03 Ekim 2012

REDDU'L-MUHTAR...RADÂ BÂBI


RADÂ BÂBI


METİN
Radâ veya ridâ', meme emmek demektir. Şer'an vakt-i mahsusunda bir kadın memesinden -velev bâkire veya ölü yahut hayızdan kesilmiş olsun- süt emmektir. Boğazından ve burnundan akıtmaya da emme hükmü verilmiştir. Vakt-i mahsus; İmam-ı Âzam'a göre ikibuçuk sene, İmameyn'e göre yalnız iki senedir. Esah olan da budur. Fetih. Fetva bununla verilir. Nitekim Kudûrî'nin Avn'den naklen sahihlediği de budur. Lâkin Cevhere'de, "Süt müddeti ikibuçuk sene içindedir. Sütten ayrıldıktan sonra emzirmek haramdır. Fetva buna göredir." denilmiştir.
İZAH
Nikâhtan maksat, çocuk doğurmaktır. Çocuk ilk anlarında ekseriyetle yalnız süt emmek suretiyle yaşar. Onun süt emmeye müteallik hükümleri vardır. Bunlar da nikâhın eserlerinden olup, ondan bir müddet sonra geldiğinden, süt meselesini nikâh hükümlerinin sonuna bırakmak icabetmiştir. Sonra derler ki, radâ, bahsi İmam Muhammed'in tasnifinden değildir. Onu bazı arkadaşları yapmış ve revaç bulsun diye İmam Muhammed'e nisbet etmiştir. Onun için Hâkim Ebu'l-Fadl Kâfî nâmındaki Muhtasar'ında bundan bahsetmemiştir. Halbuki kendisi bütün kitaplarında ta'lillerini hazfederek İmam Muhammed'in kavlini zikretmeyi iltizamda bulunmuştur. Umumiyetle ulemaya göre ise; bu bahis İmam Muhammed'in ilk tasnif ettiği eserlerdendir, Hâkimin bundan bahsetmemesi, nikâh bahsinde bahsettiği ile yetindiği içindir, Fatih. Rada' kelimesini rudâ' şeklinde okumak da caizdir. Ulemanın bunu zikretmemeleri, çocukla beraber başkasının da emmesi mânâsına geldiği içindir.
"Memesinden..." kelimesi hakkında Misbâh'ta şöyle denilmiştir: Meme kadına mahsustur. Ama erkek hakkında da kullanılır. Bu tarif noksandır. Çünkü lügatta emmek umumidir. Velevki hayvan memesinden olsun. Binaenaleyh evlâ olan, Kâmus'ta bildirildiği gibi radâ'; lügaten sütü yelinden veya memeden içmektir. T.
"Kadın" tabiriyle erkek ve hayvan tariften hariç kalırlar. Bahır.
«Yahut hayızdan kesilmiş olsun» tabirini Nehir sahibi ulemanın mutlak sözlerinden çıkararak söylemiş ve, "Bu fetva hâdisesi olmuştur." demiştir.
«Emme hükmü verilmiştir ilh...» sözü, Bahır sahibine ret cevabı olmak üzere yapılmış bir tariftir. Bahır sahibi şöyle demiştir: «Tarif tard suretiyle bozuktur. Çünkü bazen emmek bulunur da süt mideye ulaşmazsa, radâ' hükmü bulunmaz. Aksi suretiyle de bozuktur. Zira bazen radâ' bulunur emmek yoktur. Nitekim boğaza ve buruna akıtmak da böyledir.» Sonra Bahır sahibi şöyle cevap vermiştir: «Emmekten murad, ağız ve burundan mideye ulaşmaktır. Hassaten ağızdan emmeyi zikretmesi, mideye ulaşmaya sebep olduğu içindir. Binaenaleyhsebebi ıtlak ile müsebbebi kasdetmiştir.» Nehir sahibi kendisine şöyle itirazda bulunmuştur: «Emmek, mideye ulaşmayı gerektirir. Çünkü Kâmus'ta 'mass' kelimesi nazik olarak içmek mânâsında kullanılmış; ağız ve burundan akıtmaya da 'mass' hükmü verilmiştir. H.»
«Vakt-i mahsusunda» demeye hâcet yoktur denilebilir. Çünkü süt emen çocuk tabiri buna hâcet bırakmaz. Bunun sebebi, süt müddeti geçtikten sonra çocuğa 'süt çocuğu' denilmemesidir. Bu İnâye'de bildirilmiştir. Nehir. Ama söz götürür. İnâye'nin ibaresi şöyledir: «Büyük insana süt çocuğu denilmez.» İnâye sahibi bunu emmenin haram olması hususunda büyükle küçük müsavidir diyenlerin sözünü ret için söylemiştir.
"Avn'den..." Umumiyetle nüshalarda böyle denilmiştir. Bazı nüshalarda ise bunun yerine "Uyn'dan" tabiri kullanılmıştır. Bunların ikisi de kitap adıdır. Benim Nehir'de gördüğüm 'Uyun'dur. Kudûrî'nin Tashih'inde de öyledir.
«Lâkin ilah...» sözü, "Fetva bununla verilir." ifadesine istidraktır. Hâsılı şudur: Burada iki kavil vardır, Bunların ikisiyle de fetva verilmiştir. T.
METİN
Ulema İmam-ı Âzam'ın kavli için Teâlâ Hazretlerinin şu âyet-i kerîmesiyle istidlâl etmişlerdir: «Çocuğun ana karnında taşınmasıyla sütten ayrılması otuz aydır.» Yani bunlardan herbirinin müddeti otuz aydır demektir''. Şu kadar var ki; birincinin noksanlığı, Hz. Âişe'nin, "Çocuk ana karnında iki seneden fazla kalmaz..." sözüyle olmuştur. Böyle bir söz ancak işitmekle bilinir. Âyet-i kerîme müevveldir. Çünkü ulema müddeti azına da çoğuna da tevzi etmişlerdir. Binaenaleyh delâleti kesin değildir. Şu kadar var ki, mukallide vâcip olan, Müctehid'in deliliyle amel etmektir. Velevki delili zâhir olmasın. Nitekim Resmü'l-Müftî'de ifade edilmiştir. Lâkin Hâvî'nin sonunda şöyle denilmektedir: İmameyn İmam-ı Azam'a muhalefette bulunurlarsa bazıları, müftî muhayyerdir demişlerdir. Esah olan delilin kuvvetine itibar etmektir.
İZAH
«Yani bunlardan herbirinin müddeti otuz aydır.» Fetih sahibi diyor ki: «Bunun vechi şudur: Teâlâ Hazretleri iki şey zikretmiş, ikisine bir müddet tayin buyurmuştur. Şu halde bu müddet her ikisi için tam olarak müddettir. İki şahsa konulan borç müddeti gibi. Meselâ bir adam filancada olan alacağımı ve filancada olan alacağımı bir sene erteledim derse, bu sözden, herbirini tam bir sene bekleyeceği anlaşılır.»
«Şu kadar var ki birincinin noksanlığı...» Yani haml müddetinde otuz aydan noksan olması, Hz. Âişe hadisiyte sabit olmuştur.
«Çocuk ana karnında ilh...» Fethu'l-Kadir'de bu ibare şöyledir: «Çocuk ana karnında iki seneden fazla kalamaz. Velevki el iğinin yörüngesi , kadar olsun. Bir rivayette. "Velevki eliğinin gölgesi kadar olsun." buyrulmuştur. Biz bunu yerinde tahriç edeceğiz.»
«Böyle bir söz ancak işitmekle bilinir.» Çünkü miktar bildiren şeylere akıl ermez. Fetih. Yani bunlar merfu ve Peygamber (s.a.v.)'den işitilmiş hadis hükmündedir.
"Müevveldir." Yani başka mânâya te'vili kabildir. Binaenaleyh birinci mânâya delâleti kesin değildir. Onu haber-i vâhitle tahsisi caizdir.
«Tevzi etmişlerdir.» Yani İmameyn gibi ulema, otuz ayı, haml müddetinin azına da çoğuna da tevzi etmişlerdir. Azı altı ay, çoğu iki senedir. Binaenaleyh otuz ay herbiri için ayrı ayrı değil, iki müddetin mecmuudur.
«Şu kadar var ki» sözü cevapta ilerlemedir. Bu sözde Fetih sahibinin İmam-ı Âzam'ın yukarıda geçen deliline yaptığı itiraza işaret vardır. İtiraz şudur: Otuz kelimesi, bir söylenişte hem otuz hem yirmidört mânâsında kullanılmış olmak lâzım gelir. Bu ise sayı isimlerinde hakikatla mecazı bir araya getirmek demektir ki, caiz değildir. Muhakkıkin ulemadan birçokları bunu söylemişlerdir. Çünkü bu, müsemmalarını bildirmek mesabesindedir.
Rahmetî buna şöyle cevap vermiştir «Çocuğun ana karnında taşınması ve sütten ayrılması ayrı ayrı iki müptedadırlar. 'Otuz' kelimesi bunların birinin haberidir. Diğerinin haberi cümleden atılmıştır. Şu halde iki haberden biri hakikatında, diğeri mecazında kullanılmış demektir. Ve bir sözle hakikatle mecazı biraraya toplamak yoktur.» İkinciye de şu cevabı vermiştir: «Teâlâ Hazretlerinin; "Hacc belli aylardan ibarettir." âyet-i kerîmesinde 'ay' kelimesi iki bütün ayla üçüncünün bir kısmına ıtlak edilmiştir.»
Ben derim ki: Burada "Ay sayı isimlerinden değildir." diye itiraz edilebilir. Münasip cevap, Cumhur'un dediği gibi. "ondan iki müstesna" sözünden sekiz kasdedilmiş olmasıdır. Nitekim Fetih'te buna işaret edilmiştir. Lâkin bu istisnaya mahsustur. Bizim sözümüz ise onda değildir.
«Nitekim Resmü'l-Müftî'de ifade edilmiştir.» Bunu ifade eden, imam Kâdıhân'dır. Onu fetvalarının birincisinde, Resmü'l-Müftî faslında açık ibareyle değil de işaret yoluyla söylemiştir.
«Lâkin ilh...» cümlesi, "Mukallide vâcip olan ilh..." cümlesine istidraktır. Zira o cümle, İmameyn kendisine uysun uymasın İmam-ı Âzam'a tâbi olmanın vücubunu ifade etmektedir. Abdullah b. Mübarek'in kavli budur.
«Bazıları müftî muhayyerdir demişlerdir.» Bazıları da mutlak surette muhayyer olmadığını söylemişlerdir. Nitekim biliyorsun. Şu halde bu ikinci bir kavildir. Sirâciyye sahibi diyor ki: «Müftî müçtehid değilse birinci kavil esahtır.» Bundan anlaşılan, ikinci kavli tercih ettiğidir. Yani müçtehidse muhayyer bırakılır. Şüphesiz ki müçtehidi muhayyer bırakmak, yalnız delile bakma hususundadır. İşte Hâvî'nin: "Esah kavle göre itibar delilin kuvvetinedir. Çünküdelilin kuvveti mezhepte müçtehid olmayana zâhir değildir." sözünün mânâsı budur. Bu meselenin tam izahı benim Res-mü'l-Müftî adlı kasidemin şerhindedir.
«Esah olan, delilin kuvvetine itibar etmektir.» Bahır sahibi diyor ki: İmameyn'in delillerinin kuvveti gizli değildir. Çünkü Teâlâ Hazretlerinin, "Anneler çocuklarını tam iki sene emzirirler." âyet-i kerîmesi, müddet tamam olduktan sonra radâ' hükmü olmadığına delâlet etmektedir. "Anlaşarak çocuğu memeden ayırmak isterlerse..." âyet-i kerîmesi ise, iki seneden önceye aittir. Buna delil, anlaşmak ve müşavere ile kayıtlamasıdır. Ondan sonra onlara muhtaç olmaz. Hidâye sahibinin İmam-ı Âzam namına, "Çocuğun ana karnında taşınmasıyla sütten ayrılması otuz aydır." âyet-i kerîmesiyle istidlâl ederek bunu yukarıda zikredildiği gibi herbirine ayrı müddet yapmasına gelince: Kendisi nesebin sübutu bâbında hakka dönmüş; otuz ay her ikisinindir amma altı ayı haml için, iki senesi sütten ayrılmak içindir, demiştir.»
METİN
Sonra hilâf haram kılınma hususundadır. Boşanan kadına emzirme ücreti lâzım gelmesi ise bilittifak iki seneyle sınırlandırılmıştır. Haram kılınma hükmü yalnız müddet içinde sabit olur. Zâhir mezhebe göre velevki sütten ayrılıp yiyecekle yetinmeye başladıktan sonra olsun. Fetva buna göredir. Fetih ve diğer kitaplar. Musannıf Bahır gibi, "Zeylâî'deki ifade mutemet kavlin hilâfınadır. Zira fetva her ne zaman muhtelif olursa, zâhir rivayet tercih olunur." demiştir. Süt müddeti geçtikten sonra çocuğu emzirmek mübah olamaz. Çünkü süt insanın cüzüdür. Zaruret yokken onunla faydalanmak sahih kavle göre haramdır. Vehbâniyye şerhi. Bahır'da, "Haram olan şeyle zâhir mezhebe göre tedavi caiz değildir. Bunun aslı yenilen hayvanın bevlidir. Nitekim geçmişti." denilmektedir.
İZAH
«Boşanan kadına emzirme ücreti lâzım gelmesi ise ilh...» Keza annenin diyaneten emzirmesinin vâcip olması bilittifak iki seneyle sınırlandırılmıştır. Bunu Nehir sahibi Müctebâ'dan nakletmiştir.
«Yalnız müddet içinde sabit olur.» Müddet geçtikten sonra haram hükmünü icabetmez. Bahır.
