03 Ekim 2012

REDDU'L-MUHTAR...MEHRİNİ ALMAK İÇİN KADININ NEFSİNİ KOCASINA TESLİM ETMEMESİ


MEHRİNİ ALMAK İÇİN KADININ NEFSİNİ KOCASINA TESLİM ETMEMESİ

METİN
Kadın beyan edilen mehr-i muaccelinin hepsini veya bir kısmını yahut örfen onun gibisine peşin verilen miktarı almak için kocasını kendisiyle cimadan ve cima mukaddimelerinden Mecmâ şerhi kendini sefere götürmekten men edebilir. Velev ki kadının razı olduğu cima ve halvetten sonra olsun. Çünkü her cima için ayrı akit yapılmıştır. Bunların bir kısmını teslim etmek, kalanını teslimi icabetmez. Bununla fetva verilir. Çünkü örfen sabit olan bir şey şart kılınmış gibidir.
İZAH
«Kadın beyan edilen mehr-i muaccelini almak için ilh...» Kocası bir dirhemden maada bütün mehrini vermiş olsa, o dirhemi almak için kadın kendini teslim etmeyebilir. Kocasının verdiklerini geri almaya hakkı yoktur. Bunu Hindiyye sahibi Sirâc'dan nakletmiştir. Muhit'ten naklen Bahır'da bildirildiğine göre, kadın mehrini kocasından almak üzere bir adama havale ederse, o adam hakkını alıncaya kadar kadın kocasına teslim olmayabilir. Musannıf mehrin teslimi önce geldiğine de işaret etmiştir. Ayrı olsun, borç olsun müsavidir. Satış veya ayrı olan semen bunun hilâfınadır. Çünkü bunlar beraber teslim edilirler. Burada beraberce teslim almak ve teslim etmek imkânsızdır. Satış bunun hilâfınadır. Nitekim Bedâyi'den naklen Nehir'de bildirilmiştir. Tamamı oradadır. Lâkin teslim alma hususunda koca, babasının mehri alıp kıza teslim etmeyeceğinden korkarsa. babaya onu teslime hazır hale getirmesi, sonra mehri teslim alması emrolunur.
«Yahut örten onun gibisine peşin verilen miktarı...» Yanı mehrin hepsinin veya bir kısmının peşin verileceği beyan edilmemişse; kadın, örfen kendisi gibi bir kadına verilmesi âdet olan miktarı alıncaya kadar kocasına teslim olmayabilir. Sayrafiyye'de fetvanın üçte bir veya yarı nazar-ı itibara alınmaksızın karı-kocanın beldelerindeki âdete itibar edileceği bildirilmiştir. Hâniyye'de, "Örf-ü âdet muteberdir. Çünkü örfen sabit olan bir şey, şartan sabit gibidir." denilmiştir.
Ben derîm ki: Zamanımızda Mısır ve Şam'da örf-ü âdet mehrin üçte ikisini peşin vermek, üçte birini veresiye bırakmaktır. Unutma ki, yukarıda Mültekât'tan naklen, "Kadın âdeten şart kılınan ayakkabı. çarşaf. elbise ve şeker parası gibi şeylerden dolayı kocasına teslim olmayabilir." demiştik. Örf-ü âdete bağlı olan bir kimsenin bu gibi şeyleri tereddütsüz vermesi lâzım gelir. Yeter ki verilmeyecek diye şart koşmuş olmasınlar. Zayıf olan örf söylenmeden şart koşulan şeylere katılmaz.
«Kocasını kendisiyle cimadan ilh...» men edebilir. Küçük kızın velîsi dahi onun mehrini olmadan kızı vermeyebilir. Kızın kendisini teslim etmesi doğru değildir. Etse bile velîsi onu geri alır. Baba ile dededen başka velîler mehri olmadıkça kızı teslim edemezler. Ederlersefâsit olur. Musannıf, kadın mehri için teslim olmuyorsa, o kadını cimaya zorlamasının İmam-ı Azam'a göre helâl olmayacağına işaret etmiştir. İmameyn'e göre helâl olur. Nitekim Muhit'te beyan edilmiştir. Bahır. Ama bu hilâfın, kadın evvelâ kendi rızasıyla cima edilmişse diye kayıtlaması gerekir. Kocası onunla cima etmemiş ve onun rızasıyla halvette de bulunmamışsa, bil ittifak helâl olmaz. Nehir.
