ŞAHADET
KİTABI
METİN
Esas kazadır,
şahitlik ise ona bir vasıtadır. Bunun için şahitlik bahsini kaza bahsinden
sonraya bıraktı.
Şahitlik veya
şehadet lugatta kesin haber demektir. Şer'an bir hakkın isbatı için, «şahitlik
ederim» lafzıyla mahkemede verilen doğru bir haberden
ibarettir.
Ben derim ki:
Mutlak bir şekilde şehadet ifadesinin zikredilmesi mecaz yoluyla yalancı
şahitliği de içine almaktadır. Yalan yere yapılan yemin mutlak yemin içerisinde
ve onun zımminde müteala edildiği gibi, yalancı şahitliği de bu kabilden kabul
edilmiştir. Hatta şahitlik bazan dava olmadan da yapılabilir. Örnek olarak
cariyenin azad edilmesi meselesi verilebilir. Şahitlik yapmanın vacip olmasının
sebebi, hak sahibinin talebi veya hak sahibi olan kişi şahidin şahitliğinden
haberdar olmadığı takdirde şahitlik yapılmadığında hakkın zayi olacağı
korkusudur. Hatta bu konuda kendisinden şahitlik yapması istenmese de, hükmen
istenmiş kabul edildiğinden, hakkın kurtarılması için şahitliği yapma
mecburiyeti vardır. Fetih.
Şahitlikle ilgili
şartlar yirmi bire iblağ edilmiştir. Bunlardan yerle (ifa yeri) ile ilgili olanı
birdir. Üstlenme ile ilgili şartlar ise üçtür. Bunlar, tahammül esnasında kamil
bir akla sahip olması, gören bir kişi olması, (kör olmaması) hadiseyi bizzat
görmesidir. Ancak bundan duyma yoluyla sabit olabilecek konular
müstesnadır.
Şahitliğin eda
edilmesinin şartları ise on yedidir. Onu genel, yedisi özeldir. Mesela hadiseyi
iyi kavraması, şahitlik yapacak kişinin velayeti yani ehliyetinin olması, bundan
maksat do şahitlik yapan kişi eğer müslüman aleyhinde şahitlik yapacak ise,
şahidin de müslüman olması hadiseyi duyarak ve görerek temyiz etme kudretine
sahip olması ve davacı ile davalı yine görerek ve seslerini duyarak birbirinden
ayırabilecek bir kudrete sahip olması, bu şartlardan bazılarıdır Yine şartlardan
bazıları da şahitlik yapanla. lehinde şahitlik yapılacak kişiler arasında asıl
ve feri akrabalığının olmaması, evliliğin bulunmaması, dünyevi bir düşmanlığın
olmaması veya bir borcu giderici mahiyette olmaması, menfaat sağlayan bir durum
olmamasıdır. Nitekim bunlarla ilgili bölüm ilerde
gelecektir.
Şahitliğin rüknü
ise, «şahitlik ederim» lafzıdır. Başkası bunun yerine geçmez. Çünkü «şahitlik
ederim» ifadesi, hem gördüğünü, hem yemini, hem de durum hakkında haberi ihtiva
etmektedir. Sanki, «şehadet ederim» demekle, «Allah'a yemin ederim ki, ben bu
hadiseyi gördüm. Gördüğüm gibi onu size haber veriyorum.»
demiştir.
Bu ifadenin dışında
herhangi bir kelimede bu hususlar mevcut olmadığından, mahkemede bu ifadenin
kullanılması gerekli görülmüştür. Hatta bu ifade akabinde «bildiğim kadarıyla»
ifadesini ekleyecek olursa, şahitliği şüpheyi gerektirdiğinden. batıl olur.
Şahitlik yapmanın sonucu, bunun üzerine tereddüp edecek hüküm ise, hakimin bu
şehadetin gereği ve muhtezasınca şahitlerin teskiyesinden sonra, hüküm
vermesinin vacip olmasıdır. Yani durum tebeyyün ettikten sonra, hakim üzerine o
istikamette hüküm vermesi farzdır.
Yukarda beyan
ettiğimiz üç mesele bundan müstesnadır. O üç meselede hakim biraz bekleyebilir.
Onlardan biri, şüphe korkusu, İkincisi akrabalar arasında sulh ümidi, üçüncüsü
de davacının kararı hakimden ertelemeyi istemesi
hususlarıdır.
Eğer hakim
şahitliğin şartlarını tazammun etmiş olarak kabul edilebilecek nitelikte olduğu
halde hemen hüküm vermeden imtina etse, farzı terkettiğinden dolayı günahkar
olduğu gibi, fasık olması sebebiyle vazifeden azle de müstehaktır. Aynı zamanda
bir suç işlemiş olduğundan taziri gerekir. Çünkü şer'an yapması gerekeni
yapmamıştır. Zeylaî.
Şahitlerin
şahitlikleri akabinde, hüküm vermesi farz olan noktada hüküm vermek farz
değildir, gerekli değildir, üzerime görev değildir, gibi bir görüşü savunması
imanını zedeleyici mahiyettedir. İbni Melek.
Hatta Kafiyeci
«Şahitlerin ifadeleri kabul edilip, akabinde o istikamette hüküm vermemesi,
imanını zedeleyici mahiyettedir.» diyerek mutlak bir ifade
kullanmıştır.
Ama musannıf
birinci görüşü benimsemiştir. Hükmen de olsa şahitliğin yerine getirilmesi
istendiği zaman mahkemede eda edilmesi, yerine getirilmesi vaciptir. Ancak vacip
olması yedi şarta bağlıdır. Bu şartlar Bahır ve diğer eserlerde geniş bir
şekilde izah edilmiştir. Onlardan bazıları, hakimin adil olması, şahitlik
yapacağı yerin yakın olması ve şahitlik yaptığı zaman sözünün mahkemede kabul
edileceğini bilmesi veya kabulünün daha süratli olacağı, bir de davacının
kendisinden şahitlik yapmasını istemesi haller; şahitlik yapmanın ve edasının
vacip olduğunu gerektiren hallerdir.
Bütün bunlar kul
hakkıyla ilgili olan noktalardadır. Eğer hakkın isbat edilmesi konusunda şahit
yerine kaim olabilecek diğer şahitler veya deliller bulunmayacak olursa, ifa
etmesi, mahkemeye gidip beyanda bulunması vaciptir. Zira şahitlik yapmak aslında
farzı kifayedir. Ama burada başkası olmadığı için, kendisi üzerine terettüp
etmiş, taayyün etmiş bir görevdir. Hatta bir hadisede iki şahitten başka,
tahammülü için veya edası için iki kişiden başka kimse bulunmayacak olursa, bunu
hakkı kurtarmak için üstlenmeleri ve eda etmeleri vaciptir Hakkın isbatı için
yazılması konusu da aynıdır. Eğer ondan başka hakkı yazı ile isbat edecek kimse
yoksa, yazması vaciptir. Ancak şahitlikten bunun bir farkı, buna mukabil ücret
olabilir, ama şahitlik için ücret olamaz. Hatta şahidi bir mazeret olmaksızın
mahkemeye getirten kişi bindirse, bir taşıtla mazeret yokken onu mahkemeye kadar
getirse, kabul edilmez, şahitliği dinlenmez, Ama mazerete binaen şahitlik talep
edenin bindirmesi hafinde şahidin şahitliği kabul edilir. Bukonuda, «Şahitlere
ikram ediniz.» hadisi şerifi delil olarak gösterilmektedir. Şahidin mutlak bir
şekilde konu için özel veya genel davet içerisinde bulunması halinde, şahitlik
talep edenden bir şeyler yemesi caizdir. Fetva da buna göre verilmiştir. Bahır.
Musannıfta bunu kabullenmiştir.
Eğer şahitlik
hukukullah ile ilgili ise, talep vuku bulmadan mahkemeye giderek şahitliği
yerine getirmesi vaciptir. Hukukullahla ilgili meseleler çoktur. Eşbah'ta
bunlardan ondört kadarı sayılmış ve denmiştir ki: «Mazeret olmaksızın hisbe
yoluyla şahitlik yapacak kişi, şahitliğini geciktirirse fasık olur. Şehadetinin
reddi gerekir. Mesela kocası tarafından bain talakla boşanmış bir kadının
talakını şehadet, kölenin azad edilmesi ile ilgili şehadet, cariyenin müdebber
kılınması ile ilgili şehadet bu kabildendir. Vehbaniye
Şerhi.
Emme ile ilgili
durum da bu kabildendir. Nitekim süt (rada) bahsinde bununla ilgili meseleler
geçmiştir. Bir kimsenin hisbeten billah şahidi cerhedip adil olmadığını
söylemesi halinde, bu ifadesi kabul edilir mi diye sorulmuş, cevap olarak «evet»
denmiştir. Çünkü bu gibi hususlar şariin hakkıyla ilgili bir husustur. Eşbah.
Şerhte saydıklarımızla birlikte hukukullahla ilgili ondört mesele onsekize baliğ
olmuş bulunmaktadır.
Kuvvetli olmamakla
birliktevakıf dışında hisbetenbir müddainin iddiasına yer
yoktur.
İZAH
«Mutlak bir şekilde
yeminin yemin-i gamusu içine alması gibi ilh...» Çünkü yemin etmenin gerçek
yönü, yemin eden kişinin ilerde yapacağı veya yapmayacağı konusuyla ilgili
azmini isteğini takviye etmesi, kuvvetlendirmesi demektir. Yemin-i gamus ise,
geçmişte olan bir vakıayı aksi olarak kasten yalan söylemek suretiyle ve o
istikamette yemin etmesi demektir.
«Hakkın zay
olmasından korkarsa ilh...» Yani şahit mahkemeye gidip şahitlik yapmadığı
taktirde, hak sahibinin hakkının zayi olmasından korkacak olursa ve kendisinden
başka da bu konuda şahit yok ise, şahit olduğuna dair, hak sahibinin de haberi
olmasa da talep olmaksızın mahkemeye gidip şahitlik yapması
gerekir.
«Talep olmaksızın
ilh...» Makdisi bu konuda bazı mülahazalar ileri sürmüş ve demiştir ki: «Burada
şahit üzerine vacip olan, davacıya bu konuyu bildiğine dair bilgi sunmasıdır.
Eğer bundan sonra kendisinden şahitlik yapması istenirse, o zaman şahitlik
yapması vaciptir. Aksi halde vacip değildir. Çünkü davacının hakkından vaz geçme
ihtimali mevcuttur.» Tahtavi.
«Yerle ilgili
olarak şart birdir ilh...» O da mahkeme meclisinde olması ve o esnada bu
şartlara haiz bulunmasıdır. Şartlar, şahitliğin edası esnasında kaybolmuş,
fevtolmuş ise, durum değişik mütaala edilmiştir. Menih.
«Tahammül esnasında
aklının kamil olması ilh...» Bu ifadeden maksat, meseleleri birbirinden
ayırabilecek durumda bulunmasıdır. Daha sonraki ifadeler de bu şekilde izah
edilmesine ışık tutmaktadır.
«Şartlardan onu
geneldir ilh...» Bütün şahitlik yapılan meselelerin tümüne şamildir. Genel olan
bu şartlardan bazıları hürriyet, gören kişi olması (kör olmaması), konuşan biri
olması (dilsiz olmaması), adaletli olmasıdır. Ancak adaletli olması, hakim için
şahitlik yapıldıktan sonra onu kabul edilmesi ve muktezasında hüküm vermesinin
vacip olması ile ilgili bir şarttır. Şahitlik yapmasının cevazının şartı
değildir. Diğer genel şartlardan biri de kaziften dolayı kendisine had vurulmuş
olmaması, şahitlik yapması ile kendisine bir gelir temin etmemesi ve üzerinde
olan herhangi bir borcu veya zararı def etmek için olmaması
durumlarıdır.
Ferin aslı için,
aslın feri için, kadının kocası, kocanın karısı için şahitlik yapmaları halinde
şahitlikleri kabul edilmez. Ayrıca aralarında bir düşmanlığın olmaması da
gerekir. Binaenaleyh vasinin yetim lehinde, vekilin müvekkili lehinde
şehadetleri kabul edilmez.
Şartlardan biri de
hadise hakkında yeterli bilgiye sahip olması ve eda anında konuyu hatırlayıp
bilmesi yazısına bu konuda güvenmemesidir. Bu son ifade Ebu Hanife'ye göredir.
Onun bu konudaki yazılarına itimad edilmez. Sahibeyn ise itimad edilir,
demişlerdir.
Ama bazı davalarla
ilgili özel olanlar ise, eğer aleyhinde şahitlik yapılacak kişi müslüman ise
müslüman olması, hudud ve kısasla ilgili şahitliklerde şahitlik yapanın erkek
olması, hukuku ibadla ilgili olan bölümde geçtiği gibi, dava hukuku ibadla
ilgili ise, önceden davanın açılmış olması, şahitliğin davaya uygun bir şekilde
ifa edilmesi.
Eğer şahitlik
davaya ters olacak olursa, kabul edilmez. Ancak bunun da bir istisnası vardır.
Müddainin dava ile ilgili konuda şahidin şehadetine uygun bir tarzda meseleyi
sunması veya tashih yapması bundan müstesnadır. Şarap içen kişi ile ilgili
şahitlikte şarap kokusunun mevcut olması, mesafenin uzak olmasından dolayı
sarhoş olarak görülmemesi, içkinin eserinin bulunmaması buna engel değildir.
Hudud ve kısasla ilgili şahitlerin asıl şahitler olması, şahitlik üzerine
şahitlerde asıl şahitlerin mahkemeye gelmelerinin mümkün olmaması, gibi
hususlardır. Bahır.
Yalnız Bahır isimli
eserde ilk olarak şahitlikle ilgili şartları iki bölüme ayırmış biri şahitliği
üstlenmek ve tahammülüyle ilgili şartlar, diğeri ise mahkemede eda edilmesiyle
ilgili şartlar demiştir. Birincisi için üç şart saymış, -şarih de yukarda
bunları beyan etti- ikincisinin de dört nevi olduğunu sözlerine eklemiştir.
Şöyle ki, şahide raci olanlar, bizatihi şahitliğe raci olanlar, şahitliğin yeri
ile ilgili olanlar, bizatihi şahitlik yapılan konuyla ilgili
olanlar.
