VELÎNİN
MEHRİ ÖDEMESİ
METİN
Velînin, kadının
mehrîni ödemesi sahihtir. Velev ki kadın küçük olsun. Velev ki akdi yapan velî
kendisi olsun. Çünkü o elçidir. Lâkin kendisinin sağlam olması şarttır. Ölüm
hastalığında olur da kefil olduğu şahıs da mirasçısı bulunursa sahih olmaz. Aksi
takdirde ödeme, malının üçte birinden sahih olur. Kadının veya başkasının ödeme
meclisinde kabulü de şarttır. Kadın parayı, bâliğ olan kocasıyla ödemeyi üzerine
alan velînin hangisinden olsa isteyebilir.
İZAH
«Velinin kadının
mehrini ödemesi sahihtir.» Yani kocanın velisi olsun, kadının velîsi olsun ve
karı-koca ister küçük, ister büyük olsunlar bu caizdir. Karı koca büyükseler,
velînin onlar nâmına ödemesi zâhirdir. Çünkü ecnebi gibidir. Sonra kocanın
emriyle ödediyse, dönüp parasını ondan alır. Emri olmadan ödediyse alamaz. Küçük
olan karı-kocanın velîlerine gelince; O, elçi ve sözcüdür. O ölürse kadın için
terekesine müracaat hakkı vardır. Kalan vârislerin küçük kocanın hissesi
hakkında müracaat hakları vardır. İmam Züfer buna muhaliftir. Çünkü kefâlet
mekfûlu'n-anh tarafından muteber sayılan bir emirle olmuştur. Zira küçüğün
üzerinde babanın velâyeti sabittir. Binaenaleyh babanın izni onun izni demektir.
muteberdir. Kefâlete yönelmesi onun tarafından buna delildir. Bunu Fetih'ten
naklen Nehir sahibi söylemiştir.
«Çünkü o elcidir.»
cümlesi, karı-kocanın ikisi de: yahut birisi küçükseler ödemek sahihtir sözünün
ta'lilidir. Bu cümle şu suale cevap da olabilir: «ödeyen küçük kızın velîsi
olursa. hem isteyen, hem istenen olması lâzım gelir. Çünkü isteme hakkı ona
aittir. Onun için küçük kız nâmına bir şey satar da müşteri nâmına kıymetini
kendi öderse sahih olmaz!» Cevap şudur: Bu adam nikâhta bir elçi ve kız nâmına
sözcüdür. Binaenaleyh hukuk ona râci değildir. Satışta ise asildir. Onun mehri
alması, babalık velâyeti hükümcedir. Akdi yapan o olduğu için değildir. Onun
için kız bülûğa erer de kendisini men ederse, teslim alamaz. Satış bunun
hilâfınadır. Tamamı Fetih'tedir.
«Sahih olmaz.»
Çünkü ölüm hastalığında mirasçısına teberru yapmış olur. Fetih. Bahır sahibi
Zahîre'den naklen, "Keza vârisi nâmına yahut vârisine ödediği her borç
böyledir." cümlesini ziyade etmiştir. Yani bu, mirasçısına vasiyet
mesabesindedir demek istemiştir. "Kefil tarafından bir teberru yoktur. Çünkü
ödemeden ölürse, kadın terekesine müracaatla hakkını alır. Şayet baba oğlunun
emriyle kefil oldu ise veya oğlu küçükse, kalan vârisler de oğlunun hissesinden
haklarını alırlar." denilemez. Çünkü şöyle cevap veririz: Kalan vârislerin
mekfûlu'n anha (kefil olunan şahsa) müracaatla hak istemleri, kefâletî
başlangıçta teberru olmaktan çıkarmaz. Çünkü kefilin nasibi helâk olur da iflas
etmiş bulunabilir. Yahut bazen ona mürarcaat etme imkânı bulamayabilirler. Buna
şu da delâlet eder ki; hasta birkimsenin yabancıya kefil olması, malının üçte
birinden itibar olunur. Eğer teberru olmasaydı sair teberruları gibi bütün
malından geçerli olurdu. Bundan daha açık olmak üzere; bu adam kendi milkinden
bir şeyi, kıymetinin misliyle yahut daha azına veya daha çoğuna mirasçısına
satsa, satış bâtıl olur. Hattâ bu satışla şuf'a bile sabit olmaz. İmameyn buna
muhaliftirler. Nitekim Mecmâ'da beyan edilmiştir.
«Aksi takdirde...»
Yani kendisine veya nâmına kefil olunan şahıs kefil olan velînin mirasçısı
değilse, meselâ sağ olan oğlunun oğlu veya amcasının kızı olursa demektir. T.