«Cima mukaddimelerinden ilh...» cümlesi Mecmâ şerhinde açıklanmamış; sadece, "Kocasını kendinden istifade etmekten men edebilir." denilmiştir. Nehir sahibi bunun bütün cima mukaddimelerine şâmil olduğunu söylemiştir. T.
«Sefere götürmekten» tabiri yerine, "çıkarmaktan" dese daha iyi olurdu. Nitekim Kenz sahibi öyle demiştir ve bu kadını evinden çıkarmaya da şâmildir.
«Velev ki kadının razı olduğu cima ve halvetten sonra olsun.» Halvetin hükmü birinci cimadan anlaşılır. Bunu zikretmenin faydası, ancak İmameyn'in aşağıda gelen kavlinde zâhir olur. Kadına zorla cima ve halvet yapması, kadının küçük veya deli olması evleviyetle aynı hükümdedir. Bu ittifâkîdir. Fakat kendi rızasıyla cima ederse, İmameyn'e göre kadın kendini teslimden çekinemez. Çekinirse, bununla naşize (kaçak) sayılır. Kendisine nafaka verilmez. Bahır'da bu hususta inceleme neticesi, "Meğer ki kocasının evinde olduğu halde onu cimadan men etmiş olsun." denilmiştir. Bahır sahibi bu hükmü, ulemanın nafakalar bahsinde, "Mehrini aldıktan sonra bu itaatsizlik sayılmaz." sözlerinden almıştır.
METİN
Yalnız bu mehrin hepsi müeccel veya muaccel konulmadığına göredir. Müeccel veya muaccel mehir koyarlarsa, şartlarına göre hareket ederler. Çünkü açık söylemek delâleten anlaşılandan üstündür. Ancak müddet pek fazla meçhûl olursa, o zaman peşin vermek vâcip olur. Gâye. Ancak talâk veya ölüm sebebiyle tecil müstesnadır. Örf bulunduğu için bu sahihtir. Bezzâziye. İmam Ebû Yusuf'tan bir rivayete göre erkek bütün mehri veresiye bırakırsa, kadın onu cimadan men edebilir. istihsanen bununla fetva verilir. Valvalciyye.
İZAH
«Şartlarına göre hareket ederler.» Yani hepsinin peşin verilmesini şart koştularsa peşin vermesi; veresiye olmasını şart koştularsa veresiye olması gerekir. H. Müeccel (veresiye) meselesi ihtilâflıdır, ileride görülecektir.
«Çünkü açık söylemek ilh...» Yani mehrin bir kısmının peşin verilmesi âdet olsa da, iki tarafın şortlarına itibar olunur Çünkü şart açık sözdür. Örf ise delâlettir. Açık söz delâletten daha kuvvetlidir.
«Ancak müddet pek fazla meçhûl olursa...» Bahır sahibi diyor ki: Müddetin meçhûl olması orak. harman ve benzeri gibi birbirine yakın olursa, sahih kavle göre mâlûm gibidir. NitekimZâhîriyye'de bildirilmiştir. Satış bunun hilâfınadır. Çünkü o bu şartla caiz olmaz Müddet pek fazla meçhûl ise, meselâ ne zaman zenginlersem veririm yahut ne zaman yeller eserse veya yağmur yağarsa veririm demişse, bu müddet sabit olmaz; mehri derhal vermesi icabeder. Gâyetü'l-Beyân'da da böyle denilmiştir.
