03 Ekim 2012

REDDU'L-MUHTAR...FÂSİT NİKÂH


FÂSİT NİKÂH


METİN
Fâsit nikâhta mehr-i misil önden cima etmekle vâcip olur. Halvet gibi başka bir şeyle vâcip olmaz. Çünkü kadının ciması haramdır. Fâsit nikâh sıhhat şartlarından biri bulunmayan nikâhtır, şahitsiz nikâh böyledir.
İZAH
«Fâsit nikâhta» hüküm mehr-i misil olduğu gibi, mevkuf nikâhta da cimanın hükmü fâsitdeki gibidir. Had vurulmaz, nesep sabit olur. Mehr-i müsemma ile mehr-i mislin az olanı lâzım gelir. İhtiyar'ın iddet bahsindeki ifadesi buna muhaliftir. Tamamı Bahır'dadır. Biz ihtiyar'dakiyle başka kitapların ibarelerinin arasını iddet bahsinde bulacağız.
«Önden cima etmekle vâcip olur.» Dübürden yakınlık ederse, mehir ödemesi lâzım gelmez. Çünkü orası nesil yeri değildir. Nitekim Hulâsa ve Kınye'de beyan edilmiştir. Binaenaleyh şehvetle dokunup öpmekle bilevIâ bir şey vâcip olmaz. Nitekim bunu da açıklamışlardır. Bahır.
«Halvet gibi başka bir şeyle» sözü gösteriyor ki, mücerret fâsit akitle evleviyetle mehir vâcip olmaz.
«Çünkü kadının ciması haramdır.» Yani bununla cimaya imkân verdiği sabit olmaz. Bu, hayızlı kadınla halvette kalmak gibi sahih değildir. Binaenaleyh cima yerine geçmez. Ulemanın "Fâsit nikâhta halvet-i sahiha sahih nikâhtaki halvet-i fâside gibidir." demelerinin mânâsı budur. Cevhere'de de böyledir. Ama bu sözde müsamaha vardır. Çünkü halvet fâsittir. Bahır. öyle görünüyor ki, ulema buradaki halvet-i sahiha sözünden, ona mâni olan bîr şeyin veya onu ifsadedecek üçüncü bir şahsın bulun-mamasını, oruç, namaz veya hayız gibi akdin bozulmasından başka bir şey bulunmamasını kasd etmişlerdir. Çünkü bunun kasd edilmediği açıktır. Müsamahanın sebebi budur. Burada bir müsamaha daha vardır ki o da şudur: Fâsit nikâhta halvet iddeti icabetmez. Nitekim Fetih'ten naklen arz etmiştik. Halbuki sahih nikâhtaki halvet-i fâside iddeti icabeder. Nitekim mezhebin bu olduğu evvelce geçmişti.
«Sıhhat şartlarından biri bulunmayan nikâhtır.» Fâsit bir şart koşmak;
meselâ onunla cima etmemek şartıyla evlendim demek bunun hilâfınadır. Çünkü burada nikâh sahih, şart fâsit olur. Rahmetî.
«Şahitsiz nikâh böyledir.» İki kız kardeşi beraber almak, kız kardeşin iddeti içinde diğer kız kardeşi nikâh etmek, dördüncü kadının iddeti içinde beşinci kadını nikâhlamak, iddet bekleyen kadını almak ve hür kadının üzerine cariye ile evlenmek de böyledir. Muhit'te "Bir zımmî müslüman kadınla evlenirse araları ayrılır. Çünkü nikâh fâsittir." denilmektedir. Zâhirine bakılırsa, bunlara had vurulmaz. Nesep sabit olur, cima varsa iddet de lâzım gelir. Bahır.
