KASM
BÂBI
METİN
Kasm; paylaştırmak
demektir. Kısm ise nasiptir. Kasm; zevceler ara-sında gecelemek, elbise, yiyecek
ve sohbet hususunda müsavi taksime ve adâlete, yani zulmetmemeye riayetin vâcip
olmasıdır. Ayetin zâhirine bakılırsa bu farzdır. Nehir.
İZAH
El-Muğrîb'de şöyle
denilmektedir: «Kasm mastardır. "Kaseme'l-kas-samu'l-mâle beyneş-şürekâi" derler
ki, "kassâm malı ortaklar arasında paylaştırdı, herkese hissesini verdi",
demektir. Kadınlar arasındaki kasm de bundandır.» Yani erkek onların arasında
gecelemeyi ve benzeri şeyleri taksim eder. Misbah'ta hisseye kasm denildiği
açıklanmıştır. Böylece an-laşılır ki, buradaki kasmden murad; aslında olduğu
gibi mastardır. Ama ondan taksim veya hisse mânâları da
kasdedilebilir.
«Ayetin zâhirine
bakılırsa farzdır» Çünkü Teâlâ Hazretlerinin, "Adâlet gösteremeyeceğinizden
korkarsanız bir kadın yeter." âyet-i kerîmesi, kadınlar arasında haksızlık
edeceğinden korkarsa bir kadınla yetinmesini emir buyurmaktadır. Bu emrin vücup
ifade etmesi ihtimali vardır. Bundan da anlaşılır ki, birkaç kadınla evlenen
kimseye onların arasında adâlet göstermek vâciptir. Nitekim Fetih sahibi böyle
demiştir. Yahut emir bunun mendup olduğunu bildirmek içindir. Adâletin vâcip
olduğu, vâcibi terk et-mekten korkmasıyla anlaşılır. Nitekim Bedâyi'de böyle
denilmiştir. Ne olursa olsun âyet-i kerime bunun vâcip olduğuna delâlet
etmektedir.
«Yani zulmetmemeye»
sözüyle şarih, Hidâye'ye yapılan itirazdan kurtulmaya işaret etmektedir. Hidâye
sahibi şöyle demiştir: »Bir adamın iki karısı varsa, aralarında adâlet
göstermesi icabeder.» Bu ifadeden anlaşılan, hürre ile cariye arasında kasmin
vâcip olmamasıdır. Fetih sahibi buna cevap vermiş; "Burada adâletin mânâsı,
müsavi tutmaktır. Zulmün zıddı değildir. Her iki kadın hürre veya cariye iseler,
aralarında müsâvâta riayet etmesi gerekir. Biri hürre biri cariye ise,
aralarında adl yapmamalı;
yani zulüm
yapmamalı demektir ki, bu da hürreye cariyenin iki misil kasm yapmakla olur.
Buradaki îhâm, lafzın müşterek olmasından doğmuştur," demiştir.
Lâkin musannıf
sözünü burada hürre veya başka bir kelimeyle kayıt-lamadığı için, onu cevr
yapmamakla yani vâcip olandan ayrılmamakla tef-sir etmek münasip olur. Böylece
kelime iki hürre veya iki cariye arasında müsâvâta, hürre ile cariye arasında
müsâvât bulunmamasına şâmil olur. Nafaka meselesinde de öyledir. Çünkü nafaka
hususunda mutlak surette müsâvât lâzım değildir. Nitekim gelecektir.
«Müsavi taksime»
ifadesindeki müsavi kelimesini atmak daha iyi olurdu. Çünkü gördüğün gibi hürre
ile cariye arasında müsâvât vâcip değildir. Hattâ müsavi tutmamak vâciptir.
Amabuna şöyle cevap verilir: Buradaki müsâvâttan murad, isbat veya nefyde müsavi
tutmaktır. Yani hürre ile cariyeyi bir tutarak zulüm etmemesi, keza iki hürre
veya iki cariye arasında müsâvâta riayet etmeyerek zulüm yapmaması icabeder.
Musan-nıf gündüzün kadınların yanında bulunmayı zikretmemiştir. Çünkü bu, miktar
tayin etmeksizin kısmen vâcip bir şeydir. Nitekim gelecektir.
«Elbise, yiyecek»
ve mesken hususunda aranır. Musannıf, "nafaka hususunda" deseydi daha iyi olur
ve hepsine şümulü bulunurdu. Bahır sahibi diyor ki: «Bedâyi'de bildirildiğine
göre; kocanın iki hürre ve iki ca-riye arasında yiyecek, içecek. giyecek, mesken
ve yatak hususunda mü-sâvâta riayeti vâciptir. Valvalcî de böyle demiştir.
Gerçek şudur ki, bu söz, nafaka hususunda yalnız erkeğin hali itibara alınır,
diyenlerin kavline göredir. Müftabih olan kavle gelince: Ona göre karı-kocanın
her ikisinin halleri itibara alınır ki, bu söz ona uymaz. Çünkü karı-kocadan
biri bazen zengin, diğeri fakir olabilir. Binaenaleyh nafaka hususunda mutlak
olarak ikisini bir tutmak lâzım gelmez.» Bu izahtan anlaşılır ki, musannıfın
metinde yalnız erkeğin halinin itibara alınacağını söylemesine hâcet yoktur.
«Sohbet
hususunda...» sözünü gecelemenin arkasından söylemesi daha münasip olurdu. Çünkü
sohbet, yani konuşup muhabbet etmek, ge-celemenin semeresidir. Hâniyye'de şöyle
denilmiştir: «Kocalara kadınları için vâcip olan şeylerden bazıları da elinden
gelen hususatta adâlet, mü-sâvât, sohbet ve muhabbet için yanlarında
gecelemektir. Elinden gelme-yen hususatta bu vâcip değildir. Bundan murad, sevgi
ve cimadır.»
METİN
Cima hususunda
sevgide olduğu gibi adâlet vâcip değil müstehaptır. Bir defa cima ile kadının
hakkı sâkıt olur. Ama diyaneten zaman zaman vâcip olur. Kadına yaklaşmaması îlâ
müddeti kadar olmamalı, ancak kadının rızasıyla olursa caizdir. İbadetle meşgul
olan kocaya zaman zaman karısıyla sohbette bulunması emrolunur.
