ZORLAMAKLA SAHİH OLAN MESELELER
METİN
Bir adam hayız görenlerden olup cimada bulunduğu karısına, «sen sünnet için üç defa boşsun yahut iki defa boşsun» dese, her temizlik müddetinde bir talâk vaki olur. Birinci talâk, içinde cima bulunmayan temizlik müddetinde olur. Eğer kadın cima edilmemişse yahut hayız görmeyenlerdense, bir talâk derhal vâki olur. Sonra kadını her nikâh ettikçe yahut her ay geçtikçe bir talak vâki olur. Bu adam üç talâkın o anda yahut her ay birer talâk vâki olmasını niyet ederse, niyeti sahih olur. Çünkü sözünün buna ihtimali vardır. Âkıl bâliğ olan her kocanın, velevki köle veya boşamaya zorlanmış olsun, velevki takdiren akıllı sayılsın, talâkı vâki olur. Takdiren sözünü, sarhoş dahil olsun diye Bedâyi sahibi ziyade etmiştir. Zorla boşayanın talâkı sahih; fakat talâkı ikrarı sahih değildir.
İZAH
«Sen sünnet için ilh...» sözünden murad vakittir. «Sen sünnet üzere yahut sünnetle beraber» demesi de aynı mânâyadır. Sünnet kelimesi kayıt değildir. Bu mânâyı ifade eden sair kelimeler de onun gibidir. Meselâ âdil talâk, iddet talâkı, din talâkı, İslâm talâkı. talâkın en iyisi, talâkın en güzeli, hak olan talâk yahut Kur'an veya kitap talâkıyla boşsun demesi bu kabildendir. Tamamı Bahır'dadır.
«Birinci talâk...» Yani üç talâkın yahut iki talâkın birincisi demektir. İçinde cima bulunmayan sözünden, ondan önceki hayız halinde de cima bulunmamasını kasdetmiştir. Nitekim önceki sözünden anlaşılmaktadır. İçinde bulunduğu temizlik müddeti kadını boşadığı temizlik müddeti ise, derhal bir talâk vâki olur. Sonra her temizlik müddeti geldikçe birer talâk olur. Kadın o anda hayızlı veya kendisiyle cimada bulunmuş ise boş düşüvermez. Hayzını görüp temizlendikten sonra boş olur. Nitekim Bahır'da beyan edilmiştir.
«Eğer kadın cima edilmemişse» sözü, "cimada bulunduğu karısına" ifadesinin muhterezidir. (Yani o sözle bundan ihtiraz etmiştir.) Nitekim, "hayzını görmezse" sözü de, ilk cümledeki "hayız görenlerden olup" sözünün muhterezidir. Hayız görmezse sözü, hâmileye de şâmildir. İmam Muhammed buna muhaliftir. Nitekim Bahır'da belirtilmiştir.
«Bir talâk derhal vâki olur.» Yani iki surette hemen bir talâk olur. Derhal sözü hayız haline de şâmildir.
«Sonra kadını her nikâh ettikçe» ifadesi birinci surete râcîdir. Yani bir talâk derhal vâki olunca, kocasından iddetsiz olarak boş düşer. Çünkü olmadan önce boşanmıştır. Tekrar onunla evlenmedikçe öteki talâklar vâki olmaz. Evlenirse yine iddetsiz bir talâk vâki olur. Tekrar evlenirse üçüncü talâk vâki olur. Bahır sahibi bunu, "Yeminden sonra milkin elden çıkması onu bozmaz." şeklinde ta'lil etmiştir.
«Yahut her ay geçtikçe» sözü ikinci surete râcîdir. (Yani kadın hayız görmeyenlerdense, heray geçtikçe boş düşer.)
«Niyet ederse ilh...» demesi gösteriyor ki, üç talâkın üç temizlik müddetinde olması, bunu niyet ettiği yahut mutlak bıraktığı takdirdedir. Bundan başkasını niyet ederse niyeti sahihtir. Nehir.
«Çünkü sözünün buna ihtimali vardır.» Şöyle ki: "Sünnet için" sözü sünnet vakti mânâsına geldiği gibi; ta'lil mânâsına da gelebilir. Yani sen sünnet icabettiği için üç defa boş ol demiş olur. O anda talâkı niyet etmesi sahih olunca, her ay başında bir talâk olması evleviyetle sahihtir. Üç defa boşsun diye kayıtlaması şundandır: Çünkü bunu zikretmezse, cima etmediği temizlik devresinde boşadığı takdirde, hemen bir talâk vâki olur. Cima ettiği temizlik devresinde boşarsa, temizleninceye kadar hemen boş düşmez. Üç talâkı birden niyet ederse, bu hususta iki kavil vardır. Fetih sahibi sahih olmayacağını tercih etmiştir. Tamamı Nehir'dedir.
