REHİN
EDİLMESİ CAİZ OLANLAR VE OLMAYANLAR BABI
METİN
Mutlaka
müşa (ortak) olan bir şeyin rehin
edilmesi sahih değildir. Rehinin başında da geçtiği gibi
rehin
edilen nesnenin ayırdedilmesi
lâzımdır. Müşa ise ayırdedilmiş değildir. Bu müşaiyet ister
mukarin
olsun, ister arız olsun. Rehini de ister ortağına versin, ister başkasına. İster o müşa taksim
edilsin,
ister edilmesin.
Sonra
sahih olan kavil şudur ki,
müşanın rehin akdi fasittir. Kabızla da mürtehin zamin olur. İmam
Şafiî
ile müşanın rehinini caiz görmüştür.
Eşbah'ta
şöyle denilmektedir: «Satışı kabul eden her nesne rehini de kabul eder. Ancak dört şeyde
değil:
Müşa olan, meşgul olan, bir diğeri ile muttasıl olan ve azadı bir şarta bağlanan müdebberin
dışındaki
köle o şartın vücudundan evvel rehin edilemezler. Halbuki bunların rehin edilmesi değil,
bey'i caizdir.»
Yine
Eşbah'ta şöyle denilir: «Müşanın
rehin edilmesinin cevazının hilesi
şudur: Evvelâ rahin müşa
olan
nesnenin yarısını mürtehine muhayyerlikle satar, sonra da diğer yarısını rehin eder. Sonra
yapmış
olduğu bey'i fesheder.»
Musannıf
diyor ki: Bunun üzerinde düşünmek gerekir. Belki, Eşbah'ta olan bu hile, «sonra arız olan
şüyudaki rehin caizdir» zayıf kavli üzerine
tefridir.
Ben
derim ki: Zayıf kavil üzerine de tefri edilemez. Çünkü onu muhayyerlikle satmıştır.
Muhayyerlikle satılması da şu iki şeyden hali değildir: Ya bayiin mülkünde kalır veya muhayyerlik
müşteride
ise, müşteri feshettiği zaman yine bayiin mülküne döner. Bu her iki durumda da onun
rehin
edilmesi ibtidaen müşanın rehini gibi olur. Nitekim bu Tenvirü'l-Besair'de genişçe
açıklanmıştır.
Ben
derim ki: Bu hususta en sahih hile Minyetü'l-Müfti'nin hileler bahsinde olandır. O da şöyledir:
Adam
binasının yarısını müşaen rehin
etmek istese, yarısını ondan rehin
talep eden mürtehine,
onun
muhayyer olması şartı ile satar, semeni de ondan alır. O da binayı kabzeder. Sonra
muhayyerlik hükmü ile müşteri bey'i nakzeder. O zaman o bina onun elinde rehin menzilesinde
semenin
karşılığı ile kalır. Bu hileye musannıfın oğlu da Zevahirü'l-Cevahir'de itimat etmiştir.
Zevahîrâ'l-Cevahir'de
şöyle denilmektedir. «Zarureten sabit olan şüyu rehine zarar
vermemektedir.
Zira
Valvalciye'de şöyle bir şey vardır:
«Adam birisinin yanına iki
elbise götürse, ona birisini rehin
olarak
al, bana para ver, diğeri de yanında emaneten
kalsın dese, caizdir. Zira bunlardan her
birisinin
yarısı deynin karşılığında rehin olur. Çünkü bunlardan her bir elbise diğerinden daha evla
değildir.
O zaman rehin her ikisinde de zarureten şayi olur, bu da zarar
vermez.»
Ağacı
değil, üzerindeki meyveyi veya tarlayı değil, üzerindeki ekini veya ağaç veya binayı yersiz
olarak
rehin etmek veya bunların aksi, caiz değildir. Meselâ, meyvenin değil ağacın üzerindeki
ağacın
değil yerin rehin edilmesi gibi.
Bu
meselede asıl kaide şudur: Merhun, hilkaten merhun olmayan bir şeye muttasıl olduğu zaman
onun
rehini caiz değildir. Zira yalnız
merhunu kabzetmek mümkün değildir.
Dürer.
İmâmdan
üzerinde ağaç olan bir tarlayı ağaçsız olarak rehin vermenin caiz olduğu rivayet edilmiştir.
Ağacı,
ağaçların yeri ile birlikte veya binayı içindeki eşya ile birlikte
rehin etse, caizdir. Mülteka.
Çünkü
bunların ittisali mücavereten
ittisaldir.
Kınye'de şöyle denilmiştir: «Bir binayı rehin verse, onun duvarları rahin ile komşular arasında
müşterek
olsa, arsada sahihtir. Tavanın müşterek
duvarlarla muttasıl olması da bir zarar vermez.
Çünkü
o tebean muttasıldır.»
Hürün,
müdebberin, mükatebin, ümmüveledin
ve vakfın rehini caiz değildir.
Sonra
musannıf, rehin verilmesi caiz
olmayan şeyleri zikrettiği gibi, kendisiyle rehin verilmesi caiz
olmayan
şeyleri de zikredecektir.
Musannıf
şöyle der: Emanetlerle rehin caiz
değildir. Vedia ve emanet gibi. Derekle de rehin caiz
değildir.
Çünkü mebiin başkasının istihkakı çıkmasından korkulduğu için alınmıştır. O zaman onda
rehin
batıldır. Ama derekle kefalet bunun
hilafına caizdir. Nitekim kefalet bahsinde geçti.
Başka
bir şeyle mazmun olan bir nesne rehin edilemez. Yani misli ve kıymeti olmayan bir şeyle
mazmun
olan bir şey rehin edilmez. Bayiin elindeki mebi gibi. Çünkü o
semenle mazmundur. O
helak
olduğu takdirde semeni ile birlikte helak olur. Nefis kefaleti ile, mutlak kısasla, ister bu kısas
nefiste
olsun, ister azalarda olsun, rehin caiz değildir. Ama, hataen işlenen cinayet bunun
hilafınadır.
Çünkü cinayet diyetinin rehinden alınması mümkündür.
Şufa
ile, ölü üzerine ağlayan kadının ve
türkü söyleyen kadının ücreti ile
rehin ve cinayet işleyen
köleyi
veya borçlu köleyi rehin etmek de caiz değildir. Bu suretlerde rehin sahih olmadığı takdirde
rahin
o rehini geri alabilir. Eğer bunlar talepten önce mürtehinin yanında helak
olurlarsa, karşılıksız
helak
olmuş olurlar. Çünkü batıla hüküm yoktur. Kabız da malikin izni ile kalır. Sadr-ı Şeria ve İbn-i
Kemal.
Müslüman
şarabı ne rehin verebilir, ne de bir müslümandan rehin olarak kabul edebilir. Ne de bir
zımmî
şarabı müslümana rehin olarak verebilir. Yani müslüman için şarabı rehin etmesi veya rehin
olarak
kendi yanına alması, ister zımniden olsun, ister müslümandan, caiz değildir. O şarabın
mürtehini
zımmî olduğu takdirde onun müslüman
rahine zamin olmaz. Bunun aksine, rahin zımmî,
mürtehin
müslüman ise, zaminiyet vardır. Çünkü şarap müslümanlarda değil, zımmîlerde bir
kıymettir.
Rehin,
kendi nefsi yani misli ve kıymeti ile mazmun olan
bir şeyde sahihtir. Gasp edilen nesne, hulu
bedeli,
amden cinayetin sulh bedeli gibi
şeylerin rehin edilmesi
sahihtir.
Ayan
üç türlüdür: Biri emanetler
gibi asla mazmun olmayan ayan. Birisi, bayiin elindeki mebi gibi
mazmun
olmamakla beraber mazmuna benzer ayan. Birisi de kendi nefsile mazmun olan şeydir.
Magsub
ve benzerleri gibi olan şeyler. Bu
bahsin tamamı Dürer'dedir.
