikredilmesi şart değildir ilh...» Hatta şahitlerin varisin ölenin
babasının babası (dedesi) olduğunu ve onun varisi olduğunu söylemeleri
yeterlidir. Ölünün kim olduğu konusunu ismen zikretmelerine gerek yoktur. Bu
şekilde ikame edilen beyyine kabul edilir. Bezzaziye.
«Bir aydan beri sağ
olan bir kişinin elindedir şeklinde şehadet etmeleri halinde kabul edilmez
ilh...» Ebu Yusuf'tan bir rivayete göre, bu da kabul edilir.
«Sağ olan kişinin
elinde ilh...» Çünkü onun elinde mülkiyet olarak bulunması ihtimali olduğu gibi,
emanet olarak bulunma ihtimali de mevcuttur. Eğer elinde emanet olarak
bulunuyorsa, emanet olarak devam eder. Onun aksini isbat edici bir durum
olmadığı müddetçe eski durum devam etmiş veya devam eder kabul
edilir.
Ama ölmüş kişi
hakkındaki durum. yukarda do belirtildiği gibi, değişik olabilir. Çünkü elinde
olan emanet de olsa, kime ait olduğunu belirtmeden ölmesi halinde, o malı ödeme
sorumluluğunu taşıdığından onun mülkü şekline dönüşmüş
sayılır.
«Onun mülkü idi
deseler ilh...» Müddai, başkasının elinde bulunan bir malda mülkiyet iddiasında
bulunsa, şahitler de bunun müddaiye alt olduğu konusunda şahitlik yapsalar,
«Onun mülkü idi.» deseler, mahkeme onun lehinde karar verir. Hatta bu konuda,
«Şu ana kadar onun mülkü.» demeseler de durum
değişmemektedir.
Bu mesele ile
yukardaki mesele arasında, yani bu ölen kişinin mülkü idi demeleri meselesi
arasındaki fark şudur: Orada öldüğü an onun mülkü idi şeklinde şahitlik
yapmazlarsa, beyyine kabul edilmezdi. Onun için aradaki fark, Fethü'l-Kadir'de
şöyle belirtilmiştir: «Şahitler ölüm anında mülkiyetin ona ait olduğu konusunda
nassan bir ifadede bulunmazlarsa, mülkiyetin ölen kişiye sabit olması istishap
yoluyladır. Bu yolla sabit olan ancak eskinin devamı için huccet kabul edilir.
Yeni bir hükmün isbatı için geçerli değildir. Onun isbatına varis hakkında
ihtiyaç vardır. Ama başkasının elinde olan bir malda hak iddia edenin durumu ise
bunun hilafınadır. Çünkü istishapla sabit olan onun mülkünün devamıdır,
yenilenmesi değildir.»
«Onun mülkü olduğu
hakkında davalının ikrarı olduğuna dair şahitlik etmeleri gerekir ilh...» Bu
durumda sağ olan kişinin elinde idi veya onun mülkü idi demeleri gerekir. İkinci
ifade ile iktifa eden eserler meseleye tam açıklık getirmemiş
sayılırlar.
«İddia edene
verilir ilh...» Uygun olan, malın kendisine ait olduğunu söyleyen kişiye
verilmesidir, şeklinde olmasıdır. Bahır'da «Ona verilir.» denilmiş, mülkün ona
ait olduğu hususunda ikrardır denilmemiştir. Çünkü eğer mülkiyetin ona ait
olduğuna dair beyyine getirilse kabul edilir. Yani elinde olduğuna dair veya
aleyhinde getirilen şahitlik meselelerinde durum yukardaki gibidir. Çünkü bu iki
mesele, Kenz isimli eserde mülkiyete dair şehadet meselesi zikredilmeksizin yer
almıştır.
«Elinde olmanın
sebeplerinin değişik olmasından dolayı ilh...» Çünkü belki mal, iddia edenindi,
fakat ondan satın almış olabilir, başka sebeplerle de
bulunabilir.
«Bin lira olacaklı
olduğunu iddia eden kişiye iki şahit evet alacaklıdır deseler ilh...» Fakat
bunlardan biri «Beşyüzünü ödemişti.» diye şahitliği devam ettirse, mahkeme
ikinci bir şahit getirilmeden bin liranın devam ettiği konusunda hüküm verir.
Ancak beşyüz lirayı ödediğini bilen şahidin, karşı taraf ikrarda bulunmadıkça,
bin lira borçlu olduğu konusunda şahitlikte bulunmaması gerekir. Çünkü müddainin
beşyüz lirayı aldığını söylememesi halinde, ikrarda bulunmaması halinde şahidin
hala bin lira borçlu olduğunu söylemesi, davalıya bir zulümdür. En azından
müddainin ona yapmış olduğu zulme yardımcı olmaktır. Kenz'in ibaresindeki
«gereklidir» ifadesinden maksat. vaciptir, bu konuda şahitlik yapması helal
olmaz, demektir. Bahır.
«Davacı eğer
çalınan ineğin rengini zikretmemiş ise ilh...» Fetih isimli eserde, «Eğer davacı
'ineğin rengini belirler, şahitlerden biri de «siyahtı» derse, yani davacının
iddia ettiği rengin dışında bir renk ifadesinde bulunursa, hırsız olduğu
söylenen kişinin, ittifakla eli kesilmez.» denilmiştir.
«Mutlak bir şekilde
veya toptan ilh...» Birinci ifadeye gelince, mutlak bir şekilde ifadesi,
mukayyet bir şekilde ifadesinden daha fazla olduğunu ifade eder. ikincisinde
ise, dava ile şahitliğin biri biriyle tearuz ettiği görülür. Çünkü peyder pey
ödeme ile toptan ödeme arasında fark bulunmaktadır.
«Mücerret sebebinin
zikredilmesi yeterlidir ilh...» Makdisî de bu görüşü
desteklemiştir.
Ben derim ki:
Nuru'I-Ayn isimli eserde de aynı ifadeler yer almakta ve devamla şöyle
denmektedir: «Birinci görüş, yani ölen kişinin borcu hakkında, öldüğünde borç
zimmetinde sabitti şeklinde acık bir ifade de bulunmadıkça, hüküm sabit olmaz,
diyen görüş zayıf bir görüştür. ölen kişi hakkında ihtiyata baş vurulması
gerekir. Bu da karşı tarafın beyyine ile birlikte yemin etmesidir. Ancak böyle
bir ihtiyata baş vurmak diğer bir ihtiyatı terk etmek demek olur. Beyyine
getirmesine rağmen yemin etmeyen kişi, alacaklı olmasına rağmen yeminden vaz
geçebilir. Dolayısıyla ölen kişi borçlu olarak ölmüş ve borcuna onun cennete
girmesine engel olabilir. Ayrıca insanların haklarının zayi olmasına kimsenin
yardımcı olmaması gerekir.»
«Bir kimse geçmişte
mülkiyetin kendisine ait olduğunu iddia etse ilh...» Yani bu malın mülkiyeti
bana aitti dese, şahitler de o onda ona ait olduğunu söyleseler, bu şahitlik
kabul edilmez
«Yine şahitler
geçmişle mülkiyet ona aitti deseler ilh...» Şahitlik kabul edilmez. Çünkü
müddainin mülkiyeti geçmişe izafe etmesi, o anda mülkiyetin kendisine ait
olmadığını itiraf mesabesindedir. Şahitlerin durumu bunun hilafınadır. Şahitler
mülkiyetin geçmişte ona ait olduğunu söyleseler, durum farklıdır. Çünkü onların
mülkiyetin ona ait olduğunu söylemeleri, sonuçta mülkiyetin ona ait olmadığı
konusunda bir duruma delalet etmez. Çünkü onlar mülkiyetinin devam edip
etmediğini bilemezler. Ancak bu konuda istishap yoluyla devam ettiği kabul
edilebilir. Bu durumla bu mesele ile yukarıdaki mülkiyetin ona ait olduğu
konusunda şahitlik yapsalar meselesi arasındaki fark belirmiş
olmaktadır.