Devamla şöyle
denilmiştir: «Şahide raci olan şartlar genel ve özel olarak on yedi tanedir.
Şehadetin bizatihi kendisine raci olanlar üçtür. Bu da şahitlikle ilgili
«şahitlik ederim» lafzı, erkeğin şahit olabileceği noktalarda ikiden az
olmaması, şahitlerin verdikleri ifadelerin belirli bir noktada ittifakhalinde
bulunmasıdır. Şahitliğin yeri ile ilgili ise birdir. O da mahkeme meclisinde,
hakim huzurunda olmasıdır. Hadise ile ilgili şartlar ise özel yedi şarttan
anlaşılmaktadır.»
Daha sonra devamla,
«Netice olarak şahitlikle ilgili şartlar yirmi bire iblağ edilir. Tahammülle
ilgili şartlar üçtür. On yedisi şahitliğin edası ile ilgilidir. Bunlardan onu
genel, yedisi özel şarttır. Bizatihi şehadetin kendisi ile ilgili olan şartlar
üçtür. Yeriyle ilgili olanlar birdir» diyerek sözlerini tamamlamıştır. Bunun
gereği olarakta eda ile ilgili şartlar dört kısım değil, iki kısım olması
gerekir. Nitekim bunu ilk olarakta bu şekilde zikretmiştik. Doğrusu şartların
yirmibir değil yirmi dört olmasıdır. Çünkü şehadeti üstlenmekte ilgili, yirmi
biri de edasıyla ilgili şartlardır ki bunlardan on yedisi şahitle ilgili
şartlardır. Onu genel, yedisi özeldir. Yine o şartlardan üçü de bizatihi
şehadetin kendisi ile ilgilidir. Bir şartta şehadetin eda edilmesi gereken yerle
ilgilidir. Bu ifadelerle de şarihin sözlerinde olan bazı hususlar açıkça ortaya
çıkmış olmaktadır.
«Şahitlik ederim,
şehadet ederim ilh...» Binaenaleyh bir kimse «şahitlik ettim» dese, geçmiş
zamanla ilgili bir ifade kullansa, caiz olmaz. Çünkü geçmiş zamanla ilgili
sigalar, ifadeler vuku bulmuş bir hadiseyi haber vermek için kullanılır. Hal
dediğimiz, içinde bulunduğumuz zamanla ilgili olarak muhayyer olmadığını
gösterir.
«Yemini ihtiva
etmektedir ilh...» Çünkü yemin bölümünde, «Eşhedübillah bu böyle oldu» demesinin
yemin ederim ki bu böyledir» demek olduğu izah edilmişti.
«Durumu anında
haber verme ile ilgilidir ilh...» Bunun için de «şahitlik ettim» ifadesi geçerli
değildir. Yukarda da izah edildiği gibi, geçmişte olan bir vakayı haber vermekle
ilgilidir. Şu andaki durumla bir ilgisi yoktur.
«Onun için bu
ifadeyi kullanmak gerekli görülmüştür ilh...» Yine bu sebebten dolayı ihtiyat
bakımından ve hadislere uyma bakımından bu lafızla iktifa edilmiştir. Bunun
başkası nakledilmediğine göre teabbüden buna uymanın dışında, bir hususta
düşünülemez. Nitekim Bahır'da bununla ilgili geniş bilgi
verilmiştir.
«Hatta bu ifadesine
«bildiğim kadarıyla» ifadesini eklerse ilh...» Mesela, «Şu, şu konularla ilgili
ancak bildiğim kadarıyla şahitlik ederim, bildiğim kadarıyla böyledir.» dese,
kabul edilmez. Aynen «Zannımca bu böyle olmuştur.» demesi, şahitliğin kabul
edilmemesi için yeterlidir. Ancak şu durum bunun hilafınadır. «Kesin olarak
biliyorum ve bu istikamette şahitlik ederim.» ifadesi bundan müstesnadır. Mesela
bir kimse, «Bildiğim kadarıyla benim falanda bir hakkını yoktur.» dese, bu
ifadesi ibra olarak kabul edilmez. Yine, «Bildiğim kadarıyla falanın bende bin
lira alacağı vardır.» şeklindeki ifadesi de ikrar olarak yeterli değildir. Hatta
şahitleri tezkiye edip adil olduklarını söyleyen, «Bildiğim kadarıyla adildir.»
dese, şahit hakkında adil bir kişi olduğuna dair yeterli bir ifade
sayılmamaktadır. Bahır.
«Üç noktada hakim
hükmünü erteleyebilir ilh...» Şüphe korkusu akrabalar arasında sulh ümidi, bir
de davacının hakimden hükmü ertelemesini istemesi
halleridir.
«Şahitlerin
beyanını dinledikten sonra gereği ile amel etmek vacip değildir dese ilh...»
Bunu Kenz şerhinden yine Kenz şarihi İbni Nüceym Bahır isimli eserinin Kaza
bahsinin ilk bölümünde zikretmiş ve orada, «Buna itikat ettiği, bu görüşü
benimsediği taktirde, imanının zedeleneceğinden korkulur.»
denmiştir.
«Kafiyeci mutlak
bir şekilde dinden çıkar demiştir ilh...» Bu ifadesini Seyful Kudat Alelbugat
isimli risalesinde zikretmiş ve şöyle demiştir:«Hatta amden özrü olmadan
şahitlerin ifadeleri ile adil oldukları kanaat hasıl olduktan sonra, hükmü
mazeret olmaksızın ertelemesi halinde fukahanın bu gibi hakimlerin dini
inançlarının zedeleneceğini söylemişlerdir.»
«Eda edeceği yerin
yakın olması ilh...» Eğer şahitlik yapmak için gideceği yer uzaksa, mahkemeye
gidip gelmesi bir günden fazla bir süre alacaksa, aynı gün evine dönemiyor ise,
bu durumda gitmediği taktirde günahkar olmaz. Çünkü gideceksin şeklinde bir
zorlama onun zararına olacaktır. Kur'an-ı Kerim'de ne yazana ne de şahide zarar
verilmemesi, onlara bir zarar gelmemesi açıkça belirtilmiştir.
Bahır.
«Eğer şahit yerine
başka birisi yoksa ilh ..» Bu da şartlardan beşincisidir. Diğer ikisi de birisi
şahitlik yapılan konunun batıl bir konu olduğunu bilmemesi, diğer bir noktada
ikrar eden kişinin bir korku sonucu ikrar ettiğini bilmemesidir.
Halebi.
«Ücret alması
ilh...» Bu konuda, yukarda geçenlerle bu mesele arasında bir uyum sağlanması
için oraya müracaat edilmesi daha uygun olur. Orada hakim veya müftü üzerine
gerekli olan görevi ifa etmeleri. üzerlerine düşen vazifeyi yapmaları karşılığı
ücret almalarının helal olmadığı söylenmişti. Bu yalnız müftüyle Kadı'ya has bir
durum değildir. Delili ise cenaze bahsinde fukahanın, «Eğer ondan başka cenaze
yıkayacak biri olmaz ve yıkamış olduğu cenazeden ücret almaya kalkacak olursa,
bu ücreti alması helal olmaz.» sözleridir. Görülüyor ki ücret olmama meselesi
yalnız müftüyle Kadı'ya inhisar etmemekte, diğer konulara da sirayet
etmektedir.
«Mazeretsiz olarak
ilh...» Mesela kendisinin yürüme imkanı var, buna muktedirdir veya binek
kiralayabilecek, taşıta binebilecek yeterli mali imkanı var, buna rağmen
kendisinden şahitlik yapmasını isteyen kişinin bineğine binmesi veya ondan bir
şey istemesi caiz değildir.
«Mutlak bir şekilde
yemeğini yiyebilir ilh...» Gerek şahitler için yapmış olsun, gerek olmasın
yemeğini yiyebilir. Bunu söyleyen Ebu Yusuf'tur. İmam Muhammed mutlak bir
şekilde men etmiştir. Bazı fukaha ise, «Meselede tafsil vardır. Başkalarıyla
birlikte yapılan yemeğe gelebilir. Ama onlar içinözel olması halinde gelemez.»
demişlerdir.
«Hisbeten şahidi
cerhetmesi ilh...» Eşbah'ta bu konuda şöyle denilir: «Dava olmaksızın hisbe
yoluyla şehadet, kadının boşanması, cariyenin azad edilmesi, vakıf ve ramazan
hilali ve benzeri konularda kabul edilir. Bayram hilali, kurban bayramı hilali,
hududlarda ise kabul edilmez. Ancak hırsızlık ve kazif haddi bundan
müstesnadır.»
«Nesebde dava
olmaksızın kabul edilmesi konusunda Zahiriye'de beyan edildiğine göre, ihtilaf
edilmiştir. İbni Vehban, cariyenin müdebber kılınması, hürmeti musaharada hulu,
lia ve zıhar konularında kabul edilebileceğine kesin gözü ile bakmıştır. Kölenin
azad edilmesi meselesinde Ebu Hanife'ye göre, dava olmaksızın hisbeten şehadet
kabul edilmez. Sahibeyne göre kabul edilir. Ebu Hanife'nin görüşüne göre, asli
hürriyet konusunda kabul edilip edilmeyeceği konusunda ihtilaf edilmiş, mutemet
olan görüşe göre kabul edilmeyeceği söylenmiştir.
Zahiriye'de, «İki
şahit bir kadın aleyhinde kocasının kendisini üç talakla boşadığına dair
şahitlik yapsalar veya cariyeyi azad ettiğine dair şahitlik yapsalar, sözlerini
«Bu do geçen yıl olmuştu.» diyerek tamamlasalar, şahitlikleri caiz ve sahihtir.
Bir yıl geciktirilmesi, şehadetlerini zayıflatıcı ve zedeleyici mahiyette kabul
edilmemektedir. Diğer bir görüşe göre zayıflatıcı olması gerekir. Çünkü meseleyi
bir yıl önce bilip hala o kadının boşayan erkeğin karısı olmasına veya
hürriyetine kavuşmuş bir cariyenin köle olarak 'kalmasına göz yummaları, onların
bu şahitliklerini zedeleyici mahiyettedir. Çünkü bu tür şahitliğin kabulü için
dava şart değildir. Ama geciktirecek olurlarsa, geciktirmelerinden dolayı fasık
olmuşlardır.» denmektedir.
FERİ MESELE:
Mücteba'nın bir nakline göre, şahitliğin üstlenilmesi farzı kifayedir. Aynen eda
edilmesinde olduğu gibi. Aksi halde hukuk zayi olacak, hak istenilen şekilde
tecelli etmeyecektir. Binaenaleyh bu konuda hakkın isbatıyla ilgili yazma konusu
da böyledir. Ancak bunun yukarda da beyan edildiği gibi bir istisnası, şahitlik
yapması mecbur olan kişinin şahitliğe karşılık ücret almasının caiz olmamasına
rağmen yazı ile bunu tesbite çalışan kişinin ücret almasına cevaz verilmiş
olmasıdır ki bunda da fukahanın ittifakı vardır. Bizim mezhebimize göre bizatihi
kendisine şahitlik yapması taayyün etmeyen kişilerde de durum aynıdır Aynı
zamanda bu İmam Şafii'nin de bir görüşüdür. Diğer bir görüşünde ise başkası
varken onun, üzerine şahitlik yapması gerekmediğine göre, ücret almasının caiz
olduğu görüşü benimsenmiştir. Şerebi.
«On sekize iblağ
edilmiş olur ilh...» Bu da kölenin azad edilmesi, kölenin müdebber kılınması,
bir de rada ve şahidin cerh edilmesi meseleleridir. Kadının bain talakla boş
olması, cariyenin azad edilmesi, cariyenin müdebber kılınması ondört içerisinde
mevcuttur. Halebi.
«Vakıf müstesna
ilh...» Yani kendisine vakıf yapılan kişinin vakfın malıyla ilgili bir iddiası
olması halinde, bazılarına göre kabul edilir.Müftabif olan görüşe göre kabul
edilmez. Ancak mutevelli olması hali istisna edilmiştir. Nitekim vakıf batisinde
bununla ilgili yeterli izahat verildi. Halebi.
(İbni Abidin
merhumun oğlu Tekmile'sinde, «Ben bu konuda şöyle derim.» diyerek «Burada bir
ifade eklerim.» demiştir. Fetavayı Haniyyi'de hak olan husus, doğru olan, vakıf
belirli bir kişiye yapılması halinde, onun iddiası kabul edilir.» demiştir. Yine
devamla, «Pederim merhum Tenkihül-fetavalel-Hamidiye'sinde fetva verilen görüşe
göre bunun hakimin izniyle olması gerekir kaydını koymuştur.» demektedir.
Çeviren.)
METİN
Şahidin hudud
konularıyla ilgili şahitliğini yapmaması ve bu konuda meseleyi örtmesi daha
hayırlıdır. Bu konuda Hadisi şerif varittir. «Kim ki insanların sırrını örterse,
onun sırları da örtülecektir.» buyurulmaktadır. Dolayısıyla uygun olan bu
konudaki şehadetini yerine getirmemesi, kendi içinde gizli tutmasıdır. Ancak
yaptığı bu işlerle övünen ve aleni olarak ortaya koyan, dini hükümleri hiçe
sayanlar için yapılması müstesnadır. Bahır.
Şahidin hırsızlık
konusunda karşı tarafın hakkını ihya edebilmesi için, «aldı» demesi, «çaldı»
dememesi daha uygundur. Çünkü «çaldı» dememesi halinde, onun durumunu bir bakıma
örtmüş olmaktadır. Zina konusunda şahitlerin nisabı dört erkektir. Aralarında
kadının kocasının çocuğu da, oğlu da olmaması gerekir.
Bir kimse kölesini
azad etmeyi zinasına talik etse, iki şahidin bunu görmeleri halinde zinaya talik
edilen azad olayı gerçekleşmiş olur. Ama had tesbit edilemez. Şahitler onun azad
olduğuna dair şahitlik yapsa, daha sonra dört erkek şahit evli olduğundan daha
önce evlilik geçirmiş olduğunu da ifade ederek zina ettiğine dair şahitlik
yapsalar, birinci şahitlerin şehadetine binaen hakim onun hürriyetine karar
verse, ikinci şahitlerin şehadetine binaen onu recmetse (öldürtse, taşlatsa),
ondan sonra da bütün şahitler şahitliklerinden dönseler, ilk iki şahit o kölenin
mevlasına kölenin kıymetini öderler. Zina ettiğine dair şahitlik yapan dört
erkek şahit ise, diyetini öderler. Eğer onun varisi varsa varisine, yoksa yine
mevlasına diyetini öderler.
