MEHRİNİ
ALMAK İÇİN KADININ NEFSİNİ KOCASINA TESLİM ETMEMESİ
METİN
Kadın beyan edilen
mehr-i muaccelinin hepsini veya bir kısmını yahut örfen onun gibisine peşin
verilen miktarı almak için kocasını kendisiyle cimadan ve cima mukaddimelerinden
Mecmâ şerhi kendini sefere götürmekten men edebilir. Velev ki kadının razı
olduğu cima ve halvetten sonra olsun. Çünkü her cima için ayrı akit yapılmıştır.
Bunların bir kısmını teslim etmek, kalanını teslimi icabetmez. Bununla fetva
verilir. Çünkü örfen sabit olan bir şey şart kılınmış gibidir.
İZAH
«Kadın beyan edilen
mehr-i muaccelini almak için ilh...» Kocası bir dirhemden maada bütün mehrini
vermiş olsa, o dirhemi almak için kadın kendini teslim etmeyebilir. Kocasının
verdiklerini geri almaya hakkı yoktur. Bunu Hindiyye sahibi Sirâc'dan
nakletmiştir. Muhit'ten naklen Bahır'da bildirildiğine göre, kadın mehrini
kocasından almak üzere bir adama havale ederse, o adam hakkını alıncaya kadar
kadın kocasına teslim olmayabilir. Musannıf mehrin teslimi önce geldiğine de
işaret etmiştir. Ayrı olsun, borç olsun müsavidir. Satış veya ayrı olan semen
bunun hilâfınadır. Çünkü bunlar beraber teslim edilirler. Burada beraberce
teslim almak ve teslim etmek imkânsızdır. Satış bunun hilâfınadır. Nitekim
Bedâyi'den naklen Nehir'de bildirilmiştir. Tamamı oradadır. Lâkin teslim alma
hususunda koca, babasının mehri alıp kıza teslim etmeyeceğinden korkarsa. babaya
onu teslime hazır hale getirmesi, sonra mehri teslim alması emrolunur.
«Yahut örten onun
gibisine peşin verilen miktarı...» Yanı mehrin hepsinin veya bir kısmının peşin
verileceği beyan edilmemişse; kadın, örfen kendisi gibi bir kadına verilmesi
âdet olan miktarı alıncaya kadar kocasına teslim olmayabilir. Sayrafiyye'de
fetvanın üçte bir veya yarı nazar-ı itibara alınmaksızın karı-kocanın
beldelerindeki âdete itibar edileceği bildirilmiştir. Hâniyye'de, "Örf-ü âdet
muteberdir. Çünkü örfen sabit olan bir şey, şartan sabit gibidir." denilmiştir.
Ben derîm ki:
Zamanımızda Mısır ve Şam'da örf-ü âdet mehrin üçte ikisini peşin vermek, üçte
birini veresiye bırakmaktır. Unutma ki, yukarıda Mültekât'tan naklen, "Kadın
âdeten şart kılınan ayakkabı. çarşaf. elbise ve şeker parası gibi şeylerden
dolayı kocasına teslim olmayabilir." demiştik. Örf-ü âdete bağlı olan bir
kimsenin bu gibi şeyleri tereddütsüz vermesi lâzım gelir. Yeter ki verilmeyecek
diye şart koşmuş olmasınlar. Zayıf olan örf söylenmeden şart koşulan şeylere
katılmaz.
«Kocasını
kendisiyle cimadan ilh...» men edebilir. Küçük kızın velîsi dahi onun mehrini
olmadan kızı vermeyebilir. Kızın kendisini teslim etmesi doğru değildir. Etse
bile velîsi onu geri alır. Baba ile dededen başka velîler mehri olmadıkça kızı
teslim edemezler. Ederlersefâsit olur. Musannıf, kadın mehri için teslim
olmuyorsa, o kadını cimaya zorlamasının İmam-ı Azam'a göre helâl olmayacağına
işaret etmiştir. İmameyn'e göre helâl olur. Nitekim Muhit'te beyan edilmiştir.
