08 Ekim 2012

ŞAHADET KİTABI-BEŞİNCİ BÖLÜM


FER'İ MESELELER: Şahitler bin lira alacaklı olduğuna dair birisi lehinde şahitlik etseler, bunlardan biri beşyüz lirası ödendi dese, şahitlikleri bin lira üzerinde kabul edilir. Ancak diğeri de beşyüz liranın ödendiğine dair şahitlik ederse, o zaman ödeme işi kabul edilir. Bin liradan beşyüz liranın ödendiğini bilen şahidin iddia edenin bunu ikrar edinceye kadar bu konuda şahitlik etmemesi gerekir.
Bir ineğin satıp çalındığına dair şahitlik etseler, ancak ineğin renginde ihtilafta bulunsalar, Ebu Hanife'ye göre hırsızın eli kesilir. Sahibeyne göre kesilmez. Sadru Şeria sahibeynin kavlini tercih etmiştir. Eğer bu da davayı açan kişi ineğin rengine dair bir ifadede bulunmamış ise. Zeylâi. Borçlu borcunu taksitlerle sahibine verdiğini iddia etse, şahitlerde mutlak bir şekilde veya toptan ödeme yaptığına dair şahitlik yapsalar, kabul edilmez. Vehbaniye.
Sağ olan bir kişinin aleyhinde borçlu olduğuna dair şahitlik etseler ve şu kadar borçluydu deseler, kabul edilir. Ancak hasım şahitlere borcun şu ana kadar devam edip etmediği konusunda bir soru yöneltecek olur, onlar da bilmiyoruz diye cevap verecek olurlarsa. durum değişiktir. Ölmüş kişinin borcu konusunda ise mutlak bir şekilde kabul edilmez, Ancak öldüğü zaman borçlu olarak öldü diye şahitlerin sarih bir ifade kullanmaları gerekir. Bahır.
Ben derim ki: Muinil Hükkam'daki ifade buna ters düşmektedir. Orada. «Öldüğü zaman borçlu idi ifadesine gerek kalmaksızın mücerret borçlu olduğunu ve gerekçenin beyan edilmesiyle ölen kişinin de borçlu olduğu sabit olmuş olur.» denmektedir. Ancak bu konuda ihtiyatlı hareket edilmesi daha uygun olmaktadır. Bir kimse geçmişte bir şeyin mülkiyetinin kendine ait olduğunu iddia etse, şahitlerde şu anda mülkiyetin ona alt olduğu konusunda şahitlik yapsalar, esah olan rivayete göre bu şahitlik kabul edilmez. Yine geçmişte ona ait olduğu konusunda şahitlik etmeleri, şu anda mülkiyeti ona ait olduğuna dair şahitlik kabul sayılmamaktadır. Camiü'l-Fusuleyn.
«Mutlak bir şekilde ilh...» Yani, azı veya çoğu iddia eden koca olsun, karı olsun durum değişmemektedir. Hidaye'de tashih edilen ve sahih kabul edilen görüşte bu şekildedir. Fetih isimli eserde bunun rivayete ters düştüğü iddia edilmektedir. Meselenin tamamı Şurunbulaliye'de zikredilmiştir.
«Sahibeynin görüşü bunun hilafınadır ilh...» Onlara göre, bu konudaki şahitliğin az miktar üzerindeki ittifakı geçersizdir. Çünkü bu miktarda olmaktan daha çok, akit üzerinde bir ihtilaf olmaktadır. Kıyas da bunu gerektirir. Ebu Hanife'nin delili ise, nikahta mal asıl konu değildir. Çünkü mehir zikredilmeden de nikah akti sahih olabilir. Onun için mal, nikah aktinde tali ve tabi bir şey olarak kabul edilir. Çünkü nikahta asıl olan, karı koca orasında helal olmanın ve izdivacın gerçekleşmiş olması ve erkeğin kadında temettu hakkına sahip olmasıdır. Bu hususta da ihtilaf olmamakta, dolayısıyla asıl olan bu konu, sabit kabul edilmektedir. İhtilaf tabi olan bir noktada vuku bulacak olursa, şahitlerin o az miktarda ittifak ettikleri husus, mahkemede karar noktası olmakta, hakim de o miktar mehir miktarıdır diye hüküm verebilmektedir.
«Şahitliğin sıhhatiyle ilgili ilh...» Bahır isimli eserde uzun ifadelerden sonra şu ifadelere yer vermektedir: «Bununla da anlaşılıyor ki şehadetin başka bir konuya nakli, davanın sahih olmasının şartıdır. Bazılarının vehme kapıldıkları gibi, beyyine ile hüküm vermenin şartıdır. Yalnız bu mahkemenin kararıyla ilgili bir şarttır ifadeleri bunun tersinedir. Yani, davayı açan ve varis olduğunu söyleyen kişi, «Murisim öldü, şunları bana miras olarak bıraktı.» diye davada da zikretmesi, şahitlikte zikredilmesi gerektiği gibi şarttır. Bunu zikretmemiştir, çünkü söz şahitlikle ilgilidir.)»
«Nakil ilh...» Yani mülkiyetin intikal ettiğine dair şahitlerin ifade etmeleri şartı getirilmiştir. Bu da yukarda şarihin beyan ettiği gibi, açıkça «Falan ölmüştür, miras olarak müddaiye bunları bırakmıştır.» demeleri çeklinde olmakta veya onun makamına kaim olabilecek ölmüş kişi için ölüm anında ona mülkiyet isbat eden bir ifadeyi kullanmalarıyla mümkün olacaktır. Aynca onun elinde olduğunu isbat veya onun vekilinin elinde olduğunu isbat yeterlidir. Musannıfında, «Şahitlik etmeleri halinde» ifadesi de buna işaret etmektedir. Bu, Ebu Hanife'yle İmam Muhammed'e göredir.
Ebu Yusuf'a göre ise durum değişiktir. Ebu Yusuf bunlardan hiçbirini şart koşmamaktadır. Bu ihtilaf sonucu da şu husus ortaya çıkar: Eğer şahitler, «Bu, ölmüş olan kişinin mülkü idi.» diye şahitlik yapsalar, eksik veya fazla bir şey söylemeseler. bu durumda Ebu Hanife ile İmam Muhammed aşağıda, sağ olan bir kişinin mülkü idi şeklindeki şahitlikleri kabul edilir meselesi arasında, bir farkın olup olmadığı sorusuyla karşıkarşıya kalırlar.
Fethü'l-Kadir'de fark aşağıdaki şekilde ifade edilmiştir Ancak bu haşiyeleri toparlayan İbni Abidin'in oğlu, babası için «nakil» ifadesinin hamişte zikredilmesi ve üzerine çizgi çekilmiş olması kendisini tereddüde sevkettlğini, ancak ibarenin siyakından da anlaşıldığına göre bunun zikredilmesi gerektiği kanaatini taşımaktadır. Bu nakil ifadesi İmam Muhammed ile Ebu Hanife'ye göredir; Çünkü varisin mülkü yeni bir mülk olmakta, ancak ölüm anında murisin mülkiyetinin mevcut olduğuna dair şahitlikle iktifa edilmektedir. Çünkü ölümü anında mülkiyetin ona ait olmasının gereği varisine intikal etmesi, tabii bu sonuç olarak anlaşılmaktadır. «Elinde idi» veya «Onun naibinin elinde idi.» ifadelerinde de durum aynıdır.
Ebu Yusuf'a göre ise, varisin mülkiyeti aslında murisin mülkiyetidir. Mülkiyetin murise ait olduğu konusundaki şahitlik, varisin mülkü olduğuna dair şahitlik demektir. Buna göre nakil ifadesi şahidin falan kişi öldü bu malı miras olarak bıraktı veya buna benzer ölüm anında mülkiyetin ölen kişiye ait olduğunu ifade eden veya elinde olduğunu ifade eden veya onun yerine kaim olan bir kişinin elinde bulunduğunu ifade eden ifadeyi kullanmalarıdır. Varis, miras yoluyla kendisine intikal eden o malın murisine ait olduğunu ispatlaması halinde, hemen onun lehinde hüküm verilecek demek değildir. Zaten ihtilaf noktası da budur.
Sağ olan bir kişi için durum bunun hilafınadır. Çünkü henüz hayatta olan kişi o malın kendisine ait olduğunu, eskiden onun mülkü olduğunu isbat etmesi halinde, onu iptal edici bir husus olmadığından istishap yoluyla mülkiyetin devam ettiği istikametinde hüküm verilebilir. Bununla da iki mesele arasındaki fark ortaya çıkmış olur.
«Miras konusunda ilh...» Yani varis, başkasının elinde olan bir malın babasından miras olarak kendisine intikal ettiğini iddia etse ve bu konuda iki şahit getirse, şahitler de, «Evet, bu mal onun babasının idi.» deseler, varis lehinde hüküm verilmez. Ta ki, «Öldüğü zaman mülkiyeti babasına aitti. murisine aitti.» şeklinde bir ifadede bulunmaları gerekir.
«Ölümü esnasında ilh...» Bu kayda da gerek vardır. Hatta bu kaydı yukarda saymış olduğu üç meselenin hemen akabinde zikretmesi gerekirdi.
«Çünkü eller ilh...» Niçin intikale gerek kalmaksızın ölen kişinin yedinde olduğuna dair şehadetle iktifa edilmesinin bir gerekçesi olarak zikredilmektedir? Açıklaması şöyledir: Öldüğü zaman mal elinde olacak olursa, bakılır: Eğer mülk sahibi olarak o mal elinde bulunuyorsa, durum açıktır. İzaha gerek yoktur. Çünkü bu durum onun mülkiyetinin sabit olduğunu isbat edici mahiyettedir veya varise intikali için yeterli bir gerekçedir. Çünkü varise intikali için ölümü esnasında mülkiyetin ölen kişiye ait olması yeterlidir. Nitekim şahitlerin mülkiyetin ona ait olduğu konusunda şahitlik yapmalarında yelerli olduğu gibi.
