FÂSİT
NİKÂH
METİN
Fâsit nikâhta
mehr-i misil önden cima etmekle vâcip olur. Halvet gibi başka bir şeyle vâcip
olmaz. Çünkü kadının ciması haramdır. Fâsit nikâh sıhhat şartlarından biri
bulunmayan nikâhtır, şahitsiz nikâh böyledir.
İZAH
«Fâsit nikâhta»
hüküm mehr-i misil olduğu gibi, mevkuf nikâhta da cimanın hükmü fâsitdeki
gibidir. Had vurulmaz, nesep sabit olur. Mehr-i müsemma ile mehr-i mislin az
olanı lâzım gelir. İhtiyar'ın iddet bahsindeki ifadesi buna muhaliftir. Tamamı
Bahır'dadır. Biz ihtiyar'dakiyle başka kitapların ibarelerinin arasını iddet
bahsinde bulacağız.
«Önden cima etmekle
vâcip olur.» Dübürden yakınlık ederse, mehir ödemesi lâzım gelmez. Çünkü orası
nesil yeri değildir. Nitekim Hulâsa ve Kınye'de beyan edilmiştir. Binaenaleyh
şehvetle dokunup öpmekle bilevIâ bir şey vâcip olmaz. Nitekim bunu da
açıklamışlardır. Bahır.
«Halvet gibi başka
bir şeyle» sözü gösteriyor ki, mücerret fâsit akitle evleviyetle mehir vâcip
olmaz.
«Çünkü kadının
ciması haramdır.» Yani bununla cimaya imkân verdiği sabit olmaz. Bu, hayızlı
kadınla halvette kalmak gibi sahih değildir. Binaenaleyh cima yerine geçmez.
Ulemanın "Fâsit nikâhta halvet-i sahiha sahih nikâhtaki halvet-i fâside
gibidir." demelerinin mânâsı budur. Cevhere'de de böyledir. Ama bu sözde
müsamaha vardır. Çünkü halvet fâsittir. Bahır. öyle görünüyor ki, ulema buradaki
halvet-i sahiha sözünden, ona mâni olan bîr şeyin veya onu ifsadedecek üçüncü
bir şahsın bulun-mamasını, oruç, namaz veya hayız gibi akdin bozulmasından başka
bir şey bulunmamasını kasd etmişlerdir. Çünkü bunun kasd edilmediği açıktır.
Müsamahanın sebebi budur. Burada bir müsamaha daha vardır ki o da şudur: Fâsit
nikâhta halvet iddeti icabetmez. Nitekim Fetih'ten naklen arz etmiştik. Halbuki
sahih nikâhtaki halvet-i fâside iddeti icabeder. Nitekim mezhebin bu olduğu
evvelce geçmişti.
«Sıhhat
şartlarından biri bulunmayan nikâhtır.» Fâsit bir şart koşmak;
meselâ onunla cima
etmemek şartıyla evlendim demek bunun hilâfınadır. Çünkü burada nikâh sahih,
şart fâsit olur. Rahmetî.
«Şahitsiz nikâh
böyledir.» İki kız kardeşi beraber almak, kız kardeşin iddeti içinde diğer kız
kardeşi nikâh etmek, dördüncü kadının iddeti içinde beşinci kadını nikâhlamak,
iddet bekleyen kadını almak ve hür kadının üzerine cariye ile evlenmek de
böyledir. Muhit'te "Bir zımmî müslüman kadınla evlenirse araları ayrılır. Çünkü
nikâh fâsittir." denilmektedir. Zâhirine bakılırsa, bunlara had vurulmaz. Nesep
sabit olur, cima varsa iddet de lâzım gelir. Bahır.
