VEKÂLET
KİTABI
METİN
Vekaletin şehadetle
münasebeti ve şahadetten sonra gelişinin hikmeti şudur: Şahit ve vekilin her
ikisi de bir başkasının isteğini yerine
getirmeye
çalışırlar. Bu bakımdan ikisinin birbiriyle ilgisi vardır ve ardarda
zikredilmişlerdir.
Vekâlet akdinin
caiz oluşu kitap ve sünnet delillerine dayanırı Kur'an-ı Kerîm'de şöyle
buyurulur: «Paranızla birinizi şehre gönderin, en iyi yiyeceklere baksın ve size
getirsin.» (Kehf: 19) Âyetteki «gönderin» ifadesi vekâlete delâlet etmektedir
Resûlullah (S.A.V.) de ashab-ı kiramdan Hakim bin Hızâm'ı kurban alması için.
vekil tayin etmiştir. İcmâ da buna delâlet etmektedir.
Vekâlet iki kısma
ayrılır. Birincisi, birisinin diğerine, «Bana şu binayı al.» veya «şu malımı
sat» demesi gibi hususî vekâlettir. Bunda vekil ancak müvekkilinin belirttiği
malı almaya veya satmaya yetkilidir.
İkincisi ise,
birisinin diğerine, «Sen benim her hususta vekilimsin» demesi gibi umumî
vekâlettir. Bu vekâlette vekil, müvekkilin her işini yaptığı gibi, hatta onun
ailesini boşamada da yetkili sayılır.
Şehîd adlı âlim,
«Fetvaya esas olan, bu görüştür» demiştir. Ebülleys ise, «Umumî vekâlette vekil
boşama azad ve herhangi bir şeyi vakfetme dışında müvekkilinin bütün işlerinde
yetkilidir.» demiştir. Eşbah'ta da bu görüşe
dayanılmıştır.
Kâdıhân ise, umûmî
vekâleti yalnız ivazlı olan akitler (muâvazât)e tahsis etmiştir. Bu görüşe göre,
umûmî vekâlet azadı ve diğer teberruları kapsamına almaz. Tenvîrü'l-Besâir ve
Zevâhirü'l-Cevâhir'de olduğu gibi mezhebin asıl görüşü budur. Aşağıda geleceği
gibi fetva da buna göre verilir.
Mültekâ adlı eserin
sahibi de bu görüşe dayanarak. «İmam-ı Azam'a göre hibe ve azad, umumî vekâlete
dahil olmaz. İmam Muhammed bu konuda İmam-ı Azam'a muhalefet etmiştir.»
demiştir.
Şurunbulâliye'de
ise şöyle denilir: «Eğer müvekkilin belirli bir sanatı yoksa, onun vekâlet
vermesi geçerli değildir.»
İZAH
«Vekâlet vermek
sahihtir ilh...» Musannif burada, vekilin yapacağı vekâlet konusunu ve vekil ile
elci arasındaki farkı zikretmemiştir. Ben, Tenkîhü'l-Hâmidiye'nin Büyü bahsinde
bu meseleyi açıkladım. Bu haşiyeleri derleyen, «Musannif, Hâmidiye'nin
Muhayyerlik bahsinde uzun bir soru zikrederek o soruda vekil ile elci arasındaki
farkı da belirtmiştir. Ben de konunun daha iyi anlaşılması için bu soruyu
zikrediyorum» demiştir.
Musannıf şöyle der:
«Birisi diğerinden belirli sayıdaki koyunlarının yarısını görmeden alsa, o
koyunları kabzetmek için de Zeyd ismindeki birisini vekil tayin etse, müvekkil
vekili olan Zeyd'in görmesine rağmen hâlâ kendisinin de görme muhayyerliğine
sahip olduğunu zannetse, vekil olan Zeyd koyunları görse, kabz için vekil olan
Zeyd'in bu görmesi, müvekkilin görme muhayyerliğini düşürür mü? el-Cevap:
Düşürür. Alış ve kabz için vekil olan kimsenin görmesi yeterlidir. Ama malı
almak üzere gönderdiği elçinin görmesi yeterli değildir.» Tenvir. Görme
muhâyyerliği babı.
Ebû Hanîfe'ye göre,
alış için vekil olan kimsenin görmesi müvekkilin görme muhayyerliğini düşürdüğü
gibi, kabz için vekil olan kimsenin malı görmesi de müvekkilin görme
muhayyerliğini düşürür.
İmam Muhammed ile
Ebû Yusuf'a göre ise, kabz için vekil olan kimse, elçi gibidir. Yani malı almak
için gönderilen elçinin malı görmesi, müvekkilin görme muhayyerliğini
düşürmediği gibi, kabz için vekil olan kimsenin de malı görmesi müvekkilin görme
muhayyerliğini düşürmez.
Musannifin vekili
«kabz» ile takyit etmesinin sebebi şudur: Eğer bir kimse diğerini yalnız malı
görmesi için vekil tayin etse, vekilin görmesinin müvekkilin görmesi gibi
olmadığı konusunda görüş birliği vardır. Haniye'de de böyledir. Bunlar, sarih
İbn-i Melek'in zikrettikleridir. Mesele metin kitaplarındadır. Bahır sahibi de
eserinde bu konuyu uzun olarak zikretmiştir.
Kabz için vekil
tayin etmenin şekli şöyle olur: Bir kimse diğerine «Benim satın aldığımı ve
gördüğümü kabzetmek için sen benim vekilimsin» dese, karşı taraf bunu kabul
edince vekâlet akdi meydana gelir. Dürer' de de böyledir.
Ben diyorum ki:
Vekil ile elçi arasındaki farkı göstermek gerekirken musannif bunu
zikretmemiştir. Bahır'da şöyle denilmiştir: «Miraç'ta şöyle denilir: Bazı
âlimler tarafından, «Elçi ile vekil arasındaki fark şudur: Vekil yapmış olduğu
akti müvekkiline izafe etmez. Meselâ, «Ben şu şeyi beni vekil tayin eden Zeyd
adına aldım.» demez. Elçi ise akti mutlaka kendisini elçi tayin edene izafe
eder. Yani, «Ben falan şeyi, beni alış için elçi eden falan kimse için aldım.»
denilmiştir.»
«Fevâid isimli
kitapta da şöyle denilir: «Kabz için vekâlet vermenin şekli şöyledir: Müşteri
birisine, «Mebîin kabzı için bana vekil ol» veya «Ben seni mebîin kabzına vekil
ettim.» der. Elçi olarak göndermesinin sureti ise «O malın kabzına elçim ol.»,
«O malı kabzetmeye gönderiyorum» demesi ile vekâlet akdi meydana gelir. Bazı
âlimlere göre vekil ile elçi arasında teferruatta bir fark yoktur. «Mebîi
kabzet.» demesi gibi, O halde birisi vekil veya elçi tayin ettiğinde aldığı şey
hususundaki görme muhayyerliği düşmez.» Bahir sahibinin nakli burada
bitmiştir.