İZAH
«Müşa
oLAn bir şeyin rehin edimesi sahih değildir ilh...» Ancak, iki kişi arasında müşterek bir köle
olur,
onu, onlardan her birisinde alacağı olan bir adama tek rehin olarak rehin verirlerse, sahih olur.
Ama
bunlardan her birisi kendi hissesini rehin ederse, caiz değildir. Zahire'den naklen Kuhistanî'de
olduğu
gibi. Ancak, rehin edilen nesnede şüyu zarureten sabit olursa,
Müsvedde'nin sonunda
geleceği
gibi, caiz
olur.
«Mutlaka
ilh...» Mutlaka'yı mabadi tefsir
etmektedir. Ancak, müşanın rehini niçin caiz değildir? Zira
rehin,
merhunun daima mürtehinin yanında
hapsedilmesini gerektirir. Müşada
ise, müşanın bir
kısmının
rehin edilmesi devamlılığı fevt eder. Zira müşaen rehin edildiği takdirde mürtehin ile diğer
ortaklar
arasında nöbetleşme lâzım gelir. O zaman rehin eden sanki: «Sana bir gün rehin ettim, bir
gün
etmedim» demiş olacaktır. O zaman daimi hapis fevt olur. Bunun için de rehin
caiz olmaz. Bu
bahsin
tamamı Hidaye'dedir.
«İster
mukarin olsun ith...» Belirtmeden bir binanın veya bir kölenin
yarısını rehin vermek gibi.
«Arız olsun ilh...» Mesela nesnenin hepsini rehin verdikten sonra rehini o nesnenin bir kısmında
feshetmek
gibi. Veya rahinin, nesneyi yanında bulunduran adile rehini dilediği gibi satması için izin
vermesi,
onun da nesnenin yarısını satması
gibi. Bu suretle de rehin caiz olmaz. Minah.
Ebû
Yûsuf'tan bir rivayete göre,
sonra arız olan şüyu rehine zarar
vermez. Ama sahih olan birinci
görüştür.
Nihaye ve Dürer'de de olduğu gibi.
Şarih
rehin bahsinin sonunda, rehinin
tamamı başkasının istihkakı çıkarsa, mürtehinin o rehinin
yerine
rehin olarak başka bir nesneyi talep edemeyeceğini ve
rehinin bir kısmı başkasının istihkakı
çıkarsa, istihkak olunan kısım şayi ise, rehinin geri kalan kısımda da batıl olacağını zikredecektir.
«İster
ortağına versin, ister başkasına ilh...» zira ortak o nesneyi bir gün yanında rehin olarak tutar,
bir
gün de istihdam eder. O zaman, sanki o nesne bir gün rehin, bir gün değilmiş gibi olur ki, bu da
sahih
değildir. Ama müşanın icara verilmesine gelince, o da ancak İmâma göre ortağa verilebilir,
yabancıya
verilemez. Çünkü müstecir akdin gerektirdiği kadar ondan istifade etmeye ancak nöbetle
malik
olabilir. İşte bu da, ortakta bulunmaz. Bunu İtkânı ifade etmiştir. Zira ortak onunla icare
müddetinin
hepsinde akdin ve mülkiyetin hükmüyle nöbetsiz olarak
menfaatlenmektedir. Ortak
olmayan
bir adam ise bunun hilafınadır.
«İster
taksim edilsin, ister edilmesin ilh...» Hibe bunun hilafınadır. Çünkü hibede intifaa mani olan
şey
taksim edicinin ücretidir. Bu ücret
de kısmeti kabul eden şeyde yardır. Kısmeti kabul etmeyen
şeyde
yoktur. O zaman müşanın hibesi sahihtir, fakat rehini sahih değildir. Mirac.
«Sahih
olan, müşanın rehin akdi fasittir ilh...» Bazı alimler tarafından da, müşanın rehininin batıl
olduğu
ve ona tazmin taalluk etmediği
söylenmiştir. Ama bu kavil
sahih değildir. Çünkü rehinde
batıl
olan, mal olmayan nesnenin veya onun karşılığında çekilmiş bir borç olmayan nesnenin rehin
edilmesidir. Bizim mevzumuz ise, öyle değildir. Bu
sebebe rehinde kabız akdin tamamının
şartlarındandır, akdin cevazının şartlarından değildir. İnaye.
Rehin
bahsinin sonunda gelecektir. Yine rehinin sonunda şu külli kaide de gelecektir: Sahih
rehinde
bilinen her hüküm fasit rehinde de hükümdür. Yalnız fasit rehinde rehinin borçtan evvel
olmasıyla
kayıtlıdır. Bunun beyanı ileride
gelecektir.
«Satışı
kabul eden her nesne rehini de kabul eder ilh...» Yani satışı sahih olan her şeyin rehin
edilmesi
de sahihtir.
«Meşgul
olan ilh...» Yani rahinin hakkı ile meşgul olan bir şey. Nitekim şarih de rehin bahsinin
başlarında
bunu, rahinin mülkünün gayrı ile
meşgul olmasından ihtiraz olarak kaydetmiştir. Meselâ,
içinde
başka birisinin emtiası bulunan binayı rehin verirse, bu
mani değildir. Nitekim İmadiye'den
naklen
Hamevi haşiyesinde de böyledir.
Ben
derim ki: Rehin edilen nesne bizzat rahinin kendisiyle meşgul olursa, o da yine rehine manidir.
Zira
Hidaye'de şöyle bir ibare vardır: «Rehin edilen nesnenin teslim edilmesine, rahinin veya
metaının
rehin edilen binada bulunması da mani olur.»
Mirac'ta
da şöyle denilmektedir: «Rahinin kendisi veya metaı o binadan çıktığı zaman rehin edilen
nesne
yeni bir teslime muhtaçtır. Çünkü
bina nasıl metaı ile meşgul ise, rahin de o binayı meşgul
etmektedir.
Rahinin metaının rehin edilen kapta bulunması da nesnenin teslimine manidir. Bunun
hilesi
şudur: Evvelâ kabın içinde olan metaı mürtehinin yanına ida eder,
sonra da rehin ettiği kabı
ona
teslim eder.»
«Bir
diğeri ile muttasıl olan ilh...» Yani gayrı ile muttasıl olan bir
şeyin, meselâ bir binadan bir
odanın
veya topraksız olarak bir bağın veya ağacın değil,
üzerindeki meyvenin rehin edilmesi gibi.
Şarih
bunu ileride zikredecektir. Şarih burada bu kavliyle munfasıl olan şeyden kaçınmıştır. Meselâ,
binada
veya kapta olan bir şeyi kapsız ve binasız olarak rehin etmesi ve beraber teslim etmesi gibi.
Zira
bu caizdir. Nitekim Hidaye ve
Hanlye'de de böyledir. Şarihin
burada muttasıldan muradı, gayre
tabi
olandır.
Zira
Hidaye'de şöyle bir ifade vardır:
«Meselâ adam, atın üzerindeki eyeri veya başındaki gemi rehin
etse,
atı eyer ve gemle beraber teslim etse, eyeri veya gemi attan çıkarıp teslim edene kadar rehin
olmaz.
Zira eyer veya gem hayvanın tabilerindendir. Meyvenin bahçeye tabi olması gibi. Hatta
fukaha,
eyer veya gem zikredilmese, atın müştemilatına dahil olurlar, demişlerdir.»
Yani,
üzerinde eyer ve gem olan bir atı rehin verse, o eyer ve gem de rehine dahil olur. Mirac.
Mirac'dan
yapılan nakille zahir olmaktadır
ki, şarihin «muttasıl»ı geçmişte ve gelecekte «hilkaten»
sözüyle kaydetmesi zahir değildir. Düşünülsün.
«Azadı bir şarta bağlanan müdebberin dışındaki köle, o şartın vücudundan evvel rehin edilemez
ilh...»