«Zeylâî'deki ifade mutemet kavlin hilâfınadır.» Zeylâî'nin ifadesi şudur: «Hassâf'ın beyanına göre çocuk, müddet bitmeden memeden ayrılır da yiyecekle iktifa ederse radâ' olmaz. İktifa etmezse, onunla hürmet sabit olur. Bu kavil Ebû Hanife (r.)'den rivayet edilmiştir. Fetva buna göredir.»
«Zira fetva ilh...» Bir de ekser-i ulema birinci kavli tercih etmişlerdir. Nitekim Nehir'de beyan edilmiştir.
«Süt müddeti geçtikten sonra çocuğu emzirmek mübah olamaz.» Zeylâî bu kadar söylemekle yetinmiştir. Sahih olan da budur. Nitekim Manzume şerhinde bildirilmiştir. Bahır. Lâkin Kuhistânî'de Muhit'ten naklen, "İki sene içinde yiyecekle iktifa ederse, ikibuçuk seneye kadar emzirmek helâl olur. Bilumum ulemaya göre anne günahkâr olmaz. Halef b. Eyyûb buna muhaliftir." denilmiştir. Bundan önce dahi Kadı'nın icare bahsinden naklen, "Emzirmek, çocuk yiyecekle iktifa edinceye kadar vâcip. iki seneye kadar müstehap, ikibuçuk seneye kadar caizdir." demiştir.
Ben derim ki: Şöyle ara bulunabilir: Musannıfın ifadesindeki müddet ikibuçuk seneye yorumlanır. Şu karine ile ki. Zeylâî onu sonra zikretmiştir. O zaman umumun kavline muhalefet yoktur.
"Bahır'da" şöyle denilmiştir: «Bu izaha göre yani zikredilen fer'e göre haram olan şeyle tedavi için faydalanmak caiz değildir.» Fetih sahibi diyor ki: «Hekimler kız sütü için yani emzirenin kızı sebebiyle inen süt için göz ağrısına fayda isbat etmektedirler. Bu hususta ulema ihtilaf etmişlerdir. Bazıları caiz olmaz demiş, bazıları da göz ağrısının bununla giderildiği bilinirse caiz olduğunu söylemişlerdir. Şüphesizki hakikatı bilmek imkânsızdır. O halde murad, galebe-i zann hâsıl olursa demektir. Aksi takdirde men edilmenin mânâsı budur.» Şüphesizki haram olan şeyle tedavi zâhir-i mezhebe göre caiz değildir. Bunun aslı, eti yenilen hayvanın sidiğidir. Bu asla içilmez.
«Haram olan şey»den murad; kullanılması haram olandır. Temiz olsun pis olsun fark etmez. H.
«Nitekim geçmişti.» Yani kuyu faslından önce geçmiş; orada şöyle demişti: «Haram olan bir şeyle tedavi hakkında ihtilâf edilmiştir. Mezhebin zâhirine göre bu memnudur. Nitekim Bahır'ın süt bahsinde beyan edilmiştir.» Lâkin musannıf gerek orada gerek burada Hâvî'den şunu nakletmiştir: «Haram olan şeyde şifa bulunduğu bilinirse, başka ilaç bilinmediği takdirde, buna ruhsat verilir denilmiştir. Nasılki susuz kimseye ruhsat vardır. Fetva buna göredir.» H.
Ben derim ki: Fetva buna göredir sözünü ben, Minah'ta ikinci kavilden sonra iki nüshada şarihin dediği gibi gördüm. Onu Hâvi'l-Kudsî'de de gördüm. Bundan anlaşılıyor ki, Tahtâvî'nin nüshasındaki tahrif edilmiştir.
METİN
Sütten ayrılmak çocuğa zarar vermezse, baba kendinden olan çocuğunu iki seneden önce sütten ayırmak için cariyesini mecbur edebilir. Nitekim emzirmek için cariyesini icbar etmeye de hakkı vardır. Ama hür olan zevcesine bu iki nevi icbarı yapamaz. Velevki iki seneden önce olsun. Çünkü terbiye hakkı kadına aittir. Cevhere. Süt emmekle velevki iki harbîarasında olsun - Bezzâziye - velevki az olsun. Sütün karnına ağzından veya burnundan gittiği bilinirse - başka yerden değil - emzirenin emene anneliği sabit olur. Çocuk memenin ucunu ağzına alır da sütün boğazına gidip gitmediği bilinmezse haram olmaz. Zira sıvı olan şeyde şüphe vardır. Valvalciyye. Küçük bir kızı köyün ekseri kadınları emzirir de sonra kimin emzirdiği bilinmezse, köylülerden biri o kızla evlenmek istediği takdirde bir alâmet görülmez ve buna şahitlik eden de bulunmazsa caiz olur. Hâniyye.
İZAH
«Baba cariyesini mecbur edebilir ilh...» Çünkü kadının cariye olduğu halde çocuk terbiyesine hakkı yoktur. Hak babanındır. Cariye onun milkidir. Cariyenin başkasından doğurduğu çocuk hakkında dahi hüküm budur. Çünkü o adamın milkidir. Rahmetî.
Ben derim ki: Zâhire bakılırsa, cariyenin kocası doğan çocukların hür olmasını şart koşsa bile sahibinin yine cariyeyi icbar etmeye hakkı vardır. Çünkü emzirmek cariyeyi zayıflatır. Efendisinin hizmetinden alıkoyar.
«Emzirmek için icbar etmeye» ifadesini mutlak bırakmıştır. Binaenaleyh o adamın cariyeden doğan çocuğuna başkasından doğan çocuğu ve ücretli yahut ücretsiz ecnebî bir çocuğu emzirmesine şâmildir. Çünkü cariyesini dilediği hizmette kullanmaya hakkı vardır.
«Bu iki nevi icbarı,» Yani gerek sütten kesmek için, gerekse emzirmek için icbar edemez.
«Hür olan zevcesine...» Bunu yapamazsa da cariye olan zevcesine yapabilir. Zira hak efendisinindir.
«Velevki iki seneden önce olsun.» Velevki kelimesinden çıkarılan bu tamim, emzirmeye icbar edememesine nisbetle sahihtir. Yani o müddette emzirmek için bu kadın taayyün etmedikçe kazaen emzirmeye icbar edemez. Kadının taayyün etmesi, çocuğun başka kadının memesini almaması; yahut babanın yahut küçüğün malı bulunmaması ile olur. Nitekim hadâne ve nafaka bahsinde gelecektir. İkinci nev'e yani memeden kesmeye icbar edememesine nisbetle ise, ancak iki seneden önce sahih olur. İki seneden sonra zâhire göre memeden kesmeye icbar edebilir. Çünkü süt müddeti iki senedir diyen kavle göre, iki seneden sonra çocuğu emzirmek haramdır. Bunu ziyade etmek suretiyle Halebî söylemiştir.
Ben derim ki: Onun zâhir gördüğü musannıfın sâbık sözünün zâhirine göredir. Biz bu hususta söz etmiştik.
«Velevki iki harbî arasında olsun.» Bahır sahibi diyor ki: «Bezzâziye'de beyan edildiğine göre süt emmek, İslâm memleketlerinde olsun, dâr-ı harpte olsun birdir. Hattâ çocuk dâr-ı harpte emer de ailesi müslüman olarak müslüman memleketine gelirlerse, aralarında radâ' hükümleri sabit olur.» H.
«Velevki az olsun.» sözüyle musannıf, İmam Şâfiî'nin kavliyle İmam Ahmed'den gelen ikirivayetin birini nefye işaret etmiştir. Bu rivayete göre beş defa doya doya emmedikçe haram hükmü sabit olmaz. Çünkü Müslim'in rivayet ettiği bir hadîste, "Bir ve iki defa emmek haram kılmaz." buyurulmuştur. Hz. Aişe (r.a.), "İndirilen Kur'an içinde, belll olan on em-zirme haram kılar, âyetl vardı. Sonra neshedilerek, belli beş emzirme haram kılar, şeklinde kaldı. Rasulullah (s.a.v.) dünyadan gittigi vakit bu, Kur'an'dan olmak üzere okunuyordu." demiştir.
Buna verilen cevap şudur: Miktar neshedilmiştir. Neshedildiğini İbn-i Abbâs ile İbn-i Mes'ud açıklamışlardır. İbn-i Ömer'den rivayet edildiğine göre kendisine; "İbn-i Zübeyr bir ve iki defa emmekte beis olmadığını söylüyor." demişler. Bunun üzerine şu cevabı vermiş: «Allah'ın hükmü onun hükmünden daha hayırlıdır. Allah Teâlâ, sizi emziren analarınız ve süt kızkardeşleriniz buyuruyor.» Bu cevap ya nesh rivayetini ret içindir veya o rivayet sahih olmadığı için yahut da İbn-i ömer kitabın mutlak olan yerini haber-i vâhitle kayıtlamaya cevaz vermediği içindir. Hidâye sahibinin, "Bu kitapla reddedilmiştir yahut kitapla nesh olunmuştur." sö-zünün mânâsı budur. Hz. Âişe'nin sözüne gelince: Ondan murad, hepsinin yakında neshedildiğini bildirmektir. Hattâ neshi duymayan onu okurdu demek istemiştir. Aksi takdirde bazı râfizîlerin dediği gibi Kur'an-ı Kerîm'in bir kısmının zayi olması lâzım gelir.
T E M B İ H : Tahtâvî'nin Hayriyye'den naklettiğine göre Şâfiî bir hâkim bir defa emmekle hürmet sâbit olmayacağına hüküm verirse hükmü geçerlidir. Bu hüküm Hanefî bir hâkime arzolunursa, onu geçerli sayar.
«Başka yerden değil» sözüyle neden ihtiraz ettiği, musannıfın. "hukne yapmak, kulağa ve yaraya akıtmak" dediği yerde gelecektir.
«Çocuk memenin ucunu ağzına alırsa ilh...» sözü "bilinirse" diye yaptığı kayda tefri edilmiş bir meseledir. Kınye'de şöyle denilmiştir: «Bir kadın bir kız çocuğuna meme verip aralarında bu şöhret bulsa, sonra kadın, ben ona meme verdiğim vakit sütüm yoktu dese, bunu ondan başka bilen bulunmadığı takdirde, kadının oğlu ile kız çocuğunun evlenmesi caizdir.» T. Fetih'te de şöyle denilmektedir: «Bir kadın memesinin ucunu bebeğin ağzına sokar da emip emmediğinde şüphe ederse, şüphe ile hürmet sabit olmaz. Kadınlara vâcip olan, zaruret yokken rastgele her çocuğu emzirmemeleridir. Emzirirlerse, bunu bellemeli; etrafa duyurmalı ve ihtiyaten yazmalıdırlar.» Bahır'da Hâniyye'den naklen, "Kocasının izni olmaksızın kadının bir çocuğu emzirmesi mekruhtur. Meğer ki helâk olacağından korkmuş olsun." denilmektedir.
«Bir alâmet görülmezse» sözünü tefsir eden görmedim. Bunu şöyle temsil etmek mümkündür. Sütlü kadının memedeki kızın bulunduğu yere gidip gelmesi; yahut o yerde oturması, onu emzirdiğine kuvvetli bir alâmettir. T.
«Caiz olur.» Bu, nikâh kapısı kapanmasın diye ruhsat kabilindendir. Bu mesele, "Çocukemzirmekte asıl olan tahrimdir." kaidesinden çıkarılmıştır. Bunun bir misli de, emen kız çocuğunun, gelen kadınlara karışmış olmasıdır. Bu, birinci meselenin hilâfınadır. Zira birinci meselede çıkarmaya hâcet yoktur. Orada hürmetin sebebi tahakkuk etmiş değildir. Eşbâh sahibi böyle demiştir.
METİN
Emziren kadının sütü kocasından ise, kocasının da emen çocuğa babalığı sabit olur. Aksi takdirde sabit olmaz. Nitekim gelecektir. Nesep cihetinden haram olan her şey, süt sebebiyle de haram olur. Bunu Şeyhayn rivayet etmişlerdir. Bazıları yirmibir suret istisna ederek onları şu beytlerde toplamıştır:
«Nesep bazı suretlerde emzirmekten ayrılır.
Meselâ nâfilenin anası, çocuğun ninesi.
Kızkardeşin anası, oğlun kızkardeşi ve kardeşin anası.
Dayının anası, oğlun halası bunlardandır. İtimat et.»
İZAH
«Sütü kocasından ise...» sözünden murad, sütü ondan doğurduğu için geldiyse demektir. O adamın koca veya sahip olması müsavidir. Koca kelimesi bir kayıt değil; ekseriyetle vukua bakarak söylenmiştir. Bahır. Fakat süt zinadan gelmişse, burada hilâf vardır. Şarih bunu söyleyecektir. Bizim de bu hususta sözümüz gelecektir.
«Nitekim gelecektir.» Yani musannıfın, "sütlü bir kadını boşarsa" dediği yerde gelecektir. H.
«Nesep cihetinden haram olan her şey» sözünün mânâsı, süt sebebiyle meydana gelen hürmet nesep hürmetine ölçülür demektir. Binaenaleyh süt oğlunun karısına ve süt babaya şâmildir. Zira oğlun karısı nesep cihetinden haramdır. Süt cihetinden de öyledir. Ekser-i ulemanın kavli budur. Mebsût'ta da böyle denilmiştir. Bahır. Fetih sahibi ise bu kadının hadisle haram kılınmasını müşkil saymıştır. Çünkü onun haram olması nesep cihetinden değil, sıhriyyet dolayısıyladır. Neseben haram olan kadınlar, tahrim âyetinde zikredilen yedi nevi kadındır. Hattâ âyetteki sulbî olanlar kaydı, süt babanın ve süt oğlun karılarını hariç bırakmakta ve helâl olduğunu ifade etmektedir. Tamamı Fetih'tedir.
