03 Ekim 2012

REDDU'L-MUHTAR...MEHİRDE İHTİLÂF MESELELERİ


MEHİRDE İHTİLÂF MESELELERİ

METİN
Fusul'de "Kendince gördüğü yarara göre fetva verir." denilmiştir. Sefer müddetinden az olan yerlere kadını kasabadan köye ve köyden kasabaya, köyden başka köye nakledebilir. Çünkü bu gurbet değildir. Tatarhâniyye sahibi bunu. gece basmadan memleketine dönmek mümkün olan köye götürebilir diye kayıtlamış; Kâfî sahibi ise fetva buna göredir diyerek mutlak bırakmıştır. Karı-koca mehirde ihtilâf ederlerse, aslında ihtilâf ettikleri takdirde, mehir konulduğunu inkâr edene yemin verdirilir. Yeminden cayarsa, mehr-i müsemma sabit olur. Yemin ederse mehr-i misil vâcip olur. Mehir meselesinde bil ittifak yemin verdirilir.
İZAH
«Fusul'de ilh...» Biliyorsun ki bu kavli Bezzâziye sahibi tercih etmiştir. Fusul'ün sözünü başkaları da tercih etmiştir.
«Tatarhâniyye sahibi bunu...» ifadesindeki zamir nakle râcîdir. "Kâfi sahibi ise mutlak bırakmıştır." cümlesindeki zamir de nakle aittir. Şurunbulâliyye'de beyan edildiğine göre zamanımızda, "kadını kasabadan köye nakledemez" kavliyle amel etmek gerekir. Çünkü zaman bozulmuştur. Köye götürebilir sözü zayıftır. Çünkü ihtiyar sahibi "Kadını şehrin yakın köylerine götürebilir. Çünkü bu gurbet değildir diyenler de olmuştur." demektedir. Murad, şer'î yolculuk değil, nakildir. Çünkü İhtiyar'da, bu gurbet değildir denilmiştir. Şurunbulâliyye'nin sözü burada biter.
Ben derim ki: Burada şöyle bir itiraz vârit olabilir: Kâfî sahibi, fetva naklin caiz olduğuna göredir diye açıkladıktan ve Kınye sahibi doğrusu budur dedikten sonra bu söz nasıl zayıf olabiliyor! Evet, sadece zamanın bozukluğu sebebiyle tercih etseydi daha iyi olurdu. Lâkin yukarıda Bezzâziye'den naklettiğimiz meselede müftüye havale edilir, sözüyle amel etmek gerekir. Hattâ müftü, kansını eza cefa için nakletmek isteyen bir adam görürse, ona fetva vermemeli. Bâhusus kadın şerefli bir aileden olur da köy onun gibilere mesken teşkil edemezse, bu fetvayı asla vermemelidir. Çünkü mesken nafaka gibi kan-kocanın hallerine göre itibar olunur. Nitekim bâbında gelecektir.
«Karı-koca mehirde ihtilâf ederlerse...» Fetih'te şöyle denilmiştir:"Mehirde ihtilâf; ya miktarındadır yahut aslında. Bunlardan herbiri ya sağlığındadır yahut her ikisi veya birisi öldükten sonradır. Bu iki şey de ya zifaftan sonradır yahut öncedir.»
«Aslında ihtilâf» birinin mehr-i müsemma konduğunu iddia etmesi, diğerinin inkârda bulunması ile olur.
«Yemin verdirilir.» Yani iddia eden taraf delil getirmekten aciz kalırsa, inkar edene yemin verdirilir. Şarihler yemin verdirme meselesinden bahsetmemişlerdir. Çünkü açıktır. Nitekim Bahır'da böyle denilmiştir.
«Mehr-i misil vâcip olur.» Bahır sahibi diyor ki: «Bunun zâhirine bakılırsa, kaça çıkarsa çıksın mehr-i misil vâcip olur. Halbuki öyle değildir. Bilâkis mehr-i müsemmayı dâvâ eden kadınsa, kadının iddia ettiği miktardan fazla verilmez. Dâvâcı erkekse, onun iddia ettiğinden de noksan bırakılmaz. Nitekim Bedâyi'de buna işaret edilmiştir.»
Ben derim ki: Eğer dâvâcı bir şey tesmiye ederse, bu zâhirdir. Aksi takdirde zâhir değildir. Sonra bu mesele, ihtilâf mutlak surette boşamadan önce veya sonra, zifaf veya halvetten sonra olmakla kayıtlıdır. Kadını zifaf ve halvetten önce boşarsa, vâcip olan müt'adır. Nitekim Bahır'da bildirilmiştir. Burada musannıf bundan bahsetmemiştir. Çünkü aşağıda gelecek "Cimadan önce boşamada müt'a-i misil hakem kılınır." sözünden anlaşılmaktadır.
«Mehir meselesinde bilittifak yemin verdirilir.» sözü. Sadru'ş-Şeria'ya verilen red cevabına işarettir. Sadru'ş-Şeria şöyle demiştir: «Ebû Hanife'ye göre inkâr edene yemin verdirmemek gerekir. Çünkü ona göre nikâhta yemin verdirmek yoktur. Binaenaleyh mehr-i misil vâcip olur." Bahır sahibi diyor ki: «Bu. söz götürür. Çünkü burada yemin verdirmek asıl nikâha değil, mal üzerinedir. Binaenaleyh mehr-i müsemmayı inkâr edene bilittifak yemin verdirmek taayyûn eder.» Sadru'ş-Şeria'ya Dürer sahibiyle İbn-i Kemâl de itiraz etmişlerdir. İbn-i Kemal onu vehme nisbet etmiştir.