ÖNEMLİ BİR MESELE:
Müddai, «Hududları belirli ve yazılı olan arsa ve evin mülkiyeti benimdir.»
dese, şahitler de «Hududu bu dosyada yazılı bulunan evin ona ait olduğuna
şahitlik ederiz.» deseler, hem dava sahih, hem de şahitlik sahihtir. Keza şu
senette yazılı olan miktarın zimmetinde borç olduğu konusunda şahitler şahitlik
yapsalar, yine kabul, edilir. Buradaki esas mana, şahitler hakkında niza olunan
bir malın mülkiyeti konusunda şahitlik yapsalar, hasımlar da hakkında şahitlik
yapılan o mal aramızda niza konusu olan maldır diyerek birbirini tasdik etseler,
evin aslı konusunda şehadetin kabul edilmesi gerekir. Hatta hudutları
zikredilmese de. Çünkü evin aslı konusunda nizaa götürücü bir cehalet söz konusu
olmamaktadır. Camiü'l-Fusuleyin, yedinci faslın sonu.
Şehadet üzerine
şehadet
METİN
Sahih olan görüşe
göre, her hakta, istihsanen meseleler artsada şehadet üzerine şehadet kabul
edilir. Ancak hudud ve kısasta kabul edilmez. Çünkü hudud ve kısas şüphe ile
sakit olan hususlardandır.
Başkasını şahit
gösterme, yani şahitleri yedek şahitlere şahitliklerini aktarmaları, mutlak bir
şekilde caizdir. Fakat şartları tahakkuk etmedikçe, kabul edilmez. Asıl olan
şahidin ölümü sebebiyle hazır olamaması bu şartların başında
gelmektedir.
Kuhistanî'nin
Nihaye'nin Kaza bahsinden naklettiği ifade, tartışılan bir ifadedir. Onu
Haniye'den naklettiğini söylemektedir. Hatadır. Doğrusu buradaki
husustur.
Yine özürlerden
biri de, asıl şahidin hasra olması veya uzun bir yolculuğa çıkmış olmasıdır. Ebu
Yusuf, birinci asıl şahidin evinde geceleme imkanı olmamasını mazeret olarak
kabul etmiş, başka birine şahitliğini aktarabileceğine cevaz vermiştir. Bu
görüşü de birçok kişiler istihsanen kabul etmişlerdir. Kuhistanî ve Siraciye
isimli eserlerde de fetvanın bu görüşe göre olduğu söylenmiş, musannıf da bunu
kabullenmiştir.
Yine özürlerden
biri de, erkekler arasınâ çıkmayan bir kadının durumudur. Bu, her ne kadar kendi
ihtiyacı ve zaman zaman banyoya gitmek için evinden çıksa da mahkemeye
gidemeyeceği konusundaki durumu onun için bir mazeret sayılmakta, dolayısıyla
şahitliğini bir başkasına aktarmasına izin verilmektedir.
Kınye.
Yine adı gecen
eserde, «Sultan ve emirin başkasını yerine şahit göndermesine cevaz yoktur.»
denmiştir. Hapiste olan kişinin bölgesinin dışındaki bir hakim nezdinde şahitlik
yapması gerektiğinde, başkasını yerine şahit olarak gönderebilir mi sorusuna
musannıf vekalet bahsinde «Evet, gönderebilir.» şeklinde cevap
vermiştir.
Bütün bu
mazeretlerin feri şahitlerin kadı nezdinde şahitlik yapmaları esnasında
bulunması şartına bağlanmıştır. Çünkü şahitliği başkasına aktarma konusuna
mutlak bir cevaz vardır. Ancak şahitlik başkasına aktarıldığı taktirde feri
şahitlerin şehadetiyle hüküm verilmesi anında asıl şahitlerde bu mazeretlerin
bulunması şarttır.
Aynca her asli
şahitten şahitliği yüklenen kişilerin şehadet nisabına baliğ olmaları, bir erkek
iki kadın olmaları şartı da getirilmiştir. Bu konuda Havî'de söylenenlerin hata
olduğu da söylenmiştir. Hatta asıl şahitlerden biri kadın da olsa, onun yerine
feri şahidin iki erkek veya bir erkek iki kadın olması şartı
getirilmiştir.
Feri şahitlerin her
iki şahit için ayrı ayrı kimseler olması şartı yoktur. Aynı iki feri şahidin
şahitlerden ayrı ayrı şehadeti üstlenebilmelerine izin verilmiştir. Şafiin
görüşü bunun hilafınadır.
Bu şehadetin
başkasına aktarılmasının keyfiyeti ise, asıl olan şahit, feri olan şahide
hitapla, oğlu da olsa, «Benim şu şehadetime şahit ol ki ben şu şu şu konularda
şahitlik ederim» demesi şeklindedir. Feri şahidin bu konuda susması yeterlidir.
Ama, «Ben bu şahitliği kabul etmiyorum. Bunu eda edemem.» şeklinde açık cevabı
ile asıl şahidin buna şehadeti yüklediği kabul edilmez.
Kınye.
Bir kimsenin
kendisine göre adil olmadığı kanaatine vardığı şahidin şehadetini üstlenmesi
doğru olmaz. Feri şahitte mahkemede şahitliği eda ederken, «şehadet ederim ki
falan kişi şu konuda şahadetine beni şahit kıldı ve benim bu şehadetim
istikametimde sen şahit ol dedi.» diyerek şehadet eder.
Bu ifadenin daha
özlü bir şekli: «Benim şu konudaki şehadetime şahit ol dedi. Ben de onun
şehadetine şahitlik ediyorum.» ifadesiyle iktifa edilir. Serahsi'nin fetvası bu
istikamettedir. İbni Kemal de bu görüşü benimsemiştir. Sahih olan da budur.
Nitekim Kuhistanî, Zahidî'den bu şekilde nakletmiştir.
Feri şahidin asıl
şahidi tezkiye etmesi yeterlidir. Eğer feri şahitler de adil kişilerse. Aksi
halde her birinin ayrı ayrı teskiye edilmeleri, adil oldukları konusunda
başkaları tarafından mahkemeye bildirilmeleri şarttır.
Şahitlerden birinin
diğerini teskiye etmesi de kabul edilir. Sahih olan görüş te budur. Çünkü adil
olan kişi, adil olduğu taktirde, böyle bir teskiyede töhmet altında
kalmaz.
Feri şahit, asıl
şahit hakkında sükut edecek olursa, hakim durumunu araştırır. Yine «Onun
hakkında bir şey bilmiyorum.» demesi halinde, sahih olan görüşe göre, Kadı'nın
araştırması gerekir. Şurunbulaliye. Şerhi Mecma.
Yine «O adil
değildir.» diyecek olursa, Kuhustanî'nin Muhit'ten naklettiği hükme göre durum
aynı olmaktadır.
Feri şahitlerin
şehadeti, asıl şahitlerin onları şehadetten men etmeleriyle sahih olan kavle
göre, batıl olur. Hülasa. Bunun aksi metinde gelecektir. Yine, feri şahitlerin
henüz şahitliklerini yapmadan önce, asıl şahitlerin şahitlik ehliyetinden
çıkmaları ile de feri şahitlerin şahitliği hükümsüz olur.
Mesela asıl
şahitlerin fasık olmalarını gerektiren herhangi bir harekette bulunmaları,
dillerinin tutulması, gözlerinin kapanması gibi durumlar buna
örnektir.
Yine asıl
şahitlerin şahitlik konusunu inkar etmeleri ile de feri şahitlerin şahitlikleri
hükümsüz kalır. Mesela asıl şahitlerin feri şahitlere aktardıkları şahitlik
konusunda, «Bizim bu konuda hiçbir şahitliğimiz yoktur» veya «Biz onları şahit
olarak tayin etmedi.» veya «Evet biz onları şahit tayin etmiştik, ama o konuda
hata etmişiz. Bu konudaki bilgilerimiz doğru değildir.» gibi ifadeleriyle asıl
şahitlerin feri şahitlere aktarmış oldukları şehadet, hükümsüz kalır. Ama asıl
şahitler bu konuda sorulurlar. Onlar da sükut ederek hiçbir cevap vermezlerse,
feri şahitlerin şahitliği kabul edilir. Hülasa.