«Ancak talâk veya ölüm sebebiyle» sözü, müstesnadan istisnadır. H. «Örf bulunduğu için bu sahihtir.» Bahır sahibi diyor ki: «Hulâsa ve Bezzâziye'de bu hususta ihtilâf olduğu bildirilmiştir. Bezzâziye'de sahih olduğu doğrulanmış; Hulâsa'da ise; talâk ile müeccel (versiye) mehrin muaccele (peşine) döneceği; fakat kadına ricat ederse veresiye dönmeyeceği bildirilmiştir.» Yani veresiye mehir boşanıncaya kadar beklenecekse, boşamakla ödeme zamanı gelmiş olur. Fakat muayyen bir müddete kadar bekleneceği konuşulmuşsa. boşamakla peşinsiz dönmez. Nitekim bu Mısır'da bazen olur. Mehrin bir kısmı peşin, bir kısmı talâka veya ölüme kadar veresiye bırakılır. Bir kısmı da taksitle ödenir. Kadın boşandığı zaman veresiye olan kısım peşine döner. Fakat taksitli olan dönmez. Kadın onu boşadıktan sonra, taksit taksit alır. Acaba veresiye olan mehir talâk-ı ric'î ile mutlak surette peşine döner mı, yoksa iddet bitinceye kadar devam eder mi? Bu husus ihtilâflıdır. Kınye sahibi kesinlikle ikinci kavle kail olmuş;onu umumiyetle ulemaya nisbet etmiştir. Kadın dinden döner de dârı harbe gider, sonra müslüman olarak onunla tekrar evlenirse, muhtar kavle göre talâka kadar te'cil edilen mehir kendisinden istenmez. Nitekim Sayrafiyye'de böyle denilmiştir. Çünkü dinden dönmek fesihtir, talâk değildir. Bu satırlar kısaltılarak alınmıştır.
«İstihsanen bununla fetva verilir.» Çünkü erkek bütün mehrin veresiye bırakılmasını isteyince, kadından istifade hakkının düşmesine razı oldu demektir. Hulâsa'da beyan edildiğine göre, Üstad Zahîruddin, kadının cimadan kaçınmaya hakkı olmadığına fetva verirmiş. Sadru'ş-Şehid ise, hakkı olduğunu söylermiş. Demek ki fetva muhteliftir. Bahır.
Ben derim ki: İstihsan tercih edilir. Onun için şarih kesinlikle onu söylemiştir. Bahır'da Fetih'ten naklen, "Bütün bunlar müddet gelmeden cimayı şart koşmadığına göredir. Bunu şart koşar da kadın razı olursa, bil ittifak cimadan kaçınamaz." denilmiştir.
T E M B İ H : Şarihin, hepsini veresiye bırakırsa demesinden anlaşılıyor ki, bir kısmını veresiye bırakır da peşin olanı verirse, İmam Ebû Yusufun kavline göre kadın kendini teslimden çekinemez. Halbuki Kâdıhân Câmi şerhinde evvelâ, "Mehir veresiye dememişse; müddet gelmeden olsun, geldikten sonra olsun kadın kendini teslimden imtina edemez. Bir kısmı müeccel olur da peşin olanını alırsa, hüküm yine böyledir. Keza akitten sonra mehri kadın veresiye bırakırsa yine böyledir." demiş; sonra şunları söylemiştir; «Ebû Yusuf'un kavline göre kadınla zifaf olmamışsa, bu fasılların hepsinde müddet gelinceye kadar kadınkendini teslim etmeyebilir ilh...» Bu söz musannıfın, "Peşin verileceği beyan edilen miktarı almak için ilh..." sözüne muhaliftir. Lâkin Zahîre'de gördüm ki, Sadru'ş-Şehid'den naklen bir kısmını veresiye bırakma meselesinde, "Bizim memleketimizde o kadınla cima etmesi hilâfsız caizdir. Çünkü peşin olan mehir verilince. zifafa girmek örfen şart koşulmuştur. Binaenaleyh nassan şart koşulmuş gibidir. Bütün mehri veresiye bırakmada ise, ne örfen şart vardır, ne de nassan. Binaenaleyh İmam Ebû Yusuf'un kavline göre istihsanen cimaya hakkı yoktur." denilmiştir.