«Ödeme malının üçte
birinden sahih olur.» Nitekim ulema bunu ecnebinin ödemesinde açıklamışlardır.
Bahır. Yani kefâlet malı terekesinin üçte biri kadarsa ödeme sahihtir. Daha
fazla ise, üçte biri miktarını ödemek sahihtir. Çünkü yukarıda söylediğimiz gibi
kefâlet başlangıçta teberrudur.
«Kadının kabulü»
bülûğa ermişse şarttır. H.
«Veya başkasının»
sözünden murad, kadının velîsi yahut başka bir fuzûlidir. Nitekîm kefâlet
bahsinde gelecektir. Onun için Bahır sahibi, "O mecliste kadının yahut herhangi
bir kimsenin kabulü mutlaka lâzımdır." demiştir. Halebî diyor ki: Bu kadın
küçük; kefil de kocasının velîsi olduğuna göredir. Kefil kadının velîsi olursa,
onun icabı kabul yerine geçer. Nitekim Nehir'de beyan edilmiştir.
«Ödeme meclisinde»
kabulü de şarttır. Çünkü mezhebe göre akdin yarısı gaibin kabulüne bağlı olamaz.
T.
«Ödemeyi üzerine
alan veli» ister erkeğin, ister kadının velisi olsun fark etmez. Ödeyen diye
kayıtlaması, sözümüz ödeme hususunda olduğu içindir. Bir de az ileride beyan
edeceği vecihle ödemeden kendisinden her şey istenilmez.
METİN
Velî öderse, bunu
emirle yaptığı takdirde parasını kocadan alır. Nitekim kefâletin hükmü budur.
Baba fakir olan küçük oğlunu bir kadınla evlendirdiği vakit, mehri kendisinden
istenilmez. Meğer ki kefil olsun. Mutemet kavil budur. Zengin çocuğun ise mehri
babasından istenir. Fakat onu kendi malından değil, oğlunun malından verir.
Nitekim nafakada da böyledir. Baba ondan mesul değildir. Ancak kefil olmuşsa
mesul olur. Baba öderken, bunu sonra alacağım diye şahit getirmedikçe, ödünç bir
şey istemeye hakkı yoktur.
İZAH
«Bunu emirle
yaptığı takdirde...» Yani koca kefil ol diye emrettiyse. ödediğini ondan alır.
Bu şu demektir ki, baba küçük oğlu nâmına mehri, üzerine alır da öderse, sonra
dönüp ondan bir şey isteyemez. Çünkü küçük çocukların mehirlerini babaların
yüklenmesi âdettir. Meğer ki öderken, sonra ben bunu alacağım diye şahit
getirmiş olsun. Fetih. Bunun tamamı ileridegelecektir.
«Mehri kendisinden
istenilmez.» Yani gelinin mehri yahut oğluna vâcip olan mehri babadan
istenilmez.
«Mutemet kavil
budur.» Bu kavlin mukabili, Tahâvi şerhi ile Tetimme'dedir. O kavle göre, baba
kefil olsun olmasın gelin mehrini ondan isteyebilir. Fetih sahibi diyor ki:
«Manzume'de bildirildiğine göre, bu kavil İmam Mâlik'indir. Biz buna muhalifiz.»
Sonra Fetih sahibi itimat edilen kavlin bu olduğunu söylemiştir.
Ben derim ki:
Manzume'deki ifadenin bir misli de Mecmâ ile Dûrerü'l Bihâr'da ve
şerhlerindedir. Mevahibü'r-Rahmân'da, "Baba fakir olan küçük çocuğunu
evlendirirse. bize göre mehir kendisine lâzım gelmez." denilmiştir. Bahır sahibi
Tahtâvî şarihinin sözüne cevap vermiş: onun sözünü küçük çocuğun malı olduğu
surete yorumlamıştır. Şu delille ki; Mi'râc'da Tahâvî şerhinin sözü zikredilmiş;
sonra fakir çocuğun. babası üzerine almadıkça mehri ödemesi lâzım gelmediği
bildirilmiştir. Bu suretle birinci sözün zengin hakkında olduğu taayyün
etmiştir.
Ben derim ki:
Bundan daha açık olmak üzere İnâye'de Tahâvî şerhinden naklen şöyle denilmiştir:
«Baba küçük çocuğunu bir kadınla evlendirirse, kadının mehrini kocasının
babasından istemeye hakkı vardır. Baba da küçük oğlunun malından öder ilh...» Bu
izaha göre şarihin, "Mutemet kavil budur." sözü yersizdir.