Eğer eli bir emanet eli ise hüküm yine aynıdır. Çünkü ölüm esnasında emanet olarak elinde bulundurduğu mal, eğer kime ait olduğunu söylemeden vefat etmiş ise, o malın korunmasını terk ettiği, sahibinin kim olduğunu söylemediği için ödeme sorumluluğunu taşımakta, dolayısıyla mülkiyet, emanet mülkiyetten hakiki mülkiyete dönüşmektedir. Ödeme sorumluluğunu üstlenen kişi, o mola malik olmuş sayılır. Durum böyle olunca o andan itibaren o maldaki mülkiyetin ona ait olduğu sabit olmuş olur.
Onun yerine kaim olanın elinde olması meselesine gerekçe zikretmedik. Sebebi de açıktır. Çünkü onun makamına kaim olan kişinin eli onun eli demektir. Mülkiyetin ölüm esnasında ona ait olduğu ve varislerine intikal şeklini isbata gerek kalmamaktadır. Onun için yukardaki gerekçe ile iktifa etmiş, çünkü o buna bir işaret mesabesinde kabul edilmiştir.
«İntikal sebebiyle birlikte varis olmanın sebebi de açıklanmalıdır ilh...» Fetih'te bu konuda şöyle denmektedir: «Ölen kişi ile varisinin nesebi zikredilmeli, belirli bir noktada karşılaştıkları anlaşılıncaya kadar bu duruma devam edilmeli ve varis olma sebebi de açıklanmalıdır.»
Varis hakkında babası, annesi ve çocuğudur diye zikredilmesi şart mıdır sorusuna cevap olarak da, «şart olduğu bir kavle göre kabul edilmiştir. Fetva ise şart olmadığı istikametindedir. Başkalarıyla mirastan mahrum edilmeyen, hiçbir surette hacbedilmeyen kişilerin durumu da aynıdır. Oğlunun oğlu, oğlunun kızı gibi konularda muhakkak ki şahitliğe gerek vardır. Yine, «Bu onun mevlasıdır. Onu azad etmişti. Dolayısıyla onun varisidir.» şeklinde şahitliğe de gerek duyulmaktadır. Bu şort ne metinde ne de şerhte zikredilmemiştir. Zahiri ifadeden anlaşıldığına göre intikalin üçüncü şartla beraber zikredilmesi, bu şartın zikrine hacet bırakmamakta, ona ihtiyaç hissettirmemektedir.
«Varis olma sebebini de açıklaması gerekir ilh...» Mesela bu onun öz kardeşidir, baba bir kardeşidir veya anne bir kardeşidir diye varis oluş sebebini açıklaması gerekmektedir.
«Öz kardeşidir ilh...» Bezzaziye'den naklen Bahır isimli eserde şöyle denilmektedir: «Şahitler, şu kimse ölenin oğludur deseler, varisi olduğunu söylemeseler, sahih olan görüşe göre bu ifade yeterlidir. Aynen bu onun babasıdır veya annesidir demeleriyle iktifa edildiği gibi.
«Ölenin amcası olduğu iddia edildiği taktirde, davanın bu konuda sahih ve geçerli olabilmesi için, amcanın hangi yönden amca olduğunun açıklanması şarttır. Mesela öz amcasıdır, babasıyla babadan kardeş amcadır veya babasıyla anne kardeş amcasıdır şeklinde tefsire gerek duyulmaktadır. Ayrıca bunlara ek olarak «Bu da onun varisidir.» demeleri gerekir. Varis olduğunu iddia eden kişi beyyine ikame ettiği taktirde, şahitlerin ölen kişinin nesebi ile varisi olan kişinin nesebini sayarak bir babada birleşinceye kadar bu neseb silsilesini devam ettirmeleri gerekir. Kardeş ve dedede de durum aynı olmaktadır.»
«Başka bir varisi olduğunu da ilh...» Fethü'l-Kadir'de şöyle denilir:«Şahitler malın murise ait olduğuna, şu kimseye miras olarak bıraktığına şahitlik etseler, fakat «Ondan başka varisi olduğunu bilmiyoruz.» demeseler, bakılır: Eğer bazı hallerde varis olupta bazı hallerde mirastan mahrum olan kişilerden biri ise, başkalarının varlığı ile bir hakkı olmama ihtimaline binaen, onun lehinde hüküm verilmemesi, mahkemenin sonuçlanmaması gerekir. Hatta bütün hallerde varis olsa da hakimin ihtiyatlı hareket ederek belirli bir müddet beklemesi gerekmektedir. Eğer başka varisler varsa, bu süre içinde ortaya çıkar. Hakimin beklemesi de başka varisinin olup olmadığını tesbit etmek içindir.»
Bu notları derleyen İbni Abidin'in oğlu, babasının bu hususta tereddüde düştüğünü ve bu konuyla ilgili bölümleri nokta ile işaretlediği Fethü'l-Kadir nüshasındaki ifadelerin değişik yorumlara sebeb olduğu kanaatiyle bu konuya açıklık getirmediğini, başka nüshalara bakılarak sonuca varılmasının gerekli olduğuna da işaret etmektedir.
Eğer varisin değişik miktarlarla varis olduğu anlaşılırsa, en az alabileceği miktar kendisine verilir. Mesela koca için en az miktar dörtte bir, karı için en az miktar sekizde birdir. Ancak varisler «Başka bir varisi olduğunu bilmiyoruz.» ifadesini ekleyecek olurlarsa, o durumda kocaya yarı, karıya da dörtte bir olan en yüksek payları verilir.
İmam Muhammed der ki: (Bu aynı zamanda Ebu Hanife'den de bir rivayettir) : «En yüksek payları ne ise, onu alırlar » Ancak birinci görüş delil açısından daha kuvvetli görülmekte Zahirur Rivayede de o görüş yer almaktadır.
Ayrıca sahibeyne göre hakim kendisine yüksek payını verdiği kişiden kefil alır. Eğer, «Başka varisi olduğunu bilmiyoruz.)» demişlerse, Ebu Hanife'ye göre bu kadarıyla iktifa edilir. Kefile gerek yoktur. Sahibeynin görüşü ise bunun hilafınadır. Mesele şehadet babından öncede geçmiş idi. Edebül-Kadının elli altıncı bölümünde meseleyi üç kısma ayırarak zikretmişti. Oraya müracaat edilmesi gerekir.
Gerçi bu meseleleri Bahır sahibi özetlemeye çalışmıştır. Fakat meseleye tam açıklık getirmemiş, özetlemesi meseleyi daha da anlaşılmaz hale getirmiştir.
Yine yukarda geçtiği gibi, varis eğer başkasının varlığı ile mirastan tamamen mahrum ediliyor ise, bu şartın zikredilmesi gerekir. Eğer başkasının varlığı ile alacağı pay azalıyor ise, en yüksek payı olabilmesi için yine bunun zikredilmesi gerekmektedir. Her halükarda varis olup başkasının varlığıyla hissesi düşürülmeyen, azalmayan biri ise, anında hüküm verilebilmesi için zikredilmesi de şarttır. Beklemeye, tereddüde gerek yoktur.
«Sebebi bizzat görmediği için ilh...» Şahidin ölen kişiye muasır olması ve ölümü hakkında kesin bilgiye sahip olması gerekir. Aksi halde görmediği bir sebebe şahitlik etmiş olur ki muteber olmaz. Ayrıca mülkiyete dair şahitliğin başkasında duyma yoluyla ifa edilmesi caiz olmaz. Fetih.
«Ölen kişinin isminin zikredilmesi şart değildir ilh...» Hatta şahitlerin varisin ölenin babasının babası (dedesi) olduğunu ve onun varisi olduğunu söylemeleri yeterlidir. Ölünün kim olduğu konusunu ismen zikretmelerine gerek yoktur. Bu şekilde ikame edilen beyyine kabul edilir. Bezzaziye.
«Bir aydan beri sağ olan bir kişinin elindedir şeklinde şehadet etmeleri halinde kabul edilmez ilh...» Ebu Yusuf'tan bir rivayete göre, bu da kabul edilir.
«Sağ olan kişinin elinde ilh...» Çünkü onun elinde mülkiyet olarak bulunması ihtimali olduğu gibi, emanet olarak bulunma ihtimali de mevcuttur. Eğer elinde emanet olarak bulunuyorsa, emanet olarak devam eder. Onun aksini isbat edici bir durum olmadığı müddetçe eski durum devam etmiş veya devam eder kabul edilir.
Ama ölmüş kişi hakkındaki durum. yukarda do belirtildiği gibi, değişik olabilir. Çünkü elinde olan emanet de olsa, kime ait olduğunu belirtmeden ölmesi halinde, o malı ödeme sorumluluğunu taşıdığından onun mülkü şekline dönüşmüş sayılır.
«Onun mülkü idi deseler ilh...» Müddai, başkasının elinde bulunan bir malda mülkiyet iddiasında bulunsa, şahitler de bunun müddaiye alt olduğu konusunda şahitlik yapsalar, «Onun mülkü idi.» deseler, mahkeme onun lehinde karar verir. Hatta bu konuda, «Şu ana kadar onun mülkü.» demeseler de durum değişmemektedir.
Bu mesele ile yukardaki mesele arasında, yani bu ölen kişinin mülkü idi demeleri meselesi arasındaki fark şudur: Orada öldüğü an onun mülkü idi şeklinde şahitlik yapmazlarsa, beyyine kabul edilmezdi. Onun için aradaki fark, Fethü'l-Kadir'de şöyle belirtilmiştir: «Şahitler ölüm anında mülkiyetin ona ait olduğu konusunda nassan bir ifadede bulunmazlarsa, mülkiyetin ölen kişiye sabit olması istishap yoluyladır. Bu yolla sabit olan ancak eskinin devamı için huccet kabul edilir. Yeni bir hükmün isbatı için geçerli değildir. Onun isbatına varis hakkında ihtiyaç vardır. Ama başkasının elinde olan bir malda hak iddia edenin durumu ise bunun hilafınadır. Çünkü istishapla sabit olan onun mülkünün devamıdır, yenilenmesi değildir.»
