16 Ekim 2012

REHİN KİTABI BİRİNCİ BÖLÜM


REHİN KİTABI

METİN
Rehin'in av bahsiyle münasebeti şudur: Rehin ve av, her ikisi de malın tahsiline sebep olurlar.
Rehin lügatte, bir şeyi hapsetmektir. Şeriatta ise, mal olan birşeyi hapsetmek, yani onu mahpus
kılmaktır. Onu hapseden mürtehindir. Bir hak karşılığı olarak tamamının veya, eğer rehin edilen
şeyin kıymeti borçtan az olursa bir kısmının alınması mümkün olan bir nesnenin hapsedilmesidir.
Ki bu hak da borçtur. Çünkü nesnenin (ayn'ın) rehinden alınması mümkün değildir. Ancak, hükmen
borç olursa alınır. Nitekim ileride gelecektir. Bu borcun hakikî, yani zahiren ve batınen ödenmesi
vacip olan borç olması, veya yalnız zahiren borç olması lâzımdır. Sonradan hür çıkan kölenin ve
sonradan şarap çıkan sirkenin bahası gibi. Veya hükmen borç olması lâzımdır. Bu da misli veya
kıymetiyle zamin olunacak nesnelerdir. Nitekim ileride gelecektir.
Rehin icap ve lâzım olmayan kabul ile münakit olur. Binaenaleyh râhinin onu teslim etme veya
hibede olduğu gibi ondan dönme hakkı vardır. Râhin, rehin edilecek nesneyi teslim etse, mürtehin
de onu ağacın üzerindeki meyve gibi dağınık halde değil, toplu halde, ve râhinin hakkı ile meşgul
olmayacak bir şekilde, müşaen değil, hükmen de olsa ayırdedilmiş olarak kabzetse, meselâ
merhun, merhun olmayan nesne ile hilkaten muttasıl olsa, ağaç gibi, ki bunun izahı gelecektir,
rehin gerçekleşir.
Bu ifade ediyor ki, hibede olduğu gibi: kabız rehinin lüzumunün şartındandır.
Mücteba'da şöyle denilmektedir: «Tashih edilen kavle göre kabız, rehinin cevazının şartıdır.»
Rehin ile mürtehin arasını tahliye etmek, bey gibi, zahire göre hükmen kabızdır. Tahliye bey'de de
kabız sayılır. Merhun, helak olduğu takdirde, kıymetinden veya borçtan hangisi daha az ise onunla
tazmin edilir. Şafiî'ye göre rehin edilen nesne emanettir.
Muteber olan, merhunun, «Eşbah» da vehm olunduğu gibi helâk olduğu günün kıymeti değil,
mürtehinin kabzettiği günün kıymetidir. Çünkü helak gününün kıymetinin muteber sayılması
nakillere mugayyirdir. Nitekim musannıf da öyle tahrir etmiştir.
Rahin alacağı deynin miktarını beyan etmeden önce, rehin teklifi üzerine kabzedilen nesne helak
olduğu takdirde esah kavle göre zamin olunmaz. Keza Kınye ve Eşbah, Rehin helak olursa, kıymeti
borca eşit olduğu takdirde, o zaman mürtehin rahinden borcunun tamamını hükmen almak olur.
Eğer kıymeti borçtan fazla olursa, fazlalık mürtehinin elinde emanettir. O zaman taaddi ile zamin
olur. Eğer kıymeti borçtan noksan ise rehinin kıymeti borçtan düşülür, mürtehin geri kalan
alacağını rücu ederek rahinden alır. Çünkü, alacağın tam alınması paranın miktarı kadardır.
Mürtehin rehinin burhansız olarak helakını iddia etse mutlaka zamin olur. Rehin ister zahir
mallardan, ister batın mallardan olsun. İman Mâlik bu zaminiyeti batın mallara has kılmıştır.
Mürtehin, rahinden alacağını talep edebilir. Rehin kendisinde olsa bile mürtehin, alacağını almak
için merhunu hapsedebilir. Çünkü hapis onun borcunu geç ödemesinin cezasıdır.
Mürtehin, akti feshetmiş olsalar bile, alacağını alana veya onu edene kadar, merhunu elinde
tutabilir. Çünkü rehin, yalnız aktin feshiyle batıl olmaz. Kabız ve borç kaldığı müddetçe rehin de
bakidir. Bunlardan birisi fevt olursa, rehin kalmaz. Dürer, Zeylaî ve diğerleri.
Merhundan mutlaka, ne istihdamla, ne oturmakla, ne giymekle ne icare vermek ve ne de iare
vermekle menfaatlenemez. Menfaatlenme ister rahin, ister mürtehin istesin. Ancak, birisi diğerine
izin verirse, menfaatlenmesi mümkündür. Bazı âlimler tarafından, «Mürtehinin rehinden
menfaatlenmesi helâl değildir, çünkü faizdir.» denilmiştir. Bazı âlimler tarafından da; «Eğer
mürtehin menfaatlenmeyi şart koşarsa, faiz olur, koşmazsa, faiz olmaz.» denilmiştir.
Eşbah ve Cevahir'de şöyle denilmiştir: «Rahin, mürtehine rehin verdiği bahçenin meyvelerini
yemeyi, rehin verdiği binada oturmayı veya koyunun sütünü içmeyi mubah kılarsa, yediği ve içtiği
takdirde zamin değildir. Rahin mürtehini bunlardan men de edebilir»
Sonra da Eşbah'ta şöyle denilmiştir: «Mürtehinin rehinden menfaatlenmesi mekruhtur.» Bu husus
rehin bahsinin sonunda gelecektir.
İZAH
Rehin, «Ve eğer seferde olur da yazacak birini bulamazsanız, rehinler (yeter).» (Bakara : 283) ayeti
ve Rasûlullah (S.A.V.)'in bir yahudiden yiyecek alarak karşılığında zırhını rehin bırakması rivayeti ile
meşrudur. Rehinin meşruiyeti üzerinde icma da edilmiştir.
Rehinin güzelliklerinden bir tanesi, alacaklının hakkının helakten emin olmasıdır. Borçlu açısından
da alacaklının husumetini azaltmak ve ödemekten aciz kaldığı takdirde rehin ettiği şeyle borcunu
ödeme kudretine sahip olmasıdır.
Rehinin rüknü, yalnız icap veya icap ile kabuldür. Nitekim ileride gelecektir. Şartları da ileride
gelecektir.
Rehinin hükmü ise, alacağın alınmasının sübutudur. Sebebi de, mukadder hakkının baki kalmasıdır.
Rehinin ayette seferle sınırlandırılması, seferde genellikle yazmanın ve şahit tutmanın mümkün
olmamasındandır. O yüzden rehinle onun alacağı vesikalandırılmaktadır.
«Rehin lügatte bir şeyi hapsetmektir ilh...» Hangi sebeple olursa olsun. Zira Allah-u Tealâ, «Her can
kazandığıyla rehin alınmıştır.» (Müddesir: 38) buyurmuştur. Rehin kelimesi bir mal karşılığı rehin
edilen nesneye de denilmiştir.
«Onu mahpus kılmaktır ilh...» Islah'ın izahında şöyle denilmiştir: «Rehin bir şeyi bir hak karşılığında
hapis kılmaktır. Burada bir şeyi bir hak karşılığında hapsetmektir denilmemiştir. Çünkü hapseden
ancak mürtehindir, rahin değil. Ama o şeyi hapis kılmak bunun hilafınadır.» H.