Mesela adam kölesine, «Şu binaya girersen hürsün.» dese, o köle satışı sahihtir, ama rehini
sahih
değildir. Belki bu rehinin sahih olmaması şundandır: Rehinin hükmü alacağını tam alıncaya
kadar
daima yanında hapsetmesidir. Böyle bir kölenin mürtehin
tarafından daimi olarak
hapsedilmesi mümkün değildir. Zira o binaya girdiği takdirde, azat
edilmiş olur. O zaman borç
ödenmediği
takdirde mürtehinin alacağını tam olarak alması mümkün olmaz. T.
Ben
derim ki: Şarihin zikrettiğini Birî, el-Akta şerhinden
nakletmiştir. Birî daha sonra da
Ravzatü'l-Kuzzat'tan
şunu nakletmiştir: «Adam azadını bir sıfatla bağladığı kölesini rehin etse
caizdir.
Şafiî'ye burada hilaf
vardır.»
«Müdebberin
dışında ilh...» Bu müdebber, mutlak müdebere de, mukayyet müdebbere de şamildir.
Hamevi.
Yani müdebber ister mutlak, ister
mukayyet müdebber olsun, her ikisinin de rehin edilmesi
caiz
değildir. Burada da düşünmek gerekir: Şarih tedbir (Müdebber kölelik) babında şunu
zikretmiştir: Mukayyet müdebber satılır, hibe edilir ve rehin edilir. Yine Bâkânî de Mülteka şerhinde
mukayyet müdebber babında bunu sarahatle söylemiştir. Mukayyet müdebber şudur: Azadı
efendisinin
mutlak ölümüne değil, hususi bir sıfat üzere ölümüne bağlanan köledir. Meselâ,
efendisinin,
«Eğer bu hastalığımda ölürsem veya bu seferimde ölürsem hürsün.» demesi gibi.
Mukayyet müdebber ile azadı ölüm dışındaki herhangi bir şarta bağlanan köle arasındaki fark
araştırılsın. Çünkü şarihin zikrettiğine göre mukayyet müdebberin rehin edilmesi caiz olduğu halde,
azadı
ölümden başka bir şeye bağlanan kölenin rehin edilmesi caiz değildir.
«Bunların
rehin edilmesi değil, bey'i caizdir ilh...» Yani müdebberin dışındaki dört şeyin. Zira
mutlak
müdebberin ne bey'i, ne de rehini caizdir. Mukayyet müdebberin ise hem bey'i, hem de
rehini
caizdir.
«Eşbah'ta
ilh...» Yani Eşbah'ın hileler bölümünün beşinci fenninde, bu mesele, Valvalciye'nin de
Rehin
kitabının sonunda hileler
bahsinde zikredilmiştir.
«Müşa
olan nesnenin yarısını mürtehine muhayyerlikte satar ilh...» Yani rehin karşılığı istediği borç
miktarı
bir semenle mürtehine satar.
«Sonra
yapmış olduğu bey'i fesheder ilh...» Yani muhayyerlik hükmüyle bey'i fesheder.
«Musannıf
diyor ki ilh...» Yani, Minah'ta bu babın sonunda. Musannıfın Minah'taki ibaresinin nassı
şöyledir: «Ben derim ki, bana göre bu hilenin sıhhati hakkında düşünmek gerekir. Zira geçmişte
takarrür
etti ki, sahih kavle göre sonradan arız olan şüyu, mükarin olan şüyu gibi rehini jfsad eder.
Mümkündür
ki, bu hile sahih kavlin karşısındaki kavil üzere tefri edilmiş olsun. Sahihin karşısındaki
kavil
şudur: Sonradan arız olan şüyu rehini
ifsad etmez. Bunda da düşünmek
gerekir.»
Zahir
olan şudur ki, musannıfın bu
ikinci «bunda da düşünmek gerekir» sözünden muradı, şarihin
henüz
yukarıda zikrettiği görüşüdür. Sen anla.
«Bayiin
mülkünde kalır ilh...» Yani eğer
muhayyerlik bayiin ise bayiin
mülkünde kalır. Zira bayiin
muhayyerliği mebiin onun mülkünden çıkmasına mani olur. O zaman bayiin o yarıyı muhayyerlik
müddetinde
rehin alması kendi mülkünün bazısını rehin almasıdır. Bu da ibtidaen müşanın
rehinidir.
O da sahih
değildir.
«Bayiin
mülküne döner ilh...» Muhayyerlik
eğer müşterinin ise. Çünkü mebi bey ile bayiin
mülkünden
çıkmış olur. İmâma göre müşteri de ona malik olamaz. Ama İmameyn'e göre müşteri
ona
malik olabilir. O zaman İmâmeyn'in kavline göre ortağın
mülkünden ibtidaen müşaen rehin
olmuş
olur. İster müşteri bey'i feshetsin,
ister bey'e icazet versin, İmâmın
kavli üzerine ise, eğer
müşteri
bey'e icazet verirse, mebi onun mülküne girer. Yoksa, bayiin mülküne döner. O zaman her
iki
kavil üzerine de muhayyerlik müddetinde o yarıyı rehin vermesi ibtidaen bir yabancıdan müşaın
rehini
olmuş olur.
Lâyık olan, şarihin «bayiin mülküne döner»den sonra; «Veya müşterinin mülküne girer» kavlini
ilâve
etmesiydi.
«Tenvirü'l
Besair de genişçe açıklamıştır ilh...» Tenvirü'I-Besair, Eşbah muhaşşisi Şeref Gazzînin
eseridir.
Tenvirü'l-Besair'de izah edilenin özeti açıklamasıyla birlikte yukarıda takdim
ettiğimizdir.
«Onun
elinde rehin menzilesinde semenin karşılığı ile kalır ilh...» Eğer merhuna bir zarar isabet
ederse,
borçtan onun kadarı düşer. Minah, Hassaf'ın hileler bahsinden.
Bunun
hasılı şudur: Bu hakikaten ne sahih, ne de fasit bir rehindir. Zira rehin akdi mevcut değildir.
Ancak
rehin menzilesindedir. Zira o, semeni kabzedene kadar rehini elinde hapseder. Müstecir
icareyi
feshetse, vermiş olduğu ücreti alıncaya kadar müsteciri elinde hapsetmesinde olduğu gibi.
Mürtehinin
bu binayı elinde tutmakta bir menfaati oldukça, elinde tuttuğu bina helak olduğu
takdirde
kıymetiyle tazmin edilir. Ama emanetler bunun hilafınadır. Onlar ancak, helak etmekle
tazmin
olunurlar. Bu hakiki rehinin de
hilafınadır. Çünkü hakiki rehinde merhun helak olduğu
takdirde
kıymetinden veya borçtan
hangisi daha az olursa; onunla tazmin edilir. İşte bu takrir
ettiğimizle
şarihin, «rehin menzilesindedir» sözünün vechi zahir olmaktadır. Yani yalnız
mürtehine
nesneyi
hapsetme hakkı bulunması açısından rehin menzilesindedir. Yoksa rehin zımaniyeti gibi
zamin
olunma haysiyetiyle değil. Bunun ve diğer emanetler gibi olmadığının delili de
Camiü'l-Fusuleyn'in
muhayyerlikler bahsinde olan şu ifadedir: «Adam muhayyerlikle bir arsa satsa,
her
ikisi de haklarını kabzetseler, sonra satan muhayyerlik müddetinde satışı bozsa, orsa
kıymetiyle mazmun olarak müşterinin elinde kalır. Müşteri onu bayiine verdiği semeni alıncaya
kadar
elinde
tutabilir.»
Camiü'l-Fusuteyn'in
ifadesine göre, arsa helak olsa, onun kıymeti bayiin kabzettiği semenin misli
kadar
olsa, bayiin kabzettiği semen
düşer. Eğer arsanın kıymeti bayiin kabzettiği semenden az
olursa,
kıymeti kadarı semenden düşülür.
İşte bana zahir olan da budur.
«Zevahirü'I-Cevahir'de
ilh...» Bu bahisle bu babın sonunda
metinde gelecek mesele üzerinde düşün.
