MEHR-İ
MİSİL
METİN
Hür kadının şer'an
mehr-i misli, lügaten o kadın gibi birinin mehridir. Yani babasının cinsinden
amcasının kızı gibi bir kadının mehridir. Annesi babasının cinsinden değilse,
onun cinsine itibar yoktur. Hulâsa'da, "Mehr-i misil kız kardeşlerine ve
halalarına göre itibar olunur. Bunlar yoksa ana-babadır kız kardeş ile amca kızı
mehire göre itibar edilir." denilmiştir. Bunun anlattığı mânâ tertibe riayettir.
Bu bellenmelidir. Benzerlik vasıflarda aranır.
İZAH
«Hür kadının»
sözüyle cariyeden ihtiraz etmiştir. Nitekim gelecektir.
«Mehr-i misli»
bilmelisin ki zikredilen bu mehr-i mislin hükmü sahih olup, mehr-i müsemması hiç
konmamış; yahut mehr-i müsemması meçhul veya mehr-i müsemması şer'an helâl
olmayan her nikâhta muteberdir. Mehir konulsun konulmasın her fâsit nikâhın
cimadan sonraki hükmü de budur. Şüpheyle cima sebebiyle mehir vâcip olan yerlere
gelince: Buralardaki mehirden murad, burada sözünü ettiğimiz mehr-i misil
değildir. Zira Hulâsa'da beyan edildiğine göre bundan murad ukrdur. İsbicâbî
ukru şöyle izah etmiştir: Bakılır; zina helâl olsa zina için bir kadın kaça
kiralanacaksa, o miktar vâcib olur. Ulemamız Serahsî'nin Asıl nâmındaki
kitabının içki bahsinde böyle nakletmişlerdir. Zâhirine bakılırsa, hür kadınla
cariye arasında fark yoktur. Muhit'in ifadesi buna muhaliftir. Orada şöyle
denilmiştir: «Bir adamın yanına karısından başkası kapanır da onunla cima
ederse, mehr-i mislini vermesi tâzım gelir. Meğer ki ara bulmak için mezkûr akde
yorumlana.» Bahır.
«Amcasının kızı
gibi» sözü menfiye misaldir. H. Yani babasının kavminden değilse cümlesindeki
menfinin misalidir. Anne babasının amcası kızı ise, babasının cinsindendir.
Dürer'de, kadının amcası kızı denilmişse de, bu bir kalem hatasıdır yahut
mecazdır.
«Bunun anlattığı
mânâ tertibe riayettîr.» Bahır ve Nehir'de böyle denilmiştir. Lâkin Bahır'da
bundan sonra. "Ama ulemanın zâhir olan sözleri bunun hilâfınadır."
denilmektedir.
Ben derim ki:
Hilâfın semeresi şurada zâhir olur: Bir kıza kendi kız kardeşi ile; meselâ
amcası kızı zikredilen sıfatlarda musavi olup, mehirleri değişik bulunursa.
Hulâsa'nın ifadesine göre kız kardeşinin mehrine bakılır, ulemanın zâhir olan
sözlerine göre müşkildir. Bahır sahibi şunları söylemiştir: «Bir kadına
babasının cinsinden iki kadın müsavi düşer de nehirleri başka başka olursa,
acaba az olanın mehrine mi itibar olunur, yoksa çok olana mı? Bunun hükmünü
görmedim. Hâkimin itibara aldığı ve hüküm verdiği her mehrin sahih olması
gerekir. Çünkü fark azdır.»Burada farkın bazen çok olduğunda ileri sürülebilir.
Hayreddin-i Remlî diyor ki: «Ulemamız zaman hâkimlerine havale etmenin fesat
olacağını söylemişlerdir. Fakih bir kimsenin görüşü, az olan mehri itibara
almayı gerektirir. Çünkü o kesin olarakbellidir.»
Ben derim ki: Bana
bu iki kadından her birinin mehrine bakılacak gibi geliyor. Hangisinin mehri bu
kadının mehr-i misline, uyarsa o muteber olur. Çünkü iki kadının birinin
mehrinde karı-kocadan birinin iltimas yapmış olması caizdir.
METİN
Akit zamanında,
yaşça, güzellikçe, malca, memleket ve asır itibariyle akıl, din, bekâret, iffet,
ilim, edep ve ahlâk mükemmelliğinde ve çocuk olup olmadığına göre itibara
alınır. Kocanın hali dahi itibara alınır. Bunu Kemâl zikretmiş; "Cariyenin mihri
ona gösterilen rağbete göredir." demiştir. Zikri geçen hususatta mehr-i misil
sabit olmak için iki erkeğin yahut bir erkekle iki kadının şahitliği ve şehadet
lâfzı şarttır. Adaletli şahitler bulunmazsa söz yeminiyle beraber kocanındır.