«Her kocanın talâkı...» Bu kaide talâk-ı bâinle boşananın kocasıyla bozulur. Çünkü iddet halinde kocasının ona yaptığı bâin talâk vâki olmaz. Buna şöyle cevap verilmiştir: «Bu adam her cihetle koca değildir. Yahut bu talâkın mümkün olmaması bir ârızadan dolayıdır. O da hâsılı tahsil lâzım gelmesidir.» Sonra musannıfın sözü talâk için vekil tayin ettiği ve talâkı fuzuli yapıp kocanın kabul ettiği suretlere de şâmildir. Nehir. Bunlar ileride gelecektir.
«Sarhoş dahil olsun diye...» Çünkü sarhoş, aklı başında hükmündedir. Bu onu içkiden men etmek içindir. Binaenaleyh musannıfın, "aklı başında" sözüyle, ileride gelecek olan. "yahut sarhoş" sözlerine aykırı değildir.
«Zorla boşayanın talâkı sahihtir.» Bu talâka vekil tayin etmek için zorlanması haline de şâmildir. Zorla vekil tayin eder de kadını vekil boşarsa. talâk vâki olur. Bahır. Bahır'ın hâşiye yazarı Hayreddin-i Remlî diyor ki: «Köle âzâdı da bunun gibidir. Nitekim ulema bunu açıklamışlardır. Nikâha tevkilini ise açık söyleyen görmedim. Zâhire bakılırsa bu hususta o da diğer ikisine muhalif değildir. Çünkü ulema zorla üçünün de sahih olduğunu açıklamışlardır. Bu istihsanen sahihtir. Zeylâî talâk meselesinde vukuun istihsanen olduğunu, kıyasa bakılırsa vekâletin sahih olmaması icabettiğini söylemiştir. Çünkü vekâlet şakayla olursa bâtıldır. Zorla olması da böyledir ve satışla emsali gibidir. İstihsanın vechi şudur: Zorlamak satışın münakit olmasına mâni değildir. Lâkin fâsit olmasını gerektirir. Keza tevkil de zorla münakit olur. Fâsit şartlar vekâlete tesir etmez. Çünkü vekâlet ıskat sayılan şeylerdendir. Batıl olmayınca vekilin tasarrufu geçerlidir. Talâktaki istihsanın illetine bir bak! Onu nikâhta da bulacaksın. Şu halde ikisinin hükmü de birdir.» Remlî'nin sözü burada biter.
Ben derim ki: Bu hususta sözün tamamı inşaallah ikrah bahsinde gelecektir.
«Fakat talâkı ikrarı sahih değildir.» Talâkı ikrarı diye kayıtlaması, sözümüz talâkta olduğuiçindir. Yoksa zorla ikrar ettirilen kimsenin başka şeyleri ikrarı da sahih değildir. Meselâ kölesini âzâd ettiğini veya nikâhı yahut karısına dönmesini vesaireyi zorla ikrar ederse hiçbiri sahih değildir. Nitekim Hâkim Kâfî'de bunları söylemiştir. Şu da var ki Bahır'da, "Zorlamaktan murad, talâk sözünü söyletmektir. Karısını boşadığını yazmaya zorlanır da yazarsa, kadın boş düşmez. Çünkü yazı hâcetten dolayı söz yerine geçer. Burada hâcet yoktur. Hâniyye'de de böyle denilmiştir. Bir kimse talâkı yalandan veya şakadan ikrar ederse, kazaen talâk vâki, diyaneten vâki değildir." denilmiştir. Tamamı ileride gelecektir.
METİN
Nehir sahibi zorlamakla sahih olan şeyleri nazma çekerek şöyle demiştir:
«Talâk, îlâ, zıhâr ve ricat
Nikâh, beraberinde döl alma, amden kısastan afv
Radâ', yeminler, îlâdan dönme ve nezri
Vedia kabulü, keza amden kısastan sulh.»