«Evla
değildir ilh...» Yani rehin olmak
bakımından.
«Binayı
yersiz olarak ilh...» Meselâ vakıf bir arsa üzerindeki imareti. Nitekim Hamidiye'de de
bununla
fetva verilmiştir. Veya devlet arazisi üzerinde yapılan bir binayı rehin verse. Nitekim
Tatarhaniye'de
olduğu gibi. Bu her iki surette de o
binanın rehin edilmesi caiz değildir.
«Meyvenin değil ağacın ilh...» Meselâ, yeriyle beraber veya toprağa tabi olarak ağacı rehin verse,
fakat
ağaçlardaki meyveyi vermeyeceğini söyleyerek verse rehin bu cihetle fasit olur. Eğer kesin
olarak
meyveyi dahil etmediğini söylemezse, meyve ağaca tabi olarak akdin sıhhati için rehine
girer.
Ama bu şekildeki rehin bey'in hilafınadır. Çünkü ağacı, üzerinde meyve varken, meyveyi
katmadan
satmak caizdir. Zikretmeden meyvenin satışa girmesi için bir zaruret de yoktur. Yine,
rehin
edilecek bir binanın içindeki metaın da hilafınadır. Çünkü rehin edilen binanın içindeki emtia,
zikredilmeksizin, binanın rehinine girmez. Çünkü meta hiçbir vecihle binaya tabi değildir.
Ekin, yaş
hurma,
bina, fidan, tarlanın, binanın ve
köyün rehinine girerler. Bizim zikrettığimiz gibi. Nitekim
Hidaye'de de böyledir.
«Hilkaten
ilh...» Uygun olan, musannıfın bu kelimeyi hazfetmesiydi. Nitekim Hidaye ve diğer
kitaplarda
da hazfedilmiştir. Zira hazfedildiği zaman, genel kaideye bina, eyer ve gem de dahil olur.
Nitekim
biz bunu takdim ettik.
«İmâmdan
ilh...» Çünkü ağaç, yetişen bir bitkinin ismidir. O zaman yeri ile birlikte ağaçların rehin
edilmesinden
istisna edilmiş olur. Ama odayı değil, binayı rehin etmek bunun hilafınadır. Çünkü
bina
bina edilenin adıdır. O zaman odayı değil, binayı rehin etmekte yerin hepsi rehin edilmiş
olmaktadır.
O zaman o da, rahinin mülkü ile meşgul olmuş olur.
Hidaye.
«Mücavereten
ittisaldir ilh...» Bu kavil yeriyle birlikte ağaçların rehin edilmesinin cevazının illetidir.
Zira
ağaçların üzerinde yetiştikleri
toprakla birlikte diğer arazi ile muttasıl olması, mücavereten olan
bir
ittisaldir. Bina ve atın eyeri gibi tebaî bir ittisal değildir. Meyve gibi hilkaten bir ittisal de değildir.
O
zaman ağacın yeri ile birlikte rehin edilmesi bir metaın bir kabın içinde rehin edilmesi gibidir ki,
bu
da rehine zarar
vermez.
«Arsada sahihtir ilh...» Tavanında ve şahsa ait olan duvarlarında da rehin sahihtir. Kınye'de olduğu
gibi.
«Teb'an
muttasıldır ilh...» Musannıfın bu
kavil, bizim Hidaye'den hayvanın üzerindeki eyerin rehini
bahsinde
naklen takdim ettiğimiz kavle muhaliftir. Atın üzerindeki eyer meselesi şöyledir: Eyeri atın
üzerinden
kaldırana kadar rehin caiz değildir. Çünkü o eyer ata tabi olan
şeylerdendir. Sen düşün.
«Hürün
ilh...» Çünkü bu şeylerden mürtehin istifade edemez. Zira hürde maliyet yoktur.
Diğerlerinde
ise, mani vardır.
Hidaye.
«Müdebberin
ilh...» Yani mutlak müdebberin. Nitekim biz yukarıda bunu takdim ettik.
Bunun mutlak
müdebber
olması da zikredilen illetten anlaşılmaktadır.
«Emanetle
rehin caiz değildir ilh...» Yani emanetler ile rehin almak sahih değildir. Zira zaminiyet,
helak
olan eğer misli bir şey ise, onun mislini, kıyemî ise, onun
kıymetini geri almaktadır. Emanet
olan
bir şey eğer kendiliğinden helak
olursa, o zaman onun karşılığında bir şey yoktur. Vedia ve
ariye
gibi şeyler kimin elinde ise, o helak ettiği takdirde, o zaman emenet değil, magsub olmuş olur.
Hamevi.
«Vedia
ve emanet gibi ilh...» En doğrusu
emanet yerine ariye demesiydi. Yine mudarebe ve şirket
malı
ile de rehin caiz değildir. Hidaye'de olduğu gibi.
Geçmişte, «Tedbir» babında da geçti ki,
kitapları
vakfeden adam, kitapların binadan ancak rehin karşılığı çıkabileceği şartını koyarsa, bu
şart
batıldır. Çünkü emanettir.
Helak olduğu takdirde de hiçbir şey ödemek vacip
değildir.
Eşbah'ın
borç bahsinde de şu zikredilmiştir: «Onun şartına uymanın vacip olması ve
rehini lügavi
manaya
hamletmek uzak bir şey değildir.»
«Çünkü
mebiin başkasının istihkakı çıkmasından korkulduğu için alınmıştır. ilh...» Şarihin bu kavli
ibareden
hasıl olan mananın tefsiridir. Zira burada rehin ancak mebiin semeni iledir. Şöyle ki,
müşteri
mebiin istihkakından korktuğu için bayiden semenle bir rehin almaktadır. Bu rehin de
batıldır.
Çünkü emanettir. Nitekim ileride gelecektir.
«Kefalet
bunun hilafına caizdir ilh...» Yani «derek»le kefalet caizdir. Rehini caiz olmadığı halde
kefaleti
caiz olduğuna göre aradaki fark nedir? Fark şudur: Bir şeyi rehin almak verdiğini tam
olarak
almak içindir. Alacağını tam almak da, günü gelip alınması vacip olmadan, olmaz. Ama
«derek»in zımaniyeti ise mebiin istihkakı zamanındaki bir zımaniyettir. O zaman onu borcun
ödenmesinin
vacip olduğu zamana izafe etmek
sahih değildir. Çünkü istifa, bir muvazenedir. Bir
şeyin
temlikini istikbale izafe etmek
caiz değildir. Kefalet ise, mutalebenin iltizamı içindir. Yoksa
asıl
borcun iltizamı için değildir. Bundan dolayı, birisinin üzerinde olan
bir borca eriyecek bir şeyle
kefil
olmak caizdir. Ama eriyecek bir şeyi rehin vermek caiz değildir. Kifaye,
özetle.
«Mislî
veya kıyemî olmayan bir şeyle mazmun olan ilh...» Çünkü mislî ve kıyemî olan şeyler bir
nesne
menzilesindedirler. Nitekim bunun beyanı
gelecektir.
«Bayiin
elindeki mebi gibi ilh...»
Meselâ, birisi bir nesne alsa, ama aldığı şeyi kabzetmese, sonra
aldığı
nesne ile bayiden rehin olarak bir
şey alsa, o rehin batıldır. Çünkü mebiin helaki ile bayiin
üzerinde
bir şey vacip değildir ki onu rehinle tamamlasın. Mebin helak! ile bey batıl olur. Semen de
düşer.
Bu bahsin tamamı Kifaye, Gayetü'l-Beyan, Cevhere ve Zeylaî'dedir.
Kuhistanî'de
şöyle denilmektedir: «Şeyhülislâm
diyor ki: «O rehin fasittir. Çünkü rehin maldır. Mebi
de
mütekavvimdir. Fasit de hükümlerde sahihe katılır. Nitekim Kermani'de olduğu gibi.» Mebsut'ta
da
şöyle denilmiştir: «O rehin caizdir.