Bahir üzerine
yazdığım Hâşiye'de şunları zikretmiştim: «Bahir sahibinin, «Fevâid'de şöyle
denilir» sözü makabline zıd değildir. Çünkü Bahir sahibinin Miraç'tan
naklettiği elçi ve vekil arasındaki farkı ifade etmektedir. O halde elçi,
kendisini elçi tayin eden namına akit yaptığında akti kendisini elçi gönderene
izafe etmesi gerekir. Zira Dürer'den naklen geçtiği gibi elçi, ancak elçi
gönderenin sefiridir. Elçinin aksine vekil ise aktimüvekkiline izafe etmek
zorunda değildir. Ancak nikâh, muhâlea, hibe, rehin ve bunlara benzer şeylerde
müvekkili namına akit yaparsa, akti müvekkiline izafe etmesi gerekir! Çünkü bu
akitlerde vekil de elçi gibidir. Saydığımız akitlerin dışında vekil elçi gibi
değildir. Hatta vekil, müvekkili adına nikâh akti yaparken akti müvekkile izafe
etmezse, yapılan nikâh akti müvekkile değil kendi nefsine
olur.
«Fevâid kitabından
nakledilene gelince, o vekilin hangi sözlerle vekil, elçinin hangi sözlerle
elçi olacağını belirtmek içindir. O halde Bahır'ın Miraç'tan naklettiğinden
maksat, elçi ile vekilin farkını beyan etmektedir. Bunun özeti şudur: Vekil,
vekâlet sözleri ile elçi ise elçilik ifade eden söz ve emirlerle tayin edilir.
Ancak şu kadarı var ki, Bedâyiu's-Sanâyi adlı eserde: «Birisinin diğerine, «Şunu
yap.» veya «Şunu yapman için izin verdim.» demesi vekâlet vermektir.» diye
açıkça ifade edilmiştir. Bedâyiu's-Sanâyi'deki bu ifadeleri Velvaliciye'nin
sözleri de destekler.
«Velvâliciye'de
şöyle denilir: «Birisi diğerine bin lira vererek, «Bu bin lira ile benim adıma
alış veriş yap.» veya «Bu bin lira ile satın al veya alışveriş et.» dese ve
«Benim adıma» demese de bu şekillerin hepsinde vekil tayin etmiş olur. «Şu bin
lira ile cariye al.» dese ve parayı verirken kendi parası olduğunu işaret etse,
yine vekâlet olur. Ama, «Şu cariyeyi bin liraya al.» demiş olsa bu ifade vekâlet
değil, meşveret olur. Alınan cariye de alanındır. Ancak, «Şu cariyeyi bin liraya
al.» dediği zaman, «Ben sana şu kadar alış ücreti veririm.» derse, o zaman
vekâlet olur. Çünkü ücretin şart kılınması onun vekil olduğuna delâlet eder.»
Naklettiğimiz kelâm, her emrin vekâlet olmadığını ifade etmektedir. Ancak
yapılan işin emir veren adam yerine yapıldığını ifade edecek bir ifade de
bulunması gerekir.» Bahir üzerine yazdığımız haşiyenin tamamı bu
naklettiklerimizdir.
«Hazreti Peygamber
de vekil tayin etti ilh...» Bu hadis, silsilede meçhul bir ravi ile Ebû Dâvud
tarafından rivayet edilmiştir. Tirmizî de, «Sahabî Hâkim'den Habib bin Ebî Sabit
yoluyla rivayet etmiş ve bunu ancak bu senetle biliriz. Habîb ise bana göre
direk Hâkîm'den dinlememiştir. Ancak bu bize göre mürsel hadîs kısmındandır.
Bunun içinde Hidâye sahibinin sahihdir, şeklindeki ifadesi doğrudur. Çünkü
Hâbîb Hadiste İmam ve rivayette güvenilen bir râvidir.
Feth.
«Sen benim her
hususta vekilimsin ilh... .» Şurunbulâliye ve diğer kitaplarda Kâdıhan'dan
naklen şöyle denmektedir: «Birisi diğerine, «Sen benim her iş ve hususta
vekilimsin.» dese veya «Sen benim az veya çok herşeyde vekilimsin.» dese, yalnız
koruyucu tasarruflar için vekil olur. Doğru olan da ancak bu görüştür. Ama, «Sen
benim her hususta vekilimsin ve emrin de caizdir.» dese, bu ifade ile alım
satım, hibe ve sadaka gibi mali tasarrufların hepsinde vekil olur. Fakihler bu
ifade ile boşamada, azadda ve vakıfta vekil olup olmadığı hususunda ihtilâf
etmişlerdir. Bazı âlimler bu söz umumîlik ifade ettiği için adı geçen şeylerde
de vekil olduğu görüşünü öne sürmüşler, bazıları ise bu ifadeden önce boşamaya,
azada ve vakfa delâlet edecek bir söz geçmiş ve sonra böyle umumî bir vekâlet
verilmişse bunlarda da vekil olacağını söylemişlerdir. Fakih Ebülleys de bu
görüşü benimsemiştir.»
İbn-i Nüceym'in
el-Meseletü'l-Hâsse fi'l-Vekâleti'l Âmme isimli bir risalesi vardır. Bu risalede
Haniye ve Fetâvây-ı Ebû Cafer'de olanlar zikredildikten sonra şöyle
denilmiştir: «Bezzâziyye'de şöyle denilir: «Sen benim emrim caiz olan her
hususta vekilimsin» denildiğinde o adam, malın» korumaya, satmaya, almaya, hibe
etmeye ve sadaka vermeye maliktir. Hatta bu maldan kendi nefsi için yemiş olsa,
eğer müvekkilin yememesi hususunda bir kastı yoksa, yemesi de caizdir.» Ebû
Hanîfe'den nakledilene gelince, Ebû Hanîfe bu ifadenin yalnız ivazlı akitlerde
yani alım satımda vekâlet olduğu görüşündedir. Bu ifade köle azad etmeyi, hibe
ve sadaka gibi teberrulara şamil değildir. Fetva da Ebû Hanîfe'nin bu görüşü
üzerinedir. Bu şekilde vekil olan kimse müvekkiline, «Senin adına karını
boşadım» veya «Arsanı hibe veya vakfettim» dese doğru olan rivayete göre bu
caiz değildir.»
Zahire adlı eserde
de, «Bu ifade ile köle azad etme ve teberrularda değil, yalnız ivazlı akitlerde
vekil olur.» denilmiştir. Fetvaya esas olan da bu
görüştür.