METİN
Nikâh mevcut iken mehrin miktarında ihtilâf ederlerse, söz yeminiyle beraber mehr-i mislin şahit olduğu tarafındır. Hangi taraf beyyine getirirse kabul edilir. Mehr-i mislin erkeğe veya kadına şahit olup olmaması müsavidir. İki taraf birden beyyine getirdikleri takdirde, mehr-i misil erkeğe ,şahit ise, kadının beyyinesi tercih edilir. Mehir misil kadına şahit ise, erkeğin beyyinesi tercih edilir. Çünkü beyyineler zâhirin hilâfını isbat içindir. Mehr-i misil ikisinin arasında ise, her ikisinden yemin istenir. Yemin ederler veya delil getirirlerse, onunla hüküm verilir. Birisi delil getirirse, onun delili kabul edilir. Çünkü o dâvâsını aydınlatmıştır.
İZAH
«Mehrin miktarında ihtilâf ederlerse...» Yani mehir, nakit olsun, ölçülen veya tartılan şeylerden olsun, zimmette vasfedilmiş bir borçtur yahut aynıdır. Musannıfın, "miktarında" diye kayıtlaması şundandır: Çünkü köle ve cariye gibi cinsinde yahut iyilik, kötülük gibi sıfatında, Türk veya Rum gibi nevinde ihtilâf ederlerse, mehr-i müsemma ayrı olduğu takdirde söz kocanındır. Borç olursa, mehrin aslındaki ihtilâf gibidir. Tamamı Bahır'dadır.
«Nikâh mevcut iken...» Yani zifaftan önce veya sonra keza talâk ve zifaftan sonra ihtilâf ederlerse demektir. Rahmetî. Zifaftan önce boşar da ihtilâf ederlerse, hükmü ileride gelecektir.
«Mehr-i mislin şahit olduğu tarafındır.» Yani mehr-i misli kadının dediği kadar veya çokolursa, söz kadının; erkeğin dediği kadar veya daha az olursa, söz erkeğindir. İkisinin arasında olursa, yani mehr-i misil erkeğin söylediğinden çok, kadının söylediğinden az olur da beyyine bulunmazsa, iki taraf yemin ederler ve mehr-i misil lâzım gelir. Mültekâ ile şerhinde böyle denilmiştir. Ama bu, Râzî'nin tahricine göredir ve hâsılı şudur: Yemin verdirmek, karı-kocanın sözleri birbirine muhalif olduğu vakittir. Birisinin sözü muvafık düşerse söz erkeğindir. Câmı-i Sagîr'de zikredilen budur. Kerhî'nin tahricine göre ise, karı-koca üç suretin hepsinde yemin ederler. Sonra mehr-i misil hakem tayin edilir. Mebsût ve Muhit sahipleri bu kavli sahih bulmuşlardır. Kenz sahibi de yeminleşme bâbında kesinlikle buna kail olmuştur. Bahır sahibi "Ben birinci kavli tercih eden görmedim." demiş; fakat Nehir sahibi ona itirazla "Zeyfâî ve başkalarının Hidâye sahibine uyarak onu önce zikretmeleri tercih edildiğini bildirir." demiştir. Nihâye sahibi de bu kavli sahihlemiş; Kâdıhân bunun evlâ olduğunu söylemiştir. Câmi-i Sagîr şerhinde bu kavilden başkası zikredilmemiştir. Evlâ olan, kocaya yemin verdirmekten başlamaktır. Bazıları aralarında kura çekileceğini söylemişlerdir.
Ben derim ki: Şimdi mehr-i misil bilinmezse ne yapılacağı kalır. Zâhire bakılırsa söz kocanındır. Çünkü yukarıda geçtiği gibi o, ziyadeyi inkar etmektedir.
«Erkeğin beyyinesi tercih edilir ilh...» Bu söz bazı ulemanın sözüdür. Mültekâ sahibi kesinlikle buna kaildir. Burada ve yeminleşme bâbında Zeylâî'de öyledir. Bazıları kadının beyyinesinin de tercih edileceğini söylemişlerdir. Çünkü o karı-kocanın birbirlerini tasdik etmelerinden anlaşılmayan bir şeyi meydana çıkarmıştır. Nitekim Bahır'da beyan edilmiştir.
«Zâhirin hilâfını isbat içindir» Zâhir, mehr-i mislin şahit olduğu tarafta beraberdir. T.
«Mehr-i misil ikisinin arasında ise ilh...» Bu söz üçüncü kısmı beyandır. Birinci kısım mehr-i mislin şahit olduğu taraf, ikinci kısım her ikisinîn beyyine getirmeleri idi. Zira her iki taraf beyyine getiremezler veya getirirlerse, bazen mehr-i misil erkeğe, bazen kadına şahit olur bazen de ikisinin arasında bulunur. Musannıf iki kısmı iki meselede beyan etti. Bu üçüncü kısımdır. "Her ikisi yemin ederlerse" sözü birinci meseleye râcî; "Yahut her ikisi delil getirirlerse" sözü de ikinci meseleye recîdir. Lâkin musannıfın, "yemin ederler" sözünü ibareden atması lâzımdı. Çünkü her ikisi delil getirirse kendilerinden yemin istenmez.