Bahır. Ama bu hilâfın, kadın evvelâ kendi rızasıyla cima edilmişse diye
kayıtlaması gerekir. Kocası onunla cima etmemiş ve onun rızasıyla halvette de
bulunmamışsa, bil ittifak helâl olmaz. Nehir.
«Cima
mukaddimelerinden ilh...» cümlesi Mecmâ şerhinde açıklanmamış; sadece, "Kocasını
kendinden istifade etmekten men edebilir." denilmiştir. Nehir sahibi bunun bütün
cima mukaddimelerine şâmil olduğunu söylemiştir. T.
«Sefere
götürmekten» tabiri yerine, "çıkarmaktan" dese daha iyi olurdu. Nitekim Kenz
sahibi öyle demiştir ve bu kadını evinden çıkarmaya da şâmildir.
«Velev ki kadının
razı olduğu cima ve halvetten sonra olsun.» Halvetin hükmü birinci cimadan
anlaşılır. Bunu zikretmenin faydası, ancak İmameyn'in aşağıda gelen kavlinde
zâhir olur. Kadına zorla cima ve halvet yapması, kadının küçük veya deli olması
evleviyetle aynı hükümdedir. Bu ittifâkîdir. Fakat kendi rızasıyla cima ederse,
İmameyn'e göre kadın kendini teslimden çekinemez. Çekinirse, bununla naşize
(kaçak) sayılır. Kendisine nafaka verilmez. Bahır'da bu hususta inceleme
neticesi, "Meğer ki kocasının evinde olduğu halde onu cimadan men etmiş olsun."
denilmiştir. Bahır sahibi bu hükmü, ulemanın nafakalar bahsinde, "Mehrini
aldıktan sonra bu itaatsizlik sayılmaz." sözlerinden almıştır.
METİN
Yalnız bu mehrin
hepsi müeccel veya muaccel konulmadığına göredir. Müeccel veya muaccel mehir
koyarlarsa, şartlarına göre hareket ederler. Çünkü açık söylemek delâleten
anlaşılandan üstündür. Ancak müddet pek fazla meçhûl olursa, o zaman peşin
vermek vâcip olur. Gâye. Ancak talâk veya ölüm sebebiyle tecil müstesnadır. Örf
bulunduğu için bu sahihtir. Bezzâziye. İmam Ebû Yusuf'tan bir rivayete göre
erkek bütün mehri veresiye bırakırsa, kadın onu cimadan men edebilir. istihsanen
bununla fetva verilir. Valvalciyye.
İZAH
«Şartlarına göre
hareket ederler.» Yani hepsinin peşin verilmesini şart koştularsa peşin vermesi;
veresiye olmasını şart koştularsa veresiye olması gerekir. H. Müeccel (veresiye)
meselesi ihtilâflıdır, ileride görülecektir.
«Çünkü açık
söylemek ilh...» Yani mehrin bir kısmının peşin verilmesi âdet olsa da, iki
tarafın şortlarına itibar olunur Çünkü şart açık sözdür. Örf ise delâlettir.
Açık söz delâletten daha kuvvetlidir.
«Ancak müddet pek
fazla meçhûl olursa...» Bahır sahibi diyor ki: Müddetin meçhûl olması orak.
harman ve benzeri gibi birbirine yakın olursa, sahih kavle göre mâlûm gibidir.
NitekimZâhîriyye'de bildirilmiştir. Satış bunun hilâfınadır. Çünkü o bu şartla
caiz olmaz Müddet pek fazla meçhûl ise, meselâ ne zaman zenginlersem veririm
yahut ne zaman yeller eserse veya yağmur yağarsa veririm demişse, bu müddet
sabit olmaz; mehri derhal vermesi icabeder. Gâyetü'l-Beyân'da da böyle
denilmiştir.
