METİN
Talâk, lügatta bağı çözmek demektir. Lâkin ulema onu kadın hakkında boşama saymışlardır. Kadından başka şeyler hakkında o, salıvermek demektir. Bundan dolayıdır ki, "sen mutlakasın" sözü, kinâyedir. Şer'an talâk; lâfz-ı mahsus ile bâinde halen, ric'îde meâlen nikâh kaydını kaldırmaktır.
İZAH
Musannıf nikâhı ve nikâha bitişik ve ondan sonra gelen hükümlerini bitirdikten sonra, nikâhı ortadan kaldıran şeyleri izaha başlamış, bu hususta süt meselesini önce almıştır. Çünkü süt meselesi ebedî haram olmayı icabeder. Talâk bunun hilâfınadır. Yani şiddetliyi hafiften önce zikretmiştir. Bahır.
«Lâkin ulema onu ilh...» Bahır'ın buradaki ibaresi şöyledir: «Ulema bu kelimenin nikâhta tatlîk, başka yerlerde itlâk şeklinde kullanıldığını söylemişlerdir. Hattâ birincisi sarih, ikincisi kinaye olmuştur. Binaenaleyh, "seni tatlîk ettim, sen mutallakasın" sözlerinde niyete muhtaç değildir. Fakat, "seni ıtlâk ettim, sen mutlakasın" sözlerinde niyete bağlıdır.»
Bedâyi'de şöyle denilmiştir: «Bu kullanma örfe göredir. Velevki mânâ lügaten her iki lâfızda değişmesin. Böyle şeyler caizdir. Nitekim 'Hasân' kelimesi kadın hakkında; 'Hisân' kelimesi ise at mânâsında kullanılır.» Zâhire bakılırsa, Bedâyi sahibi örften, lügat örfünü kasdetmiştir. Çünkü kendisi başka bir yerde, "Talâk lügatta ve şeriatta nikâh kaydını kaldırmaktan ibarettir." diye açıklamıştır. Keza talâkın lügatta sarih ve kinaye kısımlarına da delâlet ettiğini açıklamıştır.
«Şer'an talâk ilh...» tarifine Bahır sahibi birkaç şekilde itiraz etmiştir.
Birincisi: Ulema; talâkın rüknü, kaydın kaldırıldığını bildiren lâfz-ı mahsustur, demişlerdir. Binaenaleyh tarifi bununla yapmak gerekir. Zira bir şeyin hakikatı rüknüdür. Bu izaha göre talâk; nikâh bağını kaldırmaya delâlet eden sözdür.
İkincisi: Kayıt, kadının çıkmaktan ve görünmekten men edilmiş olmasıdır. Nitekim Bedâyi'de bildirilmiştir. Binaenaleyh bu tarif lügavî mânâya münasiptir. Şer'î mânâya münasip değildir.
Üçüncüsü: Talâkı, "Nikâh akdini velev meâlen olsun lâfz-ı mahsusla kaldırmaktır." diye tarif etmek gerekirdi.
Ben derim ki: Birincinin cevabı şudur: Talâk kelimesi mastar mânâsına gelen bir isimdir. Mastar tatlîktir, Nasılki selâm teslim mânâsına; serâh da tesrîh mânâsına gelir. Yahut talâk kelimesi talukat veya talekat fiilinin mastarıdır. Fetih'te böyle denilmiştir. Yukarıda geçti ki, lügaten talâk, mutlak surette bağı kaldırmaktır. Yani ister devenin ve esirin bağı gibi hissî olsun, ister buradaki gibi mânevî olsun fark etmez. Şer'î mânâ lügat mânâsında dahikullanılır. Böylece sabit olur ki, şer'î talâkın hakikatı, mastarın delâlet ettiği fiildir. Lâfzınkendisi değildir. Lâkin bu mânevi bir şey olup, ancak kullanıldığı lâfızla tahakkuk ettiği için, onun rüknü lâfızdır denilmiştir. Demek ki lâfız onun hakikatı değil; ona delâlet eden şeydir. Onun için musannıf Fetih sahibine uyarak, "Talâk, lâfz-ı mahsus ile nikâh bağını kaldırmaktır." demiştir.
İkinci ile üçüncünün cevabı da şudur: Kayıttan murad, akittir. Onun için Cevhere'de, "Şeriatta talâk, nikâh düğümünü çözmek için konulan mânâdan ibarettir." denilmiştir. Demek oluyor ki, Cevhere sahibi onu evvelâ söylediğimiz gibi mastar mânâsıyla tefsir etmiştir. Bağın kaldırılmasını düğümün çözülmesi tabiriyle; yani istiare yoluyla nikâh bağının çözülmesiyle ifade etmiştir. Akdin kaldırılmasından murad, hükümlerini kaldırmaktır. Çünkü akitler kelimelerden ibarettir. Bunlar konuşulduktan sonra meydanda kalmazlar. Nitekim bunu Telvîh sahibi illetler bahsinde tahkîk etmiştir. Bundan dolayıdır ki Bedâyi sahibi, «Nikâhın hükmünü kaldıran şeyin beyanına gelince: O talâktır." demiştir. Bundan önce şunları söylemiştir: «Sahih nikâhın hükümleri vardır. Bunların bazıları aslî, bazıları da tâbi'lerdendir. Birincisi, cimanın helâl olmasıdır. Ancak bir ârıza bulunursa helâl olmaz. İkincisi, bakmanın helâl olması, milk-i müt'a, milk-i hapis vesairedir.» Bahır sahibi, "Akdin eserlerinden biri de, cima edilen kadın hakkında iddettir. Onun için ulema talâkı akdin kaldırılmasıdır diye tefsir etmemişlerdir." diye itirazda bulunmuşsa da kendisine, "İddet nikâhın hükümlerinden değildir. Çünkü nikâh iddet için tahsis edilmiş değildir. iddetin nikâh eserlerinden olması, nikâhın hükümleri kalktıktan sonra bulunmasına aykırı değildir. Nasılki bizzat talâk nikâh akdinin eserlerindendir. Ama nikâhın hükümlerinden olması doğru değildir." diye itiraz edilmiştir.
Bunun izahı şudur: Akitler hükümlerinin illetleridir. Nitekim ulema bunu açıklamışlardır. Yine ulemanın söylediklerine göre, hariçten hükme taallûk eden bir şey eğer hükümde müessir ise, bu illettir. Tesirsiz olarak hükme ulaştırırsa sebeptir. Müessir değil, ulaştırmış da değilse bakılır: Hükmün vücudu o şeye bağlı ise, bu şarttır. Bağlı değilse, o şeye delâlet ettiği takdirde alâmettir. Tamamı usûl kitaplarındadır. Şüphesizki nikâh akdi cimanın helâl olması için illettir. Helâllığı kaldırmanın illeti değildir. Helâllığı kaldırmanın illeti talâktır. Çünkü talâk onun için konulmuştur. Evet, nikâh bunun şartıdır. Nitekim talâk da iddetin vâcip olması için şarttır. Ulemanın iddet bâbında açıkladıklarına göre, iddetin şartı, nikâhı veya nikâh şüphesini kaldırmaktır. Şu halde nikâh talâkın iddet için şart olabilmesinin şartıdır. Bu suretle iddetin bu itibarla nikâhın eserlerinden olması sahihtir. Anla!