«Her ikisinden yemin istenir.» Koca yeminden çekinirse binbeşyüz dirhem mehr-i misil hükmolunur. Nitekim bunu açıkça ikrar etse verilecek hüküm bu olurdu. Kadın yeminden çekinirse, mehr-i müsemma olan bin dirhem vâcip olur. Çünkü kadın indirim olduğunu ikrar etmiştir. İnâye'de böyle demimiştir. Sa'diyye sahibi buna itiraz etmiş; "Koca yeminden çekinirse ikibin dirhem mehir hükmolunur. Zira bilindiği gibi hangisi yeminden çekinirse, diğerinin dâvâsı ona lâzım olur." demiştir. Meselenin sureti, kadın ikibin dirhem, kocası isebin dirhem mehir iddia ettiği zamandır. Mehr-i misil ise binbeşyüz dirhemdir.
«Onunla hüküm verllir.» Yani mehr-i misil tayin edilir. Lâkin ikisi de delil getirirlerse, mehr-i misil hususunda koca gümüş veya altın para vermek arasında muhayyer bırakılır. Yeminleşmeleri bunun hilâfınadır. Çünkü herbirinin beyyinesi diğerinin mehr-i müsemma sözünü nefyetmektedir. Böylece akit mehr-i müsemmadan hâlî kalır ve mehr-i misil vâcip olur. Yeminleşmek böyle değildir. Zira kocanın ikrar ettiği miktarın vâcip olması ittifakla verilmiş bir hükümdür. Ziyadesi ise mehr-i misil hükmüncedir. Bahır. Meselenin tamamı Bahır'dadır.
«Birisî delil getirirse ilh...» Yani mehr-i misil aralarında olduğu vakit biri burhan getirirse demektir. Fakat bundan önceki, "Hangisi beyyine getirirse kabul edilir. Mehr-i misil erkeğe şahit olsun olmasın." demesi buna hâcet bırakmamıştır. Çünkü, "olmasın" sözü, mehr-i mislin kadına şahit olmasına, yahut ikisinin arasında bulunmasına sadıktır.
«Çünkü o dâvasını aydınlatmıştır.» Yani çünkü delil getiren getirdiği delille dâvâsını açıklayıp izah etmiştir.
METİN
Cimadan önce boşamada müt'a-i misil hakem kılınır. Bu, mehr-i musemma deyn olduğuna göredir. Köle ve cariye meselesindeki gibi ayrı olursa, hakem tayin etmeksizin kadına müt'a verilir. Meğer ki koca cariyenin yansına razı olsun. Hangisi beyyine getirirse kabul edilir. İkisi birden beyyine getirirlerse, müt'a erkeğe şahit olduğu takdirde kadının beyyinesi, kadına şahit olduğu takdirde erkeğin beyyinesi tercih olunur. Müt'a ikisinin arasında ise, her ikisinden yemin istenir. Yemin ettikleri takdirde müt'a-i misil vâcip olur. Karı-kocadan birinin ölmesi, hükmen asıl ve miktar cihetinden ikisi de hayattaymış gibidir. Çünkü birinin ölmesiyle mehr-i misli sakıt olmaz. İkisi birden öldükten sonra miktarda ihtilâf edilirse, söz erkeğin mirasçılarınındır. Asılda ihtilâf ederlerse, söz mehr-i misli inkâr edenindir. Mehr-i müsemmaya beyyine getirmedikçe hiçbir şeye hükmedilmez. İmameyn "Hayatında olduğu gibi mehr-i misli ile hüküm verilir." Demişlerdir. Fetva bununla verilir.
İZAH
«Cimadan önce .» Yani halvetten de önce demektir. Nehir.
«Mut'a-i misil hakem kılınır» Yani mut'a-i misil kadının söylediğinin yarısı kadar veya daha çoksa, söz kadının olur. Erkeğin söyledîği'nin yarısı veya daha azı kadarsa, söz erkeğin olur. Kadının misli olan birînin müt'ası bunların ikisinin arasındaysa, yemin ederler ve mut'a lâzım gelir. İmam Ebû Yusuf'a göre zifaftan önce ve sonra otsun söz erkeğindir. Çünkü o ziyadeyi inkâr etmektedir. Meğer ki kadına mehir veya müt' a olması âdet sayılmayan bir şey söylemiş olsun. Multekâ ile şerhinde böyle denilmiştir. Bahır'da bildirildiğine göre, Asıl ile Cami-iSagîr'in rivayetlerinde müt'a hakem kılınmaksızın yarım mehir hakkında söz kocanındır. Bedâyi ile Tahâvi şerhinde bu sahihlenmiştir. Fethu'l-Kadir sahibi dahi bunu tercih ederek "Müt'a mehr-i müsemma olmayan yerde hüküm icabeder. Burada ise iki taraf mehr-i müsemma bulunduğuna ittifak etmişlerdir. Binaenaleyh biz onların ittifak ettiklerinin kalmasına kailiz ki, o da kocanın ikrar ettiğinin yarısıdır. Kadının dâvâ ettiği ziyadenin yarısı için erkeğe yemin verdirilir." demiştir. Hâsılı Ebû Yusuf'un kavli tercih edilmiştir. Lâkin Fetih sahibi bunu sonradan bozmuştur. Tamamı bizim Bahır üzerine yazdığımız hâşiyededir.