İki feri şahit, iki
asıl şahidin falan kızı falanın falan olduğu konusundaki şehadetlerini üstlenip
diğer bir mahkemede şahitlik yapmak üzere mahkemeye gelseler ve hakime o kadının
kim olduğu konusunda bize asıl şahitler haber verdiler deseler, müddai de
mahkemeye feri şahitlerin tanımadıkları bir kadın getirse ve o olduğunu iddia
etse, müddaiden kadının o olduğuna dair iki şahit getirmesi istenir. Hatta bu
konuda kadın ikrarda bulunsa dahi, yine iki şahit getirmek
mecburiyetindedir.
Hakimin hakime
yazmış olduğu yazı konusunda hükmi kitap dediğimiz husus do bunun gibidir. Ki,
bu da hakimin hakime nezdinde yapılan şahitlikle ilgili yazısıdır. Bu da
şahitlik üzerine şahitlik gibidir. Binaenaleyh müddai, şahitlerin tanımadığı bir
erkeği mahkemeye getirse, o kimsenin o olduğuna dair beyyine getirmekle
mükelleftir. Hatta getirilen erkek o olduğunu ikrar etse de. Çünkü burada bir
tezvir ihtimali olabilir. Bahır.
Mahkemeye hasım
olarak getirilen kişi isim benzerliğinden dolayı getirildiği iddiasını ileri
sürse, o isimde bir başkasının bulunduğunu söylese, bunu isbat etmekle
mükelleftir. Kadıhan.
Hakimin hakime
yazmış olduğu yazı konusunda ve şahitlerin diğer şahitlerin şahitliğine
şehadetleri konusunda o Kadı'nın temimli (Temim kabilesinden) olduğunu
söylemeleri, yeterli değildir. Onu bilinebilecek, tanınabilecek bir şekilde
sülalesini en azından kabilesini. babasını, dedesini söylemeleri gerekir. Evli
olan kadını falan erkeğin karısıdır diye tanıtmaları yeterlidir. Çünkü bundan
maksat tanıtmadır, hasmın kim olduğunun tesbitidir.
Bir kimse şahitliği
üzerine bir başkasını şahit olarak tayin edip şehadeti üstlenmesini söylese,
daha sonra onu ondan men etse, bu men edişi geçerli sayılmaz. Şehadeti üstlenen
ikinci şahidin o konuda onun şahitliği üzerine şahitlik yapması caiz olur.
Dürer.
Musannıf burada bu
görüşü kabullenmiştir. Ancak yukarda Hülasa dan yapmış olduğu nakilde bunun
hilafının tercih edildiğini de söylemiş idi.
İki gayri müslim
arasında geçen bir davada şahit olan iki müslüman, şahitliklerini iki gayri
müslime aktarsalar, onların feri şahit olarak şahitlik yapmalarını isteseler, bu
şahitlik geçerli sayılmaz, kabul edilmez. Gayri müslim lehine diğer bir gayri
müslim hakkında mahkemenin kararında da durum aynıdır.
Bir kimsenin
babasının şahitliği üzerine şahitlik yapması caiz olduğu gibi, babasının verdiği
hüküm konusuna da şahitlik yapması da sahih olan görüşe göre, aynıdır. Dürer.
Ancak Mültekat'taki görüş bunun hilafınadır.
Bir kimsenin
ikrarla yalancı şahit olduğu ikinci defa mahkemede ikrar etmesi sonucu belirse
ve hata etmediğini, verdiği beyanların sehiv olmadığını, yalan beyanda
bulunduğunu bizatihi kendisi itiraf etse ve bu durum ortaya çıksa, -nitekim ibni
Kemal de bu şekilde tasavvur etmiştir. Çünkü bunun beyyine ile isbatı mümkün
olmamaktadır. Zira bu olumsuzluğa olan bir şehadettir- bu durumda kendisini
tekrar yalancı şahit olarak tanıtan kişi, halk arasında teşhir edilerek
cezalandırılır. Fetva da bu kavle göredir. Siraciye.
Adı geçen eserde bu
gibi insanların kırbaçlanacağı ve hapsedileceği bu ifadelere eklenmiştir.
Mecma.
Bahır isimli eserde
ise, «Fukuhanın sözlerinden anlaşıldığına göre hakimin bu yalancı şahit olduğunu
itiraf eden kişinin yüzünü siyaha boyayarak teşhir etmesi eğer bir yarar
sağlıyor ise. caizdir.» denmiştir.
Diğer bir rivayete
göre. «Yalancı şahittim ama yine eski şehcıdetimde ısrar ediyorum.» diyen, eski
ifadesinde hala ısrar edip fakat yalancı şahit oiduğunu itiraf eden kişi
hakkında Hanefi imamlarının icma ile kabul ettikleri husus bunun
kırbaçlanmasıdır.
Eğer tövbe etmiş,
suç işlediğini itiraf ederek yalancı şahitliği konusunda ikrara bunu sebeb
gösterecek olursa, yine ittifakla tazir cezasına
çarptırılmaz.
Fasık olan kişi
hakkında tevbe müddeti. sahih olan görüşe göre, hakimin kanaatine bırakılmıştır.
Adil, fasik veya durumu bilinmeyen kişilerin, asla şahitlikleri kabul
edilmez.
Ben derim ki:
İkinci İmam Ebu Yusuf'tan yapılan bir nakle göre, kabul edilir. Aynî'nin
beyanına göre fetva da bu kavle göre verilmiştir.
İZAH
«Çok olsa da
ilh...» Yani şahitlerin şahitlikleri üzerine ikinci feri şahitlerin şahitlik
yapabilecekleri gibi, onların şahitliğine de bir başkası, onlarınkine de bir
başkası şahitlik yapabilir. Ancak bu şahitlikte bedeliye şüphesi bulunmaktadır.
Asıl şahitlerinin ifadesi, hastalıkları sebebiyle mümkün olmadığı taktirde, bu
tür bedele gidilebilir. Ancak bu böyle değildir. Onun için de şüphe ile düşen
konularda şahitlik üzerine şahitlik kabul edilmemektedir. Nitekim şüphe ile
sakıt olan hususlarda erkeklerle birlikte kadınların şahitliği muteber kabul
edilmez.
«Hudud ve kısas
konuları hariç ilh...» Haddi gerektiren konularda şahitlik üzerine şahitlik
geçerli sayılmaz. Bu hususa şu ifade itiraz mahiyetinde kabul edilmemelidir ki o
da, şahitlerin şahitliği üzerine iki şahit, asıl şahitlerin kaziften dolayı
falan kişiye falan beldenin kadısı had vurmuştur diye şahitlik yapsalar, bu
kabul edilir. Ancak şahitliklerinin reddini gerektiren bir durum olacak olursa,
o durum bundan istisna edilmiştir. Mebsut'tan naklen Bahır'da bu şekilde ifade
edilmiş yine aynı eserde «Bunun tazir konusunda kabul edilebileceğine de bir
delil teşkil eder.» denmiştir. Bu da Ebu Yusuf'tan yapılan bir rivayettir. Ebu
Hanife'ye göre ise kabul edilmez. Kuhistani ve ihtiyar isimli eserlerde bu
şekilde beyan edilmiştir.
«Mutlak bir şekilde
ilh...» Yani asıl şahitlerin feri şahitlere şahitliklerini mutlak bir şekilde
aktarmaları caizdir. Özürleri olsun veya olmasın. Aktarmak başka bir şey, o feri
şahitlerin ikinci bir mahkemede şahitlik etmeleri halinde hüküm verilmesi başka
bir şeydir.
