16 Ekim 2012

REHİN KİTABI İKİNCİ BÖLÜM


REHİN KİTABI İKİNCİ BÖLÜM


Musannıf'ın: «aylık taksitte de böyledir» sözü, yani rahin vadesi gelmiş takdirini mürtehin rehini
hazırlamadığı müddetçe vermez. Her ne kadar rahin merhunun helakini iddia etmese de. O zaman
taksit ödemekle deyni tam ödemenin hükmü eşit olur. Bu da Nihaye'de olan hükmün gayrıdır. 
Nihaye'de olan ifadeye gelince; borcu tam ödemekle taksit ödemek arasında fark vardır. Şöyle ki,
aylık ödemede borçlu helaki iddia edene kadar mürtehine rehini hazırlaması emredilemez. İbn-i
Şıhne buna da «ister talep etsin, ister etmesin» sözüyle işaret etmiştir. Zira İbn-i Şıhne'nin «Rehini
hazırlamadıkça» sözü ifade ediyor ki, mürtehine rehini hazırlaması emredilir, taksit ödeme
suretinde rehini hazırlamakla emredilmez. Ancak rahin helaki dava ederse emredilir. İşte bu,
nazmın İbn-i Şıhne'nin anladığı şekildeki takriridir. İbn-i Şıhne şöyle anlamıştır: Merhunun
hazırlanması, taksit meselesinde Nihaye'nin kelamında rahinin helak davası ile kayıtlıdır.
Aralarındaki fark da budur.
«Akit yapılan yerde değilse ilh...» Bu kavil, Şilbi'den naklen geçen tafsilatı teyit etmektedir.
Sâyihânî diyor ki: «Buradaki «veya», «ancak» manasınadır. Veya kelimesinden sonra gelen fiilin
mensub olması lâzımdır. Ancak, şiirde meczum olarak gelmiştir. O zaman onun «hazırlamadıkça»
üzerine atfı sahih olur. Yani akit yapılan şehirde olduğu müddetçe, para verilmez. Akit yerinde  
olmadığı müddetçe para verilir. Şu kadar var ki, o zamanda, «taşımak da zordur» sözü uzak olur.
Çünkü merhun akdin yapıldığı yerde olursa, taşınması gerekmez. Ancak şöyle denilebilir ki,
mürtehinin rehini evine götürmesi mümkündür. O zaman da beytin manası şöyle olur: «Yani rehin
akit yerinde olursa, mürtehine para verilmez. Ancak onun hazır olması için meşakkat ve taşıma
yoksa, mürtehin hazırlarsa, ödenir.» Bu şekilde tevil edilse, Şilbi'den geçen ifadeye muhalif olur.
Ama bizim Bezzaziye ve Zahire'den naklen takdim ettiğimizi de teyit eder. Şu kadar var ki bu şeklide
yorumlamak da çok uzaktır.
«Teklif edilmez ilh...» Çünkü ona emanet edilmemiştir. Zira ondan başka bir adama verilmiştir. Onu
teslim etmek de mürtehinin kudretinde değildir.
«Adil bir kişinin ilh...» Adil, rehinin yanına konulduğu kimsedir. Buna hususi bir bab gelecektir.
«Rahinin izni ile satmıştır ilh...» Yani onun izni ile satmıştır. O zaman sanki mürtehin ile rahin, her
ikisi rehini feshetmişler, satılan merhunun semeni de rehin olmuş, semeni de ona teslim etmemiş,
belki adil bir kişinin yanına bırakmıştır. Bu bahsin tamamı Hidaye ve şerhlerindedir.
«Satış imkânı vermesi teklif edilemez ilh...» Yani deynin karşılığında satılması için rehini rahine 
teslim etmesi teklif edilemez. Zira mürtehinin onların bey akdi yapmalarına mani olma gücü yoktur.
Şurunbulaliye.
Evet, öyle ama, bey'in nafiz olabilmesi mürtehinin icazetine veya borcun ödenmesine tevakkuf eder.
Onun feshi ile de rehin esah kavle göre fesih olmaz. Bunun beyanı gelecektir.
«Mebiin hapsine itibar edilir ilh...» Yani bayiin yanında hapsedilmesine. Zira bayie, semenin bir 
kısmını almakla mebinin bir kısmını teslim etmesi lâzım gelmez. Şu kadar var ki, adam iki köleyi
rehin etse, her bir köle için belirli bir para alsa, bunlardan birisinin parasını ödediği takdirde onu
alabilir. Ama bey' böyle değildir. Nitekim gelecek babda musannıf bunu zikredecektir.
«İyalinin hıfzetmesi ilh...» Şahsın iyalinden sayılmak için beraber oturmaları gerekir. Ama beraber
oturan kimse ister mürtehinin nafakasında olsun, ister olmasın. Karısı, kızı, oğlu, hizmetçisi gibi.