İZAH
«Cima hususunda»
adâlet vâcip değildir. Çünkü bu, istek ve neşete bağlı bir iştir. Bunda hilâf
yoktur. Ulemadan bazıları demişlerdir ki: «Cimayı sebebi bulunmadığı ve âleti
kalkmadığı için terk ederse, bu bir özürdür. Sebebi varken terk eder, fakat
kadının ortağına iştiyakı daha çok olursa, bu onun kudreti dahilinde sayılır.
Fetih.» Galiba bu başkasının mezhebi olacaktır. Onun için Bahır ve Nehir
sahipleri bunu zikretmemişlerdir.
"Müstehaptır."
Sevgi kalbin meyletmesinden ibarettir. Bu insanın elinde değildir. Fetih sahibi
diyor ki: «Müstehap olan, kadınların arasında cima ve öpmek gibi bütün
istifadeler hususunda müsâvâta riayet etmektir. Cariyelerle ümmüveledler
arasında dahi öyledir. Tâ ki onları zina arzusundan ve fahişeliğe meyletmekten
korumuş olsun. Ama hiçbir şey vâcipdeğildir. Çünkü Teâlâ Hazretleri, "Adâlet
gösteremeyeceğinizden korkarsanız bir kadın kâfidir, yahut mâlik olduğunuz
cariyeleriniz." buyurmuştur. Bu onların arasında adâlet vâcip olmadığını
gösterir.»
«Bir defa cima ile
kadının hakkı sâkıt olur.» Fetih sahibi şöyle diyor:
«Bilmelisin ki
kadının cimasını mutlak surette terk etmek erkeğe helâl değildir. Ulemamızın
açıkladıklarına göre kadınla zaman zaman cimada bulunmak diyâneten vâciptir.
Lâkin mahkeme ve ilzam hükmüne yalnız ilk cima girer. Ulema bu hususta müddet
takdir etmemişlerdir. Ama îla müddetini bulmamalıdır. Meğerki kadının rızası ve
hoşnutluğu olsun.» Nehir sahibi diyor ki: «Bu sözde birden fazla cimanın,
kadının değil erkeğin hakkı olduğunu açıklama vardır.»
Ben derim ki: Bu,
söz götürür. Bilâkis bu hem erkeğin hem kadının hakkıdır. Çünkü diyaneten vâcip
olduğunu biliyorsun. Bahır sahibi şöyle demiştir. «Cimanın kasme dahil olmadığı
bilinince, acaba bu kadın için mi vâcip olur? Bedâyi'de; kadının kocasından cima
istemeye hakkı vardır. Çünkü kocasının helalını kadının istemeye, karısının
helalını da kocasının istemeye hakkı vardır. Kadın bunu isteyince, kocasına
vâcip olur. Hükümde buna bir defa icbar edilir. Ziyadesi diyaneten vâcip olur.
Bazı ulemamıza göre hükümde vâcip olmaz. Bazılarına göre hükümde de vâcip olur,
denilmiştir.»
Bundan anlaşılır
ki, şarihe düşen. "Kazaen kadının hakkı bir defa ile sâkıt olur." demekti. Çünkü
bir defa cima etmezse, hâkim onu bir sene tecil eder, sonra akdi fesheder. Fakat
bir defa cima ederse, bir daha ona dokunmaz. Çünkü akit zamanında ınnîn olmadığı
anlaşılmıştır. Kadına ciması vâcip olduğu için hâkim zaman zaman ziyadesini
emreder. Meğerki hastalık veya sonradan ârız olmuş kalkınamazlık gibi bir özrü
bulunsun. Zıhâr bâbında gelecektir ki, kadından zararı def etmek için hâkim
zıhâr yapan kocaya kefareti ilzam edebilir. Bunu ya kefareti verinceye kadar
yahut boşayıncaya kadar hapsetmek veya dövmek suretiyle yapar. Bu söz yukarıda
geçen, "Ziyade etmesi hükümde de vâcip olur." diyen-lerin Kavlini teyid eder.
«ilâ müddeti kadar
olmamalı...» Bu ifadeyi evvelce Fetihten de nakletmiştik zahirine bakılırsa
nakledilmiş bir kavi olacaktır. Lakin bundan önce cima devresi hakkında, "Cima
için ilâ müddeti kadar uzun vakit söylememesi gerekir. İla müddeti dört aydır."
demiştir. Bu incelemeyi Fetih sahibi yapmıştır. Nitekim şarih zikredecektir. O
halde zâhire göre buradaki sözü incelemeye göredir. Sonra dört aydır sözü,
hürrenin ilâsı kasdedildiğini göstermektedir. Bunun Hz. Ömer (r.a.)'in şu
hâdisesi te'yid eder: Ömer; (r.a.) geceleyin bir kadının, "Vallâhi Allah'ın
azaplarından korkulmasa, bu karyolanın kenarları yerinden oynardı." dediğini
işitmiş. Kadının halini soruşturunca anlamış ki kocası harptedir. Derkenkızı
Hafsa'ya bir kadının erkeksiz durmaya ne kadar sabredeceğini sormuş. O da dört
ay cevabını vermiş. Bunun üzerine Ömer (r.a.) ordu kumandanlarına, evli
asker-lerin dört aydan fazla ailelerinden uzak tutulmamalarını emretmiş. Bu
müddete kadına fazla zarar olmasa, Allah Teâlâ îlâ suretiyle ayrılmayı meşru
kılmazdı.
«İbadetle meşgul
olan kocaya ilh...» Bu hususta Fetih'te şöyle denilmiştir Ama adamın biri
kadından başka karısı olmaz da onu da ibadetle veya cariyelerle meşgul olurken
ihmal ederse; Tahâvî Ebû Hanife'den nakledilen Hasan rivayetini tercih etmiştir
ki, her dört günle gecenin, bir gün bir gecesi kadının hakkıdır. Kalanı
erkeğindir. Çünkü erkeğin, üç hürre ile evlenmek suretiyle kadının üç gecedeki
hakkını ıskata hakkı vardır. Karısı cariye ise haftada bir gün bir gece hakkı
vardır. Mezhebin zâhirine göre miktar tayini yoktur. Çünkü kasm nisbi bir
mânâdır. Onu vâcip kılmak icadın istemektir. Bu da iki nisbetlinin mevcut
olmasına bağlıdır. Ta-savvur edilmeden istenmez de o kadınla zaman zaman vakit
tayin etmeksizin geceleyip sohbetinde bulunması emrolunur.» Nehir'de Bedâyi'den
nakledildiğine göre, İmam Hasan'ın rivayeti İmam-ı Azam'ın ilk kavlidir. Sonra
ondan dönmüştür. Ama bu bir şey değildir.