«Ancak talâk veya
ölüm sebebiyle» sözü, müstesnadan istisnadır. H. «Örf bulunduğu için bu
sahihtir.» Bahır sahibi diyor ki: «Hulâsa ve Bezzâziye'de bu hususta ihtilâf
olduğu bildirilmiştir. Bezzâziye'de sahih olduğu doğrulanmış; Hulâsa'da ise;
talâk ile müeccel (versiye) mehrin muaccele (peşine) döneceği; fakat kadına
ricat ederse veresiye dönmeyeceği bildirilmiştir.» Yani veresiye mehir
boşanıncaya kadar beklenecekse, boşamakla ödeme zamanı gelmiş olur. Fakat
muayyen bir müddete kadar bekleneceği konuşulmuşsa. boşamakla peşinsiz dönmez.
Nitekim bu Mısır'da bazen olur. Mehrin bir kısmı peşin, bir kısmı talâka veya
ölüme kadar veresiye bırakılır. Bir kısmı da taksitle ödenir. Kadın boşandığı
zaman veresiye olan kısım peşine döner. Fakat taksitli olan dönmez. Kadın onu
boşadıktan sonra, taksit taksit alır. Acaba veresiye olan mehir talâk-ı ric'î
ile mutlak surette peşine döner mı, yoksa iddet bitinceye kadar devam eder mi?
Bu husus ihtilâflıdır. Kınye sahibi kesinlikle ikinci kavle kail olmuş;onu
umumiyetle ulemaya nisbet etmiştir. Kadın dinden döner de dârı harbe gider,
sonra müslüman olarak onunla tekrar evlenirse, muhtar kavle göre talâka kadar
te'cil edilen mehir kendisinden istenmez. Nitekim Sayrafiyye'de böyle
denilmiştir. Çünkü dinden dönmek fesihtir, talâk değildir. Bu satırlar
kısaltılarak alınmıştır.
«İstihsanen bununla
fetva verilir.» Çünkü erkek bütün mehrin veresiye bırakılmasını isteyince,
kadından istifade hakkının düşmesine razı oldu demektir. Hulâsa'da beyan
edildiğine göre, Üstad Zahîruddin, kadının cimadan kaçınmaya hakkı olmadığına
fetva verirmiş. Sadru'ş-Şehid ise, hakkı olduğunu söylermiş. Demek ki fetva
muhteliftir. Bahır.
Ben derim ki:
İstihsan tercih edilir. Onun için şarih kesinlikle onu söylemiştir. Bahır'da
Fetih'ten naklen, "Bütün bunlar müddet gelmeden cimayı şart koşmadığına göredir.
Bunu şart koşar da kadın razı olursa, bil ittifak cimadan kaçınamaz."
denilmiştir.
T E M B İ H :
Şarihin, hepsini veresiye bırakırsa demesinden anlaşılıyor ki, bir kısmını
veresiye bırakır da peşin olanı verirse, İmam Ebû Yusufun kavline göre kadın
kendini teslimden çekinemez. Halbuki Kâdıhân Câmi şerhinde evvelâ, "Mehir
veresiye dememişse; müddet gelmeden olsun, geldikten sonra olsun kadın kendini
teslimden imtina edemez. Bir kısmı müeccel olur da peşin olanını alırsa, hüküm
yine böyledir. Keza akitten sonra mehri kadın veresiye bırakırsa yine böyledir."
demiş; sonra şunları söylemiştir; «Ebû Yusuf'un kavline göre kadınla zifaf
olmamışsa, bu fasılların hepsinde müddet gelinceye kadar kadınkendini teslim
etmeyebilir ilh...» Bu söz musannıfın, "Peşin verileceği beyan edilen miktarı
almak için ilh..." sözüne muhaliftir. Lâkin Zahîre'de gördüm ki,
Sadru'ş-Şehid'den naklen bir kısmını veresiye bırakma meselesinde, "Bizim
memleketimizde o kadınla cima etmesi hilâfsız caizdir. Çünkü peşin olan mehir
verilince. zifafa girmek örfen şart koşulmuştur. Binaenaleyh nassan şart
koşulmuş gibidir. Bütün mehri veresiye bırakmada ise, ne örfen şart vardır, ne
de nassan. Binaenaleyh İmam Ebû Yusuf'un kavline göre istihsanen cimaya hakkı
yoktur." denilmiştir.