İZAH
«Akit zamanında
ilh...» Mânâ şudur: Mehir konmadan evlenmiş bir kadının mehr-i mislini öğrenmek
istersek; onun evlendiği anda, yaş, güzellik vesair sıfatlarına bakarız. Bir de
babasının cinsinden bir kadının evlendiği andaki yaş, güzellik vesaire
sıfatlarına bakarız. Birinci kadın gibi ise onu örnek alırız. Ondan sonraki
hallerine bakılmaz. Bu haller, güzellik, çirkinlik gibi artıp eksilebilir. Bunu
Rahmetî söylemiştir.
"Yaşça" tabiriyle
küçüklüğü büyüklüğü kasd etmiştir. Bahır. Gâyetü'l- Beyân'da da böyle
denilmiştir. Bu sözün zâhirine bakılırsa, yaştan murad, yirmi yaş gibi sayı ile
tahdit değildir. Bilâkis örf-ü âdette itibara alınan büyüklük ve küçüklük
farkıdır. Binaenaleyh yirmi yaşında bir kız örfen otuz yaşındakinin mislidir.
Onun için Mi'râc sahibi şöyle demiştir: «Çünkü mehr-i misil bu sıfatlara göre
değişir. Zengin kıza fakir kızdan daha çok mehir verilir. Gençle ihtiyar.
güzelle çirkin arasında da böyle fark yapılır.» Bu ibarenin zâhirinden, diğer
sıfatların da böyle olduğu anlaşılır. Demek oluyor ki, zıddından korunmak için
sıfatın aslında benzerlik itibara alınır. Sıfatın ziyadeliğine itibar edilmez.
"Güzellikçe"
Bazılarına göre soylu soplu ailelerde güzellik itibara alınmaz. Güzellik orta
halli insanlarda itibara alınır. Bu söz güzeldir. Fetih. Fakat zâhir olan,
mutlak surette itibara alınmasıdır. Bahır. Nehir sahibi dahi Feth'in sözünü
reddetmiştir.
Ben derim ki: Bunun
vechi şudur: Sözümüz. babasının cinsinden olan kadın hakkındadır. Soy, sop ve
şeref hususunda biri diğerine müsavi olur da güzellikte ondan üstün gelirse, ona
rağbet daha çok olur.
«Memleket ve asır
itibariyle» kadın babasının cinsinden olur, fakat yaşadıkları yerler veya
zamanlar değişik ise, o kadının mehri itibara alınmaz. Çünkü iki beldenin
âdetleri, mehrin ucuzluğu. pahalılığı hususunda değişir. Kız akraba kızlarının
gittiği beldeden başkasınaverilirse, onların mehirlerine bakılmaz. Fetih. Bu
ifadenin bir misli de İmam Muhammed'in kitaplarını toplayan Hakim'in
Kafî'sindedir. Orada şöyle denilmiştir: «Kendi cinsinden kadınlar başka beldede
yaşarlarsa onlara bakılmaz. Çünkü beldelerin mehirleri başka başkadır.» Bu sözün
müktezası şudur: Zamana ve mekâna mutlaka bakılır. Velev ki bu sıfatların
bazılarıyla yetinmek kâfidir, diyelim. Nitekim aşağıda gelecektir.
"Akıl" güzel ve
çirkin şeyleri birbirinden ayıran kuvvettir. Yahut insanın harekât ve sekenâtı
gibi hususattaki makbul tutumudur. Nitekim usul kitaplarında belirtilmiştir. Bu
mânâ ile akıl, Netif sahibinin şart koştuğu ilim, edep, takva, iffet ve mükemmel
ahlâka şâmildir. Kuhistâni.
«Çocuk olup
olmadığına göre...» Yani kadına bu şartla mehir koymuşsa, mehr-i misli çocuklu
kadının mehr-i misli gibi olur. T.
«Bunu Kemâl
zikretmiş...» Yani ulemadan naklederek. "Bu kadının kocası da, mal, hasep
varlığı ve yokluğu hususunda o kadınların kocaları gibi olacaktır." demiştir.
Yani geri kalan sıfatlarda da öyledir demek istemiştir. Zira genç ve takva
sahibi bir delikanlıya, ihtiyar ve fâsıktan daha ucuz mehirle kız verirler.
Nitekim Bahır ve Nehir'de belirtilmiştir.
«Cariyenin mehri
ilh...» hakkında bâbın başında söz etmiştik. Halebî diyor ki: «Bu mutlak sözde,
cariyenin baba tarafından akrabası dahildir. Meselâ hür bir adam birinin
cariyesiyle evlenir de hürriyeti şart koşmazsa, onun kızı cariye olur. Bu kız
babasının kavminden olsa da hürriyet cihetinden onlara muhaliftir. Binaenaleyh
benzerlik hâsıl olmaz.»