«Asıl şahitlerin
hazır olamama gibi bir mazeretlerinin olması şarttır ilh...» Yani feri
şahitlerin mahkemede şahitliklerinin kabul edilmesi, asıl şahitlerin mahkemeye
gelmelerine mani bir durumlarının olması şartına bağlıdır. Mesela hasta olmaları
buna bir örnektir. Ancak hastalıktan maksat mahkemeye gelip şahitlik yapamayacak
kadar hasta olmaları ile kayıtlıdır. Nitekim Hidaye'de de özellikle bu kayda yer
verilmiştir. Yolculuk da bir bakıma mazerettir. Sefer müddeti bir yerde olması
ile bu durumda kayıtlanmıştır. Fukahanın birçok Sarının ifadesinden bu
anlaşılmaktadır. Ancak Haniye ve Hidaye isimli eserlerde bu açıkça
belirtilmiştir. Yola çıkmak, evleri terketmek bu kabil bir sefer
sayılmamaktadır. Her ne kadar Kenz isimli eserde mahkemeye gelmelerine mani bir
hastalık kaydı getirmeksizin mutlak bir şekilde hasta olmaları ifadesi
kullanılmış ise de, yukarda söylediklerimiz ile kayıtlanması şarttır. Çünkü asıl
şahitlerin feri şahitlere şahitliklerini aktarmaları, onların şahitliklerine
binaen de mahkemenin karar verebilmesi, birinci asıl şahitlerin şahitliklerini
ifadan aciz olmaları kaydı şartına bağlıdır.
Kuhistanî'nin
naklettiğine göre ilh...» Bu konuda Kuhistani'nin ibaresi şöyledir: «Nihaye ve
diğer bazı muteber eserlerin Kaza bölümünde şu ifadeler yer almaktadır.» diyerek
Kuhistani ifadesine devam etmektedir: «Asıl olan şahit öldüğü taktirde, feri
şahidin şahitliği kabul edilmemektedir. Öyleyse feri şahitlerin şahitlik
yapmaları halinde ve şahitliğin mahkemece muteber sayılabilmesi için asıl
şahitlerin hayatta olmaları da şarttır.»
«Ancak bu
tartışılabilir ilh...» Kuhistanî'nin sözünü teyid eden aşağıdaki şu ifade
yerinde olsa gerektir. Asıl şahidin şahitlik ehliyetinden çıkması ileferi
şahitlerin şahitlikleri hükümsüz olur Kuhistanî bu ifadeyi Haniye'den, onun da
Nihaye'den naklettiği söylenmiştir.
«Ancak ilh...»
Kuhistanî'de böyle bir ifade bulunmamaktadır. Bu konuda hakimin hakime yazmış
olduğu yazı bölümüne bakılması, konunun aydınlanması bakımından yararlı olacağı
kanaatindeyim.
«Doğru olan
buradakidir ilh...» Dürr- ü Münteka isimli eserde şu ifadelere de yer
verilmiştir: «Bercendi ve Kuhistanî ifadelerini Hülasa'dan nakletmektedirler.
Bahır, Menih, Sirac ve diğer eserlerde de asıl şahit, şahitlik ehliyetini
kaybettiği on, mesela dili tutulması, fasit bir kişi durumuna düşmesi,
gözlerinin kapanması, delirmesi, irtidad etmesi gibi şahitliği muteber
sayılmayacak bir duruma düşmesi halinde, feri şahitlerin şahitlikleri de
hükümsüz olur. Çünkü asıl şahitler artık şahit olma ehliyetini kaybetmiş
sayılırlar. Özellikle buna dikkat edilmesi gerekir.
Halebî.
«Yine Kuhistanî'de
ilh...» Bu konudaki ibaresi fukahanın ekseriyetine göre kabul edilir. Fetva da
Muzmarat isimli eserde beyan edildiği gibi bu görüşe göredir. Ayrıca Kuhistanî
birinci görüşün Zahirur rivaye olduğunu, fetvanın da bu istikamette olduğunu
söylemiştir.
Bahır isimli eserde
yine fukuhanın şöyle dedikleri nakledilmektedir:Birinci görüş daha uygundur.
Havî'de beyan edildiği gibi, bu zahurur rivayedir. İkinci görüş ise insanlar
için daha yararlıdır. İmam Muhammed' den de nasıl olursa olsun caiz olduğu
rivayet edilmektedir. Hatta ondan bir rivayete göre asıl şahitler mahkemenin
icra edildiği mescidin bir kösesinde olsalar, feri şahitler de diğer bir
köşesinde bulunsalar. feri şahitlerin şahitliği kabul edilir. Menih ve
Bahır.
Kadının evinden
çıkmayan, erkekler arasında gezip dolaşmayan bir kadın olması hali de mahkemede
şahitlik yapmamasına bir mazerettir. Bu tür kadının şahitliğini feri şahitlere
aktarması, onun yerine feri şahitlerin şahitlik yapmaları
caizdir.
Bu konuda İmam
Pezdevi şöyle demektedir: Bu kadın bakire olsun, dul olsun, ortalıkta fazla
görülmeyen, erkeklerden yakın mahremleri dışında kimsenin göremediği kadındır.»
Ancak evinin balkonuna oturan ve yabancı erkekler tarafından görülen kadın bazı
ülkelerde olduğu gibi. yukarda beyan ettiğimiz muhaddara dediğimiz gizli,
erkeklerden uzak, yakın mahremlerinin dışında erkekler tarafından görülmeyen,
dolayısıyla şahitliğini feri şahitlere aktararak mahkemeye gitmesi onun için
mazeret sayılan bir kadın sayılmamaktadır. Hamevî.
«Şahitliği
başkasına aktarma mutlak bir şekilde caizdir ilh...» Yani şahitler hasta olsun,
sağlam olsun, şahitliklerini feri şahitlere mutlak bir şekilde aktarmaları
caizdir. Fakat mahkeme nezdinde feri şahitlerin beyanlarına dayanarak hüküm
vermek, ancak yukarda naklettiğimiz mazeretlere binaen feri şahit durumunda
olanların şahitliği kabul edilmesine bağlıdır.
Hizanetü'l-Müfti'den
naklen Bahır isimli eserde. «Kendi şehadeti üzerine başkasını şahit tayin etmesi
de caizdir. Asıl şahitler kendilerinde bir özür bulunmaksızın şahitliklerini
feri şahitlere aktarsalar, onlar henüz mahkemede şahitlik yapmadan önce, asıl
şahitlerde bir mazeret belirse, feri şahitler şahitlik yapabilirler.»
denmektedir. Benzeri ifadeler Siraciye'den naklen Menih isimli eserde de yer
almıştır.
«Havî'deki ifade
yanlıştır, hatadır ilh...» Yani Havi'de yer alan, «Kadınların feri şahitliği
kabul edilmez.» ifadesi yanlıştır. Asıl şahitlikleri kabul edilen kadınların
şahitliklerinin kabul edildiği yerlerde. fer» şahit olarak şahitlikleri kabul
edilir. Hamişte, «İki şahitten birinin şahitliği, bir erkek feri şahide
aktarılsa, diğer asıl şahit bizzat kendisi şahitlik yapsa, diğer tek feri
şahidin şahitliği geçerli sayılmaz.» denilmiştir. Fetava-yı Hindiye'de Muhiti
Serahsi'den bu şekilde nakledilmiştir.
«Her asıl şahitten
ilh...» Yani her asıl şahitten iki erkek veya bir erkek iki kadının ifadeyi
aktarması gerekir. Binaenaleyh bir kimsenin yapacağı şahitliğe on feri şahit
tayin etse, kabul edilir. Fakat başka bir şahit olmadıkça bu on şahidin
şahitliği ile hüküm verilemez. Çünkü bunlar bir şahidin şahitliğini
aktarmaktadırlar. Hizane'den naklen Bahır'da bu şekilde ifade
edilmiştir.