METİN
Nehir'de şöyle
denilmiştir: «Kadınla veresi hükmüne göre yüz dirhem mehirle evlenir de kırk
dirhemini peşin vermeyi şart koşarsa, onu alıncaya kadar kocasını cimadan men
etmeye hakkı vardır. » Kocasını cimadan men ettikten sonra kadının nafakaya,
sefere, bir hâcet için kocasının evinden çıkmaya ve mehrini yani muaccel kısmını
almadıkça kocasından isimsiz ailesini ziyarete hakkı vardır. Şu halde ancak
kendinin alacağı bir hak veya kendinden istenilen bir hak yahut haftada bir defa
annesiyle babasını, senede bir defa yakın hısımlarını ziyaret için yahut ebe
kadın veya cenaze yıkayıcı olduğu için çıkabilir. Bundan başka yerlere çıkamaz.
Kocası izin verse bile her ikisi âsî olur. Mutemet kavle göre zînetlenmemek
şartıyla hamama gitmek caizdir. Eşbâh. Bu, nafaka bahsinde gelecektir.
İZAH
«Peşin vermeyi...»
Yani zifaftan önce vermeyi şart koşarsa, "onu alıncaya kadar kocasını cimadan
men etmeye hakkı vardır." Yanı kırk dirhemden geriye kalanını alıncaya kadar
kocasına teslim olmayabilir. Çünkü mehir veresiye olacak diye söyledikten sonra
bir kısmının peşin verilmesini şart koşmak, kalan kısmını talâka veya ölüme
kadar tehir edebileceğine delâlet vecihlerinden hiçbir vecihle delâlet etmez.
Böyle yerlerde âdet, isteninceye kadar tehir etmektir. Bunu Allâme Kâsım'ın
Fetvâ'sından Bahır sahibi nakletmiştir.
FER'İ BIR MESELE:
Hindiyye'de Hâniyye'den naklen şöyle denilmektedir: «Kadını bin dirhem mehirle
alır da mümkün olanı peşin saymayı, kalanını ise bir seneye tehir etmeyi şart
koşarsa, kadın onun bütün mehri veya bir kısmını ödemeye imkân bulduğunda,
beyyine getirmedikçe bin dirhemin tamamı bir seneye kadar te'cil edilir. Beyyine
getirirse hakkını alır.»
«Kocasını men
ettikten sonra kadının nafakaya...» Yani mehrini almak için kocasını kendine
yaklaşmaktan men ettikten sonra nafakaya yine hakkı vardır. Kocasını men etmesi,
onun evinde olduğu halde cimasına mâni olmasına şâmildir. Bu zâhirdir. Keza
kocasının evine taşınmaktan çekinirse, kadına yine nafaka vardır. Nitekim
bâbında gelecektir. Kadının seferegitmesi de böyledir. Yalnız buna göre
nafakanın kendisini hapsetmesinin mükâfatı olması müşkil kalır. Onun içindir ki
kadın gasp edilmiş veya kocası yanında olmaksızın hacca gitmiş bulunursa,
kendisine nafaka yoktur. Halbuki kadın bir özürden dolayı kendini hapsetmiş
değildir. Buna şöyle cevap verilir: Kusur, mehr-i vermemesi sebebiyle erkek
tarafından gelmiştir. Binaenaleyh kadın hükmen kendisini erkeği için hapsetmiş
sayılır. Nasıl ki kocası onu evinden çıkarsa kadına nafaka vardır. Gasp edilen
kadınla hacca giden bunun hilâfınadır. Çünkü burada kusur erkek tarafından
gelmemiştir. Bana zâhir olan budur.