Ben derîm ki: Lâkin
şarih nesebin sübutu faslında Mecmau'l-Fetevâ'dan naklen şöyle diyecektir: «Bir
kâfir müslüman kadınla evlenir de, kadın ondan çocuk doğurursa, neseb ondan
sabit olmaz. İddet de vâcip değildir. Çünkü bu bâtıl bir nikâhtır.» Bu ibare
açıktır. Binaenaleyh mefhumdan çıkarılan mânâya tercih edilir. Bunun muktezası,
nikâhta fâsitle bâtılın aralarında fark bulunmasıdır. Lâkin Fetih'te nikâhı
müt'a üzerine söz etmezden az önce şöyle denilmiştir: «Nikâhta fâsitle bâtılın
arasında fark yoktur. Satış bunun hilâfınadır.» Evet, Bezzâziye'de haram olan
kadınların nikâhı bâtıl mı yoksa fâsit mi olacağı hususunda iki kavil rivayet
edilmiştir. Zâhir olan şudur ki: Bâtıldan murad, varlığı ile yokluğu müsavi
olandır. Onun için haram olan kadınların nikâhında dahi nesep ve iddet sabit
olmaz. Nitekim hudüd bahsinde gelecek sözlerden anlayacaksın.
Kuhistânî burada
fâsidi bâtılla tefsir etmiştir. Haram kadınların nikâhını, zorlamanın kadın
tarafından gelmesini veya nikâhın şahitsiz kıyılmasını ilh... buna misâl
göstermiştir. Zorlamanın kadın tarafından gelmesî diye kayıtlaması hakkında
nikâh bahsinin başında söz etmiştik. İddet bâbında da gelecektir ki, bâtıl
nikâhta iddet yoktur. Bahır sahibi orada Müctebâ'dan naklen demişti ki:
«Ulemanın caiz olup olmadığında ihtilâf ettikleri şahitsiz nikâh gibi yerlerde
cima iddet beklemeyi icabeder. Fakat başkasının nikâhlısını ve başkasından iddet
bekleyen bir kadını nikâh ederse, onunla yaptığı cima kadının başkasına ait
olduğunu bilirse iddet icabetmez. Çünkü bunun cevazına kimse kail olmamıştır. Bu
nikâh aslen münakit değildir. Bu izaha göre nikâhın fâsidi ile bâtılı arasında
iddette fark vardır. Onun için haram olduğunu bilirse had vâcip olur. Çünkü
zinadır. Nitekim Kınye ve diğer kitaplarda beyan edilmiştir.»
Hâsılı iddetten
başka yerlerde fâsitle bâtıl arasında fark yoktur. İddette ise fark vardır. Bu
izaha göre Bahır sahibinin buradaki «iddet bekleyen kadını nikâh etmek» sözü,
erkek onun iddet beklediğini bilmezse;diye kayıtlanır. Lâkin Müctebâ'nın
ibaresine beraberce nikâh edilen iki kız-kardeş misaliyle itiraz edilir. Çünkü
zâhire göre bunun cevazına kail olan yoktur. Lâkin beraberlik kaydının vechine
bakmak gerekir. Öyle görünüyor ki beraberlik akittedir, milk-i müt'ada değildir.
Çünkü biri diğerinden geri kalırsa, geri kalan kesin olarak bâtıldır.
METİN
Mehr-i misil de
mehr-i müsemmadan fazla olmaz. Çünkü kadın indirime razı olmuştur. Ama mehr-i
müsemmadan az olursa mehr-i misil lâzım gelir. Çünkü akdin fâsit olmasıyla
mehr-i müsemma da fâsit olur. Mehr-i müsemma konmaz veya bilinmezse, kaça
çıkarsa çıksın mehr-i misil lâzım gelir. Taraflardan her birine bu nikâhı fesih
hakkı sabittir. Velev ki karşıtaraf orada hazır bulunmasın. Esah kavle göre
kadına cima edip etmemesi de birdir. Bu, günahtan sıyrılmak içindir. Binaenaleyh
vâcip olmasına aykırı değildir. Hattâ aralarını ayırmak hâkime vâciptir.
İZAH
«Mehr-i misilde
ilh...» Mehr-i misilden murad, metinde gelecek olandır. Akitsiz olarak şüphe ile
cimadan vâcip olan mehr-i misil bunun hilâfınadır. Çünkü ondan murad başkadır.
Nitekim Bahır sahibi bunu beyan etmiştir. Burada da beyanı gelecektir. Şu da var
ki; Hâniyye'de "Blr kimse kendine haram olan bir kadınla evlenirse İmam-ı Âzam'a
göre ona had vurulmaz. Ama kaça çıkarsa çıksın mehr-i mislini öder."
denilmiştir. Bu mesele müstesnadır. Meğer ki "Haram kadınların nikâhı fâsit
değil bâtıldır. Bu bâbtaki hilâf yukarıda geçti. Bu, ihtilâfın semeresi ve
aralarındaki farkın vechini beyandır. Nitekim Bahır'da buna işaret edilmiştir."
denilsin.