METİN
Tahâvî bu müddeti
hürre için her dört gecenin bir gün bir gecesiyle, cariye için haftanın bir gün
bir gecesiyle takdir etmiştir. Kadın kocasının çok ciması sebebiyle zarar
görürse, takatından fazlası caiz değildir. Miktar tayini hususunda rey
hâkimindir. Kadının ne kadara takatı olduğunu o kararlaştırır. Bunu inceleme
suretiyle Nehir sahibi söylemiştir.
İZAH
«Cariye için
haftanın bir gün bir gecesiyle takdir etmiştir» Zira bu adam o kadının üzerine
üç hürre ile evlenebilir. Ve altı günü onlara taksim eder. Bu kadına da bir gün
düşer.
«Bunu inceleme
suretiyle Nehir sahibi söylemiştir.» İfadesi şudur: «İncelemenin muktezası şudur
ki: O adamın kadınla takatından fazla cima yapması caiz değildir. Miktar
tayinine gelince: Bu hususta imamlarımızdan bir şey görmedim. Evet, Mâlikîlerin
kitaplarında hilâf vardır. Bazıları bu karıyla kocaya dört cima gecede, dört
cima da gündüzün hükmedilir demiş; birtakımları günle gecede dört cima
hükmedileceğini söylemişlerdir. Enes b. Mâlik'ten günle gecede on defa cima
hükmedileceği rivayet olunmuştur. İbn-i Ferhûh'un Dekaik adlı kitabında, günle
gecede oniki defa cima hükmedileceği bildirilmiştir. Bana kalırsa bu hususta rey
hâkimindir. Kadının kaç cimaya takatı olacağını o tahmin eder.»
Bunun akabinde
Hamevî şunları söylemiştir: «Ben derim ki: Hâkimin, kadına ne kadar cimaya
dayanabileceğini sorması gerekir. Ve söz, yeminiyle beraber kadının olur. Çünkü
bunu ondan başka bilecek yoktur. Bu, kaidelere uygundur. Hâkimin zannına
bırakılmasınagelince: Bu doğru değilse bile. ihtimalden uzaktır.» şu da var ki,
İbn-i Mecd'in açıkladığına göre Tehsisü'n-Nezâir ve diğer kitaplarda şöyle
denilmiştir: «Bizim imamlarımızın kitaplarında bir hüküm hakkında nass
bulunmazsa. İmam Mâlik'in mezhebine müracaat olunur. Ben derim ki: Kocasının
âleti kalın veya uzun olur da kadın bundan zarar görürse ne hüküm verildiğini
görmedim. Hem bu fetva vakasıdır.»
Ben derim ki: İbn-i
Mecd'den naklettiği ifade meşhur değildir. Ben bundan başka onu zikreden
görmedim. Evet, Dürr-ü Müntekâ'nın ricat bâbında Kuhistânî'den; o da Musaffâ'nın
Dibâce'sinden nakletmiş olmak üzere beyan edildiğine göre, ulemamızdan bazıları
zaruretten dolayı İmam Mâlik'in kavillerine meyletmişlerdir. Ondan naklen
açıkladıklarına göre, zevce küçük olur da cimaya dayanamazsa dayanacak raddeye
varıncaya kadar kocasına teslim edilmez. Sahih olan, bunun yaşla takdir
edilmemesidir. Bilâkis hâkime havale edilir. Kadının semizliğine veya
zayıflığına bakarak o takdir eder. Evvelce Tatarhâniyye'den naklen arzetmiştik
ki, bülûğa ermiş bir kız cimaya dayanamazsa, onun da kocasına verilmesi
emredilmez. Şu halde 'dayanamazsa' sözü, kadın zayıf veya arık yahut kocasının
âleti büyük olduğu hallere şâmildir.
Eşbâh'ta nikâh bâkî
olmakla beraber kocanın karısına ciması haram olan şeyler sıralanırken; "Bir de
kadın küçük olduğu için veya hasta yahut erkeğin şişmanlığından dolayı cimaya
tahammül edemezse haramdır." denilmiştir. Erkeğin şişmanlığından, âletinin
büyüklüğü de pekâlâ anlaşılabilir. Şürunbulâlî Vehbâniyye üzerine yazdığı
şerhinde şöyle demiştir: «Bir kimse karısıyla cima eder de karısı ölür veya iki
necaset yolu birleşirse, bakılır: Kadın küçük veya cimaya zorlanmışsa; yahut
cimaya takatı yoksa, kocasının bilittifak diyetini ödemesi lâzım gelir. Bütün
bunlardan anlaşılır ki, kadının zararına olacak şekilde ciması erkeğe helâl
değildir. Binaenaleyh hâkimin tahmini veya kadınların haber vermesiyle kaç adet
cimaya takatı olacaksa o kadarla yetinilir. Bununla da bilinmezse, kadının
sözüyle amel edilir. Âletin kalınlığı meselesinde de öyledir. Aleti uzun olursa,
dayanacak miktarını yahut orta boylu bir adamın âleti kadarını sokması
emrolunur. Allahu a'lem.»
METİN
Kasm hususunda,
enenmemiş erkekle enenmiş, kalkınamayan, âleti kesik hasta, sağlam, karısı ile
zifaf olan çocuk ve zifaf olmayan bâliğ arasında fark yoktur. Bunu inceleyerek
Bahır sahibi söylemiş; musannıf da ikrar etmiştir. Kadınların da hasta, sağlam,
hayızlı, nifaslı, korkutmayan deli, ferci yapışık, boynuzlu ve cima edilebilecek
küçük kız, ihramlı, zıharlı ve kendisine îlâ yapılmış olanı ile mukabilleri
arasında fark yoktur. Ric'î talâkla boşanan kadına kocası dönmek isterse, o da
böyledir. Dönmek istemezse böyle değildir. Bahır.
İZAH
«Fark yoktur
ilh...» Zira kasmın cima değil de sırf sohbet ve muhabbet için vâcip olduğu
bilinince, bir koca ile başka koca arasında fark yoktur. Bahır.