Koca, yevmiyeli değil, aylık veya senelik çalışan işçi iyaldendir. Mufaveze ve inan şirketi
ortaklarının hükmü de kişinin iyalinden olan kimseler gibidir. Karısı ve çoğunda, iyalinde olması  
şart değildir. Gurerü'l-Efkar.
«Hepsi ile zamindir ilh...» Yani kıymetinin hepsi ile zamindir. Bu zaminiyet, rehindeki zaminiyet 
değil, gasptaki zaminiyettir. Bundan murat şudur ki, eğer bu şeyler sebebiyle helak olursa zamindir.
Herhangi bir şey ki, o fiille mûda' (kendisine emanet bırakılan) zamin olur, o fiil ile mürtehin de 
zamin olur. Mûdaa zamin etmeyen fiiller mürtehini de zamin etmez. Ancak şu kadar var ki, vedia
kendiliğinden telef olursa, tazmin edilmez. Nitekim Camiü'l-Fusuleyn'de olduğu gibi.
Camiü'l-Fusuleyn'de şöyle denilir: «Eğer mürtehin rahine muhalefet eder, sonra muhalefetinden
dönerse, yine o nesne kendi hali üzere rehindir. Öyleyse eğer mürtehin muvafakati iddia eder, rahin
onu yalanlarsa. rahinin sözü tasdik edilir. Çünkü o tazminatın sebebini ikrar etmiştir.»
BİR TEMBİH:
Mürtehin rehini bildirmeden ölse, zamin olur. Nitekim Hayriye ve diğer kitaplarda olduğu gibi.
«Taaddi ile ilh...» Bu geneli özel üzerine atıftır. Yani izinsiz olarak okuma, bey, giymek, binek
hayvanı ise binmek, oturmak gibi. Kuhistanî.
«Kıymetinin hepsine ilh...» Yani kıymeti neye ulaşırsa ulaşsın, kıymetine zamindir. Çünkü mürtehin
bu fiilleri yapmakla gasıb olmuştur. İtkanî.
Hidaye'de şöyle denilmektedir: «Zira rehinin deynin miktarından fazlası emanettir. Emanetler de
taaddi ile tazmin olunurlar.»
«Borç onun miktarınca düşer ilh...» Yani deynin hepsi düşer. Eğer deyn tazmin ettiği miktar kadar
ise. Yok eğer deyn fazla ise. mürtehin, rahinden, rehinin kıymeti daha fazla ise, rahin mürtehinden
fazlayı alır. Evla olan bu kavli hazfetmekti. Çünkü yakında metinde gelecek tafsilat vardır.
«Radi'nin ihtiyarına göre ilh...» Ben diyorum ki, Bezzaziye ve diğer kitaplarda olan şudur ki, bu kavli
Radi değil, Serahsi ihtiyar etmiştir, öyle sanıyorum ki, buradaki «Radi'nin ihtiyarına göre» ifadesi,
yazanların tahrifidir. Zira bu isimde benim bildiğim kadarıyla, Hanefi İmâmları arasında meşhur olan
kimse yoktur
Radi ile Serahsi ayrı ayrı üç âlim değil, H. 571 de vefat eden Radıyyuddin Muhammed es-Serahsi
adlı hanefî fakihidir. H. 490 da vefat eden Mebsut sahibi Şemsüleimme Serahsi, Radıyyuddin
es-Serahsi ile karıştırılmamalıdır (bkz. Taşköprüzâde, Tabakatülfukaha, s. 75, 104)
«Bercendi'nin rehin kitabında ilh...» Yani Bercendî'nin şerhinden, rehin kitabından. Sarih yasaklar
bahsinde takdim ettiğini de Bercendî'ye nispet etmemiştir. Evet, bu bahsi Bercendî'ye
Dürrü'l-Munteka'da isnat etmiştir. Zira musannıf orada; «Bu şekilde Bercendî, rehin kitabında 
Keş-fü'l-Pezdevi'den nakletmiştir.» demiştir. Bazı nüshalarda da «burada» kelimesinin yerine
«orada» kelimesi kullanılmıştır. Bunun şerhinde T. diyor ki: «Yani sağ el bahsinde.»