"Meâlen" yani ileride iddet bittikten sonra yahut birinci talâka iki talâk daha katıldıktan sonra nikâh kaydını kaldırmaktır. Bu izaha göre kadın iddet içinde veya kocası kendisine döndükten sonra ölürse, birinci talâkın vukubulmadığı anlaşılmak gerekir. Hattâ kocasıkarısını hiç boşamadığına yemin etse, yemini bozulmuş olmaz. Bahır. Burada şöyle denilebilir: Kadına dönmek talâkın vukuunu gerektirir. Zeylâî ve başkalarının açıkladıklarına göre talâk vukubulmadan kadına dönmek imkânsızdır. Makdisî. Binaenaleyh talâkın her iki nev'ine şâmil olacak doğru tarifi, Kuhistânî'nin yaptığıdır. Kuhistânî, «Talâk, nikâhı yahut onun noksanlaşan helallığını lâfz-ı mahsus ile gidermektir.» demiştir. Onun içindir ki Bedâyi sahibi, «Ric'î talâka gelince: Ona verilen aslî hüküm, sayının eksilmesidir. Milkin elden gitmesi, cimanın helâl olması ise onun aslî hükmü değildir. Hattâ derhal sabit olmaz. Bilâkis iddet bittikten sonra sabit olur. Bu bize göredir. Şâfiî'ye göre ise cimanın helallığının kalmaması onun aslî hükümlerindendir. Hattâ müracaat etmezden önce o kadına cima etmesi helâl değildir.» demiştir.
METİN
Lâfz-ı mahsus talâka şâmil olan sözdür. Bununla âzâd ve bülûğ muhayyerliği gibi fesihler ve dinden dönmek tariften hariç kalır. Zira bunlar talâk değil fesihtir. Bununla anlaşılır ki, Kenz ile Mültekâ'nın ibareleri hem tard hem akis yoluyla bozuktur. Bahır. Umumiyetle ulemayo göre kadın boşamak mübahtır .Çünkü âyetler mutlaktır. Ekmel. Bazılan - yâni Kemâl - esah olan haram olmasıdır. Ancak şüphe ve yaşlılık gibi bir hâcetten dolayı mübah olur demiştir. Ama mezhep birinci kavildir. Nitekim Bahır'da bildirilmiştir. Ulemanın, «Talâkta asıl haram olmasıdır.» sözlerinin mânâsı şudur: Şâri hazertleri bu esası bırakarak onu mübah kılmıştır.
İZAH
«Talâka şâmil olan sözdür.» Yani t, I, k maddesine şâmil olan sözdür ki, sen tâliksin dediğinde açık; sen mutlakasın sözünde kinaye yoluyladır.
«Fesihler hariç kalır ilh...» Fetih sahibi şöyle demiştir: «Böylece, kadın müslümanlığı kabulden çekindiği, karı-kocadan birinin dinden döndüğü, iki memleketin birbirine hakikaten veya hükmen zıt düştüğü, bülûğ ve âzâd muhayyerliği, küf' olmamak ve mehir noksanlığı gibi bir sebeple hâkimin karıkocayı birbirinden ayırması tariften hariç kalmıştır. Çünkü bunlar talâk değildir.» Velî bâbında manzum olarak nelerin talâk, nelerin fesih sayılacağı ve hâkimin hükmünün şart olup olmadığı yerler geçmişti. Oraya müracaat edebilirsin!
«Bununla...» Yani meâlen ve lâfz-ı mahsus kayıtlarını ziyade etmekle demektir.
«Kenz ile Mültekâ'nın ibareleri» ki, «Şer'an nikâhla sabit olan kaydı kaldırmaktır.» şeklindedir.
«Hem tard hem akis yoluyla bozuktur.» Yani yaptıkları tarif ağyarını mâni değildir. Çünkü fesihler dahildir. Efradını cami de değildir. Çünkü talâk-ı ric'î hariç kalır.
«Şüphe» den murad, kadının fahişelik yaptığını zannetmektir.
«Mezhep birinci kavildir.» Çünkü Teâlâ Hazretlerinin, «O kadınları iddetleri için boşayın.» «Kadınları boşarsanız size bir günah yoktur» gibi âyetleri mutlaktır. Bir de Peygamber (s.a.v.) Hz. Hafsa'yı ortada bir şüphe ve yaşlılık bulunmadığı halde boşamıştır. Ashab-ı Kiram da öyle yapmışlardır. Hasan b. Ali (r.a.) çok kadın almış ve boşamıştır. Ebû Dâvûd'un rivayet ettiği, «Peygamber (s.a.v.); Allah indinde helalın en sevimsizi talâktır, buyurdu.» hadîsine gelince: Burada helaldan murad; yapılması lâzım olmayan şeydir ki mübaha, menduba, vâcibe ve mekruha şâmildir. Nitekim bunu Şümunnî söylemiştir. Bu satırlar kısaltılarak Bahır'dan alınmıştır.
Ben derim ki: Lâkin cevabın hâsılı şudur: Bir şeyin sevimsiz olması helâl olmasına aykırı değildir. Çünkü bu mânâya helâl, mekruha şâmildir. Mekruh da sevimsizdir. Helaldan, «terki fiiline tercih olunmayan» mânâsı kasdedilirse, bunun hilâfınadır. Sen biliyorsun ki, bu cevap ikinci kavli te'yid etmektedir. Ondan sonra dahi ikinci kavlin te'yidi gelmektedir.
«Ulemanın» sözü Fetih sahibine cevaptır. Fetih sahibi şunları söylemiştir: «Ulemanın talâk mubahtır demeleri ve talâk ancak yaşlılıktan veya şüpheden dolayı mübah olur diyenlerin sözünü Peygamber (s.a.v.) Hz. Hafsa'yı boşadı diye iptal etmeleri talâkta asıl haram olmasıdır sözlerine aykırı değildir. Çünkü talâkta nikâh nimetine karşı küfran (nankörlük) vardır. Talâkın mübah kılınması, kurtuluşa ihtiyaç olduğu içindir. Bir de; Allah indinde helalın en sevimsizi talâktır, buyurulduğu içindir.»
Bahır sahibi buna şöyle cevap vermiştir: «Bu kaide şer'an talâkın haram olduğuna delâlet etmez. O ancak burada esas haram olduğunu bildirir. Bu da şeriatla terkedilmiştir. Binaenaleyh meşru olan helâl olmasıdır. Bu, fukahanın şu sözlerine benzer: Nikâhta asıl, haram olmasıdır. O ancak doğurmaya, üremeye ihtiyaç olduğu için mübah kılınmıştır. Bu sözden onun haram olduğu anlaşılır mı? Hak olan, kadından kurtulmak isteyerek ihtiyaç yokken talâkın mübah olmasıdır. Buna delil, yukarıda geçen âyetlerdir.»