"Hasta" hakkında
Bahır sahibi şöyle diyor: «Ben bunun hastalığı esnasında nasıl kasm yapacağını
görmedim. Hastalığı bir evden başka eve gitmesine mâni olacak derecede ise,
hüküm ne olacaktır. Zâhire bakılırsa burada murad, iyileştiği zaman diğer
kadının yanına giderek onun yanında da birincinin yanındaki kadar kalır.»
şüphesiz ki sağlamken kadınlarını dolaşma miktarı kendi elinde olduğuna göre,
hastalığında evleviyetle elindedir. Birinci kadının yanında bir müddet kalırsa,
ikincinin yanında da o kadar kalır. Nehir.
Ben derim ki: Bu,
kalma müddetini nevbet haline getirmek istediği vakittir. Tâ ki aşağıda gelecek
olan; "Birisinin yanında bir ay kalırsa, geçmiş günler heder olur." ifadesine
aykırı düşmesin.
«Karısı ile zifaf
olan çocuk» yerine Bahır ve diğer kitaplarda, "iki karısı ile zifaf olan çocuk"
denilmiştir. Bahır sahibi diyor ki: «Çünkü kasmin vâcip olması kadınların hakkı
içindir. Sebebi tekarrur edince, kul hakları çocuklara da teveccüh eder.
Fetih'te beyan edildiğine göre. İmam Mâlik çocuğun velisi onu sırayla
kadınlarına götürür, demiştir. Zâhirine bakılırsa o bizim mezhebemizden bir şeye
muttali olmamıştır. Velisi çocuğa bunu emretmediği ve çocuğu götürmediği vakit
günahkâr olmak gerekir» Hayreddin-i Remlî şöyle demiştir: «Hâniyye sahibi çocuğu
mürâhik diye kayıtlamıştır. Binaenaleyh mürâhik olmayan çocuğa kasm vâcip olmaz.
Fakat bu kayıt değildir. Sabî-i mümeyyiz ve cimaya kâdir olan çocuğun ciması da
böyledir.»
«Zifaf olmayan
bâliğ...» Zifaf olan bâliğ dahi evleviyetle zifaf olan gibidir. H.
«Bunu inceleyerek
Bahır sahibi söylemiştir...» Bu ifade, zifaf olmayan bâliğa râcidir. Bahır
sahibi diyor ki: «Muhit'te bildirildiğine göre, küçük çocuk karısına zifaf
olmamışsa, onunla beraber bulunmasının bir faydası yoktur Bunun zâhirine
bakılırsa bülûğa ermiş oğlan için kasm zifaf olunmayan kadın hakkında vâciptir.
Çünkü onunla beraber bulunmasında fayda vardır. Onun içindir ki ulema zifaf
olmayı sadece küçük çocuğun karısı hakkında kayıtlamışlardır.
Ben derim ki: Bana
küçük çocuğun zifafı da kayıt değil gibi geliyor. Bundan murad, zifaf yaşına
varan sohbet ve muhabbete yarayan delikanlılardır. Onun için Hâniyye sahibi
zifafla kayıtlamamış; sadece "Kasm hususunda, mürâhikle bülûğa eren müsavidir."
demiştir. Şu halde Muhit sahibinin, "şayet zifaf olmamışsa" sözü, bu yaşa
varmamışsa mânâsınadır. Buna karine, "Kadınla beraber bulunmasında fayda
yoktur." sözüdür. Zira mürahikin yanında olmasından, kadına konuşup muhabbet
etme faydası hâsıl olacağında şüphe yoktur. O zaman kasmin vâcip olması
hususunda mürâhikle bâliğ arasında fark yoktur. Nitekim Hâniyye'nin açık olan
ibaresi de budur. Bu, zifaftan sonraya ve önceye şâmildir. Çünkü vücubuna sebep
nikâh aktidir. Nitekim Bedâyi'de de böyle denilmiştir. Zifaftan önce kadının
nafakası boynuna borç olunca, onunla beraber gecelemek hususunda kasm dahi
vâciptir. Yeter ki kadın kendi ilerini yoluna koymak için aiesinin evinde
kalmasına razı olmamış olsun. Aksi takdide bu adam karısına zulmetmiş olur.
«Korkulmayan
deli...» Yani kocası kendisinden korkmayan deli kadın demektir. Kocası vurup
kıracağından korkmazsa, böyle kadının nafakası ve meskeni kocasına vâcip olur.
Aksi takdirde kadın kaçan kadın hükmündedir.
«Cima
edilebilecek...» ifadesi Hâniyye'den alınmadır. Başka kitaplarda bunun yerine
mürâhike tâbiri kullanılmıştır. Minah hâşiyesinde Hayreddin-i Remlî şöyle
demektedir: «Ciması mümkün olmayan küçük kız bunun hilâfınadır. Zira onun hakkı
yoktur. Bunu bil ve birçok Minah nüshalarındaki ciması mümkün değildir sözüne
aldanma! Çünkü o hatadır.»
"İhramlı" dan
murad; hacc veya umre yahut her ikisi için ihrama giren kadındır. T.
«Ric'î talâkla
ilh...»
T E M B İ H: Burada
Nehir sahibi şöyle demiştir: «Nikâhlı kadının iddet beklerken şüphe ile cima
edilirse; borcu için hapsedilmiş olup ödemeye kudreti olmayan kadının ve kaçak
kadının hükümlerinin ne olacağını görmedim. Şâfiî kitaplarında yazılan, bunların
hepsinde o kadına kasm yapılmayacağıdır. Bana kalırsa şüphe ile cima edilen
kadına kasm vâciptir. Bunu ulemanın, "Kasm sırf muhabbet ve yalnızlığı def etmek
içindir." sözlerinden alırım. Hapsedilen kadın hakkında tereddüt vardır. Kaçak
kadına gelince: Onun hakkında kasmin sükut edeceğinde tereddüt gerekrnez. Çünkü
o evden çıkmakla hakkının sükutuna razı olmuştur.»
Hamevî kendisine
itiraz ile; "Şüpheyle cima edilen kadına bu iddetin içinde nafaka yoktur.
Mâlûmdur ki kasm, geceleme, nafaka ve mesken hususunda müsavî tutmaktan
ibarettir." demiştir. Ulemadan bazıları, "Bu kadın için kasm yaparsa, o adamın
harama düşeceğinden korkulur." cümlesini ziyade etmişlerdir. Çünkü kadın başkası
için iddet beklemektedir. Bu adamın ona dokunması ve öpmesi haramdır.