O rehin kendi kıymetinden ve aynın kıymetinden hangisi daha
az
ise onunla mazmundur. Bu kavli fakih
Ebû Said el-Berdaî ve Ebül Leys
kabul etmişlerdir. Fetva
da
bu kavil üzerinedir. Kermani ve
diğerlerinde olduğu gibi.»
«Nefis
kefaleti ile rehin caiz değildir ilh...» Yani, Zeyd Amr'ın ödemesi gereken bin dirhemi bir
seneye
kadar ödemediği takdirde
kendisinin ödeyeceğini söylese, sonra Amr, kefalete
rağmen
alacaklısına bin dirhem karşılığında bir malı bir sene müddetle rehin olarak verse, batıldır. Çünkü
Amr'ın
üzerine henüz mal vacip olmamıştır.
Yine, Zeyd, «Amr paranı ödemeden ölürse ben öderim.»
dese,
sonra Amr borcu karşılığı bir rehin verse caiz değildir. Bu bahsin tamamı Haniye'den naklen
Minah'tadır.
«Kısasla ilh...» Çünkü kısasın merhundan tam olarak alınması daha, zordur.
«Hataen
işlenen cinayet bunun hilafınadır
ilh...» Diyet ve kısasın cari olmadığı yaralama da yine
kısasın
hilafınadır. Çünkü kısasın cari olmadığı yaralamada erş (diyet) ile hükmedilir. O halde onun
yerine
rehin olsa, caizdir. Dürrü'l-Münteka.
«Şuf'a
ile ilh...» Yani şuf'adan dolayı mebiin teslimi kendisine vacip olan müşteriden rehin almak
caiz
değildir. Çünkü mebi müşteri üzerine mazmun değildir. T.
«Ağlayan kadının ve türkü söyleyen kadının ücreti ile ilh...» Çünkü bu her ikisinin icare edilmesi de
batıldır.
Dolayısıyla, rehin karşılığında mazmun bir şey olmayınca rehin de mazmun olmaz.
«Cinayet
işleyen veya borçlu köleyi ilh...» Çünkü köle efendisi üzerinde mazmun değildir. Ve eğer
köle
helak olursa, efendisinin üzerine hiçbir şey vacip değildir. Minah.
«Talepten
önce ilh...» Bundan anlaşılan, zımaniyet talepten sonradır. Yani eğer talepten sonra helak
olursa,
karşılıksız helak olmamış olur. Bu Camiü'l-Fusuleyn'de sarahaten zikredilmiştir.
Camiü'l-Fusuleyn
sahibi şöyle demiştir: «Vedia gibi emanet bir şeyle rehin batıldır. Eğer mürtehinin
onu
hapsinden evvel helak olursa, emaneten helak olmuş olur. Eğer hapsinden sonra helak olursa,
o
zaman zamin olur.»
«Ne
rehin verebilir ilh...» Zira
müslüman rahin olduğu takdirde şarapla borcunu ödeme hakkına
sahip
değildir. Mürtehin müslüman olduğu
takdirde de ondan hakkını şarap olarak alamaz. O
zaman
şarabı rehin etmek veya rehin almaz caiz değildir. Domuzda da hüküm böyledir.
İtkanî.
Ben
derim ki : Şimdi sözümüz kendisiyle rehin caiz olmayan mesele
hakkındadır. Musannıfın
burada
zikrettiği ise hamrın rehinin caiz olmamasıdır. O zaman musannıfın burada zikrettiği şu
andaki
konumuzla ilgili değildir. O zaman lâyık olan musannıfın bu bahsi daha önce takdim
etmesiydi.
Sen düşün.
Şarabı
rehin etmek meselesi Camiü'l-Fusuleyn'de zikredilerek şöyle
denilmiştir: «Şarabı rehin
vermek
batıldır. Verildiği takdirde o emanettir. Bu da müslümanlar hakkındadır. Mürtehinin
müslüman,
rahin kafir olursa hüküm yine böyledir. Ama her ikisi de kafir olursa, onlar arasında
şarabın
rehin edilmesi sahihtir.»
Şu
kadarı var ki Cevhere'de şöyle denilmektedir: «Şarap ve domuzla yapılan rehin fasit bir rehindir
ve
ona zıman taalluk eder.»
Bizim
İnaye'den naklen takdim ettiğimiz
gibi, batıl mal sayılmayan veya karşılığında bir mazmun
olmayandır.
O zaman şarapla domuzun
karşılığında bir mazmun vardır. Veya
müslümanlara göre
mal
olmasa bile zımmilere göre mal olduğundan, onlarla yapılan rahin batıl
değil fasit
olur.
«Müslüman
rahine zamin olmaz ilh...» Şarap müslüman hakkında mal olmadığı için, ondan
gasbettiğinde
zımmî olan mürtehin zamin
olmadığı gibi, rehin olarak aldığında da zamin olmaz.
Minah.
«Mürtehin
müslüman ise zaminiyet vardır ilh...» Yani eğer rahin zımmi, mürtehin müslüman olursa
mürtehin
zımmiye şarap için zamin olur.
Zımminin bir malını gasbettiğinde
müslüman nasıl zamin
olursa.
Minah.
Minah'ın
ifadesinin zahirinden şu anlaşılmaktadır: Müslüman mürtehin, taaddisiz rehine zamin olur.
Zira
burada rehin (şarap) zımmiye göre
maldır. Onun karşılığı da mazmundur. O zaman bu rehin ne
fasit,
ne de batıldır, sahih bir rehindir.
Düşünülsün.
«Misli
ve kıymeti ilh...» Şarih burada
nefis kelimesini misli ve kıymet ile tefsir etmiştir. Çünkü onlar
mazmun
olunan nesnenin yerine kaimdirler. O zaman bu ifadeden maksat şudur: «eğer nesne
misliyattan
ise, misli ile kıyemiyattan ise, kıymetiyle tazmin edilir.
«Gasp
edilen nesnenin ilh...» Yani gasp edilen, veya hulu, mehir ve sulh bedeli olarak tayin edilen
şeyler
eğer misli ise misli ile, kiyemî ise kıymeti ile tazmin edilir.
O zaman bunları rehin etmek
sahihtir.
Çünkü bunlarda zımaniye takarrür
etmiştir ve eğer bunlar kaim
ise, aynını teslim etmek,
eğer
helak olmuşsa, onun kıymetini veya mislini teslim etmek vaciptir. Dolayısıyla bunları rehin
vermek
mazmun olan bir şeyi rehin yapmaktır ki bu da sahihtir. Nitekim Hidaye'de olduğu
gibi.
«Emanetler
gibi ilh...» Yani ariye ve vedia gibi emanet şeyleri rehin
etmek sahih değildir. Bunun
sahih
olmamasının sebebini de Hamevi'den naklen takdim ettik.
«Mazmun
olmayan ayn ilh...» Yani hakikaten kendisi mazmun olmayan fakat mazmuna benzeyen
nesne.
Bunların rehini de sahih değildir. Çünkü helak olduğu takdirde, bayiin elindeki
mebi gibi
bayiin mülkü helâk olmuş olur. müşteriye hiçbir şey vacip değildir. Vedia helâk olduğu takdirde
mudiin
hiçbir şey vermesi lâzım gelmediği
gibi.
Şarihin,
«mazmuna benzer» ifadesi, müşteri kabzetmedikçe semenin düşeceğini ifade eder.
Kabzettiği
takdirde de reddetmesi itibariyledir. İşte bundan dolayı yukarıda bayiin elindeki mebiye
gayri ile mazmun olan adı verildi. Biz de takdim ettik ki, onunla rehin ya batıldır, ya fasittir, ya
caizdir.
METİN
Vadedilen
karz için rehin verilmesi sahihtir. Şöyle ki, adamın kendisine bin dirhem borç vermesi
için
ona bir rehin vermesi gibi. Eğer
mürtehin vadettiği paranın bir
kısmını vererek kalanından
imtina
etse, cebredilmez. Eşbah.