«Çünkü kadın
indirime razı olmuştur.» Çünkü ziyade mehir konulmayınca, kadın indirime razı
olmuş; bu bâbtaki hakkını ıskat etmiştir. Mehr-i müsemma bir vecihle sahihtir
diye mehr-i müsemmadan fazla olamaz değildir. Çünkü doğrusu mehr-i müsemma fâsit
bir akitte olduğu için her cihetten fâsittir. Onun için mehr-i misil mehr-i
müsemmadan azsa, yalnız mehr-i misil vâcip olur. UIemanın sözlerinden öyle
anlaşılıyor ki, mehr-i misil on dirhemden az olsa, o kadına başka bir şey
verilmez. Sahih nikâh bunun hilâfınadır. Onda mehr-i misil vâcip oldu mu, on
dirhemden eksik bırakılmaz. Bahır. Bu ifadenin bir misli de Nehir'dedir. Ama söz
götürür. Zira kadının mehr-i misli babasının kavmine göre itibar edilir. Şer'an
mehrin en azı on dirhem iken, on dirhemden az nasıl olabilir?
«Esah kavle göre
kadına cima edip etmemesi de birdir.» Cimadan sonra biri diğeri olmadan akdi
feshedemez diyenler de olmuştur. Nitekim Nehir ve diğer kitaplarda
bildirilmiştir. H.
«Binaenaleyh vâcip
olmasına aykırı değildir.» Nehir sahibi diyor ki: «Zeylâî "Herbiri diğeri
olmaksızın feshedebilir" demekle, vâcip olmadığına kasd etmemiştir. Zira
şüphesiz günahtan sıyrılmaktır. Günahtan sıyrılmak ise vâciptir. Zeylâî bunun
yalnız her birine sabit bir iş olduğunu anlatmak istemiştir.» H.
METİN
İddet, halvetten
sonra değil; cimadan sonra ayırma vaktinden veya esah kavle göre kadın
ayrılmayacağını bilmese bile kocasının terkettiği vakitten vâcip olur. Bu iddet
ölüm için değil talâk içindir.
İZAH
«İddet halvetten
sonra değil ilh...» Ulemanın zâhir olan sözlerinden anlaşılan, iddetin hem
kazaen, hem diyaneten ayırma vaktinden başlamasının vâcip olmasıdır. Fetih'te
şöyledenilmiştir: «Bunun kazaen olması icabeder. Ama kadın son cimadan sonra üç
hayız gördüğünü bilirse, kendisiyle Allah Teâlâ arasında Attâbî'nin
naklettiğimiz kıyasına göre evlenmesi helâl olmak gerekir.» Bunun yeri, hâkim
tarafından araları ayrıldığı vakittir. .Fakat son olmadan itibaren üç hayız
görür de kocası ondan ayrılmazsa, bil ittifak evlenmeye hakkı yoktur. Nitekim
Gâyetü'l-Beyân sahibi buna işaret etmiştir. Zeylâî'nin ibaresi bunun hilâfını
îhâm etmektedir. Bahır.
«Cimadan sonra...»
Yani iddet cima bulunmayan mücerret halvetten sonra vâcip olmaz. İddetin velev
ki fâsit olsun halvetten sonra vâcîp olması ancak sahih nikâhtadır. Bahır'da
Zahîre'den naklen şöyle denilmiştir: «Karı-koca cima olup olmadığında ihtilâf
ederlerse, söz kocanındır. Bu hükümlerden hiç biri sabît olmaz.» Yine Bahır'da
Fetih'ten naklen "Bu cima edilen kadın karısının kız kardeşi ise, onun iddeti
bitinceye kadar karısı kendisine haram olur." denilmiştir.