Bundan da
anlaşılıyor ki, bir kimse asaleten şahitliğini yapar, diğer asıl şahidin yerine
iki feri şahit bulunacak olursa, mahkeme bu şahitliği kabul eder, buna dayanarak
hüküm verebilir. Bezzaziye'de bu ifade sarih bir şekilde yer
almıştır.
Feri şahitlerin
ayrı ayrı olmaları gerekmez. Yani her asıl şahit için ikişer ikişer ayrı şahide
gerek yoktur. İki feri şahit, asıl iki şahidin şahitliklerini ayrı ayrı
üstlenebilirler.
«Asıl şahit feri
şahitlere şu konuda ben şahadet ederim der ilh...» Bu ifade ile kayıtlamıştır.
Çünkü böyle bir ifade kullanmayacak olursa, asıl şahitlerin do mücerret hadiseyi
ondan duymaları halinde şahitlik yapmalarına izin verilmez. Çünkü feri şahitler,
asıl şahitlerin naibi mesabesindedirler. Asıl şahitlerin feri şahitlere bu
görevi vermeleri, onları vekil tayin etmeleri «Benim şu konuda şahit olduğum
hususa sizde şahit olunuz.» demesi ile vaki olur. Zira, benim böyle dediğime
şahit ol sözü ile iktifa edecek olursa, caiz olmaz. Bununla iktifa edilmez.
Çünkü bu ifadenin hakkında şehadet edilen hak hakkında şahitlik olma ihtimali
vardır. Bu da karşı tarafı bir aldatmaca olabilir. Çünkü o konuda şahit olduğunu
ve şehadet edeceğini, ancak mazereti sebebiyle şahitliği onlara aktardığını
beyan etmesi gerekir. Benim şehadetim konusunda şahitlik ediniz ifadesiyle de
iktifa etse yine feri şahitlerin bu ifadeye binaen şahitlikleri kabul edilmez.
Çünkü bunun yalan yere bir emir olma ihtimali de vardır.
Şöyle ki, esas
şahit yalan söyler, «Sen de benim bu şahitliğime benzer bir şahitlik yap.»
diyebilir ve isteği de kabul edilebilir. Ancak, «Ben bunun böyle olduğuna
şehadet ederim. Sen de bu şehadetim üzerine şahitlik yap.» derse, bu ihtimaller
ortadan kalkar.
Ayrıca burada bir
başkasından bu şehadeti devralmış sonra da başkasına aktarmak istemiş olabilir.
Bunun açıklığa kavuşması için, «Ben bukonuda şahitlik ederim. Sen de aynen benim
bu şahitliğime şahitlik yap.» diye açıkça bir talebinin olması şarttır. Çünkü
mahkemenin vermiş olduğu kararla ilgili şahitlik, her ne kadar hakim tarafından
şahit olunur denmese do, bu hüküm hakkındaki şehadet kabul edilir
sahihtir.
«Feri şahitlerin
sükut etmeleri ilh...» Yani asli şahitlerin feri' şahitlerden şehadeti
üstlenmelerini istemeleri ve yukardaki şartlara riayet ederek şahitliği onlara
aktarmaları halinde, onların susmaları, daha sonra mahkemede şahitlik yapmaları
muteberdir. Çünkü asıl şahitlerin yükledikleri şehadeti açık bir ifadeyle
reddetmemişler, kabul etmeyeceklerini söylememişlerdir. Bahır'da, «Ben kabul
etmem» dese ne olur? Kınye isimli eserde, «Şahit olmaması gerekir.» denmektedir.
Hatta «Kabul etmem.» dedikten sonra o konuda şahitlik yapacak olsa kabul
edilmez.» denmiştir.
«Havi ilh...» Bahır
isimli eserde Havi'den nakledilmiş, ondan bir yaprak sonra Hizanetü'l-Müftî'den
şu ifade nakledilmiştir «Feri şahit asli şahidin adil olup olmadığını bilmese,
onun şehadetini üstlenip şahitlik etmesi konusunda ihtiyatı terk ettiği için
büyük bir hata işlemiş sayılır.» Fukahanın burada isaet etmiştir, büyük hata
işlemiştir ifadesinin, mekruhtur ifadesinden daha ağır olduğu görüşünde
olduklarına da yer verilmiştir. Ancak şarih Menar üzerine yazmış olduğu şerhte
mekruhtur ifadesinden daha açık olduğunu da söylemiştir. Benzeri bir ifadeyi
Takrir'de, Şerhi Pezdevî'de ve diğer bazı muteber eserlerde de
gördüm.
«Feri şahit der ki,
falan ilh...» Asıl şahidin ismini. babasının ve dedesinin ismini zikrederek
«Bana bu konuda şahit olduğunu söyleyerek, benim de onun şahitliğine şahit
olmamı istedi.» demesi ve asıl şahidi tanıtması şarttır.
Bahır.
«Bu söylenen kısa
ifadedîr ilh...» Uzun ifade ise, feri şahidin şöyle demesidir: «Ben şehadet
ederim ki, falan şahit falanın falanda şu kadar hakkı olduğu konusunda şahitlik
yaptı ve şahitliğine beni şahit kıldı. Benim de bu şahitliği aktarmamı istedi.
Ben do onun isteğine ve onun şahitliğine şahitlik
yaparım.»
«Serahsînin fetvası
da buna göredir ilh ..» Fetih isimli eserde fakih Ebulleys'in hocası Ebu
Cafer'in benimsedikleri görüşün de bu olduğuna yer verilmiştir. İmam Muhammed
Siyeri Kebir'inde de bu şekilde ifade etmiştir. Diğer üç mezhep imamı da bu
görüşü benimsemişlerdir.
Nakledilir ki, Ebu
Cafer zamanının fâkihleri bu noktada Ebu Cafer'e muhalefet etmişler, uzun
ifadenin kullanılmasını şart koşmuşlardır. Ebu Cafer de İmam Muhammed'in Siyeri
Kebir'ini getirerek orada olan rivayeti gösterince fakihler susmuşlar, Ebu
Cafer'in fetvasının yerinde olduğunu kabullenmişlerdir. Zahire isimli eserde,
«Bir kimse buna dayanır, bu orta ifade ile iktifa ederse, kolayı seçmiş olur.»
denmektedir.
Zahire sahibi,
«Hidaye sahibinin görüşünün Kuduri'deki ifadeyi tercih ettiğini de gösterir.»
diye sözlerine devam etmiştir. «Çünkü uzun ifadede on şin harfi bulunmakta, orta
ifadede ise beş şin harfi bulunmaktadır. Kuduri'nin ifadesi de beş şin'li olan
ifadedir, şahitliğine şehadet ederim benden şahitlik istedi gibi şinli
kelimeleri kullanmak hayli zordur. Dolayısıyla beş şin'li cümle ile iktifa
edilir.»
Bundan daha uzun,
daha kısa olana da yer verilmlştir. Ancak orta olan ifade beş şin'li olan
ifadedir. Bunu desteklemek için «Hayrul Umur Evsatuha» demiş, yani işlerin en
uygunu ortasıdır kaidesi ile bu konuyu desteklemiştir.
Kuduri
şarihlerinden Ebu Nasır elBağdadi üç şinli daha muhtasar bir ifade de
zikretmiştir. O da şudur: «Falanın falana şu kadar borcu olduğuna asıl şahit
şahit olmuş, benim de o istikamette şahit olmamı istemiştir.» Daha sonra
Kudurinin söylediklerinin daha uygun olduğunu, daha ihtiyatlı olduğunu da
sözlerine ilave etmiş, bundan sonra da şu hilafı nakletmiştir: Feri şahidin
«Bana asıl şahit bu şehadetim üzerine şahit ol dedi.» şeklindeki ifadesi, Ebu
Hanife ile İmam Muhammed'e göre şarttır. Muhakkak bunun zikredilmesi gerekir.