Ben derîm ki: Lâkin şarih nesebin sübutu faslında Mecmau'l-Fetevâ'dan naklen şöyle diyecektir: «Bir kâfir müslüman kadınla evlenir de, kadın ondan çocuk doğurursa, neseb ondan sabit olmaz. İddet de vâcip değildir. Çünkü bu bâtıl bir nikâhtır.» Bu ibare açıktır. Binaenaleyh mefhumdan çıkarılan mânâya tercih edilir. Bunun muktezası, nikâhta fâsitle bâtılın aralarında fark bulunmasıdır. Lâkin Fetih'te nikâhı müt'a üzerine söz etmezden az önce şöyle denilmiştir: «Nikâhta fâsitle bâtılın arasında fark yoktur. Satış bunun hilâfınadır.» Evet, Bezzâziye'de haram olan kadınların nikâhı bâtıl mı yoksa fâsit mi olacağı hususunda iki kavil rivayet edilmiştir. Zâhir olan şudur ki: Bâtıldan murad, varlığı ile yokluğu müsavi olandır. Onun için haram olan kadınların nikâhında dahi nesep ve iddet sabit olmaz. Nitekim hudüd bahsinde gelecek sözlerden anlayacaksın.
Kuhistânî burada fâsidi bâtılla tefsir etmiştir. Haram kadınların nikâhını, zorlamanın kadın tarafından gelmesini veya nikâhın şahitsiz kıyılmasını ilh... buna misâl göstermiştir. Zorlamanın kadın tarafından gelmesî diye kayıtlaması hakkında nikâh bahsinin başında söz etmiştik. İddet bâbında da gelecektir ki, bâtıl nikâhta iddet yoktur. Bahır sahibi orada Müctebâ'dan naklen demişti ki: «Ulemanın caiz olup olmadığında ihtilâf ettikleri şahitsiz nikâh gibi yerlerde cima iddet beklemeyi icabeder. Fakat başkasının nikâhlısını ve başkasından iddet bekleyen bir kadını nikâh ederse, onunla yaptığı cima kadının başkasına ait olduğunu bilirse iddet icabetmez. Çünkü bunun cevazına kimse kail olmamıştır. Bu nikâh aslen münakit değildir. Bu izaha göre nikâhın fâsidi ile bâtılı arasında iddette fark vardır. Onun için haram olduğunu bilirse had vâcip olur. Çünkü zinadır. Nitekim Kınye ve diğer kitaplarda beyan edilmiştir.»
Hâsılı iddetten başka yerlerde fâsitle bâtıl arasında fark yoktur. İddette ise fark vardır. Bu izaha göre Bahır sahibinin buradaki «iddet bekleyen kadını nikâh etmek» sözü, erkek onun iddet beklediğini bilmezse;diye kayıtlanır. Lâkin Müctebâ'nın ibaresine beraberce nikâh edilen iki kız-kardeş misaliyle itiraz edilir. Çünkü zâhire göre bunun cevazına kail olan yoktur. Lâkin beraberlik kaydının vechine bakmak gerekir. Öyle görünüyor ki beraberlik akittedir, milk-i müt'ada değildir. Çünkü biri diğerinden geri kalırsa, geri kalan kesin olarak bâtıldır.
METİN
Mehr-i misil de mehr-i müsemmadan fazla olmaz. Çünkü kadın indirime razı olmuştur. Ama mehr-i müsemmadan az olursa mehr-i misil lâzım gelir. Çünkü akdin fâsit olmasıyla mehr-i müsemma da fâsit olur. Mehr-i müsemma konmaz veya bilinmezse, kaça çıkarsa çıksın mehr-i misil lâzım gelir. Taraflardan her birine bu nikâhı fesih hakkı sabittir. Velev ki karşıtaraf orada hazır bulunmasın. Esah kavle göre kadına cima edip etmemesi de birdir. Bu, günahtan sıyrılmak içindir. Binaenaleyh vâcip olmasına aykırı değildir. Hattâ aralarını ayırmak hâkime vâciptir.
İZAH
«Mehr-i misilde ilh...» Mehr-i misilden murad, metinde gelecek olandır. Akitsiz olarak şüphe ile cimadan vâcip olan mehr-i misil bunun hilâfınadır. Çünkü ondan murad başkadır. Nitekim Bahır sahibi bunu beyan etmiştir. Burada da beyanı gelecektir. Şu da var ki; Hâniyye'de "Blr kimse kendine haram olan bir kadınla evlenirse İmam-ı Âzam'a göre ona had vurulmaz. Ama kaça çıkarsa çıksın mehr-i mislini öder." denilmiştir. Bu mesele müstesnadır. Meğer ki "Haram kadınların nikâhı fâsit değil bâtıldır. Bu bâbtaki hilâf yukarıda geçti. Bu, ihtilâfın semeresi ve aralarındaki farkın vechini beyandır. Nitekim Bahır'da buna işaret edilmiştir." denilsin.