Rehin
edilen nesne, vadettiği, karzı
vermeden önce mürtehinin elinde
helak olsa, söz verdiği miktar
kadar
tazmin eder. O zaman meselâ bin dirhem söz vermişse, rahine bin dirhemi teslim etmesi için
cebredilir. Bu da eğer rehinin kıymeti verilecek paraya eşit ise veya ondan az ise böyledir. Ama
eğer
söz verilen para alınan rehinden
daha fazla ise, o zaman yalnız rehinin kıymetini tazmin
eder.
Eğer
verilecek para önceden tayin
edilmişse. Eğer tayin edilmemişse,
yani birisi diğerine,
kendisine
bir miktar karz vermesi için bir rehin verse, rehin de onun elinde helak olsa, mürtehin
zamin
olur mu? İmameyn arasında bu hususta ihtilaf vardır ki bu ihtilaf
Bezzaziye ve diğer
kitaplarda
zikredilmiştir. Esah olan kavle göre mürtehin tazmin etmez. Çünkü
yukarıda da geçtiği
gibi,
karşılığında alınacak para tayin edilmeyen rehin esah kavle
göre tazmin edilmez.
Selemin
sermayesi ile üzerinde selem yapılan nesnenin rehin edilmesi sahihtir. Sarfın bahasını
rehin
etmek de sahihtir. Eğer rehin mecliste helak olursa, sarf ve selem tamam olur. Mürtehin de
hükmen
hakkını tam almış olur. Yalnız diğer üç mezhebin İmâmı buna muhaliftir.
Mürtehin
parayı ödemeden, rehin de helak
olmadan birbirinden ayrılsalar, selem ve sarf batıl olur.
Ama
üzerinde selem yapılan nesne de
mutlaka sahihtir. Eğer rehin helak olursa, akit tamam olur ve
helak
olan nesne üzerinde selem yapılan nesnenin karşılığı olur. Eğer helak olmamışsa, fakat,
selemi
feshetmişseler, ve üzerine selem yapılan şey rehin ise, o zaman istihsanen sermaye ile
rehindir.
Çünkü o sermayenin yerine
kaimdir.
Eğer
rehin fesihten sonra helak olursa, o zaman selem yapılan şeyle beraber helak olmuş olur. O
takdirde
selem sahibine, selem yapılan şeyin mislini vermek lâzım
olur. Çünkü o helâk oluncaya
kadar
hükmen rehin
bakidir.
Babanın,
kendisine verilecek bir borç karşılığında küçük oğlunun rehin vermesi sahihtir. Çünkü
babanın
oğlunun kölesini ida etme (emanet verme) hakkı vardır. Öyleyse rehin etmesi daha evlâdır.
Çünkü
helâk olduğu takdirde tazmin
edilir. Vedia ise emanettir. Vasi de baba gibidir.
Ebû
Yûsuf diyor ki: «Ne baba, ne de vasi bu hakka sahip değildirler. Helâk olduğu takdirde aldığı
borç
miktarı kadar çocuğa zamindirler. Fazlasına değil. Çünkü fazlası emanettir.»
Timurtaşi
diyor ki: «Vasi, helak olan rehinin kıymetini zamindir. Çünkü baba
oğlunun malı ile
menfaatlenir
fakat vasi
menfaatlenemez.»
Şu
kadar var ki Zahire ve başka
kitaplarda baba ile vasinin eşit olduğu kesin şekilde ifade edilmiştir.
Baba,
alacağı bir borç karşılığında bir malını küçük oğluna rehin olarak bırakabilir. Rehin ettiği
nesneyi
de küçük oğlu adına kendisi
hapseder. Ama vasi bunun hilafınadır. Zira vasi bu hakka
sahip
değildir.
Siraciye.
Bunun
aksinde de hüküm yine böyledir. Yani baba, kendisine borçlu olan küçük çocuğunun bir
malını
rehin olarak yanında tutabilir. Çünkü
babanın oğluna karşı şefkati çok olduğundan adam iki
şahıs
ve iki taraf gibi kabul edilir. Babanın küçük çocuğunun malını alması nasıl caiz ise. Ama vasi
bunun
hilafınadır. Çünkü vasi sırf vekildir. Ve bey'de, ne rehinde akdin her iki tarafına temsil
edemez.
Bu bahsin tamamı
Zeylaî'dedir.
Kölenin,
sirkenin ve kesilmiş bir hayvanın semeni ile rehin sahihtir. Her ne kadar sonradan kölenin
hür,
sirkenin şarap, ve kesilen hayvanın murdar olduğu ortaya çıksa da.
İnkâr
üzerine yapılan sulh bedelinin rehin edilmesi de sahihtir. Her ne kadar daha sonra alacağı
olmadığını
ikrar etse bile. Çünkü bunda asıl kaide şu geçendir: Rehin ve kefaletin sıhhati için
deynin zahiren vacip olması kâfidir.
Altın
ve gümüşü, ölçülecek, tartılacak
bir şeyi rehin etmek de sahihtir. Bu zikredilenleri cinsinin
hilafına
rehin etse, helâk olduğu takdirde kıymetiyle helâk olmuş olur. Ki bu da zahirdir. Eğer
cinsiyle
rehin ederse, helâk olduğu
takdirde ağırlık ve ölçü olarak misliyle helâk olmuştur,
kıymetiyle değil. İmâmeyn buna muhalefet etmiştir. Burada
aynı cinsin iyiliğine itibar edilmez. Eğer
eşit
olurlarsa, zaten açıktır. Eğer rehin edilen nesneden borç daha fazla ise, helâk olduğu takdirde
fazlası
rahinin zimmetindedir. Eğer rehin edilen nesne daha fazla ise, o zaman fazlası mürtehinin
elinde
emanettir. Dürer ve Sadrı Şeria.
İZAH
«Bir
kısmını vererek İlh...» Yani
vadettiğinin bir kısmını verse, geri
kalanını vermekten imtina etse,
vermesi
için cebredilmez. Bu aşikârdır ki, eğer rehin baki ise mürtehine cebredilmez. Yok eğer baki
değilse,
hükmü metinde
olandır.
«Helâk
olsa ilh...» Yani mürtehin vadettiği parayı ödünç vermeden önce merhun onun elinde helâk
olursa.
Bezzaziye.
«Kıymeti ilh...» Yani rehinin kabzedildiği günün kıymeti ile borç eşit
ise.
«Tayin
edilmemişse ilh...» Bazı nüshalarda böyledir. Bazı nüshalarda da, «Esah kavilde eğer
mürtehin
vereceği borcun miktarını
belirtmemişse, merhun helâk olduğu takdirde mazmun değildir.
Nitekim,
yukarıda, rehin talebi üzerine
kabzedilen merhun, borç beyan
edilmemişse yani, kendisine
bir
şey vermesi için ona bir rehin verse...» şeklindedir. İşte bu nüshada, şarihin «zamin olur mu?»
kavlini,
tekrarı kullandırmak için düşürmek gerekirdi.
«İmâmeyn
arasında bu hususta ihtilaf vardır
ilh...» Yani zamin olup olmama
hususunda İmâmeyn
arasındâ
ihtilaf vardır. Biz de rehin
kitabının başında Kınye'den naklen
şunu takdim ettik: İmâmla iki
öğrencisi
demişlerdir ki, mürtehin rahine, rahinin dilediğini verir.» Zeylaî de, «helâk ile mürtehin bir
şeyi
tamamen almıştır» sözüyle talil ederek bu görüşe varmıştır. O zaman Zeylaî'nin beyanı da
yukarıdaki
söze rücu etmiş olur. Velhasıl bu bahiste rivayet muhteliftir.
«Esah
olan kavle göre mürtehin tazmin
etmez ilh...» Yani iki rivayetten en sahihine göre helâk olan
merhun
mazmun değildir. Nitekim biz de bunu
Kınye'den naklen takdim
ettik.
«Yukarıda
geçtiği gibi ilh...» Yani rehinin başlarında metinde geçti. O zaman bu bahis makablinden
bilinmektedir.