«Adaletli şahitler»
ifadesiyle şarih, sayı ile birlikte adaletin de şart olduğuna işaret etmiştir.
Çünkü maksat mal isbatıdır. Onda bu şarttır.
«Söz yeminiyle
beraber kocanındır» Çünkü o, kadının iddia ettiği ziyadeyi inkâr etmektedir.
METİN
Muhit'teki,
"Hâkimin mehir koymaya hakkı vardır." sözünü Nehir sahibi, "buna razı oldularsa"
diye yorumlamıştır. Babasının kabilesinden kimse bulunmazsa, yabancılardan, yani
babasının kabilesine benzeyen bir kabileden o kadına benzeyen birinin mehri
itibara alınır. O da bulunmazsa. bu hususta söz yeminiyle beraber kocanındır.
Nitekim evvelce geçmişti.
İZAH
«Muhit'teki ilh...»
İfadesi Bahır sahibinin sözüne cevaptır. O bununla Hulâsa ve Müntekâ'nın
ifadelerinin birbirine muhalif düştüğünü söylemişti. Yani metinde mezkûr
şehadetin şart koşulmasıyla. Muhit sahibinin, "Akitten sonra mehri hâkim veya
koca tayin ederse caizdir." sözü birbirine aykırıdır. Çünkü hâkimin veya kocanın
mehir koyması akitle vâcip olan mehri misli çok olsun az olsun takdir yerine
geçer. Zira vâcibin üzerine ziyade etmek sahih olduğu gibi, ondan indirim yapmak
da caizdir. Muhalefetin vechi şudur: Yukarıda geçenin zâhirdenanlaşılan,
şehadetsiz veya kocanın ikrarı olmaksızın hâkim tarafından mehri misil koy manın
doğru olmamasıdır. Nehir sahibi buna cevap vermiş; "Muhit'in sözünü iki taraf
buna razı oldukları surete yorumlamak gerekir. Aksi takdirde mehri mislin
üzerine ziyade etmek kocanın babalarına göre, noksan bırakmak da kadının
babalarına göre caiz değildir." demiştir.
Ben derim ki:
Musannıfın, "Akitten sonra konulan veya ziyade edilen mehir yarıya bölünmez."
dediği yerde Bedâyi'den naklen arzetmiştik ki: «Mehr-i misil akdin kendisiyle
vâcip olur. Şu delille ki, kadın mehir koymasını kocasından istese. koyması
lâzım gelir. Bundan çekinirse. hâkim kendisini mecbur eder. Yine koymazsa mehir
koyma hususunda hâkim onun yerini tutar.» Bu açık olarak gösteriyor ki, maksat
mehr-i misil koymaktır ve hâkimin mehir koyması uzlaşamadıkları zamandır.
Binaenaleyh Muhit'in sözünü Nehir'deki ifadeye yorumlamak doğru olamaz. Muhit
sahibinin, "çok olsun az olsun ilh "sözünü, kadın razı olup kocasının mehir
koyduğu surete yorumlamak gerekir. Bunun muhalefeti giderecek şekilde beyanı
şöyledir: Biliyorsun ki mehr-i misil ancak kadının babası tarafından akrabası
olan dengi bir kadına bakarak vâcip olur. Yine biliyorsun ki, mehr-i misil ancak
iki şahitle sabit olur. Kadın mehirsiz kocaya varır da kocasından kendisine
mehr-i misil koymasını isterse, o razı olmadığı takdirde kadın onu mahkemeye
verir ve iki şahit getirir. Bu şahitler, "Bu kadının babası cinsinden olan filan
kadın, zikri gecen sıfatlar hususunda buna müsavidir. O şu kadar mehirle
evlenmiştir." diye şahitlik ederlerse, hâkim ziyade noksan olmamak şartıyla o
kadının mehri kadar buna da mehir verileceğine hükmeder. Ziyade noksan ancak,
söylediğimiz gibi anlaşarak mehri kocası koyduğu zaman olur. Hâkimin mehri
koyması söylediğimiz şahitliğe mehri olunca, Bahır sahibinin iddia ettiği
muhalefet ortadan kalkar. Çünkü Muhit sahibinin sözünü, "Hâkim kadına kendi
reyiyle mehir koyar ve karı-kocadan birine rızası olmaksızın ziyade veya noksanı
ilzam eder." mânâsına yorumlamayı caiz gören yoktur. Eğer maksat Muhit sahibinin
sözünü, "Kadının baba tarafından ve yabancılardan dengi bulunamadığı vakit hâkim
hükmeder." mânâsına yorumlamak ise, bu dahi Hulâsa ve Müntekâ'nın ifadelerine
muhalif değildir. Çünkü onların sözü mehr-i misil hakkındadır. Mehr-i misil ise
ancak benzeri bulunduğu zaman konulur ve mehr-i mislin sabit olması ya şehadete
yahut ikrara bağlıdır. Kadının benzeri bulunmadığı vakit mehr-i misli takdir
etmek onun yerini tutar, aynı değildir. Hâkim bu hususta iyice teemmül ve
ictihat ederek şahitsiz ve kocanın ikrarı olmaksızın buna hüküm verir. Şu halde
iki sözün mevzuları muhteliftir. Nitekim gizli değildir.
