04 Ekim 2012

REDDU'L-MUHTAR...SARHOŞUN TARİF VE HÜKMÜ

SARHOŞUN TARİF VE HÜKMÜ

METİN
Velevki şakadan söylesin, sözünün hakikatını kasdetmesin yahut sefih yani aklı hafif veya sarhoş olsun talâkı vâkidir.
İZAH
«Velevki şakadan söylesin.» Yani bu talâk şarihin dediği gibi hem kazaen, hem diyaneten vâki olur. Hulâsa sahibi bunu açıklamış, illetini de gösterek; "Çünkü bu adam sözle inatlık etmektedir. Binaenaleyh ağır cezayı hak etmiştir." demiştir. Bezzâziye'de de böyle denilmiştir. Gerçi Hâniyye'nin ikrâh bahsinde, "Bir kimse boşadığını ikrar etmeye zorlanır da ikrar ederse. talâk vâki olmaz. Nitekim şakadan veya yalandan talâkı ikrar etse hüküm budur." denilmişse de; Bahır sahibi, "Onun müşebbehünbihte vâki olmaz demekten muradı, diyaneten olmaz demektir." dedikten sonra Bezzâziye ile Kınye'den şu ifadeyi nakletmiştir: «Bu sözle geçmiş bir haberi yalandan haber vermek isterse, diyaneten vâki olmaz. Bundan önce şahit getirirse, kazaen dahi olmaz.»
Hâniyye'nin sözü şakadan talâkı ikrar edeceğine şahit çağırdığı surete yorumlamak mümkündür. Sonra şurası gizli değildir ki, Hulâsa'dan nakledilen söz, şakadan talâk meydana getirmek hususundadır. Hâniyye'nin sözü ise, talâkı şakadan ikrar etmek hususundadır. Binaenaleyh aralarında zıddiyet yoktur. Telvîh sahibi diyor ki: «Zorla talâk ve köle âzâdını ikrar etmek nasıl bâtılsa, onları şakadan ikrar etmek de öylece bâtıldır. Çünkü şaka zorlamak gibi yalanın delilidir. Hattâ caiz kabul etse caiz olmaz. Çünkü caiz kabul etmek ancak sahih ve bâtıl cimaya ihtimalli bir sebebe mülhak olur. Cevaz vermekle yalan doğruluğa dönmez. Bu talâk ve köle âzâdını yeni yapmanın hilâfınadır. Talâkla köle âzâdı ve benzerlerinin feshe ihtimali yoktur. Çünkü bunlara şaka tesir etmez.» Bununla, Remlî'nin iddia ettiği, "Hâniyye ile diğerlerinin ibareleri arasında zıddiyet vardır." iddiası def edilmiş olur.
"«Sözünün hakikatını kasdetmesin.» ifadesi, şakacımn mânâsını beyandır. Fakat kusurludur. Tahrîr ile şerhinde şöyle denilmektedir: «Hezl, lügatta oyundur. Istılahta ise lâfızdan ve delâletinden hakikî veya mecazî mânâ kasdedilmeyip, başka mânâ kasdedilen sözdür ki, o mânâyı bu lâfızdan murad etmek doğru değildir. Hezlin zıddı ciddiyettir. Ondan murad, lâfızdan hakikî mânâ ile mecazî mânâdan birinin kasdedilmesidir.»
«Aklı hafif» sözü, sefihin beyanıdır. Tahrîr ve şerhinde şöyle denilmektedir. «Sefeh lügatta hafiflik demektir. Fukahanın ıstılahında ise, bir nevi hafifliktir ki, insanı malında aklın gereği hilâfına çalışmaya sevkeder.»
«Veya sarhoş olsun.» Sarhoşluk aklı gideren bir sevinçtir. Artık insan onunla yeri gökten ayıramaz olur. İmameyn'e göre aklı da galebe çalan bir sevinçtir. Artık o kimsekonuşmasında hezeyan yapmaya başlar. Ulema, taharet, îman ve hudud bahislerinde İmameyn'in kavlini tercih etmişlerdir. Bekir şerhinde bildirildiğine göre, tasarrufata mâni olmayan sarhoşluk, insanların çirkin gördüğü şeyi hoş görür, onların hoş gördüğünü çirkin görür halde bulunmak, lâkin yine de erkeği kadından ayırabilmektir. Bahır sahibi, "Mezhepte mutemet olan birinci kavildir." demiştir. Nehir.
Ben derim ki: Lâkin muhakkık İbn-i Hümam'ın Tahrîr'de açıkladığına göre, sarhoşluğun yukarıda İmam-ı Âzam'dan nakledilen tarifi yalnız haddi icabeden sarhoşluk hakkındadır. Çünkü sarhoş yerle göğü birbirinden ayırırsa, sarhoşluğunda noksan var demektir. Bu da yokluk şüphesi olduğundan, onunla had vurmak bertaraf edilir. Had vâcip olmayacak yerlerde İmam-ı Âzam'a göre sarhoşluğun tarifinde muteber olan İmameyn'in kavli gibi sözünü hezeyanla karıştırmaktır. Tahrîr şarihi İbn-i Emîr-i Hâcc'ın nakline göre murad, ekseri sözlerinin hezeyan olmasıdır. Sözlerinin yarısı doğru olursa, bu sarhoşluk değildir ve o kimsenin hadleri vesaireyi ikrarı hususunda hükmü sağlam kimseler gibidir. Çünkü örfe göre sarhoş; sözünün ciddisiyle şakası birbirine karışan ve bir halde durmayan kimsedir. Ulemanın ekserisi İmameyn'in kavline meyletmişlerdir. Üç mezhep imamının kavilleri de budur. Ulema fetva için bunu tercih etmişlerdir. Çünkü bu örf-ü adet olmuştur. Bu kavil, Hz. Ali (r.a.)'ın, "Sarhoşladı mı hezeyan savurur." sözüyle de te'yid bulmuştur. Bunu İmam Mâlik'le Şâfiî rivayet etmişlerdir. Bu kavlin vechi zayıf olduğu için şarih orada za'fının vechini de anlatmıştır. Ona müracaat edebilirsin.