Ben derim ki: İki esasın arasındaki fark gizli değildir. Çünkü nikâhta asıl olan memnuiyet tamamiyle giderilmiştir. Onda aslâ memnu taraf kalmamıştır. Meğerki haricî bir ârıza olsun. Talâk böyle değildir. Hidâye sahibinin açıkladığına göre, o köleliği yok etmek cihetinden haddi zatında meşrudur. Bu da başkasından gelen bir mânâ için memnu olmasına aykırı değildir. Bu mânâ kendisine birçok dînî ve dünyevî yararların taallûk ettiği nikâhı kesmektir. Bu açık gösterir ki, talâk hem meşru hem memnu iki taraflı bir şeydir. Meşru ile memnuun bir yere gelmelerinde zıddiyet yoktur. Çünkü haysiyet muhteliftir. Gaspedilen yerde namaz kılmak gibi ki, burada asıldaki memnuiyet tamamiyle yok olmamıştır. Bilâkis şimdiye kadar mevcuttur. Nikâhtaki memnuiyet bunun hilâfınadır. O, muhterem olan insan cüzüyle faydalanmak ve başkalarının avret yerlerini görmek cihetinden memnu idi. Fakat bu memnuiyet, doğuma ve bu âlemin devamına olan ihtiyaç sebebiyle ortadan kalkmıştır.
Talâka gelince: Onda asıl olan, memnuiyettir. Yani haram olmasıdır. Ancak onu mâbah kılan bir ârıza sebebiyle mâbah olur. Ulemanın, «Talâkta asıl, haram olmasıdır. Mübah kılınması kurtuluşa olan ihtiyaçtan ileri gelir.» sözlerinin mânâsı budur. Talâk hiç sebepsiz olursa, onda kurtulmaya ihtiyaç yok demektir. Bilâkis ahmaklık, düşüncesizlik ve sırf nankörlük olur. Sadece kadına, ailesine ve çocuklarına eza, cefadan ibarettir. Onun içindir ki ulema, «Talâkın sebebi, karı-kocanın ahlâkı birbirine uymadığı ve Allah'ın emirlerini yapmamayı icabeden küsüşme ârız olduğu vakit, birbirlerinden kurtulmaya ihtiyaç hâsıl olmasıdır.» demişlerdir. Demek ki hâcet, söylenildiği gibi yaşlılığa ve şüpheye mahsus değildir. Bilâkis umumîdir. Nitekim Fetih sahibi bunu ihtiyar etmiştir. Şer'an mübah kılan hâcetten ayrıldığı yerde aslî memnuiyeti üzere kalır. Onun için Teâlâ Hazretleri, «Eğer kadınlar size itaat ederlerse, onların aleyhine yol aramayın.» Yani ayrılmayı istemeyin buyurmuştur. Allah indinde helâlın en sevimsizi talâktır, hadîsi de buna göre yorumlanır.
Fetih sahibi diyor ki: «Mübah sözü, bazı vakitlerde mübah kılınan mânâsına yorumlanır. Yani mübah kılan hâcet tahakkuk ettiği zaman demektir.» Zikredilen hâcet bulundu mu talâk mübahtır. Peygamber (s.a.v.) ile ashabının ve diğer imamların yaptıklan da, kendilerini abesle iştigalden ve sebepsiz yere eziyet vermekten korumak için buna yorumlanır. Şu halde Bahır sahibinin, «Hak olan, kadından kurtulmak için hâcet yokken talâkın mübah olmasıdır» sözünden muradı, sebepsiz kurtulmaksa - ki hatıra gelen budur - memnudur. Çünkü ulemanın, «Talâkın mübah kılınması, kurtulmaya hâcet olduğu içindir.» sözlerine muhaliftir. Onlar bunun ancak ihtiyaç hâsıl olduğu vakit helâl olduğunu söylemişlerdir. Mucerret kurtulmak istediği vakit helâl olur demek istememişlerdir. Bahır sahibi ihtiyaç anında kurtulmayı kasdettiyse, matlub olan budur. Yine Bahır sahibinin, «Fetih sahibinin sahih kabul ettiği kavil, zayıf olan kavli tercihtir. Ulemamızın mezhebi değildir.» ifadesi söz götürür. Çünkü zayıf olan, yaşlılık veya şüpheden başka bir sebeple talâkın mübah olmamasıdır. Fetih sahibinin sahihlediği ise, böyle bir şeyle kayıtlı» olmamasıdır. Nitekim ulemanın hâceti mutlak söylemeleri de bunu iktiza eder. Yine bu anlattığımız ile, ulemanın mübahtır demeleriyle talâkta asıl haram olmasıdır sözlerinin arasındaki zıddiyet ortadan kalkmıştır. Çünkü haysiyet muhteliftir. Keza Bahır sahibinin mezhep budur diye iddia etmesiyle, Fetih sahibinin sahih kabul ettiği kavil arasında muhalefet olmadığı da anlaşılmıştır. Bu izahı ganimet bil! Çünkü o, kâdir olan Allah'ın bahşettiği fütûhattandır.
METİN
Hattâ eza veren veya namazı terkeden kadını boşamak müstehap bile olur. Gâye. Bu şunu ifade eder ki, namaz kılmayan kadınla geçinmekte günah yoktur. İyilikle elde tutmak mümkün değilse, kadını boşamak vâcip; talâk bid'î olursa haramdır. Talâkın iyiliklerinden biride onunla kötülüklerden kurtulmaktır. Bununla anlaşılır ki; «Seni boşarsam sen ondan önce üç talâk boşsun.» gibi devir talâkı bilittifak vâkidir. Nitekim bunu musannıf Cevâhiru'l-Fetevâ'ya nisbet ederek beyanda bulunmuştur. Hattâ devrin sahih olduğuna bir hâkim hükmetse, hükmü asla geçerli olmaz.
İZAH
«Eza veren kadın» sözünü mutlak bırakmıştır. Binaenaleyh kendine eza verenle, başkasına eza verene; diliyle eza verenle, fiiliyle eza verene şamildir. T.
«Veya namazı terkeden kadın.» öyle anlaşılıyor ki, namazdan başka farzları terketmek de namaz gibidir. İbn-i Mes'ud (r.a.)'un, «Kadının mehri boynumda borç olarak Allah Teâlâ'ya kavuşmam, namaz kılmayan bir kadınla geçinmemden daha hayırlıdır.» dediği rivayet olur. T.
«Bu şunu ifade eder ki...» Yani boşamanın müstehap olması, namaz kılmayan kadınla geçinmenin günah olmadığını ifade eder. Bunu Bahır sahibi söylemiş ve şöyle demiştir: «Onun için Fetevâ kitaplarında ulema; erkek karısını namazı terkettiği için dövebilir. demişlerdir. Fakat buna bel bağlamamışlardır. Halbuki kadını namazı terkettiği için dövmek hususunda iki rivayet vardır. Bunları Kâdıhân zikretmiştir.»
«İyilikle elde tutmak mümkün değilse...» Meselâ erkek enenmiş veya âleti kesik yahut kalkınamaz olursa; yahut şekkâz veya bağlı olursa, kadını boşaması vâcip olur. Şekkâz; kadınla düşüp kalkmazdan önce âleti kalkıp, sonra cima için kalkmâyan kimsedir. Bağlıdan murad; sihirlenen kimsedir.