«Onun mülkü olduğu hakkında davalının ikrarı olduğuna dair şahitlik etmeleri gerekir ilh...» Bu durumda sağ olan kişinin elinde idi veya onun mülkü idi demeleri gerekir. İkinci ifade ile iktifa eden eserler meseleye tam açıklık getirmemiş sayılırlar.
«İddia edene verilir ilh...» Uygun olan, malın kendisine ait olduğunu söyleyen kişiye verilmesidir, şeklinde olmasıdır. Bahır'da «Ona verilir.» denilmiş, mülkün ona ait olduğu hususunda ikrardır denilmemiştir. Çünkü eğer mülkiyetin ona ait olduğuna dair beyyine getirilse kabul edilir. Yani elinde olduğuna dair veya aleyhinde getirilen şahitlik meselelerinde durum yukardaki gibidir. Çünkü bu iki mesele, Kenz isimli eserde mülkiyete dair şehadet meselesi zikredilmeksizin yer almıştır.
«Elinde olmanın sebeplerinin değişik olmasından dolayı ilh...» Çünkü belki mal, iddia edenindi, fakat ondan satın almış olabilir, başka sebeplerle de bulunabilir.
«Bin lira olacaklı olduğunu iddia eden kişiye iki şahit evet alacaklıdır deseler ilh...» Fakat bunlardan biri «Beşyüzünü ödemişti.» diye şahitliği devam ettirse, mahkeme ikinci bir şahit getirilmeden bin liranın devam ettiği konusunda hüküm verir. Ancak beşyüz lirayı ödediğini bilen şahidin, karşı taraf ikrarda bulunmadıkça, bin lira borçlu olduğu konusunda şahitlikte bulunmaması gerekir. Çünkü müddainin beşyüz lirayı aldığını söylememesi halinde, ikrarda bulunmaması halinde şahidin hala bin lira borçlu olduğunu söylemesi, davalıya bir zulümdür. En azından müddainin ona yapmış olduğu zulme yardımcı olmaktır. Kenz'in ibaresindeki «gereklidir» ifadesinden maksat. vaciptir, bu konuda şahitlik yapması helal olmaz, demektir. Bahır.
«Davacı eğer çalınan ineğin rengini zikretmemiş ise ilh...» Fetih isimli eserde, «Eğer davacı 'ineğin rengini belirler, şahitlerden biri de «siyahtı» derse, yani davacının iddia ettiği rengin dışında bir renk ifadesinde bulunursa, hırsız olduğu söylenen kişinin, ittifakla eli kesilmez.» denilmiştir.
«Mutlak bir şekilde veya toptan ilh...» Birinci ifadeye gelince, mutlak bir şekilde ifadesi, mukayyet bir şekilde ifadesinden daha fazla olduğunu ifade eder. ikincisinde ise, dava ile şahitliğin biri biriyle tearuz ettiği görülür. Çünkü peyder pey ödeme ile toptan ödeme arasında fark bulunmaktadır.
«Mücerret sebebinin zikredilmesi yeterlidir ilh...» Makdisî de bu görüşü desteklemiştir.
Ben derim ki: Nuru'I-Ayn isimli eserde de aynı ifadeler yer almakta ve devamla şöyle denmektedir: «Birinci görüş, yani ölen kişinin borcu hakkında, öldüğünde borç zimmetinde sabitti şeklinde acık bir ifade de bulunmadıkça, hüküm sabit olmaz, diyen görüş zayıf bir görüştür. ölen kişi hakkında ihtiyata baş vurulması gerekir. Bu da karşı tarafın beyyine ile birlikte yemin etmesidir. Ancak böyle bir ihtiyata baş vurmak diğer bir ihtiyatı terk etmek demek olur. Beyyine getirmesine rağmen yemin etmeyen kişi, alacaklı olmasına rağmen yeminden vaz geçebilir. Dolayısıyla ölen kişi borçlu olarak ölmüş ve borcuna onun cennete girmesine engel olabilir. Ayrıca insanların haklarının zayi olmasına kimsenin yardımcı olmaması gerekir.»
«Bir kimse geçmişte mülkiyetin kendisine ait olduğunu iddia etse ilh...» Yani bu malın mülkiyeti bana aitti dese, şahitler de o onda ona ait olduğunu söyleseler, bu şahitlik kabul edilmez
«Yine şahitler geçmişle mülkiyet ona aitti deseler ilh...» Şahitlik kabul edilmez. Çünkü müddainin mülkiyeti geçmişe izafe etmesi, o anda mülkiyetin kendisine ait olmadığını itiraf mesabesindedir. Şahitlerin durumu bunun hilafınadır. Şahitler mülkiyetin geçmişte ona ait olduğunu söyleseler, durum farklıdır. Çünkü onların mülkiyetin ona ait olduğunu söylemeleri, sonuçta mülkiyetin ona ait olmadığı konusunda bir duruma delalet etmez. Çünkü onlar mülkiyetinin devam edip etmediğini bilemezler. Ancak bu konuda istishap yoluyla devam ettiği kabul edilebilir. Bu durumla bu mesele ile yukarıdaki mülkiyetin ona ait olduğu konusunda şahitlik yapsalar meselesi arasındaki fark belirmiş olmaktadır.
ÖNEMLİ BİR MESELE: Müddai, «Hududları belirli ve yazılı olan arsa ve evin mülkiyeti benimdir.» dese, şahitler de «Hududu bu dosyada yazılı bulunan evin ona ait olduğuna şahitlik ederiz.» deseler, hem dava sahih, hem de şahitlik sahihtir. Keza şu senette yazılı olan miktarın zimmetinde borç olduğu konusunda şahitler şahitlik yapsalar, yine kabul, edilir. Buradaki esas mana, şahitler hakkında niza olunan bir malın mülkiyeti konusunda şahitlik yapsalar, hasımlar da hakkında şahitlik yapılan o mal aramızda niza konusu olan maldır diyerek birbirini tasdik etseler, evin aslı konusunda şehadetin kabul edilmesi gerekir. Hatta hudutları zikredilmese de. Çünkü evin aslı konusunda nizaa götürücü bir cehalet söz konusu olmamaktadır. Camiü'l-Fusuleyin, yedinci faslın sonu.
Şehadet üzerine şehadet
METİN
Sahih olan görüşe göre, her hakta, istihsanen meseleler artsada şehadet üzerine şehadet kabul edilir. Ancak hudud ve kısasta kabul edilmez. Çünkü hudud ve kısas şüphe ile sakit olan hususlardandır.
Başkasını şahit gösterme, yani şahitleri yedek şahitlere şahitliklerini aktarmaları, mutlak bir şekilde caizdir. Fakat şartları tahakkuk etmedikçe, kabul edilmez. Asıl olan şahidin ölümü sebebiyle hazır olamaması bu şartların başında gelmektedir.
Kuhistanî'nin Nihaye'nin Kaza bahsinden naklettiği ifade, tartışılan bir ifadedir. Onu Haniye'den naklettiğini söylemektedir. Hatadır. Doğrusu buradaki husustur.
Yine özürlerden biri de, asıl şahidin hasra olması veya uzun bir yolculuğa çıkmış olmasıdır. Ebu Yusuf, birinci asıl şahidin evinde geceleme imkanı olmamasını mazeret olarak kabul etmiş, başka birine şahitliğini aktarabileceğine cevaz vermiştir. Bu görüşü de birçok kişiler istihsanen kabul etmişlerdir. Kuhistanî ve Siraciye isimli eserlerde de fetvanın bu görüşe göre olduğu söylenmiş, musannıf da bunu kabullenmiştir.
Yine özürlerden biri de, erkekler arasınâ çıkmayan bir kadının durumudur. Bu, her ne kadar kendi ihtiyacı ve zaman zaman banyoya gitmek için evinden çıksa da mahkemeye gidemeyeceği konusundaki durumu onun için bir mazeret sayılmakta, dolayısıyla şahitliğini bir başkasına aktarmasına izin verilmektedir. Kınye.
Yine adı gecen eserde, «Sultan ve emirin başkasını yerine şahit göndermesine cevaz yoktur.» denmiştir. Hapiste olan kişinin bölgesinin dışındaki bir hakim nezdinde şahitlik yapması gerektiğinde, başkasını yerine şahit olarak gönderebilir mi sorusuna musannıf vekalet bahsinde «Evet, gönderebilir.» şeklinde cevap vermiştir.
Bütün bu mazeretlerin feri şahitlerin kadı nezdinde şahitlik yapmaları esnasında bulunması şartına bağlanmıştır. Çünkü şahitliği başkasına aktarma konusuna mutlak bir cevaz vardır. Ancak şahitlik başkasına aktarıldığı taktirde feri şahitlerin şehadetiyle hüküm verilmesi anında asıl şahitlerde bu mazeretlerin bulunması şarttır.
Aynca her asli şahitten şahitliği yüklenen kişilerin şehadet nisabına baliğ olmaları, bir erkek iki kadın olmaları şartı da getirilmiştir. Bu konuda Havî'de söylenenlerin hata olduğu da söylenmiştir. Hatta asıl şahitlerden biri kadın da olsa, onun yerine feri şahidin iki erkek veya bir erkek iki kadın olması şartı getirilmiştir.
Feri şahitlerin her iki şahit için ayrı ayrı kimseler olması şartı yoktur. Aynı iki feri şahidin şahitlerden ayrı ayrı şehadeti üstlenebilmelerine izin verilmiştir. Şafiin görüşü bunun hilafınadır.