«Çünkü kadın indirime razı olmuştur.» Çünkü ziyade mehir konulmayınca, kadın indirime razı olmuş; bu bâbtaki hakkını ıskat etmiştir. Mehr-i müsemma bir vecihle sahihtir diye mehr-i müsemmadan fazla olamaz değildir. Çünkü doğrusu mehr-i müsemma fâsit bir akitte olduğu için her cihetten fâsittir. Onun için mehr-i misil mehr-i müsemmadan azsa, yalnız mehr-i misil vâcip olur. UIemanın sözlerinden öyle anlaşılıyor ki, mehr-i misil on dirhemden az olsa, o kadına başka bir şey verilmez. Sahih nikâh bunun hilâfınadır. Onda mehr-i misil vâcip oldu mu, on dirhemden eksik bırakılmaz. Bahır. Bu ifadenin bir misli de Nehir'dedir. Ama söz götürür. Zira kadının mehr-i misli babasının kavmine göre itibar edilir. Şer'an mehrin en azı on dirhem iken, on dirhemden az nasıl olabilir?
«Esah kavle göre kadına cima edip etmemesi de birdir.» Cimadan sonra biri diğeri olmadan akdi feshedemez diyenler de olmuştur. Nitekim Nehir ve diğer kitaplarda bildirilmiştir. H.
«Binaenaleyh vâcip olmasına aykırı değildir.» Nehir sahibi diyor ki: «Zeylâî "Herbiri diğeri olmaksızın feshedebilir" demekle, vâcip olmadığına kasd etmemiştir. Zira şüphesiz günahtan sıyrılmaktır. Günahtan sıyrılmak ise vâciptir. Zeylâî bunun yalnız her birine sabit bir iş olduğunu anlatmak istemiştir.» H.
METİN
İddet, halvetten sonra değil; cimadan sonra ayırma vaktinden veya esah kavle göre kadın ayrılmayacağını bilmese bile kocasının terkettiği vakitten vâcip olur. Bu iddet ölüm için değil talâk içindir.
İZAH
«İddet halvetten sonra değil ilh...» Ulemanın zâhir olan sözlerinden anlaşılan, iddetin hem kazaen, hem diyaneten ayırma vaktinden başlamasının vâcip olmasıdır. Fetih'te şöyledenilmiştir: «Bunun kazaen olması icabeder. Ama kadın son cimadan sonra üç hayız gördüğünü bilirse, kendisiyle Allah Teâlâ arasında Attâbî'nin naklettiğimiz kıyasına göre evlenmesi helâl olmak gerekir.» Bunun yeri, hâkim tarafından araları ayrıldığı vakittir. .Fakat son olmadan itibaren üç hayız görür de kocası ondan ayrılmazsa, bil ittifak evlenmeye hakkı yoktur. Nitekim Gâyetü'l-Beyân sahibi buna işaret etmiştir. Zeylâî'nin ibaresi bunun hilâfını îhâm etmektedir. Bahır.
«Cimadan sonra...» Yani iddet cima bulunmayan mücerret halvetten sonra vâcip olmaz. İddetin velev ki fâsit olsun halvetten sonra vâcîp olması ancak sahih nikâhtadır. Bahır'da Zahîre'den naklen şöyle denilmiştir: «Karı-koca cima olup olmadığında ihtilâf ederlerse, söz kocanındır. Bu hükümlerden hiç biri sabît olmaz.» Yine Bahır'da Fetih'ten naklen "Bu cima edilen kadın karısının kız kardeşi ise, onun iddeti bitinceye kadar karısı kendisine haram olur." denilmiştir.