«Bunu Şeyhayn rivayet etmişlerdir.» sözüyle şarih, bunun hadis olduğuna işaret etmiştir. Lâkin metnin terkibi iktizası bu hadiste değişiklik yapılmıştır. Aslı, "Nesepten haram olanlar radâ'dan da haram olurlar." şeklindedir. H. Evvelce görmüştük ki, bilen kimse için, hadisi mânâ itibariyle rivayet etmek caizdir. Kaldıki musannıf hadis rivayetini de kasdetmemiştir. T.
«Bazı suretler»den murad; yedi surettir. Bunların yirmibire çıkması, sütün muzafa yahut muzafu'n-ileyhe yahut her ikisine taallûku itibariyledir. Nitekim izahı gelecektir. Görüyorsun ki bu iki beytte zikredilenler altı surettir. Zira kardeşin anası sözü, kızkardeşin anası ilebirlikte tekrardan ibarettir. Bu zikredilenlerden herbirisi böyledir. Meselâ kızın kızkardeşi, oğlun kızkardeşi gibidir. Teyzenin annesi, dayının annesi gibidir. Böylece kıyas et. H.
«Meselâ nâfilenin anası» sözüyle, bu hususta inhisar olmadığına işaret etmiştir. Çünkü Fetih'te şöyle denilmiştir: «Süt meselesinde haram kılan şey nesepte haram kılanın mânâsının bulunmasıdır. Süt emme suretlerinden birinde bu yoksa, hürmet de yoktur. Bundan şu çıkarılır ki, bu söylenenlerde hasr yoktur.» Nâfile ziyade demektir. Burada ondan murad, çocuğunun çocuğudur. Çünkü sulbî çocuğunun üzerine ziyadedir. Yukarıda gördük ki, bu yedi suretten herbiri üç surete ayrılır. Meselâ çocuğunun çocuğu nesep cihetindense, onun süt cihetinden annesi sana helaldır. Ama nesep cihetinden anası bunun hilâfınadır. Çünkü o, senin oğlunun karısıdır. Çocuğunun çocuğu süt cihetindense, meselâ oğlunun karısından emmişse ve bu emen çocuğun nesep cihetinden annesi varsa; yahut başka bir süt annesi bulunursa, sana helaldır.
«Çocuğun ninesi» sözü şu suretlere sâdıktır: Çocuk süt oğlu olur. Meselâ senin karından emmiştir, onun neseben bir ninesi vardır yahut onu emziren diğer bir anneannesi vardır. Çocuk neseben oğlu olur. Onun süt cihetinden bir ninesi bulunur. Nesep cihetinden olan bunun hilâfınadır. O sana helâl olmaz. Çünkü annendir yahut kayınvalidendir. Çocuğun ninesi kaydıyla, çocuğun annesinden ihtiraz etmiştir. Çünkü nesep cihetinden o helaldır. Süt cihetinden de öyledir.
«Kızkardeşin anası» şu suretlere sâdıktır: Her ikisi süt cihetinden olurlar. Meselâ senin bir süt kızkardeşin olur, onun başka bir süt annesi bulunur. Yalnız onu emzirmiştir yahut yalnız kızkardeş süt cihetinden olur. Onun neseben annesi vardır yahut yalnız anne süt cihetinden olur. Meselâ senin neseben bir kızkardeşin olur da onun bir süt annesi bulunur. Onun neseben annesi bunun hilâfınadır. Çünkü senin ya annen yahut babanın karısıdır.
«Oğlun kızkardeşi» yani ya ikisi de süt cihetindendir yahut birincisi süt cihetinden, ikincisi neseptendir. Yahut bunun aksinedir. Her ikisi nesep cihetindense, bunun hilâfınadır. Oğlun kızkardeşi helâl olamaz. Çünkü senin ya kızın yahut üvey kızındır. Buradan anlaşılır ki, senin çocuğun annesinin annesinden emerse, annesi sana haram olmaz. Çünkü senin oğlunun süt kızkardeşidir. Bunu Remlî söylemiştir. T. Kızının kızkardeşi oğlunun kızkardeşi gibidir. Ama buna şöyle itiraz olunur: Neseben oğlunun kızkardeşiyle kızının kızkardeşi arasında helallık tasavvur olunabilir. Meselâ bir cariyede iki ortak çocuğunun kendinden olduğunu iddia eder. Bunların herbirinin cariyeden başkasından birer kızı bulunursa, ortağına o kızla evlenmek helâl olur. Halbuki bu kız neseben babadan oğlunun kızkardeşidir. Vehbâniyye şerhinde bundan bir luğz yapılmış; cevabı Şurunbulâliyye'de verilmiştir.
«Kardeşin anası.» Bunun hakkındaki söz, kızkardeşin anası hakkındaki söz gibidir. Bununhakkında yukarıda Halebi'den söz geçti.
«Dayının anası» hakkında üç suret vardır: Ya ikisi de nesep cihetindendir ve kadın helâl olmaz. Çünkü nesep cihetinden dayının annesi senin ninendir yahut dedenin nikâhlısıdır.
«Oğlun halası...» Burada da üç suret vardır: Ya ikisi de süt cihetindendir. Meselâ bir çocuk hem senin karından, hem başka birisinin karısından süt emmiştir. Onun bir kızkardeşi vardır. Bu kızkardeş senin oğlunun süt cihetinden halasıdır. Yahut yalnız birincisi süt cihetindendir. Meselâ emen bu çocuk senin neseben oğlundur. Yahut yalnız ikincisi süt cihetindendir. Meselâ senin süt oğlunun neseben bir halası vardır. Bunların ikisi de nesep cihetinden olursa iş değişir. Zira hala sana helal değildir. Çünkü o senin kızkardeşindir.
METİN
Ancak kardeşinin anasıyla kızkardeşi müstesnadır. Buradaki istisna munkatıdır. Çünkü adı geçenlerin hürmeti. nesep cihetinden değil; musaheret cihetindendir. Binaenaleyh hadis fukahanın istisna ettiklerine şâmil değildir. Denildiği gibi akılla tahsise de yol yoktur. Çünkü kızkardeşin annesinin haram olması nesebendir. Zira annesidir yahut babasının cimada bulunduğu karısıdır. Radâ'da bu mânâ yoktur.
İZAH
«Buradaki istisna munkatıdır.» sözü, Beyzâvi'ye cevaptır. O, "Oğlunun süt kızkardeşiyle kardeşinin süt annesini bu kaideden istisna etmek doğru değildir. Çünkü onların nesepte haram olmaları musaheret yoluyladır; nesep yoluyla değildir." demiştir. Görülüyor ki sahih olmamak, istisnayı muttasıl kabul etmeye göredir. Burada Gâye'nin sözüne dahi cevap vardır. Gâye'de, "Şüphesizki bu, hadisi aklî delille tahsis etmektir." denilmiştir. Cevabın beyanı Zeylâi'nin dediğidir. Yani bu yanlıştır. Çünkü hadis nesep cihetiyle hürmet bulunduğu yerde süt dolayısıyla umumi hürmeti icabetmektedir. Neseben kardeşinin anasının haram olması, kardeşinin annesidir diye değil, kendi annesidir yahut babasının cimada bulunduğu karısıdır diyedir. Görülmüyor mu ki kardeşi olmasa da bu kadın ona haramdır. Keza neseben oğlunun kızkardeşi ona kızıdır diye haram olmuştur. Şu delille ki, oğlu bulunmasa bile o yine haramdır. Bu mânâ radâ. meselesinde dahi hürmeti icabeder. Hattâ süt cihetinden olan annesi, babasının karısı ve karısının kızıyla evlenmesi caiz değildir. Binaenaleyh tahsis dâvâsı bâtıldır.
Bu sözün hâsılı, şarihin dediği gibi istisnanın munkatı olmasına döner. Çünkü hadis ona şamil değildir. Şu da var ki, Halebî Beyzâvî'ye tebean şarihin, "Bu zikredilenlerin hürmeti musaheret dolayısıyladır." sözüne itiraz ile şunları söylemiştir; «Bu, iki cihetten söz götürür. Birincisi: oğlunun halasında musaheret tasavvur edilemez. Çünkü o anne-baba bir kızkardeşidir yahut baba bir veya anne bir kızkardeşidir. Çocuğunun halası kızında dahiöyledir. Çünkü o ya anne-baba bir kızkardeşinin kızıdır yahut baba bir veya anne bir kızkardeşinin kızıdır. İkincisi: geri kalan yedi surette musaheret yalnız bir takdire göre tasavvur olunabilir. Diğer takdire yahut diğer iki takdire göre hürmet musaheret sebebiyle değil, nesep dolayısıyladır. Bunun izahı şudur: Senin kardeşinin anası, ancak kardeşin baba bir kardeş olduğu zaman musaheret yoluyla haram olur. Çünkü o zaman kardeşinin anası babanın karısıdır. Anne-baba bir kardeş veya anne bir kardeş bunun hilâfınadır. Çünkü onun annesinin haram olması nesep cihetindendir. O senin annendir. Neseben oğlunun kızkardeşi, ancak anne bir oğlunun kızkardeşi olduğu vakit musaheret yoluyla haram olur. Zira senin üvey kızındır. Anne-baba bir kızkardeş veya baba bir kızkardeş olursa iş değişir. Zira senin kızındır. Oğlunun ninesi ancak annesinin annesi ise musaheret yoluyla haram olur. Çünkü o senin kayınvalidendir. Babasının annesi olursa iş değişir. Zira o senin annendir. Amcanın annesi ancak amca baba bir olursa musaheret yoluyla haramdır. Anne-baba bir veya anne bir olursa bunun hilâfınadır. Çünkü senin ninendir. Dayının annesi de amcanın annesi gibidir. Senin çocuğunun kızkardeşinin kızı, ancak kızkardeş anne bir ise o zaman musaheret yoluyla haram olur. Çünkü senin üvey kızının kızı olur. Anne-baba bir yahut baba bir kızkardeş olursa, bunun hilâfınadır. Çünkü senin kızının kızıdır. Senin çocuğunun çocuğunun annesi, ancak oğlunun oğlunun annesi ise musaheret yoluyla haram olur. Çünkü oğlunun karısıdır. Kızının kızının annesi bunun hilâfınadır. Çünkü o senin kızındır. Anlaşıldı ki, bununla yapılan ta'lil doğru değildir. Doğru ta'lil, "Zira kızkardeşinin annesinin haram olması ilh..." diyerek yaptığıdır. Nitekim onu beyan edeceğiz.»
«Ben derim ki: Birincinin cevabı şudur: Şarihin, "Bu zikredilenlerin haram olması musaheret yoluyladır." sözünden murad; kardeşinin annesiyle kızkardeşinin annesidir. Çünkü zikri geçen onlardır. Aşağıda gelen diğer suretler değildir. Bir de bundan sonra hepsine şâmil olan bir ta'lil yanmıştır. O da, "Zira kızkardeşinin annesinin haram olması ilh..." sözüdür, Hem de, "Oğlunun kızını ona kıyas et ilh..." demiştir. Nitekim izahını yapacağız.
İkincinin yani, "Musaheret ancak bir takdirle tasavvur edilebilir." sözünün cevabı şudur: Maksat bu takdirdir. Beyanı şudur: Hadis, nesep cihetinden haram olan her şahsın naziri süt cihetinden de haram olduğunu göstermektedir. Binaenaleyh neseben anne haramdır. Süt cihetinden anne de haramdır. Neseben kız haramdır. Keza süt cihetinden kız da haramdır denilir. Böylece nesep cihetinden haram olan kadınların sonuna kadar varılır. Anne-baba bir kardeşinin yahut anne bir kardeşinin annesi, senin annen olduğu için haramdır. Kardeşinin anası olduğu için değildir. Onun içindir ki, senin ondan kardeşin olmasa da, o sana yine haramdır. Binaenaleyh, "ana-baba bir kardeşinin veya ana bir kardeşin anası haram olur" demek güzel olmaz. Çünkü ulemanın, "anne haramdır" sözlerinin yanında tekrar olur. Böylece anlaşılır ki, maksat yalnız baba bir kardeşin annesidir. Buna, "Baba bir kardeşin annesi ancak musaheretle haram olmuştur. Hadis ise sadece süt hürmetini nesep hürmetinin üzerine tertip etmiştir. Hürmet-i musahere üzerine tertip etmemiştir." şeklinde itiraz edilince; şarih, bu istisna munkatıdır diye cevap vermiştir. Keza, "Oğlun kızkardeşi, ana-baba bir yahut baba bir ise, ancak senin kızın olduğu için haram olur." denilir. Neseben kızın haram olduğu mâlûmdur. Binaenaleyh bununla anne bir kızkardeş murad edilir. Çünkü o senin üvey kızındır. Onun neseben haram olan kadınlardan olmak üzere haram kılındığı mâlûm değildir. Şu halde tekrar yoktur. Lâkin hadiste dahil olmayıncs, istisnası munkatı sayılmıştır. Geri kalanlar hakkında da böyle denilir.
Hâsılı hadis süt hürmetini nesep hürmeti üzerine tertip edince, bu müstesnaların benzerlerinden bazıları bir takdire göre neseben, diğer bir takdire göre musaheret yoluyla haram olduğundan, hadisten birincl takdiri murad etmek sahih olmaz. Çünkü bundan faydasız bir tekrar lâzım gelir. Böylece ikinci takdir taayyün eder. Velevki buradaki istisna munkatı olsun. Tekrarı def ve helalı beyana tembih için bunu yapmak gerekir. Ulemanın sözleri olsa olsa böyle izah edilir. Allahu a'lem.
«Radâ'da bu mânâ yoktur.» Çünkü süt kardeşin veya süt kızkardeşin anası kendi anası olmadığı gibi, babasının zifaf olmuş karısı da değildir.