«Ayırma vaktinden»
murad, hâkimin ayırmasıdır. Kendi ayırmaları da öyledir. Bu, ya her ikisinin
yahut birisinin nikâhı feshetmesiyle olur. H. Yanı iddet son cimadan değil,
ayrılma vaktinden başlar. İmam Züfer buna muhaliftir. Sahih kavil budur. Nitekim
Hidâye'de beyan edilmiştir. Fetih, Mi'râc ve Gâyetü'l-Beyân gibi şerhlerinde de
tasdik olunmuştur. Mültekâ, Cevhere ve Bahır sahipleri de bu kavli sahih
bulmuşlardır. Şüphesiz ki bu muteber kitapların sözleri, Mecmâu'l-Enhur
sahibinin sözünden üstündür. O, İmam Züfer'in kavlini sahih bulmuştur.
Mevûhib'in ibaresi şöyledir: «Biz iddeti son cimadan değil, ayrılma vaktinden
itibar ederiz.»
«Esah kavle göre»
bu iki sahih kavilden biridir. Bahır sahibi bunu tercih etmiş; Zeylâî'nin yalnız
bunu söylemekle yetindiğini bildirmiştir. İkinci kavle göre bilmek şarttır.
Hattâ bunu kadına bildirmezse iddeti geçmez.
«Kocasının terk
ettiği vakitten vâcip olur.» Bezzâziye'de şöyle denilmektedir: «Cimadan sonra
fâsit nikâhta birbirinden ayrılmak ancak sözle olur. Mesela "senin yolunu
serbest bıraktım" yahut "seni bıraktım" der. Mucerret nikahı inkar etmek terk
sayılmaz. Ama koca inkâr eder de aynı zamanda, "git ve evlen" derse, bu
birbirinden ayrılma olur. Buradaki boşama mutarekedir. Lâkin bununla talâkın
sayısı eksilmez. Cimadan sonra karı-kocadan birinin diğerinin yanına gitmemesi
mutareke değildir. Çünkü mutareke ancak sözle olur. Muhit sahibi cimadan önce
dahi ancak sözle tahakkuk edeceğini söylemiştir.» Şarih mütarekeyi Zeylâî'nin
yaptığı gibi kocaya tahsis etmiştir. Zira ulemanın zâhir olan sözlerine göre
ınutareke kadın tarafından aslâ olmaz. Halbuki bu nikâhı diğerinin huzurunda
feshetmek, her ikisi tarafından bil ittifak sahihtir. Mütareke ile fesih
arasındaki fark büyüktür. Bahır'da da böyle denilmiştir. Nehir sahibi aralarında
fark görerek, mütarekenin talâkmânâsında olduğunu, binaenaleyh kocaya mahsus
bulunduğunu söylemiştir.
Feshe gelince; "O,
akdi kaldırmaktır, kocaya mahsus değildir. Velev ki mütareke mânâsında olsun."
demiştir. Hayreddin-i Remlî bu sözü reddederek "Fâsit nikâhta talâk tahakkuk
etmez. O halde nasıl oluyor da mütareke talâk mânâsındadır deniliyor. Doğrusu
fark bulunmamaktır. Onun için Makdisî Kenz şerhinde kesin olarak bunu
söylemiştir ilh..." demiştir. Tamamı bizim Bahır üzerine yazdığımız hâşiyededir.
Cimadan önce boşamak bâbında Cevhere'den naklen gelecektir ki, bir kimse fâsit
nikâhla aldığı kansını üç defa boşarsa, hulleciye hacet kalmaksızın onunla
evlenebilir. O bu bâbta hilâf rivayet edilmediğini söylemiştir. Bu da talâkın
fâsit nikâhta tahakkuk etmediğini teyid eyler. Onun için de talâkın sayısını
eksiltmez. Bilâkis bildiğin gibi o mütarekedir. Hattâ kadını bir defa boşar da
sonra sahih nikâhla alırsa, kadın ona üç talâk hakkıyla döner.
«Talâk içindir.»
Maksat şudur: Fâsit nikâhla cima ettiği kadından; ister ayrılsın, ister ölsün,
kadına talâk iddetini beklemesi vâcip olur. Talâk iddeti üç hayızdır. Bu kâdın
dört ay on günden ibaret olan ölüm iddetini beklemez. Minah ve Bahır
sahiplerinin "Buradaki iddetten murad, talâk iddetidir. Vefat iddetine gelince:
Fâsit nikâhtan ona vefat iddeti vâcip olmaz." demelerinin' mânâsı budur. Yani
kadın hayız görürse, üç hayız müddeti; hayız görmezse üç ay yahut çocuğunu
doğuruncaya kadar bekler.