Bununla anlaşılır ki, bütün bâblarda muhtar olan kavil İmameyn'in kavlidir. Tahrir sahibi bunun hukmünü de beyan etmiştir. Hükmü şudur: Sarhoşluğu haram yoluyla olmuşsa, o kimse mükellef olmaktan çıkmaz. Bütün hükümler kendisine lâzım gelir. Ağzından çıkan; talâk, köle âzâdı, satış, ikrar, küçükleri dengiyle evlendirmek, ödünç vermek ve ödünç almak gibi bütün ibareleri sahihtir. Çünkü aklı başındadır. Yalnız işlediği günah sebebiyle hitabı anlamak kabiliyeti kalmamıştır. O da günah ve kazanın vâcip olması hakkında mevcut sayılır. Zorlanan kimse gibi bunun da müslümanlığı sahihtir. Kasıt olmadığı için dinden dönmesi sahih değildir. Şaka yapana gelince: Kastı olmamakla beraber kâfir olması, alay ettiği içindir. Çünkü söylediği söz dinle alay için kendisinden kasten sâdır olmuştur. Sarhoş bunun hilâfınadır.
METİN
Bir kimse şıra veya esrar yahut afyon veya beng kullanmak suretiyle dahi sarhoş olsa, kendisini bundan men etmek için talâkı vâki olur. Fetva bununla verilir. Bunu Kudûrî sahihlemiştir. Zorla sarhoş edilen veya sarhoş olmaya muztar kalan kimse hakkında sahih kabul edilen kavil muhteliftir. Evet, başı ağrımakla, veya mübah bir şeyle aklı başındangiderse talâk vâki olmaz. Kuhistânî'de Zahîdî'ye nisbet edilerek, "Hitabın kıvamını ayırmazsa, tasarrufu bâtıldır." denilmiştir. Eşbâh'ta sarhoşun tasarruflarından yedi mesele istisna edilmiştir ki, onlardan biri de ayık iken talâka vekil edilendir. Lâkin Bezzâzi bunu mal karşılığı olmakla kayıtlamıştır. Aksi takdirde mutlak olarak talâkı vâkidir.
İZAH
«Şıra veya esrar...» Yani sarhoşluğu ister şarap içmekle, ister haram olan dört şıradan birini içmekle veya İmam Muhammed'e göre hububat ve baldan yapılan sair içkilerden olsun fark etmez. Fetih sahibi fetvanın İmam Muhammed'in kavline göre olduğunu söylemiştir. Çünkü her içkiden meydana gelen sarhoşluk haramdır. Bahır'da Bezzâziye'den naklen, "Bizim zamanımızda muhtar olan, had lâzım gelmesi ve talâkın vukuudur." denilmiştir. Hâniyye'de talâkın vâki olmadığı sahihlenmiş ise de bu Şeyhayn'ın kavline göredir. Onlara göre şıra helaldır. Fetva bunun hilâfınadır. Nehir'de Cevhere'den naklen, "Buradaki hilâf, tedavi için içmekle kayıtlıdır, Keyif ve eğlence için olursa bilittifak talâk vâkidir." denilmiştir.
"Esrar" hakkında Fetih'te şöyle denilmiştir: «İki mezhebin yani Şafiîlerle Hanefîlerin uleması, esrar yutmakla aklı başından giden kimsenin talâkı vâki olacağına ittifak etmişlerdir. Kınnab yaprağı dedikleri budur. Ulema bunun ne olduğunda ihtilâf ettikten sonra haram olduğuna fetva vermişlerdir. Şâfiîlerden Müzenî haram olduğuna, Hanefîlerden Esed b. Amr helâl olduğuna fetva vermişlerdir. Çünkü evvelki ulema onun hakkında bir şey söylememişlerdir. Çünkü onların zamanında meydana çıkmamış idi. Bunun büyük bir fesat çıkardığı anlaşılıp şuyu bulunca, her iki mezhebin uleması onun haram olduğuna kail olarak, esrar içmekle aklı başından giden kimsenin talâkı vâki olduğuna fetva vermişlerdir.»
«Yahut afyon veya beng...» Afyon, haşhaştan çıkarılan bir maddedir. Beng, uyuşturucu bir nebattır. Bedâyi ve diğer kitaplarda, bunu yemekle talâk vâki olmadığı açıklanmıştır. Buna illet olarak da, o kimsenin aklı günah sebebiyle başından gitmediğini göstermişlerdir. Hak olan tafsilâttır. Yani tedavi için yutmuşsa talâkı vâki değildir. Çünkü bunda günah yoktur. Keyif için ve kasten o âfeti başına getirmek niyetiyle içmişse, talâkının vâki olacağında tereddüt göstermemek gerekir. Kudûrî'nin Cevhere'den naklen sahih bulduğu kavilde, "Bu zamanda beng ve afyondan sarhoş olursa, o kimseyi men etmek için talâkı vâki olur. Fetva buna göredir." denilmektedir. Tamamı Nehir'dedir.
«Men etmek için» sözüyle şarih, zikri geçen tafsile işaret etmiştir. Yani tedavi için içerse men edilmez. Çünkü günah kastı yoktur. T.
«Sahih kabul edilen kavil muhteliftir ilh...» Tûhfe ve diğer kitaplarda talâkının vâki olmadığı sahih kabul edilmiş; Hulâsa sahibi ise kesin olarak talâkının vâki olduğunu söylemiştir. Fetih sahibi şöyle demektedir: «Birinci kavil daha güzeldir. Çünkü aklı başından gidince, talâkınolmasını icabeden şey haram bir sebebe istinat etmekten başka bir şey değildir. Bu da yoktur.» Nehir sahibi Kudûri'nin Tashih'inden naklen, "Tahkîk budur." demiştir.