METİN
Sen buna oğlunun kızkardeşini, oğlunun kızını, oğlunun ninesini ve kızının ninesini, amcasıyla halasının annesini, dayısıyla teyzesinin annesini kıyas et! Çocuğunun halası, halasının kızı, çocuğunun kızkardeşinin kızı, çocuklarının çocuklarının annesi dahi öyledir. Bunların hepsi süt cihetinden bir adama helaldır. Kadının oğlunun kardeşi de kadına öyledir. Bunlar on suret eder. Erkek ve kadın olmaları itibariyle ise yirmiye varır. Erkeğe veya kadına helal olmaları itibariyle kırka vâsıl olur.
İZAH
«Buna kıyas et ilh...» Yani zikredilen mânâya oğlunun kızkardeşini ve kızını ilh ...kıyas et. De ki: Oğlunun kızkardeşi ile nesep cihetinden kızı ona, ancak kendi kızı veya karısının kızı olduğu için haramdır. Süt meselesinde bu mânâ yoktur, Oğlunun ninesiyle neseben kızı da öyledir. Ona ancak kendi anası veya karısının anası olduğu için haramdır. Süt meselesinde bu yoktu., Diğerlerinde de böylece devam et! Bu takrirle anlaşılır ki; "Zira kızkardeşin anasının haram olması ilh..." sözüyle zikredilen ta'lil, bütün suretlerde cereyan etmektedir. Lâkin her suretin kendine lâyık bir ifadesi vardır. Onun için şarih sen ona diğerlerini kıyas et demiştir. Buradaki zamir, zikredilen mânâya râcîdir. Kardeşinin annesine râcî değildir ki. "Bir kısmını makîs, bir kısmını makîsü'n-aleyh yapmakta mânâ yoktur." diye itiraz edilsin.
«Çocuğunun halası da öyledir.» Ulema çocuğunun teyzesini zikretmemişlerdir. Çünkü o nesep cihetinden de helaldır. O karısının kızkardeşidir. Bahır.
«Halasının kızı» yahut çocuğunun halası da öyledir. Neseben bu haramdır. Çünkü kızkardeşinin kızıdır. Fakat kendi halasının kızı hem neseben, hem süt cihetinden helaldır. T.
«Çocuğunun kızkardeşinin kızı» nesep cihetinden olursa. haramdır. Çünkü kızının kızı yahut üvey kızının kızıdır. T.
«Kadının oğlunun kardeşi de kadına öyledir.» Bu onuncuyu zikretmesi söz götürür. Çünkü o dokuz suretin mukabillerindendir. Yoksa dokuza aykırı bir kısım değildir. Nitekim beyan edeceğiz. Bunu Halebî söylemiştir.
«Erkek ve kadın olmaları itibariyle...» Yani muzafu'n-ileyhinde erkek ve kadın olduğuna bakarak yirmiye varır. Şöyle ki: Erkekle beraber kardeşinin annesi, oğlunun kızkardeşi, oğlunun ninesi, amcasının annesi, dayısının annesi, oğlunun halası, oğlunun halası kızı, oğlunun kızkardeşi kızı ve oğlunun çocuğunun annesi olur. Kadınla beraber de kızkardeşinin annesi, kızının kızkardeşi, kızının ninesi, halasının annesi, teyzesinin annesi, kızının halası, kızının halası kızı, kızının kızkardeşi kızı ve kızının çocuğunun annesi olur. Bunlar onsekiz eder. Yirmiye çıkarmak, mükerrer olan onuncuya bakaraktır.
«Erkeğe ve kadına helâl olmaları itibariyle ilh...» Yani helallık erkeğe nisbet edilirse, ona kardeşinin annesi, oğlunun kızkardeşi ilh... helâl olur denilir. Helallık kadına nisbet edilirse, kadına kardeşinin babası, oğlunun kardeşi, oğlunun dedesi, amcasının babası, çocuğunun dayısı. çocuğunun teyzesi oğlu, çocuğunun kızkardeşi oğlu, çocuğunun oğlu helâl olur denilir.
«Kıyasa göre çocuğunun amcası, çocuğunun amcası oğlu» demek lâzım gelirken, "çocuğunun dayısı, çocuğunun dayısı oğlu" dememiz, bunlar nesep cihetinden dahi haram olmadıkları içindir. Nitekim bunu Bahır sahibi açıklamıştır. Tahtâvî'nin ifadesine göre bu makamı başka bir suretle izah mümkündür ve bir adamın kardeşinin annesi ve kızkardeşinin annesiyle evlenmesi mukabilinde, kadının oğlunun kardeşi ve kızının kardeşiyle evlenmesi zikredilir. Oğlunun kızkardeşi yahut kızının kızkardeşinde kadının kardeşinin babası veya kızkardeşinin babası denilir. Oğlunun veya kızının dedesinde, kadının oğlunun dedesi veya kızının dedesi denilir. Amcasının anasında, kadının oğlunun kardeşi oğlu; halasının annesinde, kadının kızının kardeşi oğlu; erkeğin dayısının annesinde, kadının oğlunun kızkardeşi oğlu; teyzenin annesinde, kadının kızının kızkardeşi oğlu; oğlunun halasında, kadının çocuğunun amcası; çocuğunun halası kızında, kadının dayısı zikredilir. Kadının oğlunun kardeşi ile evlenmesine mukabil, erkeğin kardeşinin annesiyle evlenmesi zikredilir. Tekrar edilen suret budur. Lâkin sekizinci ve dokuzuncu suretlerde doğru olan şekli, "erkeğin çocuğunun halasında kadının kardeşi oğlunun babası, çocuğunun halası kızında kadının dayısı oğlunun babası" demektir. Halebî'nin anlattığı Bahır'ın ifadesidir. Şarihin. "kadının kardeşinin» babasıyla evlenmesi" sözüne daha muvafık olan da odur.
Hâsılı müennes olan birinci, muzaf mukabilinde düşen müzekker ile değiştirilir. Müzekker zamir de müennes zamire çevrilir. Ana yerine baba; kızkardeş yerine kardeş, nine yerine dede ilh... değiştirilir. Zamir de müzekker yapılarak; adamın kardeşinin annesi yerine, kadının kardeşinin babası; adamın oğlunun kızkardeşi yerine, kadının oğlunun kardeşi; adamın oğlunun ninesi yerine, kadının oğlunun dedesi ilh... denilir.
İkinci takririn hâsılı şudur: Her surette bakar ve o surette kadının kocaya nisbetini ele alarak, kadına o nisbetle ad verirsin. Meselâ; erkek kardeşinin annesiyle veya kızkardeşinin annesiyle evlenirse, kadın oğlunun veya kızının kardeşiyle evlenmiş olur. Erkek oğlunun kızkardeşiyle veya kızıyla evlenirse, kadın kardeşinin veya kız kardeşinin babasıyla evlenmiş olur. Böylece devam eder. Şüphesiz ki bu sırf bir tekrardan ibarettir. Değişen yalnız tabirdir.
METİN
Meselâ erkeğin kardeşinin annesiyle evlenmesi, kadının da kardeşinin babasıyla evlenmesi caiz olur. Kırktan her birinde câr ve mecrûrun, yani radâ'ın câr ve mecrûrunun ma'nen muzafa taallûku caizdir. Anne gibi ki, erkeğin neseben bir kız kardeşi olur, onun da süt annesi bulunur yahut muzafu'n-ileyhe de taallûku caizdir. Erkek kardeş gibi ki, neseben onun bir kardeşi olur. O kardeşinin de bir süt annesi olur; yahut her ikisine taallûku caiz olur. Meselâ bir çocuk başka bir çocukla ecnebî bir kadının memesini emer. Süt kardeşinin de başka bir süt annesi olur. Böylece suretler yüzyirmiye çıkar. Bu, bizim kitabımızın hususiyetlerindendir. Süt kardeşinin kızkardeşi helaldır. Bunun muzafa eklenmesi sahihtir. Meselâ neseben bir kardeşi olur da, onun da süt kızkardeşi olur. Muzafu'n-ileyhe eklenmesi de sahihtir. Meselâ süt kardeşinin neseben kızkardeşi olur. Her ikisine eklenmesi de sahihtir ki, bu zâhirdir. Keza neseben kardeşinin kız kardeşi de helaldır. Meselâ baba bir kardeşinin anne bir kız kardeşi olur. Bu her ikisine de eklenir, yalnız birine bitişmekle kalmaz. Çünkü tekrar lâzım gelir. Nitekim gizli değildir. Bir kadının emzirdiği iki çocuk, birbirine helal değillerdir. Çünkü kardeştirler. Velevki zaman ve baba değişik olsun. Emen kız ile emziren kadının oğlu da birbirlerine helal değillerdir. O kadının çocuğunun çocuğu da helal değildir. Çünkü kardeşinin çocuğu demektir.
İZAH
«Kadının da kardeşinin babasıyla evlenmesi caiz olur.» Bazı nüshalarda böyle denilmiştir. Bahırda da öyledir. Bildiğin gibi Halebi'nin anlattıklarına bu daha uygundur. Bazı nüshalardaise, «kadının kardeşinin oğluyla evlenmesi» denilmiştir. Nehir'de böyledir. Fakat bunun bir vechi yoktur. Çünkü bu, geçen iki izaha göre, erkeğin kardeşinin annesiyle evlenmesine mukabil gelmemektedir. Bahır'ın bazı nüshalarında, kadının oğlunun kardeşi denildiği görülmüştür. Yukarıda geçtiği veçhile Tahtâvî' nin anlattığına uygun olan da budur. Ama bildiğin gibi söz götürür»
«Câr ve mecrûrun...» Yani istisnadan sonra mukadder olan câr ve mecrûrun manevî olarak muzafa taallûku caizdir ve şöyle takdir edilir: Binaenaleyh neseben kimler haram olursa, süt cihetinden de onlar haram olur. Ancak bundan süt kardeşinin annesi müstesnadır. Çünkü o haram değildir. H.
«Erkek kardeşi gibi..» Evlâ olan, kızkardeşi gibi demektir. Yahut birincide neseben bir kardeşi olur demeliydi. Meğer ki şarihi muradı, muzafu'n-ileyhin erkek ve kadın olmak üzere ayrı ayrı neviler olduğunu göstermektir denilsin. H.
«Neseben onun bir kardeşi olur. O kardeşinin de bir süt annesi olur.» Şarih bu ibarede Nehir sahibine tâbi olmuştur. Halebî diyor ki: «Bunun doğrusu: Onun bir süt kardeşi olur. O kardeşinin de neseben annesi olur şeklindedir.»
«Bu bizim kitabımızın hususiyetlerindendir.» Bilmiş ol ki İbn'i Vehbân, Manzume'sinin şerhinde bu suretleri altmış küsura çıkartmıştır. Bahır sahibi bunları beyan etrniş; üzerlerine ilâve de yaparak seksenbire ulaştırmıştır. O da, "Bunlar bu kitabın hususiyetlerindendir." demiştir. Nehir sahibi ise bu suretleri yüzsekize çıkarmış ve o da bunların kendi kitabına mahsus hususiyetler olduğunu söylemiştir. Şarih de onuncu sureti ziyade etmekle bunları yüzyirmiye çıkarmak istemiştir. Tâ ki bu da onun kitabının hususiyetlerinden olsun. Lâkin tamamlayamamıştır. Bunu Halebî söylemiştir. Yani sayı yüzsekizde kalmıştır.
«Bu zâhirdir.» Şöyle ki: Bir süt kardeşi olur, kızla birlikte başka bir kadından da süt emmiştir.
"Bu..." Yani neseben sözü. T. her ikisine de eklenir.
«Çünkü tekrar lâzım gelir.» Zira yalnız muzafa eklense, muzafu'n-ileyh süt tarafından olur. Yalnız muzafu'n-ileyhe eklense, bu sefer muzaf süt tarafından olur, Halbuki bunların ikisi de, "süt kardeşinin kızkardeşi helaldır." sözünde dahildirler. H.
«Çünkü kardeştirler.» Yani kadından emdikleri süt bir adamdan hâsıl olmuşsa, bunlar ana-baba bir kardeştirler. Böyle değilse, anne bir kardeştirler. Bazen baba bir kardeş de olabilirler. Meselâ bir adamın iki karısı olur da, ikisi de o adamdan çocuk doğurur ve herbiri bir çocuğu emzirirse, bu iki çocuk baba bir kardeştirler. Hattâ birisi kız olsa, birbirlerine nikâhlanmaları helâl olmaz. Bunu Molla Miskin zikretmiştir. H.
«Velevki zaman değişik olsun...» Meselâ kadın ikinci çocuğu birinciden yirmi sene sonra emzirirse, bunlar yine süt kardeştirler. Elverir ki herbirini süt müddetinde emzirmiş olsun.
«Emen kız ile emziren kadının oğlu da birbirlerine helâl değildirler.» Neseben oğlu ise böyledir. Süt oğlu ise, hüküm yine böyleyse de bu hüküm, "Bir kadının emzirdiği iki çocuk birbirine helâl değildir." ifadesinden anlaşılmaktadır. H. Musannıf bu sözü mutfak bırakmıştır. Binaenaleyh neseben olan çocuğunu emzirse bile, yine haram olacağını ifade eder. Çocukların ikisi de yabancı olurlarsa iş değişir. Bunların bir kadından emmeleri şarttır. Nitekim bu birinci cümleden anlaşılmaktadır. Onun için birinci cümle ile yetinip, bu cümleyi terketmedi. Bahır ve Minah'daki ifadeleri Nehir sahibi reddetmiştir. Bu söz, kadının, çocuğunu emzirdiği kızdan önce doğurduğuna da, sonra doğurduğuna da şâmildir. Velevki iki sene sonra olsun.
FER'İ MESELE: Bahır'da Mebsût'un sonundan alınarak şöyle denilmiştir: «Kızların annesi oğlanlardan birini emzirir; oğlanların annesi de kızlardan birini emzirirse: kızların annesinden emen oğlan, o kızlardan hiçbiriyle evlenemez. Onun kardeşleri diğer kızlarla evlenebilirler. Yalnız annelerinin yalnız başına emzirdiği kızı alamazlar. Çünkü onların süt kız kardeşidir.»