Şu kadar var ki şarih burada tekrar etmekle geçenden maksadın da ancak bu
olduğuna
dikkat çekmek istemiştir. Yani rehin talebi üzerine kabzedilenden maksat, vadedilen
borçla
rehin manasıdır. Bunlar aynı şeyi ifade etmekte birlikte tabirleri değişiktir. Bundan ötürü
Bezzaziye'de.
«Vadedilen borçla alınan rehin rehin talebi üzerine kabzedilendir.» denilmiştir.
BİR
TEMBİH:
Rehin
karşılığı söz verilen borcu yerine
getirmek lâzım değildir.
Nitekim yakında musannıfın,
«Birisi,
müşterinin semen karşılığı bir şey rehin etmesi şartıyla bir köle
satsa...» sözünde de
gelecektir.
«Selemin
sermayesi ile rehin edilmesl sahihtir ilh...» Bu meselelerin izah şekli şöyledir: Birisi
yiyecek karşılığı yüz dirhem selem etse, veya dinarı dirhemle satmış olsa, sonra kabızdan önce
selem
ettiği kimseye yüz lira karşılığı bir şeyi rehin verse, veya dirhem veya yiyecekle bir rehin
almış
olsa, o zaman o rehin mecilsle helâk olursa, sarf da, selem de tamam olur.
Bazı
âlimler de birinci meseleyi şöyle izah etmişlerdir: Selem yapan kimse selem yaptığı kimseden
vermiş
olduğu selem sermayesi karşılığı bir
rehin alsa, o rehin helâk olmuş olsa, yine selem de sarf
da
tamam olur.
Bana
zahir olan, doğrusu, benim açıkladığım şeklidir. Çünkü eğer akit meclisinde rehin helâk
olursa
selem yapan kimse selem sermayesini geri almış olabilir. Artık nasıl, bununla akdin
tamamlandığı
söylenebilir. Eğer rehinin
helâk olmasından evvel birbirinden
ayrılırlarsa, rehin batıl
olur.
«Rehin
helâk olursa ilh...» Bu kavil, zikredilen şeylerle rehin yapmanın faydasını beyan etmektedir.
Aynî.
Kuhistanî
de: «Bundan murat rehinin sermaye ile veya sarfın bahası ile helâk olduğu» dur demiştir.
Üzerinde
selem yapılan malın helaki değil. Çünkü o, musannıfın gelecek olan, «eğer ayrılsalar»
sözüne
münafidir, ve ileride geleceği
gibi selem yapılan mal mutlaka sahihtir.
Ben
derim ki: İşte bundan dolayı Dürer'de
üzerine selem yapılan mal meselesi yalnız tehir edilerek
zikredilmiştir.
«Mürtehin
de hükmen hakkını tam almış olur ilh...» Yani sermaye veya sarfın semeni veya üzerine
selem
yapılan nesnenin semenini mürtehin
tam almış olur. T., Şümnî'den. Bu ifadenin misli
Hamevi'den
naklen Ebussuud'un bir
kavlidir.
Mürtehinden
murat, birincisinde vereceği mal
karşılığında para alan kimsedir. İkincisinde ise, sarf
yapan
akitlerden birisidir. Üçüncüsünde ise, selem yapılan malın sahibidir.
Ben
derim ki: Burada senin de bildiğin gibi üçüncüsü için, yani selem yapılan malın sahibinin
ilgisi
yoktur.
Sonra mürtehini birincisinde
vereceği mal karşılığı para alan kimse ile tefsir etmek,
geçmişte
bizim meseleyi tasvir etmemizi
teyit etmektedir. Kuhistanî de şunu ifade etmiştir:
«Mürtehin
hakkını tam almış olur, ancak, eğer rehinin kıymeti selem sermayesine ve sarfın
semenine
eşit ise. Eğer rehinin kıymeti selem sermayesinden veya sarfın semeninden az olursa
ancak
onun kıymeti kadar sahih
olur.
«Parayı
ödemeden, rehin de helâk
olmadan ilh...» Yani rehin karşılığı verilecek paranın
verilmesinden
ve rehin de helâk olmazdan
önce, ayrılırlarsa.
«Selem
ve sarf batıl olur ilh...»
Çünkü ne hakikaten, ne de hükmen kabız yoktur. Cevhere'de şöyle
denilir:
«Mürtehinin rehini geri vermesi
lâzımdır. Eğer geri vermeden önce elinde helâk olursa,
sermaye
karşılığı helâk olmuş olur. Çünkü
mürtehin selem akdinin butlanından sonra rehinin helâk
olmasıyla
selem sermayesini tam almış olur. Bu durumda selem akdi de caiz bir akde inkılap
etmez.»
«Mutlaka
sahihtir ilh...» Yani isterse rahin ile mürtehin birbirinden ayrıldıktan sonra da olsun.
Çünkü
üzerinde selem yapılan nesneyi, selem akdi yapılan mecliste kabzetmek vacip değildir.
Zeylaî.
«Üzerinde
selem yapılan nesnenin karşılığı olur iIh...» Yani, selem yapılan nesneyi tam almış
olur.
Fazlasında
da yed-i emin olmuş olur. Eğer helâk olan rehinin kıymeti daha az ise, o zaman onun
kıymeti
kadar almış olur. Cevhere.
«Sermayenin
yerine kaimdir ilh...» Yani magsub gibi olur ki, gasp edilen şeyin karşılığında bir rehin
olursa,
o zaman o kıymeti ile rehin olmuş
olur. Hidaye.
«Fesihten
sonra helâk olursa ilh...» Çünkü üzerine selem yapılan nesne ile rehin olmuştu. Rehin
adamın
yanında selemin gayrıyla mahpus
ise, bunun örneği de şöyledir:
Meselâ birisi bir köle
satarak
onu teslim etse, ancak kölenin semeni karşılığında bir rehin alsa, sonra da bayi ile müşteri
ikale
yaparak bey'i feshetseler, köleyi satan kimse köleyi almak için rehin aldığı şeyi hapsedebilir.
Çünkü
o kölenin fiyatının karşılığıdır. Eğer rehin edilen nesne helâk olursa, kölenin fiyatının
karşılığında helâk olmuş olur. Çünkü o kölenin fiyatı ile rehin
edilmiştir.
Zeylaî.
«Lâzım
olur ilh...» Yani üzerine selem yapılan nesne karşılığında rehin helâk olsa, selem sahibinin
selem
yapılan mal kadar selem yaptığı
kişiye vermesi lâzımdır. Ve selem sermayesini alır. Çünkü
rehin
selem sermayesi ile mazmundur.
Rehinin hükmü de helâk oluncaya kadar bâkidir. O zaman
selem
sahibi rehinin helâki ile, rehin yapılan malı tam almış olur. Eğer selem yapılan nesneyi tam
olarak
almış olsa, sonra ikale yapsalar, veya ikaleden sonra tam almış olsa, o zaman tam aldığı şeyi
selem
sahibine geri vermesi sermayeyi de geri alması gerekir. Rehin bahsinde de hüküm aynen
böyledir. Zeylaî.
«Çünkü
helâk olduğu takdirde tazmin
edilir ilh...» Bu kavil, rehinin idadan (emanet vermeden) daha
evlâ
olduğunu beyan etmektedir. Zira Mürtehin, rehini, ödeme korkusundan dolayı, mûda'dan daha
dikkatli
hıfzeder.
Hidaye.
«Vedia
ise emanettir ilh...» Vedia bahsinde de geçtiği gibi emanet olan bir şey helâk olduğu
takdirde
mazmun değildir.
«Ebû
Yûsuf diyor ki ilh...» Züfer de böyle demektedir. İmâm Ebû
Yûsuf ile Züfar'in kavli, kıyasa
göredir.
Birincisi ise, zahiri rivayet ve istihsana göredir. Hidaye ve Zeylaî.
