03 Ekim 2012

REDDU'L-MUHTAR...KASM BÂBI


KASM BÂBI


METİN
Kasm; paylaştırmak demektir. Kısm ise nasiptir. Kasm; zevceler ara-sında gecelemek, elbise, yiyecek ve sohbet hususunda müsavi taksime ve adâlete, yani zulmetmemeye riayetin vâcip olmasıdır. Ayetin zâhirine bakılırsa bu farzdır. Nehir.
İZAH
El-Muğrîb'de şöyle denilmektedir: «Kasm mastardır. "Kaseme'l-kas-samu'l-mâle beyneş-şürekâi" derler ki, "kassâm malı ortaklar arasında paylaştırdı, herkese hissesini verdi", demektir. Kadınlar arasındaki kasm de bundandır.» Yani erkek onların arasında gecelemeyi ve benzeri şeyleri taksim eder. Misbah'ta hisseye kasm denildiği açıklanmıştır. Böylece an-laşılır ki, buradaki kasmden murad; aslında olduğu gibi mastardır. Ama ondan taksim veya hisse mânâları da kasdedilebilir.
«Ayetin zâhirine bakılırsa farzdır» Çünkü Teâlâ Hazretlerinin, "Adâlet gösteremeyeceğinizden korkarsanız bir kadın yeter." âyet-i kerîmesi, kadınlar arasında haksızlık edeceğinden korkarsa bir kadınla yetinmesini emir buyurmaktadır. Bu emrin vücup ifade etmesi ihtimali vardır. Bundan da anlaşılır ki, birkaç kadınla evlenen kimseye onların arasında adâlet göstermek vâciptir. Nitekim Fetih sahibi böyle demiştir. Yahut emir bunun mendup olduğunu bildirmek içindir. Adâletin vâcip olduğu, vâcibi terk et-mekten korkmasıyla anlaşılır. Nitekim Bedâyi'de böyle denilmiştir. Ne olursa olsun âyet-i kerime bunun vâcip olduğuna delâlet etmektedir.
«Yani zulmetmemeye» sözüyle şarih, Hidâye'ye yapılan itirazdan kurtulmaya işaret etmektedir. Hidâye sahibi şöyle demiştir: »Bir adamın iki karısı varsa, aralarında adâlet göstermesi icabeder.» Bu ifadeden anlaşılan, hürre ile cariye arasında kasmin vâcip olmamasıdır. Fetih sahibi buna cevap vermiş; "Burada adâletin mânâsı, müsavi tutmaktır. Zulmün zıddı değildir. Her iki kadın hürre veya cariye iseler, aralarında müsâvâta riayet etmesi gerekir. Biri hürre biri cariye ise, aralarında adl yapmamalı;
yani zulüm yapmamalı demektir ki, bu da hürreye cariyenin iki misil kasm yapmakla olur. Buradaki îhâm, lafzın müşterek olmasından doğmuştur," demiştir.
Lâkin musannıf sözünü burada hürre veya başka bir kelimeyle kayıt-lamadığı için, onu cevr yapmamakla yani vâcip olandan ayrılmamakla tef-sir etmek münasip olur. Böylece kelime iki hürre veya iki cariye arasında müsâvâta, hürre ile cariye arasında müsâvât bulunmamasına şâmil olur. Nafaka meselesinde de öyledir. Çünkü nafaka hususunda mutlak surette müsâvât lâzım değildir. Nitekim gelecektir.
«Müsavi taksime» ifadesindeki müsavi kelimesini atmak daha iyi olurdu. Çünkü gördüğün gibi hürre ile cariye arasında müsâvât vâcip değildir. Hattâ müsavi tutmamak vâciptir. Amabuna şöyle cevap verilir: Buradaki müsâvâttan murad, isbat veya nefyde müsavi tutmaktır. Yani hürre ile cariyeyi bir tutarak zulüm etmemesi, keza iki hürre veya iki cariye arasında müsâvâta riayet etmeyerek zulüm yapmaması icabeder. Musan-nıf gündüzün kadınların yanında bulunmayı zikretmemiştir. Çünkü bu, miktar tayin etmeksizin kısmen vâcip bir şeydir. Nitekim gelecektir.
«Elbise, yiyecek» ve mesken hususunda aranır. Musannıf, "nafaka hususunda" deseydi daha iyi olur ve hepsine şümulü bulunurdu. Bahır sahibi diyor ki: «Bedâyi'de bildirildiğine göre; kocanın iki hürre ve iki ca-riye arasında yiyecek, içecek. giyecek, mesken ve yatak hususunda mü-sâvâta riayeti vâciptir. Valvalcî de böyle demiştir. Gerçek şudur ki, bu söz, nafaka hususunda yalnız erkeğin hali itibara alınır, diyenlerin kavline göredir. Müftabih olan kavle gelince: Ona göre karı-kocanın her ikisinin halleri itibara alınır ki, bu söz ona uymaz. Çünkü karı-kocadan biri bazen zengin, diğeri fakir olabilir. Binaenaleyh nafaka hususunda mutlak olarak ikisini bir tutmak lâzım gelmez.» Bu izahtan anlaşılır ki, musannıfın metinde yalnız erkeğin halinin itibara alınacağını söylemesine hâcet yoktur.
«Sohbet hususunda...» sözünü gecelemenin arkasından söylemesi daha münasip olurdu. Çünkü sohbet, yani konuşup muhabbet etmek, ge-celemenin semeresidir. Hâniyye'de şöyle denilmiştir: «Kocalara kadınları için vâcip olan şeylerden bazıları da elinden gelen hususatta adâlet, mü-sâvât, sohbet ve muhabbet için yanlarında gecelemektir. Elinden gelme-yen hususatta bu vâcip değildir. Bundan murad, sevgi ve cimadır.»
METİN
Cima hususunda sevgide olduğu gibi adâlet vâcip değil müstehaptır. Bir defa cima ile kadının hakkı sâkıt olur. Ama diyaneten zaman zaman vâcip olur. Kadına yaklaşmaması îlâ müddeti kadar olmamalı, ancak kadının rızasıyla olursa caizdir. İbadetle meşgul olan kocaya zaman zaman karısıyla sohbette bulunması emrolunur.