Bezzâziye'de olanın
aynısı Hülâsa'da da mevcuttur. Velhâsıl böyle umumîlik ifade eden sözlerle
boşama, köle azad etme, vakıf, hibe ve sadaka gibi şeylerin dışında, kendisiyle
fetva verilen görüşe göre, vekil herşeye mâliktir. Uygun olan, bu yetkilerle
vekil olan kimsenin müvekkilin borçlusunu ibra etmek veya borcundan bir
miktarını düşürmek gibi şeylere de mâlik olmamasıdır. Çünkü borcu düşürmek ve
ibra teberru kabilindendir. O halde bunların ikisi de Bezzâziye'nin, «Vekil
teberruya mâlik değildir.» sözüne dahildirler. Açık olan şudur ki, vekil birkaç
defa tasarrufa mâliktir.
Fakat vekil,
müvekkilin malını birisine karz olarak vermeye veya ivaz şartıyla hibe etmeye
malik midir? Zira karz başlangıçta ariyet, sonunda da ivazlı bir akittir. ivazlı
hibe ise her ne kadar başlangıçta hibe ise de sonucu bakımından ivazlı akittir.
Uygun olan, umumî vekâletle vekil olan kişinin karz ve ivazlı hibeye de malik
olmamasıdır. Zira karz ve ivazlı hibeyi ancak teberrulara mâlik olan kimse
yapabilir. Vekil, teberrua mâlik olmadığı için ödünç para veremez, ivazlı da
olsa hibede bulunamaz. Bundan dolayıdır ki, yetimin vasisi onun malını ne ivaz
şartıyla hibe, ne de ödünç verebilir.
Bu umumî ifadenin
açık anlamına göre vekil, müvekkilin borçlarını almaya, borçlanmaya, borcunu
ödemeye, haklarını dava etmeye, müvekkil üzerindeki hakların davasını ve borçlu
olduğuna dair onun adına ikrarda bulunmaya mâliktir. Bu vekâlet mahkeme meclisi
ile de sınırlı değildir. Çünkü hâkimin meclisiyle sınırlı olan umumî vekâlet
değil, yalnız hususi vekâlettir.
Birisi diğerine,
«Ben seni vekil tayin ettim.» gibi mutlak ve umumi bir ifade ile vekâlet verse,
bu vekâleti müvekkilin karısını boşamayı, kölesini azadetmeyi ve diğer
teberruları kapsamına alır mı? Ben bu konuda açık bir şey görmedim. Ancak açık
olan kendisiyle fetva verilen görüşe göre böyle umumî bir vekâletle vekil tayin
edilen kimse boşama, azad ve diğer teberrulara mâlik değildir. Zira Kâdıhan ve
diğer âlimlerin açıkça söyledikleri sözler umumu ifade eder ise de bu umumdan
maksat alım satımdır. Boşama, azad ve diğer teberrular değildir. İşte İbni
Müceym'in zikrettiklerinin özeti budur. Fettâl, haşiyesinde İbni Nüceym'in
risalesinin tamamını yazmıştır.
«Şurunbulâliye'de
ilh...» Şurunbulâliye'nin ifadesi Hâniye'den naklen şöyledir: «Fakîh Ebû
Cafer'in Fetâvâ'sında, «Birisi diğerine, «Ben seni bütün işlerimde vekil tayin
ettim ve seni kendi yerime ikâme ettim.» dese, bu vekâlet umumî bir vekâlet
olmaz. Ama eğer, «Vekâlet caiz olan bu-tün işlerde seni vekil tayin ettim.»
derse, bu vekâlet umumî bir vekâlet olur ki, bütün alım satım işlerini ve
nikâhtaki vekâleti de kapsamına alır. Umumî vekâlet olmayan birinci şekildeki
vekâlete bakılır: Eğer, vekâlet veren kişinin belli bir sanatı yoksa, vekâlet
geçersizdir. Eğer vekâlet veren kişi ticaretle uğraşıyorsa, o zaman bu vekâlet
onun bilinen ticaretinde vekâlet sayılır.» denilmiştir.»
Şurunbulâlî'nin,
Hâniye'den naklettiği bu ifade ile sarihin sözünün anlatmak istediği
anlaşılmaktadır. Zira vekâletin batıl olması sarihin üzerine bina ettiği «Sen
benim herşeyde vekilimsin» ifadesinde değildir. Vekâletin bâtıl oluşu, bu
sözden başka olan, «Ben seni bütün işlerimde vekil ettim»
sözündedir.
Sarihin sözüne
varid olan itiraza şöyle cevap verilebilir: «Ben seni her hususta vekil tayin
ettim.» sözü ile «Ben seni bütün işlerimde vekil tayin ettim.» sözü umumî bir
vekâleti ifade etmemek bakımından müsavidirler. Şu kadarı var ki, sarihin sözü
kendisinin zikrettiği, «Sen her hususta benim vekilimsin.» sözünün umumî bir
vekâlet olduğunu kabulünün üzerine bina edilmiştir. Halbuki görüldüğü üzere
yaptığımız nakillerde buna itiraz edilmektedir. Diğer yandan, onun zikrettiği,
söz konusu olan ifadeden de değildir.
Vekâlet, bir İslâm
hukuku terimi olarak; ister rahatlığı için, ister acizliğinden dolayı olsun,
malûm ve caiz olan birşeyde tasarruf etmek üzere bir diğerini kendi yerine ikâme
etmektir. O halde meçhul bir şekilde verilen vekâlet meselâ, «Ben seni malıma
vekil ettim.» şeklindeki vekâlet, vekâletin en alt derecesi olan «Malı koruma
vekâleti» olur.
Ancak birşeyin
aslında tasarruf yetkisine sahip olan kimse, bir diğerine vekâlet verebilir.
Böyle bir kimse, her ne kadar bazı şeylerde arizî bir yasaklama sebebiyle bizzat
tasarrufta bulunamasa bile başkasına vekâlet verebilir. İbn-i
Kemal.
Buna göre akıl
hastasının, temyiz kudretine sahip çocuğun vekâlet vermesi sahih değildir.
Temyiz kudretine sahip çocuk ise, boşama, azad, sadaka ve hibe gibi tasarrufunda
zarar olan şeylerde yine vekâlet veremez. Ama hibenin kabulü gibi menfaati olan
birşeyde velisinin izni olmadan bile vekâlet vermesi sahihtir. Buna karşılık
hem yarar ve hem de zarar ihtimali olan satış ve kira gibi akitlerde eğer izinli
ise vekâlet verebilir. Eğer izinli değilse vekâletinin geçerli olması velisinin
iznine bağlı olur. Eğer velisi izin verirse, o zaman vekâleti geçerli
olur.
Bu konuda izinli
olmayan bir kölenin vekâlet vermesi de geçerli değildir. Fakat izinli ve mükâtep
kölenin vekâlet vermesi geçerlidir.