Binaenaleyh kasmi de vâcip değildir. Hapsedilen kadın da öyledir. Çünkü kasmi
vâcip olursa kendisi de hapse gireceğinden, adama bundan zarar gelecektir.
METİN
Erkek sefere
çıkmaksızın kadınlarından birinin yanında bir ay kalır da sonra öteki kadın bu
hususta kendisini dâvâya verirse, ilerisi için aralarında adâlet göstermesi
emrolunur. Geçen hükümsüz kalır. Velevki onunla günaha girmiş olsun. Çünkü
taksim istekten sonra olur. Hâkim kendisini nehyettikten sonra erkek tekrar
haksızlık etmeye başlarsa, bu seferhapissiz ta'zîr eder. Cevhere. Çünkü hapis,
hakkı yok etmiştir. Bu, "Ben bunu yaptım. Çünkü nevbet muhayyerliği benimdir."
demediğine göredir. O zaman hâkim zulmünün miktarına göre hüküm verir. Bunu
Nehir sahibi inceleme neticesi söylemiştir. Bekâr, dul, yeni, eski, müslüman ve
kitâbîyye arasında fark yoktur. Çünkü âyet mutlaktır. Cariye, mükâtebe,
ümmüveled, müdebbere ve bir kısmı âzâd olunmuş cariye için hürreye verilen
mesken ve yanında geceleme hakkının yarısı vardır. Nafakaya gelince: Karı ile
kocanın hallerine göredir.
İZAH
«Sefere çıkmaksızın
birinin yanında bir ay kalırsa...» Yani dâvâya vermeden önce veya sonra kalırsa
demek istiyor. Hâniyye. Fakat birisini sefere götürürse; diğerinin, kocasından
seferde bulundukları müddet kendi yanında kalmasını istemeye hakkı yoktur. Bunu
Tahtâvî Hindiyye'den nakletmiştir.
«Geçen hükümsüz
kalır.» Kadın kendi yanında da o kadar kalmasını isteyemez. Bunu da Tahtâvî
Hindiyye'den nakletmiştir. Aklen kadın istediği vakit kaza etmesi emrolunmak
gerekir. Çünkü bu bir insan hakkıdır. Onun da bunu ödemeye kudreti vardır.
Fetih. Nehir sahibi buna şarihin zikrettiği ta'lille cevap vermiştir. Rahmetî
diyor ki: «Bir de şunun için ki; nafakayı arttırmaz. Zaman geçmekle nafaka sâkıt
olur.»
«Çünkü taksim
istekten sonra olur.» sözü, "geçen hükümsüz kalır" ifadesinin illetidir.
Bedâyi'den naklen arzetmiştik ki; kasmin vâcip olmasına sebep, nikâh akdidir.
Onun için istemezden önce bırakmakla günaha girer. Bu da Feth'in incelemesini
te'yid eder. Ama şöyle cevap verilebilir: Mânâ şudur: Hâkim tarafından kasme
icbar etmek istedikten sonra olur. Aksi takdirde kadın ister de sonra kocası
zulmederse, kaza lâzım gelir, demek icabeder. Bu ise Hâniyye'den naklettiğimiz,
"dâvâya vermezden önce veya sonra" ifadesine muhaliftir. Meselenin Bezzâziye ve
diğer kitaplarda, "Kasm zimmete borç olmaz, Çünkü bu istedikten sonraya da
şâmildir" şeklindeki ta'lili de böyledir.
«Hâkim kendisini
nehyettikten sonra» sözünden şu anlaşılır ki; birinci defada o kimse ta'zîr
olunmaz. Bahır'da bu açıklanmıştır. T.
«Hapissiz ta'zîr
eder» Yani ceza olarak onu döver ve adâlet göstermesini emreder. Çünkü o adam
edepsizlik etmiş; kendisine haram olan zulmü yapmıştır. Mi'râc. Bu mesele
ulemanın, "Hâkim için, ta'zîr hususunda dövmekle hapsetmek arasında muhayyerlik
vardır." sözünden istisna edilmiştir. Bahır.
Ben derim ki:
Akrabasına nafaka vermekten çekindiği vakit de bunun misli yapılır.
«Çünkü hapis hakkı
yok etmiştir.» Yani sebebi şu ki; kasm sohbet ve muhabbet içindir. Şüphesiz ki
hapis müddetinde bu olmaz. Keza ulema akrabasına nafaka vermekten çekinmekle
hapsedilmemesini bununla illetlendirmişlerdir.
«O zaman hâkim
zulmünün miktarına göre» dâvâya veren kadın için hüküm verir. Bunun mefhumu
şudur: Erkek bunu demezse geçmişteki sâkıt olur. Halbuki bu, dâvâya verip
istedikten sonra olur. Biliyorsun ki kasm borç olmaz. Şarih miktarı mutlak
bırakmıştır. Halbuki onun hakkında söz vardır. Aşağıda gelecektir.
«Bekâr, dul...»
diye nassan bildirmesi, bu ikisi hakkında üç imamın hilâfı olduğu içindir. Bir
de kitâbîyeyi nassan bildirmiştir ki; kitâbîyenin müslüman kadına müsavi
olamaması vehmini gidermiş olsun. Nehir sahibinin bildirdiğine göre, ihtimal
yalnız eski ile yeni kadınları söylemekle yetinmemesi, bâkire ve dul kadınların
yeni olmalarına da şümulu bulunsun diyedir. Her ikisini beraber almış olabilir.
«Çünkü âyet
mutlaktır.» Yani Teâlâ Hazretlerinin, "Siz adâlet göste-remezsiniz." âyet-i
kerîmesi, sevgi hususunda kadınlarınızı bir tutamazsınız, bari kasmden sapmayın,
mânâsınadır. Bunu İbn-i Abbâs (r.a.) söylemiştir. "Kadınlarla iyi geçinin."
âyet-i kerîmesi de öyledir. Bundan murad, kasmdir. "Adâlet gösteremeyeceğinizden
korkarsanız bir kadınla iktifa edin." âyeti de öyledir. Nehy hadisleri de
mutlaktır. Bir de kasm nikâha ait haklardandır. Bu hususta iki kadın arasında
fark yoktur. Gerçi, "Bâkire için yedi, dul için üç gecedir." mealinde bir hadis
rivayet edilmişse de, ihtimal bu, nikâhın başındadır. Ziyade mânâsına değildir.