İZAH
«Cima hususunda» adâlet vâcip değildir. Çünkü bu, istek ve neşete bağlı bir iştir. Bunda hilâf yoktur. Ulemadan bazıları demişlerdir ki: «Cimayı sebebi bulunmadığı ve âleti kalkmadığı için terk ederse, bu bir özürdür. Sebebi varken terk eder, fakat kadının ortağına iştiyakı daha çok olursa, bu onun kudreti dahilinde sayılır. Fetih.» Galiba bu başkasının mezhebi olacaktır. Onun için Bahır ve Nehir sahipleri bunu zikretmemişlerdir.
"Müstehaptır." Sevgi kalbin meyletmesinden ibarettir. Bu insanın elinde değildir. Fetih sahibi diyor ki: «Müstehap olan, kadınların arasında cima ve öpmek gibi bütün istifadeler hususunda müsâvâta riayet etmektir. Cariyelerle ümmüveledler arasında dahi öyledir. Tâ ki onları zina arzusundan ve fahişeliğe meyletmekten korumuş olsun. Ama hiçbir şey vâcipdeğildir. Çünkü Teâlâ Hazretleri, "Adâlet gösteremeyeceğinizden korkarsanız bir kadın kâfidir, yahut mâlik olduğunuz cariyeleriniz." buyurmuştur. Bu onların arasında adâlet vâcip olmadığını gösterir.»
«Bir defa cima ile kadının hakkı sâkıt olur.» Fetih sahibi şöyle diyor:
«Bilmelisin ki kadının cimasını mutlak surette terk etmek erkeğe helâl değildir. Ulemamızın açıkladıklarına göre kadınla zaman zaman cimada bulunmak diyâneten vâciptir. Lâkin mahkeme ve ilzam hükmüne yalnız ilk cima girer. Ulema bu hususta müddet takdir etmemişlerdir. Ama îla müddetini bulmamalıdır. Meğerki kadının rızası ve hoşnutluğu olsun.» Nehir sahibi diyor ki: «Bu sözde birden fazla cimanın, kadının değil erkeğin hakkı olduğunu açıklama vardır.»
Ben derim ki: Bu, söz götürür. Bilâkis bu hem erkeğin hem kadının hakkıdır. Çünkü diyaneten vâcip olduğunu biliyorsun. Bahır sahibi şöyle demiştir. «Cimanın kasme dahil olmadığı bilinince, acaba bu kadın için mi vâcip olur? Bedâyi'de; kadının kocasından cima istemeye hakkı vardır. Çünkü kocasının helalını kadının istemeye, karısının helalını da kocasının istemeye hakkı vardır. Kadın bunu isteyince, kocasına vâcip olur. Hükümde buna bir defa icbar edilir. Ziyadesi diyaneten vâcip olur. Bazı ulemamıza göre hükümde vâcip olmaz. Bazılarına göre hükümde de vâcip olur, denilmiştir.»
Bundan anlaşılır ki, şarihe düşen. "Kazaen kadının hakkı bir defa ile sâkıt olur." demekti. Çünkü bir defa cima etmezse, hâkim onu bir sene tecil eder, sonra akdi fesheder. Fakat bir defa cima ederse, bir daha ona dokunmaz. Çünkü akit zamanında ınnîn olmadığı anlaşılmıştır. Kadına ciması vâcip olduğu için hâkim zaman zaman ziyadesini emreder. Meğerki hastalık veya sonradan ârız olmuş kalkınamazlık gibi bir özrü bulunsun. Zıhâr bâbında gelecektir ki, kadından zararı def etmek için hâkim zıhâr yapan kocaya kefareti ilzam edebilir. Bunu ya kefareti verinceye kadar yahut boşayıncaya kadar hapsetmek veya dövmek suretiyle yapar. Bu söz yukarıda geçen, "Ziyade etmesi hükümde de vâcip olur." diyen-lerin Kavlini teyid eder.
«ilâ müddeti kadar olmamalı...» Bu ifadeyi evvelce Fetihten de nakletmiştik zahirine bakılırsa nakledilmiş bir kavi olacaktır. Lakin bundan önce cima devresi hakkında, "Cima için ilâ müddeti kadar uzun vakit söylememesi gerekir. İla müddeti dört aydır." demiştir. Bu incelemeyi Fetih sahibi yapmıştır. Nitekim şarih zikredecektir. O halde zâhire göre buradaki sözü incelemeye göredir. Sonra dört aydır sözü, hürrenin ilâsı kasdedildiğini göstermektedir. Bunun Hz. Ömer (r.a.)'in şu hâdisesi te'yid eder: Ömer; (r.a.) geceleyin bir kadının, "Vallâhi Allah'ın azaplarından korkulmasa, bu karyolanın kenarları yerinden oynardı." dediğini işitmiş. Kadının halini soruşturunca anlamış ki kocası harptedir. Derkenkızı Hafsa'ya bir kadının erkeksiz durmaya ne kadar sabredeceğini sormuş. O da dört ay cevabını vermiş. Bunun üzerine Ömer (r.a.) ordu kumandanlarına, evli asker-lerin dört aydan fazla ailelerinden uzak tutulmamalarını emretmiş. Bu müddete kadına fazla zarar olmasa, Allah Teâlâ îlâ suretiyle ayrılmayı meşru kılmazdı.
«İbadetle meşgul olan kocaya ilh...» Bu hususta Fetih'te şöyle denilmiştir Ama adamın biri kadından başka karısı olmaz da onu da ibadetle veya cariyelerle meşgul olurken ihmal ederse; Tahâvî Ebû Hanife'den nakledilen Hasan rivayetini tercih etmiştir ki, her dört günle gecenin, bir gün bir gecesi kadının hakkıdır. Kalanı erkeğindir. Çünkü erkeğin, üç hürre ile evlenmek suretiyle kadının üç gecedeki hakkını ıskata hakkı vardır. Karısı cariye ise haftada bir gün bir gece hakkı vardır. Mezhebin zâhirine göre miktar tayini yoktur. Çünkü kasm nisbi bir mânâdır. Onu vâcip kılmak icadın istemektir. Bu da iki nisbetlinin mevcut olmasına bağlıdır. Ta-savvur edilmeden istenmez de o kadınla zaman zaman vakit tayin etmeksizin geceleyip sohbetinde bulunması emrolunur.» Nehir'de Bedâyi'den nakledildiğine göre, İmam Hasan'ın rivayeti İmam-ı Azam'ın ilk kavlidir. Sonra ondan dönmüştür. Ama bu bir şey değildir.