«Bid'î» talâkın beyanı az ileride gelecektir.
«Talâkın iyiliklerinden biri de, onunla kötülüklerden kurtulmaktır.» Yani gerek dînî, gerek dünyevî kötülüklerden kurtulmaktır. Bahır. Meselâ evliliğin hakkını veremez yahut kadına karşı şehvet duymaz olmuştur. Fetih sahibi diyor ki: «Onun iyiliklerinden biri de, kadınların değil, erkeklerin eline verilmiş olmasıdır. Çünkü kadınların akılları eksik, heva hevesleri galip, dinleri noksandır. Bunlardan biri de. talâkın üç defa meşru olmasıdır. Zira nefis yalancıdır. Çok defa kadına ihtiyaç yokmuş gibi gösterir, sonra pişmanlık hâsıl olur. Binaenaleyh erkek birinci ve ikinci defalarda kendini denesin diye üç defa meşru olmuştur.» Bu satırlar kısaltılarak alınmıştır.
«Bununla» Yani zikredilen kurtuluşun talâkın iyiliklerinden olmasıyla anlaşılır ki, devir talâkı vâki olur. Çünkü bu talâk vâki olmasa, bu hikmet de elden gider. H. Buna devir talâkı denilmesi, iş iki zıt arasında döndüğü içindir. Çünkü halen geçerli olmak üzere yapılan talâkın vukuundan, ondan öncesine tâlik edilen üç talâkın vukuu lâzım gelir. Ondan önce yapılan üç talâka vukuundan bir talâkın, vâki olmaması lâzım gelir. Şu halde devirden murad, kelâm ilminde ıstılah olan devir değildir. Oradaki devir, iki şeyden herbirinin diğerine bağlıolmasıdır. Bundan da bir şeyin kendi nefsine bağlı olması ve ondan bir yahut iki mertebe geri kalması lâzım gelir. T.
«Vâkidir.» Yani kadını bir defa boşadı mı, geçerli olan bir talâkın üçü, muallâk olanın da ikisi vâki olur. Kadını iki defa boşarsa, ikisi de vâki olur; bir de muallâk talâk vâki olur. Üç defa boşarsa, üçü de vâki olur. Muallâk talâka ehliyet kalmamış olur. Bu sebeple o hükümsüz kalır. Karısına, «seni boşarsam sen ondan önce boşsun» der de, sonra bir defa boşarsa, biri halen geçerli, biri muallâk olmak üzere iki talâk vâki olur. Başkalarını buna kıyas et. Fethu'l-Kadir'de böyle denilmiştir.
«Bir hâkim hükmetse ilh...» sözü, bilittifak vâki olur ifadesi üzerine tefri edilmiştir. Buna musannıf dahi Cevâhiru'l-Fetevâ'dan naklen söylemiş ve şöyle demiştir: «Bir hâkim devrin sahih olduğuna, nikâhın devamına ve talâk vâki olmadığına hüküm verirse, hükmü gecerli olmaz. Başka bir hâkimin o karı-kocayı ayırması vâcip olur. Çünkü böyle bir şey hilâf sayılmaz. Zira meçhul, bâtıl, fâsit, butlanı meydanda bir sözdür. Bundan önce Cevâhiru'l-Fetevâ'dan naklen bu kavlin Şâfiîlerden Ebu'l-Abbâs b. Süreyc'e ait olduğunu ve bütün müslüman imamlarının bunu reddettiklerini, bunun yalan bir söz olduğunu söylemiştir. Zira sahabe ve tâbiinden al da selefin imamlarından Ebû Hanife, Şâfiî ve onların arkadaşlarına varıncaya kadar bütün ümmet mükellefin vâkidir diye ittifak etmişlerdir.»
Ben derim ki: Lâkin icma dâvâsı karşısında şu müşkil kalır: Şafiî imamlarından Müzenî, İbn-i Haddâd, Kaffâl, Kadı Ebu't-Tayyib, Beyzâvî gibi birçokları, devrin sahih olduğunu söylemişlerdir. Gazâlî ile Sübkî de bunlardan iseler de, sonradan dönmüşlerdir. Fethu'l-Kadir sahibi müteehirin ulemamızdan bazılarının devir bâtıldır dediklerini; ekserisinin ise sahih olduğunu söylediklerini ve kadının boş düşmediğini nakletmiştir. Bahır sahibi de onu te'yid etmiştir. Lâkin ben Allâme İbn-i Hacer-i Mekkî'nin mufassal bir eserini gördüm ki, devrin bâtıl olduğunu ve ekseri Şâfiîlerin kavli bu olduğunu bildiriyor. Mâlikîlerden Karâfî'nin üstadı Izz b. Abdiselâm'dan - ki 'Ulemanın Sultanı' lâkabını taşır. Bir Şâfiî âlimidir.- naklettiğine göre devir sahih değildir. Onun sahih olduğunu söyleyen kimseye uymak haramdır. Bununla hüküm veren bir hâkimin hükmü bozulur. Çünkü şeriat kaidelerine aykırıdır.
Allâme İbn-i Hacer Hanefîlerle Mâlikîlerden ve Hambelîlerden bir cemaatın, devrin sahih olduğunu kabul edenlere ağır hücumlarda bulunduklarını söylemiş ve şöyle demiştir: «Bazı imamlar, Ebû Hanife ile arkadaşlarının devrin fâsit olduğuna ittifak ettiklerini nakleylemişlerdir. Onlardan yalnız üç talâk mı yoksa bir talâk mı sayılacağı hususunda ihtilâf rivayet edilmiştir. İrşad şarihinin bildirdiğine göre, fetva hususunda mutemet kavil, müneccez olan bir talâkın vukuudur. Mısır ve Şam beldelerinde amel buna göredir. Râfiî bu kavli Ebû Hanife'ye nisbet etmiştir. Hanefîlerden Sürûcî, mubalâğa göstererek demiştir ki: Bu, hıristiyanların mezhebine benzer. Onlar; koca, ömrü müddetince karısını boşayamaz derler.» Bu satırlar kısaltılarak alınmıştır. Fethu'l-Kadir'de dahi bildirildiğine göre, devir sahihtir demek, hem lügatın, hem aklın, hem de şeriatın hükmüne muhaliftir. Fetih sahibi bunu gereğince anlatmıştır. Ona müracaat edebilirsin!
TEMBİH: Anladın ki, Şâfiîlerce mutemet olan kavil, yalnız müneccez bir talâkın vukuudur. Onlar bunu bütün tâlik cümlesini iptal ederek söylemişlerdir. Fetih'ten naklen yukarıda geçti ki, bize göre kesin olarak üç talâk vâkidir. Biz bunu yalnız cümledeki «ondan önce» sözünü iptal ederek söyleriz. Çünkü devir ancak bununla olur. İbn-i Hacer, Hambelîlerin müftüsünden onlarca bu hususta iki kavil olduğunu nakletmiştir. Hilâfın bizim mezhebimizde de sabit olduğunu evvelce arzetmiştik. Allahu a'lem.