Binaenaleyh kesin delili tercih etmek vâciptir. Nitekim Bahır'da beyan
edilmiştir. Dürerü'I-Bihâr şerhinde şöyle denilmiştir: «Hadis müsâvât olmadığına
delâlet etmez. Bilâkis yediyle üç nevbetlerini tercihe delâlet eder. Rivayet
ettiklerimizle bunun arası böyle bulunur.»
«Cariye ilh...»
Yani bir adamın biri hürre biri cariye iki karısı olursa, cariyeye yarım hisse
düşer. Bu, sahibinin cariye için ev hazırladığına göredir. Ama ben bunu zikreden
görmedim. Herhalde açık olduğu için bahsedilmemiş olacaktır.
«Nafakaya
gelince...» Nafaka; yiyecek, içecek, giyecek ve meskenden ibarettir.
«Karı ile kocanın
hallerine göredir.» Yani ikisi de zengin ise, zengin nafakası; ikisi de fakir
ise fakir nafakası; biri zengin biri fakirse, orta nafaka vâcip olur. Müftabih
kavil budur. Nitekim geçmişti. Evvelce musannıf ve şarihin sözlerinin buna
yorumlandığını arzetmiştik.
METİN
Güçlüğü def için
seferde kasm yoktur. Erkek, kadınlarından hangisiyle isterse sefere çıkabilir.
Ama kalplerini hoşnut etmek için kura çekmek daha makbuldür. Kadın kendi
nevbetini ortağına bırakırsa, sahih olur. Ama ileride bundan dönmeye hakkı
vardır. Çünkü vâcip olmuş değildir. Binaenaleyh sükut da etmez. Kadın nevbetini
muayyen bir ortağına bırakırsa, acaba kocası onu başkasına devredebilir mi?
Şâfiî edemez demiştir. Bahır'da inceleme neticesi evet edebilir denilmiştir. Ama
Nehir sahibi kendisine çatmıştır.
İZAH
«Seferde kasm
yoktur ilh...» Çünkü sefer ancak karılarının hepsini yanına almakla mümkün olur.
Bunu ilzam etmekte ise açık zarar vardır. Nehir. Bir de erkek, karılarının
birine seferde; ötekine evinde karar halinde eşyasını muhafaza için yahut fitne
korkusuyla güvenebilir. Yahut birinin sefere çıkmasına şişmanlığı mâni olabilir.
Binaenaleyh seferde sohbetinden çekindiği karısını kura isabet etti diye tayin
etmekte şiddetli zarar ilzamı vardır. Bu ise güçlüğü def eden delille def
edilmiştir. Fetih. Ama sefere kadınlarının hepsini götürürse, aralannda kasm
yapar mı yapmaz mı bir düşün!
«Kura çekmek daha
makbuldür.» İmam Şâfiî bunun bir hak olduğunu söylemiştir. Çünkü râvîlerden bir
cemaatin rivayetine göre Peygamber (s.a.v.) sefere çıkmak istediği vakit
kadınlarının arasında kura çekermiş. Kura kime isabet ederse, yanında onu
götürürmüş.
Biz deriz ki: Bu
onların kalplerini hoşnut etmek için müstehap olarak yapılmış bir işti. Çünkü
mutlak fiil vücup iktiza etmez. Halbuki Peygamber (s.a.v.)'e kasm vâcip de
değildi. Tamamı Fetih ve Bahır'dadır. Bu yukarıda geçen, "Seferde sohbetinden
çekindiği karısını tayin etmek ilh..." sözü ile birlikte açık olarak gösterir
ki; kura isabet eden kadını seferde yanına almak lâzım gelmez.
«Sahih olur.» Bu
söz, erkeğin veya kadının rüşvet vermesi şartıyta terk etmiş olmasına şâmildir.
Velevki şart bâtıl olsun. Nitekim Fetih sahibi bunu izah etmiştir. Bâkânî'nin
bahsi bunun hilâfınadır. Çünkü vâcip olmamış bir hak için karşılık ödemektir.
Onun için de kadının hakkı sâkıt olmaz. "Bu, vazifeden tenezzül için alınan
karşılık gibidir." denilemez. Çünkü bunu caiz gören örf-ü âdete bina etmiştir.
Burada örf yoktur. Evet, Şâfiîlerden birinin söylediğine göre, bu meseleden bir
de ecnebîyi mal üzerine hul meselesinden para karşılığında vazifeden çekinmenin
cevazı cıkarılabilir. Şâfiîlerden Şeyhülislâm Zekeriyya ile Mâlikîlerden
Nureddin Demirî ve Hanbelîlerden Şîşî buna fetva vermişlerdir.
Ben derim ki: Bu
hususta Hanefîlerin müteehhirin uleması ihtilâf etmişlerdir. Hayreddin-i Remlî
caiz olmadığına fetva vermiştir. Bu hususta sözün tamamı inşaallah vakıf
bahsinde gelecektir.
"Çünkü..." Yani
kadının hakkı olan kasm henüz vâcip olmamıştır. Binaenaleyh onun ıskat etmesiyle
sâkıt da olmaz. H.
«İnceleme neticesi
evet edebilir denilmiştir.» Bahır'ın ifadesi şudur: «İhtimal ulema bu tafsili
şundan dolayı itibara almamışlardır: Çünkü bu hîbe erkek tarafından ıskattır.
Binaenaleyh kadın onu ister kocasına, İster ortağına bağışlasın fark etmez; hak
kocasınındır. Kocası hîbe edenin hissesini dilediğine tahsis edebilir. H.»
«Nehir sahibi
kendisine çatmıştır» ve şöyle demiştir: «Ben derim ki: Kadın hakkını
ortağınahîbe ettikten sonra bu hakkın kocasının olmasını kabul edemeyiz.
Bedâyi'de bu mesele izah edilirken; bu, kadına sabit olan bir haktır. Kadın
isterse onu alır, isterse fesheder, denilmiştir. H.»
Ben derim ki:
Muhakkık İbn-i Hümam Şâfiîlerin sözünü nakil ve tasdik etmiş; ancak şöyle
demiştir: «Şâfiîler buna şu meseleyi tefri etmişlerdir: Hîbe eden kadının gecesi
hîbe edilenin gecesinin arkasından geliyorsa, ona arka arkaya iki gece kasm
yapar. Arkasından gelmiyorsa, erkek onu nakledip kadına peşpeşe iki gece tahsis
edebilir mi edemez mi? Bu hususta Şâfiîlerle Hanbelîlerin iki kavli vardır.