Bu, tam rehinin veya lâzım olan rehinin tarifidir. Yoksa, rehin akti hapsi ilzam etmez. Belki o,
kabızla olur. Sadi.
Kuhistanî'de şöyle denilmektedir: «Rehinin hapsinden ilk akla gelen, teberru veçhiyle
hapsedilmesidir. Eğer rahin rehini mürtehine vermeye zorlanırsa, rehin olmaz. Kübra'da da olduğu
gibi. O zaman, zannedildiği gibi iznin zikredilmesi de lâzım değildir.»
Gelecek babın sonunda gelecektir ki, eğer mürtehin borçlusunun sarığını alsa, eğer borçlu sarığın,
onun yanında kalmasına razı olursa rehin olur.
«Bir hak karşılığı ilh...» Yani mali olan bir hak sebebiyle. Velev ki o mal, meçhul olsun. Musannıf
kısas, had ve yemin gibi şeylerden kaçınmak için «hak» tabirini kullanmıştır. Ama bu kayıttan dolayı
rehin tarifine kitabet bedeli de girmektedir. Zira onunla rehin yapmak da caizdir. Kitabet bedeline
her ne kadar kefalet caiz değilse de rehin caizdir. Nitekim Hâniye'den naklen Mi'rac'da da böyledir.
«Alınması mümkün olan ilh...» Yani rehin edilen nesneden hakkın (alacağın) alınmasının mümkün
olması Musannıf bu kavliyle de kar, buz, emanet, müdebber köle, ümmül veled cariye ve
mükatebten kaçınmıştır ki, bunlar rehin edilmezler.
Şurunbulaliye'de şöyle denilir: «Şaraba gelince, şarabı rehin etse, o da yine maldır. Ondan hakkını
alması mümkündür. Eğer mürtehin müslüman ise, bir zımyi şarabın satışı ile vekil eder veya
rahin ve mürtehin, her ikisi de zimmet ehlinden olurlarsa, zaten rehin caizdir. Şu kadar var ki şarap
müslüman hakkında kıymetli bir mal değildir. Öyleyse onu birisine rehin vermek veya onu bir
müslüman veya zımmîden rehin olarak alıp kabul etmek caiz değildir. Her ne kadar (helâk ettiği
şarabın bedelini) zımmîye tazmin etse bile nitekim aşağıdaki babda da gelecektir.»
«Hür çıkan kölenin, şarap çıkan sirkenin ilh...» Ve kesilmiş hayvanın bahası veya inkâr üzerine
yapılan sulh bedeli gibi. Eğer o kesilmiş hayvanı ölü olarak bulmuş olsa, veya her ikisinin
birbirlerini, borç olmadığına dair doğrulamaları gibi. Zira burada borç zahiren vaciptir, Borcun
zahiren vacip olması da kafidir. Çünkü borcun zahiren vacip olması vadedilen borçtan daha
tekidlidir. Dürer. Yani o zaman rehin mazmundur.
Kuduri'de şöyle denilir: «Rehinin helaki ile hiçbir şey lâzım gelmez. Nasıl ki, başlangıçta hür bir
adamı veya şarabı rehin etmesi gibi.»
İmâm Muhammed de Mebsut ve Camii'de nassen söylemiştir ki, fasit bir rehin hükmüyle kabzedilen
nesne yenildiği takdirde kıymetinden ve borçtan hangisi az ise onunla mazmundur. Burada muhtar
olan da Muhammed'in kavlidir. Nitekim İhtiyâr'da da böyledir. Ebussuud, özetle.
«Misli veya kıymetiyle zamin olunacak nesneler ilh...» Misli veya kıymeti ile mazmun olunan
şeylere, kendi nefsiyle mazmundur da denilebilir. Çünkü bunların kıymeti veya misli onun yerine
kaimdir. Magsubun kıymetinin veya mislinin onun yerine kaim olması gibi.
Musannıf bununla gayrı ile mazmun olunan şeyden kaçınmıştır. Bayiin elindeki mebi gibi. Zira bu
gayyla mazmundur ki, gayr da ancak onun semenidir. Bir de asla mazmun olmayacak, emanetler
gibi, şeylerden kaçınmıştır. Zira bu iki şeyle rehin batıldır. Bunlara hükmen borç denilmesi,
bunlarda asıl mucib olanın «kıymet» veya «misil» olmasındandır. Eğer reddi mümkün ise,
fukahanın cumhuruna göre, ayn'ın reddi (geri verilmesi) borçtan kurtarır ki bu ret de bir borçtur.
Ama bazı fukahanın kavline gelince, onun reddi kıymetiyledir. Kıymetini ödemek de ancak helakten


sonra vacip olur. Şu kadar var ki bu da geçmiş bir kabızla helaki zamanında vacip olur. Bu bahsin
tamamı Hidaye ve Zeylaî'dedir.
«İcab ile ilh... Yani, «Bu şeyi senin üzerimde olan alacağın karşılığı olarak sana rehin ettim.» veya
«Şu şeyi rehin olarak al.» demesi gibi. Kuhistanî.
Rehin akdinde rehin lafzını söylemek şart değildir. Nitekim musannıf da gelecek babda bunu
zikredecektir.
«Kabul ile ilh...» Diğeri de «rehin olarak aldım» derse, kabul etmiş olur. Bu söz ister müslümandan,
ister kâfirden, ister köleden, veya çocuktan, asilden veya vekilden sadır olsun, fark etmez. O halde
kabul de icab gibi rehinin bir rüknüdür. Meşayih'in ekseri de buna meyletmiştir. Zira rehin de bey
gibidir. Bundan dolayı birisi, kabulsüz rehin vermeyeceğine yemin etse, sonra da rehin verse, hanis
olmaz.
Fukahadan bazıları da, «icabı illet kılmakla kabul rehinin şartı olur. Çünkü rehin teberruî bir akittir.
Bundan dolayı rehin edilecek nesne teslim edilene kadar rehin lazım gelmez.» denilmiştir.
Kuhistanî.
Hidaye'de ikinci görüşle yetinilmiştir. Kuhistanî de Kermanî'den şunu nakletmiştir: «Rehin, teati
yoluyla caizdir.»
«Lazım olmayan ilh...» Zira rehin teberru akdidir. Çünkü rahini rehin ettiği şeyin karşılığında
mürtehine bir şey icab ettirmemektedir.
«Kabzetse ilh...» Yani rahinin sarih izni ile veya iznin yerine cari olacak meclisteki bir sözü üzerine
kabzederse. Akit meclisinden sonra ise, bizzat kendi izni ile veya baba, vasi ve bir adil gibi naibinin
izniyle kabzetmesi gerekir. Hindiye, özetle.
Rahin sükut ettiği halde mürtehin onu kabzetse, lâyık olan, onun da rehin olmasıdır.
«Halde ilh...» Bu hallerin hepsi ya müteradif veya mütedahil hallerdir. Ayni. Musannıf bu hallerle
şunu ifade ediyor ki, rehin bu sıfatlarla akit anında lazımî bir akit değildir. Belki, rehin edilen
nesnenin kabzı zamanında lazımî bir akit olur. Öyleyse, rehin edilen nesne bir şeye muttasıl olmuş
olsa, veya başka bir şeyle meşgul olsa, meselâ rehin edilen bina kirada olsa, o zaman rehin batıl
değil, fasit olur. Yine, rahin, ortaklı bir şeyden hissesini ayırmadan onu şeyden rehin etmiş olsa,
fasit olur.