«Mehr-i müsemma deyn olduğuna göredir.» Deynden murad zimmette sabit olup muayyen olmayan şeydir. O, paralar. ölçülen ve tartılan şeyler gibi vasıfla bilinir. Nitekim evvelce Bahır'dan naklettiğimiz sözlerden anlaşılır.
«Ayn» Yani muayyen bir şey olursa demektir.
«Kadına müt'a verilir ilh...» Bahır'da şöyle denilmiştir: Kadına hâkemsiz müt'a verilir. Meğer ki koca cariyenin yansını almasına razı olsun. Bin veya iki bin dirhem olduğunda ihtilâf ederlerse bunun hilâfınadır. Çünkü binin yarısı kesinlikle sabittir. İki taraf bin dirhem mehr-i müsemmaya ittifak etmişlerdir. Cariyenin yarısında milk kesinlikle sabit değildir. Çünkü taraflar ikiden birinin mehr-i müsemma olmasına ittifak etmemişlerdir. Binaenaleyh cariyenin yansı ile hüküm vermek, ancak iki tarafın ihtiyarı ile olur. Böyle bir şey bulunmayınca, her iki bedel sâkıt olur ve müt'aya dönmek icabeder. Bedâyi'de böyle denilmiştir.
«Her ikisinden yemin istenir» ve ikisinin beyyineleri de hükümsüz kaIır.
«Asıl ve miktar cihetinden» ihtilâf, sağ kalanla ölenin mirasçıları arasında asıl hakkında olursa, yani sağ kalan mehir tesmiye edildiğini iddia eder, ötekinin mirasçıları tesmiye edilmediğini söylerlerse; yahut bunun aksi olursa, mehr-i misil vâcip olur. Miktar hususunda ihtilâf ederlerse, mehr-i misil hakem kılınır. Bunu Tahtâvî Ebussuud'dan nakletmiştir.
«Çünkü birinin ölmesiyle mehr-i misil sâkıt olmaz.» Dürer sahibi diyor ki: «Zira birinin ölmesiyle misil itibardan düşmez. Görmüyor musun karı-kocadan biri ölürse müfevvidaya mehr-i misil verilmektedir.»
«Söz erkeğin mirasçılarınındır» ve kendilerine itiraf ettikleri şeyi vermek lâzım gelir. Bahır. Mehr-i misil hakem kılınmaz. Çünkü karı-koca öldükten sonra Ebû Hanife'ye göre o itibardan sâkıt olur. Dürer.
«Söz mehr-i misli inkâr edenindir.» Bunlar da kocanın mirasçılarıdır. Nitekim Bahır'da bildirilmiştir, şu halde her iki meselede söz onlarındır.
«Hiç bir şeye hükmedilmez. » Burada evlâ olan. "Ve bir şeye hüküm verilmez." demekti. Çünkü karı-kocanın ölmeleri, akranlarının kalmadığına delâlet eder. Binaenaleyh hâkimin mehr-i misil takdir etmesi mümkün olmaz. Nitekim Hidâye'de böyle denilmiştir. Çünkü mehr-imisil zamana göre değişir. Aradan zaman geçince, onun miktarının ne olduğunu bilmek imkânı kalmaz. Fetih. Bu gösterir ki, zaman yakın olursa onunla hüküm verilir. Bahır.
Ben derim ki: Kâdıhân Câmi şerhinde bunu açıklamıştır.
«Mehr-i musemmaya beyyine getirilmedikçe...» Yani kadının mirasçıları beyyine getirmedikçe hiçbir hüküm verilmez.
«Fetva bununla verilir.» Hâniyye sahibi bunu zikretmiş; Mültekâ metninde de buna uyulmuştur. Elmme-i Selâse de buna kaildirler. Lâkin İmam Şâfiî. yemin ettirildikten sonra "Bize ve Mâlik'e göre yemin ettirmek vâcip değildir." demektedir. Fetih.
Uzun zaman geçince mehr-i misille nasıl hüküm verilebilir!.. Ama şöyle denilebilir: «Burada evvelce arz ettiğimiz gibi kadının babası cinsinden ve yabancılardan benzeri bulunmazsa, söz kocanın olur.» Lâkin geçmişti ki, söz yeminiyle beraber kocanındır. Sonra Bezzâziye'de gördüm ki, Kerhî'nin sözüne itiraz etmiştir. Kerhî "İmam-ı Âzam'ın cevabı uzun zaman hakkında açıktır." demişti. Bezzâziye sahibi şöyle diyor: «Bu, söz götürür. Çünkü mehr-i misli itibara almak imkânsızlaşınca, zâhir hiçbirine şahit olamaz. Binaenaleyh söz kocanın mirasçılarınındır. Çünkü onlar sair dâvâlarda olduğu gibi dâvâlıdırlar.»
METİN
Bütün bunlar, kadın kendini kocasına teslim etmediğine göredir. Teslim eder de her iki halde yani hayatta ve hayat sonrasında ihtilâf vâki olursa, mehr-i misil ile hükmolunmaz. Çünkü âdeten kadın peşin bir şey almadan nefsini kocasına teslim etmez. Kadına "Peşin aldığını mutlaka ikrar etmen lâzım; yoksa senin aleyhine peşin verilmesi âdet olan miktarla hükmederiz." denilir. Sonra geri kalan hakkında söylediğimiz şekilde amel olunur. Ama bu, koca kadının eline bir şey geçtiğini iddia ettiği vakittir. Bahır.