METİN
Tahâvî bu müddeti hürre için her dört gecenin bir gün bir gecesiyle, cariye için haftanın bir gün bir gecesiyle takdir etmiştir. Kadın kocasının çok ciması sebebiyle zarar görürse, takatından fazlası caiz değildir. Miktar tayini hususunda rey hâkimindir. Kadının ne kadara takatı olduğunu o kararlaştırır. Bunu inceleme suretiyle Nehir sahibi söylemiştir.
İZAH
«Cariye için haftanın bir gün bir gecesiyle takdir etmiştir» Zira bu adam o kadının üzerine üç hürre ile evlenebilir. Ve altı günü onlara taksim eder. Bu kadına da bir gün düşer.
«Bunu inceleme suretiyle Nehir sahibi söylemiştir.» İfadesi şudur: «İncelemenin muktezası şudur ki: O adamın kadınla takatından fazla cima yapması caiz değildir. Miktar tayinine gelince: Bu hususta imamlarımızdan bir şey görmedim. Evet, Mâlikîlerin kitaplarında hilâf vardır. Bazıları bu karıyla kocaya dört cima gecede, dört cima da gündüzün hükmedilir demiş; birtakımları günle gecede dört cima hükmedileceğini söylemişlerdir. Enes b. Mâlik'ten günle gecede on defa cima hükmedileceği rivayet olunmuştur. İbn-i Ferhûh'un Dekaik adlı kitabında, günle gecede oniki defa cima hükmedileceği bildirilmiştir. Bana kalırsa bu hususta rey hâkimindir. Kadının kaç cimaya takatı olacağını o tahmin eder.»
Bunun akabinde Hamevî şunları söylemiştir: «Ben derim ki: Hâkimin, kadına ne kadar cimaya dayanabileceğini sorması gerekir. Ve söz, yeminiyle beraber kadının olur. Çünkü bunu ondan başka bilecek yoktur. Bu, kaidelere uygundur. Hâkimin zannına bırakılmasınagelince: Bu doğru değilse bile. ihtimalden uzaktır.» şu da var ki, İbn-i Mecd'in açıkladığına göre Tehsisü'n-Nezâir ve diğer kitaplarda şöyle denilmiştir: «Bizim imamlarımızın kitaplarında bir hüküm hakkında nass bulunmazsa. İmam Mâlik'in mezhebine müracaat olunur. Ben derim ki: Kocasının âleti kalın veya uzun olur da kadın bundan zarar görürse ne hüküm verildiğini görmedim. Hem bu fetva vakasıdır.»
Ben derim ki: İbn-i Mecd'den naklettiği ifade meşhur değildir. Ben bundan başka onu zikreden görmedim. Evet, Dürr-ü Müntekâ'nın ricat bâbında Kuhistânî'den; o da Musaffâ'nın Dibâce'sinden nakletmiş olmak üzere beyan edildiğine göre, ulemamızdan bazıları zaruretten dolayı İmam Mâlik'in kavillerine meyletmişlerdir. Ondan naklen açıkladıklarına göre, zevce küçük olur da cimaya dayanamazsa dayanacak raddeye varıncaya kadar kocasına teslim edilmez. Sahih olan, bunun yaşla takdir edilmemesidir. Bilâkis hâkime havale edilir. Kadının semizliğine veya zayıflığına bakarak o takdir eder. Evvelce Tatarhâniyye'den naklen arzetmiştik ki, bülûğa ermiş bir kız cimaya dayanamazsa, onun da kocasına verilmesi emredilmez. Şu halde 'dayanamazsa' sözü, kadın zayıf veya arık yahut kocasının âleti büyük olduğu hallere şâmildir.
Eşbâh'ta nikâh bâkî olmakla beraber kocanın karısına ciması haram olan şeyler sıralanırken; "Bir de kadın küçük olduğu için veya hasta yahut erkeğin şişmanlığından dolayı cimaya tahammül edemezse haramdır." denilmiştir. Erkeğin şişmanlığından, âletinin büyüklüğü de pekâlâ anlaşılabilir. Şürunbulâlî Vehbâniyye üzerine yazdığı şerhinde şöyle demiştir: «Bir kimse karısıyla cima eder de karısı ölür veya iki necaset yolu birleşirse, bakılır: Kadın küçük veya cimaya zorlanmışsa; yahut cimaya takatı yoksa, kocasının bilittifak diyetini ödemesi lâzım gelir. Bütün bunlardan anlaşılır ki, kadının zararına olacak şekilde ciması erkeğe helâl değildir. Binaenaleyh hâkimin tahmini veya kadınların haber vermesiyle kaç adet cimaya takatı olacaksa o kadarla yetinilir. Bununla da bilinmezse, kadının sözüyle amel edilir. Âletin kalınlığı meselesinde de öyledir. Aleti uzun olursa, dayanacak miktarını yahut orta boylu bir adamın âleti kadarını sokması emrolunur. Allahu a'lem.»
METİN
Kasm hususunda, enenmemiş erkekle enenmiş, kalkınamayan, âleti kesik hasta, sağlam, karısı ile zifaf olan çocuk ve zifaf olmayan bâliğ arasında fark yoktur. Bunu inceleyerek Bahır sahibi söylemiş; musannıf da ikrar etmiştir. Kadınların da hasta, sağlam, hayızlı, nifaslı, korkutmayan deli, ferci yapışık, boynuzlu ve cima edilebilecek küçük kız, ihramlı, zıharlı ve kendisine îlâ yapılmış olanı ile mukabilleri arasında fark yoktur. Ric'î talâkla boşanan kadına kocası dönmek isterse, o da böyledir. Dönmek istemezse böyle değildir. Bahır.
İZAH
«Fark yoktur ilh...» Zira kasmın cima değil de sırf sohbet ve muhabbet için vâcip olduğu bilinince, bir koca ile başka koca arasında fark yoktur. Bahır.