METİN
Talâkın kısımları üçtür: Hasen, ahsen ve bid'î. Bid'î talâkı yapan günaha girar. Talâkın lâfızları, sarih ve ona mülhak olan sözlerle kinâye lâfızlardır. Talâkın mahalli, nikâhlı kadındır. Ehli de âkıl bâliğ ve uyanık olan kocadır. Rüknü; istisnadan hâli olan lâfz-ı mahsustur.
İZAH
«Sarih...» Yalnız nikâh bağını çözmek hususunda kullanılan sözdür, Bu sözle talâk-ı ric'î yahut talâk-ı bâin vâki olması müsavidir. Nitekim izahı gelecek bâbta yapılacaktır.
«Ona mülhak...» Yani niyete ihtiyacı olmadan boşamakta kullanılan tahrim kelimesi gibi yahut ric'î talâk ifade eden kelimelerden olmasına bakarak sarih hükmü verilen sözlerdir. Velevki niyete muhtaç olsunlar. İddetini bekle, rahmini temizle, sen birsin gibi sözler bu kabildendir. Bunu Rahmetî söylemiştir.
•Kinaye...» Talâk için konulmayan sözdür ki, talâka da, başka şeye de ihtimali vardır. Nitekim bâbında görülecektir.
«Talâkın mahalli nikâhlı kadındır.» Yani velevki ric'î talâkın iddeti içinde olsun; yahut hür kadın hakkında üçten aşağı, cariye hakkında ikiden aşağı talâk-ı bâin iddeti içinde bulunsun; veya karı ile kocadan birinin İslâmiyeti kabulden çekindiği veya dinden döndüğü için nikâhları feshedilsin de iddet halinde olsun. Kocasının oğlunu öpmek gibi hürmet-i müebbede sebebiyle feshedilen nikâhtan dolayı iddet bekleyen bunun hilâfına olduğu gibi, müebbed olmayan âzâd muhayyerliği, bülûğ muhayyerliği, küf'ü olmamak, mehir noksanlığı, karı iIe kocadan birinin esir edilmesi ve hicreti gibi hürmetten dolayı iddet dahi bunun hilâfınadır. Bu gibi iddetlerde talâk vâki olmaz. Nitekim Bahır sahibi bunu Fetih'ten naklen izah etmiştir. Keza bâbımızın sonunda geleceği vecihle, bir kadın kocasına mâlik olduğu an onu âzâd eder de kocası iddet içinde kendisini boşarsa, bu talâk vâki olmaz. Bu hususta sözün tamamı kinayeler bâbının sonunda gelecektir.
«Ehli de âkıl bâliğ kocadır ilh...» Şarih kocadır sözüyle kölenin efendisinden ve küçük çocuğun babasından ihtiraz ettiği gibi; âkıl sözüyle de -velev hükmen olsun - deliden, bunaktan, çıldırmıştan ve baygından ihtiraz etmiştir. Sarhoş, muztar olsun zorla içirilsin bunun hilâfınadır. Bâliğ sözüyle çocuktan ihtiraz etmiştir. Velevki mürâhik, yani bülûğa yaklaşmış olsun. Uyanık sözüyle de uyuyandan ihtiraz etmiştir. Bu gösterir ki, müslüman olması, sağlam, gönüllü, ciddi bulunması ve talâkı kasdetmesi şart değildir. Binaenaleyh kölenin, haram bir içki sebebiyle sarhoş olanın, kâfirin, hastanın, boşamaya zorlanan kimsenin, şakadan boşayanın ve hataen boşayanın talâkları vâkidir. Nitekim gelecektir.
«Rüknü; lâfz-ı mahsustur.» Bundan murad, talâk mânâsına delâlet eden sarîh veya kinaye sözdür. Binaenaleyh yukarıda geçtiği vecihle fesihler talâktan hariçtir. Lâfızla velev hükmen olsun sözü kasdetmiştir. Tâ ki okunaklı yazı, dilsizin işareti ve sen şöyle boşsun diyerek parmaklarıyla sayıya işareti tarife dahil olsun. Nitekim bunlar gelecektir. Bu izahtan anlaşılır ki, karısıyla kavga eden bir adam onun eline üç taş vererek boşamayı niyet eder, fakat sarih veya kinaye bir söz söylemezse, talâk vâki olmaz. Nitekim Hayreddin-i Remlî ve başkaları bununla fetva vermişlerdir. Keza bazı bedevîlerin yaptığı gibi kadına, başını tıraş et diye emir vermekle, niyet etse bile talâk vâki olmaz.
«İstisnadan hâli» olan sözle talâk vâki olur. Fakat boşama sözüyle birlikte şartlarını hâvi istisna bulunursa, talâk vâki olmaz. Binaenaleyh inşaallah boşsun gibi sözlerle talâk tahakkuk etmez. Bahır sahibi, «Talâk gayenin sonu olmamalıdır.» sözünü ilâve etmiştir. Zira bir adam karısına, «sen birden üçe kadar boşsun» derse, İmam-ı Âzam'a göre üçüncü talâk vâki değildir.
METİN
İçinde cima bulunmayan temizlik müddetinde yalnız ric'î bir talâk ile boşayıp, kadını iddeti geçinceye kadar terketmek, diğer talâklara nisbetle ahsen (en güzel) talâktır.
İZAH
«Yalnız ric'î bir talâk» diye kayıtlaması, bâin bir talâk olursa zâhir rivayete göre bid'î sayılacağı içindir. Ziyâdât'ın rivayetine göre bu mekruh değildir. Bunu Bahır sahibi Fetih'ten nakletmiş; sonra Muhit'ten naklen, «Hayız halinde hul' yapmak bilittifak mekruh değildir. Çünkü bedel elde etmek ancak bununla mümkün olur.» demiştir. Şarih bunu söyleyecektir ve tamamı iIeride gelecektir. Yalnız bir talâk demesi, başka bir kelime daha katarsa talâk bid'î olacağı içindir. Bir talâka aralıklı olarak başka talâklar ilâve ederse, bu da ahsen olmaz. Bahır. İçinde cima bulunan bir temizlik müddetinde yapılan talâk sünnî olur. Hattâ karısına sen sünnet vecihle boş ol dese ve kadın temiz olup başkası tarafından cima edilmiş bulunsa, yapılan zina ise, talâk vâki olur. Şübheyle cima ise, talâk vâki olmaz. Muhit'te böyledenilmiştir. Galiba fark, zinaya nikâh hükümleri terettüp etmediğinden ileri gelmektedir. Binaenaleyh o hiçe çıkarılmıştır. Şüpheyle cima bunun hilâfınadır. Bu izahtan anlaşılır ki, musannıfın, içinde cima bulunmayan temizlik müddeti» demesi, başkalarının, «içinde karısıyla cima etmediği» sözünden daha iyidir. Lâkin mutlaka, «Ondan önce hayız esnasında da cima etmemiş olması ve bunların ikisinde de talâk bulunmayıp, kadının hamileliği zuhur etmemesi, hayızdan kesilmiş veya küçük kız olmaması» demek lâzım gelir. Nitekim Bedayi'de böyle denilmiştir. Çünkü kadına hayız halinde cima edip de ondan sonraki temizlik müddetinde boşarsa, bu talâk bid'î olur. Keza temizlik halinde iki defa boşarsa yine bid'î olur. Çünkü bir temizlik halinde iki defa boşamak bize göre mekruhtur. Kadını hamileliği anlaşıldıktan sonra boşarsa, yahut kadın cima ettiği temizlik müddetinde hayız görmeyenlerden ise, talâk bid'î olmaz. Çünkü illet yani iddetini uzatma yoktur. Nehir.