METİN
Dokuz yaşında veya daha fazla olan bâkire bir kızın sütü haram kılar. Aksi takdirde haram kılmaz. Cevhere. Keza ölü kadının sütü de haram kılar. Velevki sağılmış olsun. O kızı nikah eden, ölü kadının mahremi olur ve o kadına teyemmüm ettirerek onu defneder. Ölü kadına cima etmek bunun hilâfınadır. Lezzetle değil gıdalanma bulunmakla aralarında fark vardır. Su ile yahut ilaçla veya başka bir kadının sütüyle yahut koyun sütüyle karışık olursa, kadının sütü fazla olmak şartıyla yine haram kılar. Her ikisi müsavi gelirlerse, hüküm yine bilittifak böyledir. Zira evleviyet yoktur. Cevhere.
İZAH
«Bâkire bir kızın sütü»nden murad; nikâh veya zina suretiyle hiç cima edilmeyen kızdır. Velevki bekâret zarı mevcut olmasın. Meselâ atlamak gibi bir şeyle bozulmuş olsun. Hamevi. Hürmet kızın kocasına geçmez. Hattâ zifaftan önce o kızı boşarsa, onun süt kız kardeşiyle evlenebilir. Çünkü süt kendinden değildir. Kuhistâni. T. Ama zifaftan sonra boşarsa, süt emen kızla evlenemez. Çünkü o kız annesiyle cima ettiği üvey kızlardan olmuştur. Bunu Bahır sahibi Hâniyye'den nakletmiştir.
«Aksi takdirde haram kılmaz.» Yani kız dokuz yaşına varmadan sütü gelmişse, bu süt haram kılmaz. Cevhere. Çünkü ulema, sütün ancak çocuk doğurması tasavvur edilen kızdan tasavvur olunabileceğini söylemişlerdir. Binaenaleyh bunun süt olmadığına hüküm verilir. Nitekim bâkireden sarı su gelse, onu emmekle hürmet sabit olmaz. Nasılki Vehbâniyye şerhinde böyle denilmiştir.
«Velevki sağılmış olsun.» Yani ister ölmezden önce sütü sağılarak öldükten sonra çocuğa içirilsin, ister öldükten sonra sağılsın fark etmez. Bahır.
«O kızı nikâh eden...» Yani o sütten içen kızı nikâh eden demektir ki, makamdan anlaşılır. Bunu Halebi söylemiştir.
«Ölü kadının mahremi olur.» Çünkü ölü kadın onun karısıdır. Bahır.
«O kadına teyemmüm ettirerek onu defneder.» Yani kadın yalnız erkeklerden ibaret bir cemaatın arasında ölürse, eline bez dolamadan ona teyemmüm ettirir. Mahremi olmayan biri ise eline bez dolayarak teyemmüm ettirir. Bazıları bu kadının elbisesi içinde yıkanacağını söylemişlerdir. Bunu Tahtâvî ifade etmiştir. Kadını bunun defnetmesi, defn hususunda mahrem olanlar önde geldiği içindir. T.
«Ölü kadına cima etmek bunun hilâfınadır.» Çünkü ona hürmet-i musahere taallûk etmez.
«Lezzetle değil, gıdalanma bulunmakla aralarında fark vardır» Çünkü sütten maksat, beslenmektir. Ölüm buna mâni değildir. Cimadan maksat ise, mûtad olan lezzettir. Ölü kadında bu yoktur. Bunu Bahır sahibi Cevhere'den nakletmiştir. Âdeten ölü kadın cimaya mahâl olmadığı için, onunlo cimadan mûtad lezzet alınamayınca, kadın hayvan mesabesinde olur. Hattâ daha öteye geçer. Çünkü ölüm tabiatı nefret ettirir. Bundan da çocuk doğurma kastı bulunmamak lâzım gelir ki hakikatte hürmet-i musaherenin illeti budur. Binaenaleyh murad, melzum bulunmamakla lâzımın nefyidir. Şu halde, "illet lezzet almak değildir." diye bir itiraz vârit olamaz.
«Karışık olursa...» Yani kadın sütü, su vesaire ile karışık olursa yine haram kılar. H. Süte karışan her mâyi, hattâ her katı şey su gibidir. Bunu Nehir sahibi söylemiştir. T.
«Kadının sütü fazla olmak şartıyla...» Yani kadının sütü, karışan şeyden fazla olmak şartıyla hürmet sabit olur. Hâniyye'nin yeminler bahsinde, fazlalığın cüzleri itibariyle olacağı bildirilmiştir. Burada ise şöyle denilmiştir: «Fazlalığı İmam Muhammed ilâçta sütün rengini değiştirmekle tefsir etmiştir. İmam Ebû Yusuf, sütün tadını ve rengini değiştirirse fazla sayılır. Sadece birini değiştirirse fazla sayılmaz, demiştir. Nehir.» Bahır'da da bu ifadenin benzeri vardır. Dürr-ü Müntekâ sahibi iki sözün arasını bularak, «Cinste fazlalık cüzlerle itibara alınır. Cinsten başka şeyde ise tat, renk veya kokunun değişmesiyle muteberdir. Nitekim Ebû Yusuf'tan böyle rivayet olunmuştur." demiştir. Ancak cinsten başka şeyde değişmeyi bir vasıfta itibara almıştır. Yukarıda zikredilende ise, ancak tat ve rengin değişmesiyle muteber olur. Evet, Hindiyye'de bir vasfın itibara alınmış olması buna uyarsa da, o da bu sözü Ebû Yusuf'a göre nisbet etmemiştir. T.
«Her ikisi müsavi gelirlerse...» Yani kadının sütüyle karışan şey müsavi gelirse demektir. H.
«Zira evleviyet yoktur.» Bu cümle, iki kadın sütünün müsavi gelmesinin illetidir ve haramhükmünün ikisinden de sabit olacağını bildirir. Kadının sütüyle karışan diğer şeyler müsavi olursa, bunun illeti, kadın sütünün mağlup olmamasıdır. Binaenaleyh istihlâk edilmiş sayılmaz. Nitekim Bahır'da böyle denilmiştir.
METİN
İmam Muhammed hürmeti mutlak olarak iki kadına tâlik etmiştir. Bu kavlin esah olduğu söylenir. Yiyecekle karışan süt mutlak olarak hürmet isbat etmez. Velevki onu yudum yudum içsin. Sütten peynir yaparsa hüküm yine böyledir. Çünkü buna emmek denilmez. Bahır.
İZAH
«İmam Muhammed»in sözü, musannıfın söylediğinin mukabilidir. Musannıf, "İki kadından birinin sütü fazlaysa, haram hükmü yalnız ona taallûk eder. Mâsavi iseler, her ikisine taalûk eder." demişti.
«Mutlak olarak iki kadına tâlik etmiştir.» Yani ister sütleri müsavi gelsin, ister bir fazla olsun fark etmez; ikisi de haram kılar. Çünkü cins cinsi mağlûp edemez. H.
«Bu kavlin esah olduğu söylenir.» Bahır sahibi, "Bu kavil Ebû Hanife'den bir rivayettir." demiş; Gâye sahibi bunun daha zâhir ve daha ihtiyat olduğunu söylemiş, Mecmâ şerhinde ise, "Bunun esah olduğu söylenir." denilmiştir. Şurunbulâliyye'de "Bazı ulema İmam Muhammed'in kavlini tercih etmişlerdir. Hidâye sahibi de buna meyletmiştir. Çünkü İmam Muhammed'in kavlini geriye bırakmıştır. Nitekim Fetih'te de belirtilmiştir." denilmektedir. H.
«Mutlak olarak hürmet isbat etmez.» Yani İmam-ı Âzam'a göre süt, gâlip olsun mağlup olsun müsavidir. İmameyn'e göre ise, süt gâlip olursa haram kılar. Buradaki hilâf, ateş dokunmayan yemekle kayıtlıdır. Pişirilirse bilittifak mutlak haram kılmaz. Hilâf bir de, yiyecek katı olduğuna göredir. İçilecek şekilde sıvı olursa bilittifak çok olan itibara alınır. Bazıları ihtilâfın bir de, lokmayı kaldırırken sütün damlamaması hususunda olduğunu söylemişlerdir. Süt damlarsa, bilittifak haram hükmü sabit olur. İmam-ı Âzam'ın kavline göre esah olan, damlamanın itibara alınmamasıdır. Nehir.
«Velevki onu yudum yudum içsin.» Fakat bu hüküm az yukarıda Nehir'den naklettiğimize muhaliftir. Keza Fetih sahibinin kesin olarak söylediğine de aykırıdır. O, "Yiyecek sıvı olup içilirse, sütün fazlalığını itibara alırız." demiştir. Hâniyye'de dahi, "Yudum yudum içerse, bütün imamların kavline hürmet sabit olur." denilmiştir. Bahır sahibi dahi Müstesfa'dan naklen, "Yiyecekte İmam Muhammed'in koyduğu esas buna delâlet eder." demektedir. Yani yudum yudum içmek, haram hükmünü isbat eder demek istemiştir. Evet, Halebî'nin Mecmau'l-Enhür'dan; onun da Hâniyye'den naklettiğine göre, hiçbir suretle hürmet sabit olmaz diyenler de bulunmuştur. Serahsî bu kavle meyletmiştir. Sahih olan da budur. Nitekim ekseri kitaplarda belirtilmiştir.
Ben derim ki: Benim Hâniyye'de ve keza ondan naklen Bahır'da gördüklerim. yukarıda naklettiklerimizdir. Onlarda Serahsî'nin sözü yoktur. Serahsî'den nakledilen söz, yudum yudum içmek hususunda değil; başka şey hakkındadır. Zâhire'de şöyle deniliyor: «Bazıları; Ebû Hanife'nin kavline göre hürmetin sabit olmaması, lokmayı ağzına götürürken süt damlamadığına göredir. Damlarsa hürmet sabit olur demiş; birtakımları sabit olmadığını söylemişlerdir. Şemsü'l-Eimme Serahsî buna meyletmiştir. Şeyhülislâm'ın beyanına göre Ebû Hanife'nin kavline hürmetin sabit olmaması, yudum yudum yediğine göredir. Yudum yudum içerse sabit olur.» Demek oluyor ki, Şemsü'l-Eimme'nin sözü, sadece yemek esnasında damlamanın itibara alınmamasından ibarettir. Esah olan da budur. Nitekim Nehir'den naklen yukarıda geçti. Bu kavlin sahih olduğunu Hidâye sahibiyle başkaları da açıklamışlardır. Bizim sözümüz ise, yemek sıvı olup, yudum yudum içtiği surete mahsustur. Bu, gördüğün gibi hürmeti isbat eder. Ben aksini sahihleyen görmedim.
«Lokmayı ağzına götürürken sütün damlamasından, yemeğin içilecek gibi sıvı olması lâzım gelir.» denilemez. Çünkü öyle olsa, damlayan sade süt olmaz, yiyecekle ikisi birden damlardı. Bundan anlaşılır ki, murad, yemeğin içilemeyecek gibi koyu olmasıdır. Lokma tabiri de bunu göstermektedir.
«Sütten peynir yaparsa hüküm yine böyledir.» Bahır sahibi diyor ki: «Sütten ayran, yoğurt, peynir, ekşimik gibi bir şey yapar da çocuk onu yerse, bununla hürmet sabit olmaz. Çünkü buna süt emmek demezler. Keza bu, et bitirmez; kemik geliştirmez, yiyecek nâmına çocuk bununla yetinmez. Binaenaleyh haram kılmaz.» H.
METİN
Sütü şırınga etmek, kulağa ve sidik deliğine, karnındaki ve baştaki yaraya akıtmak hürmet isbat etmez. Erkeğin, koyunun ve başka hayvanların sütü dahi öyledir. Çünkü bunlarda keramet yoktur. Hünsa-i müşkil de öyledir. Meğerki kadınlar, "Bu kadar bol süt ancak kadından gelir." demiş olsunlar. Aksi takdirde hürmet isbat etmez. Cevhere.
İZAH
«Sütü şırınga etmek...» Dübürden bedenin içine salmaktır. «Çünkü bunlarda keramet yoktur.» Süt emmekle haram hükmünün sabit olması, keramet ve kıymet yoluyladır. Çünkü aralarında cüz'iyyet vardır. (İnsan insan doğurur.) Onun için koyun, çocuğun annesi sayılmamıştır. Aksi takdirde koç da babası olurdu. Kardeşlik anneliğin fer'idir. Bu meselenin tam tahkîki Fetih'tedir.
METİN
Büyük kadın velevki talâk-ı bâinle boşanmış olsun. Küçük ortağını emzirirse, annesine zifaf olmuş veya süt o adamdan gelmemişse. ikisi de o adama haram olurlar. Keza sütü küçüğünağzına bir adam akıtırsa, hüküm yine böyledir. Zifaf olmamışsa, küçük kızı ikinci defa alması caizdir.
İZAH
«Büyük kadın...» sözünü musannıf mutlak bırakmıştır. Binaenaleyh cima edilene de edilmeyene de şâmildir. Keza sütü o adamdan veya başkasından gelmiş olsun, emzirme işi boşanmadan önce veya sonra olsun, talâk ric'î veya bâin, ayrılmaları muvakkat veya ebedî olsun, bütün bu suretlere şâmildir.