METİN
Nehir'de şöyle denilmiştir: «Kadınla veresi hükmüne göre yüz dirhem mehirle evlenir de kırk dirhemini peşin vermeyi şart koşarsa, onu alıncaya kadar kocasını cimadan men etmeye hakkı vardır. » Kocasını cimadan men ettikten sonra kadının nafakaya, sefere, bir hâcet için kocasının evinden çıkmaya ve mehrini yani muaccel kısmını almadıkça kocasından isimsiz ailesini ziyarete hakkı vardır. Şu halde ancak kendinin alacağı bir hak veya kendinden istenilen bir hak yahut haftada bir defa annesiyle babasını, senede bir defa yakın hısımlarını ziyaret için yahut ebe kadın veya cenaze yıkayıcı olduğu için çıkabilir. Bundan başka yerlere çıkamaz. Kocası izin verse bile her ikisi âsî olur. Mutemet kavle göre zînetlenmemek şartıyla hamama gitmek caizdir. Eşbâh. Bu, nafaka bahsinde gelecektir.
İZAH
«Peşin vermeyi...» Yani zifaftan önce vermeyi şart koşarsa, "onu alıncaya kadar kocasını cimadan men etmeye hakkı vardır." Yanı kırk dirhemden geriye kalanını alıncaya kadar kocasına teslim olmayabilir. Çünkü mehir veresiye olacak diye söyledikten sonra bir kısmının peşin verilmesini şart koşmak, kalan kısmını talâka veya ölüme kadar tehir edebileceğine delâlet vecihlerinden hiçbir vecihle delâlet etmez. Böyle yerlerde âdet, isteninceye kadar tehir etmektir. Bunu Allâme Kâsım'ın Fetvâ'sından Bahır sahibi nakletmiştir.
FER'İ BIR MESELE: Hindiyye'de Hâniyye'den naklen şöyle denilmektedir: «Kadını bin dirhem mehirle alır da mümkün olanı peşin saymayı, kalanını ise bir seneye tehir etmeyi şart koşarsa, kadın onun bütün mehri veya bir kısmını ödemeye imkân bulduğunda, beyyine getirmedikçe bin dirhemin tamamı bir seneye kadar te'cil edilir. Beyyine getirirse hakkını alır.»
«Kocasını men ettikten sonra kadının nafakaya...» Yani mehrini almak için kocasını kendine yaklaşmaktan men ettikten sonra nafakaya yine hakkı vardır. Kocasını men etmesi, onun evinde olduğu halde cimasına mâni olmasına şâmildir. Bu zâhirdir. Keza kocasının evine taşınmaktan çekinirse, kadına yine nafaka vardır. Nitekim bâbında gelecektir. Kadının seferegitmesi de böyledir. Yalnız buna göre nafakanın kendisini hapsetmesinin mükâfatı olması müşkil kalır. Onun içindir ki kadın gasp edilmiş veya kocası yanında olmaksızın hacca gitmiş bulunursa, kendisine nafaka yoktur. Halbuki kadın bir özürden dolayı kendini hapsetmiş değildir. Buna şöyle cevap verilir: Kusur, mehr-i vermemesi sebebiyle erkek tarafından gelmiştir. Binaenaleyh kadın hükmen kendisini erkeği için hapsetmiş sayılır. Nasıl ki kocası onu evinden çıkarsa kadına nafaka vardır. Gasp edilen kadınla hacca giden bunun hilâfınadır. Çünkü burada kusur erkek tarafından gelmemiştir. Bana zâhir olan budur.