Fukahanın bazısına göre ise batıldır. Kerhi'nin ihtiyar ettiği de budur. Bu fesat, kabız anında
kalkmış olsa, o zaman fasit rehin, sahih ve lazım bir akit olur. Nitekim Kermanî'de de böyledir.
Kuhistanî.
«Ağacın üzerindeki meyve gibi ilh...» Bu dağınık olana misaldir. Veya tarlanın üzerindeki ekin gibi,yani ağaçsız, topraksız, ağacın ve toprağın üzerindeki ekin ve meyveyi rehin etmesi gibi. Zira
meyve ile ekin mürtehinin elinde toplanmaz. Çünkü ağaçsız bir meyveyi toplamak, yersiz bir ekini
de toplamak mümkün değildir. T.
«Meşgul olmayacak ilh...» Bir şeyi meşgul edene gelince, onu rehin etmek caizdir. Nitekim
kitapların çoğunda dayledir. Musannıfın burada «rahinin hakkı» ile kayıtlaması şundan
kaçınmak içindir: başkasının mülyle meşgul olmuş olsa, o meşguliyet rehine mani olamaz.
Nitekim madiyede de olduğu gibi. Hamevi.
Ben derim ki: Mülkü meşgul eden şeyin rehin edilmesinin caiz olması, o şeyin herhangi bir şeyle
muttasıl olmamasıyla takyid edilmelidir. Zira bilindiği gibi, meyveyi veya ekini veya yalnız binayı
rehin etmek caiz değildir. Nitekim ileride de gelecektir.
«Müşaen değil ilh...» Meselâ bir kölenin veya bir binanın yarısını. İsterse bunu ortağına versin, yine
caiz değildir. Bu bahsin tamamı gelecektir. Ancak bu sözden şüyuun zarureti sabit olan kısım
istisna edilir.
«Rehinin lüzumunun şartındandır ilh...» Kabzın rehinin lüzumunun şartlarından olması kavline,
Hidaye, Mülteka ve diğer kitaplarda da uyulmuştur.
İnaye'de şöyle denilir: «Şeyhülislâmın ihtiyarı da budur. Bu da ammenin rivayetine muhaliftir.»
İmâm Muhammed diyor ki: «Rehin ancak kabzedilirse, caizdir. «Muhammed'in dediğinin misli,
Hakim'in Kafi'sinde, Tahavi'nin Muhtasar'ında ve Kerhi'de de mevcuttur.
Sadiye'de şöyle denilmiştir: «Ben diyorum ki, hibe kitabında geçti ki, Peygamber (S.A.V.); «Hibe
ancak kabzedilirse caizdir.» buyurmuştur. O zaman kabız hibede cevazın şartı değildir. Öyleyse,rehin bahsinde de öyle olması lâzımdır. Düşünülsün.»
Bunun hasılı şudur: Burada cevazın sıhhatle değil, lüzumla, tefsir edilmesi mümkündür. Nitekim
fukaha hibe bahsinde de cevazı lüzumla tefsir etmişlerdir. Zira fukahanın kelamı ile hadis
arasındaki telif, ancak bu tefsirle mümkün olur.
Mücteba'da da, «Tashih edilen kavle göre kabız, rehinin cevazının şartıdır.» denilmiştir. Zahire'den
naklen Kuhistanî'de de böyledir.
«Tahliye ilh...» Tahliye, manilerin ortadan kaldırılması, mürtehine kabız imkânı verilmesidir.
«Hükmen kabızdır ilh...» Çünkü, tahliye teslimdir. Kabızla hüküm vermek de teslimin
zaruretlerindendir. Musannıf burada hükmün üzerine bina edilecek gayeyi zikretmiştir. Çünkü
maksut da ancak odur. İşte bununla Zeylaî'nin, «Doğrusu tahliye teslimdir.» sözü, kendiliğinden def
edilmektedir. Çünkü teslim de kabza mani olan hallerin kaldırılmasından ibarettir. Bu teslim edenin
fiilidir, teslim alanın değil. Kabız ise teslim alanın fiilidir. Bunu Minah'ta ifade etmiştir.
Burada bundan murat, hakiki kabzın üzerine ne terettüb ederse» teslimin üzerine de o terettüb eder
demektir.
«Zahire göre ilh...» Yani Zahiri rivayete göre. Esah olan da ancak budur. Ebû Yûsuf'tan kabzın
ancak, menkulde nakille sabit olduğu rivayet edilmiştir. Hidaye.
«Mazmundur ilh...» Yani maliyeti mazmundur, ama bizzat kendisine gelince, o emanettir.
İhtiyar'da şöyle denilir: «Helak olduğu takdirde rahinin mülkiyeti üzerine helak olur. Ta tekfinine
varıncaya kadar. Çünkü hakikaten onun mülküdür. O mürtehinin elinde emanettir. Hatta, mürtehin
onu satın almış olsa, rehinden dolayı kabzetmesi alma kabzının yerine kaim olmaz. Çünkü o kabız
emanet kabzıdır. Zaminiyet kabzı yerine kaim olmaz, öyleyse o madem ki rahinin mülküdür, ölse,
kefeni rahinin üzerinedir.» Eşbah üzerine Hamevi.
Musannıf burada «helak olsa» sözüyle istihlak etmeden kaçınmıştır. Zira rehin edilen nesneyi
mürtehin helak etmiş olsa. o zaman, onun hem maliyetine, hem de aynına zâmindir. Nitekim bunun
beyanı ileride gelecektir.
Musannıfın burada mutlak zikretmesi, zayi olduğu takdirde tazmin edilmemeyi şart kılmayı da içine
almaktadır. O zaman, böyle bir şartla verilen rehin, caizdir. Ama şart batıldır. Deyn ile de helâk olur.
Hülasa ve diğerlerinde olduğu gibi. Mutlak ifade etmesi, rehin edilen nesnenin bir ayıpla
noksanlanmasına da şamil olur. Camiü'l-Fusuleyn'de şöyle bir ifade vardır: «Bir köleyi rehin etmiş
olsa, köle kaçsa, rehin düşer. Eğer onu adam bulursa, rehin yine avdet eder. Deynden de kölenin
hesabı miktarınca düşülür. Eğer kölenin ilk kaçışı ise. Yoksa, hiçbir şey düşmez.»
Rehin bahsinin sonunda şu da gelecektir: Mutlak ifade fasit rehine de şamildir. Çünkü fasit rehin de
sahih rehin muamelesi görür. Bunun beyanı da rehinin sonunda gelecektir.
BİR TENBİH :
İmadiye'nin otuzuncu faslında zikredilmiştir: «Eğer bin liraya karşı iki köleyi rehin elmiş olsa,
bunlardan bir tanesi ölse, ölen kölenin kıymeti borçtan daha çok olsa, onun helaki ile deynden
hiçbir şey düşmez. Belki deyn hayatta olan kölenin kıymeti ile helak olan kölenin kıymeti üzerine
taksim edilir. Helak olan kölenin hissesine isabet eden düşer, hayatta kalan isabet eden kısım da
kalır. Yine, bir adam bin liraya karşı bir binayı rehin etmiş olsa, bina kendiliğinden yıkılsa, borç
ayakta kalan kısım ile kabız günündeki arsanın kıymeti üzerine taksim edilir. Ayakta kalan kısma
isabet eden düşer, arsaya isabet eden kısım ise kalır. Mebsut'ta da böyledir.»
Bunun beyanı Tatarhaniye'de şöyle yapılmıştır: «Kırk dirhem değerindeki bir kürkü on dirheme
rehin etse, kürkü güve yese, onun kıymeti on dirheme inmiş olsa, o zaman rahin iki buçuk dirhemle
o rehini çözer.»