Diğer hudud ve
kısas konularında kafirin müslüman olduğuna dair-ki bu da erkek bir kafirin
müslüman olduğuna dair şahitlikte-, ayrıca dinden çıktığına dair şahitlik
konusunda iki erkekle iktifa edilir. Erkeğin müslüman olmasında iki şahidin
bulunması demek, sonunda irtidada dair şahitlik tesbit edildiği zaman ölüme
götürecek bir durum söz konusu olmasındandır.
Kadının durumu ise
bunun hilafınadır. Çünkü kadının irtidat etmesi halinde ölüme mahkum edilmez.
Bahır. Ancak yukardaki köle meselesinde olduğu dibi haddi gerektiren bir noktaya
bir şey talik edilirse, bu durumda iki erkeğin şehadeti şart değildir. Bir erkek
iki kadının şahadetiyle talik edilen husus vuku bulmuş, gerçekleşmiş kabul
edilir. Fakat kendisine had vurulmaz. Nitekim yukarda beyan
edildi.
Doğumla ilgili,
doğarken çocuğun canlı olarak doğduğuna dair şehadet, bunun namazının kılınması
için, hatta sahibeyne göre miras için de olsadurum aynıdır. İmam Şafii ve
Ahmed'in görüşleri de budur. Hanefi mezhebinde racih görüşte bu olsa gerektir.
Fetih.
Bakirelik
konusunda, kadınlarla ilgili özel kusur ve ayıplarla ilgili erkeklerin
bakamayacağı durumlardaki hususlarda, bir kadının hür ve müslüman olması şartı
ile şehadeti kabul edilir. Her ne kadar sayının iki olması, ihtiyâta daha uygun
ise de. Sahih olan kavle göre bir erkeğin şehadetinin kabul edileceğidir.
Hülasa.
Bercendî de
Mültekat isimli eserden naklen, «Öğretmen küçük öğrencilerin olaylarıyla ilgili
konularda tek başına şahitlik yapsa, şahitliği kabul edilir.» demiştir. Bu
durumların dışında şahitlikle ilgili nisap, mali konularda olsun, mali konularda
dışında nikah, talak, vekalet, vasiyet ve çocuğun doğum esnasında canlı olarak
doğduğu ve ses çıkardığıyla ilgili hususta olsun, varis olması için da olsa
durum aynıdır. İki erkeğin şahitliği ile iktifa edilir. Ayrıca bir erkek iki
kadının şahitliği de yeterli sayılır.
Yukarıda beyan
edildiği gibi okuldaki çocukların hadiseleriyle ilgili durumda mesele biraz daha
değişiktir. Orada yukarda da belirtildiği gibi öğretmenin tek başına o konuda
şahitliğinin kabul edileceği belirtilmiştir Kuhistanî.
Tecnis.
İki erkek veya bir
erkek iki kadının şehadet etmeleri konusunda, her iki şehadetinde eşit olduğu,
aralarında bir farkın bulunmadığı beyan edilmekle birlikte, yalnız başına
kadınların bu konudaki şahitlikleri kabul edilmez. Ayrıca bir erkek iki kadın
olması şartı vardır. Çünkü Kur'anı Kerim'de «Biri unuttuğunda diğeri ona
hatırlatır.» buyurulmaktadır.
Aralarında erkek
olmaksızın bu konularda dört kadının şahitliği kabul edilmez. Çünkü onların
dışarıya çıkıp gezmelerini azaltmak için iki kadının şehadeti bir erkek yanında
kabul edilmiş. bir erkek yerine iki kadın daha eklenecek olursa böylece
kadınların dışarıya çıkmaları artmış olacaktır. Diğer üç imam ise kadınların bu
konuda şahitliğinin erkekle birlikte kabul edilmesi meselesini mal ve buna tabi
konularla ilgilidir demişler, bunun dışında erkeklerle birlikte kadınların
şahitliğinin kabul edilmeyeceğini söylemişlerdir.
Bütün bu yukarda
beyan edilen konuların tümünde şahitlerin «şehadet ederim» ifadesini
kullanmaları icmalile şarttır denmiştir. Bu ifadelerin şart olmadığı yerlerde
ise ki suyun temizliği, hilalin görülmesi gibi konular aslında şahitlik değil
konu hakkında bir haberdir.
Şahitliklerinin
kabul edilmesi için yukardaki ifadeyi kullanmaları, hakimin bu ifadeye
güvenebilmesi de şahitlerin adil olmalarına bağlıdır. Yenabî isimli eserde
adalet veya adil kişi tarif edilirken özünde ve namusunda hiçbir kişi tarafından
söz edilmemiş, taan edilmemiş kişi olarak tarif edilmiştir. Yalan söylediğine
dair sözler de şahitliğini zedeleyicidir. Çünkü bu da özünden ve içinden gelen
bir husustur.
Tabiki adilin
şahitliğinin hakim nezdinde kabul edilmesi ve ona göre hüküm vermesinin vacip
olması, adilin şehadetine bağlıdır. Ama fasık olan kişinin şahitliği ise
sahihtir. Ancak hakim üzerine bu şehadete binaen hüküm vermesi, gereği ile amel
etmesi vacip değildir. Şafii bu konuda Hanefilerin görüşüne muhalif bir görüşü
benimsemiş, «Fasık olan bir kişinin şahitliği asta kabul edilmez.»
demiştir.
Buna göre bir hakim
fasıkın şahitliğine dayanarak hüküm verse, hükmü geçerlidir, ama bir bakıma da
günah işlemiş sayılır. Fetih.
Bunun da bir
istisnası vardır. Devlet başkanı, hakimleri fasık kişilerin şahitliğiyle hüküm
vermekten men etmiş ise o zaman bu şahitliğe dayanarak hüküm vermesi sahih
olmaz. Ve verdiği hüküm de geçerli kabul edilmez. Bunun gerekçesi de yukarda
belirtildiği gibi hakimin hakimliği vakitle mukayyet olabileceği gibi, zaman ve
mekanla da, bazı hadiselerle de mukayyettir.Aynı zamanda mutemet olan görüşler
istikametinde hüküm vermesi ile de hakimler mukayyettir.Dolayısıyla zayıf
kavillerle hüküm vermeleri halinde, verdikleri hüküm nafiz olmaz.Kınye ve
Mücteba isimli eserlerdeki «Doğru olan ve şahsiyet sahibi insanların
şahitlikleri kabul edilir.» şeklindeki ifadesi, İmam Ebu Yusuf'un görüşüdür.
Bahır.
Kemal İbnül Hümam
bu görüşü zayıf addetmiş, gerekçesinde de «Nasa aykırı bir tali ve ictihaddır.
Diyerek «kabul edilemeyeceğini» söylemiştir. Çünkü Kur'an da ve hadislerde
şahitlerin adil kişiler kaydıyla şahitliklerinin kabul edileceği söylenmiştir.
Dolayısıyla «Fasık olan kişi, doğru söyleyen biri veya murueti olan (kişiliği ve
şahsiyeti olan) bir kişinin şahitliği kabul edilir.» şeklindeki ifade kabul
edilir nitelikte değildir.Musannıf da bu görüşü benimsemiş, aynısını iltizam
etmiştir.
Şahidin yapmış
olduğu şahitlik mevcut ve mahkemede hazır olan bir kişiyle ilgili ise, üç
noktaya işaret etmesi, onu göstermesi şarttır. Bunlardan ikisi hasımlar,
üçüncüsü de eğer dava konusu alacak değil de bir mal ise, o malı
göstermesidir.
Eğer olmayan bir
kişi (gaip bir kişi) aleyhine şahitlik yapılıyorsa, mesela şahitliğin başka bir
mahkemeye nakli konusunda yedek şahitler veya fer'i şahitlerde olduğu gibi veya
ölmüş bir kişi hakkında şahitlik ediyorlarsa, bu şahitliğin kabul edilmesi için
mevcut olmayan gaip veya ölmüş olan kişiyi adı, babasının adı ve dedesinin
adıyla zikretmeleri gerekir. Yalnız kendi ismini ve babasının ismini söylemesi
yeterli değildir. Buna çalıştığı sanatını da eklese, yine iktifa edilmez. Ancak
sanatıyla meşhur olması halinde sanatına isnad edilmesi, nisbet edilmesi,
dedesine nisbet edilmesi yerine kaim olmuş olur. Çünkü önemli olan kişinin
şüpheden hali olarak tanıtılmasıdır. Eğer sanatına izafe edilerek baba ve kendi
ismini zikretmekle, aynı sanatı paylaşanlar yoksa tarif hasıl olmuş
olacaktır.
Binaenaleyh dedeyi
zikretmeden baba ve kendi ismini zikretmekle iktifa edilse ve hakim de buna
dayanarak kararını verse, hüküm geçerlidir. Çünkü önemli olan harf ve isimlerin
sıralanması değil kişinin tanıtılmasıdır. Hatta bu konuda bir lakapla veya tek
ismiyle tanıtılması mümkün olduğu taktirde bununla da iktifa edilmesi gerekir.
Camiü'l-Fusuleyn'de ve Mültekat'ta özellikle bu noktaya dikkat
çekilmiştir.
Hasım tarafından
şahitlere ta'n edilmedikçe, şahit hakkında bir araştırmaya soruşturmaya gerek
yoktur. Ancak hudud ve kısas konusunda şüphe olabileceğine binaen şahitleri
araştırması gerekir, Bu da Ebu Hanife'ye göredir. Ama sahibeyne göre her konuda
bilinmeyen şahitler hakkında soruşturma yapması, onların durumunu öğrenmesi
gerekir. Bu soruşturma da hem gizli, hem de aleni olarak yürütülür. Fetva da
buna göre verilmiştir. Bu da Ebu Hanife'yle talebeleri arasında delilden
kaynaklanan bir ihtilaf olmayıp zamandan kaynaklanan bir ihtilafdır. Çünkü Ebu
Yusuf'la İmam Muhammed dördüncü hicri asırda bulunmuşlardır. Ebu Hanife ise
üçüncü asırda yaşamıştır. Buradaki asırdan moksat yüz yıllık bir zaman olmayıp,
Hazreti Peygamber Aleyhisselatu vesselamın. «Asırların en hayırlısı içinde
bulunduğum asırdır. Ondan sonrası ondan sonra gelendir, ondan sonrası da, yine
ondan sonra gelen üçüncü asırdır, ondan sonra yalan yaygın bir hale gelecektir.»
hadisinde belirtilen asırdır. Buna göre Ebu Hanife hicri ikinci yüzyılın
ortalarında vefat etmiş, talebeleri ise aynı asın son çeyreğinde vefat
etmişlerdir. Buradaki asırdan maksat yüz yıllık bir süre olmayıp, bir nesilden
ibarettir. Yani Ebu Yusuf'la İmam Muhammed dördüncü nesilde, Ebu Hanife ise
üçüncü nesilde yaşamışlardır.
Eğer gizli
araştırma ile iktifa edecek olursa caizdir. Mecma bu görüşü benimsemiş,
Siraciye'de fetvanın bu kavil ile verildiği söylenmiştir.
Şahitleri teskiye
konusunda onları teskiye edenin «adildir» demesi ile iktifa edilir. Esah olan
görüş de budur. Çünkü hür olup olmadıkları konusunda bir araştırmaya gerek
yoktur. Çünkü yaşadığı ülke, hür insanlar ülkesi olması, darul İslam olması
hasebiyle hür oldukları kabul edilir. Dürer.
«Adildir ifadesi»
ibaresiyle (ibaretünnassı) köle olsa şeklindeki itiraz ile bunun nakzedilmesine
karşı bir cevap niteliği taşıdığı gibi, ve dalalet yoluyla da kendisine had
vurulmuş kişi ile bu ifadeye yapılacak itiraza da cevap mahiyetindedir. İbni
Kemal.
Kendisine adil olup
olmadığı konusunda soru sorulmaksızın hasım tarafından şahitlerin adil olduğu
söylenmesi ve onun şahitler hakkındaki teskiyesi, teskiye olarak kabul edilmez.
Ama kendisine bu konuda rucu edilen biri olduğu taktirde, onun yapmış olduğu
teskiye, teskiye olarak kabul edilir. Bezzaziye.
Buradaki teskiyeden
hasmın yani davalının davacının getirdiği şahitler hakkında «onlar adil
kişilerdir» demesi, «ancak hata ettiler, unuttular» diye bazı ifadeler eklemesi
veya eklemeden adil olduklarını söylemesi
kasdedilmektedir.
Ancak hasmın «Doğru
söylediler, onlar doğru söyleyen adil kişilerdir» demesi hakkı itiraf
sayılacağından, direk şahitlikleri kabul edilir. Bir bakıma onların
söylediklerini ikrar etmiş olduğundan beyyineye hacet kalmaksızın inkarı halinde
ikrar etmiş olduğundan, ikrarına dayanarak hüküm verilir.
İhtiyar.
Bahır'ın tehzipten
naklettiği bir ifadeye göre, zamanımızda şahitlere yemin ettirilir. Çünkü
teskiye artık mümkün olmamaktadır. Çünkü meçhul olan kişi, meçhul kişiler
tarafından tarif edilemez, bilinemez. Musannıf da bu görüşü benimsemiş
görünmektedir. Daha sonra ondan, onun da Seyrefî'den naklettiği bir ifadeye
göre, mesele hakimin kanaatine bırakılması gerekir.
Ben derim ki: Bu
konuda Eşbah'tan nakledilen ifadeyi de unutmamak gerekir.
İZAH
«Uygun olan şahidin
şöyle demesidir ilh...» Bu ifadede söylenmek istenen, işaret edilmek istenen
nokta, hududla ilgili sebeplerin gizli tutulması, kapatılması ve bu konunun
aleni olarak ortaya çıkarılmamasıdır. Menhuvat. İbn-i
Kemal.