«Şu halde ilh...» cümlesi, mukadder bir şartın cevabıdır. Şarih bununla mehrin mutlak olan ifadesini kayıtlamak istemiştir. Çünkü metnin ibaresi gereğince kadın mehrini alırsa, hâcet için otsun, ailesini ziyaret için olsun izinsiz çıkamaz, mânası anlaşılır. Halbuki çıkar, şarihin söylediği meselelerde izinsiz çıkmaya dahi hakkı vardır. Keza mahremiyle birlikte farz haccı edâya yahut babası meselâ hasta olur da hizmetine muhtaç kalırsa, kâfir bile olsa onun hizmetine gidebilir. Yahut kadının başına bir belâ gelir de kocası onun ne olduğunu soruşturmazsa, kadın ondan izinsiz bu hususlarda çıkabilir. Nitekim Fethu'l-Kadir'in nafakalar bahsinde bunlar sıralanmıştır. Kuhistâni'nin ifadesi buna muhaliftir. Halebî de ona tabi olarak "Mehrini aldıktan sonra kocasının izni olmaksızın kadının asla dışarıya çıkmaya hakkı yoktur " demiştir.
«Annesiyle babasını ziyaret için...» Nafakalar bâbında ihtiyar'dan naklen bu sözün, "annesi babası ona gelemezlerse" diye kayıtlandığı görülecektir. Fetih'te, "Hak olan budur." denilmiş ve şöyle devam edilmiştir:«Böyle değillerse, örf-ü âdete göre zaman zaman onları ziyaret için kocasının izin vermesi gerekir. Her hafta meselesine gelince: Bu ihtimalden uzaktır. Çünkü çok dışarı çıkmakla fitne kapısını açmak vardır. Bilhassa kadın genç, erkek de yakışıklı olursa!»
«Yahut ebe kadın veya cenaze yıkayıcı olduğu için çıkabilir.» Nitekim Hâniyye'de böyle denilmiştir. Şarih nafakalar bahsinde Bahır'dan naklen şöyle diyecektir: «Kocası onu cenaze yıkamaktan men edebilir. Çünkü onun hakkı farz-ı kifayeden ileridir.» Hamevî de ondan böyle bahsetmiş Tahtavi "Bu nakli delile muarız değildir." demiş; Rahmetî de "İhtimal bu, cenaze yıkamak için bu kadın taayyün ederse mânâsına yorumlanır." demiştir.
Ben derim ki: Lâkin ulemanın sözlerinden hatıra geliveren, mutlak olan mânâdır. Kocasının bu kadının halini bile bile onunla evlenmiş olmasına ve kendi hakkını ıskat ile onun cenaze yıkamasına razı olmasına bir mâni yoktur. Sonra Bahır'ın nafakalar bahsinde gördüm ki, Nevâzil'den naklen "Kadın kocasının izni olsun olmasın dışarı çıkar." diyor. Sonra Hâniyye'den naklen bu çıkışın, kocasının izniyle kayıtlı olduğunu söylüyor.
«Bundan başka yerlere çıkamaz.» Fetih'in ibaresi "Bundan başka ecnebi ziyaretlerine, onlarla bayramlaşmaya ve düğün cemiyetlerine gitmek için kocası ona izin vermez, o da çıkamaz ilh..." şeklindedir.
«Mutemet kavle göre ilh...» İfadesinin nafaka bahsinde gelecek ibaresi şöyledir: «Kocası onu hamama gitmekten men edebilir. Ancak nifaslı kadın için men edemez. Velev ki zinetsiz ve bir kimsenin avret yeri açılmamak şartıyla hamama gitmek caiz olsun.» Bâkânı diyor ki: «Bu izaha göre kadınları men etmenin caiz olduğunda hilâf yoktur. Çünkü bazılarının açıldığı mâlûmdur. Şurunbulâliyye'de dahi Kemâl'e nisbet edilerek böyle denilmiştir.» Zînetlenmemek hamama mahsus değildir. Çünkü Kemâl "Kadına evinden çıkmayı mübah kıldığımız yerlerin hepsinde, zînetlenmemesi ve kıyafetini erkeklerin bakması ve celbi için değiştirmemesi şarttır." demiştir.