Yani, helak olan rehinin dörtte üçüdür. O zaman borçtan onun miktarı kadar düşülür. Nitekim
Bezzaziye'de de böyledir. Bu hıfzedilsin. Zira, bu birçok kimseye gizlidir (çoğu bunu bilmez).
Musannıf gelecek babın sonunda şunu zikredecekti.: Rehin edilen hayvanın gözünün birisi gitmiş
olsa, borcun dörtte biri düşer. Bunun beyanı gelecektir. Yine ileride gelecektir ki, değer noksanlığı
borcun düşmesini gerektirmez. Ama aynın noksanlığı bunun hilafınadır. Yani rehinin aynı
noksanlanırsa, noksanlığı miktarınca borcun düşmesi gerekir. Yine ileride gelecektir ki, rehin
edilen nesneden üreyen bir şey, nesneye tabi olarak rehin olur, üreyen şey helak oldursa,
meccanen (karşılıksız) helak olur. Ancak aslın helakinden sonra helak olursa, o zaman o da
meccanen helak olmamış olur. İnşallah bunların hepsinin beyanı gelecektir.
«Kıymetinden veya borcundan hangisi daha az ise ilh...» Bu ibareden murad, yani eğer kıymet
borçtan az olursa, onu tazmin eder. Yok borç kıymetten az olursa, onu tazmin eder. O halde, helak
olan merhun, onlardan hangisi daha az ise, onunla tazmin ettirilir.
«Şafiî'ye göre emanettir ilh...» Yani onun hepsi mürtehinin elinde emanettir. Onun helaki ile borçtan
bir şey düşmez. Bu husustaki kelamın tamamı uzun kitaplardadır.
«Muteber olan, kabzettiği günün kıymetidir ilh...» Hülasa'da şöyle denilir: «Rehinin hükmü şudur:
Rehin edilen nesne eğer mürtehinin veya adil bir kimsenin elinde helak olursa, onu onun kabzettiği
gündeki kıymetine ve borca bakılır. Eğer onun kabız günündeki kıymeti borcun misli ise, onun
helak olmasıyla borç düşer...»
Zeylaî de şöyle der: «Onun kabız günündeki kıymetine itibar edilir. Ama eğer onu bir yabancı telef
ederse, bunun hilafınadır. Mürtehin yabancının helak ettiği günün kıymetini ona tazmin ettirir ve o
kıymet yanında rehin olarak kalır. Bu bahsin tamamı Minah'tadır.»
Mülteka şerhinde de şu ziyade vardır: «Kıymet hususunda makbul olan söz mürtehinindir. Beyyine
getirmek ise, rehinin görevidir.»
«Nitekim Eşbah helak gününün kıymetinin muteber olduğunu vehmetmiştir ilh...» Yani, üçüncü
fennin «semenü'l-misil» bahsinde.
Ben derim ki: Eşbah'ta olan ifadenin, mürtehinin istihlak etmesine hamledilmesi mümkündür.
Bundan dolayı Remlî, bu kelamdan sonra şöyle demiştir: «Sen derin baktığın zaman, sana helak ile
istihlak arasındaki fark açık olur. Bu sana açık olduğu zaman kesin olarak bilirsin ki, nesne
kendiliğinden helak olduğu zaman muteber olan, onun kabız günündeki kıymetidir. İstihlak
suretinde ise, helak olduğu günün kıymeti muteberdir. Çünkü helak o zaman vedia edilen emanete
varid olmuştur.»
«Deynin miktarını beyan etmeden ilh... Ama eğer beyan ederse, makbuz olan mazmun olur. Bunun
sureti şöyledir: Rehini şu kadar meblağ ödünç vermek şartıyla almış olsa, ödünç vermeden önce de
rehin aldığı nesne onun zilliyetinde helak olsa, o zaman helak olan nesnenin kıymeti ile mürtehinin
isimlendirdiği meblağdan hangisi daha az ise onunla zamindir. Zira onu rehindeki anlaşma fiyatıyla
kabzetmiştir. Rehin anlaşmasındaki fiyatla kabzedilen, satın alış anlaşmasındaki fiyatla kabzedilen
gibidir. Ki, nesne karşılıklı anlaşmadaki fiyatla helak olsa, kıymetiyle zamin olunur. Tahavi'nin
şerhinde de böyledir. Hamevi.
«Keza Kınye ilh... Kınye'nin ifadesi aynen şöyledir : «Rehinin fiyat anlaşması üzerine kabzedilen
nesne, rahin onun karşılığında alacağı meblağı beyan edene kadar, onda başka bir deyn de yoksa,
iki rivayetten en esahı üzerine helak olduğu takdirde adam ona zamin olmaz. Ebu Hanife, Ebû Yûsuf
ve Muhammed demişlerdir ki, mürtehin ona dilediği kadar verir. Muhammed'den, bir dirhemden
daha azını istihsan etmediği, de rivayet edilmiştir. Ebû Yûsuf'tan da helak olduğu takdirde onun
kıymetini ödemesi lazımdır hükmü rivayet edilmiştir.»
Ben derim ki: Bu mesele, söz verilen bir borç karşılığında rehin meselesidir. Musannıf bunu
gelecek babın sonunda zikredecektir.
«Helak olduğu takdirde ilh...» Evla olan, musannıfın bu kavli, «rehin anlaşması üzerine kabzedilmiş
olan...» kavlinden daha evvel zikretmesiydi. Çünkü bu kavil, ondan evvelki kavlin tamamlayıcısıdır.
T.
Bunun beyanı şöyledir: On dirhem kıymetindeki bir elbiseyi on dirheme rehin vermiş olsa; elbise
mürtehinin yanında helak olsa, borç düşer. Ama eğer on dirhem karşılığında rehin ettiği şeyin
değeri beş dirhem ise, nesne mürtehinin elinde helak olduğu takdirde mürtehin kalan beş dirhemi
almak için rahine rücu eder. Eğer nesnenin kıymeti on beş dirhem olursa, fazlası mürtehinin
yanında emanet olur. Kifaye.
Musannıf burada helaki kayıtsız olarak, mutlak zikretmiştir. O zaman, helak borcun ödenmesinden
sonra olan helake de şamil olur. O zaman helak olduğu takdirde rahin ödemiş olduğu borcu geri
alır. Çünkü helakla, mürtehinin geçmiş kabız vaktinden alacağını tam aldığı tebeyyün etmiştir.
Bezzaziye ve diğer kitaplar. Rehin bahsinin sonunda tafsilat gelecektir.
«Taaddi ile zamin olur ilh...» Eğer yirmi dirhem kıymetindeki bir elbiseyi on dirhem karşılığı rehin
vermiş olsa, mürtehin sahibinin izni ile onu giymiş olsa, giymesiyle elbisenin kıymetinden altı
dirhem noksanlanmış olsa, sonra da rahinin izni olmadan giyse, izinsiz giymesinden dolayı da
kıymeti dört dirhem daha noksanlaşsa, sonra kıymeti on dirhem olduğu halde helak olsa, mürtehin
rahinden, borcunun bir dirhemini alabilir. Dokuz dirhemi düşer. Çünkü rehin günü elbisenin yarısı borç ile mazmundu, yarısı da emanet idi. İzinle giydiğinden dolayı elbiseye gelen altı dirhemlik
noksanlığa mürtehin zamin değildir. İzinsiz olarak giydiğinden dolayı elbiseye gelen dört dirhemlik
noksanlığa mürtehin zâmindir. O zaman dört dirhem noksanlığın karşılığında borçtan düşülür.
ymeti on dirhem iken helak olduğunda, yine onun yarısı borç ile mazmun, yarısı da emanettir.