«Ben derim ki: şu kader var ki ilh...» İşte bu, yasaklar bahsinde şarihin zikrettiğinin manasıdır ki, o
şiar olmuştur. Biz yasaklar bahsinde şunu takdim ettik: Hak şudur ki, sağ parmak ile sol parmak
arasında eşitlik vardır. Çünkü yüzüğün her ikisine takılması da Seyyidü'l-Ahyâr olan Peygamber
(S.A.V.)'den sabit olmuştur. Sonra bu istidrak, istidrak üzerine istidraktir. Bu, metinde olan s
parmak ile sol parmak arasındaki eşitliği teyit etmektedir. Şöyle ki, hangisine takılırsa takılsın, o
rehini hıfzetmek değil, kullanmaktır. Bundan ötürü onu serçe parmağına takmakla zamin olur. Bu
izah üzerine şarih'in «layıktır» sözüne de ihtiyaç yoktur. Çünkü o metinde olanın aynıdır. Hidaye ve
diğer kitaplarda da sarahaten zikredilmiştir. Onun ispatı için araştırmaya ve ehli olmadığımız için de
kıyas yapmaya ihtiyaç yoktur.
«Başka bir parmağına takmakla zamin olmaz ilh...» Yani serçe parmağı dışındaki bir parmağa
yüzüğü takmakla, helak olduğu takdirde zamin olmaz. Bu meselede asıl şudur: Mürtehin rehini
kullanmakla korumakla izinlidir. Öyleyse rehin olan bir yüzüğü serçe parmağına takmak, o yüzüğü
kullanmak demektir ve zımaniyeti icap ettirir. Başka bir parmağa takmak ise onu takmak değil,
korumaktır. Çünkü adette serçe parmağın dışında başka bir parmağa yüzük takılmaz. O zaman
serçe parmak dışındaki parmaklara takmakla zamin olmaz.
Yine, kendisine rehin edilen bir taylasanı (baş ve boyun şalı) giyinse, ona zamin olur. Çünkü
giyinmek kullanmaktır. Ama taylasanların mutat giyilişi gibi giyinmese, meselâ omzuna atmış olsa,
zamin olmaz, çünkü o korumaktır.
Sonra burada zamin olmamaktan murat, kullanmak değil, korumak sayıldığı yerde gasp zaminiyeti
gibi zamin olmaz demektir. Yoksa asla zamin olmaz demek değildir. Çünkü rehin olan bir şey
kıymeti veya borçtan hangisi daha az ise onunla mazmundur. Nitekim bu, Tahavi şerhinde de tasrih
edilmiştir. İtkanî, özetle.
«Yiğitler ilh...» Hidaye ve Tebyin'de de böyledir. Bunun zahiri şudur ki mürtehin eğer yiğitlerden
değilse zamin olur. Halbuki fakihler, yüzüğün takılmasında mürtehinin kendi haline itibar
etmişlerdi. Zahir şudur ki burada; «eğer kılıcı rehin alan kimse yiğitlerden ise» manası
kastedilmiştir. Zira, Kadıhan ve diğerlerinin sözü buna delalet eder. Çünkü onlar, iki kılıç rehin 
edildiği takdirde mürtehin her ikisini de takarsa, o da kullanma olur, demişlerdir. Görülüyor ki 
burada da yüzük meselesinde olduğu gibi mürtehinin haline bakılır. O zaman metinde olan ifade de
Kadıhan ve diğerlerinin ifadelerine göre yorumlanır. O zaman kılıcı takanın hali ile yüzüğü takanın
hali arasındaki münâfat kalkar. Sen anla.
«Üç kılıcı değil ilh...» Yani o zaman üç kılıcı takarsa kullanmak değil, korumak olur. Zamin de olmaz.
«Tüzüğü diğer bir yüzüğün üzerine taksa ilh...» Yani ona iki yüzük rehin edilmiş olsa, oda ikisini
birbiri üzerine aynı parmağa taksa, o zaman adete bakılır. Zeylaî.
Yani mürtehinin adetine bakılır. Eğer başkasının adetine muhalifse, zamin olur. Yoksa, korumaktır,
zamin olmaz. Nitekim mabadinden de bö-le anlaşılmaktadır.


METİN
Eğer borcun cinsinden mezkur kıymetle hükmedilirse, o zaman, rahin ile mürtehin yalnız kıymeti
ödemekle ödeşmiş olurlar. Eğer borcun ödeme vakti gelir, mürtehin de rahinden fazlalık isterse,
arada bir fazlalık varsa, o zaman fazlalığı alır. Ama eğer borç vadeli ise, o zaman mürtehin helak
olan rehinin kıymetini zamindir ve o kıymet onun yanında rehin olur. Borcun ödeme vadesi geldiği
zaman onu borç karşılığında alır.
Eğer cinsinin hilafına olan bir kıymetle hükmedilirse, o zaman o rehinin cinsinin hilafına olan
kıymet, rahin borcunu ödeyene kadar olan yanında rehin olur. Çünkü rehin bedelidir, ve rehin  
hükmünü almış olmaktadır.