«Başı ağrımakla» aklı başından giderse, talâk vâki olmaz. Çünkü aklının başından gitmesine illet, baş ağrısıdır. İçmesi, illetin illetidir. Bir hüküm illetin illetine ancak illet işe yaramadığı vakit izafe edilir. Meselenin tamamı Fetih'tedir. Şu da var ki, Fetih ve Bahır sahipleri bu meseleyi şarap içerek başı ağrıyan kimse hakkında farzetmişlerdir, Mültekât'ın ifadesi buna muhaliftir. Orada şöyle denilmiştir: «Şıra şiddetli değil de başı ağrır ve bu sebeple aklı başından giderse, talâkı vâki olmaz. Şıra keskin ve haram olur da başı ağrır, bu sebeple aklı başından giderse, talâkı vâki olur.» Demek oluyor ki, Mültekat sahibi haram yoldan sarhoş olmakla, haram olmayan yoldan sarhoş olmak arasında fark görmüştür.
«Veya mübah bir şeyle» meselâ nar yaprağından sarhoş olsa, talâkı ve köle âzâdı vâki olmaz. Tekzib sahibi bu hususta icma nakletmiştir. Hindiyye'de dahi öyledir. T.
Ben derim ki: Beng veya afyonu günah değil de tedavi suretiyle alırsa, hüküm yine budur. Nitekim geçti.
«Kuhistâni'de ilh...» sözü, sarhoşun bize göre tasarrufatı sahih olan tarifine göredir. Yani mükellef olacak miktarda aklı vardır. Bu söze Fetih sahibi şaşmış ve, "Şüphesiz ki bu takdire göre hiçbir kimse onun tasarrufatı sahih değildir diyemez." demiştir.
«Ayık iken talâka vekil edilendir.» Yani o kimse sarhoşken boşarsa talâkı vâki değildir. Bu meselelerden bazıları da; "Dinden dönmek, sırf hadlerden sayılan bir şeyi ikrar, kendi şahitliğine şahit getirmek, küçük kızı mehr-i mislinden daha azla, küçük oğlanı mehr-i mislinden daha çokla evlendirmektir. Zira bu geçerli değildir. Biri de, satışa vekil edilen kimsenin sarhoş olarak satmasıdır ki, müvekkili nâmına geçerli olmaz. Adı geçen meselelerden biri de, ayık bir şahıstan gasbetmek, sarhoşken aldığını ona iade etmektir." Eşbâh'ta böyle denilmiştir. H.
Ben derim ki: Lâkin hâşiye yazarı Hamevî ona son meselede itiraz etmiş; "İmâdiyye'de nakledildiğine göre, gâsıp, aldığını iade etmekle ödemekten kurtulur. Binaenaleyh onun bu meselede hükmü ayık gibidir. Keza talâka tevkil meselesinde sahih olan talâkın vâki olmasıdır. Bunu Hâniyye ve Bahır sahipleri bildirmişlerdir." demiştir.
«Lâkin Bezzâzi ilh...» Nehir'de Bezzâziye'den naklen şöyle denilmiştir: «Birini mal karşılığı karısını boşamaya vekil eder de o da sarhoşken boşarsa, bu talâk vâki değildir. Ama hem tevkil, hem boşama sarhoş halde olursa, talâk vâkidir. Tevkil mal karşılığı değilse, mutlak surette talâk vâkidir. Çünkü bedeli takdir için rey mutlaka lâzımdır.»
Ben derim ki: Bu ta'lilin ifadesine göre o kimseyi bin dirhem karşılığında karısını boşamaya vekil eder de o da sarhoşken boşarsa, mutlak surette talâk vâki olur. H.
METİN
Şâfiî sarhoşun talâkını vâki saymamıştır. Tahâvî ile Kerhî bunu ihtiyar etmişlerdir. Tatarhâniyye'de Tefrid'den naklen, "Fetva buna göredir." denilmiştir. Dilsizin de mâlûm işaretiyle talâkı vâkidir. Çünkü bu işaret istihsanen konuşan kimsenin sözü gibidir. Velevki sonradan ârız olsun. Ölünceye kadar devam ederse hüküm birdir. Fetva bununla verilir. Bu izaha göre onun tasarrufları mevkuftur. Kemâl yazı yazma şartını beğenmiştir. Hata ederek, meselâ talâktan başka bir söz söylemek isterken, ağzından talâk sözü çıkıveren, yahut mânâsını bilmeden talâk sözünü söyleyen veya gaflet halinde yahut yanılarak ağzından talâk çıkan kimsenin talâkı sadece kazaen vâkidir.
İZAH
«Tahâvi ile Kerhî» keza Muhammed b. Seleme bu kavli ihtiyar etmişlerdir. İmam Züfer'in kavli de budur. Nitekim Fetih'te bildirilmiştir.
«Fetva buna göredir.» Biliyorsun ki söz sair metinlerin ifadesine aykırıdır. H. Tatarhâniyye'de, "Şarap veya şıradan sarhoş olan kimsenin talâkı vâkidir. Ulemamızın mezhebi budur." denilmiştir.
«Malûm işaretiyle talâkı vâkidir.» Bu işaret ses çıkararak olacaktır. Çünkü dilsizin âdeti böyledir. Binaenaleyh işareti mücmel bırakıp anlatamadığını beyan sayılır. Bunu Fetih'ten naklen Bahır sahibi söylemiştir. Di-sizin işaretle anlaşılan talâkı üçten az ise rıc'îdir. Muzmerât'ta böyle denilmiştir. Bunu Tahtâvî Hindiyye'den nakletmiştir.
«Ölünceye kadar devam ederse» sözü, yalnız ârız olan dilsizliğin kaydıdır. H. Bahır sahibi diyor ki: «Bu izaha göre dili tutulan bir kimse karısını boşarsa tevakkuf olunur. Bu hal ölünceye kadar devam ederse talâkı geçerlidir. Sonradan yok olursa talâkı bâtıldır.»