Mazmun olunduğu miktarca mürtehin borcunu ondan alır. O zaman ona bir dirhem kalır. Bir
dirhemle de rahine rücu ederek ondan alır. Zahiriye ve Haniye, özetle.
«Burhansız olarak helakini iddia etse, zamin olur ilh...» Dürer ve Melikî'nin Mecma şerhinde de
yledir. Bu ifadenin zahiri şudur ki, rehin edilen nesne helak olduğu takdirde kıymeti neye ulaşırsa
ulaşsın, mürtehin ona zamindir. Burhansız da onun davası tasdik olunmaz. Burhan ikame ettiği
takdirde zaminiyet ortadan kalkar. Bu, İmâm Mâlik'in mezhebidir. Hanefi mezhebine gelince, helak
ister mürtehinin yemini ile, ister bürhan ile sabit olsun, arasında fark yoktur. O halde mürtehin her
iki surette de helak olduğu takdirde onun kıymeti veya borçtan hangisi daha az ise, onunla
zamindir. Nitekim Hakaik'ten naklen Şurunbulaliye'de de böyle izah edilmiştir. İbnü'l-Halebî de
bununla fetva vermiştir. Bu fetvanın misli Kazerûni'nin ve musannıfın fetvasında da mevcuttur.
Allame Remlî'nin de bu meselede musannıfa uyarak ayağı kaymış, merhunun kıymeti neye ulaşırsa
ulaşsın, mürtehinin zamin olacağına fetva vermiştir. Nitekim bu fetvası Fetava'sında mevcuttur.
Yine, Minah haşiyesinde de bu fetvasını sarahaten zikretmiştir. Fetavay-ı Rahimiye sahibi, şeyhi
Şurunbulaliye'ye uyarak Remlî'nin bu fetvasını reddetmiş ve «Bu fetva re'sen Hanefi mezhebine
muhaliftir. Hakka dönmek en doğrusudur.» demiştir.
«Zahir mallardan ilh...» Zahir mallar, hayvan, köle ve akar gibi mallardır. Batın malları ise, altın,
gümüş, ziynet eşyası ve uruzdur. Dürer.
«İmâm Malik bu zaminiyeti batın mallara has kılmıştır ilh...» Yani İmâm Malik mürtehin bürhansız
olarak merhunun helakini iddia ederse, eğer merhun batın mallardan olursa, zamindir çünkü
bunlarda töhmet vardır görüşündedir. Gurerü'l-Efkar.
«Yalnız akdin feshiyle batıl olmaz ilh...» Belki, bu fesihle beraber rehin edilen nesneyi rahinine
reddetmek de lazımdır. O zaman rehin batıl olur.
«Rehin de bakidir ilh...» Yani tazmin edilmiş olarak. Öyleyse, fesihten sonra mal onun elinde helak
olursa, borç düşer. Eğer rehin edilen nesne borcu karşılarsa. Hidaye.
«Kabız ve borç kaldığı müddetçe ilh...» Yani rehin mürtehinin elinde, borç da rahinin zimmetinde
kaldığı müddetçe. Vanî.
«Bunlardan birisi fev olursa ilh...» Yani mürtehin rehini geri verir veya rahini borçtan ibra ederse,
artık rehin diye bir şey kalmaz. O zaman da mürtehinin zaminiyeti düşer. Zira, bir şeyin illetinin iki
vasfı olursa, o iki vasıftan birisinin olmayışı ile hüküm de olmaz.
Buna şöyle itiraz edilebilir: Eğer mürtehin merhunu teslim etmeden evvel, borç ödendikten sonra
rehin helak olursa, o zaman mürtehin zamin olur. Rahin de ödemiş olduğu borcu geri ister. Nitekim
yukarıda geçti. Bunun cevabı ileride gelecektir. Bu itiraz, cevabı ile birlikte İnaye'dedir.
«Ne icare vermek ilh...» Mürtehin onu izinsiz olarak icare verirse, aldığı ücret onundur. Nitekim
Rehin bahsinin sonunda diğer ferleriyle birlikte bu bahis gelecektir.
«Ne de iare etmekle ilh...» Rehinde tasarruf babında musannıf rehinin iare ahkamını, ister rahine,
ister bir yabancıya, ister izinli, ister izinsiz olsun, zikredecektir.
«Menfaatlenmeyi ister rahin, ister mürtehin istesin ilh...» Bunun birincisi, bütün metinlerde
sarahaten zikredilmiştir. İkincisi ise, Dürerü'l-Bihar, Kerhî'nin Muhtasar'ının şerhi ve Zahidi'nin
şerhinde tasrih edilmiştir. Bu ikincisinde Şafiî'nin muhalefeti vardır. Şafiî'ye göre rahinin rehin ettiği
şeyden, vat'in haricinde menfaatlenmeşi caizdir. Birincisinde hiç ihtilaf yoktur. Nitekim
Gurerü'I-Efkar'da da böyledir.
Burada musannıfın zikretmediği şu mesele kaldı: Mürtehin rehin olan evde otursa, ücret vermesi
lâzım mıdır? Hayriye'de, buna «Mutlaka ücret vermesi lâzım değildir. Yani ister izin versin, ister izin
vermesin, ister gelir getirmesi için yapılan bir bina olsun, ister olmasın.» diye cevap verilmiştir.
Bunun misli Bezzaziye'dedir.
Yine Hayriye'de; «Eğer yetimin de olsa, ücret lâzım değildir.» diye cevap verilmiştir. Bu bahis, gasb
bahsinin sonunda geçti. Müracaat ediniz.
«Ancak izin verirse ilh...» Eğer mürtehin rahinin izni ile rehin edilen nesneden menfaatlense, rehin
onun kullanması sırasında helak olsa, o zaman emaneten helak olmuştur. Bunda da bir ihtilaf


yoktur. Ama o rehin edilen nesne kullanmadan evvel veya kullanmadan sonra helak olursa, borç
karşılığı helak olmuş olur.
Eğer rehin edilen nesne cariye ise, rahin izin de vermiş olsa, onu vat'etmek helâl değildir. Çünkü
fercin hürmeti çok şiddetli bir haramlıktır. Şu kadar var ki, mürtehin onu vat'etiği takdirde had
vurulmaz. Biz Hanefilere göre ücret vermesi lazımdır. Mirac.
«Mürtehinin rehinden menfaatlenmesi helâl değildir. ilh...» Minah'ta şöyle denilmiştir: «Semerkant
ulemasının büyüklerinden Abdullah Muhammed bin Eslemî Semerkandî'den şu rivayet edilmiştir:
Hiçbir yönüyle merhundan mürtehinin menfaatlenmesi helâl değildir. Rahin ona izin verse bile. Zira
onun izin vermesi, faize izin vermektir. Zira mürtehin borcunu kâmilen alacaktır, menfaatlenmek
ise, ona fazlalık kalacaktır. O zaman bu menfaatlenme faiz olur ki, bu dayük bir iştir. Ben
diyorum ki, bu rivayet bütün muteber kitaplara muhaliftir. Çünkü bütün muteber kitaplarda
mürtehinin rehinden menfatlenmesinin, rahinin izni ile olursa helâl olduğu zikredilmiştir. Ancak, bu
helâl olmama diyaneten helâl olmamaya yorumlanabilir. Muteber kitaplarda olan helâllik ise,
hükmen helâl olmaya yorumlanır. Sonra ben Cevahirü'l-Fetava'da şunu gördüm: «Eğer o
menfaatlenme, menfaatlenme şartı ile olursa, o zaman o rehin menfaat karşılığı olan bir karz olmuş
olur. Menfaat karşılığı karz da ribadır. Yoksa, eğer menfatlenme şart kılınmamışsa, bir beis yoktur.»