"Hasta" hakkında Bahır sahibi şöyle diyor: «Ben bunun hastalığı esnasında nasıl kasm yapacağını görmedim. Hastalığı bir evden başka eve gitmesine mâni olacak derecede ise, hüküm ne olacaktır. Zâhire bakılırsa burada murad, iyileştiği zaman diğer kadının yanına giderek onun yanında da birincinin yanındaki kadar kalır.» şüphesiz ki sağlamken kadınlarını dolaşma miktarı kendi elinde olduğuna göre, hastalığında evleviyetle elindedir. Birinci kadının yanında bir müddet kalırsa, ikincinin yanında da o kadar kalır. Nehir.
Ben derim ki: Bu, kalma müddetini nevbet haline getirmek istediği vakittir. Tâ ki aşağıda gelecek olan; "Birisinin yanında bir ay kalırsa, geçmiş günler heder olur." ifadesine aykırı düşmesin.
«Karısı ile zifaf olan çocuk» yerine Bahır ve diğer kitaplarda, "iki karısı ile zifaf olan çocuk" denilmiştir. Bahır sahibi diyor ki: «Çünkü kasmin vâcip olması kadınların hakkı içindir. Sebebi tekarrur edince, kul hakları çocuklara da teveccüh eder. Fetih'te beyan edildiğine göre. İmam Mâlik çocuğun velisi onu sırayla kadınlarına götürür, demiştir. Zâhirine bakılırsa o bizim mezhebemizden bir şeye muttali olmamıştır. Velisi çocuğa bunu emretmediği ve çocuğu götürmediği vakit günahkâr olmak gerekir» Hayreddin-i Remlî şöyle demiştir: «Hâniyye sahibi çocuğu mürâhik diye kayıtlamıştır. Binaenaleyh mürâhik olmayan çocuğa kasm vâcip olmaz. Fakat bu kayıt değildir. Sabî-i mümeyyiz ve cimaya kâdir olan çocuğun ciması da böyledir.»
«Zifaf olmayan bâliğ...» Zifaf olan bâliğ dahi evleviyetle zifaf olan gibidir. H.
«Bunu inceleyerek Bahır sahibi söylemiştir...» Bu ifade, zifaf olmayan bâliğa râcidir. Bahır sahibi diyor ki: «Muhit'te bildirildiğine göre, küçük çocuk karısına zifaf olmamışsa, onunla beraber bulunmasının bir faydası yoktur Bunun zâhirine bakılırsa bülûğa ermiş oğlan için kasm zifaf olunmayan kadın hakkında vâciptir. Çünkü onunla beraber bulunmasında fayda vardır. Onun içindir ki ulema zifaf olmayı sadece küçük çocuğun karısı hakkında kayıtlamışlardır.
Ben derim ki: Bana küçük çocuğun zifafı da kayıt değil gibi geliyor. Bundan murad, zifaf yaşına varan sohbet ve muhabbete yarayan delikanlılardır. Onun için Hâniyye sahibi zifafla kayıtlamamış; sadece "Kasm hususunda, mürâhikle bülûğa eren müsavidir." demiştir. Şu halde Muhit sahibinin, "şayet zifaf olmamışsa" sözü, bu yaşa varmamışsa mânâsınadır. Buna karine, "Kadınla beraber bulunmasında fayda yoktur." sözüdür. Zira mürahikin yanında olmasından, kadına konuşup muhabbet etme faydası hâsıl olacağında şüphe yoktur. O zaman kasmin vâcip olması hususunda mürâhikle bâliğ arasında fark yoktur. Nitekim Hâniyye'nin açık olan ibaresi de budur. Bu, zifaftan sonraya ve önceye şâmildir. Çünkü vücubuna sebep nikâh aktidir. Nitekim Bedâyi'de de böyle denilmiştir. Zifaftan önce kadının nafakası boynuna borç olunca, onunla beraber gecelemek hususunda kasm dahi vâciptir. Yeter ki kadın kendi ilerini yoluna koymak için aiesinin evinde kalmasına razı olmamış olsun. Aksi takdide bu adam karısına zulmetmiş olur.
«Korkulmayan deli...» Yani kocası kendisinden korkmayan deli kadın demektir. Kocası vurup kıracağından korkmazsa, böyle kadının nafakası ve meskeni kocasına vâcip olur. Aksi takdirde kadın kaçan kadın hükmündedir.
«Cima edilebilecek...» ifadesi Hâniyye'den alınmadır. Başka kitaplarda bunun yerine mürâhike tâbiri kullanılmıştır. Minah hâşiyesinde Hayreddin-i Remlî şöyle demektedir: «Ciması mümkün olmayan küçük kız bunun hilâfınadır. Zira onun hakkı yoktur. Bunu bil ve birçok Minah nüshalarındaki ciması mümkün değildir sözüne aldanma! Çünkü o hatadır.»
"İhramlı" dan murad; hacc veya umre yahut her ikisi için ihrama giren kadındır. T.
«Ric'î talâkla ilh...»
T E M B İ H: Burada Nehir sahibi şöyle demiştir: «Nikâhlı kadının iddet beklerken şüphe ile cima edilirse; borcu için hapsedilmiş olup ödemeye kudreti olmayan kadının ve kaçak kadının hükümlerinin ne olacağını görmedim. Şâfiî kitaplarında yazılan, bunların hepsinde o kadına kasm yapılmayacağıdır. Bana kalırsa şüphe ile cima edilen kadına kasm vâciptir. Bunu ulemanın, "Kasm sırf muhabbet ve yalnızlığı def etmek içindir." sözlerinden alırım. Hapsedilen kadın hakkında tereddüt vardır. Kaçak kadına gelince: Onun hakkında kasmin sükut edeceğinde tereddüt gerekrnez. Çünkü o evden çıkmakla hakkının sükutuna razı olmuştur.»
Hamevî kendisine itiraz ile; "Şüpheyle cima edilen kadına bu iddetin içinde nafaka yoktur. Mâlûmdur ki kasm, geceleme, nafaka ve mesken hususunda müsavî tutmaktan ibarettir." demiştir. Ulemadan bazıları, "Bu kadın için kasm yaparsa, o adamın harama düşeceğinden korkulur." cümlesini ziyade etmişlerdir. Çünkü kadın başkası için iddet beklemektedir. Bu adamın ona dokunması ve öpmesi haramdır. Binaenaleyh kasmi de vâcip değildir. Hapsedilen kadın da öyledir. Çünkü kasmi vâcip olursa kendisi de hapse gireceğinden, adama bundan zarar gelecektir.