METİN
Kocası, mehrin müeccel ve muaccel hepsini âdedikten sonra, kadından emin olmak şartıyla onu sefere götürebilir. Aksi takdirde yani mehrin bütününü veya bir kısmını ödemez ve kadından emin de olmazsa onu sefere götüremez. Bununla fetva verilir. Nitekim Mecmâ şerhlerinde beyan edilmiştir. Müfteka'l-Ebhur ile Mecmau'l-Fatevâ sahipleri bu kavli tercih etmişler; musannıf da buna itimat etmiştir. Üstadımız Remlî de bununla fetva vermiştir. Lâkin Nehir'de şöyle denilmektedir: Bizim memleketimizde cereyan eden amel, kadını zorla sefere götürmemektir. Bezzazi ve başkaları kesinlikle buna kail olmuşlardır. Muhtar adlı kitapta "Fetva buna göredir." denilmektedir.
İZAH
«Müeccel ve muaccel» sözleri, "hepsini" sözünün tefsiridirler. Bahır sahibi Mecmâ şerhinden naklen şöyle demektedir: «Bazılarının verdiği fetvaya göre, kocası kadına mehr-i muaccel ve müeccelini verdikten sonra emniyene bulunuyorsa, kadını sefere götürebilir. Aksi takdirde götürülemez. Çünkü mehri tecil ancak örf hükmünce sabit olur. İhtimal kadın tecile ancak memleketinde yaşattığı için razı olmuştur. Gurbet memleketlerine çıkardığı zaman razı olmaz ilh...»
«Lâkin Nehir'de ilh...» Bahır'da da Nehir'deki gibi denilmiş: evvelâ kadının mehr-i muaccelini verirse fetvaya göre onu sefere götürebileceği bildirilmiştir. Nitekim Camiu'l-Fusuleyn'de de öyledir. Hânifiyye ile Valvalciyye'de bunun zâhir rivayet olduğu bildirilmiştir. Sonra Bahır sahibi fâkih Ebu'l-Kâsım Saffar ile Ebu'l- Leys'ten naklen "Kocası karısını rızası olmaksızın mutlak surette sefere götüremez. Çünkü zaman bozulmuştur. Kadın kendi evinde nefsinden emin değildir. Dışarı çıkarsa nice olur!" demiştir. Muhtar'da, "Fetva buna göredir." diye açıklamış; Muhit'te muhtar kavlin bu olduğu bildirilmiştir. Valvalciyye'de şöyle denilmektedir: «Zâhir rivayet cevabı onların zamanında idi. Bizim zamanımıza gelince: Caiz değildir. » Bahırsahibi diyor ki: «Valvalciyye sahibi bu meseleyi, zaman değişmekle hükmün değişmesi kabilinden saymıştır. Nitekim ulema tâatlar için adam kiralama meselesinde böyle demişlerdir.» Sonra şöyle demiştir: «Fetva muhteliftir. En iyisi tafsile gitmeden iki fâkihin (Saffâr'la Ebu'l-Leys'in) kavliyle fetva vermektir. Ulemamızdan birçoğu bunu tercih etmiştir. Nitekim Kâfî'de "Zamanımız hâkimlerinin ameli bunar göredir." denilmiştir. Enfeul-Vesâil'de de böyledir.»
"Fetva muhtelif olursa zâhir rivayetten vazgeçilemez." denilemez. Çünkü bu, zamanın değişmesine ibtina etmeyen yerdedir. Nitekim Valvalciyye'nin sözü de bunu ifade etmiştir. Bahır sahibinin "Valvalciyye sahibi bu meseleyi, zaman değişmekle hükmün değişmesi kabilinden saymıştır ilh..." sözündeki Kur'an okutmak ve benzeri tâatlar için adam kiralamanın caiz olduğunu. ne İmam-ı Âzam, ne de İmameyn söylemiş değillerdir. Buna zaruretten dolayı ulema fetva vermişlerdir. Öyle zaruret ki, Hz. İmam'ın zamanında olsa mutlaka caiz olduğunu söyler ve bu onun mezhebi olurdu.