«Şahitliğin nisabı
ilh...» Burada şahitliğin şartı ifadesi yerine Kenz'de kullandığı gibi, «şart»
demedi, «nisap» dedi. Çünkü ilerde geleceği gibi doğum ve doğumdan sonraki iki
meselede şahitlerin kadın olması şart değildir de onun için «nisabı» ifadesini
tercih etti. İbni Kemal.
«Dört erkek şahit
ilh...» Zina konusunda kadınların tek başına şehadetleri kabul edilmeyeceği
gibi, erkeklerle birlikte de olsalar, o konuda şahitlikleri yine asla kabul
edilmez.
«Kadının kocasının
oğlu ilh...» Yani burada iddia eden baba olacak olursa. Bahır'da bu konuda şöyle
denmektedir: «Dört şahitten birinin kadının kocasının oğlunun, yani kocasının
ikinci karıdan olan oğlunun şahitliği kabul edilir. Onun dört şahitten biri
olması caizdir.»
Netice olarak
Muhitü'l-Burhanî'nin zikrettiğine göre mesele şöyledir:«Bir erkeğin iki karısı
olsa, birinin beş oğlu olsa, bunlardan dördü kardeşleri aleyhine, babalarının
ikinci hanımı (analıklarının) zina ettiği konusunda şahitlik yapsalar, kabul
edilir. Ancak davacı baba olduğunda veya anneleri sağ olduğu zaman da kabul
edilmez. »
«Kısas konusunda da
ilh... » Kısas ifadesi burada nefis ve uzvun gerektirdiği kısaslara şamildir.
Bunu bu ifade ile yani (gaved) ifadesiyle söylemesinin özelliği Haniye'deki şu
ifadeden kaymaklanmaktadır. «Bir erkek, iki kadın birinin başkasını hataen
öldürdüğüne şahitlik etseler veya kısası gerektirmeyen bir olay olduğunda bir
öldürme olayı hakkında şahitlik yapsalar şahitlikleri kabul edilir.»
Kadının durumu
bunun hilafınadır ilh... » Kadının müslüman olduğuna dair bir erkek iki kadının
şahitliği yeterlidir. Hatta Makdisi şöyle demiştir: "İki Hıristiyan bir
Hıristiyan kadın hakkında «müslüman oldu» diye şahitlik yapsalar, caizdir.
Müslümanlığı kabullenmeye ve hayatını İslam'a göre düzenlemeye mecbur edilir.»
Ben derim ki:
Nasrani erkek yani hıristiyan erkek konusunda da böyle olması gerekir. Onun da
İslami kurallara riayet ederek yaşaması mecburdur. Ancak bir erkek iki kadının
şehadeti ile müslüman olduğuna karar verilenin irtidat ettiğine dair
şahitlikleri, öldürülmesi için yeterli değildir. Ben bumeseleyi Velvaliciye'de
gördüm.
Dikkat edilecek
olursa «Erkeğin müslüman olması ile ilgili noktada bir erkek iki kadının
şahitliğinde de durum böyledir.» demedi de «Hıristiyanda da böyle olması
gerekir.» ifadesiyle iktifa etti. Bu konu bedaheten bilindiği için söylemeye
gerek duymadı. Bahır da bu konuyu Muhitten naklen açıkça ifade ederek «zimmi
olan kişi yine kendisi gibi bir zimmi aleyhinde şahitlik yaparsa» ifadesini
açıklarken yukarda söylediğimiz gibi «Bir erkek iki kadının onun müslüman
olduğuna dair şahitlikleriyle de iktifa edilir. » dedi. Bu konuda Dürer'den
nakledilen Mürted babında söylenenlere bakmakta yarar
vardır.
Özet olarak iki
erkek şahid bir erkek veya bir kadının müslüman olduğuna dair şahitlik yapsalar,
daha sonra yine daha sonra yine şahitlerle irtidat ettikleri belirecek olursa,
tevbe etmedikleri taktirde erkek ölüme mahkum edilir. Kadın ise
öldürülmez.
Ancak erkeğin
müslüman olduğu, bir erkek iki kadının şehadetiyle sabit olmuş ise, irtidat
etmesi halinde öldürülmeyeceği de yukarda beyan edilmiş idi. Ancak metinde iki
erkeğin şehadetinin gerektiği meselesi ise, sonuçta ölüme mahkum edilmesiyle
ilgili olsa gerektir. Nitekim biraz önce de belirtildiği gibi, bir hıristiyanın
müslüman olduğuna dair iki hıristiyan şahitlik yapsalar, Müslümanlığı kabul
edilir.Hayatını müslümanca sürdürmeye mecbur edilir. Fakat irtidadı halinde
öldürülmez, demiş idi. Bunlarla ilgili yeterli bilgiyi hemen aşağıdaki
paragrafta belirtmeye çalışacağız.
«İki erkeğin
şahitlik yapması gerekir ilh...» Bahır isimli eserde. «Bir erkek ve iki kadının
şahitliğine dayanarak hudud ve kısasta hüküm verse, hakim onların şahitliğinin
bu konuda kabul edileceği görüşünü benimseyen biri ise veya bu görüşü
benimsemeyen biri olmasına rağmen hükmünü verdikten sonra bu görüşü benimseyen
ikinci bir hakime meselesi iletildiği zaman uygulamaya koyacak olursa, caizdir,
uygulama geçerlidir.» denilmektedir.
Haniye'de ise bu
konuda şöyle denmektedir: «Bir kimse, «Eğer şarap içersem kölelerim hür
olsunlar» dese, bir erkek ve iki kadın onun şarap içtiğine şahitlik yapsalar,
köleleri hür olmuş olur. Ancak onların şahitliğine binaen kendisine had
vurulmaz. Bu da «Eğer çalarsam» şeklindeki ifadeye kıyaslanarak belirtilmiştir.
Fetva da bu iki meselede Ebu Yusuf'un kavline göredir.
«Ancak had
konusunda bir şeye talik edilmesi halinde talik edilen iki şahit veya bir erkek
iki kadının şehadetiyle sabit olur ilh...» Yani bir kimse hak ve kısası
gerektiren herhangi bir konuya bir şeyi talik etse, bu talik edilen noktanın
tesbit edilebilmesi ve vuku bulması için iki erkeğin şehadeti şart değildir. Bir
erkek ve iki kadının şahitliği ile iktifa edilir ve talik edilen nokta sabit
olmuş olur. Her ne kadar talik edilen nokta, yanı zina veya had veya kısas
konuları bu şahitlikle sabit olmasa da. Bahır.
Bu meseleyi bir
misalle açıklamakta yarar vardır. Bir kimse, «Eğer şarap içersem karım şöyle
olsun.» dese, bir erkek ve iki kadın şarap içtiğine dair şahitlik yapacak
olsalar, karısının boş olması konusunda bu şahitlikle iktifa edilir. Fakat had
vurulması konusunda bu şahitlerin şehadeti yeterli
sayılmaz.
«Donumla ilgili
konuda da ilh...» Islah isimli eserde bu meseleye yer verilmemiştir. Çünkü
doğumla ilgili hususta bir kadının şehadeti ancak sahibeyne göre yeterlidir. Ebu
Hanife'ye göre yukarda neseple ilgili bölümde belirtildiği gibi iktifa edilmez.
Ama çocuğun doğduktan sonra hayat emmaresi olduğuna dair bir kadının şehadeti
icma ile kabul edilir. Ki bu da çocuk üzerine cenaze namazının kılınmasıyla
ilgilidir. Burada «namazla ilgili» ifadesini kullandık. Çünkü varis olması ile
ilgili noktada yine Ebu Hanife'ye göre kabul edilmez, Sahibeyne göre kabul
edilir. Onun için metinde Sahibeyne göre, İmam Şafii ve İmam Ahmede göre
ifadelerini kullandı. Çünkü mirasla ilgili konularda bir kadının şehadetiyle
iktifa edilmeyeceği Ebu Hanife'ye göre açıktır. Ama namaz konusunda dediğimiz
gibi ittifakla bir kadının şehadeti yeterlidir. Menih.
«Kadınlarla ilgili
kusur ve ayıplar konusunda ilh...» Mesela bir kimse bir cariye satın alsa, daha
sonra bu cariyeyle cinsi münasebetine engel bazı kusurların olduğunu iddia etse,
yukarda beyan edildiğine göre, bir kadının bu kusura muttali olup mahkemeye
rapor vermesi halinde iktifa edileceği beyan edilmiş idi. Ancak Menih isimli
eserin kusurla ilgili muhayyerlik bölümünde zikrettiği gibi özellikle, «Eğer
cariyenin kaçtığı iddia edilse» ifadesi açıklanırken, ancak kadınlar tarafından
tesbit edilebilecek kusurlar konusunda o kusurun devam etmesi halinde bir
kadının görüşü ve sözü ile iktifa edileceği beyan edilmiş
idi.
Daha sonra orada,
eğer bu kabızdan sonra olacak olursa, kadının ifadesine dayanarak iade
edilemeyeceği, bununla birlikte bu konuda bir bilgisi olmadığına dair satıcının
yemin etmesinin gerektiğine de yer verilmişti. Ama bu, henüz cariyenin
tesliminden önce olacak olursa, İmam Muhammed'e göre durum yine aynı olmaktadır.
Ebu Yusuf'a göre ise, kadınların ifadelerine dayanarak o cariyenin satıcının
yeminine gerek kalmaksızın iade edilmesi gerekir
denmektedir.
Fethü'l-Kadir'in
görme muhayyerliği babından önceki bir ifadesinde şu hususlar yer almıştır: «Bu
konuda esas olan nokta, söz hakkı asaleti savunan, asıl durumu savunan kişilerin
hakkıdır. Kadınların tek başına şehadetlerinin kabul edileceği noktalar ise
erkeklerin muttali olamayacağı, bakamayacakları noktalardadır. O konuda
kadınların şahitliği hüccet sayılır. Bu da bir müeyyide ile teyid edilmiş ise.
Aksi halde yalnız husumetin kendisine tevcih edilmesi için kabul edilir. Hasmı
ilzam etmek için yeterli sayılmaz.
Daha sonra orada,
«Bir kimse cariye satın olsa ve bu cariyeyi satın alırken bakire şartı ile alsa,
henüz cariyeyi kabzetmeden veya kabzettiktensonra cariyenin bakire olup
olmadığında ihtilaf etseler, Kadı bu cariyeyi kadınlara gösterir. Eğer bakire
olduğunu söylerlerse müşterinin kabul etmesi gerekir. Çünkü kadınların şahitliği
burada teyid edilmekte, kuvvet kazanmaktadır. Çünkü cariye olan kadında da asıl
olan bakire olmasıdır. Eğer kadınlar bakire değildir, duldur diyecek olurlarsa,
onların şehadetine dayanarak bu akti fesh etme sabit olmaz. Çünkü bu başka bir
nokta ile teyit edilmemektedir. Ancak husumetin tevcih edilmesi, geçerli olması
konusunda bu şehadet kabul edilir. Bunun yanında baie kuvvet kazanması için
yemin teklifi yapılır. Yemin ederken de «Ben satışın gereği o cariyeyi bakire
olarak ona teslim ettim.» diye yemin etmesi gerekir. Yemin etmekten vazgeçecek
olursa, cariye kendisine iade edilir. Aksi halde iade edilmez.»
denilmiştir.
«Bir erkeğin
şehadeti ilh...» Bu konuda Menih'te şöyle denmektedir:«Erkeklerin muttali
olamayacağı ifadesiyle bir erkeğin şehadetinin kabul edilemeyeceğine işaret
edilmek istenmiştir. Bu da «Ben kasten ona baktım.» demesi haline hamledilir.
Ama bir erkek kadının doğum yapmasıyla ilgili hususta şahitlik yapar, «Aniden
ben de orada bulunmuştum, tesadüfen gözüm çocuğun doğumuna ilişti ve çocuğun
doğduğuna şahidim.» diyecek olursa, adil olması halinde şahitliği kabul edilir.»
Mabsut'ta da aynı ifade yer almış bulunmaktadır.
«Hudud ve kısasın
dışında ilh...» Yani hudud ve kısasın dışında bir de ancak kadınların muttali
olabileceği noktalar dışındaki hususlarda iki erkek veya bir erkek iki kadının
şahitliği kabul edilir. Bu da hataen öldürme, kısası gerektirmeyen öldürme
durumlarına şamildir. Çünkü bunların gereği diyet olmaktadır, mali bir konuyla
ilgili bulunmasındandır. Yine kadınların erkeklerin şehadeti yanında şehadet
üzerine şehadette de kabul edilebileceği ve Kadı'nın diğer bir Kadı'ya yazmış
olduğu mektup ve yazıyla ilgili konuda şahitliklerinin kabul edilebileceği yine
fukaha tarafından kabul edilmiş, Ramli de bunu Hamye'den böyle
nakletmiştir.
«Ama bu varis
olması konusunda olsa ilh...» Yani çocuğun doğumu esnasında hayat emmaresi
olduğuna dair iki erkek veya bir erkek iki kadın şahitlik yapacak olurlarsa, bu
konuda doğan çocuğun daha önce ölmüş olan kişiye varis olması sabit olur. Bu da
biraz önce belirttiğimiz gibi Ebu Hanife'ye göredir. İmameyne göre ise böyle bir
şarta gerek yoktur. Menih isimli eserde bunlara ek olarak «ltk ve nesep konuları
da aynıdır.» denmiştir.
«Biri unuttuğu
zaman diğeri ona hatırlatır ilh...» Burada şu hadise nakledilmektedir: Ümmü
Bişir isimli bir kadın hakim nezdinde şahitlik yapıyor. Hakim bu kadının
şahitlik yapması esnasında diğer kadından ayrılmasını emreder, onları
birbirinden ayırın der. Bunun üzerine kadın. «Senin buna hakkın yoktur.» diye
kadıya itiraz eder. Çünkü Cenabı Hak, «Biri unuttuğu zaman diğeri ona
hatırlatacaktır.» buyurmuştur. Bu da iki kadının birbirinden ayrılmadan aynı
anda şahitlik yapmalarını gerektirmektedir der. Hakim de bu ifade karşısında
susmayı tercih eder. Mültekat.
«Mal ve malla
ilgili konularda şahitlikleri kabul edilir denmiştir ilh...»Bu da malla ilgili
bir sürenin tanınması ve muhayyerlik şartı gibi konulardır. Çünkü bunlar malı
konulara ek ve onlarla ilgili konulardır.