«Kadını iddeti geçinceye kadar terketmek» sözünün mânâsı talâksız terketmek demektir. Yoksa mutlak surette semtine varmamak değildir. Çünkü o kadına ricat ederse, yapmış olduğu talâk ahsen olmaktan çıkmaz. Bahır.
«Ahsen» yani en güzel talâktır. Çünkü müttefekun aleyhtir. İkinci kısım talâk bunun hilâfınadır. Çünkü İmam Mâlik onun mekruh olduğuna kaildir. Zira bir talâkla hacet bitirilmiş olur. Bunu Bahır sahibi Mi'râc'tan nakletmiştir.
«Diğer talâklara nisbetle» ahsendir. Yoksa haddi zâtında bu talâk hasen demek değildir. Bununla, «Talâk helalların en sevimsizi olduğu halde nasıl güzel olur?» diye vârit olan itiraz defedilmiş olur. Talâkın mesnun olan iki kısmından biri budur. Burada mesnunun mânâsı, sevap celbeden sünnettir, demek değil; muahazeyi icabetmeyecek şekilde sabit olan mânâsınadır. Çünkü talâk haddi zâtında bir ibadet değildir ki, ona sevap verilsin. Burada murad onun mübah olmasıdır. Evet, kadını bid'î talâkla boşamaya sebep varken kocası sabreder de vakti gelince sünnî şekilde boşarsa, günaha girmekten sakındığı için sevaba girer. Yoksa talâktan kaçındığı için bir sevap yoktur. Zina etmek için bütün sebepler mevcut olduğu halde bir adamın kendini zinadan muhafaza etmesi gibi ki sevaba girer, fakat zina etmediği için değil, kendini tuttuğu içindir. Zira sahih kavle göre kulun mükellef olduğu şey, yokluk değil kendini tutmasıdır. Nitekim usûl-ü fıkıhtan öğrenilebilir. Bahır ve Fetih.
METİN
Hayız görenlerden cima edilmeyen bir kadını velev hayız esnasında olsun bir talâkla boşamak, cima edilen kadını ayrı ayrı üç temizlik müddetinde - o müddette veya ondan önceki hayızda cima etmemek ve boşamamak şartıyla - birer defa boşamak hasen ve sünnîdir. Hayız görmeyenler hakkında ise üç ayda birer defa boşamak hasen ve sünnîdir. Bundan anlaşılır ki, birinci kısım evleviyetle sünnîdir. Böylelerin, yani hayızdan kesilmiş, küçük ve hamile kadınların cimanın akabinde boşanmaları helaldır. Çünkü hayız görenler hakkında kerahet, gebelik tevehhümünden ileri gelir. Bunlarda ise o yoktur.
İZAH
Buradaki metnin hâsılı şudur: Sünnet vecihle talâk, biri sayı, diğeri vakit itibariyle olmak üzere iki kısımdır. Sayı itibariyle sünnet bir talâkın üzerine başka bir kelime katmamaktır. Bu hususta cima edilen kadınla edilmeyen arasında fark yoktur. Ancak cima edilen hakkında talâkın içinde cima bulunmayan bir temizlik müddetinde olması gerekir. Keza ondan önce geçen hayızda da cima bulunmamalıdır. Nitekim yukarıda geçti. Yoksa talâk bid'î olur.
Cima edilmeyen kadın hakkında talâkın, temizlik müddetinde olmasıyla hayız esnasında olması arasında fark yoktur. Çünkü vakıt yani cimadan hâli temizlik müddeti cima edilen kadına mahsustur. Binaenaleyh cima edilen kadın hakkında hem vakte hem sayıya dikkat etmek lâzımdır. Onu bir temizlik müddetinde bir defa boşamalıdır. En güzel sünnî talâk budur. Yahut üç ayrı temizlik müddetinde veya üç ayda birer defa boşar ki, bu da sünnî ve hasendir. Bahır sahibi Mi'râc'dan naklen burada halvetin de cima gibi olduğunu söylemiştir. Nikâh bahsinin halvet hükümlerinde bunun açıklaması geçmişti.
«Üç temizlik müddetinde» birer defa boşamak hür kadınlara mahsustur. Kadın cariye olursa, iki temizlik müddetinde birer defa boşanır. Bercendî. Temizlik müddetinin evveli ve sonu hakkında geçen hilâf burada da mevcuttur. Nitekim Bahır sahibi buna tembihte bulunmuştur.
«Ve boşamamak şartıyla...» Yani hayız halinde boşamamak şartıyla demektir. Çünkü bu, bir temizlik müddetinde iki talâkla boşamak gibidir ve mehruhtur. Şarihin, «o hayız müddetinde ve o temizlik müddetinde talâk bulunmamak» dememesi, sözümüz üç talâkı üç temizlik müddetine dağıtmak hususunda olduğu içindir. T.
«Üç ayda» birer defa boşamaktır. Yani kadını kamerî ayın başında boşarsa ki, bundan murad, hilâlin göründüğü gecedir. Üç ay itibara alınır. Aksi takdirde talâkı üç aya dağıtmış olmak için her ay bilittifak otuz gün üzerinden hesap edilir. İmam-ı Azam'a göre iddetin bitmesi hakkında dahi bu usül tâkip edilir. İmameyn'e göre bir ay gün hesabıyla, iki ay da hilâl hesabıyla itibara alınır. Fetih sahibi diyor ki: «Fetvanın İmameyn kavline göre olduğu söylenir. Çünkü bu daha kolaydır demişlerdir. Fakat bir şey değildir.»
«Hayız görmeyenler hakkında...» Yani yaşça bülûğa erip, kan görmeyen veya hamile yahut küçük olup muhtar kavle göre dokuz yaşına varmayan kız veya râcih kavle göre ellibeş yaşına varmış hayızdan kesilen kadının aylarla boşanması hasen ve sünnîdir. Temizlik mûddeti uzayan kadın ise, hayız görenlerden sayılır. Çünkü kendisi gençtir, kanı görmüştür, onu sünnet vecihle boşamak, hayızdan kesilme çağına varmadıkça yalnız bir talâkla olur. Zira onun hakkında hayız görmek ümidi vardır. Bunu birçok ulema açıklamışlardır. Nehir. Bahır sahibi diyor ki: «Bu izaha göre kocası o kadınla temizliği esnasında cima etmiş de temizlik müddeti uzun sürmüşse, hayzını görünceye kadar onu sünnet vecihle boşaması mümkün olmaz. Hayzını görecek, sonra temizlenecektir. Bu hal, süt emzirme müddetinde hayız görmeyen genç kadınlarda çok görülür.»
Ben derim ki: Küçük kızı dokuz yaşına varmamışsa diye kayıtlamak, dokuz yaşına varan kızın talâkı aylara bölünmeyeceğini ifade eder. Halbuki öyle değildir. Bunun faydası, ondan sonra zikrettiği, «böylelerin cimanın akabinde boşanması helaldır» ifadesinde görünür. Nitekim anlayacaksın.