Özetle.
Minah'ta olan özetle budur, ve bunu oğlu Şeyh Salih de ikrar etmiştir. Hamevi de onu şununla takip
etmiştir: «Faiz olan bir şeyde diyanet ile hüküm arasında bir fark zahir olmaz. Şu da var ki, fetva
intifanın mubah olması kavli üzerine zahir olduktan sonra diyanet ile hükmün uzlaştırılmasına
ihtiyaç yoktur.»
Ben derim ki: Cevahir'de olan, diyanet ile hüküm arasında uzlaştırma yapmaya salihtir. Bu vecih
güzeldir de. Fukaha bunun mislini şu meselede zikretmişlerdir: Karz isteyen bir kimse, karz verene
bir şey hediye etse, eğer bu hediyesi şartlı bir hediye ise mekruhtur. Yoksa, mekruh değildir.
Şarihin Cevahir'den naklettiği. «zamin değildir» kavli de ifade ediyor ki, faiz değildir. Zira faiz,
mazmundur. O zaman «zamin değildir» kavli, şart kılınmayana hamledilir. Eşbah'ta zikredilen
kerahet de, şart kılınana hamledilir. Bunu da şarihin rehinin sonunda gelecek olan şu kavli teyid
etmektedir: Bunu faiz ile illetlendirmek ifade eder ki buradaki kerahet tahrîmî kerahettir.
Düşünülsün.
Eğer mürtehinin menfatlenmesi bir şart ile bağlı ise, zamin olur. Nitekim şu meselede Hayriye'de
bununla fetva verilmiştir: Birisi bir zeytin ağacını mürtehinin zeytinleri yemesi şartı ile rehin etse,
mürtehin zamindir. Bu mesele, bir hediye karşılık borcunu uzatmasının örneğidir.
T. diyor ki: «Ben diyorum ki, halkın halinden genellikle anlaşılan şudur: Bir şeyi rehin verdikleri
zaman, mürtehinin menfatlenmesini de irade ederler. Eğer o menfatlenme olmasa, para verilmez,
denilirse, bu şart menzilesindedir. Çünkü örf olan bir şey de şart gibidir. İşte bu da
menfaatlenmekten men etmeyi tayin eder. Allah daha iyisini bilir.»
BİR FAYDA:
Tatarhaniye'de aynen şöyle denilmiştir: «Eğer adam birisinden bir miktar dirhem istikraz etse, ikraz
eden adama da iki ay kullansın diye eşeğini verse, veya oturması için evini teslim etse, bu fasit
icare menzilesindedir. Her iki surette de kullanmış olduğu takdirde ona ecri misil vermesi lâzımdır.
Bu, rehin de olmaz.»
Biz bunu icare bahsinde de takdim ettik.
«Yediği takdirde ilh...» Rehin bahsinin sonunda musannıfın Fetava'sından şu gelecektir: Zahir
şudur ki, bu yeme, merhunenin bahasıyemeye şamil gelir.»
«Zamin değildir ilh...» Yanı borcundan bir şey düşmez. Kınye. Yani asıl helak olmadığı müddetçe.
Nitekim bunun beyanı gelecektir.
METİN
Rehin olan koyun mürtehinin zilyedinde ölse, o zaman borç koyunun kıymeti ile mürtehinin aynı koyundan içtiği süt üzerine taksim edilir. Koyunun hissesine düşen borç düşer, sütün hissesine
düşen borcu o mürtehin rahinden alır.
Eğer izin vermeden menfaatlenirse, müteaddi olmuş olur. O zaman helak olduğu takdirde ona zamindir. Ama onunla rehin batıl olmaz.
Mürtehin alacağını istediğinde, mürtehine helak olduğu takdirde hakkını iki defa almış olmaması için rehini hazır etmesi emredilir. Ancak, ona bir taşıma gerekiyorsa, veya rehin mürtehinin yanında
değil, rahin ondan emin olmadığından bir adilin yanında ise, o zaman merhunu hazırlaması
emredilmez. Şerh-ı Mecma.
Mürtehin rehini hazır ettiği zaman evvelâ onun alacağının hepsi ona teslim edilir, sonra da mürtehin
rehini sahibine teslim eder. Eşitlik gerçekleşsin diye.
Mürtehin alacağını, akdin yapıldığı şehirden başka bir şehirde talep ederse, hüküm yine böyledir.
Eğer rehine bir masraf gerekmiyorsa. Yok eğer onun taşınması için bir masraf gerekiyorsa,
hazırlamasa bile onun alacağı ona teslim edilir. Zira onun üzerine vacip olan bir mekandan bir
mekana nakletmek değil, tahliye manasına olan teslimdir.
Kuhistanî Zahire'den şunu nakletmiştir: «Rehin mevcut olmakla beraber mürtehin onu o an
hazırlamaya asla kadir değilse, ona merhunu hazırlaması emredilmez.»
Şu kadar var ki rahin merhunu teslim almadan borcu ödediği takdirde mürtehine rehinin helâk
olmadığına dair yemine verdirebilir. Bu hazırlama emri, rahin eğer helaki iddia ederse verilir. Eğer
helaki iddia etmezse, mürtehinin merhunu hazırlamasında bir fayda yoktur.
Aydan aya ödemek üzere aldığı borcun ödenmesi sırasında da hüküm böyledir. Eğer korkuyorsa
hazırlaması emredilir, eğer korkmuyorsa, emredilmez. Nitekim bunu İbn-i Sıhne de böyle tahrir
etmiş ve nazmen şunu söylemiştir: «Borç ona verilmez, o rehini hazırlayana kadar. Veya merhun
akit yapılan yerde değilse ve taşımak da zorsa. Aylık taksitte de hüküm böyledir. Yalnız borçlusu
helaki iddia ederse o zaman hazırlanır. Bu Nihaye'de de zikredilir.»
Borcunu talep eden mürtehine rehini hazırlaması, rehin rahinin emri ile adil bir kişinin yanına
konulmuşsa, teklif edilmez. Yine, mürtehine, rahinin izni ile sattığı rehin semenini hazırlaması da
teklif edilmez. Ta, borcunu habzedene kadar. Zira mürtehin o rehini rahinin izni ile satmıştır.
Semeni alınca, hazırlaması teklif edilir. Çünkü semen, rehinin yerine kaimdir.
Mürtehine, rahinin borcunu ödemesi için rehini satış imkânı vermesi teklif edilemez. Çünkü rehinin
hükmü, mürtehin alacağını alıncaya kadar, daima yanında hapsetmektir. Kendisine alacağının bir
kısmı ödenmiş veya bazısını ibra etmiş mürtehine rehinin bazısını teslim etmesi de teklif edilmez.
Geri kalan alacağını alana veya ibra edinceye kadar. Bu hüküm de, mebiin hapsine itibar edilir.
Mürtehine, rehini bizzat kendisinin veya ailesinin hıfzetmesi vaciptir. Vediada olduğu gibi. Eğer
kendisinin veya ailesinin gayrisi merhunu korursa, zamindir. Nitekim vedia bahsinde geçti.