Rehin edilen nesneyi korumak için icarlanan evin, bekçinin ve koyunların yatak yerinin ücreti
mürtehinin üzerinedir. Ama merhum hayvan ise, onu otlatan çobanın ücreti, köle ise nafakası, arazi
ise ondaki öşür ve haraç da rahinin üzerinedir.
Bunda asıl kaide şudur: Rehinin maslahatı ve baki kalması için yapılan masraflar rahinedir. Çünkü
rehin onun mülküdür. Korunması için gereken masrafların hepsi ise mürtehin üzerine vaciptir.  
Çünkü onu mürtehin hapsetmiştir.
Muhakkak bilinsin ki, eğer bunlardan rahine bir şey şart kılınmış olsa, rahinin ödenmesi lazım
değildir. Kuhistanî, Zahire'den.
Rehinin tamamının mürtehinin eline geri getirilmesi masrafı, kaçan köleyi yakalayıp getirene verilen
ücret gibi, veya ondan bir parçasının eski haline reddi, meselâ yarasının tedavisi gibi ücretler iki
kısma ayrılır: Mazmun ve Emanet. Mazmun olan kısım mürtehinedir, emanet olan kısmın ücreti de
rahinindir. Eğer kıymeti borçtan fazla ise. Yok eğer borçtan fazla değilse, o zaman mürtehinin  
üzerinedir.
Yine rehinin hastalık ve yaraların tedavisi ve işlediği cinayetin fidyesi de, eğer rehin edilen
nesnenin kıymeti borçtan fazla ise, ikiye taksim edilir. Rehin karşılığında olan kısmın masrafı
mürtehinin, borçtan fazla olan kısmın karşılığı olan masraf da rahinin üzerinedir.
Rahin veya mürtehinden birisi üzerine vacip olan şeyi diğeri öderse, müteberri olur. Ancak,
Kadı'nın emri ve onu diğerinin üzerine borç bulması ile öderse, o zaman diğerine rücu ederek
ondan alır. Ama Kadı'nın sarahatsiz, mücerret emri ile ve üzerine borç kılması ile rücu edemez.
Mültekit'te olduğu gibi.
İmâmdan, eğer diğer arkadaşı hazır ise, hazır olan adamın üzerine vacip olan şeyi yaparsa, mutlaka
rücu edemeyeceği rivayet edilmiştir. Ama ikinci İmâm buna muhalefet etmiştir. Bu mesele de hacr
meselesinin fer'idir. Zeylaî.
Rahin, «Rehin ettiğim nesne bu değildir.» dese. mürtehin de «Hayır, senin bana rehin verdiğin
nesne budur.» dese, makbul olan söz mürtehinindir. Çünkü onu mürtehin kabzetmiştir. Ama bunun
hilafına, eğer mürtehin rehin edilen nesneyi kendisi kabzettikten sonra rahine geri verdiğini iddia
etse, rahin de inkâr etse, o zaman makbul olan söz rahinindir. Çünkü o inkâr etmektedir. Eğer ikisi
de burhan getirseler, yine makbul olan burhan rahinindir. Borçta fazlalığı ispat ettiğinden borç da
düşer.
Mürtehin eğer kabızdan evvel bunu iddia ederse, o zaman makbul olan söz, mürtehinindir. Çünkü
mürtehin rehinin kendi zımaniyetine girmesini inkâr etmektedir. Eğer her ikisi de burhan
getirirlerse, o zaman makbul olan burhan rahinindir. Çünkü o zımaniyeti ispat etmektedir.
Bezzaziye.
Mürtehinin, yol emin olduğu takdirde yola gitmesi caizdir. Vediada olduğu gibi. Her ne kadar rehini
beraberinde sefere götürmesinde bir taşıma ve masraf olsa da.
Mürtehin, rehini rehin verildiği şehirden başka bir şehre de götürebilir. Rehinin yanına bırakıldığı
adil de bu bahiste mürtehin gibidir. İmadiye'de, İddet'e isnatla olduğu gibi. Ama bu Kadiyeyn'de
olanın hilafınadır. Belki, İddet'te olan İmâmın, Feteva'da olan da İmameyn'in kavlidir. Nitekim
Kınye'nin kelamı da bunu ifade etmektedir.
BİR FAYDA:
Hadiste şöyle denilmiştir: «Rehinin durumu gizli olur (kıymeti bilinmezse) neyle rehin olmuşsa,
onunla mazmundur.» Fukaha bu hadisin manasında şöyle demişlerdir: Helakinden sonra kıymeti
bilinmese, yani rahin ve mürtehin nesnenin kıymetini bilmediklerini söyleseler, o zaman rehin
borcun karşılığıdır. Musannıf da babın evvelinde böyle zikretmiştir.
İZAH
«Mezkur kıymetle hükmedilirse ilh...» Yani kıymetinin hepsiyle.