«Nitekim nafakada
da böyledir.» Yani nafaka küçük çocuğun babasından istenmez. Ancak kefil olmuşsa
o zaman istenir. Musannıf Minah'ta Hulâsa'dan naklen böyle demiştir. Hâniyye'de
şu ibare vardır: «Kadın büyük olur da küçük çocuğun malı bulunmazsa. nafakası
babasına vâcip olmaz. Baba çocuğu nâmına ödünç alır. Sonra oğlu zenginlediğinde
ondan alır.» Hâkim'in Kâfî'sinde de şöyle denilmiştir: «Çocuk küçük olur da malı
bulunmazsa, karısının nafakası babasından istenmez. Ancak onu ödeyeceğine söz
vermişse o zaman istenir.» Zeylâî ve diğer kitaplarda da böyle denilmiştir.
Ben derim ki: Bu.
şarihin nafaka bâbında fer'î meselelerde söyleyeceklerine muhaliftir. Orada,
"Muhtar ve Mültekâ'da bildirildiğine göre, oğlunun karısını nafakası; oğlu
küçük, fakir veya kötürüm ise babasına aittir." diyecektir. Meğer ki oradaki
sözü, baba verdiği nafakayı oğlu zenginlediği vakit ondan almak üzere mehir
aldıysa diye yorumlanmış olsun. Nitekim ulema zengin oğul hakkında da aynı şeyi
söylemişler: "Zengin çocuğun annesi ve kocası fakir iseler çocuğua annesinin
nafakasını vermesi, sonra kocası zenginlediği vakit ondan olması emredilir."
demişlerdir. Hâniyye'nin zikri geçen ibaresi de bunu teyid etmektedir.
«Sahit getirmedikçe
bir şey istemeye hakkı yoktur ilh...» Yani baba mehri kendi malından öderse.
sonra onu küçük çocuğunun malından almaya hakkı yoktur. Ancak emîrle ödediyseo
başkadır. Ama burada o da yoktur." denilmiştir. Lâkin arz etmiştik ki çocuğa
kefil olmaya yönelmesi emir mesabesindedir. Çünkü onun üzerinde velâyeti
sabittir. Onun içîn mehri babanın izniyle bir yabancı öderse, sonra ödediğini
îster. Baba da öyledir.
Evet,
Gâyetü'I-Beyân'da bundan dolayı babanın sonra oğlundan isteyeceği
zikredilmiştir, istihsana göre babanın istemeye hakkı yoktur. Çünkü âdetten bu
malı vermeye, sonra istememek şartıyla katlanmıştır. Örfen sabit olan bir şey
nassan sabit gibidir. Ancak sonra isteyeceğini şart koşarsa, o zaman dönüp
ister. Çünkü açık söz delâletten üstündür. Yani açıkça şart koşması örf-ü
âdetten üstündür. Vasî bunun hilâfınadır. O ödediğini sonra alır. Zira onun
teberruu hakkında âdet yoktur. Binaenaleyh sair babadan başka velîler gibi olur.
Demek oluyor ki,
şahit getirmeden ödediğini sonra almak babaya mahsustur. Bunun muktezası, örf
olmayan yerde annenin de ödediğini isteyebilmesidir. Yalnız bunu, vasiyet ise,
bir de buna kefil olduysa yapar, Bunsuz yapıp yapamayacağı fetva hadisesi
olmuştur. Bir çocuğu velîsi evlendirmiş, onun namına gelinin mehrini annesi
vermiş, fakat çocuğuna vasi değilmiş, sonra çocuk bulûğa ermiş, bu sefer annesi
ödediği mehri ondan almak istemiş. Bu hadisede alamaması gerekir. Çünkü anne
çocuğun borcunu izinsiz ödemiştir. Velayeti de yoktur. Bilhassa aşağıda gelecek
olan, "Babadan başkalarının dahi şahit getirmesi şarttır." sözüne göre hiçbir
hakkı yoktur. Bezzaziye'de, "Baba öderken şahit getirir de ödediğini sonra
alacağını bildirirse, sonra dönüp alır. Velev ki üzerine alırken şahit gelirmiş
olmasın." denilmektedir.
Hâsılı ödenen
parayı sonra olmak için ya üzerine alırken yahut öderken şahit getirmek şarttır.