Eğer bunu söylemeyecek olursa, onun şehadeti gibi bir şehadeti nakletmesini
istemiş olabilir. O da doğru ve yanlış olma ihtimalini taşımaktadır. Konuda
şüphe vardır. Şahitliğinin naklini istememiş de olabilir. Şüphe ile de hüküm
sabit olmaz.
Ebu Yusuf'a göre
ise caizdir. Çünkü şahidin bu konudaki bir emri doğru olan bir ifadeye
yorumlanır. Yukardaki ihtimallere meydan vermemek gerekir. Ama zamanımız
şahitleri hakkında doğru olan, Ebu Hanife ile imam Muhammed'in görüşü
istikametinde hüküm verilmesidir. Her ne kadar onların arasında konuyu bilen,
ona hakim olan kişiler var ise de. Çünkü hüküm galibe göredir. Özellikle konu
bir kazanç sağlama konusu olabilecek olursa. Fetih'teki ifade özetle bundan
ibarettir.
Netice olarak
Fethü'l-Kadir sahibi Hidaye'deki ve Kuduri'nin şerhindeki ifadeleri benimsemiş
ve «Feri şahidin şahitliğini ifa etmesi esnasında beş şinli ifadeyi kullanması
gereklidir.» demiştir. Bu görüş, muteber eserlerimizden olan metin kitaplarında
mesela Kuduri, Kenz, Gurer, Mülteka, Islah ve Mevahibürrahman gibi eserlerde
benimsenmiştir.
«Aksi halde
hepsinin teskiyesi gerekir ilh...» Bu, Ebu Yusuf'a göredir. İmam Muhammed ise
«Kabul edilmez.» demiştir. Çünkü adalet olmaksızın şahitlik muteber değildir.
Eğer asıl şahidin adil olduğunu bilmezlerse, onun şahitliğini nakletmeleri caiz
olmaz. Nakletseler bile kabul edilmez.
Ebu Yusuf'un delili
ise, onlardan istenen kendilerine söyleneni nakletmeleridir. Asıl şahitlerin
adil olup olmadığı konusunda teskiye onların görevi değildir. Çünkü onları
bilemeyebilirler. Adil olup olmadıkları konusunun araştırılması, Kadı'nın ve
hakimin görevidir. Asıl şahit olarak mahkemede şahitlik yapsalar durum ne ise,
feri şahitlerin başkalarının şahitliğini nakletmelerinde de durum aynıdır.
Onların adil olup olmadığı konusunu araştırma hakime raci bir husustur.
Hidaye'de ve Bahır'da bu şekilde ifade edilmiştir.
Eğer feri şahitler
aslı şahitleri teskiye etmezlerse ifadesi altında bir kaç suretin bulunduğu
görülmektedir. Bunlardan birincisi, feri şahitlerin aslişahitler hakkında bir
şey söylemeden susmayı tercih etmeleridir. Burada da maksat odur. Nitekim
Hidaye'de bunu açıkça ifade etmiştir.
İkinci suret ise,
hakime, «Sana onlar konusunda bir haberimiz yoktur.» demeleridir. Bu suret
Haniye isimli eserde Şeyhan arasında ihtilaflı mesele olarak kabul edilmiştir.
Hatta kabul edilmemesinin zahirur rivaye olduğu söylenilmiştir. Hilvanî ise,
«Kabul edilir.» demiş, sahih olan görüş de bu görüş olarak kabul edilmiştir.
Gerekçe olarak da, hala birinci asli şahitlerin mestur olarak kaldıkları
söylemiştir. Çünkü bu ifade hem şahitleri cerhe, hem de onlar hakkında susmayı
tercihe ihtimali olan bir ifadedir. Şüphe ile de şahitlerin cerhi sabit
olmaz.
Meşhur olan
rivayetin görüşme göre ise, bunların bu ifadeleri, asıl şahitleri cerh
mesabesindedir. Hassaf ise görüşünü şu ifadelerle desteklemiş ve demiştir ki:
«Eğer o feri şahitler aslı şahitleri itham etseler, hakim onun şahitliğîni kabul
etmez ve ondan nakledilen şahitliği de kabul edemez.» Hassafın istirşad ettiği
mesele üçüncü şekildir. Haniye'de bu mesele zikredilmiştir. Buradaki maksat
birinci mesele olduğuna göre, şarihin sözü metindeki ifadeyi tekrar
mesabesindedir.
«Adil olan kişi
benzerini teskiye etmekle töhmet altında sayılmaz ilh...» Mesele Bahır'da bu
şekilde izah edilmiştir. İbarenin aslı Hidaye'de şöyledir: «İki şahitten biri
diğerini teskiye edecek olursa, bu teskiye kabul edilir. Ancak burada söylenmesi
gereken husus, belki onun şahitliğinin kabul edilmesi ile kendisinin
şahitliğinin reddedilmemesi gibi bir fayda da sağlanmış olur. Ancak adilin
başkasını teskiye etmesinde bir töhmet söz konusu olmadığından, onun teskiyesi
diğer adil hakkında kabul edilir.» Nihaye'de de buna benzer ifadeler
kullanılmıştır.
Netice olarak
Fetih'te, bazıları bunun caiz olmadığını söylemişlerdir. Çünkü arkadaşını
teskiye etmekle onun şehadetiyle hükmün sabit olması durumunu gerçekleştirdiği
için, töhmet altında kabul edilmiştir. Buna cevap olarak da teskiye edenin
bizatihi kendi şahitliği de, şahitliğine dayanarak hüküm verilmesi gibi menfaatı
ihtiva etmektedir. Nasıl ki onun adil olması yanında bu durum nazarı itibare
alınmıyorsa, arkadaşını teskiye etmesi durumunda da bir töhmet söz konusu
olmamaktadır.
«Feri şahidin asli
şahit hakkında susmayı tercih etmesi halinde ilh...»Hakim onun adil olup
olmadığını araştırır. Eğer asli şahidin adil olduğu ortaya çıkacak olursa, kabul
eder. Aksi halde kabul etmez. Menih.
«Kuhistani'de olan
ifadeye göre ilh...» Kuhistani'nin ifadesi aynen şöyledir: «Bu ifadede şuna
işaret edilmek istenmiştir ki, feri şahit asıl şahidin adil olmadığını söylese
veya «Durumunu bilmiyorum.» dese, şahitliği kabul edilmez. Nitekim Hassaf da
böyle demiştir. Ebu Yusuf'tan kabul edileceğine dair bir rivayet varit olmuş,
sahih olan görüşün de Hulvanî'nin ifadesine göre, bu olduğu
söylenmiştir.»
«Kuhistanî'nln
Muhit'ten naklettiğine göre ilh...» Tatarhaniye'de bu görüşün hilafı
zikredilmiş, orada böyle bir ihtilaf olduğuna da yer
verilmemiştir.
Oysa ki «Biz asli
şahidi itham ediyoruz.» gibi feri şahitlerin ifadesi olduğu taktirde, onların
şahitliği kabul edilmemektedir. Adil değildir sözlerinde hakkında bir soruşturma
yapılacağı nasıl olurda kabul ediliyor denmiştir. Hassafın bu konudaki
istişhadından anlaşıldığına göre, meselede bir hilaf
yoktur.
Bezzaziye'de ise,
«Feri şahitler asıl şahitler hakkında, «O asli şahitte bir hayır yoktur.»
deseler, onların dışındaki kişilerde onları teskiye edecek olsalar, yine kabul
edilmez. Onlardan biri cerh edildiği taktirde, yine onlara iltifat edilmez.»
denmiştir.
«Feri şahitlerin
şehadetleri birkaç hususla geçersiz sayılır ilh...» Bahır'da bunlardan biri
olarak, «Asıl şahitlerin feri şahitlerin ifadesine dayanarak mahkemenin karar
vermesinden önce mahkemeye gelmeleri halidir.» denilmiş, bu da Haniye'den
nakledilen bir ibare ile desteklenmiştir. Şöyle ki, «Feri şahitler, asıl
şahitlerin kendilerine yükledikleri şehadeti mahkemede ifa ederler ve henüz
hüküm verilmeden önce asıl şahitler mahkemeye gelecek olurlarsa, mahkeme feri
şahitlerin şehadetine dayanarak hüküm veremez.»