«Bezzâzî kesinlikle buna kail olmuştur.» Nehir'de de böyle denilmiştir. Halbuki Bezzâzî'nin sözü, işi müftiye havale etmektedir. Çünkü şöyle demiştir: «Mehri ödedikten sonra kadını gurbet memleketlerine çıkarmak isterse, bundan men edilir. Çünkü zaman bozulduğu için yabancı eziyet ve zarar görür. Şair; yabancı ne zelîl, ne hakir adamdır. Onu her gün gören tahkir eder, demiştir. Fâkih Ebu'l-Leys bunu tercih etmiştir. Fetva da bununla verilir. Kadı Beyzavî diyor ki: AIIah Teâlâ'nın "Kadınları oturduğunuz yerde oturtun!" âyet-i kerîmesi fâkihin sözünden evlâdır. Bazıları şöyle demişlerdir: Teâlâ Hazretlerinin "Kadınlara zarar vermeyin!" âyet-i kerîmesinin sonunda fâkihin sözüne delil vardır. Çünkü kesin biliyoruz ki, zamanımızın âdetine göre kadını gurbete götürmekte, ona yüzde yüz zarar vardır. Fusul sahibi Kadı'nın sözünü tercih etmiştir. Binaenaleyh müftü kendince gördüğü zarar veya faydaya göre fetva verir. Zira müftü kendince yararlı gördüğü şeylere fetva verir.»
Bu son söz gösteriyor ki, Bezzâzî ne fâkihin sözüne kesin olarak kail olmuştur. ne de Kadı'nın sözüne. Onun kesin olarak söylediği bu işi o hadisinden mesul olan müftüye havale etmektir. Fetvayı iki kavilden birine göre alelıtlak atıvermek doğru değildir. Bazen kadının kocası onun hakkında güvenilir bir kimse olmayabilir. Onu ailesinin arasından uzaklara nakledip de eziyet etmek veya malını almak ister. Hattâ birinin anlattığına göre bir adam karısını sefere götürmüş ve bu benim cariyemdir diye onu satmış. Binaenaleyh müftü birinden böyle bir şey sezerse, ona zâhir rivayetle fetva vermesi helâl olamaz. Çünkü biz yüzde yüz biliyoruz ki, İmam-ı Âzam böyle bir meselede caizdir diye fetva vermemiştir. Bazen öyle tesadüf eder ki, bir memlekette yabancı bir adam yabancı bir kadınla evlenir. Fakat orada geçinme imkânı bulamayıp kadını kendi memleketine veya başka yerenakletmek ister. Kendisi kadın hakkında güvenilir bir insandır. Hattâ kadını kendi memleketine nakletmek ister. Şu halde böyle bir vaziyet karşısında zâhir rivayetten ayrılmak nasıl caiz olabilir! Halbuki muhalifin sebep gösterdiği zarar ortada yoktur. Bilâkis zarar kadına değil erkeğe aittir. Yine yüzde yüz biliyoruz ki, zâhir rivayetin hilâfına fetva veren dahi böyle bir yerde caizdir fetvasını basamaz. Görmüyor musun karısı ile hacca giden bir kimse bir müddet onunla birlikte Mekke'de kaldıktan ve haccettikten sonra kadın onunla birlikte onun memleketine dönmek istemezse, bu adam kadını sefere götürmekten men edilir. Kadını yalnız başına bırakır. O ne isterse onu yapar diyen bir kimse var mı? Öyleyse işi müftüye havale etmek taayyün eder. Bu yalnız bu meseleye mahsus değildir. Müftü bir adamın kadını ailesinden uzak bir memlekette ona zarar vermek maksadıyla bir mahalleden başka mahalleye nakletmek istediğini bilirse, bu hususta ona yardım etmesi caiz değildir. Bundan daha fazlasını öğrenmek isteyen bizim "Neşru'l-Arf..." adlı risalemize baksın!

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...