METİN
Nesep ihtiyaten
iddiasız sabit olur. Nesebin müddeti ki altı aydır cimadan başlar. Eğer cimadan
doğurma zamanına kadar hami müddetinin azı, yani altı ay veya fazla geçmiş
olursa, nesep sabit olur. Aksi takdirde meselâ altı aydan daha azda doğurursa,
nesep sabit olmaz. Bu kavil İmam Muhammed'indir. Fetva da onunla verilir.
Şeyhayn'a göre müddetin başlaması, sahih nikâhta olduğu gibi akit zamanından
itibarendir. Nehir sahibi, "bu daha ihtiyattır" diyerek bu kavli tercih etmiş ve
fâsit tasarruflardan yirmi birini saymıştır.
İZAH
«Nesep ihtiyaten
iddiasız sabit olur.» Fakat miras hakkı sabit olmaz. Mevkuf nikâh da böyledir.
Bunu Tahtâvî Ebussuud'dan nakletmiştir. Nesep isbatında gösterilecek ihtiyat
çocuk içindir. T.
«Nesebin müddeti
ilh...» Yani nesebin sabit olacağı müddet ki altı ay veya fazlasıdır cimadan
sayılmaya başlar. Yani ayrılma vuku bulmamışsa, hüküm budur demek istiyor.
Nitekim aşağıda beyan edilecektir.
«Altı ay veya
fazla» sözüyle musannıf, takdirin en az hami müddetiyle yapılması, daha azından
korunmak için olduğuna işaret etmiştir. Altı aydan fazladan ihtiraz etmemiştir.
Çünkü nikâh akdinden yahut cimadan itibaren iki seneden sonra doğurur da o
kadındanayrılmazsa, çocuğun nesebi bil ittifak sabit olur. Bahır.
«Şeyhayn'a göre
ilh...» Bu hilâfın faydası kadın akit zamanından sonra altı ayda, cimadan sonra
altı aydan azda doğurduğu zaman görülür. Çünkü müftabih kavle göre çocuğun
nesebi sabit olmaz.
TEMBİH: Fetih'te
beyan edildiğine" göre müddetin başı, ayrıldıkları vakitten itibarendir. Ayrılma
olmazsa; ya nikâh yahut cima vaktinden olmak üzere ihtilâflıdır. Bahır sahibi
buna itiraz etmiş ve şöyle demiştir: «Bu sözün muktezasına göre kadın
ayrıldıktan altı aydan fazla bir zaman geçtikten sonra çocuk doğurursa ve bu
akit veya cimadan itibaren ise nesep sabit olmaz. Hâkimin ayırmasından sonra
ise, altı aydan azda doğurursa, çocuğun nesebi sabit olmaz. Halbuki çocuğun
nesebi sabit olmaktadır.» Nehir sahibi buna cevap vermiş; "Müddetin nikâh veya
cima vaktinden başlamasının mânâsı evvelce geçtiği vecihle daha azı nefydir.
Ayırma zamanından itibara alınmasının mânâsı, daha çoğunu nefydir. Hattâ ayrılma
zamanından itibaren çocuğu iki seneden fazlada doğurursa, nesebi sabit olmaz."
demiştir. Makdisi'nin şerhinde de bunun gibi denilmiştir. Hâsılı ayırmazdan önce
nesep sabit olur. Velev ki çocuğu akitten veya cimadan sonra iki seneden fazlada
doğurmuş olsun. Ayırdıktan sonra ise ancak ayırma zamanından itibaren akitle
veya cima ile doğum arasında altı aydan az müddet geçmemek şartıyla, ayrıldıktan
iki seneden az bir zaman geçerse sabit olur.
«Nehir sahibi bu
kavli tercih etmiştir.» Onun tercihi, Hidâye sahibi ile başkalarının "Fetva,
İmam Muhammed'in kavline göredir." demelerine aykırı değildir.
«Fâsit
tasarruflardan...» Yani şartlarından biri bulunmayınca, fâsit olanlardan yirmi
birini saymıştır.