«Borcun cinsinden ilh...» Dirhemle dinar iki muhtelif cinstirler. Nitekim Hamevi'nin şerhinden de
yle anlaşılır. Ebussuud.
T. diyor ki: «Dirhemle dinarın muhtelif cins olmaları Maden'de de tasrih edilmiştir. Mekki.»
«Mürtehin de rahinden fazlalık istese ilh ..» Yani mürtehin rahinden borç kalan fazlayı talep eder.
Eğer borç rehin olan nesneden az olursa, o zaman da rahin mürtehinden fazlasını talep eder.
Eğer musannıf burada Zeylaî'de olduğu gibi «Rahin ve mürtehinden her biri diğerinden fazlasını
talep eder.» deseydi, daha şümullü olurdu.
«Nafakası ilh...» Mesela yemesi, içmesi, giymesi ve rehin eğer bir cariye ise, çocuğunun süt ücreti,
merhun bostan ise sulaması, kanal açması, erkek hurmaların tohumlarının dişi hurmalara
taşınması ve toplanması ve bahçe için yapılan bütün masraflar rahine aittir. Hidaye.
Birisi belirli bir ekmekle bir köleyi satsa, köleyi alan köleyi, satan da ekmeği kabzetmeden satılan
köle ekmeği yese, bayi kölenin semenini tam almış olur. Ama bunun hilafına, adam bir ölçek arpa
karşılığı bir hayvan rehin etse, hayvan o arpayı yese, mürtehin borcunu tam almış sayılmaz.
Bunlar arasındaki fark nedir? Zira birincide kölenin nafakası bayiin üzerinedir. İkincisinde ise
hayvanın nafakası rahinin üzerinedir. Cevhere, özetle.
«Öşür ve haraç ilh...» Bezzaziye'de şöyle denilir: «Eğer sultan mürtehinden öşür ve haraç alırsa,
mürtehin rücu edip onu rahinden alamaz. Çünkü onu eğer gönüllü olarak vermişse, teberru etmiş
olur. Eğer zorla vermişse, sultan ona zulmetmiş olur. Mazlum da ancak zalime rücu edebilir.»
«Rahinedir ilh...» İster rehin borçtan fazla olsun, ister olmasın. Hidaye.
«Çünkü onun mülküdür ilh...» Öyleyse o zaman onun mihnet ve meşakkati de onun üzerinedir.
«Bunlardan bir şey ilh...» Yani mürtehine vacip olan şeylerden herhangi bir şey rahine şart kılınmış
olsa, rahinin ödemesi lazım değildir.
Cevhere'de şöyle denilmektedir: «Eğer rahin mürtehine rehinin korunması ücretini şart kılmış olsa,
mürtehin hiçbir şey istihkak etmez. Çünkü rehinin korunması mürtehinin üzerine vaciptir. Ama
vedia bunun hilafınadır. Vediada korumak mûda'nın (emanet bırakılan kişi) üzerine vacip değildir.»
«Yarasının tedavisi gibi ilh...» Yani rehinden yaralı olan bir azanın tedavisi veya katarakt inen bir
gözün tedavisi ve bunlara benzer, ileride musannıfın zikredeceklerinden.
«Mazmun ilh...» Yani mürtehinin zaminiyetine giren kısım. Emanet bunun hilafınadır. (O, rahinin
zaminiyetine girer.)
«Borçtan fazla değilse ilh...» Yani yalnız mürtehinin üzerinedir. Çünkü mürtehinin elinde olan rehini
tam olarak iade etmesi lâzımdır.
«Yine ilh...» Yani o ücret «Mazmûn» ve «Emanet» kısımları üzerine taksim edilir. Nitekim Hidaye ve
diğer kitaplarda da böyledir.
Bezzaziye'de şöyle denilmiştir: «İlâcın ve doktorun ücreti mürtehinin üzerinedir. Kuduri de şunu
zikretmiştir: «Emanet olan kısmın ücreti rahinin üzerinedir.» Meşayihten bazıları da, «İlâcın parası
mürtehinin üzerinedir, eğer hastalık veya yara mürtehinin elinde iken olmuşsa. Yok eğer rahinin
yanında iken olmuşsa, o zaman ilâç ve doktorun parası rahinin üzerinedir.» demişlerdir.
Meşayihten bazıları da her hâlükârda ilâc parası mürtehine aittir demişlerdir. Muhammed'in mutlak
ifadesi de buna delalet etmektedir.»
«Müteberri olur ilh...» Çünkü, o onu yapmak zorunda değildi. Zira onu Kadı'ya götürebilirdi.