«Velevki talâk-ı bâinle boşanmış olsun.» sözünden, ric'î talâkın hükmü evleviyetle anlaşılır. Çünkü ric'î talâkta evlilik her cihetten bâkîdir. Sonra bununla kayıtlaması, ihtirazî bir kayıt değildir. Çünkü zifaf olmuşsa, büyük kadının kızkardeşi, annesi, neseben kızıyla süt kızı da onun gibidir. Zira birincide kızkardeşinin kızını; ikincide iki kızkardeşi, üçüncüde kadınla onun kızının kızını bir nikâh altında toplamış olur. Halbuki bunlardan hiçbirini asla nikâh etmeye hakkı yoktur. Emziren kadını dahi alamaz. Velevki üçüncü surette büyük kadına zifaf olmamış olsun. Emziren kadın yine helâl olmaz. Çünkü karısının anası olur. Büyük karısını alması da caiz değildir. Çünkü karısının anası olur. Küçük karısıyla evlenmesi helâl olur. Çünkü o karısının kızının kızıdır. Karısına da henüz zifaf olmamıştır. Meselenin tamamı Bahır'dadır. T.
«Küçük ortağını...» süt müddeti içinde emzirirse, ikisi de haram olurlar. Emzirdiği vakit küçüğün nikâhlı bulunması şart değildir. Geçmişte nikâhlı olması kâfidir. Zira Bedâyi'de şöyle denilmiştir: «Küçük bir kızla evlenir de sonra onu boşayarak sütlü büyük bir kadınla evlenirse, bu kadın o küçük kızı emzirdiği takdirde o adama haram olur. Çünkü bu adamın eski nikâhlısının anası olur ki, kızını nikâhlamakla ona haram olur.» Bahır. Annesiyle zifaf olmuşsa, küçük kız dahi haram olur. Ama ikisini bir nikâhla biraraya getirdiği için değil, annelerle zifaf olmak kızları haram ettiği, kızlara nikâh akdetmek de anneleri haram kıldığı içindir. Nikâh üzerine ârız olan süt emme meselesi geçmişte olmuş gibidir. Hâniyye'de beyan edildiğine göre bir kimse ümmüveled cariyesini küçük kölesine nikâhlar da, cariye küçüğü efendisinin sütüyle emzirirse, hem kocasına hem efendisine haram olur. Çünkü köle efendinin oğlu olmuş olur. Binaenaleyh köleye haram olur. Çünkü emziren babasının cima ettiği kadındır. Efendiye de haram olur. Çünkü oğlunun karısıdır. Nehir.
«Küçüğün ağzına bir adam akıtırsa...» Yani büyük kadının sütünü küçüğün ağzına bir adam akıtırsa, ikisi de hararn olurlar. Bu sözle şarih, hürmet meselesinin sadece emzirmeye bağlı olmadığına işaret etmiştir. Burada esas, sütün mideye varmasıdır. Bu takdirde ikisi de o adamdan boş düşerler ve herbiri mehrinin yarısını kocasından alır. O adam da bunu fesat çıkarmak için yaptıysa, herbirinin yarım mehrini kocaya ödemeye mecbur olur. Fesatçıkarmaya misâl, hâcet yokken küçüğü emzirmesidir. Fesat kastı yoksa, bu husustaki sözü kabul edilir. Bahır.
«Annesine zifaf olmuşsa» süt ister o adamdan, ister başkasından gelmiş olsun; emzirme işi nikahlı iken veya boşandıktan sonra hattâ talâk-ı bâinle boşandıktan ve iddetten sonra olsun fark etmez. Süt o adamdan ise, emzirme işi de nikâhlı iken yahut talâk-ı ric'î veya bâin iddetinde yahut iddetten sonra olmuşsa, kadınların ikisi de o adama ebediyyen haram olurlar ve ilk ikisinin nikâhları feshedilmiş olur. Küçük kızın nikâhının feshedilmesi, o adamın kızı ve cima ettiği karısının süt kızı olduğu içindir. Büyüğünün haram olması, kızının annesi ve süt cihetinden karısının annesi olduğu içindir. Süt başkasından ise, yine ikisi de haram olurlar ve ikisinin de nikâhları feshedilmiş olur. Küçüğün haram olması, cima ettiği karısının süt kızı olduğu için; büyüğünün haram olması da, nikâhlısının süt cihetinden annesi olduğu içindir. Bunu Halebî ifade etmiştir.
Bahır sahibinin beyanına göre nikâh feshedilmiş olmaz. Çünkü ulemamızın mezhebine göre gerek süt cihetinden, gerek musaheret sebebiyle haram olmak sebebiyle nikâh ortadan kalkmaz. Sadece fâsit olur. Hatta araları ayrılmadan o kadınla cimada bulunursa, kendisine had vurulmaz. Bunu İmam Muhammed Asıl adlı kitabında beyan etmiştir. Bahır sa-hıbi diyor ki: «Fesadın niköh-üzerine ârız olan süt emmede olması gerekir. - Nitekim burada öyledir. - Ama kadınla evlenir de iki şahit bu kadının onun kızkardeşi olduğuna şehadette bulunurlarsa, nikâh ortadan kalkar. Hattâ o kadınla cimada bulunursa, kendisine had vurulur. Kadın iddetini bitirdikten sonra birbirlerini terketmeden evlenebilir.» Remlî, "Lâkin ileride görüleceği vecihle ayrılmak ancak hâkimin ayırmasıyla olur." demiştir. Ona müracaat et ve düşün!
«Veya süt o babadan gelmişse» sözü, cima etmeden sadece sütün o adamdan gelmesinin mümkün olmasını gerektirir. Bu ise fâsittir. Çünkü sütün o adamdan olması, kadının cima edilmiş olmasını gerektirir. Bir nüshada, "süt o babadan olduğu halde" denilmiştir. Bu da fâsittir. Çünkü kadınla cima etmiş fakat süt başkasından gelmiş olsa, haram olmamasını gerektirir ki, bunun da bâtıl olduğu meydandır. Doğrusu bu sözü hiç zikretmemektir. H.
Ben derim ki: Şarih Bahır, Nehir ve Makdisî'ye tâbi olmuştur. Onun nâmına Tahtâvî şu cevabı vermiştir: «Caiz ki kadın o adamla cima ederek gebe kalmıştır. Ondan sütü gelir ve küçüğü bu sütle emzirir. İşte süt o adamdan olduğu halde cima tahakkuk etmeden iki karısı birden haram olurlar.»
Burada şöyle bir itiraz vârit olabilir: «Zinadan hamile kalmak, o kadınla cima etmek demektir. Adı geçen cimayı sonradan lâhik olan nikâhtaki cimaya yorumlamanın bir faydası yoktur. Sabık zinada cima tahakkuk etmiştir.» Sâlhânî bunu, "Bir kimse, kendisinden sütü gelmişkarısını üç defa boşar da, kadın başka kocaya gittikten sonra onunla tekrar evlenirse, eski sütü de bâkî olup onunla ortağını emzirirse..." şeklinde yorumlamıştır. Görüyorsun ki bu da söz götürür. En iyi şöyle cevap vermelidir: «Anneyle cima ettiyse sözünü sütü başka adamdan olduğu halde takdir etmelidir.»
«Veya süt o adamdan gelmişse» cümlesini, bu mukadderin üzerine atfetmelidir. Birbiri üzerine atfedilen iki cümle arasında mukabele hâsıl olmak için bu takdire karine budur. Şarih, "süt ondan gelmiş olduğu halde" sözünü evvelâ zikretse daha açık ve evlâ olurdu.
«Zifaf olmamışsa, küçük kızı ikinci defa alması caizdir.» O zaman kadının sütü kesin olarak başka adamdan gelmiştir. Bu da, emzirmenin boşamadan önce ve sonra olmasına şâmildir. Boşamadan önce ise, nikâhı feshedilmiş olur. Çünkü o adam kızla o kızın süt annesini bir nikâhta toplamış olur ve annesi ile cimada bulunmadığı için kızına nikâh akdini tazeleyebilir. Talâktan sonra ise, kızın nikâhı feshedilmiş olmaz. Annenin nikâhı her iki surette ebediyyen haram olur. Çünkü kızına nikâh akdedilmiştir. Şarihin ifadesi birinci surete göre yetersizdir. H.
METİN
Cima edilmemişse, büyük kadına mehir yoktur. Çünkü ayrılık onun sebebiyle gelmiştir. Cima vâki olmadığı için küçüğüne yarım mehir verilir. Ama büyük kadın fesat kasdetmişse; meselâ aklı başında, kendi arzusuyla uyanık iken nikâhlı olduğunu, emzirmenin nikâhı bozduğunu bilir ve açlık yahut helâkı gidermeyi kasdetmezse, kocası ödediği yarım mehri büyük kadından alabilir. Sütü küçüğün ağzına akıtan adamdan da alabilir. Fesat kastı yoksa alamaz. Çünkü sebep olmakta tecavüz şarttır. Kadının fesat kasdettiği meydana çıkmazsa, söz onun olur. Mi'râc.
Bir adam sütlü karısını boşar da kadın iddetini bitirerek başka kocaya varır ve ondan gebe kalırsa, çocuk emzirdiği takdirde, hükmü ilk kocasındandır. Çünkü sütün ondan geldiği kesindir. Şüphe ile zail olamaz. İkinci kocasının üvey çocuğu olur. Vardığı kocadan doğuruncaya kadar hüküm budur. Doğurduğunda süt ikinci kocadandır. Şüphe ile cima, helâl cima gibidir. Bazıları zinanın da öyle olduğunu söylemişlerdir. En münasibi böyle olmamaktır. Fetih.
İZAH
«Cima edilmemişse büyük kadına mehir yoktur.» Cima edilmişse, mutlak surette mehrinin tamamı verilir. Lâkin ayrılık kadından gelirse, bu iddette kendisine nafaka verilmez. Aksi halde nafaka da verilir. Bahır.
«Çünkü ayrılık onun sebebiyle gelmiştir.» Binaenaleyh dinden dönmüş gibi olur. Bundan anlaşılır ki, kadın cima için zorlanmış olsa, yahut uyurken küçük onu emmiş olsa, veya birkimse onun sütünü alarak küçük bir çocuğun ağzına akıtsa; yahut büyük kadın deli olsa, kadına yarım mehir verilir. Çünkü ayrılık ona izafe edilemez. Bahır.
«Cima vâki olmadığı için...» sözü, yarım mehir vermenin illetidir. Asıl mehire hak kazanmanın illeti ise, kadın tarafından olmayan ayrılıktır. Gerçi emzirmek onun fiilidir. Fesat da onunla olmuştur. Lâkin kadın hükümlerle muhatap olduktan sonra, bu onun hakkını ıskatda tesirli olmaz. Nasılki mirasını aldığı kimseyi öldürse hüküm budur. Bir de kadın tabiatı iktizası buna mecburdur. Anne-babasından birinin dinden dönmesi, bunun da onlara katılması sebebiyle kadın tarafından asla ortada bir fiil yokken mehrinin sâkıt olmasına gelince: Dinden dönmek, küçük kız hakkında dahi haram ve yasak olduğu içindir. Hürmet onun anne-babasının dinden dönmesine tâbi olan mürtedliğine izafe edilir. Süt emmeninse bir tesiri yoktur. Binaenaleyh mehri hak eder. Bu satırlar Fetih ve diğer kitaplardan kısaltılmıştır.
«Ama büyük kadın fesat kasdetmişse» cümlesi, yarım mehri ondan almak için bir kayıttır. Cimadan önce mehrinin sâkıt olması için ise, fesat kasdetmesi şart değildir. Bunu Tahtâvî Ebussuud'dan nakletmiştir.
«Aklı başında...» sözünden anlaşılıyor ki; deli, zorlanan ve uyuyan kadından bir şey isteyemez.
«Açlık yahut helâkı gidermeyi kasdetmezse» fesadı kasdetmiş olur. Fakat küçüğün aç olduğunu zannederek onu emzirir de sonra tok olduğu anlaşılırsa, fesadı kasdetmiş sayılmaz. Bahır.
«Sütü küçüğün ağzına akıtan adamdan da olabilir.» Yani her iki kadının yarım mehrini ondan alır. Nitekim Bahır'dan naklen arzetmiştik. Yine ondan naklen demiştik ki: «Burada da şart fesadı kasdetmiş olmasıdır.»
«Çünkü sebep olmakta tecavüz şarttır.» Yani sebep olmak suretiyle ödetmek için tecavüz şarttır. Kuyu kazan kimse meselesinde olduğu gibi ki, kendi milkinde kazarsa bir şey ödemez. Milki olmayan yerde kazarsa öder. Tamamı Bahır'dadır.
«Söz onun olur.» Yani fesat kasdetmediği hususunda yeminiyle beraber söz kadınındır. Bahır.
«Sütlü karısını boşarsa...» Yani sütüne kendisinin sebep olduğu karısını boşarsa demektir. Bu da ondan çocuk doğurmakla olur. Zira bir kadınla evlenir de kadın ondan hiç çocuk doğurmaz fakat sütü gelerek bir çocuk emzirirse, kocası o çocuğun süt babası olmaz. Çünkü çocuğun o babaya nisbeti, doğumun ondan olması sebebiyledir. Bu olmazsa, nisbet de olmaz ve inen süt bâkire sütü gibi olur. Onun içindir ki, kadın kocasından bir çocuk doğurur da sütü inerse, onunla bir küçüğü emzirdiği, sonra sütü çekildiği ve tekrar geldiği takdirde, onunla küçük bir kızı emzirirse; kocasının oğlu bu küçük kızla evlenebilir. Emzirdiği oğlan ise, bu adamın emziren karısından olmayan kızlarıyla evlenebilir. Bunu Bahır sahibi Hâniyye'den nakletmiştir.
«İkinci kocasının üvey çocuğu olur» ve o kocanın başka kadından olan kızlarıyla evlenmesi helâl olur. Bahır.
«Şüphe ile cima helâl cima gibidir.» Ve şöyle tasvir olunur: Bir kadın şüphe ile cima edilir de gebe kalarak çocuk doğurursa, ve sonra evlenerek bir çocuğu emzirirse, o çocuk kocasının değil, şüphe ile cima edenin süt oğlu olur. Zina sureti de bunun gibidir. H.