METİN
Hulâsa sahibi
bunlardan on tanesini nazma çekerek şöyle demiştir: «Akitlerin fâsit olanı
ondur: Birinci icaredir. Bunun hükmü ecirdir. O da mehr-i mislin veya mehr-i
müsemmanın en azının vâcip olmasıdır. Yahut mehr-i müsemma yoksa bütün mehr-i
mislin vâcip olmasıdır. Kitâbette vâcip olan çoğudur. Bunu, lâfı edilen şeyle
kölenin kıymetinden hangisi çoksa ondan verir. Nikâhta ise, cima ettiği takdirde
mehr-i misil lâzım gelir. Tohumdan çıkan evet sahibinindir. Sulh ile rehni her
biri bozabilir. Emanettir yahut hükmü sahih gibidir. Sonra hîbe teslim alındığı
günkü kıymetiyle ödenir. Bir kimsenin ödünç aldığı köleyi satması sahihtir.
Mudarebenin hükmü de emanettir. Satışta vâcip olan misildir. Aksi takdirde
kıymettir.»
İZAH
«Bunun hükmü...»
Yani fâsit şartla yapılan fâsit icarenin hükmü haneyi tamir gibi; yahutmüsemması
meçhul olarak veya hiç müsemma bulunmayarak yahut şarap gibi bir şey tesmiye
ederek yapılan icare gibi ki, hükmü birinci surette ecr-i misildir. Yahut
temsiye edilen şeydir. Son üç surette kaça çıkarsa çıksın ecr-i misildir.
«Kitâbette vâcip
olan çoğudur.» Yani fâsit olan kitâbette; meselâ kölesini başkasının muayyen bir
malı karşılığında kitâbete keserse, mükâtebe kendi kıymetiyle lâfı edilen şeyin
kıymetinden hangisi çoksa onu vermek vâcip olur.
«Nikâhta ise...»
Yani fâsit nikâhta meselâ şahitsiz kıyılanda mehir olabilecek bir şey
göstermediyse, mehr-i misil lâzım gelir. Gösterdiyse, mehr-i misil ile
müsemmanın az olanı vâcip olur. H.
«Cima ettiği
takdirde» mehr-i misil lâzım gelir. Cima etmediyse, hiçbir şey icabetmez. H.
«Tohumdan çıkan...»
Yani fâsit müzâreadan çıkan zahîre tohum sahibinin olur. Meselâ muayyen birkaç
ölçeğin birine ait olacağını şart koşarlarsa, müzârea fâsit olur. Sonra yer o
kimseninse, çalışana ecr-i misil vermesi gerekir. Tohum çalışandansa, onun yer
için ecr-i misil vermesi icabeder. H.
«Sulh ile rehni...»
Yani fâsit sulh ile fâsit rehni, akdi yapanlardan herbiri bozabilir. Fâsit sulh,
anlaştıkları bedelin ne olduğu bilinmeyen sulhtur. Fâsit rehin ise, hisseli bir
şeyin rehni gibidir. H.
«Emanettir.» Yani
sulh ve rehin bedelleri o sulhu yapanların elinde emanettir. Çünkü her biri
arkadaşının malını onun izniyle almıştır. Lâkin sahibi için değil kendisi için
almıştır. Binaenaleyh garantili (ödemeli) olması gerekir. Nazmı yazan buna,
"yahut hükmü sahih gibidir." sözüyle işaret etmiştir. Sahih sulhun hükmü bedel-i
sulhla ödenir. Sahih rehnin hükmü de kıymeti ile borçtan hangisi azsâ onunla
ödenir. Mutemet kavlin bu olması gerekir. Rahmeti.
Ben derim ki: Rehin
bahsinde, "Fâsit rehin borçtan önce yapıldıysa, sahih rehin gibidir. Aksi
takdirde sahih rehin gibi değildir." sözüyle araları bulunacaktır. Tamamı
inşallah orada gelecektir.
«Sonra hîbe» fâsit
olursa: meselâ taksimi kabul eden hisseli bir şeyse, aldığı günkü kıymetiyle
ödenir. Çünkü onu kendisi için almıştır. Kendisi için alan kimse velev ki
sahibinin izniyle alsın onu öder. Rahmetî.