METİN
Erkek sefere çıkmaksızın kadınlarından birinin yanında bir ay kalır da sonra öteki kadın bu hususta kendisini dâvâya verirse, ilerisi için aralarında adâlet göstermesi emrolunur. Geçen hükümsüz kalır. Velevki onunla günaha girmiş olsun. Çünkü taksim istekten sonra olur. Hâkim kendisini nehyettikten sonra erkek tekrar haksızlık etmeye başlarsa, bu seferhapissiz ta'zîr eder. Cevhere. Çünkü hapis, hakkı yok etmiştir. Bu, "Ben bunu yaptım. Çünkü nevbet muhayyerliği benimdir." demediğine göredir. O zaman hâkim zulmünün miktarına göre hüküm verir. Bunu Nehir sahibi inceleme neticesi söylemiştir. Bekâr, dul, yeni, eski, müslüman ve kitâbîyye arasında fark yoktur. Çünkü âyet mutlaktır. Cariye, mükâtebe, ümmüveled, müdebbere ve bir kısmı âzâd olunmuş cariye için hürreye verilen mesken ve yanında geceleme hakkının yarısı vardır. Nafakaya gelince: Karı ile kocanın hallerine göredir.
İZAH
«Sefere çıkmaksızın birinin yanında bir ay kalırsa...» Yani dâvâya vermeden önce veya sonra kalırsa demek istiyor. Hâniyye. Fakat birisini sefere götürürse; diğerinin, kocasından seferde bulundukları müddet kendi yanında kalmasını istemeye hakkı yoktur. Bunu Tahtâvî Hindiyye'den nakletmiştir.
«Geçen hükümsüz kalır.» Kadın kendi yanında da o kadar kalmasını isteyemez. Bunu da Tahtâvî Hindiyye'den nakletmiştir. Aklen kadın istediği vakit kaza etmesi emrolunmak gerekir. Çünkü bu bir insan hakkıdır. Onun da bunu ödemeye kudreti vardır. Fetih. Nehir sahibi buna şarihin zikrettiği ta'lille cevap vermiştir. Rahmetî diyor ki: «Bir de şunun için ki; nafakayı arttırmaz. Zaman geçmekle nafaka sâkıt olur.»
«Çünkü taksim istekten sonra olur.» sözü, "geçen hükümsüz kalır" ifadesinin illetidir. Bedâyi'den naklen arzetmiştik ki; kasmin vâcip olmasına sebep, nikâh akdidir. Onun için istemezden önce bırakmakla günaha girer. Bu da Feth'in incelemesini te'yid eder. Ama şöyle cevap verilebilir: Mânâ şudur: Hâkim tarafından kasme icbar etmek istedikten sonra olur. Aksi takdirde kadın ister de sonra kocası zulmederse, kaza lâzım gelir, demek icabeder. Bu ise Hâniyye'den naklettiğimiz, "dâvâya vermezden önce veya sonra" ifadesine muhaliftir. Meselenin Bezzâziye ve diğer kitaplarda, "Kasm zimmete borç olmaz, Çünkü bu istedikten sonraya da şâmildir" şeklindeki ta'lili de böyledir.
«Hâkim kendisini nehyettikten sonra» sözünden şu anlaşılır ki; birinci defada o kimse ta'zîr olunmaz. Bahır'da bu açıklanmıştır. T.
«Hapissiz ta'zîr eder» Yani ceza olarak onu döver ve adâlet göstermesini emreder. Çünkü o adam edepsizlik etmiş; kendisine haram olan zulmü yapmıştır. Mi'râc. Bu mesele ulemanın, "Hâkim için, ta'zîr hususunda dövmekle hapsetmek arasında muhayyerlik vardır." sözünden istisna edilmiştir. Bahır.
Ben derim ki: Akrabasına nafaka vermekten çekindiği vakit de bunun misli yapılır.
«Çünkü hapis hakkı yok etmiştir.» Yani sebebi şu ki; kasm sohbet ve muhabbet içindir. Şüphesiz ki hapis müddetinde bu olmaz. Keza ulema akrabasına nafaka vermekten çekinmekle hapsedilmemesini bununla illetlendirmişlerdir.
«O zaman hâkim zulmünün miktarına göre» dâvâya veren kadın için hüküm verir. Bunun mefhumu şudur: Erkek bunu demezse geçmişteki sâkıt olur. Halbuki bu, dâvâya verip istedikten sonra olur. Biliyorsun ki kasm borç olmaz. Şarih miktarı mutlak bırakmıştır. Halbuki onun hakkında söz vardır. Aşağıda gelecektir.
«Bekâr, dul...» diye nassan bildirmesi, bu ikisi hakkında üç imamın hilâfı olduğu içindir. Bir de kitâbîyeyi nassan bildirmiştir ki; kitâbîyenin müslüman kadına müsavi olamaması vehmini gidermiş olsun. Nehir sahibinin bildirdiğine göre, ihtimal yalnız eski ile yeni kadınları söylemekle yetinmemesi, bâkire ve dul kadınların yeni olmalarına da şümulu bulunsun diyedir. Her ikisini beraber almış olabilir.
«Çünkü âyet mutlaktır.» Yani Teâlâ Hazretlerinin, "Siz adâlet göste-remezsiniz." âyet-i kerîmesi, sevgi hususunda kadınlarınızı bir tutamazsınız, bari kasmden sapmayın, mânâsınadır. Bunu İbn-i Abbâs (r.a.) söylemiştir. "Kadınlarla iyi geçinin." âyet-i kerîmesi de öyledir. Bundan murad, kasmdir. "Adâlet gösteremeyeceğinizden korkarsanız bir kadınla iktifa edin." âyeti de öyledir. Nehy hadisleri de mutlaktır. Bir de kasm nikâha ait haklardandır. Bu hususta iki kadın arasında fark yoktur. Gerçi, "Bâkire için yedi, dul için üç gecedir." mealinde bir hadis rivayet edilmişse de, ihtimal bu, nikâhın başındadır. Ziyade mânâsına değildir. Binaenaleyh kesin delili tercih etmek vâciptir. Nitekim Bahır'da beyan edilmiştir. Dürerü'I-Bihâr şerhinde şöyle denilmiştir: «Hadis müsâvât olmadığına delâlet etmez. Bilâkis yediyle üç nevbetlerini tercihe delâlet eder. Rivayet ettiklerimizle bunun arası böyle bulunur.»