«Muhakkak ki
şahitlik ederim ifadesini kullanması gerekir ilh...» Bu konuda Yakubiye'de şöyle
denmektedir: «Iraklı ulema, ancak kadınların şahitlik yapabilecekleri,
erkeklerin muttali olamayacakları konularda «şahitlik ederim» ifadesine gerek
yoktur, demişlerdir. Çünkü bu meseleyi onlar şahitlik babından değil, haber
verme babından, ihbar olarak kabul etmektedirler. Şahitlik ise bu konuda kitapta
yani Kuduri'de beyan edilendir.Kuduri'de şöyle denmiştir: «Çünkü bu da şehadetle
ilgili bir husustur. Onun için hürriyet gibi ve diğer şartlara haiz şahitlikle
ilgili şartların bulunması gerekir. Ayrıca bu gibi ifadenin kadın tarafından
kullanılması, mahkeme nezdinde olması gerekir. Buna benzer diğer şahitlerde
aranan şartlar, aynen bunlarda da arandığına göre, meselenin haberden daha çok
şahitlikle ilgisi olduğunu gösterir.»
«Hakimin üzerine bu
şehadete binaen hüküm vermesinin vacip olması için ilh...» Şahitlerin ifadesine
dayanarak hüküm vermenin vacip olması. şahitlerin adil olmasına bağlıdır. Ancak
şahitliklerinin kabul edilmesi, adil olmalarına bağlı değildir. Dolayısıyla adil
olmayan fasık kişiler mahkeme nezdinde şahitlik yapsalar ve bu şahitliğe
dayanarak hüküm vermek hakim üzerine vacip değildir. Ancak adil olan kişilerin
şahitliğinde durum bunun aksinedir.
«Adil olan kişi
ilh...» Bu konuda Zahire'de söyle denmektedir: «Adil olan kişinin tarifi ile
ilgili en güzel ifade şudur: Adil büyük günahlardan sakınan, küçük günahlarda
ısrar etmeyen, salahı fesadından, sevabı hatasından çok olan
kişidir.»
«Verilen hükmün
sahih olması ile ilgili değildir ilh...» Yani fasık olan kişinin şehadeti, kabul
edilmesi halinde, sahihtir. Verilen hüküm kabul edilir. Ancak hakimin bu hükme
uyarak uygulaması üzerine vacip değildir. Ama uyguladığı taktirde hükmü
geçerlidir.
«Fasıkın
şehadetiyle verilen hüküm geçerlidir ilh...» Camiü'l-Fetava isimli eserde şöyle
denmektedir: Fasık olan kişinin şahitliğine gelince, eğer kadı onun şahitliğinde
doğru olduğu kanaatine varırsa, kabul edilir. Aksi halde kabul
edilmez.»
Fetava-yı
Kaidiye'de ise, «Bu, hakimin zannı galibine dayanarak doğru söylediği ortaya
çıkarsa ve ondan da bu durum bilinen bir husus ise, kabul edilir.» denmektedir.
Doğru ve şahsiyetli
olan kişinin fasık da olsa şahitliği kabul edilir şeklindeki ifadenin Ebu
Yusuf'un görüşü olduğu Bahır isimli eserde beyan edilmişti. Doğrusu, Bahır'da
beyan edilen bu ifade, Ebu Yusuf'tan bir rivayettir. Ebu Yusuf'un mezhebi ve
üzerinde ısrarla durduğu görüşü değildir. Bunun için de Kemal İbnül Hümam bu
görüşü zayıf addetmiştir.Çünkü «Sizden adalet sahibi olan iki şahidin
şehadetiyle hüküm veriniz ve şahitleri şahitolarak gösteriniz.» şeklindeki nas,
bu ifadenin güvenilir ifade olmadığını gösterir. Çünkü nasta açıkça adil olan
kişilerin şahit gösterilmesi emredilmiştir. Bununla ilgili konuları ve Kemal
İbnül Hümam'ın bu ifadelerini Kitabul kazanın bâş tarafında cevaplamaya
çalıştık. Oraya müracaat edilmesinde yarar vardır.
«Şahit şu hususlara
muhtaçtır ilh...» Hemen bunun akabinde feri bir meseleye geçilmektedir.
Bezzaziye'de şu ifadeler bu konuda yer almıştır: «Kişi şahitlikle ilgili
hususları kaleme almış, diğer biri de bunu mahkemede okumuştur. Ve muhtevası
şöyledir: Şahit, «Şahitlik ederim ki, şu müddainin müdda aleyh aleyhinde, yani
şu davacının şu davalı aleyhinde açmış olduğu dava ile ilgili bütün söyledikleri
ve yazıda tesbit edilenler doğrudur. Bütün bunların böyle olduğunu kabul ediyor
ve bu konuda şahitlik yapıyorum.» dese veya «Şu davacının» dava ile ilgili
söyledikleri ve «Şu davalının elinde haksız yere bulunan mal davacınındır.
Davalının davacıya onu teslim etmesi gerekir.» şeklindeki beyanları kabul
edilir. Çünkü ihtiyaç bunu gerektirmektedir. Zira şahitlik uzun olabilir. Uzun
olması dolayısıyla şahitte beyandan aciz kalabilir. Bunları bir yazı halinde
tesbit etmesinde bir beis görülmemektedir.»
«Yalnız lakabı ile
iktifa edilmesi ilh...» Onunla ilgili sıfatları iktifa edilmesi durumu da
böyledir. Nitekim Hamidiye isimli eserde bu noktada şöyle bir fetva verilmiştir:
«Bir kimse öldürülmüş bir kadınla ilgili olarak, «Falan çarşıda, falan gün onu
şu vasıfta falan öldürdü.» diyecek olursa, ismi ve babasının ismine gerek
kalmadan da kabul edilir. Çünkü bu beyan ettiği vasıflarda o katil tanıtıldığına
göre, bu konuda ikinci bir vasfa ihtiyaç kalmamıştır.
«Sahibeyne göre
şahitler hakkında soruşturma yapar ilh...» Bu da hakimin üzerine düşen bir
görevdir. Ancak sahibeyne göre bu sahih olması için şart değildir. Nitekim
Bahır'da bu konu bu şekilde izah edilmiştir.
Yine aynı eserde,
«Onlar hakkında soru sormaya ihtiyaç duyulması, onların hakkında Kadı'nın
bilgisi olmaması halindedir. Bunun için de mültekat isimli eserde, «Eğer Kadı
onların şahitliklerinin kabul edilmeyeceği veya adil oldukları hakkında yeterli
bilgiye sahipse haklarında soruşturmaya gerek yoktur.»
denilmiştir.
«Fetva da buna göre
verilmiştir ilh...» Bu ifade sahibeynin görüşü ile ilgili olup, her konuda,
«Eğer halleri hakkında bilgisi yoksa sorar.» ifadesiyle ilgilidir. Bahır isimli
eserde netice olarak şöyle denmektedir: «Eğer hasım şahitler hakkında taan
edecek olursa, bütün konularda onlar hakkında soruşturma yapar. Aksi halde
yalnız hudud ve kısasta soruşturma yapar. Hudud ve kısasın dışında hasımdan taan
gelmediği taktirde, konu ihtilaflıdır. Bu da zaman ve asırla ilgili bir
ihtilaftır. Fetva da bu zamanda sahibeynin görüşüne göre verilmekte, Hidaye'de
de bu görüş benimsenmektedir.»
Buna göre
musannıfın söylemesi gereken «gizli ve açık olarak» ifadesinden önce bu
ifadelere yer vermesi idi. Çünkü bu esas maksadın hilafına bir vehmi ortaya
atmaktadır. Çünkü musannıf kendisi daha sonra gizli olarak soruşturmayla iktifa
edilmesini fetva verilen görüştür diye nakledecektir. Kemal ibnül Hümam da bu
görüşü benimsemiştir.
Yine Bahır isimli
eserde, «Kenz'de olan ifade müftabih olan görüşün hilafınadır.» denmektedir.
Bununla da zamanımızda açıktan soruşturma ile iktifa edilmesi müftabih olan
görüşün hilafına olduğu da ortaya çıkmış olmaktadır. Hatta yine Bahır isimli
eserde, «Gizli teskiyeyi, aleni olan teskiyeden önce yapması gerekir.. denmiş,
buna gerekçe olarakta Mültekat'ta Ebu Yusuf'tan nakledilen şu ifadeyi
zikretmiştir: «Ben gizli teskiye yapılmadan aleni teskiyeyi kabul etmem.»
ifadesi Ebu Yusuf'tan nakledilmektedir.»
«Dördüncü asır
ilh...» Yukarda da metinde belirttiğimiz gibi burdaki asırdan maksat nesildir,
yüz yıllık bir zaman değildir. Buna göre Ebu Hanife üçüncü asırda yaşamış yani
üçüncü nesil içerisinde bulunmuştur ki Cenabı Peygamberin hayırlı şahitlik
ettiği nesillerden sonuncusudur. Ondan sonra yalanın yayılacağı yine hadisi
şerifte haber verilmiştir. Bu da Ebu Hanife'nin asrından, yaşadığı zamandan
sonra gelen zamandır.
«O adildir ilh...»
Ve şehadeti kabul edilir, ifadesi de bu kabildendir. Kafi'de bu konuda şöyle
denmektedir: «Bir rivayete göre şahit hakkında teskiye yapan kişinin, «Adildir,
şehadeti kabul edilir» demesi gerekir. Çünkü köle de adil olabilir. Kendisine
bir kaziften dolayı had vurulmuş kişi de tövbe etmesinden sonra adil olabilir,
ama şehadetleri kabul edilen kişiler değillerdir. Dolayısıyla bunların da
eklenmesi gerekir.» Ama esah olan görüşe göre, «O adildir» ifadesiyle iktifa
edilir. Çünkü yaşadığı ülke dolayısıyla şahidin hür olduğu sabît olmuş
olur.
Bahır isimli eserde
şu ifadelere de yer verilmiştir: «İmam Serahsî'nin benimsediği görüşe göre, «O
adildir» sözüyle iktifa edilemez. Çünkü tevbesinden sonra bir kazifle ilgili
kendisine had vurulmuş kişi adil olabilir, fakat şehadeti kabul edilmez. Bu
görüşünde tercih edilmesi gerekir.»
İbni Abidin'in bu
noktada almış olduğu notlar arasında teskiye edenin sözü ile ilgili şu ifadeler
de yer almıştır: «Yazmış olduğu herhangi bir yazının altına teskiye ettiği
kişinin ismini yazdıktan sonra onun. altına, «o adildir» demesi ile de iktifa
edilir. Ancak fasık olduğu bilinen bir kişi hakkında altına bir şey yazmaz.
Çünkü bu onunla ilgili hoş olmayan bir ifadeyi açığa vurmak, müslüman hakkında
arzu edilmeyen bir hususun ortaya konması olur. Hatta «Allah bilir» şeklindeki
ifadesi ile iktifa edilir denmektedir. Dürer. Yani fasık olan kişinin isminin
altına bir şey yazmaz, «Allah bilir» ifadesiyle iktifa
eder.
«Hürriyet konusunda
ilh...» Bu ifade bazı şerhlerde Camiü's-Sağir'den nakledilen ifadeye ters
düşmektedir. Çünkü orada, «İnsanlar hudud vekısasın dışındaki bütün konularda
hürdürler.» denmektedir. Bu da açık bir ifade olsa gerektir.
Yakubiye.
Ancak Zeylai'den
naklen Bahır'da şöyle denmektedir: «Bu ifade hasım tarafından Kudurî'nin
kaydeddiği gibi şahitle ilgili köle olduğuna dair bir taan bulunması haline
hamledilir. Bunun dışında yukardaki ifade doğrudur.»
«Kendisine had
vurulmuş kişi ilh...» Bu konuda fukahanın «Darül islamda yaşayan, yani İslam
ülkesinde yaşayan kişi için asıl olan hürriyettir. hususu usulü fıkıhta
delaletülnas adını erdiğimiz mefhumu muavafaka ile sabittir aynı zamanda.
Kendisine kazif sebebiyle had vurulmuş kişinin durumu ile bu husus nakzedilir
diyen ifadeye de cevap niteliği taşımaktadır. Çünkü kişinin adil olması,
kazifden dolayı had vurulmamasını gerektirmez. Yani had vurulmuş olmakla
birlikte kişi adil olabilir. Çünkü İslam ülkesinde yaşayan kişi için de asıl
olan kaziften dolayı had vurulmamasıdır. Bu da yukardaki ifadeye tamamen
müsavidir.
«Hasım tarafından
ilh...» Yani davalı tarafından şahitlerin tezkiye edilmesi meselesi, yine davacı
tarafından teskiyeye benzemektedir. Bununla iktifa edilmez. Bunu mutlak olarak
kullanması davalının yani aleyhinde dava acılan kişinin şahitleri teskiye etmesi
şahîtlikten önce veya sonra olması hallerine şamil olması içindir. Nitekim
Bezzaziye'de de bu şekilde ifade edilmiştir. Ancak bu da düşünmeyi gerektiren
bir husustur. Çünkü davalının davadan önce şahitleri teskiye etmesi halinde,
meseleyi inkar ederek ondan bir yolan sudur etme olayı henüz bulunmamaktadır.
Şahitlerin ifadesinden sonra henüz hakimin karar vermesinden önce ise teskiye
eden kişinin değişik ifadesi onun fasık olmasını gerektirmektedir ki bu da hüküm
esnasındaki fasık oluşu gibidir. Bahır.
«Teskiye edici
olarak kabul edilmez ilh...» Hamis'te bu konuda denmektedir: «Çünkü müddainin ve
şahitlerin iddiasına göre, müddaaleyh dediğimiz davalı yapmış olduğu inkarda
yalancıdır. Onun yalancı olduğunu isbat edebilmek için sahde ihtiyaç duyulmuş ve
şahitler getirilmiştir. Eğer müddainin iddiası istikametinde karşı taraf davayı
kabul etmiş olsaydı, şahitlere ihtiyaç kalmadan ikrarına binaen hüküm verilmesi
gerekirdi. Şahitlerin onun aleyhinde şahitlik etmeleri demek, meseleyi inkar
etmekle fasık durumuna düşmüş olması demektir. Fasık olan kişinin şahitleri
teskiyesi ise sahih değildir. Bu da İmam Ebu Hanife'ye göredir. Sahibeyne göre
ise eğer teskiyeye ehil kişi ise, mesela adil bir kişi ise, davalının da
şahitleri teskiye etmesi sahihtir. Ancak İmam Muhammed'e göre bu teskiye edene
bir başkasının teskiyesinin de eklenmesi şarttır.»