«Rücu ederek diğerinden alır ilh...» Eğer kaçınan, rahin ise, Kadı'nın emri ile onu ödeyen mürtehin
rücu ederek onu rahinden alır. İster merhun kaim olsun, ister olmasın. Nafaka ile de rehin olmaz.
Öyleyse nafaka için mürtehinin hapsetmesi de lazım değildir. Bu da İmâmın kavlidir. Bezzaziye.
«Rücu edemez ilh...» Meşayihin ekseri bu görüştedir. Çünkü Kadı'nın bu emri ilzam için değil, nazar
düşünme, dikkat etme) içindir. Öyleyse Kadı'nın o emri, hasbeten yapma ile diğerine borç kılarak
yapması arasında mütereddittir. Âlâ üzerine nass olmadıkça, ednayı yapmak daha evladır. Meselâ,
bu meselede borç olması için Kadı'nın sarih emri olmadığından evla olan ona hasbeten yapması
için emir vermiş olmasıdır. Nitekim Zahire'de de yledir.
Şu mesele kaldı ki, eğer memlekette Kadı olmasa, veya olsa ama zalim olsa, durum ne olur Allame


Makdisî bu hususta şöyle der: «Mürtehinin rehine masraf yaptığı yolundaki iddiası tasdik edilmez.
Ancak beyyine ile tasdik edilir.» Yani, rücu edip rahinden alması için infak ettiğine dair iddiası
tasdik olunmaz, ancak beyyine ile tasdik edilir. Sayıhani.
«İmamdan ilh...» Şarihin burada hazırdaki hilafı hikâye etmesi ifade ediyor ki, metinde olan bahis
gaib meselesinde farzedilmiştir.
«Mutlaka ilh...» Yani Kadı'nın emri ile de olsa. Çünkü onun Kadı'ya müracaat etmesi Kadı'nın da
diğer adama emir vermesi mümkündür. O yüzden kendiliğinden yaptığı masrafı kendisi öder, rücu
edemez. H.
«İkinci İmâm buna muhalefet etmiştir ilh...» Zira ikinci İmâma göre, rahin veya mürtehinden
herhangi birisi Kadı'nın emri ile infak ederse, öteki ister hazır olsun, ister gaib olsun, yaptığı
masrafı, müracaat ederek diğerinden alır. Nitekim Zahire'de de böyledir.
Şu kadar var ki Haniye'de şöyle denilmiştir: «Rahin veya mürtehinden birisi hazır olsa, rehine infak
etmekten kaçınsa, Kadı da diğerine infak etmesini emretse, o da infak etse, infak eden adam infak
ettiğini, müracaat ederek, diğerinden alır. Fetva da bu kaville verilir.» Kuhistanî.
Öyleyse müftabih olan kavil, ikinci İmâmın kavlidir. Bunun üzerine masraftan kaçınan adamın hazır
veya gaib olması arasında fark yoktur. Metindeki mutlak ifadenin zahiri de ancak budur.
«Hacr meselesinin fer'idir ilh...» Zira Kadı hazır olan kimseye velayet edemez. Onun emri onun
üzerine geçerli de değildir. Zira eğer emri nafiz olsa, hazır olduğu halde masraftan kaçınan kimse
hacredilmiş olur. Halbuki İmâma göre Kadı hazır olan kimsenin hacrine malik değildir. Ebû Yûsuf'a
göre ise, Kadı hazır olan kimsenin hacrine maliktir. O zaman Kadı'nın emri hazır olan üzerine
geçerlidir. Zeylaî.
«Bunun hilafına mürtehin rehini geri verdiğini iddia etse ilh...» Geri verdikten sonra da helakini
iddia etse, rahin de rehinin mürtehinin yanında helak olduğunu iddia etse, yine söz rahinindir.
«Çünkü o inkâr etmektedir ilh...» Zira onların her ikisi de rehinin mürtehinin zımanına girdiğine
ittifak etmişlerdir. Burada mürtehin zimmetten beraat ettiğini iddia ederken, rahin beraat etmediğini
iddia etmektedir. O zaman makbul olan söz rahinindir. Bedâyi.
«Borç da düşer ilh...» Yani onun helak olmasıyla rahinden borç düşer. Zira kelam onun helak
olması bahsindedir. T.
«Fazlalığı ispat ettiğinden ilh...» Bu kavil, «Makbul olan söz rahinindir.» sözünün gerekçesidir. T.
Bedayi'nin ibaresi de şöyledir: «Rahin ve mürtehinin her ikisi de beyyine ikame etseler, yine
makbul olan beyyine rahinin beyyinesidir. Çünkü rahinin beyyinesi rehinin helaki ile borcun tam
ödendiğini ispat etmektedir. Mürtehinin beyyinesi ise, borcun ödenmesini nefyetmektedir. ispat
edici beyyine, nefyedici beyyineden evladır.»