«Fazlasına değil ilh...» Yani borç miktarı kadar zamindirler, rehinin kıymeti fazla olduğu takdirde
borç
miktarından fazlasına zamin değildirler.
«Vasi
kıymetine zamindir ilh...» Yani kıymetin, hepsine, Rehinin
kıymeti borçtan fazla olsa bile.
Şarih
de, ileride gelecek olan rehinde tasarruflar babında Timurtaşi'nin kavliyle yetinmiştir.
«Başka
kitaplarda ilh...» Muğni, İnaye ve Mülteka gibi kitaplarda.
«Baba
ile vasinin eşit olduğu ilh...»
Zahire, Muğni, İnaye ve Mülteka'da olan kavil, metinde geçen
birinci
kavildir.
«Küçük
oğlu adına kendisi hapseder ilh...» Yani baba çocuğuna rehin ettiği malı çocuğun namına
kendi
yanında hapseder.
«Bunun
aksinde de ilh...» Yani babanın çocuğu üzerinde alacağı olmuş olsa, küçük çocuğunun
malını
rehin olarak alabilir. Borç diğer bir küçük oğluna olursa, veya babasının tacir bir kölesine
olursa,
baba borçlu olan çocuğunun
metaını alacaklı olan diğer çocuğunun veya tacir kölesinin
yanına
rehin olarak koyabilir. Nitekim
Hidaye ve Mülteka'da da böyledir.
«Ama vasi bunun hilâfınadır ilh...» Yani vasinin vesayeti altındaki çocukta alacağı olsa, onun
metaını
rehin olarak kendi yanında
tutamaz.
«Ne
bey'de ilh...» Bu söz, Kadı'nın tayin ettiği vasiye hamledilir. Musannıf vasi babında şöyle
demektedir: «Eğer çocuğun vasisi çocuğun malını kendine alır veya kendine satarsa, bakılır: Eğer
Kadı'nın
tayin ettiği vasi ise, mutlaka caiz değildir. Eğer çocuğun babasının vasisi ise, çocuğa açık
bir
menfaat bulunması şartı ile caizdir. Ama babanın çocuğun malını çocuğun
namına kıymetinin
misli
ile ve halkın aldanabileceği miktarla satması caizdir. T.
«Bu
bahsin tamamı Zeylaî'dedir ilh...» Zeylaî de Hidaye ve Minah sahipleri gibi bu bahsin talil ve
meselelerin tefriini uzun uzadıya yazmıştır.
Mülteka'da
şöyle denilmiştir: «Vasi,
vesayetindeki yetim çocuğun yemesi
ve giymesi için bir
yabancı
adamdan borç para alsa, onun karşılığında da çocuğun metaını rehin verse, sahihtir.
Çocuk
baliğ olduğu zaman vasisinin yapmış olduğu borcu ödemedikçe, rehini bozamaz.»
«Kölenin
ilh...» Yani rehinin zımaniyeti ile
zamindir. Yani helak olmuş olsa, kölenin kıymeti borç
kadar
veya daha fazla ise, rahine borç miktarı kadar öder. Eğer onun kıymeti borçtan az ise, kölenin
kıymetini
rahine öder. Çünkü mürtehin köleyi zahiren vacip olan bir borç karşılığı rehin almıştır.
İbni
Kemal.
«İkrar
etse ilh...» Yani mürtehin rehinden sonra alacağı olmadığını ikrar etse. Bu meselenin izahı
şöyledir: Birisi diğer adamın üzerinde bin dirhem alacağı olduğunu iddia etse, borçlu görülen
kimse
de inkâr etse, beş yüz dirhem üzerine sulh yapılsa,
borçlu kimse, beş yüz dirhem
karşılığı bir
malı
alacaklıya rehin verse, o mal da
mürtehinin yanında helâk olsa, sonra
bir borç olmadığında
birbirlerini
doğrulamış olsalar, mürtehinin rehinin kıymetini rahine ödemesi lâzımdır. Mirac.
«Rehin
ve kefâletin sıhhati için kâfidir
ilh...» Minah'ta da böyledir. Ben bu bahsi Minah'tan başka bir
yerde
de görmedim. Nihaye ve diğer kitapların ibaresi ise şöyledir: «Rehinin sıhhati ve mazmun
olması
için borcun zahir olması kafidir.» Belki musannıfın, buradaki kefilden muradı ödenmesi
vacip
olan şeylerle kefil olandır. Zira
musannıfın kefalet kitabında ifade
ettiğine binaen
tazminatlarla
kefil olmak sahihtir. Ama buradaki kefili kölenin semeni ve mabadindekine hamletmek
ise
zahir değildir. Çünkü Münteka'dan
naklen Zahire'nin kefalet bahsinde şöyle bir ifade vardır:
«Eğer
kefil talibin ikrarı üzerine, bu malın şarap veya fasit satışın semeni olduğuna dair beyyine
ikame
etse, beyyinesi kabul edilir ve o mal batıl
olur.»
«Cinsinin
hilâfına ilh...» Mesele elbise gibi bir şeyle rehin edilmiş olsa.
«Kıymetiyle helak olmuş olur ilh...» Yani altın veya gümüş veya onların benzeri şeylerden rehin
edilen
nesne helâk olsa, ölçü ve tartı ile değil, kıymeti ile helâk olmuş olur. Bu sebeple altın ve
gümüşün
saf olması muteberdir. Çünkü,
elbise gibi cinsinin hilafı ile rehin edilmiştir. Ama cinsinin
karşılığında rehin edilmiş olsa, onda saf olmaya itibar edilmez. Nitekim ileride gelecektir.
«Cinsiyle
rehin ederse ilh...» Yani gümüşü
gümüşle, altını altınla, buğdayı buğdayla, arpayı arpa ile
rehin
etmiş olsa, rehin helâk olduğu takdirde ölçü ve tartı bakımından ister kıymeti çok olsun, ister
az
olsun, misliyle helâk olur. Zeylaî.
«Kıymetiyle değil, İmâmeyn buna muhalefet etmiştir ilh...» Yani İmâmeyn'e göre, helâk olduğu
takdirde,
mürtehin, cinsin hilâfına rehin edilen nesnenin kıymetine zamindir. O zaman o kıymet
helâk
olan rehinin yerine rehin olmuş
olur. Mürtehin de tazminatına helâk
olana mâlik olur. Aynî.
Eğer
rehinin kıymeti borçtan az olursa, İmâmlar arasındaki ihtilafın semeresi zahir olur. Ama eğer
helâk
olan rehinin kıymeti borç kadar
veya daha fazla olursa, o zaman her iki bahiste cevap
ittifakladır.
Çünkü İmâma göre mürtehinin alacağını alması tartı iledir, İmâmeyne göre ise, kıymeti
iledir.
Kıymet birincisinde borcun mislidir,
ikincisinde ise, borçtan fazladır. O zaman mürtehin borç
miktarı
kadar hakkını tam almış olur, borçtan fazla olan kısımda yanında emanet olur. Nitekim
Hidaye'de de böyledir.
«Aynı cinsin iyiliğine itibar edilmez ilh...» Çünkü cinsi cinsi ile karşılaştırıldığında faiz olmaması
için
iyi olmasının kıymeti yoktur.
«Eşit
olurlarsa ilh...» Yani rehinle karşılığında alınan mal ölçü ve tartı bakımından eşit olursa, o
zaman
onun hükmü zahirdir. Yani kıymetine
bakılmaksızın ve İmâma göre iyi
olmasına
bakılmaksızın rehin helâk olduğu takdirde borç düşer. Bunların hepsi, rehinin helâk olması
halindedir.
Ama eğer helâk değil, rehinden bir
şey noksanlaşsa, meselâ, gümüş bir ibrik olan rehin
kırılsa, o ayrı bir konudur. Bu meselelerin suretleri helâk ve noksan konusunda yirmi altı surete
ulaşır.
Bunlar da uzun kitaplarda açıklanmıştır. Tebyîn ve Gayetü'l-Beyan da bunları izah etmiştir.