Bu şehadetin başkasına aktarılmasının keyfiyeti ise, asıl olan şahit, feri olan şahide hitapla, oğlu da olsa, «Benim şu şehadetime şahit ol ki ben şu şu şu konularda şahitlik ederim» demesi şeklindedir. Feri şahidin bu konuda susması yeterlidir. Ama, «Ben bu şahitliği kabul etmiyorum. Bunu eda edemem.» şeklinde açık cevabı ile asıl şahidin buna şehadeti yüklediği kabul edilmez. Kınye.
Bir kimsenin kendisine göre adil olmadığı kanaatine vardığı şahidin şehadetini üstlenmesi doğru olmaz. Feri şahitte mahkemede şahitliği eda ederken, «şehadet ederim ki falan kişi şu konuda şahadetine beni şahit kıldı ve benim bu şehadetim istikametimde sen şahit ol dedi.» diyerek şehadet eder.
Bu ifadenin daha özlü bir şekli: «Benim şu konudaki şehadetime şahit ol dedi. Ben de onun şehadetine şahitlik ediyorum.» ifadesiyle iktifa edilir. Serahsi'nin fetvası bu istikamettedir. İbni Kemal de bu görüşü benimsemiştir. Sahih olan da budur. Nitekim Kuhistanî, Zahidî'den bu şekilde nakletmiştir.
Feri şahidin asıl şahidi tezkiye etmesi yeterlidir. Eğer feri şahitler de adil kişilerse. Aksi halde her birinin ayrı ayrı teskiye edilmeleri, adil oldukları konusunda başkaları tarafından mahkemeye bildirilmeleri şarttır.
Şahitlerden birinin diğerini teskiye etmesi de kabul edilir. Sahih olan görüş te budur. Çünkü adil olan kişi, adil olduğu taktirde, böyle bir teskiyede töhmet altında kalmaz.
Feri şahit, asıl şahit hakkında sükut edecek olursa, hakim durumunu araştırır. Yine «Onun hakkında bir şey bilmiyorum.» demesi halinde, sahih olan görüşe göre, Kadı'nın araştırması gerekir. Şurunbulaliye. Şerhi Mecma.
Yine «O adil değildir.» diyecek olursa, Kuhustanî'nin Muhit'ten naklettiği hükme göre durum aynı olmaktadır.
Feri şahitlerin şehadeti, asıl şahitlerin onları şehadetten men etmeleriyle sahih olan kavle göre, batıl olur. Hülasa. Bunun aksi metinde gelecektir. Yine, feri şahitlerin henüz şahitliklerini yapmadan önce, asıl şahitlerin şahitlik ehliyetinden çıkmaları ile de feri şahitlerin şahitliği hükümsüz olur.
Mesela asıl şahitlerin fasık olmalarını gerektiren herhangi bir harekette bulunmaları, dillerinin tutulması, gözlerinin kapanması gibi durumlar buna örnektir.
Yine asıl şahitlerin şahitlik konusunu inkar etmeleri ile de feri şahitlerin şahitlikleri hükümsüz kalır. Mesela asıl şahitlerin feri şahitlere aktardıkları şahitlik konusunda, «Bizim bu konuda hiçbir şahitliğimiz yoktur» veya «Biz onları şahit olarak tayin etmedi.» veya «Evet biz onları şahit tayin etmiştik, ama o konuda hata etmişiz. Bu konudaki bilgilerimiz doğru değildir.» gibi ifadeleriyle asıl şahitlerin feri şahitlere aktarmış oldukları şehadet, hükümsüz kalır. Ama asıl şahitler bu konuda sorulurlar. Onlar da sükut ederek hiçbir cevap vermezlerse, feri şahitlerin şahitliği kabul edilir. Hülasa.
İki feri şahit, iki asıl şahidin falan kızı falanın falan olduğu konusundaki şehadetlerini üstlenip diğer bir mahkemede şahitlik yapmak üzere mahkemeye gelseler ve hakime o kadının kim olduğu konusunda bize asıl şahitler haber verdiler deseler, müddai de mahkemeye feri şahitlerin tanımadıkları bir kadın getirse ve o olduğunu iddia etse, müddaiden kadının o olduğuna dair iki şahit getirmesi istenir. Hatta bu konuda kadın ikrarda bulunsa dahi, yine iki şahit getirmek mecburiyetindedir.
Hakimin hakime yazmış olduğu yazı konusunda hükmi kitap dediğimiz husus do bunun gibidir. Ki, bu da hakimin hakime nezdinde yapılan şahitlikle ilgili yazısıdır. Bu da şahitlik üzerine şahitlik gibidir. Binaenaleyh müddai, şahitlerin tanımadığı bir erkeği mahkemeye getirse, o kimsenin o olduğuna dair beyyine getirmekle mükelleftir. Hatta getirilen erkek o olduğunu ikrar etse de. Çünkü burada bir tezvir ihtimali olabilir. Bahır.
Mahkemeye hasım olarak getirilen kişi isim benzerliğinden dolayı getirildiği iddiasını ileri sürse, o isimde bir başkasının bulunduğunu söylese, bunu isbat etmekle mükelleftir. Kadıhan.
Hakimin hakime yazmış olduğu yazı konusunda ve şahitlerin diğer şahitlerin şahitliğine şehadetleri konusunda o Kadı'nın temimli (Temim kabilesinden) olduğunu söylemeleri, yeterli değildir. Onu bilinebilecek, tanınabilecek bir şekilde sülalesini en azından kabilesini. babasını, dedesini söylemeleri gerekir. Evli olan kadını falan erkeğin karısıdır diye tanıtmaları yeterlidir. Çünkü bundan maksat tanıtmadır, hasmın kim olduğunun tesbitidir.
Bir kimse şahitliği üzerine bir başkasını şahit olarak tayin edip şehadeti üstlenmesini söylese, daha sonra onu ondan men etse, bu men edişi geçerli sayılmaz. Şehadeti üstlenen ikinci şahidin o konuda onun şahitliği üzerine şahitlik yapması caiz olur. Dürer.
Musannıf burada bu görüşü kabullenmiştir. Ancak yukarda Hülasa dan yapmış olduğu nakilde bunun hilafının tercih edildiğini de söylemiş idi.
İki gayri müslim arasında geçen bir davada şahit olan iki müslüman, şahitliklerini iki gayri müslime aktarsalar, onların feri şahit olarak şahitlik yapmalarını isteseler, bu şahitlik geçerli sayılmaz, kabul edilmez. Gayri müslim lehine diğer bir gayri müslim hakkında mahkemenin kararında da durum aynıdır.
Bir kimsenin babasının şahitliği üzerine şahitlik yapması caiz olduğu gibi, babasının verdiği hüküm konusuna da şahitlik yapması da sahih olan görüşe göre, aynıdır. Dürer. Ancak Mültekat'taki görüş bunun hilafınadır.
Bir kimsenin ikrarla yalancı şahit olduğu ikinci defa mahkemede ikrar etmesi sonucu belirse ve hata etmediğini, verdiği beyanların sehiv olmadığını, yalan beyanda bulunduğunu bizatihi kendisi itiraf etse ve bu durum ortaya çıksa, -nitekim ibni Kemal de bu şekilde tasavvur etmiştir. Çünkü bunun beyyine ile isbatı mümkün olmamaktadır. Zira bu olumsuzluğa olan bir şehadettir- bu durumda kendisini tekrar yalancı şahit olarak tanıtan kişi, halk arasında teşhir edilerek cezalandırılır. Fetva da bu kavle göredir. Siraciye.
Adı geçen eserde bu gibi insanların kırbaçlanacağı ve hapsedileceği bu ifadelere eklenmiştir. Mecma.
Bahır isimli eserde ise, «Fukuhanın sözlerinden anlaşıldığına göre hakimin bu yalancı şahit olduğunu itiraf eden kişinin yüzünü siyaha boyayarak teşhir etmesi eğer bir yarar sağlıyor ise. caizdir.» denmiştir.
Diğer bir rivayete göre. «Yalancı şahittim ama yine eski şehcıdetimde ısrar ediyorum.» diyen, eski ifadesinde hala ısrar edip fakat yalancı şahit oiduğunu itiraf eden kişi hakkında Hanefi imamlarının icma ile kabul ettikleri husus bunun kırbaçlanmasıdır.
Eğer tövbe etmiş, suç işlediğini itiraf ederek yalancı şahitliği konusunda ikrara bunu sebeb gösterecek olursa, yine ittifakla tazir cezasına çarptırılmaz.
Fasık olan kişi hakkında tevbe müddeti. sahih olan görüşe göre, hakimin kanaatine bırakılmıştır. Adil, fasik veya durumu bilinmeyen kişilerin, asla şahitlikleri kabul edilmez.
Ben derim ki: İkinci İmam Ebu Yusuf'tan yapılan bir nakle göre, kabul edilir. Aynî'nin beyanına göre fetva da bu kavle göre verilmiştir.
İZAH
«Çok olsa da ilh...» Yani şahitlerin şahitlikleri üzerine ikinci feri şahitlerin şahitlik yapabilecekleri gibi, onların şahitliğine de bir başkası, onlarınkine de bir başkası şahitlik yapabilir. Ancak bu şahitlikte bedeliye şüphesi bulunmaktadır. Asıl şahitlerinin ifadesi, hastalıkları sebebiyle mümkün olmadığı taktirde, bu tür bedele gidilebilir. Ancak bu böyle değildir. Onun için de şüphe ile düşen konularda şahitlik üzerine şahitlik kabul edilmemektedir. Nitekim şüphe ile sakıt olan hususlarda erkeklerle birlikte kadınların şahitliği muteber kabul edilmez.