İZAH
«Bütün bunlar ilh...» ifadesini Bahır sahibini Muhit'ten nakletmiş ve şarihlerin bu bâpta onu tasdik ettiklerini söylemiştir. Keza Kâdıhân Câmi şerhinde söylemiş ve tasdik etmiştir.
Ben derim ki: Bunun hasılı şudur: Zifaftan sonra kadının kocası ölür de kadın gelerek mehrini isterse; yahut o öldükten sonra mehrini mirasçıları isterse, orada mehrin meselâ yüz dirhem gibi bir miktarını almaktan kadının nefsini kocasına teslim etmemesi âdet ise, mehr-i misil hükmolunmaz. Bilâkis bakılır. Eğer örf-ü âdete göre peşin aldığını ikrar ederse ne âlâ, etmezse bununla aleyhine hükmolunur. Sonra kalan hususunda söylediğimiz gibi amel olunur. Yani mehr-i müsemmanın miktarında ittifak ettilerse, kadına onun kalanı verilir. Etmedilerse, kocasının mirasçıları asıl mehr-i müsemmayı inkâr ettikleri takdirde kadına mehr-i mislin kalanı verilir. Mirasçılar miktarı inkâr ederlerse, söz mehr-i mislin şahit olduğu tarafındır. Kadın ölürse, mehrin miktarı hakkında söz kocasının mirasçılarına düşer. Buibare-den anlaşılan budur. Biz peşin verilmesi âdet olanı misâl olarak yüz dirhem gösterdik. Tâ ki, "Aleyhine âdet olanla hüküm veririz." demeye yer kalsın ve. "Sonra geri kalan hakkında söylediğimiz gibi amel olunur." demek mümkün olsun. Çünkü örf-ü âdete göre mehrin üçte ikisi gibi bir hissesi şöyle olursa nitekim zamanımızda öyledir bununla kadının aleyhine hüküm vermek mümkün olmaz. Ancak mehir tesmiye edilmiş ve miktarı mâlûm olursa, o zaman hüküm verilir. Böyle olunca, yukarıda geçen tafsilât burada yürümez. Lâkin bundan anlaşılan, hükmün böyle olduğudur. Binaenaleyh kadına meselâ üçte iki hüküm edilir. Kalanı kendisine verilir.
Minah'ta Hâmiyye'den naklen şu ibare vardır: «Bir adam ölür de geride küçük çocuklarını bırakırsa, ve başka bir adam ölende alacağı veya emaneti olduğunu iddia ederse, kadın da mehrini iddia ettiği takdirde; Ebu'l-Kâsım "Beyyineyle sabit olmadıkça vasînin borç ve emanet nâmına bir şey vermeye hakkı yoktur. Mehri gelince: Kadın mehr-i misli kadar iddia ettiyse, nikâh zâhir ve mâlûm olduğu takdirde onu kendisine verir ve nikâh kadına şahit olur." demiştir. Fâkıh Ebu'l-Leys; kocası onunla zifaf olduysa, peşin verilmesi âdet olan mehir miktarını kadına vermez. Peşinden fazla olan mehir hakkında mehr-i mislini tamamlayıncaya kadar söz kadının olur, demiştir.» Şu da var ki, Rahmetî Kâdıhân'dan onun şöyle dediğini nakletmiştir: «Bu bir nevi söz götürür. Çünkü nikâhla mehrin tamamı vâcip idi. Binaenaleyh zâhire bakarak bundan bir şeyin sâkıt olduğuna hüküm verilemez. Zira bu sabit olan bir şeyi iptal için hüccet olamaz.» Sonra Rahmetî Kadı'nın sözünü teyid hususunda ve Remlî'nin Kadı'ya "İnsanların bozulmuş olması için söz götürür diye bir şey kalmamıştır." şeklindeki itirazını red için uzun sözler etmiş ve şunları söylemiştir: «Fesat çıkmakla delilsiz olarak sabit bir hak sâkıt olmaz. Mehir kocanın zimmetinde bir borçtur. Onun bir kısmını ödemek kadının zimmetinde o miktar borç isbatıdır. Bu zâhir hal ile olmaz. Çünkü zâhir def için yarar, isbata yaramaz.»
Ben derim ki: Bezzâziye sahibi kadının söylediklerine yakın sözler söylemiştir. Lâkin fâkihin söyledikleri şayi olan örfe göredir. Bunlar bir şey almadığını iddia eden kadını yalanlamaktadır. Şarihler Muhit sahibini tasdik ettiklerine, Kadıhan da Cami şerhinde aynı şeyi yaptığına göre, bununla fetva verilir. Bu. ulemanın örfü kabul edip cihazın emanet olduğunu iddia eden babayı yalanlamalarına benzer. Nitekim beyanı ileride gelecektir. Halbuki cihazı temlik eden babadır. Örf olmasaydı söz babaya düşerdi. Allahu a'lem!
«Ama bu, koca kadının eline bir şey geçtiğini iddia ettiği vakittir ilh...»
Bu ifade Bahır sahibi tarafından söylenmiştir. Murad, "koca veya onun mirasçıları sağ olsalar" demektir. Nitekim zahirdir. Binaenaleyh Şurunbulâliyye'nin "Bu, karıkocanın ölümleri halinde mümkün değildir." sözü vârit değildir.