Ben derim ki: Keza işaretle evlenirse, kadına ciması helâl olmaz. Çünkü ölmeden bu işareti geçerli değildir. Diğer akitleri de öyledir. Bunda ne kadar güçlük olduğu gizli değildir.
«Fetva bununla verilir.» Timurtâşî dilsizliğin devamını bir sene ile sınırlandırmıştır. Bahır. Tatarhâniyye'de Yenâbî'den naklen şöyle denilmiştir: «Dilsizin işaretiyle talâkı vâki olur.» Bundan maksat, dilsiz olarak doğan yahut dilsizlik sonradan ârız olup işareti anlaşılır oluncaya kadar devam edendir. Böyle olmazsa muteber değildir.
«Kemâl ilh...» Şöyle demiştir: «Şafiîlerden bazısı yazı yazmayı becerirse işaretle talâkı bâkî değildir. Çünkü zaruret murada işaretten daha çok delâlet eden bir şeyle giderilmiştir. Demiştir ki bu güzel bir sözdür. Bizim ulemamızdan bazıları da buna kaildir.»
Ben derim ki: Hattâ bu kavil zâhir rivayetten anlaşılan mefhumun açıklamasıdır. Hâkim-i Şehid'in Kâfî'sinde şöyle denilmektedir: «Dilsiz yazı yazamaz da talâkında, nikâhında, alışında verişinde bilinen bir işareti olursa bu caizdir. İşareti anlaşılmıyor yahut şüpheediliyorsa bâtıldır.» Görülüyor ki işaretin caiz olmasını yazı yazmaktan âciz kalmaya tertip etmiştir. Bu gösterir ki, yazı yazmayı becerirse işareti caiz değildir. Sonra sözümüz Nehir sahibinin dediği gibi sadece dilsizin tasarrufatının yazıya münhasır kalması hakkındadır. Yoksa dilsizden başkasının yazıyla talâkı vâkidir. Nitekim bâbın sonunda gelecektir.
«Talâktan başka bir söz söylemek isterken» meselâ sübhanallah diyecekken ağzından sen boşsun sözü çıkıverse kadın boş olur. Çünkü bu söz açıktır. Niyete ihtiyacı yoktur. Ancak şaka eden ve oyun yapan kimsenin talâkı gibi kazaen geçerlidir. Bunu Tahtâvî Minah'tan nakletmiştir.
«Şaka eden ve oyun yapan kimsenin talâkı gibi» ifadesi, yukarıda söylediklerimize muhaliftir. Az ileride söyleceklerimize de muhaliftir. Fet-hu'l Kadirde Hâvî'den naklen bildirildiğine göre Esed'e sorulmuş: "Bir kimse, Zeynep boştur diyecekken ağzından Amre boştur sözü çıkıverse hangisi boş düşer?" demişler. "Kazaen adını söylediği boş düşer. Kendisiyle Allah Teâlâ arasında ise hiçbiri boş düşmez. Çünkü adını söylediğini boşamak istememiştir. Ötekine gelince: O boş düşerse, sırf niyetle boş düşmek lâzım gelir." cevabını vermiştir.
«Yahut mânâsını bilmeden» meselâ kadın kocasına şu cümleyi bana oku: "İddetini bekle. Sen üç defa boşsun." dese, o da okusa, kazaen üç defa boş düşer. Ama kendisiyle Allah Teâlâ arasında bir şey bilmediği ve niyet etmediği takdirde talâk vâki olmaz. Bunu Bahır sahibi Hulâsa'dan nakletmiştir.
«Gaflet halinde veya yanılarak...» Minah'ta gaflet şöyle anlatılmaktadır; «Gaflet, bir şeyin insanın hatırından kaybolması ve onu hatırlayamamasıdır.» Yine orada yanılma hakkında şöyle denilmektedir: «Bir şeyden yanıldı demek, kalbi ondan gafil oldu; hattâ aklından gitti de onu hatırlayamadı demektir. Ulema yanılanla unutan arasında fark görmüşlerdir. Unutan unuttuğunu hatırlayınca, unuttuğu şey aklına gelir. Yanılan bunun hilâfınadır.» Zâhire bakılırsa buradaki gafilden murad, unutandır. Buna karine, yanılanı onu üzerine atfetmesidir. Bu şöyle olur: Erkek karısının talâkını meselâ şu hâneye girmesine tâlik eder. Kadın bu tâliki unutarak veya yanılarak oraya giriverir.
METİN
Bozuk lâfızlarla yapılan talâk da yalnız kazaen vâki olur. Şaka eden ve oyun oynayanın talâkı bunun hilâfınadır. Çünkü o hem kazaen, hem diyaneten vâkidir. Zira şarih bu sebeple onun şakasını ciddi saymıştır. Fetih. Hasta ile kâfirin talâkları da vâkidir. Çünkü mükeleftirler. Fuzulî'nin talâkına, kavle ve fiilen icazeye gelince: Bunlar nikâh gibidir. Bezzâziye. Adı geçen koca itibara alınacağına binaen, sahibi kölesinin karısını boşasa vâki olmaz. Çünkü İbn-i Mâce'nin rivayet ettiği bir hadiste, "Talâk bacağı tutana aittir." buyrulmuştur. Ancak sahibi, "Bu cariyeyi sana verdim. Ama emri benim elimde olacak. Ne zaman istersem onuboşayacağım." der de köle, "Kabul ettim." cevabını verirse, cariyenin emri sahibinin elinde olur.
İZAH
«Bozuk lâfızlarla» meselâ talâk diyeceği yerde talâ'; telâğ ve telek derse, kazaen talâk vâki olur. Nitekim şarih bunları bundan sonra gelen bâbın başında zikredecektir.