«Cariye ilh...» Yani bir adamın biri hürre biri cariye iki karısı olursa, cariyeye yarım hisse düşer. Bu, sahibinin cariye için ev hazırladığına göredir. Ama ben bunu zikreden görmedim. Herhalde açık olduğu için bahsedilmemiş olacaktır.
«Nafakaya gelince...» Nafaka; yiyecek, içecek, giyecek ve meskenden ibarettir.
«Karı ile kocanın hallerine göredir.» Yani ikisi de zengin ise, zengin nafakası; ikisi de fakir ise fakir nafakası; biri zengin biri fakirse, orta nafaka vâcip olur. Müftabih kavil budur. Nitekim geçmişti. Evvelce musannıf ve şarihin sözlerinin buna yorumlandığını arzetmiştik.
METİN
Güçlüğü def için seferde kasm yoktur. Erkek, kadınlarından hangisiyle isterse sefere çıkabilir. Ama kalplerini hoşnut etmek için kura çekmek daha makbuldür. Kadın kendi nevbetini ortağına bırakırsa, sahih olur. Ama ileride bundan dönmeye hakkı vardır. Çünkü vâcip olmuş değildir. Binaenaleyh sükut da etmez. Kadın nevbetini muayyen bir ortağına bırakırsa, acaba kocası onu başkasına devredebilir mi? Şâfiî edemez demiştir. Bahır'da inceleme neticesi evet edebilir denilmiştir. Ama Nehir sahibi kendisine çatmıştır.
İZAH
«Seferde kasm yoktur ilh...» Çünkü sefer ancak karılarının hepsini yanına almakla mümkün olur. Bunu ilzam etmekte ise açık zarar vardır. Nehir. Bir de erkek, karılarının birine seferde; ötekine evinde karar halinde eşyasını muhafaza için yahut fitne korkusuyla güvenebilir. Yahut birinin sefere çıkmasına şişmanlığı mâni olabilir. Binaenaleyh seferde sohbetinden çekindiği karısını kura isabet etti diye tayin etmekte şiddetli zarar ilzamı vardır. Bu ise güçlüğü def eden delille def edilmiştir. Fetih. Ama sefere kadınlarının hepsini götürürse, aralannda kasm yapar mı yapmaz mı bir düşün!
«Kura çekmek daha makbuldür.» İmam Şâfiî bunun bir hak olduğunu söylemiştir. Çünkü râvîlerden bir cemaatin rivayetine göre Peygamber (s.a.v.) sefere çıkmak istediği vakit kadınlarının arasında kura çekermiş. Kura kime isabet ederse, yanında onu götürürmüş.
Biz deriz ki: Bu onların kalplerini hoşnut etmek için müstehap olarak yapılmış bir işti. Çünkü mutlak fiil vücup iktiza etmez. Halbuki Peygamber (s.a.v.)'e kasm vâcip de değildi. Tamamı Fetih ve Bahır'dadır. Bu yukarıda geçen, "Seferde sohbetinden çekindiği karısını tayin etmek ilh..." sözü ile birlikte açık olarak gösterir ki; kura isabet eden kadını seferde yanına almak lâzım gelmez.
«Sahih olur.» Bu söz, erkeğin veya kadının rüşvet vermesi şartıyta terk etmiş olmasına şâmildir. Velevki şart bâtıl olsun. Nitekim Fetih sahibi bunu izah etmiştir. Bâkânî'nin bahsi bunun hilâfınadır. Çünkü vâcip olmamış bir hak için karşılık ödemektir. Onun için de kadının hakkı sâkıt olmaz. "Bu, vazifeden tenezzül için alınan karşılık gibidir." denilemez. Çünkü bunu caiz gören örf-ü âdete bina etmiştir. Burada örf yoktur. Evet, Şâfiîlerden birinin söylediğine göre, bu meseleden bir de ecnebîyi mal üzerine hul meselesinden para karşılığında vazifeden çekinmenin cevazı cıkarılabilir. Şâfiîlerden Şeyhülislâm Zekeriyya ile Mâlikîlerden Nureddin Demirî ve Hanbelîlerden Şîşî buna fetva vermişlerdir.
Ben derim ki: Bu hususta Hanefîlerin müteehhirin uleması ihtilâf etmişlerdir. Hayreddin-i Remlî caiz olmadığına fetva vermiştir. Bu hususta sözün tamamı inşaallah vakıf bahsinde gelecektir.
"Çünkü..." Yani kadının hakkı olan kasm henüz vâcip olmamıştır. Binaenaleyh onun ıskat etmesiyle sâkıt da olmaz. H.
«İnceleme neticesi evet edebilir denilmiştir.» Bahır'ın ifadesi şudur: «İhtimal ulema bu tafsili şundan dolayı itibara almamışlardır: Çünkü bu hîbe erkek tarafından ıskattır. Binaenaleyh kadın onu ister kocasına, İster ortağına bağışlasın fark etmez; hak kocasınındır. Kocası hîbe edenin hissesini dilediğine tahsis edebilir. H.»
«Nehir sahibi kendisine çatmıştır» ve şöyle demiştir: «Ben derim ki: Kadın hakkını ortağınahîbe ettikten sonra bu hakkın kocasının olmasını kabul edemeyiz. Bedâyi'de bu mesele izah edilirken; bu, kadına sabit olan bir haktır. Kadın isterse onu alır, isterse fesheder, denilmiştir. H.»
Ben derim ki: Muhakkık İbn-i Hümam Şâfiîlerin sözünü nakil ve tasdik etmiş; ancak şöyle demiştir: «Şâfiîler buna şu meseleyi tefri etmişlerdir: Hîbe eden kadının gecesi hîbe edilenin gecesinin arkasından geliyorsa, ona arka arkaya iki gece kasm yapar. Arkasından gelmiyorsa, erkek onu nakledip kadına peşpeşe iki gece tahsis edebilir mi edemez mi? Bu hususta Şâfiîlerle Hanbelîlerin iki kavli vardır. Bence daha zâhir olanı, edememesidir. Meğerki ondan sonra nevbeti gelen kadın razı olsun. Zira bundan o zarar görebilir.» İbn-i Hümam'ın zâhir gördüğü kavil, Nehir'in ifadesinin evleviyetle tercihini gerektirir.