«Hudud ve kısas konuları hariç ilh...» Haddi gerektiren konularda şahitlik üzerine şahitlik geçerli sayılmaz. Bu hususa şu ifade itiraz mahiyetinde kabul edilmemelidir ki o da, şahitlerin şahitliği üzerine iki şahit, asıl şahitlerin kaziften dolayı falan kişiye falan beldenin kadısı had vurmuştur diye şahitlik yapsalar, bu kabul edilir. Ancak şahitliklerinin reddini gerektiren bir durum olacak olursa, o durum bundan istisna edilmiştir. Mebsut'tan naklen Bahır'da bu şekilde ifade edilmiş yine aynı eserde «Bunun tazir konusunda kabul edilebileceğine de bir delil teşkil eder.» denmiştir. Bu da Ebu Yusuf'tan yapılan bir rivayettir. Ebu Hanife'ye göre ise kabul edilmez. Kuhistani ve ihtiyar isimli eserlerde bu şekilde beyan edilmiştir.
«Mutlak bir şekilde ilh...» Yani asıl şahitlerin feri şahitlere şahitliklerini mutlak bir şekilde aktarmaları caizdir. Özürleri olsun veya olmasın. Aktarmak başka bir şey, o feri şahitlerin ikinci bir mahkemede şahitlik etmeleri halinde hüküm verilmesi başka bir şeydir.
«Asıl şahitlerin hazır olamama gibi bir mazeretlerinin olması şarttır ilh...» Yani feri şahitlerin mahkemede şahitliklerinin kabul edilmesi, asıl şahitlerin mahkemeye gelmelerine mani bir durumlarının olması şartına bağlıdır. Mesela hasta olmaları buna bir örnektir. Ancak hastalıktan maksat mahkemeye gelip şahitlik yapamayacak kadar hasta olmaları ile kayıtlıdır. Nitekim Hidaye'de de özellikle bu kayda yer verilmiştir. Yolculuk da bir bakıma mazerettir. Sefer müddeti bir yerde olması ile bu durumda kayıtlanmıştır. Fukahanın birçok Sarının ifadesinden bu anlaşılmaktadır. Ancak Haniye ve Hidaye isimli eserlerde bu açıkça belirtilmiştir. Yola çıkmak, evleri terketmek bu kabil bir sefer sayılmamaktadır. Her ne kadar Kenz isimli eserde mahkemeye gelmelerine mani bir hastalık kaydı getirmeksizin mutlak bir şekilde hasta olmaları ifadesi kullanılmış ise de, yukarda söylediklerimiz ile kayıtlanması şarttır. Çünkü asıl şahitlerin feri şahitlere şahitliklerini aktarmaları, onların şahitliklerine binaen de mahkemenin karar verebilmesi, birinci asıl şahitlerin şahitliklerini ifadan aciz olmaları kaydı şartına bağlıdır.
Kuhistanî'nin naklettiğine göre ilh...» Bu konuda Kuhistani'nin ibaresi şöyledir: «Nihaye ve diğer bazı muteber eserlerin Kaza bölümünde şu ifadeler yer almaktadır.» diyerek Kuhistani ifadesine devam etmektedir: «Asıl olan şahit öldüğü taktirde, feri şahidin şahitliği kabul edilmemektedir. Öyleyse feri şahitlerin şahitlik yapmaları halinde ve şahitliğin mahkemece muteber sayılabilmesi için asıl şahitlerin hayatta olmaları da şarttır.»
«Ancak bu tartışılabilir ilh...» Kuhistanî'nin sözünü teyid eden aşağıdaki şu ifade yerinde olsa gerektir. Asıl şahidin şahitlik ehliyetinden çıkması ileferi şahitlerin şahitlikleri hükümsüz olur Kuhistanî bu ifadeyi Haniye'den, onun da Nihaye'den naklettiği söylenmiştir.
«Ancak ilh...» Kuhistanî'de böyle bir ifade bulunmamaktadır. Bu konuda hakimin hakime yazmış olduğu yazı bölümüne bakılması, konunun aydınlanması bakımından yararlı olacağı kanaatindeyim.
«Doğru olan buradakidir ilh...» Dürr- ü Münteka isimli eserde şu ifadelere de yer verilmiştir: «Bercendi ve Kuhistanî ifadelerini Hülasa'dan nakletmektedirler. Bahır, Menih, Sirac ve diğer eserlerde de asıl şahit, şahitlik ehliyetini kaybettiği on, mesela dili tutulması, fasit bir kişi durumuna düşmesi, gözlerinin kapanması, delirmesi, irtidad etmesi gibi şahitliği muteber sayılmayacak bir duruma düşmesi halinde, feri şahitlerin şahitlikleri de hükümsüz olur. Çünkü asıl şahitler artık şahit olma ehliyetini kaybetmiş sayılırlar. Özellikle buna dikkat edilmesi gerekir. Halebî.
«Yine Kuhistanî'de ilh...» Bu konudaki ibaresi fukahanın ekseriyetine göre kabul edilir. Fetva da Muzmarat isimli eserde beyan edildiği gibi bu görüşe göredir. Ayrıca Kuhistanî birinci görüşün Zahirur rivaye olduğunu, fetvanın da bu istikamette olduğunu söylemiştir.
Bahır isimli eserde yine fukuhanın şöyle dedikleri nakledilmektedir:Birinci görüş daha uygundur. Havî'de beyan edildiği gibi, bu zahurur rivayedir. İkinci görüş ise insanlar için daha yararlıdır. İmam Muhammed' den de nasıl olursa olsun caiz olduğu rivayet edilmektedir. Hatta ondan bir rivayete göre asıl şahitler mahkemenin icra edildiği mescidin bir kösesinde olsalar, feri şahitler de diğer bir köşesinde bulunsalar. feri şahitlerin şahitliği kabul edilir. Menih ve Bahır.
Kadının evinden çıkmayan, erkekler arasında gezip dolaşmayan bir kadın olması hali de mahkemede şahitlik yapmamasına bir mazerettir. Bu tür kadının şahitliğini feri şahitlere aktarması, onun yerine feri şahitlerin şahitlik yapmaları caizdir.
Bu konuda İmam Pezdevi şöyle demektedir: Bu kadın bakire olsun, dul olsun, ortalıkta fazla görülmeyen, erkeklerden yakın mahremleri dışında kimsenin göremediği kadındır.» Ancak evinin balkonuna oturan ve yabancı erkekler tarafından görülen kadın bazı ülkelerde olduğu gibi. yukarda beyan ettiğimiz muhaddara dediğimiz gizli, erkeklerden uzak, yakın mahremlerinin dışında erkekler tarafından görülmeyen, dolayısıyla şahitliğini feri şahitlere aktararak mahkemeye gitmesi onun için mazeret sayılan bir kadın sayılmamaktadır. Hamevî.
«Şahitliği başkasına aktarma mutlak bir şekilde caizdir ilh...» Yani şahitler hasta olsun, sağlam olsun, şahitliklerini feri şahitlere mutlak bir şekilde aktarmaları caizdir. Fakat mahkeme nezdinde feri şahitlerin beyanlarına dayanarak hüküm vermek, ancak yukarda naklettiğimiz mazeretlere binaen feri şahit durumunda olanların şahitliği kabul edilmesine bağlıdır.
Hizanetü'l-Müfti'den naklen Bahır isimli eserde. «Kendi şehadeti üzerine başkasını şahit tayin etmesi de caizdir. Asıl şahitler kendilerinde bir özür bulunmaksızın şahitliklerini feri şahitlere aktarsalar, onlar henüz mahkemede şahitlik yapmadan önce, asıl şahitlerde bir mazeret belirse, feri şahitler şahitlik yapabilirler.» denmektedir. Benzeri ifadeler Siraciye'den naklen Menih isimli eserde de yer almıştır.
«Havî'deki ifade yanlıştır, hatadır ilh...» Yani Havi'de yer alan, «Kadınların feri şahitliği kabul edilmez.» ifadesi yanlıştır. Asıl şahitlikleri kabul edilen kadınların şahitliklerinin kabul edildiği yerlerde. fer» şahit olarak şahitlikleri kabul edilir. Hamişte, «İki şahitten birinin şahitliği, bir erkek feri şahide aktarılsa, diğer asıl şahit bizzat kendisi şahitlik yapsa, diğer tek feri şahidin şahitliği geçerli sayılmaz.» denilmiştir. Fetava-yı Hindiye'de Muhiti Serahsi'den bu şekilde nakledilmiştir.
«Her asıl şahitten ilh...» Yani her asıl şahitten iki erkek veya bir erkek iki kadının ifadeyi aktarması gerekir. Binaenaleyh bir kimsenin yapacağı şahitliğe on feri şahit tayin etse, kabul edilir. Fakat başka bir şahit olmadıkça bu on şahidin şahitliği ile hüküm verilemez. Çünkü bunlar bir şahidin şahitliğini aktarmaktadırlar. Hizane'den naklen Bahır'da bu şekilde ifade edilmiştir.
Bundan da anlaşılıyor ki, bir kimse asaleten şahitliğini yapar, diğer asıl şahidin yerine iki feri şahit bulunacak olursa, mahkeme bu şahitliği kabul eder, buna dayanarak hüküm verebilir. Bezzaziye'de bu ifade sarih bir şekilde yer almıştır.
Feri şahitlerin ayrı ayrı olmaları gerekmez. Yani her asıl şahit için ikişer ikişer ayrı şahide gerek yoktur. İki feri şahit, asıl iki şahidin şahitliklerini ayrı ayrı üstlenebilirler.