T E M B İ H : Zahîdî'nin Hâvi adlı eserinde şöyle denilmiştir: «Bir kimse fetvaya ehil olmayan birinin fetvasıyla karısının üç talâkla boşandığını zannederek hâkime bunun sicille yazılmasını teklifde bulunur, o da yazdırırsa, sonra fetvaya ehil birine sorar o da talâk vâki olmadığına fetva verirse - halbuki üç talâk zan üzerine sicille yazılmıştır - o kimse diyaneten karısına dönebilir. Lâkin mahkemece tasdik edilmez.»
«Oyun oynayan» kelimesi, zâhire bakılırsa şaka eden üzerine tefsir için atfedilmiştir. H.
«Bu sebeple onun şakasını ciddi saymıştır.» Çünkü bu adam sebebi kasten söylemiştir. Binaenaleyh hükmü kendisine lâzım gelir. Velevki ona razı olmasın. Çünkü talâk; köle âzâdı, nezir ve yemin gibi bozulmaya ihtimali olmayan şeylerdendir.
"Hasta"dan murad; aklı başında olan hastadır. Ta'lil bunu göstermektedir. T.
"Kâfir" müslüman mahkemesine başvurursa, talâkı muteberdir. Çünkü kâfirin nikâhında geçtiği vecihle, ancak üç şeyde karıkocanın birbirinden ayrılmalarına hüküm verilir. T.
«Çünkü mükelleftirler.» sözü, hasta ile kâfirin illetidir. Bu söz küffar hakkında, "Onlar fer'î hükümlerle hem îtikat, hem edâ cihetinden mükelleftirler." diyen mutemet kavle göredir. T.
«Nikâh gibidir.» Yani nasılki fuzulînin nikâhı sahih olup kavlen veya fiilen icazeye mevkuf ise talâkı da öyledir. H. Bir adam karısını boşamayacağına yemin eder de karısını bir fuzulî boşarsa, kavlen cevaz verdiği takdirde yemini bozulur. Fiilen cevaz verirse bozulmaz. Bahır. Fiilen cevaz vermek, kadını fuzulî boşadıktan sonra kocasının ona geri kalan mehrini vermesiyle mümkün olur. Nitekim bunu Nehir sahibi söylemiştir. Lâkin Hayreddin-i Remlî'nin hâşiyesinde bildirildiğine göre, Câmiu'l-Fusuleyn'de Muhit sahibinin Fevâid'inden naklen, "Kadına mehrinin gönderilmesi cevaz sayılmaz. Çünkü bu talâktan önce de vâciptir. Nikâh bunun hilâfınadır," denilmiştir, Mecmuu'n-Nevâzil'den de talâk ve hul'da alınan bahşişin cevaz vermek sayılıp sayılmayacağı hakkında iki kavil nakletmiştir. Ona müracaat edebilirsin.
Ben derim ki: Fevâid'in ifadesi mehr-i muacceli gönderdiğine yorumlanabilir. Binaenaleyh Nehir'in ifadesine aykırı değildir.
«İbn-i Mâce»nin hadisi İbn-i Abbâs Hazretlerinden rivayet edilmiştir ki, senedinde İbn-i Lehîa vardır. Onu Dârekutnî de başkasından rivayet etmiştir. Nitekim Fetih'te beyan edilmiştir. Dârekutnî'nin muradı hadisi takviyedir. Çünkü İbn-i Lehîa, hakkında söz edilmiş bir râvidir. Hadis imamları onun cerh ve ta'dili hakkında ihtilâf etmişlerdir.
«Talâk bacağı tutana aittir.» ifadesi milk-i müt'adan kinâyedir.
«Ancak sahibi» cariyesini kölesine nikâhlarken cariyenin emri benim elimde olacak derse, emri sahibinin elinde olur. Şarih meseleyi cariye sahibi söze başladığına göre tasvir etmiştir. Köle söze başlar da; "Şu cariyeni bana tezviç et. Emri senin elinde olsun. Onu istediğin zaman boşarsın." der, o da tezviç ederse nikâh caiz olur. Ama emir sahibinin elinde olmaz. Nitekim Hâniyye'den naklen Bahır'da beyan edilmiştir. Şarih farkın vechini zikretmemiştir. Fakat Hâniyye'de bu meseleden bir öncekinde fark zikredilmiştir. Mesele şudur: Bir kimse boş olmak şartıyla bir kadınla evlenirse; nikâh caiz, talâk bâtıl olur.
Ebu'l-Leys demiştir ki: «Bu, söze koca başladığına göredir. Kadına, seni boş olman şartıyla aldım der. Fakat kadın söze başlayarak nefsimi sana boş olmam şartıyla tezviç ettim yahut emir elimde olmak şartıyla tezviç ettim, her ne zaman dilersem kendimi boşarım der de kocası kabul ettim cevabını verirse nikâh caiz; talâk da vâki olur yahut emir kadının elinde olur. Çünkü söze kocası başlarsa, talâk ve tefvîz nikâhtan önce olur ve sahih değildir. Söze kadın başlarsa, tefvîz nikâhtan sonra olur. Çünkü kocası kadının sözünden sonra kabul ettim deyince, cevap sualdekinin iadesini tazammun eder ve sanki sen boş olman şartıyla kabul ettim yahut emir senin elinde olmak şartıyla kabul ettim demiş gibi olur. Bu suretle nikâhtan sonra tefvîz yapmış sayılır.»