METİN
Bir kimse karısına bir şey gönderir de verirken mehirden başka bir cihet zikretmezse. mesela mum veya kına yakmak için demezse, sonra bunun mehirden olduğunu söylediği takdirde kabul edilmez. Kınye. Çünkü bu hediye olmuştur, mehire dönüşemez. Bunun üzerine kadın; gönderilen hediyedir der, kocası mehir veya elbise yahut emanet olduğunu söylerse, yemek için hazırlanmayan elbise, diri koyun, yağ, bal gibi şeylerde ve bir oy kalanlarda söz yeminiyle beraber kocasınındır. Ahizade. Beyyine getirmek kadına düşer. Kocası yemin eder de gönderilen şey mevcut bulunursa, kadın onu iade edebilir. Kalan mehrini ondan ister. Bunu İbn-i Kemâl söylemiştir. Kadın gönderilene karşılık bir şey verir de sonra kocası onun emanet olduğunu iddia ederse, kadın gönderdiği karşılığı cinsinden geri alır. Zeylâi. Yemek için hazırlanan ekmek ve kızarmış et gibi şeylerde, söz yeminiyle beraber kadınındır. Çünkü zâhir erkeği yalanlamaktadır.
İZAH
«Karısına bir şey gönderirse» para, eşya veya yiyecek olarak zifaftan önce veya sonra bir şey gönderirse demektir.
«Bir cihet zikretmezse ilh...» Murad, mehri veya başka bir şeyi zikretmezse demektir.
«Beyyine getirmek kadına düşer.» Yani her ikisi beyyine getirirlerse kadının beyyinesi tercih olunur. T.
«Kadın onu iade edebilir.» Çünkü onun mehir almasına razı değildir. Bahır.
«Kalan mehrini ondan ister.» Kocası ona bir şey vermemişse, bütün mehrini ister. Nehir sahibi diyor ki: «Gönderdiği şey helâk olur da ikisinden biri için bir şey kaldıysâ, onu döner.» Fakat helâk olanın kıymeti mehir miktarı olursa, hiçbiri için dönmeye hak yoktur. Bezzâziye'de şöyle denilmiştir: «Kadına elbise yapar da kadın onu eskiyinceye kadar giyerse, sonra kocası o mehirdendi dediğinde; kadın, nafakadandı yani sana vâcip olan giyecektendi derse söz kadınındır. Elbise mevcutsa söz erkeğindir. Çünkü o ne suretle temlik ettiğini daha iyi bilir. Helâk olan bunun hilâfınadır. Çünkü erkek mehrin bir kısmının sâkıt olduğunu iddia etmekte, kadınsa bunu inkâr etmektedir. O şey helâk olmakla mal olmaktan çıkmıştır. Hiçbir suretle ortada milk bulunmadığına göre, temlik hususundaki ihtilâf da bâtıldır. Bu helâk olan bir şeyin ödenmesinde ve bedeli hakkında ihtilâf olur. Söz, bedel ve ödeme kime aitse onundur.» Bu satırlar kısaltılarak alınmıştır. Nehir sahibi bunu müşkil görmüş ve "Bu metindeki meselede helâk olan şey hakkında sözün kadının olmasını gerektirir. Halbuki bu evvelce söylediklerimize aykırıdır. Fark bulmak güçtür. Bunu düşün!" demiştir.
Ben derîm ki: Bilâkis Allah'ın izniyle fark kolaydır. Şöyle ki: Metindeki meselede kadın, gönderilen şeyin hediye olduğunu iddia etmektedir. Onun için tasdik olunmaz. O şey helâk olsa da olmasa da söz erkeğindir. Çünkü onu veren erkektir. Erkeğin dâvâsına muhalif bir şey de yoktur. Burada ise kadın erkeğe vâcip olan giyeceği iddia etmektedir. Binaenaleyh zikrettiğimiz sebepten dolayı mevcut ise, söz erkeğin olur. Kadın ondan mehrini ve giyeceğini ister.
Helâk olana gelince: Burada söz iki şeyden dolayı kadınındır. Birincisi: Zâhirin bu bâptâ kadını tasdik etmesidir. Nitekim yiyecek için hazırlanan şeylerde gelecektir. Şarihin fâkihten naklettiklerinde de görülecektir.
İkincisi: Burada söz erkeğin olmuş olsa, kadının onun üzerinde vâcip olan giyeceği zayi olması lâzım gelirdi. Çünkü o da nafakadandır. Nafaka müddet geçmekle sâkıt olur ve geçmişteki nafakasını istemesi mümkün değildir. Böylece bâtıl dâvâların kapısını açmak lâzım gelir. Yirmi sene sonra her koca karısına verdiği giyecek ve nafakanın mehirden olduğunu iddia eder ve onların kıymetini kadından ister. Bunda ise, şeriatın razı olamayacağı kadınlara zarar vermek meselesi vardır. Halbuki zâhir ve âdet de erkeği yalanlamaktadır.
Mevcut olan eşyaya gelince: Burada zarar yoktur. Çünkü kadın, kocasının o şeyin kisve olduğuna rıza göstermemesi halinde ondan başka kisve ister. Âdet de verilenin kadına kisve olmasını gerektirmez. Çünkü erkek, ben ona başka kisve verdim diyebilir. Bana zâhir olan budur. Her güçlüğü kolaylaştıran Allah'tır.