İZAH
"Talâk" sözünü mutlak bırakmıştır. Binaenaleyh bâinin iki kısmıyla talâk-ı ric'îye şâmildir. Bu kelime ona atfedilenlerle birlikte müptedadır. Haber-i muhzuftur ve zorlamakla sahih olur takdirindedir. (Yani talâk ve arkadaşları zorla yaptırılırsa sahih olur demektir.) Buna delil, sonunda, "işte bunlar zorlamakla sahih olur" demesidir. Sonra kocası cimada bulunmuşsa, mehr-i müsemmanın yarısını ondan alabilir. Bunu musannıf ikrâh bahsinde böyle anlatmıştır. T.
"İlâ." (liâ; karısına dört ay yaklaşmayacağına yemin etmektedir.) Dört ay yaklaşmazsa, kadın ondan boş düşer. Henüz zifaf olmamışsa, mehrinin yarısını vermesi vâcip olur ve bunu kendisini zorlayandan alamaz. Kâfî.
"Nikâh..." sözü, kadını veya kocayı nikâh akdine zorlamaya şâmildir. Nitekim ulemanın bunu mutlak söylemelerinin muktezası budur. Bazılarının, "Kadın nikâh akdine zorlanırsa akit sahih olmaz." sözü buna muhaliftir. Nitekim biz bunu nikâh bahsinde, "İki şâhidin huzuru şarttır." dediğimiz yerden az önce izah etmiştik.
«Döl alma»nın sureti, bir kimseyi cariyesini doğurtmaya zorlamaktır. O kimse cariyesiyle cima ederek bir çocuk doğursa nesebi ondan sabit Olur. Benden değildir demesi caiz değildir. T. Burada şöyle denilebilir: Bu, hissî bir fiil için zorlamaktır. Bu fiil cima olup, üzerine başka bir hüküm terettüb eder. O da cariyenin ümmüveled olmasıdır. Bunun misalleri çoktur. Nitekim, "ben filân hâneye girersem kölem âzâd olsun" dedikten sonra kendisi o hâneye girmeye zorlanırsa, köle âzâd olur. Ama zorlayan şahıs kendisine bir şey ödemez. "Keza filân köleye mâlik olursam âzâd olsun" dedikten sonra onu satın almaya zorlanırsa, köleazâd olur. Satana kıymetini ödemesi icabeder. Ama kendisi zorlayandan bir şey alamaz. Nitekim Hâkim'in Kâfî'sinin ikrâh bahsinde böyle denilmiştir.
«Amden kısasdan afv...» Yani bir adam için insan öldürmek veya ondan aşağı bir cinayet sebebiyle kısas hakkı sabit olur da ölüm veya hapisle tehdit edilerek affederse, bu afv caizdir. Ne cinayet işleyene, ne de kendisini zorlayana bir ödeme yoktur. Çünkü kendinin bir malı telef edilmemiştir. Keza şahitler şahitlikten vazgeçerlerse kendilerine bir şey ödettirilmez. Bir kimsenin birinde mal veya nefisle kefâlet gibi bir hakkı olur da ölüm veya hapisle tehdit edilerek zorla o kimseyi ibrâ ederse, bu beraet bâtıldır, Kâfi'de böyle denilmiştir. Bundan anlaşılır ki, 'amden' sözüyle, hatadan ihtiraz etmiştir. Çünkü onun mücebi maldır. Ondan beraet sahih olmaz.
"Radâ' " sözüne döl alma meselesinde söylediklerimiz vârid olur. Çünkü bu da hissî bir fiil olup, üzerine başka bir hüküm terettüp eder. Bildiğin gibi bu inhisar altına alınamaz. Meselâ bir kimse karısıyla halvette kalmaya veya cimada bulunmaya zorlansa aynı şey söylenir ve o kimseye kadının bütün mehrini vermek vâcip olur. Keza karısının anasıyla yahut karısının kızıyla zina etmeye zorlansa karısı kendisine haram olur.
"Yeminler" hususunda Kâfî'nin ikrâh bâbında şöyle denilmiştir: «Bir adam ölüm tehdidiyle zorlanarak kendisine Allah için sadaka vermeyi veya oruç tutmayı, hacc veya umre yapmayı yahut Allah yolunda gazaya gitmeyi veya bir deve boğazlamayı yahut Allah Teâlâ'ya yaklaşmak sayılacak bir şeyi yapmayı farz kılarsa, o şey kendisine lâzım gelir. Zorlayan kimse bir şey ödemez. Keza onu bunlardan birini yapmaya veya başka bir tâat veya masiyet işlemek için yemine zorlarsa hüküm yine budur.»