«Ayırma vaktinden» murad, hâkimin ayırmasıdır. Kendi ayırmaları da öyledir. Bu, ya her ikisinin yahut birisinin nikâhı feshetmesiyle olur. H. Yanı iddet son cimadan değil, ayrılma vaktinden başlar. İmam Züfer buna muhaliftir. Sahih kavil budur. Nitekim Hidâye'de beyan edilmiştir. Fetih, Mi'râc ve Gâyetü'l-Beyân gibi şerhlerinde de tasdik olunmuştur. Mültekâ, Cevhere ve Bahır sahipleri de bu kavli sahih bulmuşlardır. Şüphesiz ki bu muteber kitapların sözleri, Mecmâu'l-Enhur sahibinin sözünden üstündür. O, İmam Züfer'in kavlini sahih bulmuştur. Mevûhib'in ibaresi şöyledir: «Biz iddeti son cimadan değil, ayrılma vaktinden itibar ederiz.»
«Esah kavle göre» bu iki sahih kavilden biridir. Bahır sahibi bunu tercih etmiş; Zeylâî'nin yalnız bunu söylemekle yetindiğini bildirmiştir. İkinci kavle göre bilmek şarttır. Hattâ bunu kadına bildirmezse iddeti geçmez.
«Kocasının terk ettiği vakitten vâcip olur.» Bezzâziye'de şöyle denilmektedir: «Cimadan sonra fâsit nikâhta birbirinden ayrılmak ancak sözle olur. Mesela "senin yolunu serbest bıraktım" yahut "seni bıraktım" der. Mucerret nikahı inkar etmek terk sayılmaz. Ama koca inkâr eder de aynı zamanda, "git ve evlen" derse, bu birbirinden ayrılma olur. Buradaki boşama mutarekedir. Lâkin bununla talâkın sayısı eksilmez. Cimadan sonra karı-kocadan birinin diğerinin yanına gitmemesi mutareke değildir. Çünkü mutareke ancak sözle olur. Muhit sahibi cimadan önce dahi ancak sözle tahakkuk edeceğini söylemiştir.» Şarih mütarekeyi Zeylâî'nin yaptığı gibi kocaya tahsis etmiştir. Zira ulemanın zâhir olan sözlerine göre ınutareke kadın tarafından aslâ olmaz. Halbuki bu nikâhı diğerinin huzurunda feshetmek, her ikisi tarafından bil ittifak sahihtir. Mütareke ile fesih arasındaki fark büyüktür. Bahır'da da böyle denilmiştir. Nehir sahibi aralarında fark görerek, mütarekenin talâkmânâsında olduğunu, binaenaleyh kocaya mahsus bulunduğunu söylemiştir.
Feshe gelince; "O, akdi kaldırmaktır, kocaya mahsus değildir. Velev ki mütareke mânâsında olsun." demiştir. Hayreddin-i Remlî bu sözü reddederek "Fâsit nikâhta talâk tahakkuk etmez. O halde nasıl oluyor da mütareke talâk mânâsındadır deniliyor. Doğrusu fark bulunmamaktır. Onun için Makdisî Kenz şerhinde kesin olarak bunu söylemiştir ilh..." demiştir. Tamamı bizim Bahır üzerine yazdığımız hâşiyededir. Cimadan önce boşamak bâbında Cevhere'den naklen gelecektir ki, bir kimse fâsit nikâhla aldığı kansını üç defa boşarsa, hulleciye hacet kalmaksızın onunla evlenebilir. O bu bâbta hilâf rivayet edilmediğini söylemiştir. Bu da talâkın fâsit nikâhta tahakkuk etmediğini teyid eyler. Onun için de talâkın sayısını eksiltmez. Bilâkis bildiğin gibi o mütarekedir. Hattâ kadını bir defa boşar da sonra sahih nikâhla alırsa, kadın ona üç talâk hakkıyla döner.
«Talâk içindir.» Maksat şudur: Fâsit nikâhla cima ettiği kadından; ister ayrılsın, ister ölsün, kadına talâk iddetini beklemesi vâcip olur. Talâk iddeti üç hayızdır. Bu kâdın dört ay on günden ibaret olan ölüm iddetini beklemez. Minah ve Bahır sahiplerinin "Buradaki iddetten murad, talâk iddetidir. Vefat iddetine gelince: Fâsit nikâhtan ona vefat iddeti vâcip olmaz." demelerinin' mânâsı budur. Yani kadın hayız görürse, üç hayız müddeti; hayız görmezse üç ay yahut çocuğunu doğuruncaya kadar bekler.