«Kadın gönderilene karşılık bir şey verirse..» Keza karşılığı kadının izniyle onun veya kendi malından babası verirse o da dönebilir. Nitekim Fetih'te beyan edilmiştir. Galiba Bahır sahibi bunu görmemiş de bundan önce Fetih sahibinin söylediğini müşkil saymıştır. Fetih sahibinin söylediği şudur: «Kadının babası kendi malından bir şey gönderirse, gönderdiğî şey mevcut olduğu takdirde dönebilir. Mevcut değilse dönemez. Eğer kadının izniyle onun malından gönderirse, dönüş yoktur. Çünkü bu kadın tarafından bir hîbedir. Kadın kocasına yaptığı hîbeden dönemez.»
Ben derim ki: Bu söz, karşılıksız gönderdiğine yorumlanır. Binaenaleyh şarihin, "Kadın gönderilene karşılık bir şey verirse ilh..." sözüne aykırı değildir. Buna karine. ilk defa Fetih'ten naklettiğimizdir. Şu da var ki, karşılık verme meselesini Fetih sahibi ve başkaları mutlak olarak zikretmişlerdir. Hâniyye'de de öyledir. Lâkin Hâniyye sahibi diyor ki: «Ebû Bekir İskâf'ın söylediğine göre, kadın gönderdiği zaman o şeyin karşılık olduğunu açıklarsa öyledir. Açıklamazsa, kadın tarafından hediye olur ve kadının niyeti bâtıl olur.» Hindiyye'de de böyle denilmiştir. Bu ihtimal ki ulemanın muradını beyandır yahut başka bir kavlin naklidir. Karşılık maksadıyla gönderilen şeyde örf-ü âdete itibar gerekir. Binaenaleyh söylenmiş gibi olur. Gerçi Tahtâvî "Mutemet olan kavil İskâf'ın söylediğinin hilâfınadır." demiş ve bu sözü Hindiyye'ye nisbet etmişse de, ben onu Hindiyye'de göremedim. Evet, şarih hîbe bahsinin sonunda kadının verdiği şeyin karşılık olduğunu açıklayıp açıklamaması arasında bir fark olmadığını söyleyecektir.
«Cinsinden» kelimesini Zeylâî zikretmemiştir. T. Ben bunu zikreden görmedim. İhtimal ondan murad, verilen karşılık helâk olursa ve misliyattan ise kadın onun mislini kocasından alır demektir. Böylece cinsten misli murad etmiş olur.
«Çünkü zâhir erkeği yalanlamaktadır.» Fetih sahibi diyor ki: «Bizim memleketimizde itibara alınması gereken şudur ki: Zikredilen, buğday, badem, un, şeker, diri koyun ve geri kalan bütün şeylerde söz kadının olmalıdır. Çünkü bunların hepsinde örf-ü âdet hediye olarak göndermektir. Zâhir erkekle değil kadınla beraberdir. O halde söz yalnız elbise ve cari-yede erkeğin olur.» Bahır'da şöyle denilmiştir: «Bu inceleme, Câmi-i Sagir'dekine uygundur. Çünkü Câmi-i Sagîr'de; yalnız yenilen yiyecekte söz erkeğin olur. Çünkü o, yemek ve başka şey için hazırlanana şâmildir, dememiştir.» Nehir sahibi de şöyle demiştir: «Ben derim ki: Erkeğin sözü şeker ve benzeri şeylerle birlikte götürülen elbiseler hakkında dahi kabul edilmemek gerekir. Çünkü âdet vardır.»
Ben de derim ki: Erkeğin zifaftan önce bayram ve mevsimlerde kadına gönderdiği elbise ve zînet gibi şeyler bunlardan olduğu gibi; erkeğin kadına zifaf gecesinin sabahında verdiği bu gibi şeyler veya altın ve gümüşler de böyledir. Zamanımızda bunların hepsi örfe göre mehir değil hediyedir.
METİN
Onun içindir ki Fâkih Ebu'l-Leys "Muhtar kavle göre erkek ayakkabı ve çarşaf gibi kendisine vâcip olmayan şeylerde tasdik olunur. Başörtüsü ve entari gibi vâcip olan şeylerde tasdik olunmaz." demiştir. Yani kendisi onun kisve olduğunu iddia etmedikçe tasdik olunmaz. Çünkü zâhir onunla beraberdir. Bir kımse birinin kızını ister de ona bir şeyler gönderirse, babası kızı ona vermediği takdirde aynen mevcutsalar, yalnız mehir için gönderdiklerini geri alır. Velev ki kullanmakla değişmiş olsunlar. Helâk olurlarsa, kıymetlerini geri atılır. Çünkü bu bir karşılıklı alıp vermedir, fakat tamamlanmamıştır. Binaenaleyh gerisi geriye almak caizdir. Keza hediye olarak gönderdiği şey duruyorsa onu da geri alabilir. Helâk olanla istihlâk edileni alamaz. Çünkü bunlar hîbe mânâsındadır. Kadın gönderilen şeyin mehirden olduğunu iddia eder de; erkek, o emanetti derse, mehir cinsinden olduğu takdirde söz kadınındır. Başka cinsten ise zâhirin şehadetiyle söz erkeğindir.