«Şu halde ilh...»
cümlesi, mukadder bir şartın cevabıdır. Şarih bununla mehrin mutlak olan
ifadesini kayıtlamak istemiştir. Çünkü metnin ibaresi gereğince kadın mehrini
alırsa, hâcet için otsun, ailesini ziyaret için olsun izinsiz çıkamaz, mânası
anlaşılır. Halbuki çıkar, şarihin söylediği meselelerde izinsiz çıkmaya dahi
hakkı vardır. Keza mahremiyle birlikte farz haccı edâya yahut babası meselâ
hasta olur da hizmetine muhtaç kalırsa, kâfir bile olsa onun hizmetine
gidebilir. Yahut kadının başına bir belâ gelir de kocası onun ne olduğunu
soruşturmazsa, kadın ondan izinsiz bu hususlarda çıkabilir. Nitekim
Fethu'l-Kadir'in nafakalar bahsinde bunlar sıralanmıştır. Kuhistâni'nin ifadesi
buna muhaliftir. Halebî de ona tabi olarak "Mehrini aldıktan sonra kocasının
izni olmaksızın kadının asla dışarıya çıkmaya hakkı yoktur " demiştir.
«Annesiyle babasını
ziyaret için...» Nafakalar bâbında ihtiyar'dan naklen bu sözün, "annesi babası
ona gelemezlerse" diye kayıtlandığı görülecektir. Fetih'te, "Hak olan budur."
denilmiş ve şöyle devam edilmiştir:«Böyle değillerse, örf-ü âdete göre zaman
zaman onları ziyaret için kocasının izin vermesi gerekir. Her hafta meselesine
gelince: Bu ihtimalden uzaktır. Çünkü çok dışarı çıkmakla fitne kapısını açmak
vardır. Bilhassa kadın genç, erkek de yakışıklı olursa!»
«Yahut ebe kadın
veya cenaze yıkayıcı olduğu için çıkabilir.» Nitekim Hâniyye'de böyle
denilmiştir. Şarih nafakalar bahsinde Bahır'dan naklen şöyle diyecektir: «Kocası
onu cenaze yıkamaktan men edebilir. Çünkü onun hakkı farz-ı kifayeden ileridir.»
Hamevî de ondan böyle bahsetmiş Tahtavi "Bu nakli delile muarız değildir."
demiş; Rahmetî de "İhtimal bu, cenaze yıkamak için bu kadın taayyün ederse
mânâsına yorumlanır." demiştir.
Ben derim ki: Lâkin
ulemanın sözlerinden hatıra geliveren, mutlak olan mânâdır. Kocasının bu kadının
halini bile bile onunla evlenmiş olmasına ve kendi hakkını ıskat ile onun cenaze
yıkamasına razı olmasına bir mâni yoktur. Sonra Bahır'ın nafakalar bahsinde
gördüm ki, Nevâzil'den naklen "Kadın kocasının izni olsun olmasın dışarı çıkar."
diyor. Sonra Hâniyye'den naklen bu çıkışın, kocasının izniyle kayıtlı olduğunu
söylüyor.
«Bundan başka
yerlere çıkamaz.» Fetih'in ibaresi "Bundan başka ecnebi ziyaretlerine, onlarla
bayramlaşmaya ve düğün cemiyetlerine gitmek için kocası ona izin vermez, o da
çıkamaz ilh..." şeklindedir.
«Mutemet kavle göre
ilh...» İfadesinin nafaka bahsinde gelecek ibaresi şöyledir: «Kocası onu hamama
gitmekten men edebilir. Ancak nifaslı kadın için men edemez. Velev ki zinetsiz
ve bir kimsenin avret yeri açılmamak şartıyla hamama gitmek caiz olsun.» Bâkânı
diyor ki: «Bu izaha göre kadınları men etmenin caiz olduğunda hilâf yoktur.
Çünkü bazılarının açıldığı mâlûmdur. Şurunbulâliyye'de dahi Kemâl'e nisbet
edilerek böyle denilmiştir.» Zînetlenmemek hamama mahsus değildir. Çünkü Kemâl
"Kadına evinden çıkmayı mübah kıldığımız yerlerin hepsinde, zînetlenmemesi ve
kıyafetini erkeklerin bakması ve celbi için değiştirmemesi şarttır." demiştir.