METİN
Nesep ihtiyaten iddiasız sabit olur. Nesebin müddeti ki altı aydır cimadan başlar. Eğer cimadan doğurma zamanına kadar hami müddetinin azı, yani altı ay veya fazla geçmiş olursa, nesep sabit olur. Aksi takdirde meselâ altı aydan daha azda doğurursa, nesep sabit olmaz. Bu kavil İmam Muhammed'indir. Fetva da onunla verilir. Şeyhayn'a göre müddetin başlaması, sahih nikâhta olduğu gibi akit zamanından itibarendir. Nehir sahibi, "bu daha ihtiyattır" diyerek bu kavli tercih etmiş ve fâsit tasarruflardan yirmi birini saymıştır.
İZAH
«Nesep ihtiyaten iddiasız sabit olur.» Fakat miras hakkı sabit olmaz. Mevkuf nikâh da böyledir. Bunu Tahtâvî Ebussuud'dan nakletmiştir. Nesep isbatında gösterilecek ihtiyat çocuk içindir. T.
«Nesebin müddeti ilh...» Yani nesebin sabit olacağı müddet ki altı ay veya fazlasıdır cimadan sayılmaya başlar. Yani ayrılma vuku bulmamışsa, hüküm budur demek istiyor. Nitekim aşağıda beyan edilecektir.
«Altı ay veya fazla» sözüyle musannıf, takdirin en az hami müddetiyle yapılması, daha azından korunmak için olduğuna işaret etmiştir. Altı aydan fazladan ihtiraz etmemiştir. Çünkü nikâh akdinden yahut cimadan itibaren iki seneden sonra doğurur da o kadındanayrılmazsa, çocuğun nesebi bil ittifak sabit olur. Bahır.
«Şeyhayn'a göre ilh...» Bu hilâfın faydası kadın akit zamanından sonra altı ayda, cimadan sonra altı aydan azda doğurduğu zaman görülür. Çünkü müftabih kavle göre çocuğun nesebi sabit olmaz.
TEMBİH: Fetih'te beyan edildiğine" göre müddetin başı, ayrıldıkları vakitten itibarendir. Ayrılma olmazsa; ya nikâh yahut cima vaktinden olmak üzere ihtilâflıdır. Bahır sahibi buna itiraz etmiş ve şöyle demiştir: «Bu sözün muktezasına göre kadın ayrıldıktan altı aydan fazla bir zaman geçtikten sonra çocuk doğurursa ve bu akit veya cimadan itibaren ise nesep sabit olmaz. Hâkimin ayırmasından sonra ise, altı aydan azda doğurursa, çocuğun nesebi sabit olmaz. Halbuki çocuğun nesebi sabit olmaktadır.» Nehir sahibi buna cevap vermiş; "Müddetin nikâh veya cima vaktinden başlamasının mânâsı evvelce geçtiği vecihle daha azı nefydir. Ayırma zamanından itibara alınmasının mânâsı, daha çoğunu nefydir. Hattâ ayrılma zamanından itibaren çocuğu iki seneden fazlada doğurursa, nesebi sabit olmaz." demiştir. Makdisi'nin şerhinde de bunun gibi denilmiştir. Hâsılı ayırmazdan önce nesep sabit olur. Velev ki çocuğu akitten veya cimadan sonra iki seneden fazlada doğurmuş olsun. Ayırdıktan sonra ise ancak ayırma zamanından itibaren akitle veya cima ile doğum arasında altı aydan az müddet geçmemek şartıyla, ayrıldıktan iki seneden az bir zaman geçerse sabit olur.
«Nehir sahibi bu kavli tercih etmiştir.» Onun tercihi, Hidâye sahibi ile başkalarının "Fetva, İmam Muhammed'in kavline göredir." demelerine aykırı değildir.
«Fâsit tasarruflardan...» Yani şartlarından biri bulunmayınca, fâsit olanlardan yirmi birini saymıştır.