Dinden dönenin
vekâlet vermesi de mevkuftur. Eğer müslüman olursa vermiş olduğu vekâlet
yürürlük kazanır. Fakat ölür veya öldürülür veya dârü'l-harbe iltica ederse, o
zaman vekâleti yürürlük kazanmaz. Burada, İmam Muhammed ve Ebû Yusuf'a
muhalefet vardır.
Fasit satım akdi
konusu içinde de geçtiği gibi, bir müslümanın bir zımmiye şarap veya domuz
alması veya satması için vekâlet vermesi geçerlidir.
İhramda olan bir
kimsenin ihramda olmayan birisine bir av etini satması için vekâlet vermesi
caizdir. Her ne kadar kendisi hakkında arizî bir nehiy varsa da. Nitekim bu
hususu yukarıda arzetmiştik. Dikkatli ol.
Musannif daha sonra
vekâlet vermenin şartlarını beyan ederek şöyle demiştir: Vekilin akti bilmesi
şarttır. Velev ki vekil çocuk veya mahcur olan bir köle olsun. Çünkü burada söz
vekilin satışının sıhhati hakkında değil, vekâletin sıhhati hakkındadır. Bunun
için musannif Kenz sahibine uyarak «Vekil akti kasdeder.» ifadesini
almamıştır.
Musannif sonra
vekâletin nelerde verilebileceğinin kaidesini zikretmiştir: Müvekkil,
kendisinin yapabileceği herşeyde bir başkasına vekâlet verebilir. O halde bu
husûmet konusundaki vekâleti de içine alır. Bundan ötürü Musannif, «Kul
haklarında, hasmın razı olduğu bir kimseye husûmet için vekâlet vermesi
caizdir» demiştir.
imameyn, kul
haklarında hasım razı olmasa da vekâlet verilmesini caiz görmüşlerdir. Diğer üç
mezhebin imamları da imameynin görüşü doğrultusunda hükmetmişlerdir. İtabî de
onların görüşünü tercih etmiştir. Nihâye adlı eserde, «Onların görüşleri
doğrudur.» denilmiştir. Ebü'l-leys ve diğerleri de bu görüşle fetva
vermişlerdir. Ama fetva için tercih edilen, husumetteki vekâlet işini hâkime
havale etmektir. Dürer.
Ama müvekkil
hastalığı veya başka bir sebeble hüküm meclisine gelme imkânına sahip olamazsa,
hasmı ister razı olsun, ister olmasın, herhangi bir adama vekâlet verebilir.
İbn-i Kemal. Veya dava meclisine sefer süresi kadar uzaksa veya sefere gitmek
istiyorsa -ki burada- «Ben sefere gitmek istiyorum» demesi yeterlidir. Veya
müvekkil yukarıda geçtiği gibi erkeklerle hiç biraraya gelmemiş olan tesettürlü
bir kadın ise veya hâkim mecliste olduğu halde taraflardan birisi aybaşı
halindeki veya lohusa bir kadın ise, davayı taleb eden kişi de davanın geri
bırakılmasına razı olmuyorsa veya bu davanın hâkimi değil de başka bir hâkim
tarafından hapsedilmişse, bunların hepsinde müvekkilin vekâlet vermesi
geçerlidir.
Fakat taraflardan
birisi malûm davanın hâkimi tarafından hapsedilmişse, onun hapsi özür değildir,
vekâlet veremez. Bezzâziyye bundan sözetmiştir. Veya davasını güzel bir şekilde
yürütmekten aciz ise, yine mazurdur, yani vekâlet verebilir. Haniye. Fakat
müvekkil eşraftan olduğu için hasmını aşağı gördüğü için vekil tutuyorsa, bu
vekil tutmak için özür değildir. Çünkü hâkim önünde eşraf ile diğerleri eşittir.
Bahır.
İZAH
«Birşeyin aslında
tasarruf yetkisine sahip olan ilh...» Musannifin bunu zikretmesinin sebebi,
müvekkilin vekâlet verebilmesi için vekâlet vereceği şeyi kendisinin
yapabilmesinin şart olmasıdır. Fakat aşağıda geleceği gibi müslümanın zımmiye
şarabın veya domuzun satılması için vekâlet vermesi, ihramdaki birisinin ihramda
olmayan birisine avın satışı için vekâlet vermesi İmam-ı Azam'a göre sahih
olduğu halde, kendisi bizzat bu işleri yapamaz. Bu sebeble yukarıdaki şarta
aykırıdır. İşte musannif bu sözüyle «uygun değildir» görüşüne cevap vermektedir.
Şöyle ki, bir kimsenin bir zımmiye vekâlet vermesi veya avın satılması için
ihramda olmayan birisine vekâlet vermesi geçerlidir. Ancak bunları kendisinin
yapmaması arızî bir sebebten dolayıdır. Bu husustaki arızi sebeb yasaklama yani
ihram müddetinde ihramlı kimsenin av etini satmaması ancak ihram süresine
bağlıdır. İhram süresi bitince bu yasak da ortadan
kalkmaktadır.
«Dinden dönenin
vekâlet vermesi ilh...» Dinden dönenin vekâlet vermesi geçerli değildir. Ancak
ileride zikredeceğimiz gibi dinden dönenin bir müslümanın vekâletini kabul
etmesi, bunun aksine, geçerlidir.
«Kendisi hakkında
arızî bir yasaklama varsa da ilh...» Yine bunun gibi, bir kimse fasit bir alımla
bir köle alsa, kabzetmeden önce de azad etse, geçerli olur. Çünkü azad etmesi
kabzı gerektirir. Nitekim bu konu fasid satım akdi bahsinde de
geçmiştir.
«Vekilin akdi
bilmesi şarttır ilh...» Yani satışın, satılan şeyi elden çıkarmak ve onun
karşılığı fiyatı da almak demek olduğunu bilmelidir. Bunun aksine satışta da
alman malin kabzedileceğini, fiyatının da ödeneceğini bilmelidir.
H.
Bahır'da şöyle
denilmiştir: «Vekilde aranan özellik akıldır. Buluğ, hürriyet ve İslâm değildir.
Buna göre akıl hastasına, temyiz gü,cüne sahip olmayan çocuğa vekâlet vermek
sahih değildir. Ama dinden dönene vekâlet vermek sahihtir ve ona verilen
vekâlet askıda da değildir. Çünkü mevkuf olan mürtedin malıdır. Mürted vekil
olduğunda kendi malında değil, müvekkilin malında tasarruf etmektedir. Vekâletin
şartlarından biri de vekilin vekâlet verildiğini bilmesidir. O halde birisi
müvekkilin vekâlet verdiğini bilmeden onun adına, ona vekilen tasarrufta
bulunsa, onun tasarrufu müvekkilin iznine veya vekâlet verdiğini bilmesine
bağlıdır. Eğer müvekkil izin verirse vekâleten yapılan tasarruf
nafizdir.»