«Eşbah'tan
nakledilen ifadeyi de unutmamak gerekir ilh...» Orada tahkim babından önce şu
ifadeler yer almıştı: «Mesela devlet başkanı Kadı'larına şahitlerle ilgili
olarak onlara yemin ettirilsin, şeklinde emir vermiş ise, alimlerin bu gibi emir
veren devlet yetkilisine nasihat etmeleri ve ona bu konuda hakkı olmadığını
söylemeleri gerekir.»
METİN
Şahit duyduğu ve
gördükleri hakkında şahitlik yapabilir. Mesela satışla ilgili, velevki alıp
verme yoluyla da olsa. Çünkü bu görülen hususlardandır. İkrar konusunda da
aynıdır. Velevki bu ikrar yazı ile tesbit edilmiş olsa da. Birinci şekli ile
duyulan, ikinci şekli ile de görülen bir ikrarı
olmaktadır.
Şahit, hakimin
hükmü ile ilgili mecliste duyduğu ve gördükleri konusunda da şahitlik yapabilir.
Gasıp, öldürme olayında do şahitlik yapabilir. Velevki kendisine şahit ol
denmese de. Hatta ikrar edenin yüzünü görebilecek ve söylediklerini duyabilecek
gizli yerde de olsa, durum aynı olmaktadır.
Ancak göremediği
gizli olan kişinin sesini duyarak, sesinden dolayı şahitlik yapması caiz olmaz.
Bunun da bir istisnası vardır. Konuşan kişinin kim olduğunu kesinlikle bilecek
olursa -ki bu da evde ondan başka kimsenin bulunmaması halinde olur. Ama bunu
açıklayarak, «Ben onu görmedim, fakat sesinden onun olduğunu zannederek şahitlik
yapıyorum.» derse kabul edilmez. Dürer.
Kadının şahsını
görerek, iki şahidin, «Bu falan oğlu falanın kızıdır.»şeklindeki şahitlik
yapabilir. Bu da isim nesebi hakkında şahitlik için yeterlidir.Fetva da bu kavle
göre verilmiştir.Camiü'I-Fusuleyn.
FERİ MESELE: İmam
Muhammed' den naklen Cevahir isimli eserde, «Bizzat fukahanın şahitlerin
ifadelerini yazmamaları gerekir. Çünkü şahitliğin mahkemede eda edilmesi
esnasında davalı onlara buğz edilebilir. Alimlere buğz etmesi de onun için
zararlı olur.» denmektir.
Eğer iki yazı
arasında bir açık olacak olursa, bu yazıya dayanarak mali konularda hüküm
verilemeyeceği Haniye'de sahih olarak kabul edilen bir görüştür.Mesela davacı
davalının ikrarına dair bir yazı (belge) çıkarsa, yazının kendisine ait olduğunu
davalı inkar etse, hakim bir yazı yazmasını söylese, daha sonra iki yazı
arasında bir karşılaştırma yapsa, aralarında benzerlik olsa, iki yazının da aynı
kişiye ait olduğu anlaşılsa buna dayanarak mali konularda hüküm veremez. Her ne
kadar Kariü'l-Hidaye verebileceğine dair fetva vermiş ise de, bu fetvaya itimad
edilmez. Çünkü Kadıhan meseleleri tashih etmede, hangi görüşün tercih edileceği
konularında en çok güvenilen kişilerden biridir. Nitekim musannıfta burada onun
görüşünü benimsemiştir.Eşbahın ikrar bahsinde de bu görüşe itimad edilmiştir.
Ancak Vehbaniye
şerhinde şu ifadeler yer almıştır: «Müddaaleyh, «Bu benim yazımdır,ama muhtevası
olan mal zimmetinde sabit değildir. »dese bakılır:Eğer bu yazı adresiyle kişiye
gönderilen bir mektup şeklinde yazı ise muhtevayı inkarda sözüne itibar edilmez.
Malı ödemekle mükellef tutulur. Benzeri ifadeler Kariü'l-Hidaye'nin fetvasında
ve Mültekat'ta da yer almaktadır.»
Bir kimse şahit
gösterilmedikçe ve kendisine «şahit ol» denmedikçe, başkasının şahitliği üzerine
şahitliği üzerine şahitlik yapamaz.Nihaye'de bu, «Eğer hakimin meclisinin
dışında duymuş ise» kaydıyla kayıtlanmıştır.Devamla, «Hakimin meclisinde duyacak
olursa, şahit ol denmeden de olsa, caizdir.»denmektedir.Bu da Cevhere'den naklen
Şurunbulaliye'de ifade edilmiştir.
Ancak Sadru Şeria
ve benzeri değerli fukahanın meseleyi tasvirleri buna ters düşmektedir. Çünkü bu
fukahaya göre, muhakkak ki şahitlerin «Benim bu şehadetimi aktar.» demesi ve
karşı tarafın da bunu kabul etmesi ve ondan sonra da şahitliği yükleyen
kişilerin yüklenenleri şahitlik yapmalarından men etmemeleri gerekir. Bu da en
doğru olan ifadedir.
Evet Hakimin vermiş
olduğu hüküm hakkında şahitlik sahihtir. Her ne kadar kadı ona «şahit ol» demese
de. Ebu Yusuf'ta, buna mahkeme meclisinde şartını getirmiş ve bununla
kayıtlamıştır. İhtiyata uygun olan da budur. Hülasa.
Eşbahta da ifade
edildiği gibi, on iki meselede bir kişinin ifadesiyle iktifa edilir. Onlardan
biri, Kadı'ya hapsettiği kişinin iflası hakkında hapis sürenin geçmesinden sonra
birinin haber vermesidir. Bütün bunlar teskiye ile ilgilidir. Gizli teskiyede
bir kişinin ifadesiyle de iktifa edilir. Ama aleni olan teskiyelerde şehadet
olması bakımından, şahitlerde aranan adet burada da aranır. Şahidin
söylediklerini tercümede bir kişinin ifadesiyle iktifa edilir. Hasmın ifadesinin
tercümesinde de durum aynıdır. Hakimin teskiye eden kişiye yazıyı bir kişiyle
göndermesi, yani gönderilen elçinin tek olması ile de iktifa edilir. Fakat
ihtiyatan iki kişi olmasıdır.
Babanın, çocuğun ve
kölenin teskiyesi sahihtir. İbni Vehban bunları onbir olarak saymış ve demiştir
ki: «Adil kişinin malla ilgili kıymet taktirinde, cerh ve tadilde ve bir şeyin
miktarını tesbitte, tercümede, müslemüfih dediğimiz malın kalitesinde, iflas
etmiş kişi hakkında gelen haberde ve hakimin müzekkiye gönderdiği kişide,
satılan malın kusurlu olup olmadığı hususunda, orucun başlaması konusunda, hatta
bu havanın bulutlu olduğu zamanda bile olsa, bir de gaip olan kişinin öldüğü
hakkında iki şahide verilen bir kişinin bilgi vermesi ve şahitlerin mahkemede
onun verdiği bilgiyi aktarmaları halinde bütün bu konularda bir kişinin haberine
itimad edilir.»
İZAH
«Alışveriş gibi
konularda ilh...» Buradaki şahitlikte satın alınan o malın bedelinin de
açıklanması gerekir. Nitekim ilerde bunu da açıklayacağız.
«Velevki bu satış
teati yoluyla da olsa ilh...» Bu tür satışlarda «aldı ve verdi» şeklinde
şahitlik ederler. Alışveriş oldu diye şahitlik yapsalar da caizdir.
Bahır.
Hülasa'dan naklen
Bahır'da şu meseleye de yer verilmiştir: «Alışveriş yapılan mecliste bir kimse
bulunsa, daha sonra müşteri için onun şahitliğine ihtiyaç duyulsa, satın olma
yoluyla mülkiyetin müşteriye ait olduğu konusunda o kimse şahitlik yapabilir.
Ama mutlak mülkiyetin ona ait olduğu konusunda şahitlik yapamaz.» Yine aynı
eserde, «Satın alma ile ilgili şahitlikte fiyatın açıklanması da şarttır. Çünkü
meçhul fiyatla satın alma ile ilgili hükmü sahih değildir. Çünkü bu fasık bir
akittir.» Nitekim Bezzaziye'de de aynı ifadeler yer almıştır. Bu hususta gelecek
ve geçmiş meselelere bir göz atmak yeterlidir.
Dürer'den naklen
Hamişte «Sattığına veya ikrar ettiğine şahitlik ederim.» der. Çünkü mülkiyeti
bir elden diğer bir ele aktaran sebebi gözleriyle görmüştür ve gördüğü gibi de
şahitlik yapması vaciptir. Bu da yapılan aktin aldım sattım ifadeleriyle açıkça
yapılmış ise. Akit teati yoluyla (alıp vererek) yapılsa, durumun yine aynı
olması gerekir. Çünkü satışın gerçek yönü malın mala değiştirilmesi.
mübadelesidir. Bu da gerçekleşmiş olmaktadır. Diğer bir rivayete göre bey'
konusunda şahitlik edemezler. Ancak aldı ve verdi konusunda şahitlik
edebilirler. Çünkü bu hakiki manada bir satış olmaktan daha çok, hükmi bir
satıştır.
«İkrar konusunda da
iktifa edilir ilh...» Bir kimseyi falan kişi hakkında ikrar ettiğini duysa ve şu
kadar borcum vardır dediğini nakletse, kabul edilir.
«Hatta bu yazı ile
de olsa ilh...» Bezzaziye'den naklen Bahır'da özet olarak şu ifadelere yer
verilmiştir: «Bir kimse ikrarını şahitler huzurunda kaleme alsa, onlar huzurunda
söz olarak bir şey söylemese, bu ikrar sayılmaz. Bu konuda şahitlikte caiz
olmaz. Hatta bu konuda adrese binaen yazılı bir yazı da olsa, gaip olan kişi
hakkında insanların birbirlerine yazdıkları mektup şeklinde de olsa durum
farksız olsa gerektir. Çünkü yazı deneme için de yazılabilir. Dilsiz hakkında
bir ikrarın kaleme alınması konusunda belirli bir kişinin adresine ve ismine
yönelik olması şartı vardır. Bu yazdığı kişi gaip de olmasa. Eğer bunu yazar ve
şahitler huzurunda okur veyahutta başkası okuyacak olursa, katip olan, yazan
kişi de «Bu muhteva hakkında şahidim olunuz.a dese veya onlar nezdinde yazdıktan
sonra, «Bunun muhtevası hakkında şahit olunuz.» dese, bu ifadesi ikrar sayılır.
Aksi halde ikrar olmamaktadır.»
Bu ifadelerden şu
husus ortaya çıkmış bulunmaktadır: Buradaki ifadenin ammenin ve ulemanın
çoğunluğunun kabul ettiğinin hilafına olduğu görülmektedir. Ancak Fetih'te bu
görüşle amel edilmiş, ona kesin gözüyle bakılmıştır.
«Hatta bu konuda
kendisi şahit gösterilmese de ilh...» Müellif burada «Şahit olmayın dense»
ifadesini kullansa idi, ifade bakımından daha anlaşılır bir şekil alırdı,
Nitekim Hülasa'da bu konuda, «ikrar eden kişi, «Duyduklarında aleyhinde şahitlik
etme.» dese dahi, şahidin bu konuda şahitlik yapması caizdir.» denmektedir.
Bundan da anlaşıldığına göre susacak olursa, açık şahitlik yapmayın şeklinde bir
ifadesi olmasa da susması halinde şahitlik yapabileceklerinin hükmü de
anlaşılmış olur. Yine Bahır isimli eserde, «Susacak olursa bildikleriyle
şahitlik yapabilir. Ancak beni bu konuda şahit gösterdi diyemez, demesi halinde
yalan söylemiş olur.» denilmektedir.
«Açıklama yapacak
olursa ilh...» Yani, «Görülmeyen bir kişinin sesini duydum, ben ona şahitlik
yapıyorum.» diyecek olursa, o zaman şahitliği kabuledilmez.
«Kadının şahsını
görüyor ise ilh... » Mültekat isimli eserde, «Kadının sesini duysa ve şahsını
görmese ve onun yanında o kadının falan kişi olduğu konusunda iki şahit şahitlik
yapsalar, o sesini duydum diyen kişinin o kadın aleyhinde şahitlik yapması caiz
olmaz. Ama şahsını görecek olur ve onun yanında ikrarda bulunur iki şahitte onun
falan olduğunu söyleyecek olurlarsa,o zaman kadın aleyhinde şahitlik yapması
caizdir.» denilmiştir. Bahır.
Burada kendisini,
şahsını görme ifadesiyle kayıtlaması, yüzünü görme ifadesinden farklı olduğunu
beyan içindir. Çünkü yüzünü gördüğü takdirde kadının kim olduğunu tesbit
mümkündür. Camiü'l-Fusuleyn'de, «Kadın yüzünü açsa, «Beri falân oğlu falanın
kızıyım.» dese, ve «Aynı zamanda kocama mehrimi hibe ettim, bağışladım.»
şeklinde bir ikrarda bulunsa, kadının o olduğuna dair adil iki şahidin
şehadetine ihtiyaç yoktur. Sağ olduğu müddetçe şahit onu göstererek bu kadındı
diyebilir. Ama ölecek olursa o zaman nesebi hakkında iki şahidin şehadetine
ihtiyaç vardır. Fetva da buna göredir.
«Fetva da bu görüşe
göredir ilh...» Bu ifadenin karşılığında iki kişinin şehadetiyle iktifa
edilmeyip, mutlak bir cemaatin şehadetinin şart olduğu görüşü yer almaktadır.