«Ödünç aldığı
köleyi satması sahihtir.» Yani bir kimse ödünç bir köle alırsa, bu ödünç fâsit
olur. Çünkü kıyemiyattandır, milk ifade eder. Binaenaleyh satılması sahihtir. H.
«Mudarebenin hükmü
de emanettir.» Yani mal sahibinin çalışmasını şart koşmak gibi fasit bir
mudarebenin hükmü emanettir. Çünkü o malı sahibinin izniyle sahabi için
almıştır. Böyle olan bir mal emanettir. Şu da var ki, mudarebe fasit olunca,
mudarib çırak gibi olur. Çırağınelinde mal emanettir. Rahmeti.
«Satışta vacip olan
misildir.» Fasit bir satışta, yani aktin iktiza etmediği bir şartla yapılan
alış-verişte vacip olan misliyattansa, helak olanın mislini; kıyemiyattansa
kıymetini ödemektir.
Yirmibir fasit
tasarruftan kalanlar hakkında Nehir sahibi şunları söylemiştir: «Fasit
tasarruflardan kalanlar; sadaka, hul' ,şirket,selem, kefalet, vekalet, vakıf
ikale, sarf, vasiyet ve kısmettir.»Sadaka hakkında Camiu'l- Fusuleyn'de "Sadaka
fasit hibe gibidir.Teslim almakla ödenir."denilmiştir. Hul'un hükmü karşılığı
batıl olursa talak bain olmaktır. Bu da; şarap, domuz veya ölü eti karşılığında
hul'u yapmak gibidir.
Şirketten murad;
şartı bulunmayan, mesela geliri mal miktarı kadar hesap edilen şirkettir.
Nitekim Mecma'da da böyle denilmiştir. Mal elindeyken helak olursa, o kimse
ödemez. Nasıl ki Camiu'l- Fusuleyn' de beyan edilmiştir.
Selemden murad;
şartlarından biri bulunmayandır. Böyle bir selemde sermayenin hükmü gaspedilmiş
mal gibidir. Binaenaleyh onun karşılığında gözüne kestirdiğini peşin olarak
alması sahihtir. Fusul'de de böyle denilmiştir. Kefalete misal, namına kefil
olunan şahsın bilinmemesidir. Her kime satış yaparsam benim üzerimedir,demesi
gibi ki, bunun hükmü ona vacip olmamaktadır. Ödemek fasit olunca, verdiğini geri
alır. Yine Fusul'de böyle denilmiştir: Vekalet, vakıf, ikale, sarf ve vasiyete
gelince: Zahire göre ulema bunların fasidi ile batını birbirinden
ayırmamışlardır. İkalenin nikah gibi olduğunu; fasit şartın onu iptal etmediğini
açıklamışlardır. Böylece anlaşılmıştır ki, onun fasidi ile batılı arasında fark
yoktur. "İkale teslim aldıktan sonra olur da cariye çocuk doğurmuş bulunursa,
batıl olur."demişlerdir.
Ben derim ki:
Mecma'a nisbet ettiği şirket meselesi Mecma'da yoktur. Bunu söyleyen kimse
görmedik bilakis kazanç musavi olsun olmasın şirket caizdir. Doğrusu, buna misal
olarak birisi için şart koşulan dirhemleri göstermekti. Çünkü bu şirketi bozar.
Fasit şirketin hükmü, kazancın mal miktarı sayılmasıdır. Velev ki birbirinden
farklı olmak şart koşulsun. Mecma ve diğer kitaplarda olan budur. Kısmeti de
zikretmiş: fakat hükümden bahsetmemiştir. Musannıf ve Şarih kısmet babında fasit
taksimle elde edilen: mesela hibe, sadaka veya taksim edilenden bir şey satmakla
alınan mülk sabit olacağını söyleyecektir. Bu, teslim alanın o malda
tasarrufunun caiz olduğunu gösterir. Fâsit satışla alınan mal gibi onun da
kıymetini öder. Sabit olmaz diyenler de vardır. Eşbâh sahibi buna kesinlikle
kail olmuştur. Bezzâziye ve Kınye sahipleri birinciye kaildirler. Nikâh hakkında
söylediği fâsidi ile bâtılı arasında fark olmaması meselesinin söz götürdüğünü
gördün.