Bedayi'nin bu ibaresi ifade ediyor ki, merhunun helakinin rahinin yanında olduğuna yalnız
mürtehinin beyyinesi olursa, beyyinesi kabul edilir. Şurunbulali.
«Kabızdan evvel bunu iddia ederse ilh...» Evla olan, musannıfın burada, «Mürtehinin kabzından
evvel helakinde ihtilaf ederlerse...» demesiydi. Yani, rehinin helakinin ihtilaf etseler, mürtehin
merhunun kabızdan önce, rahinin elinde helak olduğunu iddia etse, rahinde, kabızdan sonra helak
olduğunu söylese, o zaman makbul olan söz ve iddia mürtehinindir. T.
«Bezzaziye ilh...» Bezzaziye'nin ibaresi şöyledir: «Rahin merhunun mürtehinin yanında helak
olduğunu ve borcun düştüğünü zannederse, mürtehin de merhunu kabızdan sonra rahine iade
ettiğini ve onun yanında iken helak olduğunu söylerse, o zaman makbul olan söz, rahinindir. Çünkü
mürtehin arız olan bir reddi iddia etmektedir. Rahin ise, bunu inkâr etmektedir. Eğer iddiaları
hususunda burhan getirseler, gene makbul olan burhan, rahinindir. Borç da düşer. Çünkü rahin
ziyadeyi ispat etmektedir. Ama eğer mürtehin kabızdan evvel rahinin elinde helak olduğunu
ylerse, o zaman makbul olan söz mürtehinindir. Çünkü mürtehin rehinin zimmetine girdiğini
inkâr etmektedir. Eğer bu hususta burhan getirirlerse, rahinin burhanı makbuldür. Çünkü o zımanı
ispat etmektedir.»
Bezzaziye'nin ibaresi vazıh bir ibaredir. Bunun üzerinde bir söz yoktur. T.
BİR TEMBİH:
Bundan zahir olmaktadır ki, bu mesele, helak davasında farzedilmiştir. Veya helakin zamanı
ihtilafında farzedilmiştir. Evet, o helak mürtehinin reddinden evvel midir, sonra mıdır? Bütün
kitaplarda da zikredilen bu meseledir. Ama helaki zikretmeden ret davasında rahin ile mürtehin


ihtilaf etseler, bu hususta Şurunbulalî bir risale telif ederek o risaleye «Rehinin reddi hususunda
rahin ile mürtehinin ihtilaflarını ikna» adını vermiştir. Bu risalede helaki de zikretmemiştir. Bu
meselede hükmün cevabında da tereddüt ederek şöyle demiştir: «Bazen cevap verilir ki, söz 
yeminiyle birlikte rahinindir. Çünkü Miracü'd-Diraye'de, «Eğer rahin ile mürtehin rehinin reddi
hususunda ihtilaf ederlerse, ihtilafsız olarak, makbul olan söz rahinindir. Çünkü rahin münkirdir.»
kavliyle nassedilmiştir.»
Şurunbulali şöyle de demiştir: «Şu kadar var ki, Miracü'd-Diraye'nin ifadesi, ret ile helakte ihtilaf
etmeleri üzerine yorumlanır» Zira Miracü'd-Diraye'nin kelamının akışı, merhunun helaki
hususundaki ihtilaf hakkındadır. Fukaha sarahaten, rehinin mürtehinin elinde vedia menzilesinde
olduğunu söylemiştir. Onun elinde emanettir. Fukaha şunu da tasrih etmiştir ki, herhangi bir emin
kimse, emaneti müstahakkına verdiğini iddia ederse, onun sözü kabul edilir. Bu iddiası ister
müstahakkı) ölümünden evvel, ister sonra olsun. Öyleyse her kim ki mürtehinin bu külli kaideden
istisna olduğunu iddia ederse, onun beyan etmesi lâzımdır. Mirac'ın kelamına şu da muarız olabilir:
Mürtehin merhunun rahinin yanında helak olduğunu iddia etse, rahin de onu inkâr etse, gene 
makbul olan söz yemini ile birlikte mürtehinindir. Çünkü mürtehin de mûda' ve müstair gibi emindir.
Bununla birlikte rahin münkirdir.»
Sonra da şöyle demiştir: «Mirac'da olan ifadeye göre, borç düşer mi? Fazlaya zamin olur mu, yoksa
asla zamin olmaz mı? Emanete ve bir de rahinin borcu ödemediğine dair ikrarına nazaran. Veya
kıymetin hepsine mi zamindir? işte bu hususta hakim ve müftü Allah'tan çok sakınmalı ve bunu
ifade edecek bir nassa bakmalıdırlar.» Özetle.