Mürtehin, rehini îda', iâre, icâre, istihdam etmesiyle ve taaddi ile kıymetinin hepsine zamin olur. O
zaman borç onun miktarınca düşer. Yine mürtehin, rehin edilen yüzüğü sol serçe parmağına veya
Radi'nin ihtiyarına göre sağ serçe parmağına takmakla da bütün kıymetine zamin olur. İster kaşını
avucunun içine getirsin, ister getirmesin. Bercendi bununla fetva vermiştir.
Şu kadar var ki, biz yasaklar bahsinde Bercendi'nin rehin kitabından naklen takdim ettik ki, s
parmağa takmak rafizilerin şiarındandır. Ondan kaçınmak da vaciptir.
Ben derim ki: Şu kadar var ki, zamanımızın adeti, sol parmağa da takmaktır. O zaman lâyık olan,
gelecek kılıç meselesine kıyasla, mürtehinin zamin olmasının lüzumudur. Tahrir edilsin ki, başka
bir parmağına takmakla zamin olmaz. Ancak mürtehin kadın olursa, hangi parmağına takarsa taksın
zamin olur. Çünkü kadınlar yüzüğü başka parmaklarına da takarlar. O zaman onun takması rehini
korumak değil kullanmak olur. İbn-i Kemal, Zeylaî'ye isnatla.
Murtehin, kendisine rehin edilen üç kılıcı değil, iki kılıcı beline bağlarsa, zamin olur. Zira yiğitler
adeten iki kılıç kuşanırlar. Ama kimse üç kılıç kuşanmaz.
Rehin edilen yüzüğü diğer bir yüzüğün üzerine taksa, o adamın adetine bakılır. Eğer o adam üst
üste iki yüzük takarak süsleniyorsa, o zaman helâk olduğu takdirde zamin olur. Yok eğer iki yüzüğü
üst üste takma adeti yoksa, o zaman korumuş olur, helak olduğu takdirde zamin olmaz.
İZAH
«İçtiği süt üzerine ilh...» Yani rahinin izni ile içtiği süte. Nitekim bu rahin kelimesi Velvaliciye'de
sarahaten zikredilmiştir.
«Sütün hissesine düşen borcu alır ilh...» Yani mürtehin rahinden sütün hissesine düşen parayı alır.
Zira ileride gelecektir ki, rehinin artışı, asıl rehinle birlikte o da rehindir. O artışı rahinin izni ile
mürtehin telef ettiği zaman, onu sanki rahin telef etmiş olmaktadır. O zaman o, rahinin üzerine
mazmundur. O zaman buna da borçtan bir hisse düşer. İşte bizim az önce geçen kavlimizin mana
da, budur. Bu bahsin tamamının beyanı rehin bahsinin sonunda gelecektir.
«Müteaddi olmuş olur ilh...» O zaman, gasıb gibi onu zamin olur. Eğer sonra muvafakate dönerse,
yine onun elindeki nesne rehin olur. Bu bahsin tamamı gelecektir.
«Hakkını iki defa almış olmaması için ilh...» Yani, rehin edilen nesnenin helaki takdir edilirse iki
kere almış olur.
Gurerü'l-Efkâr'da şöyle denilir: «Mürtehin merhunu hazırlamazdan önce rahine borcu ödemesi
emredilirse, çoğu kez rehin helâk olur ve o zaman da borçlu borcunu iki defa ödemiş olur.»
«Ancak ona bir taşıma gerekiyorsa ilh...» Çünkü onu taşımaktan acizdir. Şerh-i Mecma.
Yani, hükmen onu taşımaktan acizdir. Çünkü mürtehine masraf lazım gelir.
Şilbi şunu nakletmiştir: «Eğer merhun rehin edildiği şehirde ise, borçlu borcunu ödediği sırada
mürtehine mutlaka merhunu da hazırlaması emredilir. Eğer merhun rehin edildiği şehirde değilse, o
zaman bakılır. Eğer onun hazırlanması için taşıma ve masraf yoksa, hüküm yine böyledir. Eğer o
taşınacaksa, o zaman mürtehine onu hazırlaması emredilmez.»
T. Mecma şerhinde olan «acizdir» sözünü buna hamletmiştir.
Ben derim ki: Fukahanın kelamından ilk akla gelen de budur. Fakat burada düşünmek gerekir. Zira
mürtehin üzerine vacip olan tahliyedir, nakil değil. Nitekim ileride gelecektir. Bu da Bezzazîye'de
olana muhaliftir.
Zira Bezzaziye sahibi şöyle demiştir: «Mürtehinin rehini hazırlamasında eğer bir meşakkat ve
masraf yoksa hazırlaması emredilir. Eğer varsa, yani başka bir yerde ise, o zaman hazırlaması
emredilmez.»
Zahire'de de şöyle denilmiştir: «Rehinde asıl kaide şudur: Eğer mürtehin mihnetsiz, meşakkatsiz
merhunu hazırlamaya kadir ise, hazırlayana kadar rahin borcu ödemekten imtina edebilir. Merhun
olan nesne mevcut olmakla birlikte eğer onu hazır etmeye asla kadir değilse, veya ancak mihnet ve
meşakkatle kadir ise, o zaman hazırlaması emredilmez.»
Bu kelamdan sonra da Zahire sahibi şöyle demiştir: «Rahin mürtehine rehin akdi yapılan şehirde
rast gelirse, rehin de cariye ise borcunu ödeyeceği zaman cariyesinin de hazır olmasını emreder.
Çünkü mihnetsiz olarak onu hazırlamaya kadirdir. İşte biz mihnet ve meşakkatin bulunduğu yerde
kıyası terk etti, geri kalan yine kıyasın aslı üzerine kaldı.» Özetle.
«Mürtehin rehini sahibine teslim eder ilh...» Öyleyse, mürtehin alacağını aldıktan sonra, rehini
teslim etmeden önce, rehin helak olursa, rahin ödemiş olduğu borcu geri alır. Çünkü rahin geçen
kabızla malın helak olduğunda hakkını tam vermiş olur. Borcu ikinci defa ödemesi, hakkını tam
ödedikten sonra ikinci bir ödeme olur. O zaman ikinci ödemenin reddi vacip olur. Hidaye. Bu bahis
rehinin sonunda gelecektir.
«Eşitliğin tahkiki için ilh » Yani her birinin hakkını tayinde eşitliğin gerçekleştirilmesi için.
Zahire'de şöyle denilir: «Zira mürtehin rahinin hakkını tayin etmiştir. Rahinin de, mürtehinin hakkını
tayin etmesi üzerine vaciptir. Ancak şu kadar var ki, dirhem ve dinarların tayini, tayinin hasıl olması
için ancak teslimle vaki olur.»
Bu kavil, evvelâ borcun teslim edilmesinin vacip olmasının illetidir. Hazırlamanın illetine gelince, o
şarihin «iki defa ödememesi için» sözünün izahında geçti.
«Kaim olmakla beraber ilh...» Musannıf bu kavliyle şundan kaçınmıştır: Helak olduğu için rehini
hazırlamaya kadir olmadığı takdirde.
«Hazırlaması emredilmez ilh...» Bir mihnet ve meşakkatten dolayı kadir olmadığında nasıl
hazırlaması emredilmezse, burada da hazırlaması emredilmez. Bu kavil de yine Zahire'de
zikredilmiştir.
«Şu kadar var ki rahin ilh...» Musannıf'ın bu kavli «eğer hazırlamasa» sözü üzerine istidraktir. Yani
eğer mürtehin rehini hazırlamazsa, rahin onu rehinin helak olmadığına dair yemine verdirir.