Bence daha zâhir olanı, edememesidir. Meğerki ondan sonra nevbeti gelen kadın
razı olsun. Zira bundan o zarar görebilir.» İbn-i Hümam'ın zâhir gördüğü kavil,
Nehir'in ifadesinin evleviyetle tercihini gerektirir.
METİN
Kadınlarından
herbirinin yanında bir gün bir gece kalır. Lâkin kendisine ancak gece hususunda
müsâvât lâzım gelir. Hattâ birincinin yanına güneş battıktan sonra, ikincinin
yanına yatsıdan sonra gelse, kasmi terketmiş sayılır. Kadınla nevbetinden başka
zamanda cima yapamaz; yanına da giremez. Ancak hastalığında dolaşmak için
girebilir. Hastalığı şiddetlenirse, Cevhere'de, "Onun yanında düzelinceye veya
ölünceye kadar kalmasında bir beis yoktur." denilmiştir. Yani kadının yanında
bakacak kimsesi yoksa demek istemiştir. Erkek kendi evinde hastalanırsa,
kadınlarından herbirini kendi nevbetine çağırır. Çünkü sağlam olsa da bunu
yapmak istese kabul olunması gerekir. Nehir. Dilerse her kadının yanında üç gün
üç gece de kalabilir. Birinin yanında ötekinin izni olmaksızın fazla kalamaz.
Hulâsa. Hâniyye'de şu da ziyade edilmiştir: «Kasme başlamak hususunda rey
erkeğindir. Nevbet miktarı hakkında da öyledir.» Hidâye ve Tebyin. Fetih sahibi
inceleme neticesi bunu îlâ müddetiyle veya bir haftayla kayıtlamıştır. Bahır
sahibi ise umumileştirmiştir. Fakat Nehir sahibi bunun söz götürdüğünü
söylemiştir.
İZAH
«Lâkin ilh...»
Fetih sahibi diyor ki: «Geceleme ve muhabbet hususunda vâcip olan adâletin bir
gün bir gece olduğunda hilâf bilmiyoruz. Maksat gündüzün zamanını zaptederek
biri ile o zamanda muaşerette bulunduğu kadar diğeriyle de muaşerette bulunmak
değildir. Bu, geceleme hususunda böyledir. Gündüzün ise kısmendir.» Yani
gündüzün fazla kısmını birinin yanında geçirir de ötekinin yanında bundan daha
az bulunursa kâfidir. Geceleyin yanlarında; bulunması bunun hilâfınadır. Nehir.
«Kadınla
nevbetinden başka zamanda cima yapamaz.» Velevki nevbeti gündüz olsun. T.
«Yani kadının
yanında bakacak kimsesi yoksa demek istemiştir.» Bu kaydı Nehir sahibi inceleme
neticesi koymuştur ki zâhirdir. Şurunbulâliyye'de mutlak bırakılmıştır. T.
«Erkek kendi evinde
hastalanırsa...» Bu, kendi evi olup, içinde kadınlarından biri bulunmadığına
göredir. Aksi takdirde diğer kadının evine gitmeye kudreti yoksa onun yanında
kalır. İyileştikten sonra diğerinin yanına giderek, hasta iken birincinin
yanında ne kadar kaldıysa onun yanında da o kadar kalır. Nitekim bunu Bahır'dan
naklen arzetmiştik.
«Birinin yanında
fazla kalamaz ilh...» üç günden fazla kalmış olsa, fazlası hükümsüz mü kalır,
yoksa diğerinin yanında da birincinin yanındaki kadar kalır da sonra aralarında
üçer üçer veya birer gün kasm mi yapar? Musannıf bunu açıklamamıştır. Zâhir olan
ikincisidir. Çünkü geçmişin hükümsüz kalması, birinin yanında kasm suretiyle
kalmadığına göredir. Nitekim yukarıda geçti. Burada ise kasm yoluyla kalması
hususundadır. Binaehaleyh hiçbir şey hükümsüz kalmaz. Bunu Hâniyye'nin şu
ifadesi te'yid eder: «Yeni karısının yanında üç veya yedi gün kalırsa, ilk
karısının yanında da o kadar kalır.» Lâkin zâhirine bakılırsa bu nevbeti devam
üzere üç veya yedi güne çevirebilir. Bu ise musannıfın söylediğine muhaliftir.
Bunu, yukarıda delillerin arasını bulmak için Dürerü'l-Bihâr Şerhinden
naklettiğimiz, "Hadis, yedi veya üç gece nevbetini tercihe delâlet eder."
ifadesi de te'yid eder.
Bundan dolayıdır ki
Kuhistânî'de Hâniyye, Sirâciyye ve diğer kitaplardan naklen, "Her karısının
yanında üç veya yedi gece, diğerinin yanında da bir o kadar kalabilir."
denilmiştir. Hâniyye'de zikredilen bu söylediğimizdir. Hâkim-i Şehid'in
Kâfî'sinde ise şöyle denilmiştir: «Her kadının yanında bir gün bir gece kalır.
Ama herbirinin yanında üç gün kalmak isterse bunu da yapabilir.» Eş'as
vasıtasıyla Hakem'den, O da Ra-sulullah (s.a.v.)'den naklen rivayet olunmuştur
ki; Peygamber (s.a.v.) Ümmü Seleme'nin yanına zifaf oldukta, ona, "Dilersen yedi
gün senin. yedi gün diğer kadınların olsun." buyurmuştur. Hâdisin rivayet
tarzına göre, yedi gün kalmak kocanın elindedir. Hattâ Gâyetü'l-Beyân'da,
"Dilerse her kadın için üç gece, dilerse yedi gece ve daha başka tahsis
edebilir." denilmiştir.
"Hâniyye'de..."
sözü, Hâniyye'nin ibaresi hasr hususunda Hulâsa'nın ibaresi imiş gibi olduğu
zannını vermektedir. Halbuki öyle değildir. Zira orada şöyle denilmiştir;
«Kadınların ikisini bir tutması gerekir. Binaenaleyh herbirinin yanında bir gün
bir gece yahut üç gün üç gece kalır. Başlarken rey kendinindir.» Zâhire
bakılırsa bu, efdal olan şekli beyandır. Ziyadesi nefy değildir. Yukarıda geçen
ibaresi buna karînedir.