Bunu da fakih Ebulleys, Nasirüddin bin Yahya'dan nakletmiş ve şöyle demiştir:
«Ebu Süleyman'ın yanında idim. Ebu Hanife'nin ikinci talebesi Muhammed İbni
Hasan'ın oğlu girdi ve ona kadının şehadeti ve şahitliği, hakkında bazı sorular
sordu ve «Kadını tanımasa onun hakkında ne zaman şahitlik yapabilir?» dedi. Ebu
Süleyman da cevap olarak, Ebu hanife kadının falan olduğuna dair bir cemaat
şahitlik yapmadıkça kabul edilmez, derdi. Ebu Yusuf'la baban ise, ancak o
kadının falan kişi olduğu hakkında iki adiI şahidin şehadeti ile kabul edilir,
derlerdi. Fetva için seçilen görüş de budur. İtimad da bu görüşedir. Çünkü
uygulanmasında insanlar için hem kolaylık, hem de yarar vardır.» diye cevap
verdi.»
Şurası bir
gerçektir ki şahitlerin aleyhinde şahitlik yapılan kişi hakkında şehadeti
üstlenirken onun isim ve nesebine dair bilgilere muhtaç oldukları gibi,
şahitliği eda ederken de yine o yukarda ismi ve nesebi belirtilen kadının o
olduğuna dair şahitlere ihtiyaç vardır. Şeyh Hayreddin. «O kadın hakkında
şahitliği kabul edilmeyen -gerek lehde, gerek aleyhte olsun- kimselerden onun
tarifiyle ilgili ifade yeterlidir.» demiştir. Sayıhani.
«İki yazı arasında
bir benzerlik bulunursa ilh...» Bakanî'de, Hizanetü'l-Ekmel isimli eserden
naklen şöyle denmektedir: «Bir sarraf kendi defterine belirli bir miktar borçlu
olduğunu yazsa, tüccar arasında yazısı bilinen bir kişi olsa, hatta o beldenin
ahalisi de bunu bilseler, daha sonra bu sarraf ölse, alacaklı gelse, vereseden o
miktarı istese, bununla ilgili olarak ölmüş olan o sarrafın yazısını belge
olarak sunsa, yazısının herkesçe bilinen bir yazı olması sebebiyle, alacaklı
olduğu malın ölenin terekesinden alınmasına hüküm verilir. Tabii ki bu da
yazının ona ait olduğu tesbit edilirse. Çünkü insanlar arasında bu tür şeylerin
örfen delil ve huccet olduğu bilinmektedir. Bunun da yazı hakkında bîr şahitlik
olduğu için müşküldür. Fakat burada fukaha buna itibar etmemişlerdir. Bu da
delil olarak yeterli olmasa gerektir. İlerde bununla ilgili yeterli açıklama
yapılacaktır.
Şarihin yukarda
beyan ettiğine göre yazı ile amel edilmeyip, yazının bir delil olarak mahkemede
kabul edilmeyeceği belirtilmiş ve bundan iki mesele istisna edilmişti. Darul
harp dediğimiz müslüman olmayan bir ülkede ordu kumandanına veya herhangi bir
kadıya gönderilen eman mektubu yazı olarak kabul edilir, geçerlidir denmiş, bu
da Haniye'nin Siyer bahsine izafe edilmişti. Buna ilhak edilen hususlardan biri
de, zamanımızda görevlerle ilgili sultanın gönderdiği beratlardır.
denmişti.
İkinci mesele
olarak da simsar, sarraf ve satıcının defterindeki ifadeler onun aleyhinde
geçerlidir, onun muhtevasınca amel edilir. Nitekim Haniye'nin Kaza bahsinde bu
meseleye de özellikle yer verilmiştir.
«Yazı bana aittir
ama benim o kimseye borcum yoktur şeklindeki ifadesi tasdik edilmez ilh...» Bu
ifade kendisine, adresine ve ismi ile yazılmış olan bir itirafname de yazının
kendisine ait olduğunu kabul edip muhtevası olan borcu kabul etmemesi halinde, o
kimsenin bu şekildeki inkarı kabul edilmez ifadesi, ulemanın çoğunluğunun kabul
ettiği görüşün hilafına bir görüştür. Nitekim Bahır'dan naklen bunu yukarda
nakletmeye çalıştık.
«Kariü'l-Hidaye'nin
fetvasında ilh...» Oradaki ibare aynen şöyledir«Soruldu ve şöyle dendi: Bir
kimse, kendi. el yazısı ile bir kağıt üzerinde zimmetinde falan kişiye şu kadar
borcu olduğunu yazsa, karşı taraf da aynı miktarda onun zimmetinde alacağı
olduğunu söylese, o da meblağı inkar edip yazının kendisine ait olduğunu itiraf
etse ve buna da bir şahit gösterilmese durum ne olur dendi de cevap olarak,
«Eğer senetler üzerine yazılmış bir yazı ise malı ödemekle yükümlüdür. Bu da
eğer »Ben falan oğlu falanım zimmetimde falan oğlu falana şu kadar borcum
vardır» şeklinde ise, işte o zaman bu bir ikrardır o miktarı ödemekle
mükelleftir.» Eğer yazı bu şekilde yazılmamış ise, o takdirde yemin ile söz
hakkı ona aittir.»
Daha sonra bir
başka soruya cevap olarak benzeri bir ifade ile cevap vermiş ve şöyle demiştir:
«Şahitler hûzurunda halk arasında bilinen bir resmi yazı şeklinde ikrarını
yazacak olursa, bu ikrar muteberdir dolayısıyla yazdığını gören kişilerin onu
aleyhinde yazısını inkar etmesi halinde şahitlik yapmaları caizdir. Bu da eğer
şahitler onun yazdığını biliyor veya yazdığını onla okumuş ise. Ama yalnız bu
onun yazısıdır deseler fakat yazdığı hakkında şahitlik yapmasalar, muhtevası ile
hüküm verilmez. Yani o miktarı ödemek ile sorumlu
tutulmaz.»
Her iki cevabın
özeti de şu olmaktadır: Gerçekten hak, yazan kişinin yazının kendisine ait
olduğunu itiraf etmesi veya o konuda aleyhinde şahitlerin şahitliği ile sabit
olur. Bu da şayet onun yazdığını görmüşler veya onların talebine binaen
yazdıklarını onlara okumuş ise böyledir. Aksi halde sabitolmaz. Bütün bunlar
yazının yukarıda belirtilen şekilde yazılması halindedir. Buna göre burada
nakledilenler metindekine muhalif değildir. Evet Bezzaziye'den naklen Bahır'daki
ifadeye bir bakıma muhalif olmaktadır. Çünkü meselenin gerekçesi açıklanırken,
«Çünkü bu benim yazımdır onu ben yazdım fakat zimmetimde borç yoktur, demenin
ötesinde bir şey değildir. Bu ifade nasıl orada borç sabit olmuyorsa burada da
sabit olmaz.» denmiştir.
Fakat, kabul
edilmez diyen görüşün maksadını adressiz ve ünvansız olması haline hamlederek
her iki ifade arasını uzlaştırmak mümkündür. Ancak bu Bezzaziye'de de
belirtildiği gibi, Kadı Nesefî'nin görüşüdür. Yukarda belirttiğimiz gibi bu da
fukahanın ekseriyetinin görüşüne muhalif olmaktadır.
«Şehadet üzerine
şehadete şahit ol denmedikçe sabit olmaz ilh...»yani şahit, ikinci feri şahide,
«Benim bu şahitliğime şahit ol, muhtevasını sen aktar,» demedikçe, hüküm sabit
olmaz.
«Sadru Şeria'nın
meseleyi tasviri şu şekildedir ilh...» Bu konuda şöyle demektedir: «Bir kimse
hakim nezdinde şahitlik yaparken başka biri duysa. o kimsenin kendiliğinden o
konuda başka bir yerde şahitlik yapması caiz olmaz.»
Halebi.
«Fukahanın
ifadelerine göre ilh...» Buradaki muhalefet mutlak bir ifade kullanılmasından
kaynaklanmakta, ayrıca hakimin meclisinin dışında şartı ile takyit
edilmemesinden gelmektedir.
«Şahitliği
üstlenmenin ve kabul etmenin ilh...» Buna göre bir kimse yapmış olduğu
şahitliği, bir feri şahide aktararak «Bu konuda sen şahit ol» dese, karşı
tarafta «Kabul etmiyorum diye cevap verse» şahit sayılmaz. Hatta bu cevabından
sonra şahitlik yapmaya kalksa kabul edilmez. Kınye.
Bunun da tevkil
olması dolayısıyla İmam Muhammed'in görüşüne göre olması gerekir. Çünkü vekil
isterse kabul etmeyebilir. Ama Ebu Yusuf'la Ebu Hanife'nin görüşlerine göre bu
bir şehadeti karşı tarafa aktarma ve görevi ona yüklemedir. Karşı tarafın «kabul
etmiyorum» demesi ile batıl olmaz.
«Çünkü belirli bir
süre sonra ilh...» Yani hakim borçlu olan kişiyi belirli bir süre hapsettikten
sonra, eğer malı olsaydı borcunu ödemeye yönelirdi. Yok ki borcunu
ödememektedir. Çünkü malı olan hapishanenin zilletine tahammül etmez. biran
evvel borcu ödeyerek içindeki durumdan kurtulmak isterdi. Kanaatine varır ve onu
tahliye eder.
«Aleni teskiyeler
ittifakla şahitlik sayılır ilh...» Bu konuda en güzel ifade Bahır'daki ifadedir.
Orada şöyle denmiştir: «Biz meseleyi gizli teskiye ile kayıtladık. Bunu yaparken
de aleni teskiyeyi bunun dışında bıraktık. Çünkü aleni teskiye için şahitlikle
ilgili «şahitlik ederim» harici hürriyet ve kör olmama gibi şartlar burada
aranmaktadır. Bu da imamların tümünün ittifakla kabul ettiği bir husustur. Çünkü
burada şahitlik manası daha açık ve belirgin olmaktadır. O da mahkeme meclisi,
hakim huzurunda olması ile mukayyettir. Ayrıca hassafın belirttiğine göre burada
adette şarttır. Yani haber verenin, aleni teskiye edenin birden fazla olması
şartı da getirilmiştir.»
Ayrıca Bahır isimli
eserde, «Bu ifademizle de zina haddi ile ilgili şahidin teskiyesi muhakkak ki
teskiye edenin şahitliğe ehil olması ve sayının dört erkeğe ulaşması bütün
fukahaca kabul edilen hükümlerdendir. Diğer hududlarla ilgili şahitlerin
teskiyesi hakkındaki hüküme dair bir şey görmedim oma fukahanın bu konuda
söylediklerinin gereği olarak iki erkeğin teskiyesinin şart
olmasıdır.»
«Hasmın ifadesinde
ilh...» Yani mahkemede hasmın ifadesini tercümede bir kişinin tercümesi ile adil
olduğu taktirde iktifa edilir. Hasım dendiği zaman hem davacı ve hem de davalı
akla gelebilir. Çünkü birbirlerine mahkemede hasım olmaktadırlar.
Fetih.
«Teskiye edene
yazılan yazıda da ilh...» Yani hakim tarafından şahidi teskiye etmesi istenen
kişiye gönderilen elçinin bir kişi olması ile iktifa edilir. Teskiye edenden
hakime gelen habercinin adil bir kişi olması halinde de durum aynıdır.
Fetih.
«Kölenin, çocuğun
ve babanın teskiyeleri caizdir ilh...» Kadının ve âmâ'nın (körün) teskiyeleri de
böyledir. Ama tercümeleri bunun hilafınadır. Tek başına kadının veya amanın
tercemesi ile iktifa edilmez. Bahır.
«Babanın teskiyesi
ilh...» Babanın çocuğu hakkında teskiyesi de bu kabildendir. Bahır isimli eserde
'aksinin de sahih olduğuna yer verilmiştir. Kölenin mevlası, mevlanın da kölesi
hakkında teskiyeleri aynı olduğu gibi. kadın ve amanın teskiyeleri de aynı
olmaktadır. Kazif suçundan dolayı kendisine had vurulmuş, daha sonra tevbe etmiş
kişinin, karı kocadan herhangi birinin diğeri lehindeki teskiyeleri de aynı
olmaktadır.
«Kıymet taktiri
konusunda ilh...» İhramlı olan kişinin öldürdüğü avın ve herhangi bir kimsenin
telef ettiği mal konusundaki değer biçmede bir kişinin görüşü ve
değerlendirmesiyle adil olması şartı ile iktifa edilir.
«Malın kaliteli
olduğunu söyleyen kişinin de ilh...» Yani selem aktinde müslemüfih dediğimiz
ilerde ödenilmesi üstlenilen malın istenilen kalitede mal olduğunu söyleyen
kişinin adil olması şartıyla, bir kişi de olsa ifadesi kabul
edilir.
«İflası ile ilgili
ilh...» Yukarda beyan edildiği gibi, hakim borçlu olan kişiyi borcunu
ödemediğinden ötürü hapsetmesi ve bunun üzerinden bir müddet geçmesinden sonra
onun iflas etmiş olduğuna dair birinin gelip haber vermesi halinde, haber veren
adil ise haberi kabul edilir. Bu Eşbah üzerine yazılan Hamevî şerhinde mutlak
bir şekilde ifade edilmiştir.
«Kusurun ortaya
çıkması ilh...» Alıcı ile satıcı arasında malın kusurlu olup olmadığı konusunda
bir ihtilaf vuku bulsa, hakemliğine müracaat edilen adil bir kişinin malın
kusurlu olduğunu söylemesi halinde, sözü geçerli kabul
edilir.
«Havanın açık
olması halinde dahi ramazanın başladığına ve ramazan hilalinin görüldüğüne dair
bir kişinin haberi de yukarda geçtiğine göre kabuledilir ilh...» Bu da Hasan
İbni Ziyad'dan bir rivayettir ki, havada bulut olmazsa bir kişinin haberi ile
iktifa edilir şeklindedir.
«Gaip kişinin ölümü
ile ilgili haberde ilh...» Mesele şu şekilde tasvir edilmiştir. Adil bir kimse,
iki erkek huzurunda bir kimsenin öldüğüne dair şahitlik etse, onu duyan iki
şahidin mahkemede onun öldüğüne dair şahitlik yapmalarına ruhsat verilmiştir. On
ikinci mesele olarak İbni Vehban'ın saydıklarına ek, hakimin emini dediğimiz
kişinin sözüdür. Eğer dava konusu olan malın mahkemeye getirilmesinde güçlük var
ve bu konuda şahitlerin yeterli derecede şahitlik yaptıklarına dair Kadı'nın
emininin Kadı'ya haber vermesi halinde onun haberi ile de iktifa edilir.