«Çocuk ilh...»
Câmi-ü Ahkâmü's-Sıgâr isimli eserde şöyle denilmiştir: «Vekâlet verilen çocuk
ticaretle izinli ise, peşin veya vadeli satışla vekil olur. Çocuk malı satarsa,
satışı caiz olduğu gibi, parasını alması da caizdir. Eğer çocuk alımda vekil
ise, bu alışı da vadeli bir alım ise, vadesi geldiğinde parasını ödemesi,
kıyasen ve istihsanen gerekmez. Onun uhdesi .ona vekâlet veren adama aittir.
Hatta çocuğa satış yapan bir kimse vadesi geldiğinde parasını çocuktan değil,
ona vekâlet veren kimseden ister. Vekil olan çocuk eğer peşin alışla vekil ise,
yine kıyasa göre, parayı bizzat kendisinin ödemesi lâzım değildir. Fakat
istihsanen kendisinin ödemesi gerekir.»
Cami-ü
Ahkâmü's-Sıgâr sahibi bunlardan sonra da şöyle der: «Bu bahsin tamamı Bahir
kitabında, ticaret hukukunda «Vekilin tasarrufu kendi nefsine izafe etmesi»
kavlinin şerhindedir.»
«Vekil akti
kasteder ifadesini almamıştır ilh...» Hidâye sahibinin de .zikrettiği gibi bu
kaydı zikredenler zorla ve şaka ite satış yapanların satışlarından kaçınmak için
bunu zikretmektedirler. Buradaki söz ise vekilin satışının geçerli beyinin
sıhhati hakkında değil, vekâletin sıhhati hususundadır.
«Kaidesini
zikretmiştir ilh...» Yani Musannıf burada vekilin yapabileceği işleri
belirtmemiş sadece bunun kaidesini zikretmekle yetinmiştir. Bu duruma göre, bir
müslüman kendisi şarabı satmaya mâlik olmadığı halde bir zimmiye onun satışı
için vekâlet vermesinin geçerli olması yukarıdaki söze aykırı değildir. Çünkü
şer'î kuralların geçersiz oluşu, ancak onların efradını cami oluşunun ibtali
ile mümkündür. Bu sebeple bir müslümanın başka bir müslümana şarap satışı için
vekâlet vermesi geçerli olmadığı halde bir zimmiye vekâlet vermesi geçerlidir.
Halbuki bunun aksine kendisi şarabı satmaya malik olduğu halde bir zımminin
şarabı satması için bir müslümana vekâlet vermesi sahih değildir, batıldır. Bu
konunun tamamı Bahır'dadır.
«Herşeyde ilh...»
Musannıfın bu sözü Vekâlet kitabının başında geçen «Vekâlet vermek sahihtir.»
sözü ile ilgilidir. O halde vekilin vekâlet yetkisine dayanarak yapabileceği
herşeyde bir başkasına vekâlet vermesi sahih olmadığı gibi bu, aradaki metnin
kapsamına da girmez. Bu halde kul haklarında dava için vekâlet vermek de
sahihtir.
Musannıfın buradaki
sözü Kenz'in, «Şahsın yapabileceği her akitte vekâlet vermesi sahihtir.»
sözünden daha kapsamlıdır. Çünkü Musannıfın sözü, akitleri içine aldığı gibi
dava ve kabz gibi meseleleri de içine almaktadır.
«Husûmet için
vekâlet vermesi sahihtir ilh...» Musannıfın bu sözü Bahır'da olduğu gibi bütün
davaları kapsamına alır. Bahır'da Minyetü'l-Müfti'den naklen şöyle denilmiştir:
«Birisine husumet konusunda vekâlet verilmiş olsa vekil, aleyhte değil, lehte
olan davalarda vekil olabilir. Müvekkilin istihkakı olan birşeyi de isbat
edebilir. Davalı eğer onun isbatını reddetmeye kalkışırsa, sözü
dinlenmez.»
Bahır'da devamla
şöyle denilir: «Velhâsıl vekâlet, müvekkil umumi bir şekilde vekâlet verirse
umumî, hususi bir şekilde vekâlet verirse hususi olur.»
Bezzâziye'de de
şöyle denilmektedir: «Müvekkil, her hakkı için ve
hakkındaki her
davası için vekâlet vermesi sahihtir. Bu vekâlette kiminle ve ne için dava
göreceğini tayin etmese de vekâleti caizdir.» Bu konunun tamamı
Bahır'dadır.
«Hasmın razı olduğu
ilh...» Bu hasım ister davası, ister davalı olsun Bahir.
«İmameyn caiz
görmüşlerdir ilh...» Hidâye'de şöyle denilir: «Vekâletin, cevazında ihtilâf
yoktur. Ancak vekâletin lüzumu hususunda ihtilâf vardır. Yani davacı olan hasım
vekâleti reddederse, İmam-ı azam'a göre reddolunur. İmâmeyne göre ise
reddedilmez, davacı vekâletin kabulüne zorlanır.»
Cevhere.
«Ebülleys de
ilh...» Remlî, metinlerin de kabul ettiği Ebû Hanîfe'nin. görüşü ile fetva
vermiştir. Bu görüşü daha birçok kişi tercih etmiştir.
«Hâkime havale
etmek ilh...» Zeylâî'de şöyle denilir: «Hâkim, vekâleti reddeden hasmın
amacının yalnız zorluk çıkarmak olduğunu anlarsa, hasmın bu reddine izin vermez.
Buna karşılık müvekkilin sırf hasmına zarar vermek kastıyla vekâlet verdiğini
anlarsa da o zaman vekâleti ancak hasmın rızası ile kabul
eder.»
«Hüküm meclisine
gelme imkânına sahip olmazsa ilh...» Eğer bir hayvanın veya bir adamın sırtında
mahkemeye gelmeye gücü yeterse bakılır: Eğer bu gelişinden dolayı hastalığı
ağırlaşıyorsa vekâlet vermesi gerekir. Ama bu şekilde gelişi hastalığını
artırmıyorsa, bazı âlimlere göre bu hususta imamlar arasında görüş ayrılığı
vardır. Ama sahih olan-görüş, vekâletin lüzumu yolundadır. Bezzâziye'de de
böyledir. Bahır.