«Fetih sahibi bunu
kayıtlamıştır.» Yani Hidâye'nin zikredilen sözünü kayıtlayarak şöyle demiştir:
«BiImiş ol ki bu mutlak sözü bu açıklığı ile itibara almak mümkün değildir.
Çünkü birer sene nevbetle kadınlarını dolaşmak istese, böyle bir mutlak
zannedilemez. Bilâkis îlâ müddeti kadar mutlak bir vakit söylemesi gerekir ki, o
da dört aydır. Kasmin vâcip olması muhabbet ve sıkıntıyı gidermeye istinat
ettiğine göre, yakın bir müddet itibar etmek gerekir. Zannederim bir haftadan
fazlası zararlıdır. Meğerki her ikisi buna razı olsunlar.»
«Zannederim ilh...»
sözü, îlâ müddetinden idrab-ı ibtâlidir. Binaenaleyh şarihin, "veya bir hafta"
sözünü, bilâkis bir hafta mânâsında değiştirmek münasip olur.
«Bahır sahibi ise
umumileştirmiştir.» O, "Zâhir olan mutlak bırakmaktır. Çünkü bir zarar yoktur.
Bu, kasm yoluyla olmuştur. Zira kadın nevbetinin geleceğinden emindir."
demiştir.
Fakat Nehir sahibi
bunun söz götürdüğünü söylemiş.»; "Mutlak surette zarar olmadığını söylemek söz
götürür." demiştir.
Ben derim ki: Keza
nevbetinin geleceğine emin bulunmak, bir sene gibi uzun bir müddette olamaz.
Çünkü ya erkeğin yahut kadının ölmesi ihtimali vardır. Bununla beraber kasmin
meşru kılındığı mânâ -ki görüşüp konuşmak, muhabbet etmektir- kaybolmaktadır.
METİN
Musannıf diyor ki:
«Bunların incelemelerinin zâhirinden anlaşıldığına göre, ikisi de Hulâsa'daki üç
gün kaydını görmemişler. Nitekim biz Muhtasar'da buna itimat ettik.» Allahu
a'lem.
FER'Î MESELELER:
Erkeğin işi bekçilik gibi geceleyin olursa, Şâfiîler onun gündüz kasm yapacağını
söylemişlerdir. Bu güzeldir. Erkeğin karısı üzerindeki hakkı, ona emrettiği her
mübah fiil hususunda kendisine itaat etmesidir. Erkek karısını; iplik bükmekten,
kokusu eziyet veren şeyleri yemekten, hattâ kokusundan eziyet duyarsa kına ve
nakış gibi şeylerden men edebilir. Nehir. Tamamı Mültekâ üzerine yazdığım
hâşiyededir.
İZAH
"Bunlar"dan murad;
Fetih ve Bahır sahipleridir.
«Üç gün kaydı...»
Biliyorsun ki bu kayda aykırı sözler geçti.
«Bu güzeldir.»
Nehir sahibi de böyle demiştir.
«Her mübah fiil
hususunda» ifadesinin zâhirinden anlaşıldığna göre, kocası emretiği zaman o işi
yapmak kadına vâcip olur. Nasılki sultanın emrini tutmak ahaliye vâciptir. T.
«Kokusu eziyet
veren» sarımsak, soğan gibi şeyleri yemekten men edebilir. Bundan şu çıkarılır
ki; meşhur tütün kokusundan hoşlanmazsa, karısını tütün içmekten de men
edebilir.
«Tamamı Mültekâ
üzerine yazdığım hâşiyededir.» Hâniyye'den alınan ibaresi şöyledir: «Bir
kimsenin bir karısıyla cariyeleri bulunursa; her dört günün bir günle gecesini
karısının yanında geçirmesi emrolunur. Kalan günleri cariyelerden dilediğinin
yanında geçirebilir. Keza üç karısı olsa; herbirinin yanında bir gün bir gece
geçirmesi emrolunur. Bir günle bir geceyi de cariyelerinden dilediğinin yanında
geçirir. Dört karısı varsa; herbirinin yanında bir gün bir gece geçirir.
Cariyelerine, yanlarından geçerken uğramak kalır. Bir adamın yanında aklı eren
çocuk veya kör yahut karısının ortağı veya kendisinin yahut karısının cariyesi
bulunduğu halde karısına yakınlık etmesi rnekruhtur.» Sonra sözüne devamla
şunlarısöylemiştir: «Ortak kadınlar bir yere getirilemez. Meğerki rızalarıyla
olsun. Kadın; ben senin cariyenle beraber oturamam; derse buna hakkı yoktur.
Cariyenin yanında bir gün kalır da arkacığından âzâd olursa, hürrenin yanında
bir gün kalır. Aksi de böyledir.» Yani hürrenin yanında bir gün kalır da sonra
cariye olan karısı âzâd olursa, âzâd olana geçer. Hürre olan karısı için iki
günü tamamlamaz. Bunu hürriyeti başlangıçtaki yerine tutarak yapar. Nitekim
Mi'râc'da beyan edilmiştir.
Ben derim ki:
Musannıfın evvelâ Müntekâ'dan nakIettiği İmam Hasan'ın rivayetine mebnîdir ki,
bu rivayetten dönülmüştür. Nitekim hür kadın için her dört günden bir gün bir
gece ayrılacağı yukarıda gecti. Benim böyle hatırıma geldi. Sonra gördüm ki
Şurunbulâlî bunu, "Teceddüdü'1-Mesarrât..." adlı risalesinde açıklamış ve, "Buna
tembih eden kimse görmedim" diyor. Bu risalenin aslı bir suale cevaptır. Söyle
ki: Bir adamın iki karısı ve birkac carivesi bulunursa: iki karısı arasında kasm
yapar, sonra cariyelerinden dilediğinin yanında geceleyerek tekrar karılarına
döner de onlara kasm mi yapar? diye sorulmuş: O da Kemal b. Hümam'ın, "Lazım
olan şudur ki: karılarından birinin yanında bir gece kaldığı vakit ötekinin
yanında da o kadar kalmalıdır. Herbirinin yanında daima gecelemek vacip
değildir. Çünkü bazı geceler hepsinin yanında gecelemeyi terk edip yalnız kalsa
bundan men edilmez." ifadesinden alarak caizdir diye cevap vermiştir. Yani
onların nevbeti tamam olduktan sonra demek istemiştir. Yalnız başına kalmasıyla
yanında cariyelerinin bulunması, hükümde müsavidir. Allahu a'Iem.