«Evleviyetle sünnîdir.» Çünkü birinci kısım bundan daha güzeldir. Bu söz Nehir sahibinin Fetih sahibine verdiği cevaptır. Fetih sahibi, «Bunu sünnet talâk diye tahsis etmenin bir vechi yoktur. Zira birinci talâk da öyledir. Binaenaleyh münasip olan onu iki sünnî talâktan fazileti az olan ile ayırmaktır.» demiştir.
«Çünkü hayız görenler hakkında kerahet ilh...» Yani hayız gören kadınlar hakkında cima edildiği temizlik müddetinde boşamanın mekruh olması, gebelik tevehhümünden dolayıdır. Böylece iddetin hayızla mı yoksa doğurmakla mı biteceği şaşırılır. Fetih sahibi diyor ki: «Bu vecih, küçüklüğünden veya büyüklüğünden dolayı değil de küçüklüğünden başlayarak temizlik müddeti uzayıp giden kadınla, bülûğ çağına vardığı halde henüz bülûğa ermeyen hakkında cimasının akabinde boşanmasının caiz olmamasını gerektirir. Çünkü bunların herbirinde gebelik tevehhüm olunur.» Bundan önce de şöyle demiştir: «Muhit sahibinin beyanına göre Hulvânî demiştir ki: Bu, gebeliği umulmayan küçük kız hakkındadır. Gebeliği umulan kadın hakkında ise erkek için efdal olan, o kadının ciması ile talâkı arasını bir ayla ayırmaktır. Nitekim Züfer böyle demiştir. Aşikârdır ki İmam Züfer'in kavli ayırmanın efdal olduğu hakkında değil, lüzumu hakkındadır.»
Bahır sahibi buna şöyle cevap vermiştir: «Teşbih sadece fâsıla yani ayın aslı hakkındadır. Efdaliyet hususunda değildir.» Fetih sahibi, «küçüklüğünden başlayarak» yani yaşca bülûğa erip de temizlik müddeti uzarsa sözüyle, hayız görerek bülûğa erdikten sonra temizlik müddeti uzayan kadından ihtiraz etmiştir. Çünkü böylesi sünnet vecihle yalnız bir defa boşanır, Nitekim yukarıda geçti. Çünkü bu kadın hayzını görmüş bir gençtir. Hayzının her an gelmesi beklenmektedir. Binaenaleyh onun hakkında hayız görenlerin hükmü bâkîdir. Bülûğa erip de hiç hayız görmeyen bunun hilâfınadır.
METİN
Bid'î talâk, bir temizlik müddetinde ayrı ayrı zamanlarda üç defa yahut bir defada iki talâk veya iki defada iki talâk boşayıp kadına dönmemektir. Yahut kadını cima edildiği bir temizlikmüddetinde bir defa boşamak veya cima edilen kadını hayız halinde bir defa boşamaktır. Musannıf, bid'î talâk bu ikisine muhalif olandır, dese daha kısa ve daha faydalı olurdu. Esah kavle göre hayız halinde boşadığı karısına dönmesi vâcip olur. Bu, günahı gidermek içindir.
İZAH
«Bid'î» bid'ata mensup demektir. Burada ondan murad, haram olan talâktır. Çünkü ulama boşayanın âsl olduğunu açıklamışlardır. Bahır.
«Ayrı ayrı zamanlarda üç defa» boşamaktır. Bir kelimeyle üç defa boşamak evleviyetle bid'î talâk olur. İmamiyye taifesinden rivayet olunduğuna göre, üç lâfzıyla talâk vâki olmadığı gibi; hayız halinde de vâki olmaz. Çünkü haram kılınmış bir bidattır. İbn-i Abbâs'dan bir rivayete göre, bu sözle bir talâk vâki olur. İbn-i İshak, Tâvûs ve İkrime buna kâildirler. Çünkü Müslim'in bir rivayetinde, «İbn-i Abbâs dedi ki: Resulullah (s.a.v.) ile Ebû Bekir devrinde ve Ömer'in hilâfetinin iki yılında üç talâk bir sayılırdı. Nihayet Ömer; halk öyle bir işte acele ettiler ki, kendilerine o işte mehil vardı. Bunu onlara geçerli kılsak ha! dedi ve aleyhlerine yürürlüğe koydu.» buyrulmuştur. Sahabe ve Tâbiinin cumhuru ile onlardan sonra gelen müslümanların imamları üç talâk vâki olduğuna kaildirler.
Fetih sahibi buna delâlet eden hadîsleri sıraladıktan sonra şunları söylemektedir: «Bu, yukarıda geçene aykırıdır. Ashabın Ömer'e muhalefet göstermemesi ve bu sözle geçmişte bir talâk vâki olduğunu bilmesi ile birlikte Ömer'in üç talâkı aleyhlerine geçerli sayması olacak şey değildir. Meğerki son zamanda nâsih bulunduğunu öğrenmiş olsunlar. Yahut son zamanda kalmadığını bildikleri birtakım mânâlara dayanan hükmün sona erdiğini bildikleri için muhalefet göstermemişlerdir. Hambelîlerden birinin, «Resulullah (s.a.v) kendisini görmüş bulunan yüz bin gözü dünyada bırakarak vefat etti. Onlardan yahut onların onda birinin onda birinin onda birinden üç talâk vâki olacağına dair size sahih bir kavîl rivayet olundu mu?» sözü bâtıldır. Şöyle ki: evvelâ Ashabın icmaı zâhîrdir. Çünkü Hz. Ömer üç talâkı geçerli kıldığı vakit onlardan hiçbirinin muhalefet göstermediği nakledilmemiştir. İcma ile sabit olan bir hükmü yüz binkişiden naklederken, herbirinin adını büyük bir ciltte tesbit edip bir kitap yazmak lâzım gelmez. Hem bu icma sükûtîdir. Sonra cimayı naklederken dikkat edilecek cihet, müctehidlerden nakledilendir. Bu yüz binin içinde fakih ve müctehid olanların sayısı yirmiyi geçmiyordu. Bunlar; Dört Halife ile dört Abdullah, Zeyd b. Sâbit, Mûaz b. Cebel, Enes ve Ebû Hureyre Hazretleri idi. Geri kalanlar bunlara muracaat eder, bunlardan fetva alırlardı. Bu zevatın çoğundan naklen açıkça sabit olmuştur ki üç talâk vâkidir. Kendilerine tek muhalif çıkmamıştır. Artık haktan sonra delâletten başka ne beklenir! Bundan dolayı diyoruz ki; bir hâkim, bir defada söylenen üç talâk birdir diye hüküm verse, geçersiz olur. Çünkü burada içtihada cevaz yoktur. Bu bir hilâftır, ihtilâfdegildir. Bu iş olsa olsa ümmüveled cariyeleri satmaya benzer ki, bunların satılamıyacağına icma vardır. Halbuki bunlar ilk devirlerde satılırlardı.» Bu satırlar kısaltılarak alınmıştır. Fetih sahibi bu hususta sözü uzun tutmuştur.