Nitekim Bahır'da beyan edilmiştir. Fetih sahibi bunu, "küçük çocuk fakır ise"
diye kayıtlamıştır. Fakat Nehir sahibi kendisine yukarıda Gayetü'l- Beyân'dan
naklettiğimiz sözle itiraz etmiş; yani. "Örf ile ta'lil umumi olduğu halde bu
mutlaktır." demiştir. Şöyle denilebilir: Fetih sahibinin sözü örf umumi
olmadığına göredir. Küçük çocuk zenginse, ödediğini onun malından alır. Velev ki
şahit getirmesin. Bilhassa baba fakir olursa evleviyetle alır.
Şimdi şu kalır:
Üzerine almadan öderse ne olur? Adetle tayinin muktezası, fark bulunmamaktır. Şu
halde şahit getirdiyse, ödediğini alır, getirmediyse alamaz. Şarih vasî bâbının
sonunda diyecektir ki: Baba çocuğu için bir elbise veya yiyecek satın alır da,
sonra verdiğini oğlundan alacağına şahit getirirse, çocuğun malı bulunduğu
takdirde ondan alır. Malı yoksa alamaz. Çünkü bu babaya vâciptir. H. Bunun bir
misli de şudur:Baba küçük çocuğu için bir hâne veya köle satın alırsa, sonra bu
parayı oğlundan alır. Oğlunun malı olsun olmasın fark etmez. Ama şahit
getirmediyse alamaz. Ebû Yusuf'tan böyle rivayet edilmiştir. Bu kavil güzeldir.
Bellenmesi gerekir.
Ben derim ki: Bunun
hâsılı şudur: Giyecekle başka şeylerin arasında fark vardır. Başkaşeylerde,
küçük çocuk fakir olsun olmasın, sonra dönüp isteyeceğine şahit tutmadıkça
ödediğini alamaz. Çocuk zengin ise, yiyecekle giyecekte de öyledir. Fakir
olursa, baba şahit tutsa bile çocuktan bir şey isteyemez. Çünkü yiyecekle
giyecek ona vâciptir. Hâne ve köle gibi şeyler bunun gibi değildir. Bunun
muktezası şudur: Üzerine almadığı mehir hâne ve köle gibidir, ona vâcip
değildir. Binaenaleyh şahit getirdiyse çocuk fakir bile olsa ödediğini ondan
alır. Aksi takdirde bir şey alamaz. Bu da Nehir'in sözünü tey'd eder. Şu da var
ki, orada beyan edeceğimize göre, vasi sonra almak üzere kendi malından nafaka
varsa, şahit getirmek şart mıdır değil midir? Burada iki kavil vardır. İstihsana
göre şarttır. Bu izaha göre vasî ile baba arasında fark yoktur. Yukarıda
Gayetü'l-Beyan'dan naklettiğimiz, "Vasî bunun hilâfınadır." sözü ikinci kavle
göredir. Allahu a'lem. Şahit getirdikten sonra ödediğini alabilmek, çocuk bülûğa
erdikten sonra verdiklerine de şâmildir. Nitekim Feyz'de beyan edilmiştir. Aynı
eserde şöyle denilmektedir: «Bu, yani şahit getirmenin şart olması, çocuğun
babasında ala ağı olmadığına göredir. Babasında alacağı olur da babası onun
karısının mehrini öder, şahit de getirmezse. sonra ödediğini borcuna mukabil
verdiğim iddia ettiği takdirde tasdik olunur. Oğlu büyük ise, babanın yaptığı
teberrudur. Çünkü onun emri olmaksızın ödemeye hakkı yoktur.»
T E M B İ H :
Babanın ödediğini sonra almak için şahit getirmesinin şart olması, yukarıda arz
ettiğimiz ifadeye aykırı değildir. Orada demiştik ki: «Baba ölür de zevce
mehrini onun terekesinden alırsa, kadın vârislerin, küçük çocuğun hissesi
hakkında ödenenden dönmeye hakları vardır.» Çünkü biliyorsun delâleten emirle
baba kefil olmuştur. Nâmına kefil olduğu şahsın emriyle kefil olan kimse,
verdiğini sonra alır. Alamaması, şahit getirmeden kendiliğinden ödediği
takdirdedir. Çünkü bunu teberru yoluyla vermesi âdettir. Ama kendiliğinden
vermez de zevce hakkını onun terekesinden alırsa, teberru diye bir şey yoktur.
Onun için diğer vârisler küçük çocuğun hissesinde terekeye müracaat edebilirler.
FER'Î MESELE:
Feyz'de şöyle denilmiştir: «Oğlunun kansına mehir olmak üzere arazi verir de
kadın onu teslim almadan baba ölürse, sonra kadının o araziyi satması sahih
olmaz. Meğer ki baba mehri üzerine alıp sonra ona karşılık araziyi vermiş olsun.
O zaman teslim almaya hâcet yoktur.»