«Vedia kabulü» sözünü Bahır sahibi Kınye'nin şu ifadesinden almıştır: «Bir kimse vediayı kabul etmek için zorlanır da o emanet elinde telef olursa, hak sahibi onu mûda'a (vediayı alana) ödettirir.» Nehir sahibi bunu naklettikten sonra şöyle demiştir: «Sonra bence bunun mûdi olduğu anlaşıldı. Ama hiçbir yerde yoktur. Sebebi şudur: Bezzâziye sahibinin söylediğine göre bir kimse malını bu adama emanet için hapis tehdidiyle zorlansa, mûda dahi onu kabul için zorlansa, o mal zayi olduğu zaman, zorlayana da, emanet alana da ödeme yoktur. Çünkü onu kendisi için almamıştır. Nitekim rüzgâr eserek o malı bunun kucağına atsa, o da sahibine iade ederim diye olsa, mal elinde zayi olduğu takdirde ödemez.»
Ben derim ki: Bunun hâsılı şudur: Zikredilen ta'lil gösteriyor ki, Kınye'nin meselesinde vedianın sahibi mûda'a bir şey ödettiremez. Çünkü onu kabule zorlanınca kendisi için almamış olur. Böylece kelimenin mûda değil mûdi olduğu, taayyün eder. Çünkü mûdi (vediyaı veren) onu kendi ihtiyarıyla vermiştir. Sahibi ona ödettirebilir. Bununla beraberkelimenin mûda okunması sahih olsa da bu yerlerden değildir. Çünkü sözümüz zorlamakla sahih olan şeyler hakkındadır. Onun ödetmesi ise, vediayı kabulü sahih olmadığını gösterir. Çünkü mûda'ın hükmü, emanet telef olursa ödememektir.
«Keza amden kısastan sulh...» Yani kâtilin mal pazarlığı ile kasten adam öldürmekten uzlaşmayı kabul için zorlanması böyledir. Bahır'ın ifadesi budur. Yani kâtil hak sahibiyle diyetten daha çok veya daha az mal vermek şartıyla zorlanır da uzlaşırsa, kısas bâtıl olur. Cinayeti işleyene bir şey lâzım gelmez. Nitekim Hâkim'in Kâfî'sinde böyle denilmiştir. Bundan önce de, "Kasten öldürülen kimsenin velîsi bu işe bin dirhemle uzlaşmak için zorlanırsa, bin dirhemden başka bir şey alamaz." denilmiştir. İkincide kâtilin mal ödemesi lâzım gelmesi, zorlanmış olmadığı içindir.
METİN
«Mal karşılığı talâk, o talâkı getiren yemin
Keza âzâd etmek, İslâm, köleyi müdebber yapmak
İhsan icabetmek ve köle âzâd etmektir. İşte bunlar
Zorla sahih olur. Sayıda yirmidirler.»
İZAH
«Mal karşılığı talâk...» Yani kadının mal karşılığı boşanmayı kabul etmesidir. Bahır. Talâk vâki olur, fakat kadının hiçbir mal vermesi lâzım gelmez. Şayet boşamak yerinde bin dirheme hul' yapılsaydı, talâk bâin olurdu. Kadının bir şey vermesi lâzım gelmezdi. Bin dirhem karşılığında hul'u yapmaya zorlayan koca olursa, ve kadının rızasıyla kendisine cimada bulunduysa hul' vâki olur; bin dirhemi ödemek kadına lâzım gelir. Tamamı Kâfî'dedir.
«O talâkı getiren yemin...» Bundan murad, talâkı bir şeye tâlik etmektir. Meselâ erkek, "Zeyd'le konuşursam karım şöyle olsun." demeye mecbur edilirse, bu söz talâkı getiren yemin olur.
«Keza âzâd etmek...» Yani kölesini âzâd edeceğine yemin vermesi için zorlamak da böyledir. Âzadın kendisi için zorlamak meselesi ileride gelecektir. Nitekim bir kimse kölesine, "Şu hâneye girersen sen hürsün." yahut, "Namaz kılarsan veya yiyip içersen sen hürsün." demeye zorlanır da o da bunları yaparsa köle âzâd olur. Ama zorlayan kimse kıymetini vermeye borçludur. Tamamı Kâfî'dedir.