«Ben sefere gitmek
istiyorum sözü yeterlidir ilh...» Bahır'da şöyle denilir: «Muhitte, yolculuğu
istemek iç âlemle ilgili bir iştir, buna delil gerekir. Bu delil de ya hasmın
tasdik etmesi veya başka açık bir karinenin bulunmasıdır. Yoksa onun «Ben
yolculuğa gidiyorum.» sözü kabul edilmez. Ancak hâkim, «Ben yolculuğa
gidiyorum.» diyen kimsenin durumuna ve hazırlığına bakar. Zira yolculuğa
çıkacak kimsenin durum ve hazırlığı gizli değildir. O halde yolculuğa gideceğine
kanaat getirirse vekâleti kabul eder, kanaat getirmezse reddeder.»
denilmiştir.
Bezzâziyye'de de,
Eğer adam: «Ben falan kafile ile yolculuğa gidiyorum.» derse, o kafiledeki
kimselere sorulur. Tasdik ederlerse vekâleti kabul edilir, tasdik edilir, tasdik
etmezlerse kabul edilmez.» denilmiştir.
Hizânetü'l-Müftiyyîn
adlı kitapta da şöyle denilmiştir: «Onun yolculuğa gitme iddiasını hasmı
yalanlarsa, o zaman hâkim yolculuğa gidip gitmeyeceği hususunda ona yemin teklif
eder.»
«Davanın geri
bırakılmasına razı olmuyorsa ilh...» Cevhere'de şöyle denilmiştir: «Eğer davacı,
yukarıda özellikleri zikredilen kadın ise hasmın rızasına bakılmaksızın
vekâleti kabul edilir. Eğer özelliği geçen kadın davalı ise, davacı da davayı
hâkimin dava meclisinden çıkmasına tehir ederse, o zaman kadının vekâlet
vermesi, hasmın rızasına bağlıdır. Çünkü bu durumda kadının vekâlet vermesini
gerektirecek,bir özrü kalmaz.»
«Bezzâziye bundan
bahsetmiştir ilh...» Bezzâziye'nin ifadesi şöyledir: «Eğer taraflardan birisi
tutuklu ise, onun tutuklu bulunması özür olduğundan vekâlet vermesi gerekir.
Fakat şahit hapiste ise hâkim onu getirterek şahitlik yaptırabilir.» Kâdî da
şöyle demiştir: «Eğer dâvanın şahidi davaya bakan hâkim tarafından hapsedilmiş
ise, onun hapiste bulunması özür sayılmaz. Zira hâkim onu hapisten çıkartarak
şahitliğini dinledikten sonra tekrar iade eder.» Kâdî'dan nakledilen bu ifadeye
göre aynı şey dava tarafları için de geçerlidir. Öyleyse davadaki taraflardan
.birisi davaya bakan hâkim tarafından hapsedilmişse, hâkim onu hapisten
çıkartarak davasını dinler, sonra tekrar hapse iade eder.»
Ben derim ki:
Musannifin ifadesindeki mefhumun kendisinin olmadığı açıktır. Günkü başkasının
ifadesinden de bu anlaşılmaktadır. Kitapların mefhumu da bilindiği üzere
delildirler. Hatta bu husus Fetih'te açıkça
zikredilmiştir.
Şöyle ki: «Eğer
müvekkil hapiste ise, bu, iki vecihten biri ile olur. Eğer müvekkil davaya bakan
hâkim tarafından hapsedilmiş ise, hasım razı olmadan onun başkasına vekâlet
vermesi geçerli değildir. Zira hâkim onu hapisten çıkartarak davayı yürütür,
sonra da hapse iade eder. Ama müvekkil, davaya bakan hâkim tarafından değil de
meselâ vali tarafından hapsedilmişse valinin onu dava için hapisten çıkarması
mümkün değildir O zaman onun vekâlet vermesi geçerlidir.»
METİN
Davalı davacının
vekil tutmasına rıza gösterse, hâkim davayı dinlemeden önce, bu kararından
dönebilir. Fakat hâkim davayı dinledikten sonra dönmek isterse, dönemez.
Kınye.
Davalı ile davacı
kadının tesettürü konusunda ihtilâf etseler, bakılır: Eğer kadın eşraftan
birisinin kızı ise, dul da olmuş olsa, makbul olan kadının sözüdür. Ancak hâkim
iki şahitle birlikte eminini göndererek ona yemin teklif eder. Bahir. Musannif
da bu görüşü benimsemiştir.
Eğer kadın, orta
sınıftan ise, ancak bakire ise sözü kabul edilir. Kadın eğer aşağı tabakadan
ise, dış görünüşle amel edilerek ister bakire, ister dul olsun onun sözü makbul
değildir.
Burada eşraf, orta
sınıf ve aşağı tabaka kavramları halkın örfüne göre anlaşılmalıdır.
Bezzâziye.
Bir kimsenin
üzerindeki borcu ödemesi veya alacağını kabzetmesi için bir başkasına vekâlet
vermesi geçerlidir. Ancak had ve kısas davalarında müvekkil mahkeme meclisinde
değilse, o zaman vekâleti geçerli olmaz.
Vekil, satım akti
kira ve ikrar yolu ile sulh gibi akitlerde akti kendisine izafe ettiği
takdirde, eğer hacr altında değilse, hayatta olduğu sürece mevcutolmasa bile bu
akitlerin hukukundan olan mebiin teslimi, kabzı, semeninin kabzı, hak sahibi
çıktığında onun semeni ile rücu etmek, ayıplı çıktığında davasını görmek gibi
hallerde müvekkil ister huzurda ister gâib olsun, akti kendisine izafe etmesi
gerekir. Çünkü hem hakikaten, hem de hükmen akti yapan
kendisidir.
Lâkin Cevhere adlı
eserde şöyle denilmiştir: «Eğer vekil ile müvekkilin ikisi de hazır iseler, en
sağlam görüşe göre, akdin sorumluluğu yapana değil, semeni kabzedene aittir. O
halde vekil akti yaptığında müvekkile izafe ederse, âlimlerin ittifakıyla bu
aktin bütün hakları, müvekkile ait olur.» İbn-i Melek.
Musannifin «Akti
kendisine izafe etmesi gerekir.» sözünde kapalılık vardır. Çünkü vekil akti
kendisine izafe ettiği zaman vekâlet söz konusu olur. Eğer akti müvekkile izafe
ederse, o zaman vekil değil elçi olur. İşte bunun için İbn-i Kemal, «Vekilin
akti kendisine izafe etmesi yeterlidir.» demiştir.
Müvekkilin aktin
haklarının vekile ait olmasını şart koşması geçersizdir.
Cevhere.
Mülk işin başında,
en sağlam görüşe göre, müvekkil için sabit olur. O halde vekilin kendi yakın
akrabası olan bir köleyi satın almasıyla köle azad olmadığı gibi kendi nikâhlısı
olan bir diğerinin cariyesini müvekkiline satın almış olsa, onun nikâhı da
fasit olmaz. Şu kadarı var ki, her iki hak da müvekkil için sabit olur. O halde
vekil, müvekkilin bir yakınını satın alsa azad edilir. Müvekkilin nikâhlısı olan
bir cariyeyi satın alsa, müvekkil ile cariye arasındaki nikâh fasit olur. Çünkü
azad edilmesine ve nikâhın fesadına yol açan, mevcut olan mülkiyettir. Mülkiyet
de müvekkile sabittir.