İZAH
«Ayakkabı ve çarşaf gibi şeylerde tasdik olunur.» Çünkü kendisine kadının çıkmasına imkân vermek vâcip değildir. Bilâkis kadını men etmesi vâciptir. Ancak söyleyeceğimiz bazıhususat müstesnadır. Fetih.
Ben derim ki: Bunu âdet olmayan yerde diye kayıtlamak gerekir. Çünkü söylemiştik ki, bizim örfümüze göre bu kocaya tâzımdır ve mehir kabilindendir. Nitekim Mültekât'tan da nakletmiştik ki âdeten şart kılınmış sayılan ayakkabı, elbise, bohça sargısı ve şeker parası gibi şeylerden dolayı kadın kendisini teslim etmeyebilir. Bunun benzeri bizim örfümüzde de hamam peşkiri ve benzeri şeylerdir. Çünkü bunlar mehirde şart koşulmuş gibidir. Erkeğin bunları vermesi lâzımdır. Kadını sokağa ve hamama çıkmaktan men etmesinin vücubu buna aykırı değildir.
«Başörtüsü ve entari» ev eşyası gibi şeylerde tasdik olunmaz. Bahır. Ev eşyasını tedarik etmek erkeğe vâciptir. Bunu söylemenin yeri burasıdır. Musannıf nafaka bahsinde söyleyecektir ki, erkeğin el değirmeni, çay takımı, tas, tencere, çömlek ve kaşık gibi mutfak takımlarını alması vâciptir. Şarih diyor ki: «Hasır, keçe ve yaygı gibi sair ev edevatı da öyledir.»
«Kisve olduğunu iddia etmedikçe» sözü Fetih sahibi tarafından yapılmış bir kayıttır. Bahır sahibi de bunu tasdik etmiştir. Yani erkek mehir olduğunu iddia etse, kendisi kisve olduğunu söylemedikçe tasdik edilmez. Çünkü zâhir onu yalanlamaktadır. Ama kisve olduğunu söyler de kadın hediye olduğunu iddia ederse, söz erkeğindir. Çünkü zâhir onunla beraberdir.
«Kızı vermediği takdirde...» Kız büyük olup kendisi gitmediği takdirde dahi hüküm böyledir. T.
«Mehir için gönderdiklerini...» Yani karı-kocanın mehir olduğuna ittifak ettikleri şeyleri geri alır. Yalnız diye kayıtlaması, ayrı olduğuna göredir. Mevcude ait değildir. Şarih bununla, kullanmakla değişen şeylerden ihtiraz etmiştir. Nitekim buna işarette bulunmuştur. Minah sahibi diyor ki: «Çünkü buna mâlik tarafından musallat edilmiştir. Binaenaleyh kullanması mukabilinde noksanlaşan kısım için bir şey lâzım gelmez.» H.
«Kıymetlerini» diyeceğine, bedellerini dese daha iyi olur ve misliyata da şümulü olurdu.
«Çünkü bunlar hîbe mânâsınadır.» Dönülemezler. Bezzâziye'nin ibaresi, "Çünkü hîbedir." şeklindedir. Bu sözün muktezası şudur: Mevcut olan eşyayı geri almak için ya hâkimin hükmü yahut rıza şarttır. Keza dönmeye mâni bulunmamak da şarttır. Nitekim gönderilen şey elbise olur da kadın onu boyar veya dikerse, bu dönmeye mânidir. Ama ben bu hususta bir şey açıklayan görmedim. Araştırmalıdır! Hîbe ile kayıtlamak Öyle görülüyor ki, nafakadan ihtiraz içindir. Nitekim başkasından iddet bekleyen kadına nafaka vermek meselesinde gelecektir.
«Kadın mehirden olduğunu iddîa eder de îlh...» Bahır sahibi bu meseleyi Kenz'in "Erkek kansına bir şey gönderirse ilh..." dediği yerde zikretmiş ve şöyle demiştir: Erkek mehirolduğunu iddia ederse diye kayıtlaması şundandır: Çünkü o şeyin mehir olduğunu kadın iddia eder de erkek emanet olduğunu söylerse, o şey mehir cinsinden olduğu takdirde söz kadınındır. Aksi takdirde erkeğindir. şu halde anlaşılıyor ki, bu mesele zevcenin dâvâsındadır. Babasının vermediği dünürlük gönderilen kızın dâvâsında değildir. Binaenaleyh münasip olan bunu, "Bir adamın kızını ister de ilh..." sözünden önce zikretmekti. Sebebi şudur: Dünür gönderilen kızın, gönderilen şey mehirdendir diye iddia etmesi, kendisine zarar verir. Zira mevcut olsun olmasın reddi lâzımdır. Binaenaleyh münasip olan, emanettir diye dâvâ eden kız olmalıdır. Mehir diye dâvâ eden de koca olmalıdır. Çünkü emanet helâk olursa, kızın onu reddetmesi lâzım gelmez. Zevce bunun hilâfınadır. Onun; bu mehirdendir diye dâva etmesi kendisine fayda verir. Çünkü gerisi geriye almak mutlak surette memnudur. Erkeğin, bu emanettir diye dâvâ etmesi de erkeğe yarar. Çünkü kendisi, mevcutsa onu iade etmesini, istihlâk ettiyse ödemesini kadından istemektedir.
«Zâhirin şehadetiyle söz erkeğindir.» Bu ifade her iki surete râcîdir. T.  

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...