Bu izaha göre
burada ziyade veya noksan yine bahis mevzuu olamaz. Çünkü bu ancak kadının
benzeri bulunduğu zaman olur. Lâkin Muhit sahibinin sözünü
zikredileneyorumlamak. Bedâyi'den naklettiğimize aykırıdır. Orada, "Murad, mehri
misle hüküm vermektir." denilmişti. Keza az ilerde Sayrafiyye'den
nakledeceğimiz, "Kadının benzeri bulunmazsa kendisine bir şev verilmez." sözüne
de aykırıdır. Bunu anlattıkları hale yorumlamak da mümkün değildir. Sebebini
Bedâyi'nin sözünden anladın. Bir de şunun için ki, anlaşmanın bulunması, hâkim
huzuruna dâvâya çıkmaya hâcet bırakmaz. Şahit bulunmadığı vakit söz yeminiyle
beraber kocanındır. Nitekim yukarıda geçmîşti, iIeride de gelecektir. Su halde
hâkim kadına, kocasının ettiği yemine göre hüküm verecektir. Bu izahı ganîmet
bil! Muvaffakiyet Allah'tandır.
«O da
bulunmazsa...» Yani zikredilen sıfatların hepsi veya bir kısmı hususunda kadının
benzeri bulunmazsa, söz kocanın olur. Bahır. Bu sözün muktezası, mezkûr
vasıfların bazısıyla yetinmektir. İhtiyar sahibi, "Bunların hepsi bulunmazsa
bulunanla yetinilir. Çünkü bu vasıfların hepsinin iki kadında bulunması
imkânsızdır. Binaenaleyh bulunanlar itibara alınır. Çünkü kadın onun mislidir."
diyerek bunu açıklamıştır. Bu ifadenin bir misli, İbn-i Melek'in Mecmâ şerhinde
ve Gurarü'l-Ezkâr'dadır. Mültekâ'nın bazı nüshalarında da vardır.
Ben derim ki: Lâkin
bana göre metinlerin bu vasıfların ekserisini zikretmek hususunda ittifak
halinde olmaları müşkildir. Hidâye sahibinin, "Mehr-i misli bu vasıfların
değişik olmasına göre değişir. Memleket ve asrın değişik olmasıyla da değişir."
sözü karşısında da müşkil kalır. Çünkü şüphesiz bâkire, genç, güzel ve zengin
kıza, dul, ihtiyar, çirkin ve fakir bir kadından daha fazla rağbet gösterilir.
Velev ki akıl, din, ilim, edep ve diğer vasıflarda müsavi olsunlar. Bu kadar
farklarla birlikte birinin mehri diğerininkine nasıl ölçülebilir. Ulemanın.
"Çünkü vasıfların hepsinin iki kadında toplanması imkânsızdır." sözünü teslim
ediyoruz. Ama mehr-i misil itibarını yalnız baba kavminde olacağını kabul
edersek teslim ediyoruz. Yabancılardan do itibar edileceğini kabul edersek
teslim etmiyoruz. Şu da var ki, bulunmadığı farz edilirse, musannıfın dediği
gibi söz kocanın olur. Lâkin Bahır'da Sayrafiyye'den naklen şöyle denilmiştir:
«Bir kimse qurbette ölür de mehir iddia eden iki garip zevce bırakırsa, bunların
beyyinesi olmadığı gibi gurbette kız kardeşleri de bulunmazsa, Sayrafiyye sahibi
bunların güzelliklerine bakarak emsalleri kaça nikâh edilirse o kadara nikâh
edileceklerine hüküm verileceğini söylemiştir. Kendisine; bu, beldelere göre
değişir denildiğinde; beldelerinde bulunursa sorulur, bulunmazsa onlara bir şey
verilir demiştir.» Yani öldükten sonra yemin verdirme imkânı kalmadığı için
böyle hareket edilir, demek istemiştir. Lâkin burada kocanın mirasçıları onun
yerine geçer diye itiraz edilebilir.
T E M B İ H :
Dimaşk köylerinin birçoğunda âdet olmuştur. Bütün köyün kadınlarına, fark
yapmaksızın muayyen bir miktar mehir koyarlar. Bunun söz edilmediği zaman akit
zamanında zikredilen mehr-i müsemma mesabesinde olması gerekir. Çünkü örf ve
âdetegöre sabit olan bir şey şart koşulmuş gibidir. O zaman mehr-i misilden sual
edilmez. Allahu a'lem!