"İslâm..." Velevki zımmî tarafından zorlanmış olsun. Nitekim ulemadan birçokları bunu mutlak söylemişlerdir. Gerçi Hâniyye'de tafsilât verilerek; zorlayan zımmî ise sahih değildir, harbî ise sahihtir denilmişse de bu kıyastır. İstihsana göre mutlak surette sahihtir. Bunu şarih ikrâh bahsinde söylemiştir. T. Zorlama, geçmişte müslüman olduğunu ikrar içinse, bu ikrar bâtıldır. Kâfî'de böyle denilmiştir.
«İhsan icabetmek...» Yani sadaka vermeyi kendisine vâcip kılmak için zorlamaktır. Bahır. Bunu evvelce Kâfi'den nakletmiştik.
«Ve köle âzâd etmektir.» Köleyi kefaretten başka bir şey için âzâd ederse, kıymetini zorlayandan alır. Aksi takdirde ondan bir şey isteyemez. Nitekim bunu musannıf ikrâh bahsinde zikretmiştir. T. Bu fiilen âzâda da şâmildir. Nasıl ki mahremini satın almak için zorlar da o da satın alırsa fiilen âzâd etmiş olur. Lâkin Kâfî'den ve naklettiğimiz gibi zorlayandan bir şey isteyemez. Bezzâziye'de dahi ikrâh bahsinde bu açıklanmıştır. Şarihin ikrâh bahsinde İbn-i Kemâl'den naklettiği bunun hilâfını îhâm etmektir.
«Sayıda yirmidirler.» Nehir sahibi diyor ki: «Bunlar onaltıya irca edilirler. Çünkü ihsan icabetmek nezirde dahil olduğu gibi; mal karşılığı talâk ile talâka yemin talâk da, âzâda yemin de köle âzâdında dahildirler.» H. Nehir'den naklen geçmişti ki, vediayı kabul etmek bunlardan değildir. Şu halde sayıları onbeşe iner. Yukarıda arzetmiştik ki, döl almak ve çocuk emzirmek hissî fiillerdendir. Bunların üzerine başka bir şey terettüp eder. Binaenaleyh bunların ikisini hassaten zikretmek gerekmez. Böylece sayıları onüçe iner. Ben bunların üzerine Hâkim'in Kâfi'sindeki ikrâh bahsinden alarak diğer beş şey ilâve ettim.
Birincisi: mal karşılığında hul' yapmaktır. Şöyle ki: Karısını bin dirhem karşılığında hul' yapması için zorlanır. Onu dört bin dirhem mehirle almıştır. Zifaf olmuştur. Kadın zorlanmış değildir. Bu hul' vâkidir. Kadının bu adamda bin dirhem alacağı vardır. Zorlayan şahsa bir şey lâzım değildir. Şayet zorlayan kadın olursa, talâk bâin olur, kadının bir şey vermesi icabetmez.
İkincisi; fesihtir. Meselâ bir cariye âzâd olur, kocası hür olup onunla zifafa girmemiştir. Bu cariye bulunduğu mecliste kendisini ihtiyar etmeye zorlanırsa, kocasından alacağı mehir bâtıl olur; zorlayan şahsa bir şey lâzım gelmez. Bundan önce kocası onunla zifaf olmuşsa, mehri efendisinin hakkı olmak üzere kocasının borcudur. Zorlayandan bir şey alamaz.
Üçüncüsü; kefaret vermektir. Meselâ bir adam ölüm tehdidiyle bir yeminden dolayı kefaret vermeye zorlanır. O yemini bozmuştur. Bu adam zorlayandan bir şey alamaz. Bu kölesini âzâd etmek için zorlarsa, âzâd kefaret için kâfi değildir. Kıymetini ödemesi zorlayana düşer. Hapis tehdidiyle zorlarsa, kefaret nâmına kâfidir. Keza Allah için kendine vâcip olan nezir, hedy kurbanı, sadaka ve hacc gibi şeylerden birini yapmaya zorlanır, fakat zorlayan kimse muayyen bir şey emretmezse, yaptığı iş kâfidir. Zorlayana ödeme yoktur.
Dördüncüsü; başkası için şart kılınan şeydir. Meselâ bir kölenin âzâd olmasını bunun satın almasına tâlik eder. Yahut karısının talâkını hâneye girmesine tâlik eder de sonra köleyi satın almaya yahut hâneye girmeye zorlanır. Yahut yakın akrabası olan köleyi veya kendinden çocuk doğuran cariyeyi satın almaya zorlar. Burada süt meselesi de dahildir. Çünkümahrem olmak ve döl almak için bu şarttır.
Beşincisi; evvelce arzettiğimiz talâk ve köle âzâdına tevkildir. Bununla suretler onsekiz olur.