METİN
Keza köle, "Onunla evlendiğim vakit emri ebediyyen senin elinde olsun." derse öyle olur. Hâniyye. Delinin talâkı da vâki değildir. Meğerki aklı başında iken tâlik yapıp sonra delirmiş ve şart bulunmuş olsun. Yahut âleti kalkmaz veya kesik olsun. Yahut erkek kâfir olduğu halde karısı müslüman olsun da kâfirin anne-babası müslüman olmaktan çekinsinler. Bu suretlerde talâk vâki olur. Eşbâh. Çocuğun talâkı da vâki değildir. Velevki mürâhik olsun yahut talâkı bülûğa erdikten sonra caiz görsün. Ama talâkı ikâ ettim derse vâki olur. Çünkü bu baştan ika'dır. Çocuğun talâkını İmam Ahmed caiz görmüştür. Bunağın, birsâmlının, baygının, medhuşun ve uyuyanın talâkları da vâki değildir. Bunaklık bir nevi akıl bozukluğudur. Birsâm, delilik gibi bir hastalıktır. Kâmûs'ta medhuş, şaşırmış mânâsına gelir. Uyuyanın talâkının vâki olmaması, kendisinde irade bulunmadığındandır. Onun için uyuyan kimse doğrulukla, yalancılıkla, haberle, inşa ile vasıflanamaz. "Ben ona cevaz verdim" yahut, "ben onu ika ettim" dese. talâk vâki olmaz. Çünkü zamiri muteber olmayan bir yere iade etmiştir. Cevhere. "Bu talâkı ika ettim" yahut. "ben bunu talâk yaptım" derse, talâk vâki olur. Bahır.
İZAH
«Keza ilh...» Bu suret, kölenin kabulüne tevakkuf etmeksizin emrin efendisinin elinde olmasıiçin bir hiledir. Çünkü birincide nikâh efendisinin, "sana cariyemi tezviç ettim" sözüyle tamam olmuştur. Kölenin kabul etmemesi mümkündür ve emir efendisinin elinde olamaz. Bunu Bahır sahibi söylemiştir.
"Deli..." Telvih sahibi deliyi şöyle tarif etmiştir: «Delilik, iyi şeylerle kötü şeylerin arasını ayıran ve sonlarını idrak eden kuvvetin bozukluğudur. Ya dimağın yaratılışındaki bir noksandan, yahut bir karışma veya âfet yahut şeytan istilâsı ve fasit hayaller ilkası sebebiyle iyi ve kötü şeylerin eserleri görülmez olur, fiiileri bozulur. Artık o kimse hiçbir sebep yokken sevinir, bağırır çağırır.» Bahır'da Hâniyye'den naklen şöyle denilmiştir: «Geçmişte deli olduğu bilinen bir adama karısı, "sen beni dün boşadın" der, o da "bana delilik isabet etti" cevabını verirse ve bu onun söylediğinden başka hiçbir suretle bilinmezse, söz onun olur.»
«Meğerki aklı başında iken tâlik yapıp ilh...» Meselâ şu hâneye girersen deyip o haneye delirdikten sonra girmiş olsun. "Ben delirirsem sen boşsun" deyip arkacığından delirmesi bunun hilâfınadır; talâk vâki değildir. Bunu şarih kâfirin nikâhı bâbında böyle zikretmiştir. Binaenaleyh murad, deli değilken tâlik yapmasıdır.
«Yahut âletl kalkmaz veya kesik olsun.» Yani hâkim aralarını ayırmış bulunsun. Karısının isteği ile hâkim âleti kalkmayan ile karısını bir sene müddetle birbirlerinden ayırır. Çünkü delilik şehveti yok etmez. Nitekim inşaallah bâbında gelecektir. Aleti kesik olanı ise, karısının isteği ile derhal karısından ayırır.
«Talâk vâki olur.» sözü, yukarıdaki dört meselenin cevabıdır. Bu meselelerde talâkın vâki olması ihtiyaçtan dolayı ve zararı def etmek için olup, başka meselelerde talâka ehil olmamasına aykırı değildir. Nitekim tahkiki kâfirin nikâhı bâbında geçti.
«Çocuğun talâkı da vâki değildir.» Yani ancak âleti kesik olur da araları ayrılırsa; yahut karısı müslüman olur da kendisine de mümeyyiz olduğu halde İslâmiyet arzedilerek onu kabulden çekinirse, talâkı vâki olur. Remli. Remlî diyor ki: «Çocuğu babası bir kadınla evlendirir de üzerine tâlik yaparak ne zaman bu kadının üzerine evlenir veya cariye alırsan şöyle olsun derse, bu çocuk büyüdükte tâlik olduğunu bilerek veya bilmeyerek evlenirse, talâkın vâki olmadığına ben fetva verdim.»
«Yahut talâkı bülûğa erdikten sonra caiz görsün.» Çünkü talâk yapıldığı vakit batıl olarak vâki olmuştur. Bâtıla ise cevaz verilmez. T.
«Çünkü bu baştan ika'dır.» Zira ika ettim cümlesindeki zamir talâkın cinsine râcîdir. "Bu talâkı ika ettim" demesi de bunun gibidir. Fakat şu söylediğimi ika ettim demesi bunun hilâfınadır. Çünkü bu, bâtıl olduğuna hükmedilen muayyere işarettir ve "sen bin defa boşsun" deyip sonra. "üçü senin, geri kalanı ortaklarının olsun" demesine benzer. Zira üçten geri kalanı hükümsüzdür. Bunu Bahır sahibi söylemiştir.
«Çocuğun talâkını İmam Ahmed caiz görmüştür» Yani çocuk talâkı akıl eder, iyiyi kötüyü ayıracak yaştaysa, meselâ bu sözle, karısının boş düşeceğini bilirse, ona göre talâkı vâki olur. Nitekim mezhebinin metinlerinde ifade edilmiştir.
«Bunaklık bir nevi akıl bozukluğudur.» Bu sözü Bahır sahibi deliliği tarif için söylemiş ve, "Bunda bunak da dahildir." demiştir. Delilikle bunaklık arasındaki farkı gösteren sözlerin en güzeli şudur: «Bunak, anlayışı az olup sözü karışık, tedbiri bozuk olan kimsedir. Lâkin kimseye vurmaz ve sövmez. Deli böyle değildir.» Usûl-ü fıkıh ulemasının açıkladıklarına göre bunağın hükmü çocuk gibidir. Şu kadar vâr ki Debbûsî, "Ona ibadetler ihtiyaten vâciptir." Demiş; Sadru'l-İslâm ise bunu reddederek, "Bunaklık bir nevi deliliktir. Binaenaleyh bütün hakların vücûb-u edâsına mânidir." demiştir. Nitekim Tahrîr şerhinde uzun uzadıya izah edilmiştir.