«Asıl şahit feri şahitlere şu konuda ben şahadet ederim der ilh...» Bu ifade ile kayıtlamıştır. Çünkü böyle bir ifade kullanmayacak olursa, asıl şahitlerin do mücerret hadiseyi ondan duymaları halinde şahitlik yapmalarına izin verilmez. Çünkü feri şahitler, asıl şahitlerin naibi mesabesindedirler. Asıl şahitlerin feri şahitlere bu görevi vermeleri, onları vekil tayin etmeleri «Benim şu konuda şahit olduğum hususa sizde şahit olunuz.» demesi ile vaki olur. Zira, benim böyle dediğime şahit ol sözü ile iktifa edecek olursa, caiz olmaz. Bununla iktifa edilmez. Çünkü bu ifadenin hakkında şehadet edilen hak hakkında şahitlik olma ihtimali vardır. Bu da karşı tarafı bir aldatmaca olabilir. Çünkü o konuda şahit olduğunu ve şehadet edeceğini, ancak mazereti sebebiyle şahitliği onlara aktardığını beyan etmesi gerekir. Benim şehadetim konusunda şahitlik ediniz ifadesiyle de iktifa etse yine feri şahitlerin bu ifadeye binaen şahitlikleri kabul edilmez. Çünkü bunun yalan yere bir emir olma ihtimali de vardır.
Şöyle ki, esas şahit yalan söyler, «Sen de benim bu şahitliğime benzer bir şahitlik yap.» diyebilir ve isteği de kabul edilebilir. Ancak, «Ben bunun böyle olduğuna şehadet ederim. Sen de bu şehadetim üzerine şahitlik yap.» derse, bu ihtimaller ortadan kalkar.
Ayrıca burada bir başkasından bu şehadeti devralmış sonra da başkasına aktarmak istemiş olabilir. Bunun açıklığa kavuşması için, «Ben bukonuda şahitlik ederim. Sen de aynen benim bu şahitliğime şahitlik yap.» diye açıkça bir talebinin olması şarttır. Çünkü mahkemenin vermiş olduğu kararla ilgili şahitlik, her ne kadar hakim tarafından şahit olunur denmese do, bu hüküm hakkındaki şehadet kabul edilir sahihtir.
«Feri şahitlerin sükut etmeleri ilh...» Yani asli şahitlerin feri' şahitlerden şehadeti üstlenmelerini istemeleri ve yukardaki şartlara riayet ederek şahitliği onlara aktarmaları halinde, onların susmaları, daha sonra mahkemede şahitlik yapmaları muteberdir. Çünkü asıl şahitlerin yükledikleri şehadeti açık bir ifadeyle reddetmemişler, kabul etmeyeceklerini söylememişlerdir. Bahır'da, «Ben kabul etmem» dese ne olur? Kınye isimli eserde, «Şahit olmaması gerekir.» denmektedir. Hatta «Kabul etmem.» dedikten sonra o konuda şahitlik yapacak olsa kabul edilmez.» denmiştir.
«Havi ilh...» Bahır isimli eserde Havi'den nakledilmiş, ondan bir yaprak sonra Hizanetü'l-Müftî'den şu ifade nakledilmiştir «Feri şahit asli şahidin adil olup olmadığını bilmese, onun şehadetini üstlenip şahitlik etmesi konusunda ihtiyatı terk ettiği için büyük bir hata işlemiş sayılır.» Fukahanın burada isaet etmiştir, büyük hata işlemiştir ifadesinin, mekruhtur ifadesinden daha ağır olduğu görüşünde olduklarına da yer verilmiştir. Ancak şarih Menar üzerine yazmış olduğu şerhte mekruhtur ifadesinden daha açık olduğunu da söylemiştir. Benzeri bir ifadeyi Takrir'de, Şerhi Pezdevî'de ve diğer bazı muteber eserlerde de gördüm.
«Feri şahit der ki, falan ilh...» Asıl şahidin ismini. babasının ve dedesinin ismini zikrederek «Bana bu konuda şahit olduğunu söyleyerek, benim de onun şahitliğine şahit olmamı istedi.» demesi ve asıl şahidi tanıtması şarttır. Bahır.
«Bu söylenen kısa ifadedîr ilh...» Uzun ifade ise, feri şahidin şöyle demesidir: «Ben şehadet ederim ki, falan şahit falanın falanda şu kadar hakkı olduğu konusunda şahitlik yaptı ve şahitliğine beni şahit kıldı. Benim de bu şahitliği aktarmamı istedi. Ben do onun isteğine ve onun şahitliğine şahitlik yaparım.»
«Serahsînin fetvası da buna göredir ilh ..» Fetih isimli eserde fakih Ebulleys'in hocası Ebu Cafer'in benimsedikleri görüşün de bu olduğuna yer verilmiştir. İmam Muhammed Siyeri Kebir'inde de bu şekilde ifade etmiştir. Diğer üç mezhep imamı da bu görüşü benimsemişlerdir.
Nakledilir ki, Ebu Cafer zamanının fâkihleri bu noktada Ebu Cafer'e muhalefet etmişler, uzun ifadenin kullanılmasını şart koşmuşlardır. Ebu Cafer de İmam Muhammed'in Siyeri Kebir'ini getirerek orada olan rivayeti gösterince fakihler susmuşlar, Ebu Cafer'in fetvasının yerinde olduğunu kabullenmişlerdir. Zahire isimli eserde, «Bir kimse buna dayanır, bu orta ifade ile iktifa ederse, kolayı seçmiş olur.» denmektedir.
Zahire sahibi, «Hidaye sahibinin görüşünün Kuduri'deki ifadeyi tercih ettiğini de gösterir.» diye sözlerine devam etmiştir. «Çünkü uzun ifadede on şin harfi bulunmakta, orta ifadede ise beş şin harfi bulunmaktadır. Kuduri'nin ifadesi de beş şin'li olan ifadedir, şahitliğine şehadet ederim benden şahitlik istedi gibi şinli kelimeleri kullanmak hayli zordur. Dolayısıyla beş şin'li cümle ile iktifa edilir.»
Bundan daha uzun, daha kısa olana da yer verilmlştir. Ancak orta olan ifade beş şin'li olan ifadedir. Bunu desteklemek için «Hayrul Umur Evsatuha» demiş, yani işlerin en uygunu ortasıdır kaidesi ile bu konuyu desteklemiştir.
Kuduri şarihlerinden Ebu Nasır elBağdadi üç şinli daha muhtasar bir ifade de zikretmiştir. O da şudur: «Falanın falana şu kadar borcu olduğuna asıl şahit şahit olmuş, benim de o istikamette şahit olmamı istemiştir.» Daha sonra Kudurinin söylediklerinin daha uygun olduğunu, daha ihtiyatlı olduğunu da sözlerine ilave etmiş, bundan sonra da şu hilafı nakletmiştir: Feri şahidin «Bana asıl şahit bu şehadetim üzerine şahit ol dedi.» şeklindeki ifadesi, Ebu Hanife ile İmam Muhammed'e göre şarttır. Muhakkak bunun zikredilmesi gerekir. Eğer bunu söylemeyecek olursa, onun şehadeti gibi bir şehadeti nakletmesini istemiş olabilir. O da doğru ve yanlış olma ihtimalini taşımaktadır. Konuda şüphe vardır. Şahitliğinin naklini istememiş de olabilir. Şüphe ile de hüküm sabit olmaz.
Ebu Yusuf'a göre ise caizdir. Çünkü şahidin bu konudaki bir emri doğru olan bir ifadeye yorumlanır. Yukardaki ihtimallere meydan vermemek gerekir. Ama zamanımız şahitleri hakkında doğru olan, Ebu Hanife ile imam Muhammed'in görüşü istikametinde hüküm verilmesidir. Her ne kadar onların arasında konuyu bilen, ona hakim olan kişiler var ise de. Çünkü hüküm galibe göredir. Özellikle konu bir kazanç sağlama konusu olabilecek olursa. Fetih'teki ifade özetle bundan ibarettir.
Netice olarak Fethü'l-Kadir sahibi Hidaye'deki ve Kuduri'nin şerhindeki ifadeleri benimsemiş ve «Feri şahidin şahitliğini ifa etmesi esnasında beş şinli ifadeyi kullanması gereklidir.» demiştir. Bu görüş, muteber eserlerimizden olan metin kitaplarında mesela Kuduri, Kenz, Gurer, Mülteka, Islah ve Mevahibürrahman gibi eserlerde benimsenmiştir.
«Aksi halde hepsinin teskiyesi gerekir ilh...» Bu, Ebu Yusuf'a göredir. İmam Muhammed ise «Kabul edilmez.» demiştir. Çünkü adalet olmaksızın şahitlik muteber değildir. Eğer asıl şahidin adil olduğunu bilmezlerse, onun şahitliğini nakletmeleri caiz olmaz. Nakletseler bile kabul edilmez.
Ebu Yusuf'un delili ise, onlardan istenen kendilerine söyleneni nakletmeleridir. Asıl şahitlerin adil olup olmadığı konusunda teskiye onların görevi değildir. Çünkü onları bilemeyebilirler. Adil olup olmadıkları konusunun araştırılması, Kadı'nın ve hakimin görevidir. Asıl şahit olarak mahkemede şahitlik yapsalar durum ne ise, feri şahitlerin başkalarının şahitliğini nakletmelerinde de durum aynıdır. Onların adil olup olmadığı konusunu araştırma hakime raci bir husustur. Hidaye'de ve Bahır'da bu şekilde ifade edilmiştir.
Eğer feri şahitler aslı şahitleri teskiye etmezlerse ifadesi altında bir kaç suretin bulunduğu görülmektedir. Bunlardan birincisi, feri şahitlerin aslişahitler hakkında bir şey söylemeden susmayı tercih etmeleridir. Burada da maksat odur. Nitekim Hidaye'de bunu açıkça ifade etmiştir.
İkinci suret ise, hakime, «Sana onlar konusunda bir haberimiz yoktur.» demeleridir. Bu suret Haniye isimli eserde Şeyhan arasında ihtilaflı mesele olarak kabul edilmiştir. Hatta kabul edilmemesinin zahirur rivaye olduğu söylenilmiştir. Hilvanî ise, «Kabul edilir.» demiş, sahih olan görüş de bu görüş olarak kabul edilmiştir. Gerekçe olarak da, hala birinci asli şahitlerin mestur olarak kaldıkları söylemiştir. Çünkü bu ifade hem şahitleri cerhe, hem de onlar hakkında susmayı tercihe ihtimali olan bir ifadedir. Şüphe ile de şahitlerin cerhi sabit olmaz.