METİN
Kadınlarından herbirinin yanında bir gün bir gece kalır. Lâkin kendisine ancak gece hususunda müsâvât lâzım gelir. Hattâ birincinin yanına güneş battıktan sonra, ikincinin yanına yatsıdan sonra gelse, kasmi terketmiş sayılır. Kadınla nevbetinden başka zamanda cima yapamaz; yanına da giremez. Ancak hastalığında dolaşmak için girebilir. Hastalığı şiddetlenirse, Cevhere'de, "Onun yanında düzelinceye veya ölünceye kadar kalmasında bir beis yoktur." denilmiştir. Yani kadının yanında bakacak kimsesi yoksa demek istemiştir. Erkek kendi evinde hastalanırsa, kadınlarından herbirini kendi nevbetine çağırır. Çünkü sağlam olsa da bunu yapmak istese kabul olunması gerekir. Nehir. Dilerse her kadının yanında üç gün üç gece de kalabilir. Birinin yanında ötekinin izni olmaksızın fazla kalamaz. Hulâsa. Hâniyye'de şu da ziyade edilmiştir: «Kasme başlamak hususunda rey erkeğindir. Nevbet miktarı hakkında da öyledir.» Hidâye ve Tebyin. Fetih sahibi inceleme neticesi bunu îlâ müddetiyle veya bir haftayla kayıtlamıştır. Bahır sahibi ise umumileştirmiştir. Fakat Nehir sahibi bunun söz götürdüğünü söylemiştir.
İZAH
«Lâkin ilh...» Fetih sahibi diyor ki: «Geceleme ve muhabbet hususunda vâcip olan adâletin bir gün bir gece olduğunda hilâf bilmiyoruz. Maksat gündüzün zamanını zaptederek biri ile o zamanda muaşerette bulunduğu kadar diğeriyle de muaşerette bulunmak değildir. Bu, geceleme hususunda böyledir. Gündüzün ise kısmendir.» Yani gündüzün fazla kısmını birinin yanında geçirir de ötekinin yanında bundan daha az bulunursa kâfidir. Geceleyin yanlarında; bulunması bunun hilâfınadır. Nehir.
«Kadınla nevbetinden başka zamanda cima yapamaz.» Velevki nevbeti gündüz olsun. T.
«Yani kadının yanında bakacak kimsesi yoksa demek istemiştir.» Bu kaydı Nehir sahibi inceleme neticesi koymuştur ki zâhirdir. Şurunbulâliyye'de mutlak bırakılmıştır. T.
«Erkek kendi evinde hastalanırsa...» Bu, kendi evi olup, içinde kadınlarından biri bulunmadığına göredir. Aksi takdirde diğer kadının evine gitmeye kudreti yoksa onun yanında kalır. İyileştikten sonra diğerinin yanına giderek, hasta iken birincinin yanında ne kadar kaldıysa onun yanında da o kadar kalır. Nitekim bunu Bahır'dan naklen arzetmiştik.
«Birinin yanında fazla kalamaz ilh...» üç günden fazla kalmış olsa, fazlası hükümsüz mü kalır, yoksa diğerinin yanında da birincinin yanındaki kadar kalır da sonra aralarında üçer üçer veya birer gün kasm mi yapar? Musannıf bunu açıklamamıştır. Zâhir olan ikincisidir. Çünkü geçmişin hükümsüz kalması, birinin yanında kasm suretiyle kalmadığına göredir. Nitekim yukarıda geçti. Burada ise kasm yoluyla kalması hususundadır. Binaehaleyh hiçbir şey hükümsüz kalmaz. Bunu Hâniyye'nin şu ifadesi te'yid eder: «Yeni karısının yanında üç veya yedi gün kalırsa, ilk karısının yanında da o kadar kalır.» Lâkin zâhirine bakılırsa bu nevbeti devam üzere üç veya yedi güne çevirebilir. Bu ise musannıfın söylediğine muhaliftir. Bunu, yukarıda delillerin arasını bulmak için Dürerü'l-Bihâr Şerhinden naklettiğimiz, "Hadis, yedi veya üç gece nevbetini tercihe delâlet eder." ifadesi de te'yid eder.
Bundan dolayıdır ki Kuhistânî'de Hâniyye, Sirâciyye ve diğer kitaplardan naklen, "Her karısının yanında üç veya yedi gece, diğerinin yanında da bir o kadar kalabilir." denilmiştir. Hâniyye'de zikredilen bu söylediğimizdir. Hâkim-i Şehid'in Kâfî'sinde ise şöyle denilmiştir: «Her kadının yanında bir gün bir gece kalır. Ama herbirinin yanında üç gün kalmak isterse bunu da yapabilir.» Eş'as vasıtasıyla Hakem'den, O da Ra-sulullah (s.a.v.)'den naklen rivayet olunmuştur ki; Peygamber (s.a.v.) Ümmü Seleme'nin yanına zifaf oldukta, ona, "Dilersen yedi gün senin. yedi gün diğer kadınların olsun." buyurmuştur. Hâdisin rivayet tarzına göre, yedi gün kalmak kocanın elindedir. Hattâ Gâyetü'l-Beyân'da, "Dilerse her kadın için üç gece, dilerse yedi gece ve daha başka tahsis edebilir." denilmiştir.
"Hâniyye'de..." sözü, Hâniyye'nin ibaresi hasr hususunda Hulâsa'nın ibaresi imiş gibi olduğu zannını vermektedir. Halbuki öyle değildir. Zira orada şöyle denilmiştir; «Kadınların ikisini bir tutması gerekir. Binaenaleyh herbirinin yanında bir gün bir gece yahut üç gün üç gece kalır. Başlarken rey kendinindir.» Zâhire bakılırsa bu, efdal olan şekli beyandır. Ziyadesi nefy değildir. Yukarıda geçen ibaresi buna karînedir.