METİN
Hulâsa sahibi bunlardan on tanesini nazma çekerek şöyle demiştir: «Akitlerin fâsit olanı ondur: Birinci icaredir. Bunun hükmü ecirdir. O da mehr-i mislin veya mehr-i müsemmanın en azının vâcip olmasıdır. Yahut mehr-i müsemma yoksa bütün mehr-i mislin vâcip olmasıdır. Kitâbette vâcip olan çoğudur. Bunu, lâfı edilen şeyle kölenin kıymetinden hangisi çoksa ondan verir. Nikâhta ise, cima ettiği takdirde mehr-i misil lâzım gelir. Tohumdan çıkan evet sahibinindir. Sulh ile rehni her biri bozabilir. Emanettir yahut hükmü sahih gibidir. Sonra hîbe teslim alındığı günkü kıymetiyle ödenir. Bir kimsenin ödünç aldığı köleyi satması sahihtir. Mudarebenin hükmü de emanettir. Satışta vâcip olan misildir. Aksi takdirde kıymettir.»
İZAH
«Bunun hükmü...» Yani fâsit şartla yapılan fâsit icarenin hükmü haneyi tamir gibi; yahutmüsemması meçhul olarak veya hiç müsemma bulunmayarak yahut şarap gibi bir şey tesmiye ederek yapılan icare gibi ki, hükmü birinci surette ecr-i misildir. Yahut temsiye edilen şeydir. Son üç surette kaça çıkarsa çıksın ecr-i misildir.
«Kitâbette vâcip olan çoğudur.» Yani fâsit olan kitâbette; meselâ kölesini başkasının muayyen bir malı karşılığında kitâbete keserse, mükâtebe kendi kıymetiyle lâfı edilen şeyin kıymetinden hangisi çoksa onu vermek vâcip olur.
«Nikâhta ise...» Yani fâsit nikâhta meselâ şahitsiz kıyılanda mehir olabilecek bir şey göstermediyse, mehr-i misil lâzım gelir. Gösterdiyse, mehr-i misil ile müsemmanın az olanı vâcip olur. H.
«Cima ettiği takdirde» mehr-i misil lâzım gelir. Cima etmediyse, hiçbir şey icabetmez. H.
«Tohumdan çıkan...» Yani fâsit müzâreadan çıkan zahîre tohum sahibinin olur. Meselâ muayyen birkaç ölçeğin birine ait olacağını şart koşarlarsa, müzârea fâsit olur. Sonra yer o kimseninse, çalışana ecr-i misil vermesi gerekir. Tohum çalışandansa, onun yer için ecr-i misil vermesi icabeder. H.
«Sulh ile rehni...» Yani fâsit sulh ile fâsit rehni, akdi yapanlardan herbiri bozabilir. Fâsit sulh, anlaştıkları bedelin ne olduğu bilinmeyen sulhtur. Fâsit rehin ise, hisseli bir şeyin rehni gibidir. H.
«Emanettir.» Yani sulh ve rehin bedelleri o sulhu yapanların elinde emanettir. Çünkü her biri arkadaşının malını onun izniyle almıştır. Lâkin sahibi için değil kendisi için almıştır. Binaenaleyh garantili (ödemeli) olması gerekir. Nazmı yazan buna, "yahut hükmü sahih gibidir." sözüyle işaret etmiştir. Sahih sulhun hükmü bedel-i sulhla ödenir. Sahih rehnin hükmü de kıymeti ile borçtan hangisi azsâ onunla ödenir. Mutemet kavlin bu olması gerekir. Rahmeti.
Ben derim ki: Rehin bahsinde, "Fâsit rehin borçtan önce yapıldıysa, sahih rehin gibidir. Aksi takdirde sahih rehin gibi değildir." sözüyle araları bulunacaktır. Tamamı inşallah orada gelecektir.
«Sonra hîbe» fâsit olursa: meselâ taksimi kabul eden hisseli bir şeyse, aldığı günkü kıymetiyle ödenir. Çünkü onu kendisi için almıştır. Kendisi için alan kimse velev ki sahibinin izniyle alsın onu öder. Rahmetî.