«Bir temizlik müddettinde» sözü üç talâkın da, iki talâkın da kaydıdır.
«Kadına dönmemektir.» İki talâk arasında kadına dönmesi kavlen yahut öpmek, şehvetle dokunmak gibi fiilen olursa mekruh değildir. Fakat cima ile bilittifak caiz değildir. Çünkü bu, içinde cima bulunan temizlik müddeti olur. Bu izah aşağıda gelen Tahâvî rivayetine göredir. Zâhir rivayete göre kadına dönmek fâsıla sayılmaz. Araya nikâh girmesi de böyledir. Bunu Bahır sahibi söylemiştir.
«Cima edildiği bir temizlik müddetinde...» Yani gebe kalmamak, hayızdan kesilmiş veya dokuz yaşına varmamış küçük kız olmamak şartıyla bir defa boşamak bid'î talâktır.
«Cima edilen kadını hayız halinde bir defa boşamaktır.» Yukarıda geçtiği vecihle, kendisiyle halvette bulunduğu kadını boşamak da böyledir.
«Daha kısa ve daha faydalı olurdu.» Daha kısa olması zâhirdir. Daha faydalı olmasına gelince: Çünkü hem onun zikrettiğine, hem de evvelce geçtiği vecihle talâk-ı bâine ve nifas halinde boşadığı karısına şâmil olurdu. Zira bu da bid'î talâktır. Nitekim Bahır'da bildirilmiştir. Keza hayız halinde cima edip ondan sonra gelen temizlik müddetinde boşadığı karısına da şâmil olurdu. tîA
«Esah kavle göre» sözünün mukabili, Kudûrî'nin, «müstehaptır» demesidir. Çünkü günah işlemiştir. Onu yok etmek imkânsızdır. Esas olmasının vechi, Peygamber (s.a.v.)'in Hz. Ömer'e, «Oğluna emret de hayız: halinde boşadığı karısına dönsün!» hadisidir. Bu hadis Sahihayn'da İbn-i Ömer (r.a.)'den rivayet olunmuştur. Zira hadîs-i şerif; biri açık, biri zımmî olmak üzere iki vücûba şâmildir. Açık vücûp Hz. Ömer'in emretmesidir. Zımnî olan da, oğluna söylerken ona taallûk edendir. Çünkü Ömer (r.a.) burada Peygamber (s.a.v.)'in naibidir. Binaenaleyh mübelliğ gibidir. Günahın yok edilmesinin imkânsızlığı sîgayı vücûp ifade etmekten değiştiremez. Zira onun eseri olan iddeti kaldırmayı icabetmesi ve iddeti uzatması caizdir. Çünkü bir şeyin devamı, bir vecihten eserinin devamıdır. Binaenaleyh hakikat terkedilemez. Meselenin tamamı Fetih'tedir.
METİN
Kadın hayızdan temizlendikten sonra isterse onu boşar, isterse tutar. Boşar diye kayıtlaması şundandır: Çünkü hayız halinde muhayyer bırakmak, kendini ihtiyar etmek ve hul' yapmak mekruh değildir. Müctebâ. Nifas da hayız gibidir. Cevhere.
İZAH
«Temizlendikten sonra isterse onu boşar.» Musannıfın ibaresinin zâhirinden anlaşıldığına göre, karısını hayzı içinde boşadığı temizlik devresinde boşar. Bu da Tahâvî'nin söylediğine muvafıktır ve İmam-ı Âzam'dan bir rivayettir. Çünkü talâkın eseri ricatla yok olmuştur ve sanki o hayzın içinde karısını boşamamıştır. Binaenaleyh o hayzın temizlik devresinde kadını boşaması sünnet olur. Lâkin Asıl'da zikredilen - Ki zâhir rivayet odur. Nitekim Kâfî'de de belirtilmiştir. Zâhir-i mezhep ve bütün imamlarımızın kavli de odur. - karısına hayız içinde dönerse, temizleninceye kadar boşamadan beklemesidir. Sonra hayzını görüp temizlendiğinde onu ikinci defa boşar. İçinde boşadığı hayızdan sonra gelen temizlik devresinde boşamaz. Çünkü bu bid'î talâk olur. Bahır ve Minah'ta böyle denilmiştir. Musannıfın ibaresi de buna ihtimallidir. H. Sahihayn'daki, «Oğluna emret de karısına dönsün! Sonra temizleninceye kadar onu tutsun; sonra hayzını görüp temizlendikte boşamayı dilerse ona dokunmadan boşasın! İşte Allah Azze ve Cellenin emir buyurduğu gibi iddet budur!» hadisi de zâhir rivayete delâlet etmektedir. Bahır. Fetih sahibi diyor ki: «Hadisin lâfzından, kadına dönüşün, boşadığı bu hayızla kayıtlı olduğu anlaşılıyor. Düşünülürse Ashabın sözlerinden anlaşılan da budur. Bunu yapmaz da kadın temizlenirse, ma'siyet karar kılar.» Ama şöyle denilebilir: «Bu Tahâvî'nin rivayetine göre zâhirdir. Mezhebe göre ise ikinci temizlik müddeti gelmeden ma'siyetin karar kılmaması gerekir. Bahır.»
Ben derim ki: Bu da söz götürür. Zira hadisten ve Ashabın sözünden anlaşılan bu olunca, mezhep de buna yorumlanır.
«Boşar diye kayıtlaması...» Yani, «yahut cima edilen kadının hayzında boşarsa» demesini kasdediyor. Bir de talâktan murad, ric'î olandır. Bu, bâinden ihtiraz içindir. Çünkü zâhir rivayete göre talâk-ı bâin bid'îdir. Velevki temizlik müddetinde yapılsın. Nitekim yukarıda geçti.
«Muhayyer bırakmak ilh...» Yani kadın hayızlı iken ona. «kendini seç» demek ve keza kadının kendini seçmesi mekruh değildir. Zahîre'de Müntekâ'dan naklen şöyle denilmektedir: «Kadının hoşlanmadığı bir hâlini gördüğü vakit. onu hayızlı iken hul' etmesinde bir beis yoktur. Hayız halinde muhayyer bırakmasında da bir beis yoktur. Kadının nefsini hayız halinde ihtiyar etmesinde dahi beis yoktur. Kadın bülûğa erer de kendini ihtiyar ederse, hayızlı olduğu zaman hâkimin onları ayırmasında beis yoktur.» Bedâyi, «Keza cariye âzâd olundukta hayızlı iken kendisini ihtiyar etmesinde bir beis yoktur. Âleti kalkmayanın karısı da öyledir.» denilmiştir.
«Mekruh değildir.» Çünkü kerahetin iIIeti, iddetl uzatması sebebiyle kadından zararı def etmektir. Çünkü içinde talâk vâki olan hayız iddetten sayılmaz. Kadın kendini ihtiyar etmekle ve hul' yapmakla buna razı olmuştur. Rahmetî.
«Nifas da hayız gibidir.» Bahır sahibi şöyle demiştir: «Hayızlı iken boşamak kadına iddetiuzatması sebebiyle men edilmiş olunca, nifas da onun gibidir. Nitekim Cevhere'de beyan edilmiştir.