«Fetih sahibi bunu kayıtlamıştır.» Yani Hidâye'nin zikredilen sözünü kayıtlayarak şöyle demiştir: «BiImiş ol ki bu mutlak sözü bu açıklığı ile itibara almak mümkün değildir. Çünkü birer sene nevbetle kadınlarını dolaşmak istese, böyle bir mutlak zannedilemez. Bilâkis îlâ müddeti kadar mutlak bir vakit söylemesi gerekir ki, o da dört aydır. Kasmin vâcip olması muhabbet ve sıkıntıyı gidermeye istinat ettiğine göre, yakın bir müddet itibar etmek gerekir. Zannederim bir haftadan fazlası zararlıdır. Meğerki her ikisi buna razı olsunlar.»
«Zannederim ilh...» sözü, îlâ müddetinden idrab-ı ibtâlidir. Binaenaleyh şarihin, "veya bir hafta" sözünü, bilâkis bir hafta mânâsında değiştirmek münasip olur.
«Bahır sahibi ise umumileştirmiştir.» O, "Zâhir olan mutlak bırakmaktır. Çünkü bir zarar yoktur. Bu, kasm yoluyla olmuştur. Zira kadın nevbetinin geleceğinden emindir." demiştir.
Fakat Nehir sahibi bunun söz götürdüğünü söylemiş.»; "Mutlak surette zarar olmadığını söylemek söz götürür." demiştir.
Ben derim ki: Keza nevbetinin geleceğine emin bulunmak, bir sene gibi uzun bir müddette olamaz. Çünkü ya erkeğin yahut kadının ölmesi ihtimali vardır. Bununla beraber kasmin meşru kılındığı mânâ -ki görüşüp konuşmak, muhabbet etmektir- kaybolmaktadır.
METİN
Musannıf diyor ki: «Bunların incelemelerinin zâhirinden anlaşıldığına göre, ikisi de Hulâsa'daki üç gün kaydını görmemişler. Nitekim biz Muhtasar'da buna itimat ettik.» Allahu a'lem.
FER'Î MESELELER: Erkeğin işi bekçilik gibi geceleyin olursa, Şâfiîler onun gündüz kasm yapacağını söylemişlerdir. Bu güzeldir. Erkeğin karısı üzerindeki hakkı, ona emrettiği her mübah fiil hususunda kendisine itaat etmesidir. Erkek karısını; iplik bükmekten, kokusu eziyet veren şeyleri yemekten, hattâ kokusundan eziyet duyarsa kına ve nakış gibi şeylerden men edebilir. Nehir. Tamamı Mültekâ üzerine yazdığım hâşiyededir.
İZAH
"Bunlar"dan murad; Fetih ve Bahır sahipleridir.
«Üç gün kaydı...» Biliyorsun ki bu kayda aykırı sözler geçti.
«Bu güzeldir.» Nehir sahibi de böyle demiştir.
«Her mübah fiil hususunda» ifadesinin zâhirinden anlaşıldığna göre, kocası emretiği zaman o işi yapmak kadına vâcip olur. Nasılki sultanın emrini tutmak ahaliye vâciptir. T.
«Kokusu eziyet veren» sarımsak, soğan gibi şeyleri yemekten men edebilir. Bundan şu çıkarılır ki; meşhur tütün kokusundan hoşlanmazsa, karısını tütün içmekten de men edebilir.
«Tamamı Mültekâ üzerine yazdığım hâşiyededir.» Hâniyye'den alınan ibaresi şöyledir: «Bir kimsenin bir karısıyla cariyeleri bulunursa; her dört günün bir günle gecesini karısının yanında geçirmesi emrolunur. Kalan günleri cariyelerden dilediğinin yanında geçirebilir. Keza üç karısı olsa; herbirinin yanında bir gün bir gece geçirmesi emrolunur. Bir günle bir geceyi de cariyelerinden dilediğinin yanında geçirir. Dört karısı varsa; herbirinin yanında bir gün bir gece geçirir. Cariyelerine, yanlarından geçerken uğramak kalır. Bir adamın yanında aklı eren çocuk veya kör yahut karısının ortağı veya kendisinin yahut karısının cariyesi bulunduğu halde karısına yakınlık etmesi rnekruhtur.» Sonra sözüne devamla şunlarısöylemiştir: «Ortak kadınlar bir yere getirilemez. Meğerki rızalarıyla olsun. Kadın; ben senin cariyenle beraber oturamam; derse buna hakkı yoktur. Cariyenin yanında bir gün kalır da arkacığından âzâd olursa, hürrenin yanında bir gün kalır. Aksi de böyledir.» Yani hürrenin yanında bir gün kalır da sonra cariye olan karısı âzâd olursa, âzâd olana geçer. Hürre olan karısı için iki günü tamamlamaz. Bunu hürriyeti başlangıçtaki yerine tutarak yapar. Nitekim Mi'râc'da beyan edilmiştir.
Ben derim ki: Musannıfın evvelâ Müntekâ'dan nakIettiği İmam Hasan'ın rivayetine mebnîdir ki, bu rivayetten dönülmüştür. Nitekim hür kadın için her dört günden bir gün bir gece ayrılacağı yukarıda gecti. Benim böyle hatırıma geldi. Sonra gördüm ki Şurunbulâlî bunu, "Teceddüdü'1-Mesarrât..." adlı risalesinde açıklamış ve, "Buna tembih eden kimse görmedim" diyor. Bu risalenin aslı bir suale cevaptır. Söyle ki: Bir adamın iki karısı ve birkac carivesi bulunursa: iki karısı arasında kasm yapar, sonra cariyelerinden dilediğinin yanında geceleyerek tekrar karılarına döner de onlara kasm mi yapar? diye sorulmuş: O da Kemal b. Hümam'ın, "Lazım olan şudur ki: karılarından birinin yanında bir gece kaldığı vakit ötekinin yanında da o kadar kalmalıdır. Herbirinin yanında daima gecelemek vacip değildir. Çünkü bazı geceler hepsinin yanında gecelemeyi terk edip yalnız kalsa bundan men edilmez." ifadesinden alarak caizdir diye cevap vermiştir. Yani onların nevbeti tamam olduktan sonra demek istemiştir. Yalnız başına kalmasıyla yanında cariyelerinin bulunması, hükümde müsavidir. Allahu a'Iem.  

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...