Nikâh, muhâleâ,
kasten cinayetten sulh, inkâr yoluyla sulh, kölenin mükâteb anlaşmasıyla azad
edilmesi, hibe, sadaka, ariyet, vedîa rehin, karz, mudarebeye para vermek -Aynî-
gibi müvekkile izafe edilmesi gereken akitlerin hukuku da müvekkile ait olur.
Bunlarda vekilin akti kendisine izafe etmesi geçerli değildir. Çünkü sayılan
akitlerde vekil yalnız elcidir. Hatta nikâhta akti müvekkiline değil kendisine
izafe etse. nikâh müvekkile değil kendisine olur. Çünkü vekil, burada da
elçidir. *O halde nikâh aktinde mehir ve mehrin teslimi vekilden değil,
müvekkilden istenir.
Müşteri, vekilden
satın aldığı malın bedelini müvekkile vermeyebilir. Fakat verirse, vekil
vermemesini söylese bile, istihsanen geçerli olur. Vekil ondan bedeli ikinci
defa taleb edemez. Çünkü faydasızdır.
Yalnız şu kadarı
var ki, müşterinin vekilden alacağı varsa, o malın bedeli takas olur. Vekil
müvekkile malın bedelini tazmin eder. Yetimin vekili ile sarf vekili bunun
aksinedir. Eğer bu vekiller sarrafa veya müşteriye borçlu iseler, sattıkları
malların bedelleri borçlarına takas olmaz.
Üzerinde borç
olmayan ticaretle izinli köle de efendisine karşı vekil gibidir. O halde
efendisi, kölesinin dışarıdaki alacaklarını kabzetme hakkına sahip değildir. Ama
eğer kabz ederse, köle borçlu olmadığı sürece, istihsanen geçerli olur. Eğer
borçlu olursa efendisi alamaz. Çünkü bu alacağı, alacaklıların hakkıdır.
Bezzâziyye.
UYGULAMA ÖRNEĞİ:
Birisinin diğerine ödünç para alması için rlsalet değil vekâlet vermesi
geçersizdir. Dürer. Ama karzın kabzı için vekâlet vermek
sahihtir.
İZAH
«Borcu vermesi için
ilh...» Bütün hakların verilmesi veya alınması için vekâlet vermek geçerlidir.
Ancak hadler ve kısasta vekâlet vermek geçerli değildir. Zira almak da, vermek
de şahsın kendi başına yapabiIeceği bir iştir. O halde kendi yapabileceği bir
işte vekâlet vermek yetkisine de sahiptir. Fakat hadler ve kısaslar bunun
aksinedir. Bunlarda vekâlet verilemez. Çünkü kısas ve hadler şüphe ile ortadan
kalkabilir.
Musannıfın
«müvekkilin gaib olması» kaydı, yalnız kısasa aittir. Nitekim bu hususa
Bahır'da da dikkat çekilmiştir. Musannifin daha önceki «hakların alınması»
sözünün anlamı da şudur: Yani hakların alınması için isbat gerekir. Bu isbat da
İmam-ı Azam'a göre delil ile sabit olur.
İmam Ebû Yusuf
burada Ebû Hanîfe'ye muhalefet etmiştir. Fakat gerekçesini açıkça söylememiştir.
Zira ona göre, «Hakların delil ile isbatı» sözü Bahır'da da olduğu gibi
musannifin, «dava için vekâlet vermek geçerlidir.» sözüne
dahildir.
«Hayatta olduğu
sürece ilh...» Gaib de olsa. Vekil malı sattıktan sonra kaybolsa, müvekkil,
satılan malın semenini kabzedemez. Muhit'ten naklen Bahır'da da böyledir.
Musannifin «hayatta olduğu sürece» sözü, Bahır'da Suğrâ kitabına isnad
edilmiştir. Şu kadarı var ki, ondan sonra da şöyle demektedir: «Vekil öldüğü
takdirde geride bir vasi bırakırsa, Fazlî demiştir ki: «Onun hakları müvekkiline
değil vasisîne intikal eder. Eğer vasisi yoksa dava hâkime götürülür. Hâkim
kabız için vekile bir vasi tayin eder. Akla uygun makul olan görüş budur. Bazı
âlimlere göre de vekilin sattığı malın semeninin kabzı müvekkiline kalır. Bu
hususta fetva verilirken ihtiyatlı davranmalıdır.»
Bahır'da daha sonra
şöyle denilmiştir: «Satın almak için vekil olan kimse, malı vadeli olarak
aldıktan sonra ölse vekil hakkında vade sona ermiş ancak müvekkil hakkında vade
hâlâ sabit kalır. Bahir adlı eser sahibinin bunu kesin bir üslûbla söylemesi
gösteriyor ki, mezhebimizde güvenilen «Akla uygun olan görüş de budur.» sözünün
delâlet ettiği görüştür. Ben ihtiyatlı davranmama rağmen bununla fetva
verdim.
«Eğer hacr altında
değilse ilh... » Vekil hacr altında olan köle veya çocuk ise. yapmış olduğu
akitlerin hukuku müvekkile taalluk eder. S.
«Müstahık
çıktığında onun semeni ile rücû etmek ilh...» Bu kavil iki meseleye şamildir.
Birincisi, vekil birşey satsa, sattığı şeyin bedelini müşteriden kabzetse, sonra
sattığı şey, başka birisinin istihkâık çıksa, müşteri vekile ödemiş olduğu
semeni ister vekilin elinde olsun, ister müvekkiline teslim etmiş olsun, rücû
ederek vekilden alır. Vekil de semeni müşteriye ödedikten sonra müvekkilinden
geri alır.
İkincisi, eğer
vekil müşteri ise, müvekkili adına aldığı mebi veya mal başka birisinin
istihkakı çıksa, vekil satıcıya rücû ederek semeni ondan
alır.
Bezzâziye'de şöyle
denilmektedir: «Vekilden birşey alan, aldığını vekile satsa, sonra o mal başka
birisinin hakkı çıksa, vekil malı kimden almışsa ona rücû eder. o da tekrar
vekile daha sonra vekil de müvekkiline rücu eder.»
Bu meselenin
faydası, semenin muhtelif olması halinde ortaya çıkar.
Bahir.
«Ayıplı çıktığında
ilh...» Bunda da yine iki mesele vardır. Ama eğer vekil satıcı olursa, müşteri
ona ayıplı çıkan malı geri verir. Ama vekil alıcı olursa, o zaman vekil, ayıplı
çıkan malı eğer elinde ise satıcısına geri verir. Eğer ayıplı çıkan malı
müvekkiline teslim etmişse, ancak müvekkilinin izni ile geri verebilir. Nitekim
ileride gelecektir. Bahir.