"Baygın" hakında Tahrîr sahibi şunları söylemiştir: "Baygınlık, kalb ve dimağda bir âfet olup, idrak kuvvetiyle hareket kuvvetlerini çalışamaz hale getirir. Akıl ise mağlûp bir halde bâkîdir. Böyle olmasa peygamberlerin başına gelmezdi. Baygınlık uykunun üstündedir. Uyuyana Iâzım gelen bayılana da lâzım gelir. Fazla olarak abdesti de bozar. Namazın üzerine bina etmeye de mânidir. Namazda bir şeye dayanarak uyumak bunun hilâfınadır. O kimse namazına bina edebilir.»
«Kâmûs'ta medhuş şaşırmış mânâsına gelir.» Şarihin bu kadarla bırakması doğru değildir. Çünkü Kâmûs'ta bundan sonra, "Yahut unutmakla veya şaşkınlıkla aklı başından gitmektir." denilmiştir. Şarihin dediği kadar bırakan Misbah sahibidir. O bu kelime hakkında, "Utanarak veya korkarak aklı başından gitti demektir." mânâsını vermiştir. Burada murad budur. Onun için Bahır sahibi medhuşu deli saymıştır. Hayriyye sahibi şöyle demektedir. Burada medhuşu şaşıran diye tefsir eden hata etmiştir. Çünkü hayrette kalıp şaşırmaktan aklın baştan gitmesi lâzım gelmez. Kendisine bir manzume ile kızgın medhuş bir adamın hâkim meclisinde üç defa karısını boşamasının hükmü sorulmuş; o da yine manzum olarak; «Medhuş bir nevi delidir, talâkı vâki olmaz. Bu hal onun âdeti ise, meselâ evvelce bir defa kendisinden görüldüyse delilsiz tasdik edilir." diye cevap vermiştir.
Ben derim ki: Hâfız İbn-i Kayyim Hambelî'nin, kızgın bir kimsenin talâkı hakkında bir risalesi vardır. Orada şöyle demiştir: «Kızmak üç kısım olur. Birincisi; kendisinde öfkenin mukaddimeleri hâsıl olur. Öyle ki aklı değişmez. Ne söylediğini ve ne istediğini bilir. Bunun hakkında işkâl yoktur. İkincisi; öfkenin son haddine varır. Ne söylediğini ve ne istediğini bilmez. Böylesinin hiçbir sözünün geçerli olmadığı şüphesizdir. Üçüncüsü; bu iki mertebenin arasında bulunandır ki, deli gibi olmamıştır. Üzerinde durulacak budur. Deliller bunun sözlerinin geçersiz olmasını göstermektedir.» Bu sözler Gâyetü'l-Hambeliyyeşerhinden kısaltılarak alınmıştır. Lâkin Gâye sahibi üçüncüsünde ona muhâlif olduğuna işaret etmiş; "Kızan şahsın talâkı vâkidir. İbn-i Kayyim buna muhaliftir." demiştir. Bizce uygun olan da budur. Lâkin buna şöyle itiraz edilir: Biz bunağın sözlerini itibara almadik. Halbuki bunaklığın ne söylediğini ve istediğini bilmeyecek hale varması lâzım değildir. Buna şöyle cevap verilebilir: Bunak bir hal üzere devam ettiği için zabtı mümkün olduğundan bunak hakkında mücerret akıl noksanlığı ile yetinilmiştir. Kızmak bunun hilâfınadır. Çünkü o bazı hallerde ârız olur. Lâkin buna da dehşette kalmakla itiraz edilir. O da böyledir denilir. Bana zâhir olan şudur ki; medhuş ile kızgının ne söylediğini bilmeyecek hale varmış olmaları lâzım değildir. Bilâkis hezeyanı fazla olması, şaka ile ciddiyi karıştırması kâfidir. Nitekim yukarıda geçtiği vecihle sarhoş hakkında da fetva verilen kavil budur. Dehşetin, akıl baştan gitmektir diye tarifi buna aykırı değildir. Zira delilik dal dal olur. Onun içindir ki Bahır sahibi onu aklın bozukluğudur diye tefsir etmiş; bunaklığı, birsâmlılığı, baygınlığı ve medhuş olmayı hep delilikten saymıştır.
Bu söylediklerimizi şu da te'yid eder ki; bazıları, "Akıllı; özü sözü doğru plan kimsedir. Ancak nâdiren böyle olmayabilir. Deli bunun zıddıdır. Bir de bazı deliler ne söylediğini ve ne yapmak istediğini bilirler. Bazen öyle şeyler söylerler ki, bilmeyen kimse akıllı olduğuna şehadet eder. Sonra yine o mecliste buna aykırı harekette bulunur." demiştir.
Hakiki deli bazen ne söylediğini ve ne istediğini bilirse, deli olmayan evleviyetle bilir. Şu halde medhuş ve benzeri hakkında itimada şayan olan âdeti harici fiil ve sözlerinde bozukluğun fazla olmasına göre hüküm vermektir. Yaşlılıktan, hastalıktan veya ani bir musibetten dolayı aklı bozulan kimse hakkında dahi fiil ve sözlerinde bozukluk hâli gâlip geldiği müddetçe söylenecek söz budur. Yani sözlerine itibar yoktur. Velevki bilerek ve isteyerek söylemiş olsun. Çünkü bu bilgi ve iradenin itibarı yoktur. O sahih bir idraktan hâsıl olmamıştır. Nitekim aklı eren çocuğun da fiil ve sözlerine itibar yoktur. Evet, buna göre tâlik hususunda aşağıda Bahır'dan naklen zikredilen; Fetih, Hâniyye ve diğer kitaplarda da açıklanan şu mesele müşkil kalır: «Bir adam karısını boşar da yanında bulunan iki şahit; sen istisna yaptın (yani inşaallah dedin) diye şehâdette bulunurlar. Fakat o adam bunu hatırlamazsa bakılır. Ne söylediğini bilmeyecek kadar öfkeli bir halde söylemişse, o şahitlerin şehadetiyle amel edebilir. Aksi takdirde edemez.»