Ancak Bahır isimli
eserde, «Hüküm veremez ifadesinden anlaşılan, şahitlîkleri batıl olur demek
değildir. Hatta asıl şahitler ortadan kaybolsalar, mahkeme önceki şahitliğe
binaen hüküm verebilir ifadesi anlaşılmaktadır.»
denilmiştir.
«Asıllar feri
şahitlere şahit olmaları için bir istekte bulunduklarını inkar ederlerse ilh...»
Bazı kitaplarda bu ifade varit olmuştur. Şurunbulalî'nin nakline göre uygun olan
ifadenin «Şahitlik yapmalarını istemeleri» şeklinde olması gerekir. Çünkü
şahitliği inkar, «Benim bu konuda şahit olmam söz konusudur, ama ben onları
şahitlik yapmaları için tayin etmedim.» ifadesini ihtiva
etmemektedir.
Ancak şahit
olmalarını inkar ise, bunun hilafınadır Çünkü bu durumda kendisi asıl şahit
olarak şahitliği üstlenmesine rağmen, ikinci feri şahitlere onun adına şahitlik
yapmalarını istemediğini inkar söz konusudur. Bu durumda inkar ise iki türlüdür.
Açık ve zımmi olup onun için Zeylaî ve Bahır sahibi «Şahitlik yapmalarını inkar
etme» ifadesini kullanmışlar, bu ifade ile de Dürer'in Zeylaî'den naklettiği
ifadeye yapılan itiraz da kendiliğinden düşmüş olmaktadır.
Ayrıca bu ifadeye
göre, şarihin buradaki «Biz onları şahit kılmadık.» ifadesi yerinde olmayan bir
ifadedir. Çünkü bu şehadeti inkarın bir feri olmamaktadır. Zira bunun manası,
«Bizim bu konuda şahitliğimiz yoktur, onları da şahit olarak tayin etmedik.»
demektir.
«Bizim bu konuda
şahitliğimiz yok deseler ilh...» Asıl şahitler bu ifadeyi kullansalar, daha
sonra ortadan kaybolsalar veya hastalansalar, feri şahitler mahkemede gelip
şahitlik yapsalar, şahitlikleri kabul edilmez. «Biz onları şahit tayin etmiştik
fakat hata ettik, yalnış beyanda bulunduk.» gibi ifadeler de şehadeti inkar
mesabesindedir.
«Davalıya o
olduğuna dair şahit getir denir ilh...» Bu da daha önceki şahitliğin eksik
şahitlik olduğunu, başkasıyla bunun tamamlanması gerektiği meseleleri arasında
mütaala edilmektedir.
«Hatta getirilen
kadın ikrar da etse ilh...» Çünkü ondan başkası da olabilir. Kadının kendi
ifadesine burada itimad edilmemelidir. Onun için şahitlerle kadının o olduğuna
dair beyyineyle tespiti gerekli görülmüştür.
«Kadıya yazmış
olduğu mektupta ilh...» Eğer hakim diğer bir hakime «Falan ve falan benim
yanımda bir mal konusunda falan kızı falan aleyhinde şahitlik yapsalar» diye
yozsa, davacı da ikinci hakime bir kadın gelirse ve kadın da kendisinin o isimde
söylenen, tarif edilen kadın olduğunu inkar etse, onun o kadın olduğuna dair iki
şahit getirilerek isbat edilmesi gerekir. Aynen birinci meselede olduğu
gibi.
Mahkemeye bir erkek
getirildiği taktirde de durum aynıdır. Çünkü müddaiyle getirilen kişi arasında
bir anlaşma olma ihtimali, davayı saptırma şüphesi mevcuttur. Onun için
getirilen kişinin iddia edilen kişi olduğunu beyyine ile isbat etmek
gerekmektedir. Getirilen kişinin isminin uyduğunu, fakat o isimde bir başkasının
da olduğunu. esas dava açılan kişinin kendisi olmadığını beyan etmesi, beyyine
ile tespiti gerektiren bir husustur. Çünkü aleyhinde dava acılan kişinin. «Evet
bu isim bana aittir ama aynı isimde diğer kişilerde vardır.» demesiyle mahkeme
onun sözüne itimad ederek diğer sanık zanlısını mahkemeye çağırmaz. Ancak öyle
bir kişinin olduğunu ve kendisinin bu konuda, hakkında dava açılan kişi
olmadığını beyyine ile isbat etmesi gerekir.
İsbat ettiği
taktirde, hakim onu tahliye eder veya hakim gerçekten o isimde başka kişilerin
bulunduğunu bilecek olursa, beyyineye hacet kalmadan ikinci kişiyi mahkemeye
çağırabilir.
«Kadının dedesine
nisbet edilinceye kadar isim silsilesinin sayılması gerekir ilh...» Bu o zamana
ait şahitlerin tesbitinde kullanılan bir ifadedir. Belki bizim için de geçerli
tarafları olabilir. Ancak Cevhere isimli eserde, «Araplarda bir kişinin
nisbetinde kullanılan altı yol vardır. Bunlardan birisi şaab, yani halktır.
Muda, Rabia, Hamyer gibi. Bunlara şaab denmesinin sebebi olarak kabilelerinin
bunlardan ayrılması gösterilmektedir. Mesela kabile vardır Kinane gibi, Himare
vardır Kureyş gibi, Batın vardır Kusay gibi, Fahiz vardır Haşim gibi, Fasile
vardır Abbas gibi. Bunların her biri kendisinden sonra gelecek bölümleri de
ihtiva etmektedir, Ancak Şaap ve halk kelimesi bütün kabileleri içine almakta
Aymara ise batın dediğimiz birçok feri hususları içerisine almaktadır. Buna göre
yalnız Fahiz dediğimiz dedeye yapılan isnad ile iktifa edilmemesi, bu konuda
babanın mensub olduğu fasile dediğimiz kabileye de isnadı, yani kişi sayılırken
kendi ismi, babasının ismi ve dedesinin ismi üçlü bir isim olarak tanıtılması ve
taktim edilmesi gerekir.
«Esas maksat onu
tanıtmaktır ilh...» Fetih'te bu konuda şöyle denmektedir: «Şurası bir gerçektir
ki, buradaki maksat hakimin tanıyabileceği bir duruma gelmesi demek değildir.
Çünkü yüz kişilik neslini ve nesebini de saysanız, hakim onu tanımayabilir.
Burada önemli olan, kişinin diğerleriyle karıştırılmayacak derecede mahkemede
tesbit edilmesidir. Çünkü baba ve dedelerin ismiyle aynı şekilde olan kişiler
pek fazla olmamaktadır veya sanatlara. lakablara isnat edilmesi halinde, aynı
sanatla aynı lakablarla anılan kişiler pek fazla
değildir.»
Bunun içinde
Kadıhan'da nakledilen ifadeye göre eğer dedenin zikredilmesiyle tanınmayacak
olursa, onunla iktifa edilmez. Ancak Camiü'l-Fusuleyn'de üç şeyin
zikredilmesiyle şahit tarif edilmiş ve kişi tanıtılmış olur ve gerekli şartlar
yerine getirilmiş kabul edilir. Ancak lakab konusunda ise durum değişebilir.
İsimle Sakab aynı olabilir mi, olmaz mı konusunda ihtilaf edilmiştir. Üç isimden
maksat, lakab değil, adamın ismi, babasının ve dedesinin ismi veya onun sanatı
veya onun en yakın kabilesi gibi dedesine isnattır. Böyle bir isnatla iktifa
edilir denmiştir.