Meşhur olan rivayetin görüşme göre ise, bunların bu ifadeleri, asıl şahitleri cerh mesabesindedir. Hassaf ise görüşünü şu ifadelerle desteklemiş ve demiştir ki: «Eğer o feri şahitler aslı şahitleri itham etseler, hakim onun şahitliğîni kabul etmez ve ondan nakledilen şahitliği de kabul edemez.» Hassafın istirşad ettiği mesele üçüncü şekildir. Haniye'de bu mesele zikredilmiştir. Buradaki maksat birinci mesele olduğuna göre, şarihin sözü metindeki ifadeyi tekrar mesabesindedir.
«Adil olan kişi benzerini teskiye etmekle töhmet altında sayılmaz ilh...» Mesele Bahır'da bu şekilde izah edilmiştir. İbarenin aslı Hidaye'de şöyledir: «İki şahitten biri diğerini teskiye edecek olursa, bu teskiye kabul edilir. Ancak burada söylenmesi gereken husus, belki onun şahitliğinin kabul edilmesi ile kendisinin şahitliğinin reddedilmemesi gibi bir fayda da sağlanmış olur. Ancak adilin başkasını teskiye etmesinde bir töhmet söz konusu olmadığından, onun teskiyesi diğer adil hakkında kabul edilir.» Nihaye'de de buna benzer ifadeler kullanılmıştır.
Netice olarak Fetih'te, bazıları bunun caiz olmadığını söylemişlerdir. Çünkü arkadaşını teskiye etmekle onun şehadetiyle hükmün sabit olması durumunu gerçekleştirdiği için, töhmet altında kabul edilmiştir. Buna cevap olarak da teskiye edenin bizatihi kendi şahitliği de, şahitliğine dayanarak hüküm verilmesi gibi menfaatı ihtiva etmektedir. Nasıl ki onun adil olması yanında bu durum nazarı itibare alınmıyorsa, arkadaşını teskiye etmesi durumunda da bir töhmet söz konusu olmamaktadır.
«Feri şahidin asli şahit hakkında susmayı tercih etmesi halinde ilh...»Hakim onun adil olup olmadığını araştırır. Eğer asli şahidin adil olduğu ortaya çıkacak olursa, kabul eder. Aksi halde kabul etmez. Menih.
«Kuhistani'de olan ifadeye göre ilh...» Kuhistani'nin ifadesi aynen şöyledir: «Bu ifadede şuna işaret edilmek istenmiştir ki, feri şahit asıl şahidin adil olmadığını söylese veya «Durumunu bilmiyorum.» dese, şahitliği kabul edilmez. Nitekim Hassaf da böyle demiştir. Ebu Yusuf'tan kabul edileceğine dair bir rivayet varit olmuş, sahih olan görüşün de Hulvanî'nin ifadesine göre, bu olduğu söylenmiştir.»
«Kuhistanî'nln Muhit'ten naklettiğine göre ilh...» Tatarhaniye'de bu görüşün hilafı zikredilmiş, orada böyle bir ihtilaf olduğuna da yer verilmemiştir.
Oysa ki «Biz asli şahidi itham ediyoruz.» gibi feri şahitlerin ifadesi olduğu taktirde, onların şahitliği kabul edilmemektedir. Adil değildir sözlerinde hakkında bir soruşturma yapılacağı nasıl olurda kabul ediliyor denmiştir. Hassafın bu konudaki istişhadından anlaşıldığına göre, meselede bir hilaf yoktur.
Bezzaziye'de ise, «Feri şahitler asıl şahitler hakkında, «O asli şahitte bir hayır yoktur.» deseler, onların dışındaki kişilerde onları teskiye edecek olsalar, yine kabul edilmez. Onlardan biri cerh edildiği taktirde, yine onlara iltifat edilmez.» denmiştir.
«Feri şahitlerin şehadetleri birkaç hususla geçersiz sayılır ilh...» Bahır'da bunlardan biri olarak, «Asıl şahitlerin feri şahitlerin ifadesine dayanarak mahkemenin karar vermesinden önce mahkemeye gelmeleri halidir.» denilmiş, bu da Haniye'den nakledilen bir ibare ile desteklenmiştir. Şöyle ki, «Feri şahitler, asıl şahitlerin kendilerine yükledikleri şehadeti mahkemede ifa ederler ve henüz hüküm verilmeden önce asıl şahitler mahkemeye gelecek olurlarsa, mahkeme feri şahitlerin şehadetine dayanarak hüküm veremez.»
Ancak Bahır isimli eserde, «Hüküm veremez ifadesinden anlaşılan, şahitlîkleri batıl olur demek değildir. Hatta asıl şahitler ortadan kaybolsalar, mahkeme önceki şahitliğe binaen hüküm verebilir ifadesi anlaşılmaktadır.» denilmiştir.
«Asıllar feri şahitlere şahit olmaları için bir istekte bulunduklarını inkar ederlerse ilh...» Bazı kitaplarda bu ifade varit olmuştur. Şurunbulalî'nin nakline göre uygun olan ifadenin «Şahitlik yapmalarını istemeleri» şeklinde olması gerekir. Çünkü şahitliği inkar, «Benim bu konuda şahit olmam söz konusudur, ama ben onları şahitlik yapmaları için tayin etmedim.» ifadesini ihtiva etmemektedir.
Ancak şahit olmalarını inkar ise, bunun hilafınadır Çünkü bu durumda kendisi asıl şahit olarak şahitliği üstlenmesine rağmen, ikinci feri şahitlere onun adına şahitlik yapmalarını istemediğini inkar söz konusudur. Bu durumda inkar ise iki türlüdür. Açık ve zımmi olup onun için Zeylaî ve Bahır sahibi «Şahitlik yapmalarını inkar etme» ifadesini kullanmışlar, bu ifade ile de Dürer'in Zeylaî'den naklettiği ifadeye yapılan itiraz da kendiliğinden düşmüş olmaktadır.
Ayrıca bu ifadeye göre, şarihin buradaki «Biz onları şahit kılmadık.» ifadesi yerinde olmayan bir ifadedir. Çünkü bu şehadeti inkarın bir feri olmamaktadır. Zira bunun manası, «Bizim bu konuda şahitliğimiz yoktur, onları da şahit olarak tayin etmedik.» demektir.
«Bizim bu konuda şahitliğimiz yok deseler ilh...» Asıl şahitler bu ifadeyi kullansalar, daha sonra ortadan kaybolsalar veya hastalansalar, feri şahitler mahkemede gelip şahitlik yapsalar, şahitlikleri kabul edilmez. «Biz onları şahit tayin etmiştik fakat hata ettik, yalnış beyanda bulunduk.» gibi ifadeler de şehadeti inkar mesabesindedir.
«Davalıya o olduğuna dair şahit getir denir ilh...» Bu da daha önceki şahitliğin eksik şahitlik olduğunu, başkasıyla bunun tamamlanması gerektiği meseleleri arasında mütaala edilmektedir.
«Hatta getirilen kadın ikrar da etse ilh...» Çünkü ondan başkası da olabilir. Kadının kendi ifadesine burada itimad edilmemelidir. Onun için şahitlerle kadının o olduğuna dair beyyineyle tespiti gerekli görülmüştür.
«Kadıya yazmış olduğu mektupta ilh...» Eğer hakim diğer bir hakime «Falan ve falan benim yanımda bir mal konusunda falan kızı falan aleyhinde şahitlik yapsalar» diye yozsa, davacı da ikinci hakime bir kadın gelirse ve kadın da kendisinin o isimde söylenen, tarif edilen kadın olduğunu inkar etse, onun o kadın olduğuna dair iki şahit getirilerek isbat edilmesi gerekir. Aynen birinci meselede olduğu gibi.
Mahkemeye bir erkek getirildiği taktirde de durum aynıdır. Çünkü müddaiyle getirilen kişi arasında bir anlaşma olma ihtimali, davayı saptırma şüphesi mevcuttur. Onun için getirilen kişinin iddia edilen kişi olduğunu beyyine ile isbat etmek gerekmektedir. Getirilen kişinin isminin uyduğunu, fakat o isimde bir başkasının da olduğunu. esas dava açılan kişinin kendisi olmadığını beyan etmesi, beyyine ile tespiti gerektiren bir husustur. Çünkü aleyhinde dava acılan kişinin. «Evet bu isim bana aittir ama aynı isimde diğer kişilerde vardır.» demesiyle mahkeme onun sözüne itimad ederek diğer sanık zanlısını mahkemeye çağırmaz. Ancak öyle bir kişinin olduğunu ve kendisinin bu konuda, hakkında dava açılan kişi olmadığını beyyine ile isbat etmesi gerekir.
İsbat ettiği taktirde, hakim onu tahliye eder veya hakim gerçekten o isimde başka kişilerin bulunduğunu bilecek olursa, beyyineye hacet kalmadan ikinci kişiyi mahkemeye çağırabilir.
«Kadının dedesine nisbet edilinceye kadar isim silsilesinin sayılması gerekir ilh...» Bu o zamana ait şahitlerin tesbitinde kullanılan bir ifadedir. Belki bizim için de geçerli tarafları olabilir. Ancak Cevhere isimli eserde, «Araplarda bir kişinin nisbetinde kullanılan altı yol vardır. Bunlardan birisi şaab, yani halktır. Muda, Rabia, Hamyer gibi. Bunlara şaab denmesinin sebebi olarak kabilelerinin bunlardan ayrılması gösterilmektedir. Mesela kabile vardır Kinane gibi, Himare vardır Kureyş gibi, Batın vardır Kusay gibi, Fahiz vardır Haşim gibi, Fasile vardır Abbas gibi. Bunların her biri kendisinden sonra gelecek bölümleri de ihtiva etmektedir, Ancak Şaap ve halk kelimesi bütün kabileleri içine almakta Aymara ise batın dediğimiz birçok feri hususları içerisine almaktadır. Buna göre yalnız Fahiz dediğimiz dedeye yapılan isnad ile iktifa edilmemesi, bu konuda babanın mensub olduğu fasile dediğimiz kabileye de isnadı, yani kişi sayılırken kendi ismi, babasının ismi ve dedesinin ismi üçlü bir isim olarak tanıtılması ve taktim edilmesi gerekir.