«Mucib olan ilh...»
Bu da ikinci kavle göre, yani «Alınan şey ibtidâen vekile sabit olur, sonra da
müvekkilin mülkiyetine intikâl eder.» kavline göre
caridir.
«Vekil kendisine
izafe etse müvekkili için sahih değildir ilh...» Yani bu akitleri kendi nefsine
izafe ederse, akit müvekkili için geçerli olmaz. O halde, zannedildiği gibi. bu
kavil, Musannifin: «Nikâhta akti kendisine izafe etse, nikâh akti müvekkile
değil, kendisine olur.» sözüne zıd değildir.
Bezzâziyye'de şöyle
denilmektedir: «Boşama ve köle azadı için vekil olan kimse, sözünü elçi tayin
edecek şekilde söylese, şöyle ki: «Falan kimse bana karısını boşamamı emretti.»
veya «Kölesini azad etmeyi emretti.» dese. onun sözü müvekkili adına geçerli
olur. Çünkü her durumda boşama ve azad müvekkile aittir. Ama eğer vekil, boşama,
nikâhta vekâlet ifade eden sözlerle kendi nefsine izafe etse, nikâhta değil,
boşamada sahihtir. Aradaki fark nedir? Çünkü boşamada mânâ bakımından
müvekkiline izafe etmiş olmaktadır. Çünkü boşama kuru mülkiyetin (ra-kâbe)
mülkiyeti üzerine bina edilir. Kuru mülkiyet ise boşama ve azatta müvekkile
aittir. Nikâha gelince, vekilin zimmeti kadının mehrini üstlenmeye müsaittir.
Hatta nikâh kadının vekâletine binaen olsa vekil de buna binaen nikâh aktinde
yapmış olsa mana itibariyle kadına izafe ettiğinden vekâlete aykırı hareket
etmiş sayılmaz. Zira sanki, «Ben sana müvekkilem olan falan kadından
yararlanmayı tamlik ettim.» demiş gibi olur.»
Bahır'da da şöyle
denilmektedir: «Binaenaleyh müvekkile izafenin manası çeşitlidir. Meselâ, erkek
tarafından nikâha vekil olursa, bu şarta bağlıdır. Eğer erkek tarafından vekil
değilse, cevazı ifade eder ki. şartsız da caizdir.»
Fettâl'in
Hâşiye'sinde Eşbâh'tan naklen şöyle denilir: «İbra için vekil olan bir kimse,
borçluları borçlarından dolayı ibra ettiğinde eğer bu ibrayı .müvekkiline izafe
etmezse, geçerli olmaz. Hizâne'de de böyledir.»
Ben derim ki,
«Bahrin açık ifadesinden anlaşıldığına göre nikâh dışında izafe gerekli
değildir.» Halbuki bu ifade fukahanınkine terstir. Dürer' deki ifadeyi incele
aynı zamanda Bahir üzerine yazmış olduğumuz Tali-kâte bak ve Vehbaniyye şerhinin
yeminler bölümüne müracaat et.
«İnkâren sulh
ilh...» Yani, inkâren sulhu vekile izafe etmek uygun değildir. Ama ikraren
sulhta bunun aksine vekil dilerse sulhu kendisine, dilerse vekiline izafe
edebilir. Her iki yerde izafenin muhtelif olduğu açıklandı. O halde her iki
sulhta da izafe, biribirinden farklıdır. İbni Kemal.
«Sefir ilh...»
Sefir, halkın arasını düzelten elçiye denilir. O zaman resul ile sefir aynı
anlama gelmektedir. Çünkü vekilin her iki durumda da müvekkiline izafe etmesi
gerekir. Zira vekil kadına: «Kocan olan müvekkilim seni şu kadar para
karşılığında hûlû etti.» der. İbni Melek. Mecma.
«Müvekkile ilh...»
Çünkü müvekkil bu haklara yabancıdır. Zira o hakların ikisi de asaleten vekile
rücû eder.
«Takas olur ilh...»
Yani müşterinin müvekkilde alacağı olursa, mücerret akitte mebiin semeni
müvekkilin borcuna takas yoluyla intikal etmiş olur. Eğer müşterinin, vekil ve
müvekkilin her ikisinde de deyni varsa, vekilin değil, müvekkilin deyni ile
takas olur. Ama müşterinin yalnız vekil üzerinde deyni varsa, yine onun deyni
ile takas olur, vekil müvekkiline sattığı mebiin semeni kadar zamin
olur.
İmam Ebû Yusuf ise,
vekilin deyni ile takas olmayacağını söylemiştir.
Bu meselenin aksine
adam bir yetimin malını satsa, müşteri de aldığı malın semenini yetime verse,
müşterinin zimmeti beri olmaz. Belki onun üzerine vacip olan, mebiin semenini
yetimin vasisine vermesidir. Zira yetim, asla malını kabzetmeye malik değildir.
O halde deynini de alamaz. O zaman, çocuğa verilen semen, onun malını zayi
etmektir ki, ona itibar edilmez.
Ama sarftaki
vekâlet yine yukarıdakinin aksinedir. Meselâ vekil, para bozmuş olsa, müvekkil
de sarf bedelini kabzetse, yine sarf bâtıl olur, müvekkilin kabzına itibar
edilmez. Ayni. Hâmiş'te de böyledir.
«Karzın kabzı için
vekâlet vermek sahihtir, ilh...» Yani bir kimse, «Bana ödünç para ver.» dese,
sonra da ödünç verilecek şeyin kabzı için birisini vekil tayin etse geçerli
olur. Bahir, Kınye'den.
UYGULAMA ÖRNEĞİ:
İkrar etmek için vekâlet vermek geçerlidir. Ancak vekilin ikrarından önce ikrar
için vekâlet müvekkil tarafından ikrar sayılmaz.
Tavavisî'den şöyle
nakledilmiştir: «Bunun manası, bir kimse birisine dava için vekâlet verse ve
vekiline «Bana bir zarar veya ayıp gelme ihtimalinde ikrar et» dese o da iddia
edilen malı ikrar etse, ikrarı müvekkili adına sahihtir.» Bezzâziye'de de
böyledir.
İmam Şafiî'nin bu
mesele hakkında iki görüşü vardır. Bunlardan sağlam olana göre, bu meselede
vekilin ikrarı geçerli değildir.
Bahir sahibi Şirket
kitabının fasit şirketler bahsinde şöyle demiştir: «Mubah olan birşeyde vekâlet
geçerli değildir.»
Bu fer'î mesele
metinde davaya vekâlet babında gelecektir