«Fetih...» Fetih'in ifadesi şudur: Zinadan gelen süt de helâl cimadan gelen gibidir. Kadın o sütle bir kızı emzirirse, bu kız, zina edene, babalarına ve oğullarına aşağı doğru inseler de haram olur.» Tecnîs'te Cürcânî'den naklen şöyle denilmiştir: «Zina eden şahsın amcası o kızla evlenebilir. Nitekim zinadan doğma kızla evlenmek de böyledir. Çünkü zina eden şahıstan nesebi sabit olmamıştır. Zina eden kimsenin babalarına ve oğullarına haram olması, cüz'iyyet itibariyledir. Bu kız ile amcasının arasında ise cüz'iyyet yoktur. Zinadan doğan kız hakkında bu sabit olunca, zina sütüyle emziren hakkında da böyledir.» Hulâsa'da şöyle denilmiştir: «Keza zinadan gebe kalmayıp, zina sütüyle emzirmeyen kadın zina eden şahsa haram olur. Nitekim onun kızı da bu adama haramdır.»
Veberî'nin beyanına göre nesep sabit olmadıkça hürmet hassaten ana tarafından sabit olur. Nesep sabit olursa, babadan sabit olur. İsbicâbî ile Yenâbî' sahibi dahi böyle demişlerdir. Bu daha güzeldir. Çünkü zinadan hürmetin sabit olması, cüz'iyyet sebebiyledir. Bu da bizzat çocuktadır. Çünkü çocuk onun menisinden halkedilmiştir, sütte değildir. Çünkü süt onun menisinden hâsıl olmamıştır. O beslenmenin fer'idir. Beslenmek ancak midenin süt tarafından giren şeyle olur. Şırınga gibi bedenin aşağısından girenle olmaz. Bunda et bitirmek ve hürmet yoktur. Nesebi sabit olan bunun hilâfınadır. Çünkü nass hürmeti o kimseden isbat etmiştir. Zina edenin sütüyle beslenen çocuğun zina edene haram olmadığı tercih edilince, sütü zinadan olmayana haram olmaması evleviyette kalır. Hulâsa'nın ifadesi buna muhaliftir. Hem o meşhur kitaplarda yazılanlara da muhaliftir. Zira sütü kocasından olmayan kadının emzirdiği kızın kocaya evleviyetle haram olmasını iktiza eder. Bu satırlar kısaltılarak Fetih'ten alınmıştır.
Hâsılı şudur: Zinadan hâsıl olan sütle beslenen kızın, zina edene ve keza onun usûlüne, fürûuna haram olması hususunda iki rivayet vardır. Nitekim bunu Kuhistânî de açıklamıştır. Bunların en güzeli, haram değildir rivayetidir. Hulâsa'nın, "Zina edenin sebep olduğu sütten başka bir süt emse, zina edene haram olur." sözü reddedilmiştir. Çünkü meşhur kitaplarda yazıldığına göre, kocanın sebep olmadığı sütü emen kız, kocaya haram olmaz. Nitekim metinde, "Bir kimse sütlü karısını boşarsa ilh..." denilen yerde geçmişti. Hulâsa'nın ifadesiise, evleviyetle haram olmasını iktiza eder. Fetva kitaplarında olan bir söz meşhur şerhlere muhalifse, kabul edilmez. Fetih sahibinin sözünün izahı budur. Bunu anlamak hususunda birçok hatalar olmuştur. Bunlardan biri de Bahır'da iddia edilen şu sözdür: «Hilâfın yeri, zina edenin usûl ve fürûudur. O kız zina eden'e bilittifak helâl değildir.»
Hâsılı Bahır sahibinin dediği gibi mezhepte mutemet olan söz, zinadan olan süte haram hükmünün taallûk etmemesidir. Mi'râc ile Hâniyye'nin zâhirine bakılırsa, mutemet kavle göre sabit olmasıdır.
Ben derim ki: Münye şerhinde bildirildiğine göre, dirayete rivayet uygun düşerse, ondan ayrılınmaz. Görüyorsun ki vechi olan söz, haram olmaması rivayetidir.
METİN
Bir kimse karısına, bu benim süt kızımdır der de, sonra sözünden dönerse, tasdik edilir. Çünkü süt emmek, gizli kalan şeylerdendir. Binaenaleyh tenakuza mâni değildir. Bu adam sözünde sebat ederek onu söyledikten sonra; o doğrudur, benim dediğim gibidir derse, veya bunun benzerini söylerse, araları ayrılır. Hidâye ve diğer kitaplarda sebat böyle tefsir edilmiştir.
İZAH
"Karısına" diye kayıtlaması, ondan sonra, "araları ayrılır" dediği içindir. Yoksa bu sözü evlenmeden evvel ecnebî bir kadına söylemesi de aynı hükümdedir.
«Hidâye ve diğer kitaplarda sebat böyle tefsir edilmiştir.» Şarihin bu cümleyi getirmesi, o haktır gibi ikrarın tekrarını da sebat sayanlara ret cevab olsun diyedir. Bahır sahibi bunun böyle olmadığına kesinlikle hükmetmiştir. Bu mesele Allâme Abdülberr b. Şıhne zamanında fetva vakası olmuştur. Bazı çağdaşları bunda kendisine muhalefet etmiştir. O, bu mesele için Sultan Kayıtbay'ın emriyle birçok meclisler akdetmiş ve dört mezhep ulemasının yazdıklarını tesbit etmiştir. Nitekim Makdisî bunu şerhinde zikretmiştir. İbn-i Şıhne bu bâpta bizim imamlarımızın sözlerini de sıralamış, sonra şöyle demiştir: «Bu ibarelerin zâhiri gösteriyor ki, dönmeye mâni olan ikrarda sabat; benim söylediğim haktır, yahut benim ikrar ettiğim sabittir demesidir. İkrarı tekrarlaması ise mâni değildir.» Musannıf Minah'ın sonundaki dağınık meselelerde bu vakaya işaret etmiş; onun Şâfiîlerden Şeyhülislâm Zekeriya'ya arzedildiğini; onun da yeteri kadar cevap verdiğini bildirmiştir.
Ben derim ki: Onu ben Şeyhülislâm Zekeriya'nın Fetvâ'sında gördüm. Bizim imamlarımızdan nakledilen sözleri arzettikten sonra şöyle demiş: Bu nakillerin açık ifadesi ve mantuku şahittir ki sebat, devam ve ısrardan murad bir şeydir. Süt kardeşliğini ve benzerini ikrar eden bir kimse ikrarında sebat gösterirse, ondan dönmesi kabul edilmez. Sebat göstermezse. kabul edilir. Şuna da şahittir ki. sebat göstermek ancak sözle olur. Meselâ bu husustakendine şehadet eder yahut o haktır veya dediğim gibidir der veya bu mânâda bir şey söyler. O doğrudur veya sahihtir yahut bunda bence şüphe yoktur gibi bir söz söyler. Zira şüphesiz doğrudur demek, dediğim gibidir demekten daha kuvvetlidir. Binaenaleyh Sirac-ı Hindî'nin yaptığı gibi, o haktır sözüyle, dediğim gibidir sözü arasını bulmak, te'kide yorumlanır. Bir kısmını söylemekle yetinenlerin sözü, velev hasr yoluyla olsun, "yahut o mânâda" diye takdir ve te'vil olunur. Zikredilen nassların ifadesinde tekrarın, "o haktır' sözünün veya o mânâda bir sözün yerini tutacağını gösteren bir şey yoktur ki, bundan sonra dönmek imkânsız olsun. Evet, Mebsût sahibinin sözünden alınarak onu akitten evvel ikrar eder de akitten sonra yine tekrarlarsa, birincinin yerini tutacağı çıkarılabilir. Mebsût sahibi, "Lâkin ikrarında sebat eden kimse, akitten sonra onu yeniden söylemiş gibi olur." demiştir.
Ben derim ki: Lâkin Mebsût sahibinin. "Yenilemiş gibi olur ilh..." sözünden muradı, sebatla birlikte demektir. Zira o akitten önce ikrar hürmeti isbat hususunda akitten sonra ikrar mesabesindedir demek istemiştir. Çünkü ibaresi şöyledir: «Lâkin ikrarında sebat eden kimse, akitten sonra onu yenilemiş gibidir. Akitten sonra hürmeti ikrar etmesi sahihtir, ayrılığı icabeder. Akitten önce ikrar edip de üzerinde sabit kaldığı da öyledir.» Akitten sonra ikrar meselesinde şöyle demiştir: «Bu söz üzerinde sabit kalır da o doğrudur derse; bu hususta ona şahitler de şehadet ederse, araları ayrılır.» Bedâyi'de şöyle denilmiştir: «İkrara gelince: İkrar, evlendiği bir kadın için, bu benim süt kızkardeşimdir diyerek bunun üzerinde ısrar etmesidir. Bunların araları ayrılır. Bunu nikâhtan öncede ikrar eder ve devam üzere ısrarda bulunursa, o kadınla evlenmesi caiz değildir.»
Ben derim ki: Bunun vechi şudur: Süt meselesi, gizli kalan şeylerdendir. Çünkü insan onu ancak başkasından işitmekle bilir. Onun için bu hususta tenakuza düşmek memnu değildir. Zira ihtimal ki başkasından işiterek ikrar etmiştir, Sonra bunun yalan olduğunu anlayarak ikrarından dönmüştür. Bu hususta bir defa ikrarla birçok defalar arasında fark yoktur. İkrarına şahitlik; yahut o doğrudur dediğine veya benzeri bir söz söylediğine şahitlik etmek bunun hilâfınadır. Çünkü bu, haber verenin doğru söylediğini bildiğine delâlet eder ve bu hususta kesin konuşur. Binaenaleyh sonradan dönmesi kabul edilmez.
«Araları ayrılır.» Yani velevki bundan sonra inkâr bulunsun. Çünkü ayrılmanın şartı olan sebat mevcuttur. Ondan sonra yapılan inkârın faydası yoktur. Zahîre.
METİN
Bunu kadın ikrar eder de sonra kendini yalanlar ve ben hata ettim der, kocası da onunla evlenirse, nikâh caiz olur. Nasıl ki kadın kendini yalanlamadan onunla evlenmesi caizdir. Velevki üzerinde ısrar etsin. Çünkü hürmet kadına ait değildir. Ulema bütün vecihlerde bununla fetva verileceğini söylemişlerdir. Bezzâziye.
Bu şunu ifade eder ki: Kadın bir adamdan üç defa boşandığını ikrar etse, o adamla evlenmesi helâl olur. Yahut bunu hep birden ikrar ederler de sonra kendilerini yalanlayarak biz hata etmişiz derler ve adam o kadınla evlenirse caiz olur. Mezhep hakkındaki ikrar da böyledir. Üzerinde sebat ettiği söz kendisine lâzım gelmez. Bu kadın benim kızkardeşim yahut annemdir der de kadının nesebi bilinmezse, sonra ben vehmetmişim dediğinde tasdik olunur. Sözünde sebat ederse araları ayrılır.
İZAH
«Çünkü hürmet kadına ait değildir.» Yani şeriat onu kadının eline vermemiştir. Binaenaleyh onu ikrar etmesi de sahih değildir. T.
«Bütün vecihlerde...» Yani akitten önce veya sonra ikrar etsin; ısrarda bulunsun bulunmasın bununla fetva verilir. Erkek bunun hilâfınadır. Çünkü onun ısrarı, bildiğin gibi hürmeti isbat eder. Bahır sahibinin Hâniyye'den naklettiği ifadeden anlaşılır ki, akitten önce kadının ısrarı o adamla evlenmesine mânidir. Bu ifadenin bir benzeri de Zahîre'dedir. Lâkin zikredilen ta'lil mâni olmadığını te'yid eder.
"Bezzâziye..." Bezzâziye sahibi bunu talâk bahsinin sonunda zikretmiş ve şöyle demiştir: «Kadın bir adam için; bu benim süt babamdır der de bu sözde ısrar ederse, kocası inkâr ettiği takdirde onunla evlenmesi caizdir. Keza bunu erkek ikrar eder de sonra kadın kendisini yalanlarsa, kadının sözü hakkında tasdik olunmaz. Çünkü hürmet kadına ait değildir. Hattâ kadın bunu nikâhtan sonra ikrar ederse, sözüne bakılmaz. Bu gösterir ki, kadın bütün vecihlerde kendini o adama nikâh edebilir. Fetva da bununla verilir.»
«Bu şunu ifade eder ki ilh...» Bu sözü Hulâsa sahibi Sadru'ş-Şehid'in Suğra'sından naklen şöyle söylemiştir: «Bu delâlet eder ki, kadın üç talâk boşandığını iddia eder de kocası inkârda bulunursa, kadının kendisini ona nikâhlaması helâl olur. Bezzâziye sahibi bunu tatâk bahsinin sonunda şöyle zikretmiştir: Kadın, kocam beni üç defa boşadı dedikten sonra kendini ona nikâhlamayı arzu ederse, ısrar ettiği veya kendini yalanladığı takdirde, buna hakkı yoktur. Radâ bahsinde bildirdiğine göre kadın; bu benim süt kardeşimdir diyerek bu sözde ısrar ederse, o kimsenin bu kadınla evlenmesi caiz olur. Çünkü hürmet kadının elinde değildir. Ulema bütün vecihlerde bununla fetva verilir demişlerdir.» Bezzâziye'nin sözü burada biter.
«Radâ' bahsinde bildirdiğine göre ilh...» demekle, boşama meselesinde kadının adamla evlenmeye hakkı olduğuna istidlâl etmek istemiştir. Nitekim Hulâsa sahibi de böyle yapmıştır. Böylece şarihin îlâ bâbından az önce Bezzâziye'nin bu ibaresini alıp, "Radâ' bahsinde bildirdiğine göre ilh..." cümlesini bırakmasının sebebi anlaşılmış olur.