«Esas maksat onu tanıtmaktır ilh...» Fetih'te bu konuda şöyle denmektedir: «Şurası bir gerçektir ki, buradaki maksat hakimin tanıyabileceği bir duruma gelmesi demek değildir. Çünkü yüz kişilik neslini ve nesebini de saysanız, hakim onu tanımayabilir. Burada önemli olan, kişinin diğerleriyle karıştırılmayacak derecede mahkemede tesbit edilmesidir. Çünkü baba ve dedelerin ismiyle aynı şekilde olan kişiler pek fazla olmamaktadır veya sanatlara. lakablara isnat edilmesi halinde, aynı sanatla aynı lakablarla anılan kişiler pek fazla değildir.»
Bunun içinde Kadıhan'da nakledilen ifadeye göre eğer dedenin zikredilmesiyle tanınmayacak olursa, onunla iktifa edilmez. Ancak Camiü'l-Fusuleyn'de üç şeyin zikredilmesiyle şahit tarif edilmiş ve kişi tanıtılmış olur ve gerekli şartlar yerine getirilmiş kabul edilir. Ancak lakab konusunda ise durum değişebilir. İsimle Sakab aynı olabilir mi, olmaz mı konusunda ihtilaf edilmiştir. Üç isimden maksat, lakab değil, adamın ismi, babasının ve dedesinin ismi veya onun sanatı veya onun en yakın kabilesi gibi dedesine isnattır. Böyle bir isnatla iktifa edilir denmiştir.
Bezzaziye'de bunun aksini savunan ifadeler olduğu da yer almıştır. Hidaye isimli eserde kişinin tanıtılmasında, «Eğer dedesinin de zikredilmesiyle bu iş tamam oluyorsa kabul edilir. Ebu Yusuf bunun hilafınadır. Zahirür rivayede de bu görüşler yer almıştır. Ancak bazan bir üst kabilenin zikredilmesinin dede yerine kaim olduğu söylenmiştir. Çünkü bir üst derecedeki dede, ondan aşağı derecedeki dede yerine kaim olabilir.
Islah isimli eserde ise «Acemlerde sonatın zikredilmesi, araplarda fahız dediğimiz kabileye nisbet yerine kaimdir. Çünkü onlarda neseblerinin sayılması, ve silsilenin takip edilmesi pek söz konusu değildir.» denilmiştir. Onun için şarihin burada tanıtılması yerine onunla başkasının paylaşabileceği bir durumun izale edilip onun olduğu kanaati hasıl oluncaya kadar meselenin üzerinde durulması lazımdır demesi evla idi. Bu bir kişiyle olabileceği gibi birkaç kişinin sayılmasıyla da olabilir. Mesela kişi yalnız ismiyle ve yalnız künyesiyle meşhur olacak olursa, mesela mezhep İmamı Ebu Hanife'nin künyesiyle meşhur olduğu gibi baba ve dedenin zikredilmesine gerek yoktur. Ama bir kimse ismi bilinmeksizin yalnız künyesiyle anılıyor ve bununla da kim olduğu bilinmeyecek olursa, kabul edilmez. Bilinmesi halinde o da kabul edilir. Görülüyor ki kişinin kim olduğunun tanıtılması ve başkasıyla aynı isimde birleştikleri konusunun izale edilmesidir.
«Şahitler yalancı şahitlik yaptıklarını itiraf etseler ilh...» Bu konuda erkekler ve kadınlar eşit durumdadırlar. Bahır.
«Bu da kendisi aleyhinde yalancı şahitliğinde bulunduğuna dair itiraf ve ikrarda bulunmasıyla olur ilh...» Bahır isimli eser de «İkrarı ile olur kaydını.» getirmiştir. Çünkü ikrarı olmadıkça şahitliğin yalancı şahitlik olduğuna hüküm verilemez. Bu konuda Şeyhülislam, «Bir kimsenin öldüğü hakkında şahitlik yapmaları, daha sonra o kimsenin diri olarak ortaya çıkması, şahitliğin yalancı şahit olduğunu göstermeye yeterlidir.» demiştir.
Fethü'l-Kadir'de de benzeri ifadeler yer almıştır. Remlî ise Bahır haşiyesinde bu konuyu tartışmış, İkrar ifadesiyle Sadru Şeria'nın naklettiği bazıifadelere itiraz etmiştir. Çünkü Sadru Şeria'nın «Bunun dışında, yani ikrarın dışında yalancı şahitliği bilinebilir.» sözünü Remlî kabul etmemektedir. Çünkü Sadru Şeria buna örnek olarak, «Şahitler Zeydin öldüğüne dair şahitlik etseler veya falan onu öldürdü deseler, daha sonra Zeyd'in hayatta olduğu ortaya çıksa veya hilali gördükleri konusunda şahitlik yapsalar, otuz gün geçmesine rağmen gök yüzünde bulut ve görmeye mani bir durumun olmadığı halde hilal görülmese, onların şahitliklerinin yalancı şahitlik olduğu ortaya çıkar.» demişti.
İnaye'de buna cevap olarak, bunları nadir olaylar olduğu için zikretmemiştir. İbni Kemal de cevap olarak, «Ölüm hakkındaki şahitliğin tesamu yoluyla yapılabileceği gibi, görme ile de yapılabilir. Nesebde de durum aynıdır. Dolayısıyla şahitlerin, «Biz onu ölü olarak gördük. İnsanlar onun Zeyd oğlu Amr olduğunu söylediler. Biz de bu istikamette şahitlik yaptık.» demeleriyle yalancı şahitlik de bulundukları söylenemez.» demiştir. Rü'yet-i hilal konusundaki şahitlik konusunda ise, daha müsamahalı davranılabileceği söylenmiş, cevap olarakta bununla iktifa edilmiştir.
«Bunun isbatı mümkün değildir ilh...» Yani yalancı şahitlik yaptığının isbatı mümkün değildir. Ama yalancı şahitlik yaptığına dair bir ikrarda bulunacak olursa, bunun isbatı mümkün görülmektedir.
«Kendisine kırbaç vurulacağı da eklenmiştir ilh...» Bahır isimli eserde, «Fethü'l-Kadir'de iki imamın görüşünün tercih edildiği ve doğru olanın da bu olduğuna yer verilmiştir.» denmiştir.
«Yüzünün siyaha boyanarak halka teşhir edilmesi eğer bir fayda sağlıyor ise ilh...» Şarih bu meseleyi kazif haddiyle ilgili bölümde zikretti. Ancak orada bunun hilafını kabul etmiş ve demişti ki: Fukaha siyasetle ilgili hükümlerde devlet başkanının bazı şeyleri yapabileceğini söylemişlerdir. Ancak hakimin yani Kadı'nın buna yetkisi olmadığını ilave etmişlerdir. Bu ifadeden de anlaşılacağına göre, hakimin böyle bir durum fayda sağlar, gerçek bunu gerektirir diye yüzünü karalayıp halka teşhir etme ve bu hususta amel etme yetkisi yoktur.
«Eğer görüşünde israr edecek olursa ilh...» Fetih'te bu konuda şöyle denilîr: «Bilesin ki, bu meselede iki veya üç görüşün olduğu nakledilmektedir. Eğer hala eski şahitliğinde ısrar ederek döndüğü tesbit edilirse ki, şöyle, «Evet bu konuda yalancı şahitliği yaptım ama ifademden dönmüyorum.» diyecek olursa, bu durumda kendisine kırbaç vurularak tazir cezasına çarptırılması ittifakla kabul edilen hükümlerdendir. Ama yaptığından pişmanlık duyarak tevbe yoluyla döndüğünü ifade ederse, ittifakla buna tazir gerekmemektedir. Ama durumu bilinmeyecek olursa, yukardaki ihtilaf caridir. Dövülür, dövülmez, yalnız teşhirle iktifa edilir veya edilmez gibi ihtilaflar bu durumda caridir.
Diğer bir rivayete göre, aralarında bu konuda hilaf yoktur. Meselenin cevabı ancak tevbe eden kişiyle ilgilidir. Çünkü tazirden maksat, kişinin yaptıklarını bir daha yapmamak üzere ibret olması için kendisine verilen, başkalarını da caydırıcı nitelik taşıyan bir cezayla cezalandırılmasıdır. Bu Allah korkusu ile kendisinin yalancı şahitlik yaptığını itiraf etmiş ve böylece bir daha benzerini yapmamaya azmederek kendisini mahkemede tekzip etmiştir.
Bu konuda iki imama verilecek cevap tevbe etmeyenler hakkındadır. Denir ki, Ebu Hanife'nin de buna katıldığı, muhalefet etmediği görülmektedir.
«Şahitliği kabul edilir ilh...» Kendisine hiçbir darpta bulunulmadan şahitliği kabul edilir. Nitekim Hülasa'dan naklen Bahır'da sünnet olmamış kişiyle ilgili şahitlik konusu anlatılırken şöyle denmektedir: «Haniye'de, «Adaletiyle bilinen bir kişi yalancı şahitliği yapsa, durum ne olur? Ebu Yusuf'tan bir rivayete göre, şahitliği asla kabul edilmez. Çünkü onun tevbe edip etmediği bilinmemektedir. Fakih Ebu Caferin rivayet ettiğine göre, şahitliği kabul edilir. İtibar da bu görüşedir. Şarihin ifadesine göre kabul edileceği, Ebu Yusuf'tan ikinci bir rivayet olduğu istikametindedir.» denilmiştir.

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...