Bezzaziye'de bunun
aksini savunan ifadeler olduğu da yer almıştır. Hidaye isimli eserde kişinin
tanıtılmasında, «Eğer dedesinin de zikredilmesiyle bu iş tamam oluyorsa kabul
edilir. Ebu Yusuf bunun hilafınadır. Zahirür rivayede de bu görüşler yer
almıştır. Ancak bazan bir üst kabilenin zikredilmesinin dede yerine kaim olduğu
söylenmiştir. Çünkü bir üst derecedeki dede, ondan aşağı derecedeki dede yerine
kaim olabilir.
Islah isimli eserde
ise «Acemlerde sonatın zikredilmesi, araplarda fahız dediğimiz kabileye nisbet
yerine kaimdir. Çünkü onlarda neseblerinin sayılması, ve silsilenin takip
edilmesi pek söz konusu değildir.» denilmiştir. Onun için şarihin burada
tanıtılması yerine onunla başkasının paylaşabileceği bir durumun izale edilip
onun olduğu kanaati hasıl oluncaya kadar meselenin üzerinde durulması lazımdır
demesi evla idi. Bu bir kişiyle olabileceği gibi birkaç kişinin sayılmasıyla da
olabilir. Mesela kişi yalnız ismiyle ve yalnız künyesiyle meşhur olacak olursa,
mesela mezhep İmamı Ebu Hanife'nin künyesiyle meşhur olduğu gibi baba ve dedenin
zikredilmesine gerek yoktur. Ama bir kimse ismi bilinmeksizin yalnız künyesiyle
anılıyor ve bununla da kim olduğu bilinmeyecek olursa, kabul edilmez. Bilinmesi
halinde o da kabul edilir. Görülüyor ki kişinin kim olduğunun tanıtılması ve
başkasıyla aynı isimde birleştikleri konusunun izale
edilmesidir.
«Şahitler yalancı
şahitlik yaptıklarını itiraf etseler ilh...» Bu konuda erkekler ve kadınlar eşit
durumdadırlar. Bahır.
«Bu da kendisi
aleyhinde yalancı şahitliğinde bulunduğuna dair itiraf ve ikrarda bulunmasıyla
olur ilh...» Bahır isimli eser de «İkrarı ile olur kaydını.» getirmiştir. Çünkü
ikrarı olmadıkça şahitliğin yalancı şahitlik olduğuna hüküm verilemez. Bu konuda
Şeyhülislam, «Bir kimsenin öldüğü hakkında şahitlik yapmaları, daha sonra o
kimsenin diri olarak ortaya çıkması, şahitliğin yalancı şahit olduğunu
göstermeye yeterlidir.» demiştir.
Fethü'l-Kadir'de de
benzeri ifadeler yer almıştır. Remlî ise Bahır haşiyesinde bu konuyu tartışmış,
İkrar ifadesiyle Sadru Şeria'nın naklettiği bazıifadelere itiraz etmiştir. Çünkü
Sadru Şeria'nın «Bunun dışında, yani ikrarın dışında yalancı şahitliği
bilinebilir.» sözünü Remlî kabul etmemektedir. Çünkü Sadru Şeria buna örnek
olarak, «Şahitler Zeydin öldüğüne dair şahitlik etseler veya falan onu öldürdü
deseler, daha sonra Zeyd'in hayatta olduğu ortaya çıksa veya hilali gördükleri
konusunda şahitlik yapsalar, otuz gün geçmesine rağmen gök yüzünde bulut ve
görmeye mani bir durumun olmadığı halde hilal görülmese, onların şahitliklerinin
yalancı şahitlik olduğu ortaya çıkar.» demişti.
İnaye'de buna cevap
olarak, bunları nadir olaylar olduğu için zikretmemiştir. İbni Kemal de cevap
olarak, «Ölüm hakkındaki şahitliğin tesamu yoluyla yapılabileceği gibi, görme
ile de yapılabilir. Nesebde de durum aynıdır. Dolayısıyla şahitlerin, «Biz onu
ölü olarak gördük. İnsanlar onun Zeyd oğlu Amr olduğunu söylediler. Biz de bu
istikamette şahitlik yaptık.» demeleriyle yalancı şahitlik de bulundukları
söylenemez.» demiştir. Rü'yet-i hilal konusundaki şahitlik konusunda ise, daha
müsamahalı davranılabileceği söylenmiş, cevap olarakta bununla iktifa
edilmiştir.
«Bunun isbatı
mümkün değildir ilh...» Yani yalancı şahitlik yaptığının isbatı mümkün değildir.
Ama yalancı şahitlik yaptığına dair bir ikrarda bulunacak olursa, bunun isbatı
mümkün görülmektedir.
«Kendisine kırbaç
vurulacağı da eklenmiştir ilh...» Bahır isimli eserde, «Fethü'l-Kadir'de iki
imamın görüşünün tercih edildiği ve doğru olanın da bu olduğuna yer
verilmiştir.» denmiştir.
«Yüzünün siyaha
boyanarak halka teşhir edilmesi eğer bir fayda sağlıyor ise ilh...» Şarih bu
meseleyi kazif haddiyle ilgili bölümde zikretti. Ancak orada bunun hilafını
kabul etmiş ve demişti ki: Fukaha siyasetle ilgili hükümlerde devlet başkanının
bazı şeyleri yapabileceğini söylemişlerdir. Ancak hakimin yani Kadı'nın buna
yetkisi olmadığını ilave etmişlerdir. Bu ifadeden de anlaşılacağına göre,
hakimin böyle bir durum fayda sağlar, gerçek bunu gerektirir diye yüzünü
karalayıp halka teşhir etme ve bu hususta amel etme yetkisi
yoktur.
«Eğer görüşünde
israr edecek olursa ilh...» Fetih'te bu konuda şöyle denilîr: «Bilesin ki, bu
meselede iki veya üç görüşün olduğu nakledilmektedir. Eğer hala eski
şahitliğinde ısrar ederek döndüğü tesbit edilirse ki, şöyle, «Evet bu konuda
yalancı şahitliği yaptım ama ifademden dönmüyorum.» diyecek olursa, bu durumda
kendisine kırbaç vurularak tazir cezasına çarptırılması ittifakla kabul edilen
hükümlerdendir. Ama yaptığından pişmanlık duyarak tevbe yoluyla döndüğünü ifade
ederse, ittifakla buna tazir gerekmemektedir. Ama durumu bilinmeyecek olursa,
yukardaki ihtilaf caridir. Dövülür, dövülmez, yalnız teşhirle iktifa edilir veya
edilmez gibi ihtilaflar bu durumda caridir.
Diğer bir rivayete
göre, aralarında bu konuda hilaf yoktur. Meselenin cevabı ancak tevbe eden
kişiyle ilgilidir. Çünkü tazirden maksat, kişinin yaptıklarını bir daha yapmamak
üzere ibret olması için kendisine verilen, başkalarını da caydırıcı nitelik
taşıyan bir cezayla cezalandırılmasıdır. Bu Allah korkusu ile kendisinin yalancı
şahitlik yaptığını itiraf etmiş ve böylece bir daha benzerini yapmamaya
azmederek kendisini mahkemede tekzip etmiştir.
Bu konuda iki imama
verilecek cevap tevbe etmeyenler hakkındadır. Denir ki, Ebu Hanife'nin de buna
katıldığı, muhalefet etmediği görülmektedir.
«Şahitliği kabul
edilir ilh...» Kendisine hiçbir darpta bulunulmadan şahitliği kabul edilir.
Nitekim Hülasa'dan naklen Bahır'da sünnet olmamış kişiyle ilgili şahitlik konusu
anlatılırken şöyle denmektedir: «Haniye'de, «Adaletiyle bilinen bir kişi yalancı
şahitliği yapsa, durum ne olur? Ebu Yusuf'tan bir rivayete göre, şahitliği asla
kabul edilmez. Çünkü onun tevbe edip etmediği bilinmemektedir. Fakih Ebu Caferin
rivayet ettiğine göre, şahitliği kabul edilir. İtibar da bu görüşedir. Şarihin
ifadesine göre kabul edileceği, Ebu Yusuf'tan ikinci bir rivayet olduğu
istikametindedir.» denilmiştir.