Kınye'nin dava bahsinde bu mesele yukardakilere ek olarak zikredilmiş, Eşbah da
aynı görüşü benimsemiştir.
METİN
Zimmi hakkında
teskiye, kendi dininin kurallarına uyan, sözünde sadık ve aldığı malda emin,
uyanık bir kişi demeleri ile olur. Eğer onu müslümanlar tanımıyorsa, onun
hakkında kendi dininden adil olan, güvenilir kişilere sorulur.
İhtiyar.
Mültekat isimli
eserde bir hıristiyan adıl olduğu konusunda teskiye edilse, daha sonra müslüman
olsa, şehadeti kabul edilir. Yeni bir teskiyeye gerek yoktur. Zimmi aleni olarak
sarhoş oluyor, sarhoş olduğu biliniyor ise, İncilde sarhoş olmanın yasak
olduğunun belirtilmesinden dolayı, onun haberi kabul edilmez. Bir kimse yazısını
görerek hadiseyi hatırlamadıkça o konuda şahitlik yapamaz. Hakim ve ravinin
durumu da aynıdır. Çünkü yazı yazıya benzeyebilir. Caizdir diyen görüşün delili
ise, eğer o yazılar kendi elinde tağyir ve tahriften mahfuz bir şekilde
korunmuş, bir şüphe ihtimali bulunmayacak olursa, kabul edilir, denmiştir. Biz
de bu görüşle amel ederiz. Bahır'da da «Mülteka'dan naklen bu şekilde ifade
edilmiştir.» denmektedir.
Bir kimse icma ile
görmediği bir konu hakkında şahitlik yapamaz Ancak on mesele, Vehbaniye şerhinde
belirtildiği gibi, istisna edilmiştir, Bunlardan biri azad edilme ve vela ile
ilgili husustur. Bu da Ebu Yusuf'a göredir. Esah olan rivayete göre mehir de bu
kabildendir. Bezzaziye.
Neseb, ölüm, nikah
ve zifafla ilgili konular da bu meselelerdendir. Hakimin velayetiyle ilgili,
onun göreviyle ilgili, vakfın aslı ile ilgili hususlarda kişi görmeden de,
duydukları istikametinde şahitlik yapabilir. Hatta vakfın şartları hakkında da
muhtar olan görüşe göre, duyduklarıyla şahitlik yapabilir, denmiş, bu mesele
hakkında vakıf bahsinde yeterli bilgi verilmiştir.
Vakfın aslıyla
ilgili konulardaki ifadeden maksat, vakfın sahih olması ile ilgili ve vakfın
varlığı onun üzerine tevakkuf eden her husus, vakfın aslı demektir. Aksi halde
nereye verileceği, kimlere tevzi edileceği gibi hususlar şartlan demektir. Bütün
bu meselelerde güvendiği bir kişiden veya topluluktan duyduğunu nakleden bir
kişi şahitlik yapabilir. Eğer naklettiği topluluk yalanda birleşmeyecek derecede
çok olurlarsa, adalet şartı aranmaksızın onların nakillerine binaen şahitlik
yapabilir. Veya onlardan duyduğu ifade ile ilgili şahitlik yapabilir veya iki
adil şahitten duyduğunu söyleyerek duyduğu konularda şahitlik yapmasında bir
beis yoktur. ölüm konusu bundan da istisna edilmiştir. Bununla ilgili bir adilin
şahitliği ile iktifa edilir. Velevki bu kadın da olsa böyledir, denmiş, Mülteka
ve Fetihte muhtar olan görüşün bu olduğuna da yer verilmiştir. Vehbaniye
şerhi'nde haber verenin müttehem olmaması kaydı da getirilmiştir. Mesela varisin
veya kendisine vasiyet edilen kişinin ölüm konusunda haber vermeleri buna bir
örnektir.
Köle olan ve
kendisi hakkında yeterli bilgi verecek kişi dışında bir kimsenin elinde bulunan
herhangi bir malla ilgili konuda da duyduğu şeyler hakkında ve gördüğü ile de
şahitlik yapabilir. Eğer elde bulunan köle kendisi hakkında bilgi vermeye
muktedir biri değilse, meta mesabesindedir. Bu gibi hususlarda mülkiyetin ona
ait olduğu hususunda kalben müsterih isen şahitlik yapabilirsin aksi halde
yapamazsın, denmiştir. Hatta meseleyi bizzat hakim kendisi görse, Bezzaziye'deki
ifadeye göre hüküm vermesi caizdir, denmiştir. Tabi ki bu da bir malikin
iddiasına mukarin olacak olursa böyledir. Aksi halde bir iddia olmaksızın hakim
kendi gördüğüne dayanarak direkt hüküm veremez.
Eğer şahit, kadıya
duydukları konusunda yapmış olduğu şahitliği veya elinde gördüğüne dair
şahitliğim, «duyduğuma göre» veya «elinde gördüğüme göre şahitlik ediyorum»
şeklinde bir açıklamada bulunursa, sahih olan kavle göre, onun şahitliği
reddedilir. Vakıf ve ölüm konusu tefsir edilse dahi bundan müstesnadır. Mesela,
«Güvendiğimiz kişiler bize bu hususta haber verdiler. Bizde ona binaen vakıf ve
ölümle ilgili konularda şahitlik yapıyoruz.» deseler, esah olan görüşe göre
kabul edilir. Hülasa.
Hatta Haniye'den
naklen Azmiye isimli eserde, tesfir kelimesi izah edilirken, «Biz bu konuda
şahitlik yaptık, çünkü insanlardan böyle duyduk.» demeleridir.» denmektedir. Ama
biz onu görmedik. Ancak «Bize göre şöhret bulmuş, yaygın hale gelmiş olduğu için
şahitlik yaptık.» deseler, duymaya binaen şahitliğin yapılabileceği bütün
konularda geçerlidir. Vehbaniye şarihi ve diğer bazı fukaha bu görüşün sahih
olduğunu beyan etmişlerdir.
İZAH
«Mültekat isimli
eserde ilh...» Haniye'de de şu ifade yer almıştır: «Küçük çocuk ihtilam olduğunu
söylese, onun hakkında soruşturma yapmadan şahitliğini kabul etmem. Onun baliğ
olmasından sonra, mahalle sakinleri ve o bölgenin mescidine gelen kişilerin o
çocuk baliğ olmuştur şeklindeki kanaatleri belirmedikçe, meselede acele
etmem.»
Zahiriye isimli
eserde hıristiyan ile küçük çocuk hakkında meseleler mukayese edilirken
aralarında fark olduğuna yer verilmiş ve şöyle denmiştir: «Hıristiyan olan
kişinin teskiye edilmesi, daha sonra müslüman olması halinde tekrar teskiyeye
hacet kalmaksızın şahitliği kabul edilir. Çünkü müslüman olmadan önce de
şahitliği kabul edilebilirdi. Çocuğun durumu ise bunun hilafınadır. Bu da asıl
olanın adalet olmadığını gösterir. » Bahır.
«Hadiseyi
hatırlamasa ilh...» Bu da İmam Muhammed'te Ebu Hanife'nin görüşüdür. Ebu Yusuf'a
göre şahitlik yapması caizdir. Yani bir kimse şahitlikle ilgili hususları not
almış, yazmış, daha sonra yazısını tanımış. ama hadiseyi hatırlamamış ise, o
konuda şahitlik yapmasına Ebu Yusuf izin vermiştir.
Hidaye isimli
eserde İmam Muhammed'in görüşünün de Ebu Yusuf'un görüşü ile aynı olduğuna yer
verilmiş, «Diğer bir rivayete göre bu meselede aralarında bir ihtilaf yoktur.
Bütün imamların görüşlerine göre şahitlik yapması caiz olmaz. Ancak konuyu
hatırlayacak olursa o zaman şahitlik yapabilir.» denilmiştir. Aralarındaki
ihtilaf ise, hakim şahitlikle ilgili yazıyı kendi dosyasında bulur ise,
yukardaki ihtilaf bu durumda varittir. Çünkü hakimin çantasında ve dosyası
içerisinde mühürü ile mühürlenmiş bir yazının tahrifi. tezviri, değiştirilmesi,
bir şey eklenip eksiltilmesi mümkün değildir. Dolayısıyla bu konuda hakimin
kesin kanaati belirmiş olur. Ama herhangi bir senet üzerinde hakim nezdinde
tevdi edilmemiş, herhangi bir yazıda durum böyle değildir. Çünkü o yazı hakimin
elinde bulunmamaktadır. Kendisine şahitlik yaptığı meclis hatırlatılır veya
güvendiği kişiler kendisine haber verir, «Seninle birlikte biz şu şekilde
şahitlik yapmıştık» derlerse, durum yine aynıdır. Hidaye.
Pezdevî'de ise,
«Küçük yazının kendisine ait olduğuna kesin kanaat getirir, meselede hiçbir
fazlalık olmadığı kesinlikle bilinir ve gizli olduğu anlaşılırsa, başka bir
delil ile de onda bir şeyin artırılmadığı, fazlalaştırılmadığı kesin olarak
bilinirse, durum ne olur? Eğer duyduklarım anlayamayacak, ezberleyemeyecek
durumda ise, Ebu Hanife'yle İmam Muhammed'e göre buna dayanarak şahitlik
yapamaz. Ebu Yusuf'a göre yapabilir.» denmiştir.
Ebu Yusuf'un görüşü
bu güne kadar amel edilegelen görüştür. Ebu Zeyd Eiddebbusinin Takvim isimli
eserinde, Ebu Hanife'yle İmam Muhammed'in görüşlerinin sahih olduğu beyan
edilmiş, Cevhere de bu görüşü Takvim isimli eserden
nakletmiştir.
«Mülteka isimli
eserden naklen Bahır'da şöyle denmiştir ilh...» Yazı elinde bulunduğu müddetçe
yazının muhtevası ile ilgili hadiseyi hatırlamasa da şahitlik yapabileceği
benimsenmiş ve bu görüşle amel edilmiştir. Ancak Hizane'den naklen
Kitabü'l-Kadı'da beyan ettiğimiz bir hususa göre, çek veya senet şahidin elinde
olmasa da onun muhtevası ile ilgili konuda şahitlik yapabileceğine yer
verilmişti. Çünkü değiştirme çok nadirdir. Yapıldığı taktirde eseri ortaya
çıkacaktır. Meseleyi yerinde incelemekte yarar vardır. Fetih isimli eserde
şarihin görüşü tercih edilmiş, bunu teyid eden bir hadise de tarafından
nakledilmiştir.
«On mesele
müstesnadır ilh...» Bu meseleler metinde ve şerhte birer birer zikredilmiştir.
Sonuncusu, elinde bir şey bulunan kişinin, onun elinde gördüklerine dair ifadede
bulunmaları meselesidir. Temimî'nin Tabakat-ı Seniye isimli eserinde İsak oğlu
İbrahim'in tercemesi yapılırken ona ait şu beyit nazmen nakledilmiştir: «Bil ki
altı mesele vardır o konuda görmesem de, meseleye yakınen vakıf olmasan da
şahitlik yapabilirsin. Biri neseb, biri ölüm, biri doğum, biri nikah, biri
kadının velayeti, diğeri de vakfın aslı île ilgili meseledir. »
«Neseb ilh...»
Kariü'l-Hidaye fetvasında şöyle demektedir: «Bir kimse, bir toplum arasında
bulunsa, toplum onu tanımasa, kendisini «Ben falanın oğlu falanım.» diye tanıtsa
durum ne olur? Bu konuda İmam Muhammed, hemşehrilerinden iki kişinin onun nesebi
hakkında şehadet ettiklerini duymadıkça, o kimseden duydukları ile onun nesebi
hakkında şahitlik yapamazlar, demektedir. İmam Hassaf, sahih olan görüşünde bu
olduğunu beyan etmiştir.»
«Ölümle ilgili
ilh...» Camiü'I-Fusuleyn'ın on ikinci babında şöyle denmektedir: «iki adil
kişiden biri, gaip olan kişinin ölümü, diğeri de hayatıyla ilgili şahitlikte
bulunsalar, Kadı öldü diyenin haberi ile amel edebilir.» Meselenin tamamı adı
geçen eserdedir.
Yine aynı eserde.
«Ölümünü bizzat gören bir kişi olsa, onun ifadesine dayanılarak mahkemede karara
varılmaz. Ama o, kendisi gibi adil birine bu konuda haber verir, o da ondan
duyduğunu nakledecek olursa, caizdir ve ikisi birleşerek öldüğüne dair şahitlik
yapsalar, mahkeme bu şahitliğe binaen öldüğüne dair hüküm verebilir.» denmiştir.
Camiü'l-Fusuleyn.
Yine aynı eserde,
«Bir kimsenin uzak bir yerde öldüğüne dair bjr haber gelse, bu haber üzerine
cenaze için yapılan şeyler onun yakınları tarafından yapılsa, bunu görenlerin
öldüğüne dair şahitlik yapmaları caiz olmaz. Ancak öldüğüne dair meseleyi gören
ve duyan kişiden nakletmesi veya hadiseyi kesinlikle bilen kişiden duyduğunu
söylemesi halinde, şahitlik caizdir. Çünkü bu tür haberler bazen söylendiği gibi
doğru da olabilir, aksi de olabilir. Camiü'l-Fusuleyn.
«Nikah konusunda
ilh...» Yine Camiü'l-Fusuleyn'de, «Şahit olarak gösterilmeyen ve nikahın
kıyıldığı evde hazır bulunanlardan iki kişi, «Nikahın kıyıldığı esnada mehrin şu
kadar olduğunu biz duyduk.» deseler. kabul edilir. Ama, «Biz başkasından mehrin
şu kadar olduğunu duyduk.» demeleri hafinde, ifadeleri kabul edilmez.»
denilmiştir.
«Hakimin velayeti
ile ilgili ilh...» Yani hakimin görevde olması, valinin görevde olması ile
ilgili duyduklarını ifade etmeleri de geçerli sayılır. Bezzaziye ve Hülasa'da bu
şekilde ifade edilmiştir.