METİN
Kocası, mehrin
müeccel ve muaccel hepsini âdedikten sonra, kadından emin olmak şartıyla onu
sefere götürebilir. Aksi takdirde yani mehrin bütününü veya bir kısmını ödemez
ve kadından emin de olmazsa onu sefere götüremez. Bununla fetva verilir. Nitekim
Mecmâ şerhlerinde beyan edilmiştir. Müfteka'l-Ebhur ile Mecmau'l-Fatevâ
sahipleri bu kavli tercih etmişler; musannıf da buna itimat etmiştir. Üstadımız
Remlî de bununla fetva vermiştir. Lâkin Nehir'de şöyle denilmektedir: Bizim
memleketimizde cereyan eden amel, kadını zorla sefere götürmemektir. Bezzazi ve
başkaları kesinlikle buna kail olmuşlardır. Muhtar adlı kitapta "Fetva buna
göredir." denilmektedir.
İZAH
«Müeccel ve
muaccel» sözleri, "hepsini" sözünün tefsiridirler. Bahır sahibi Mecmâ şerhinden
naklen şöyle demektedir: «Bazılarının verdiği fetvaya göre, kocası kadına mehr-i
muaccel ve müeccelini verdikten sonra emniyene bulunuyorsa, kadını sefere
götürebilir. Aksi takdirde götürülemez. Çünkü mehri tecil ancak örf hükmünce
sabit olur. İhtimal kadın tecile ancak memleketinde yaşattığı için razı
olmuştur. Gurbet memleketlerine çıkardığı zaman razı olmaz ilh...»
«Lâkin Nehir'de
ilh...» Bahır'da da Nehir'deki gibi denilmiş: evvelâ kadının mehr-i muaccelini
verirse fetvaya göre onu sefere götürebileceği bildirilmiştir. Nitekim
Camiu'l-Fusuleyn'de de öyledir. Hânifiyye ile Valvalciyye'de bunun zâhir rivayet
olduğu bildirilmiştir. Sonra Bahır sahibi fâkih Ebu'l-Kâsım Saffar ile Ebu'l-
Leys'ten naklen "Kocası karısını rızası olmaksızın mutlak surette sefere
götüremez. Çünkü zaman bozulmuştur. Kadın kendi evinde nefsinden emin değildir.
Dışarı çıkarsa nice olur!" demiştir. Muhtar'da, "Fetva buna göredir." diye
açıklamış; Muhit'te muhtar kavlin bu olduğu bildirilmiştir. Valvalciyye'de şöyle
denilmektedir: «Zâhir rivayet cevabı onların zamanında idi. Bizim zamanımıza
gelince: Caiz değildir. » Bahırsahibi diyor ki: «Valvalciyye sahibi bu meseleyi,
zaman değişmekle hükmün değişmesi kabilinden saymıştır. Nitekim ulema tâatlar
için adam kiralama meselesinde böyle demişlerdir.» Sonra şöyle demiştir: «Fetva
muhteliftir. En iyisi tafsile gitmeden iki fâkihin (Saffâr'la Ebu'l-Leys'in)
kavliyle fetva vermektir. Ulemamızdan birçoğu bunu tercih etmiştir. Nitekim
Kâfî'de "Zamanımız hâkimlerinin ameli bunar göredir." denilmiştir.
Enfeul-Vesâil'de de böyledir.»
"Fetva muhtelif
olursa zâhir rivayetten vazgeçilemez." denilemez. Çünkü bu, zamanın değişmesine
ibtina etmeyen yerdedir. Nitekim Valvalciyye'nin sözü de bunu ifade etmiştir.
Bahır sahibinin "Valvalciyye sahibi bu meseleyi, zaman değişmekle hükmün
değişmesi kabilinden saymıştır ilh..." sözündeki Kur'an okutmak ve benzeri
tâatlar için adam kiralamanın caiz olduğunu. ne İmam-ı Âzam, ne de İmameyn
söylemiş değillerdir. Buna zaruretten dolayı ulema fetva vermişlerdir. Öyle
zaruret ki, Hz. İmam'ın zamanında olsa mutlaka caiz olduğunu söyler ve bu onun
mezhebi olurdu.