Ben derim ki: Şu kadar var ki rehinle diğer emanetler arasındaki fark açıktır. Çünkü rehin borçla
mazmundur. Artık reddi hususunda mürtehin nasıl tasdik edilir. Mirac'ın kelamına muarız ola
meseleye gelince, Mirac'ın kelamına bu itirazın varit olmaması aşikârdır. Zira «yanında»
kelimesindeki zamir, eğer mürtehine irca edilirse, artık «söz rahinindir» kavlinin manası kalmaz.
Çünkü borç rehinin mürtehinin yanında helak olması ile düşer. O zaman artık bu bahisle Mirac'ın
kelamı arasında muareze kalmaz. Çünkü mürtehin kendi nefsinden zaminiyeti nefyetmemiştir. Ama
onun ret davasında ise, zımanı nefsinden nefyetmektedir. Eğer o zamir rahine raci olursa, o zaman
da kabzından evvel helak olduğunu iddia ederse makbul olan söz yemini ile birlikte mürtehinindir.
Nitekim Bezzaziye'den naklen de geçti. O zaman bu bahisle kabızdan sonraki mücerret ret davası
arasında fark gizlenmeyecek kadar açıktır.
Ben, Kariü'l-Hldaye'nin Feteva'sında şu nassı gördüm: «Mürtehin rehin edilen nesnenin reddini
iddia ederse, rahin de onu tekzip ederse, söz onun mudur diye sorulduğunda şöyle cevap verildi:
Söz yemini ile birlikte mürtehinin sözü olmaz. Çünkü söz, yemini ile birlikte onun sözüdür, eğer
emanetçi olursa. Çünkü bu hal emanetlerin halidir. Bir borç karşılığı mazmunatların değil. Bilakis
makbul olan söz, yemini ile birlikte mürtehinin reddetmediğine dair rahinin sözüdür,»
Kariü'l-Hidaye'nin Feteva'sında olanın misli İbn-i Şilbi'nin Feteva'sı ile İbn-i Nüceym'in Feteva'sında
da mevcuttur. Bu da Mirac'da olan ifade ve hükmün aynıdır. O zaman menkule uymak lâzımdır.
Menkul makul olduğu halde artık nasıl ona uyulmaz. Onun sözünün kabul edilmemesinin muktezası
da zaminiyetin hepsini kabul etmemesidir. Şu kadar var ki, lâyık olan şöyle denilmesiydi: Bu bahsin
hepsi şundadır ki, rehin eğer borçtan fazla olmazsa. Rehin eğer borçtan fazla olursa, ziyadey
zamin olmaz. Çünkü o ziyade sırf emanettir, mazmun değildir. O zaman söz de onun sözüdür. İster
sırf reddi iddia etsin, ister ret ile helaki beraber iddia etsin. İşte bana zahir olan budur. Allah daha
iyisini bilir. Bu tahrir bizim şu kitabımızın hususiyetlerindendir. AIIah'a hamd olsun.
«Yol emin olduğu takdirde ilh...» Bir de rahin rehinin aynı şehirde kalmasını kaydetmezse. Ama
rehinin o şehirde kalmasını kaybederse, mürtehin rehinle birlikte sefere gitmeye malik değildir. Bu
bahsin tamamı T.'dedir.
«Kadıyeyn'de olanın hilafınadır ilh...» Yeni Kadıhan ile Kadı Zahirüddin. Zira onların her ikisi de 
mürtehin rehinle birlikte sefere gidemez demişlerdir. Yalnız Kadıhan, şunu da ilâve etmiştir ki
mürtehin rehinle sefere gidemez sözü, İmameyne göredir.
«Udde'de olan ilh...» Udde'de olanla Kadıyeynin fetevalarında olanın telifine Camiü'l-Fusuleyn
sahibi gitmiştir. Remlî, «Bu telife ihtiyaç yoktur.» sözüyle itiraz ederek, «Çünkü Kadıhan'da olan
ifade sarahaten onun İmameynin kavli olduğunu söylemektedir.» demiştir.
«Gizli olursa ilh...» Yani haber gizli olursa. Burada maksat, yani onun durumu gizli olur, her ikisi de
onun helakinde ittifak ettikleri halde kıymeti de bilinmiyorsa, demektir.
«Rehin borcun karşılığıdır ilh...» O zaman borç rahinden düşer. Bu da eğer borcun az olduğu 
bilinmiyorsa böyledir. Yok eğer az olduğu biliniyorsa, kıymeti de şüpheli ise, o zaman onun hükmü
araştırılır. T.
«Musannıf da böyle zikretmiştir ilh...» Hidaye ve İnaye'de de böyledir. Nihaye'de de şöyle
denilmektedir: «Mebsut'ta da bu tevil Ebu Cafer'den hikâye edilerek böyledir.»

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...