Musannıfın «hazırlaması emredilmez» kavli de makablinin kaydıdır. Metnin ibaresi de bunu ifade
eder. Musannıf burada, Zahire, Kifaye ve diğer kitapların ibaresine uyarak «şu kadar var ki» sözünü
zikretmiştir.
«Ona Yemin verdirir ilh...» Yani katiyet üzere yemin verdirir. Çünkü bu yemin verdirme mürtehinin
elindeki helaki üzerine yemin verdirmedir. Zahire.
«Aydan aya ödenmek üzere aldığı borcun ödenmesi sırasında da hüküm yledir ilh...» Yani eğer
borç taksitle ödenecekse, taksidin birinin ödenmesi vakti geldiğinde yine rahin ondan rehinin


hazırlanmasını ister.
Nihaye'de şöyle denilir: «Mürtehine borcun tamamını almak için rehini hazırlaması nasıl teklif
edilirse, aylık ödenecek taksidin alınmasında da ona rehini hazırlaması emredilir. Rehini
hazırlamasının emredilmesi; rahinin, rehinin helâkini iddia ettiği. Kadı'dan da mürtehinin rehini
hazırlaması için emretmesini talep ettiği takdirdedir. Ki, onun hali zahir olsun. O zaman, rehin
edilen nesne, rehin akdi yapılan şehirde ise, Kadı ona merhunu hazırlamasını emreder. Ama eğer
rahin merhunun helâkini iddia etmezse, mürtehinin rehin edilen nesneyi hazır etmesine ihtiy
yoktur. Çünkü onun hazır etmesinde bir fayda yoktur.» Özetle.
Bunun misli Zeylaî'de de mevcuttur. Tarsusî, Nihaye'nin ifadesine şu şekilde itiraz etmiştir: «Bu
yledir, eğer rahin rehinin helakini iddia ederse...» kaydının kendi indinden yapmıştır. Ki bunu da
hiçbir alime isnat etmemiştir. Nihaye'nin bu takyidi fasittir. Zira Nihaye'nin bu takyidinde hükümde
ihtiyatı terk etmek vardır. Rahin her ne kadar helaki iddia etmese bile, rahinin iki defa para
ödememesi için kadı mürtehine rehini hazırlamasını emreder. Ancak, Kadı mürtehine, eğer rahin
mürtehinin yanında baki olduğunu tasdik ederse, rehini hazırlamasını emretmez.»
Tarsusî'nin bu itirazını İbn-i Vehban ikrar ederek; «Ben yanımdaki kitapları tetebbu ettim. Nihaye
sahibinin bu yapmış olduğu takyidi bulamadım. Fukahanın ibaresi de Tarsusî'nin zikrettiğinin sahih
olduğunu ifade etmektedir. yas ise, Nihaye'de olanın sahih olmasını gerektirir. Zira asıl,
merhunun helak olmamasıdır. Merhunu talep etmek de rahinin hakkıdır. O talep etmediği takdirde
hakimin üzerine mürtehini rehini hazırlamaya cebretmesi vacip değildir. Helak olmadığı üzerine
yemin verdirmek de, rehinin hazırlanmasında taşıma ve zorluk varsa. Bu iki kavil üzerine merhunu
hazırlama emri gibi olur.» demiştir. İbn-i Şıhne'nin Vehbaniye şerhinden özetle.
Sonra İbn-i Şıhne meseleyi tahrir ederek, orada bir tafsilat ihtiyar etmiştir. Tafsilat şudur: «Deynin
tamamının ödenmesi meselesinde mutlaka rehinin hazırlanması lâzımdır. Çünkü geçen illet bunu
gerektirmektedir. Ama deynin bir taksidini ödemeye gelince, onda rehinin hazırlanması lâzım
değildir. Ancak rahin merhunun helâk olduğunu iddia ederse, hazırlanması lâzımdır. Çünkü ondan
bir taksit ödemekle hakkını tam ödemiş olmaz. O zaman mürtehin de rehinin hepsini hazırlamaya
cebredilmez. Şu kadar var ki, helak davası varsa, o zaman hazır etme talebi teveccüh eder.
Mürtehinin rehini hazır etmesi de lâzım olur. Sonra, yemin verdirmek de bu tafsilat üzeredir.» Özetle.
İbn-i Şıhne bu tafsilatı gelecek nazmında da irad etmiştir.
Şurunbulali şöyle demiştir: «Şarih, müddainin talebinin yalnız bir taksidi ödeme ile mukayyet
olduğunu anlamıştır. Şu kadar var ki, şarihin böyle anlaması, müsellem değildir. Zira sen Zeylaî'nin
Nihaye'nin kelamına muvafık olan kelamından bunu bildin.».
Ben derim ki: Bana zahir olan şudur: Hak Nihaye sahibinin sözüdür. Bu kayıt da, Şurunbulali'nin
anladığı gibi, her iki meselenin kaydıdır. Yani borcun tam ödenmesi meselesi ile bir taksidin
ödenmesi meselelerinin. O zaman Kadı'ya mürtehine rehini hazırlaması için emretmesi lâzım
değildir. Ancak, rahin hazır olmasını talep eder ve merhunun helakini iddia ederse. o zaman
mürtehine hazırlamasını emreder, çünkü bu talep rahinin hakkıdır. Buna da Zahire'de olan şu ibare
delalet eder: «Helak olmadığı üzerine yemin verdirme rahinin talep etmesiyle kayıtlıdır. Kuhistanî de
buna tabi olmuştur. Bunun misli Gurerü'l-Efkâr'da da mevcuttur.»
Bezzaziye'de şöyle denilir: «Eğer rahin helakini iddia ederse, mürtehin merhunun mevcut olduğuna
yemin eder. Mürtehin yemin ettiği zaman rahine borcu ödemesi emredilir.» Görülüyor ki bu
meselede fukaha «deynin tam ödenmesi» ile, «bir taksidin ödenmesi» şeklinde kayıt
yapmamışlardır.
Geçenden rehini hazırlamakla emretmek ve yemin verdirmenin eşit olduğunu ve bu konudaki
ihtilâfları sen bildin. Merhun menkul ise Kadı'nın üzerine mürtehine, helak olmadığına dair, yemin
verdirmek vacib değildir. Ancak hak sahibi olan rahin mürtehinin yemin etmesini talep ederse, o zaman Kadı'nın ona yemin verdirmesi vacip olur. Nasıl Kadı'nın üzerine mürtehine yemin verdirmek
vacip değilse, rehini hazırlaması için Kadı'nın mürtehine emretmesi de vacip değildir. Ancak, hak
sahibi olan rahinin talebi ile emreder. İşte benim kısa fehmime zahir olan budur. Allah-u a'lem.
«İbni Şıhne de yle tahrir etmiş ilh...» İbni Şıhne'nin tahrir ettiği yukarıdaki yapmış olduğu
tafsilattır. Nitekim sen bildin. Bunu T. ifade etmiştir.
«Borç ona verilmez ilh...» Yani mürtehin rehini hazırlamadığı müddetçe rahin borcu tamamen
ödemez. Her ne kadar rahin merhunun helakini iddia etmese de. Ancak, merhun rehin akdi yapılan
şehirden başka bir şehirde olursa, onu akit yapılan şehre getirmek için masraf gerekiyorsa o zaman
borcu tamamen verir. Ama kendisi de mürtehine rehinin helak olmadığına dair yemin verdirebilir.

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...