«Bezzâzî kesinlikle
buna kail olmuştur.» Nehir'de de böyle denilmiştir. Halbuki Bezzâzî'nin sözü,
işi müftiye havale etmektedir. Çünkü şöyle demiştir: «Mehri ödedikten sonra
kadını gurbet memleketlerine çıkarmak isterse, bundan men edilir. Çünkü zaman
bozulduğu için yabancı eziyet ve zarar görür. Şair; yabancı ne zelîl, ne hakir
adamdır. Onu her gün gören tahkir eder, demiştir. Fâkih Ebu'l-Leys bunu tercih
etmiştir. Fetva da bununla verilir. Kadı Beyzavî diyor ki: AIIah Teâlâ'nın
"Kadınları oturduğunuz yerde oturtun!" âyet-i kerîmesi fâkihin sözünden evlâdır.
Bazıları şöyle demişlerdir: Teâlâ Hazretlerinin "Kadınlara zarar vermeyin!"
âyet-i kerîmesinin sonunda fâkihin sözüne delil vardır. Çünkü kesin biliyoruz
ki, zamanımızın âdetine göre kadını gurbete götürmekte, ona yüzde yüz zarar
vardır. Fusul sahibi Kadı'nın sözünü tercih etmiştir. Binaenaleyh müftü kendince
gördüğü zarar veya faydaya göre fetva verir. Zira müftü kendince yararlı gördüğü
şeylere fetva verir.»
Bu son söz
gösteriyor ki, Bezzâzî ne fâkihin sözüne kesin olarak kail olmuştur. ne de
Kadı'nın sözüne. Onun kesin olarak söylediği bu işi o hadisinden mesul olan
müftüye havale etmektir. Fetvayı iki kavilden birine göre alelıtlak atıvermek
doğru değildir. Bazen kadının kocası onun hakkında güvenilir bir kimse
olmayabilir. Onu ailesinin arasından uzaklara nakledip de eziyet etmek veya
malını almak ister. Hattâ birinin anlattığına göre bir adam karısını sefere
götürmüş ve bu benim cariyemdir diye onu satmış. Binaenaleyh müftü birinden
böyle bir şey sezerse, ona zâhir rivayetle fetva vermesi helâl olamaz. Çünkü biz
yüzde yüz biliyoruz ki, İmam-ı Âzam böyle bir meselede caizdir diye fetva
vermemiştir. Bazen öyle tesadüf eder ki, bir memlekette yabancı bir adam yabancı
bir kadınla evlenir. Fakat orada geçinme imkânı bulamayıp kadını kendi
memleketine veya başka yerenakletmek ister. Kendisi kadın hakkında güvenilir bir
insandır. Hattâ kadını kendi memleketine nakletmek ister. Şu halde böyle bir
vaziyet karşısında zâhir rivayetten ayrılmak nasıl caiz olabilir! Halbuki
muhalifin sebep gösterdiği zarar ortada yoktur. Bilâkis zarar kadına değil
erkeğe aittir. Yine yüzde yüz biliyoruz ki, zâhir rivayetin hilâfına fetva veren
dahi böyle bir yerde caizdir fetvasını basamaz. Görmüyor musun karısı ile hacca
giden bir kimse bir müddet onunla birlikte Mekke'de kaldıktan ve haccettikten
sonra kadın onunla birlikte onun memleketine dönmek istemezse, bu adam kadını
sefere götürmekten men edilir. Kadını yalnız başına bırakır. O ne isterse onu
yapar diyen bir kimse var mı? Öyleyse işi müftüye havale etmek taayyün eder. Bu
yalnız bu meseleye mahsus değildir. Müftü bir adamın kadını ailesinden uzak bir
memlekette ona zarar vermek maksadıyla bir mahalleden başka mahalleye nakletmek
istediğini bilirse, bu hususta ona yardım etmesi caiz değildir. Bundan daha
fazlasını öğrenmek isteyen bizim "Neşru'l-Arf..." adlı risalemize
baksın!