Bunun muktezası şudur ki: O adam ne söylediğini bilmezse talâkı vâkidir. Aksi takdirde şahitlerin; sen istisna yaptın demeleriyle amel etmeye hâcet yoktur. Bu son derece müşkildir. Meğerki şöyle cevap verilsin. Onun ne söylediğini bilmediğinden murad, çok kızdığı için bazen söylediği şeyi unutur, hatırlayamaz demektir. Yoksa anlamadığını veya kasdetmediğini ağzı söylemeye başlar mânâsına değildir. Zira şüphesiz bu dereceye varırsa, deliliğin en yüksek derecesine çıkmış olur. Bu yorumu şu da te'yid eder ki, bu meselede o kimse boşadığını ve boşamayı kasdettiğini bilir. Lâkin çok kızdığı için istisna yaptığını hatırlamaz. Bu makamın izahı hususunda bana zâhir olan budur. Hakikatı Allah bilir. Sonra bu cevabı te'yid eder ibare gördüm. O da şudur: Valvalciyye sahibi, "O kimse kızdığı vakit sonra hatırlayamayacağı birtakım sözler ağzından çıkarsa, şahitlerin sözüne itimat etmesi caizdir." demiştir.
«Sonra hatırlayamayacağı sözleri» demesi, bizim söylediğimiz mânâda açıktır. Allahu a'lem.
«Çünkü zamiri muteber olmayan bir yere iade etmiştir.» Şarih bununla çocuğun sözüyle uyuyanın sözü arasındaki farkın şu olduğuna işaret etmiştir: Çocuğun sözü lügatta ve nahivde muteberdir. Şu kadar var ki, şeriatta hükümsüzdür. Uyuyanın sözü bunun hilâfınadır. O hiçbir yerde muteber değildir. H.
Ben derim ki: Bu mânâ şarihin, "Onun için uyuyan kimse doğrulukla, yalancılıkla, haberle, inşa ile vasıflanamaz." sözünden alınmıştır. Tahîr'de şöyle denilmiştir: «Uyuyan kimsenin müslüman olmak, dinden dönmek ve karı boşamak hususundaki sözleri bâtıldır. Bu sözler kuş sesleri gibi haber ve inşa ile, doğrulukla, yalanla vasıflanamaz.» Bu ifadenin bir misli de Telvîh'tedir. Bu açık gösterir ki, uyuyan kimsenin sözüne, lügaten ve şer'an söz denilemez. O mühmel mesabesindedir. Konuşmakla namazının bozulmasına gelince: Namazın bozulması, lügaten ve şer'an mu'teber olan söze bağlı olmadığı içindir. Çünkü namaz mühmel ve mânâsız sözlerle diğer sözlerden daha çok bozulur. Böylece uyuyanın sözüyle çocuğun sözü arasındaki fark açıklanmış olur.
Sonra, "ben ona cevaz verdim" sözü hususunda uyuyanla çocuğun sözleri arasında fark aramaya hâcet olmadığı gizli değildir. Zira ikisinde de talâk vâki olmaz. Cevaz vermek mevkuf olarak mün'akittir. Çocukla uyuyanın talâkı ise mevkuf değil bâtıldır. Nitekim çocuğun boşamakla âzâd etmek gibi sırf zarar olan tasarrufları hakkında hüküm budur. AIış-veriş ve nikâh gibi fayda ile zarar arasında deveran eden tasarrufları bunun hilâfınadır. Onlar mevkuf olarak mün'akittir. Hattâ çocuk bülûğa erer de yaptığı bu tasarrufu caiz kabul ederse sahih olur. Nitekim biz bunu mehir bâbından az önce arzetmiştik. Uyuyanla çocuğun arasında fark sadece, "ben onu ika ettim" sözünde aranır. Zira daha önce şarih çocuk hakkında vâki olduğunu söylemişti. Çünkü bu baştan talâkı ika'dır. Uyuyan hakkında böyle dememişti.
Farkın izahı şudur: Çocuğun sözünün bir mânâsı vardır. Velevki şeriat mûcebince ameli ona lâzım kılmasın. Binaenaleyh, "ben onu ikâ ettim" cümlesindeki zamiri, karısına söylediği, "seni boşadım" cümlesinin tazammun ettiği talâk cinsine iade etmek sahihtir. Uyuyan kimse bunun hilâfınadır. Onun sözü lügat itibariyle dahi muteber olmadığından mühmeldir. Hiçbirşey tazammun etmez. Zamir hiç zikredilmedik bir mercie döner. Sanki hiç zamir söylemeden, "ika ettim" demiş gibi olur. Bunu iptidaen talâk ika'ı yapmak doğru değildir.
«Ben bunu talâk yaptım» ibaresi Bahır'da da böyledir. Benim Tatar-hâniyye'de gördüğüm ise, "yahut ben bu talâkı talâk yaptım derse" şeklinde olup, önceki gibi ism-i işaretle kullanılmıştır.
Ben derim ki: Fark müşküldür. Çünkü geçen bir kelimeye dönmesi hu-susunda ism-i işaret zamir gibidir. Binaenaleyh burada da talâk vâki olmaması gerekir. Ama şöyle cevap verilebilir: İsm-i işaretin mercii hükümsüz kalınca, ondan sonra zikredilen talâk sözü muteber olur ve sanki, "ben talâkı ika ettim" yahut "talâkı talâk yaptım" demiş gibi olur. Bunu iptidaen talâk yapmak sahihtir. Zamirin mercii hükümsüz kalırsa, bunun hilâfınadır. Tatarhâniyye'de, "Uyurken söylediğimi ika ettim dese bir şey vâki olmaz." denilmiştir. Bu zâhirdir. Nitekim çocuğun talâkında geçmişti.

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...