«Ödünç aldığı köleyi satması sahihtir.» Yani bir kimse ödünç bir köle alırsa, bu ödünç fâsit olur. Çünkü kıyemiyattandır, milk ifade eder. Binaenaleyh satılması sahihtir. H.
«Mudarebenin hükmü de emanettir.» Yani mal sahibinin çalışmasını şart koşmak gibi fasit bir mudarebenin hükmü emanettir. Çünkü o malı sahibinin izniyle sahabi için almıştır. Böyle olan bir mal emanettir. Şu da var ki, mudarebe fasit olunca, mudarib çırak gibi olur. Çırağınelinde mal emanettir. Rahmeti.
«Satışta vacip olan misildir.» Fasit bir satışta, yani aktin iktiza etmediği bir şartla yapılan alış-verişte vacip olan misliyattansa, helak olanın mislini; kıyemiyattansa kıymetini ödemektir.
Yirmibir fasit tasarruftan kalanlar hakkında Nehir sahibi şunları söylemiştir: «Fasit tasarruflardan kalanlar; sadaka, hul' ,şirket,selem, kefalet, vekalet, vakıf ikale, sarf, vasiyet ve kısmettir.»Sadaka hakkında Camiu'l- Fusuleyn'de "Sadaka fasit hibe gibidir.Teslim almakla ödenir."denilmiştir. Hul'un hükmü karşılığı batıl olursa talak bain olmaktır. Bu da; şarap, domuz veya ölü eti karşılığında hul'u yapmak gibidir.
Şirketten murad; şartı bulunmayan, mesela geliri mal miktarı kadar hesap edilen şirkettir. Nitekim Mecma'da da böyle denilmiştir. Mal elindeyken helak olursa, o kimse ödemez. Nasıl ki Camiu'l- Fusuleyn' de beyan edilmiştir.
Selemden murad; şartlarından biri bulunmayandır. Böyle bir selemde sermayenin hükmü gaspedilmiş mal gibidir. Binaenaleyh onun karşılığında gözüne kestirdiğini peşin olarak alması sahihtir. Fusul'de de böyle denilmiştir. Kefalete misal, namına kefil olunan şahsın bilinmemesidir. Her kime satış yaparsam benim üzerimedir,demesi gibi ki, bunun hükmü ona vacip olmamaktadır. Ödemek fasit olunca, verdiğini geri alır. Yine Fusul'de böyle denilmiştir: Vekalet, vakıf, ikale, sarf ve vasiyete gelince: Zahire göre ulema bunların fasidi ile batını birbirinden ayırmamışlardır. İkalenin nikah gibi olduğunu; fasit şartın onu iptal etmediğini açıklamışlardır. Böylece anlaşılmıştır ki, onun fasidi ile batılı arasında fark yoktur. "İkale teslim aldıktan sonra olur da cariye çocuk doğurmuş bulunursa, batıl olur."demişlerdir.
Ben derim ki: Mecma'a nisbet ettiği şirket meselesi Mecma'da yoktur. Bunu söyleyen kimse görmedik bilakis kazanç musavi olsun olmasın şirket caizdir. Doğrusu, buna misal olarak birisi için şart koşulan dirhemleri göstermekti. Çünkü bu şirketi bozar. Fasit şirketin hükmü, kazancın mal miktarı sayılmasıdır. Velev ki birbirinden farklı olmak şart koşulsun. Mecma ve diğer kitaplarda olan budur. Kısmeti de zikretmiş: fakat hükümden bahsetmemiştir. Musannıf ve Şarih kısmet babında fasit taksimle elde edilen: mesela hibe, sadaka veya taksim edilenden bir şey satmakla alınan mülk sabit olacağını söyleyecektir. Bu, teslim alanın o malda tasarrufunun caiz olduğunu gösterir. Fâsit satışla alınan mal gibi onun da kıymetini öder. Sabit olmaz diyenler de vardır. Eşbâh sahibi buna kesinlikle kail olmuştur. Bezzâziye ve Kınye sahipleri birinciye kaildirler. Nikâh hakkında söylediği fâsidi ile bâtılı arasında fark olmaması meselesinin söz götürdüğünü gördün. 

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...