«O adamla evlenmesi helâl olur.» Çünkü kadın hakkında boşanmak gizli şeylerdendir. Ziraerkek boşamakta serbesttir. Binaenaleyh kadının dönmesi sahih olur. Nehir. Yani hükümde dönmesi helaldır. Fakat kendisiyle Allah Teâlâ arasında üç talâkı bildiği halde dönmesi helâl olamaz. H.
«Yahut bunu hep birden ikrar ederlerse...» Yani süt kardeşliğini beraberce ikrar ederler de erkek ikrarında ısrar etmezse, evlenmesi caizdir. Fakat ısrar ederse, ondan sonra kendisini yalanlaması fayda vermez. Nitekim geçti.
«Sözünde sebat ederse araları ayrılır.» Yani kadının bilinen bir nesebi yoksa ve kendisi o adama anne veya kız olacak yaşta ise, araları ayrılır. Zira erkeğin ikrarı ve ısrarı ile sebep meydana çıkmıştır. Kadının belli nesebi varsa; yahut adama anne veya kız olacak yaşta değilse, araları ayrılmaz. Velevki erkek ısrar etsin. Çünkü ikrarında kesin olarak yalancıdır. Bedâyi.
METİN
Süt meselesini isbatta delil mal delilidir ki, o da iki âdil erkeğin yahut bir âdil erkekle iki âdil kadının şahitlikleridir. Lâkin ayrılma ancak hâkîmin ayırmasıyla olur. Çünkü bunda kul hakkı vardır. Acaba ayrılmanın sübutu kadının dâvâsına bağlı mıdır? Zâhire bakılırsa bağlı değildir. Çünkü ayrılma fercin haram olmasını tazammun eder. Bu ise, Allah Teâlâ'nın haklarındandır.
İZAH
«Süt meselesini isbat ilh...» Mal delili olan şahitlikle olur. Ama bu, inkâr vuku bulduğu vakittir. Çünkü süt kardeşlik ısrarla ikrar edilirse sabit olur. Nitekim yukarıda geçti.
«İki âdil erkeğin şehadeti ilh...» ifadesi gösteriyor ki, bir kişinin şahitliği ile, erkek olsun kadın olsun akitten evvel veya sonra sabit olmaz. Kâfî ve Nihâye sahipleri bunu açıklamışlardır. Onlar bu hususta Hâniyye'nin radâ bahsindeki şu sözüne tâbi olmuşlardır: «Nikâhtan önce radâ'a bir kadın şahitlik ederse, erkek onu yalanyabilir.» Lâkin Hâniyye'nin haram olan kadınlar bahsinde, "Nikâhtan önce olur da haber veren kimse âdil ve güvenilir bir şahıs ise, nikâh caiz değildir. Nikâhtan sonra ise, her ikisi büyük oldukları takdirde ihtiyat olan bundan çekinmektir." denilmektedir. Bezzâzî kesin olarak buna kail olmuş; bunu, "Çünkü birincide şüphe caiz olup olmadığında, ikincide ise batıl olup olmadığındadır. Defi ref'den daha kolaydır" diye ta'lil etmiştir. (Bu umumi kaidenin mânâsı; bir şeyi olmadan karşılayıp def etmek, olduktan sonra kaldırıp atmaktan daha kolaydır demektir.)
Bunun arası, birinci şıkkı haber verenin âdil olup olmadığının bilinmediğine yorumlanmakla bulunur. Yahut Muhit'in ifadesine yorumlanır. Orada, "Bu hususta iki rivayet vardır." denilmiştir. Bu sözün muktezası, akitten sonraki şahitliğin bilittifak itibara alınmamasıdır. Lâkin Zeylâî'nin Muğnî'den ve Hidâye'nin kerahiyyet bahsinden naklettiğine göre, bir kişinin haberi, sonradan zuhur eden süt meselesinde makbuldür. Meselâ nikâhı altında küçük birkız bulunur, bir kadın gelerek bu erkeğin annesi veya kızkardeşi onu akitten sonra emzirdi diye şahitlik eder.
Ben derim ki: Hâniyye'nin yukarıda geçen, "her ikisi büyük iseler" sö-zü de buna işaret etmektedir. Lâkin Bahır sahibi bundan sonra şöyle demiştir: «Metinlerin zâhirine bakılırsa, bununla mutlak surette amel edilmez. Binaenaleyh mezhepte mutemet kavil bu oluversin!»
Ben derim ki: Zâhir rivayet kitaplarını toplayan Hâkim'in Kâfî'sinde söylediğinden anlaşılan da budur. O bununla suyun veya etin pisliğini haber veren bir kişinin sözü arasında kabul yönünden fark yapmıştır. İstihsan bahsinde buna müracaat et!
T E M B İ H : Hindiyye'de şöyle denilmektedir: «Bir adam bir kadınla evlenir de başka bir kadın; ben sizin ikinizi de emzirdim derse, bu mesele dört vecih arzedar. Kadının söylediğini ikisi de tasdik ederse, nikâh fâsit olur. Zifaf olmadıysa, mehir de yoktur. Kadını ikisi de yalanlarsa, kadın âdil olduğu takdirde en temiz iş ayrılmaktır. Efdâl olan, erkeğin, zifaftan önce ise yarım mehri vermesidir. Kadına efdâl olan ise, hiçbir şey olmamaktır. Zifaf olmuşsa, efdâl olan mehrin bütününü, nafaka ve meskeni vermektir. Kadın için efdâl olan da, mehr-i misille mehr-i müsemmanın hangisi azsa onu almak, nafaka ve mesken almamaktır. Erkeğin o kadınla beraber oturması caizdir. Âdil olmayan şahitler; yahut iki kadın veya bir erkekle iki kadın şahitlik ederlerse, hüküm yine budur. Mehir ise hâli üzere kalır. Bunun aksi olursa, nikâh fâsit olmaz. Kadın kocasından yemin isteyebilir. Etmediği takdirde araları ayrılır.»
«İki âdil kadının...» Yani velevki birisi emziren kadın olsun şahitlikleri kabul edilir. Bu kadının kendi fiiline şahitlik etmesi zarar vermez. Çünkü bunda taksimcinin, tartıcı ve ölçücünün oradaki borçluya şahitliğinde olduğu gibi bir töhmet yoktur. Bahır.
Ben derim ki: Gerçi Vehbâniyye şerhinde Netif'ten naklen, "Emziren kadının şahitliği Ebû Hanife ile arkadaşlarına göre kabul edilmez." denilmişse de, zâhire göre bundan murad, yalnız başına şahitlik ettiği vakittir. Bu, imam Mâlik'in kavlinden ihtiraz içindir. Velev ki Vehbâniyye'nin nazmı bunun hilâfını andırsın.
«Çünkü bunda» Yani şahitlikte kul hakkı vardır. Daha doğrusu kulun hakkını iptal vardır ki, o da istifadenin helâl olmasıdır. Binaenaleyh mütareke bulunmazsa mutlaka hâkimin hükmü lâzımdır. Zira Nehir'de şöyle denilmiştir: «Hâsılı bize göre mezhep Zeylâî'nin liân bahsinde dediği gibi nikâh radâ' ve musaheret hürmetiyle ortadan kalkmaz; yalnız fâsit olur. Hattâ aralarını ayırmadan erkek o kadınla cimada bulunursa, şaşırma olsun olmasın kendisine had vurmak icabetmez. Asıl adlı kitapta bu bildirilmiştir. Fâsit nikâhta mutlaka hâkimin ayırması yahut kadına cima edilmişse, sözle mütareke lâzımdır. Cima edilmemişse bedenen ayrılmak kâfidir. Nitekim yukarıda geçti.»
«Zâhire bakılırsa bağlı değildir.» Bahır sahibi de zikri geçen talâk meselesine dayanarakbunu zâhir görmüştür. Bunun bir misli de cariyenin âzâd olmasına ve benzerine şehadette bulunmaktır ki, bunlar dâvâ edilmeksizin Allah rızası Için yapılan şahitlikler olup, ondört meselede kabul edilirler. Bu ondört mesele Eşbâh'ın kaza bahsinde zikredilmiştir. Bu mesele de onlara ilave edilir.
METİN
Nitekim kadının boşandığına yapılan şahitlikte de böyledir. Kadının yanında iki âdil şahit, bunların arasında süt kardeşlik vardır. Yâhut bu adam karısını üç defa boşamıştır diye şehadette bulunur da erkek inkâr eder, sonra hâkim huzurunda şehadet etmeden her iki şahit ölürler veya kaybolurlarsa, kadının o adamla birlikte oturması ve onu öldürmesi caiz değildir. Bununla fetva verilir. Başka kocaya da gidemez. Bazıları diyaneten kocaya gidebilir demişlerdir. Vehbâniyye şerhî.
FER'İ MESELELER:
1) Kaadı'nın iki kadının radâ'a şahitlikleriyle karı-kocanın birbirlerinden ayrılmasına verdiği hüküm geçersizdir.
2) Bir adam karısının memesini emse, karısı kendisine haram olmaz.
3) Bir kimse iki küçük kızla evlenir de herbirini bir kadın emzirir, sütleri de aynı adamdan olursa, ödemezler. Velevki fesat kastıyla emzirsinler. Çünkü fesat kızkardeşlik sebebiyle ârız olmuştur.
4) Oğlu babasının karısını öper de fesadı kasdettim derse, mehri öder. Kadınla cimada bulunur da bunu söylerse mehri ödemez. Çünkü had vurmak lâzım gelir. Onun için mehir lâzım değildir.
İZAH
«Onunla oturması caiz değildir...» Çünkü bu öyle bir şahitliktir ki, hâkim huzurunda yapılmış olsa, süt meselesini isbat eder. Kaadı'nın huzurunda yapıldığı zaman da öyledir. Hâniyye.
«Bazıları diyaneten kocaya gidebilir demişlerdir.» Şarih bu sözün zayıf olduğuna işaret etmektedir. Çünkü Vehbâniyye şerhinde Kınye'den, o da Alâ-i Tercümânî'den naklen, "Sahih mezhebe göre bu caiz değildir." denilmiştir. Şarih ricat bâbının sonunda buna kesinlikle kail olmuştur.
"Kaadı..." Yani müçtehid bir hâkim yahut mukallit olup, Mâlikî gibi bir kimse, iki kadının şahitlikleriyle karı-kocanın ayrılmalarına hüküm verirse geçersiz olur. Çünkü bu mesele ictihat caiz olmayan meselelerden biridir. Bu meseleler otuz küsur olup, Eşbâh'ın kaza bahsinde zikredilmişlerdir.
"Bir adam" diye kayıtlaması, koca küçük olup, süt müddeti içinde bulunur da emerse, kadın ona haram olacağı içindir.
«Sütleri de aynı adamdan olursa» diye kayıtlaması, iki küçük arasında haram hükmü tasavvur olunabilsin diyedir. Çünkü bunlar süt cihetinden baba bir kızkardeş olmuşlardır. Fakat kadınların sütleri ayrı ayrı erkeklerden gelmişse, kücükler haram olmazlar. Erkekten murad; kocadan başkasıdır. Zira kadınların sütleri kocadan ise Fetih'te şöyle denilmiştir: «Doğru olan, herbirine ödeme vâcip olmasıdır. Çünkü herbiri ifsatta bulunmuştur. Küçük kızlardan herbiri o adamın kızı olmuştur. Bazıları buna muhalif olarak meseleyi bozmuş ve, "sütleri ayrı ayrı erkeklerden" diyeceği yerde, "sütleri o adamdan ise" demiştir.»
"Ödemezler..." Yukarıda geçen mesele bunun hilâfınadır. O meselede, "Büyük kadın fesat kasdederek ortağını emzirirse öder." demiştik. Çünkü orada büyük kadının fiili yalnız başına ifsat etmektedir. Onun için ifsat kadına izafe olunur. Burada ise büyük kadınlardan herbirinin fiili müstakil değildir. Binaenaleyh hiçbirine izafe edilemez. Zira burada fesat iki kızkardeşi bir nikâhta toplamak itibariyle ikisinden gelmiştir. Oradaki hürmet bunun hilâfınadır. Çünkü anne ile kızı bir nikâh altına toplamaktır. Bu iş büyük kadın tarafından yapılmaktadır. Bu satırlar kısaltılarak Fetih'ten alınmıştır.
«Mehri öder.» Yani mehir babaya vâcip olur. O da onu oğlundan alır. Bu mesele, Hindiyye'de haram olan kadınlar bâbında zikredilmiştir. Hindiyye sahibi onu, "zevce öpülmeye zorlanmışsa, koca da şehvetle öpüldüğünü tasdik ederse" diye kayıtlamıştır. Tâ ki araları ayrılsın. Aksi takdirde söz erkeğindir. Kadın öpülmeye gönüllü razı olmuşsa, kendisine mehir verilmez. Çünkü ayrılık onun tarafından gelmiştir. Sonra bu mesele, Rahmetî'nin dediği gibi cimadan önce diye kayıtlanmak gerekir. Mehirden murad da yarısıdır. Cimadan sonra olursa ödeme yoktur. Çünkü mehir cima ile vâcip olmuştur. Baba onu ödemiştir. Nitekim ulema talâk şahitleri döndükleri vakit, "Eğer bu cimadan önce ise, şahitler mehrin yarısını öderler. Sonra ise, aslâ ödeme yoktur." demişlerdir.
«Bunu söylerse...» Yani fesadı kasdettim derse, babaya lâzım gelen yarım mehri ödemez. Bezzâziye. Yarım tabirini kullanması, Rahmetî'nin söylediğini te'yid eder.
«Onun için mehir lâzım değildir» Zira had vurmakla mehrin ikisi birarada bulunamaz. Bezzâziye. Allahu a'lem.

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...