MEHİRDE
İHTİLÂF MESELELERİ
METİN
Fusul'de "Kendince
gördüğü yarara göre fetva verir." denilmiştir. Sefer müddetinden az olan yerlere
kadını kasabadan köye ve köyden kasabaya, köyden başka köye nakledebilir. Çünkü
bu gurbet değildir. Tatarhâniyye sahibi bunu. gece basmadan memleketine dönmek
mümkün olan köye götürebilir diye kayıtlamış; Kâfî sahibi ise fetva buna göredir
diyerek mutlak bırakmıştır. Karı-koca mehirde ihtilâf ederlerse, aslında ihtilâf
ettikleri takdirde, mehir konulduğunu inkâr edene yemin verdirilir. Yeminden
cayarsa, mehr-i müsemma sabit olur. Yemin ederse mehr-i misil vâcip olur. Mehir
meselesinde bil ittifak yemin verdirilir.
İZAH
«Fusul'de ilh...»
Biliyorsun ki bu kavli Bezzâziye sahibi tercih etmiştir. Fusul'ün sözünü
başkaları da tercih etmiştir.
«Tatarhâniyye
sahibi bunu...» ifadesindeki zamir nakle râcîdir. "Kâfi sahibi ise mutlak
bırakmıştır." cümlesindeki zamir de nakle aittir. Şurunbulâliyye'de beyan
edildiğine göre zamanımızda, "kadını kasabadan köye nakledemez" kavliyle amel
etmek gerekir. Çünkü zaman bozulmuştur. Köye götürebilir sözü zayıftır. Çünkü
ihtiyar sahibi "Kadını şehrin yakın köylerine götürebilir. Çünkü bu gurbet
değildir diyenler de olmuştur." demektedir. Murad, şer'î yolculuk değil,
nakildir. Çünkü İhtiyar'da, bu gurbet değildir denilmiştir. Şurunbulâliyye'nin
sözü burada biter.
Ben derim ki:
Burada şöyle bir itiraz vârit olabilir: Kâfî sahibi, fetva naklin caiz olduğuna
göredir diye açıkladıktan ve Kınye sahibi doğrusu budur dedikten sonra bu söz
nasıl zayıf olabiliyor! Evet, sadece zamanın bozukluğu sebebiyle tercih etseydi
daha iyi olurdu. Lâkin yukarıda Bezzâziye'den naklettiğimiz meselede müftüye
havale edilir, sözüyle amel etmek gerekir. Hattâ müftü, kansını eza cefa için
nakletmek isteyen bir adam görürse, ona fetva vermemeli. Bâhusus kadın şerefli
bir aileden olur da köy onun gibilere mesken teşkil edemezse, bu fetvayı asla
vermemelidir. Çünkü mesken nafaka gibi kan-kocanın hallerine göre itibar olunur.
Nitekim bâbında gelecektir.
«Karı-koca mehirde
ihtilâf ederlerse...» Fetih'te şöyle denilmiştir:"Mehirde ihtilâf; ya
miktarındadır yahut aslında. Bunlardan herbiri ya sağlığındadır yahut her ikisi
veya birisi öldükten sonradır. Bu iki şey de ya zifaftan sonradır yahut
öncedir.»
«Aslında ihtilâf»
birinin mehr-i müsemma konduğunu iddia etmesi, diğerinin inkârda bulunması ile
olur.
«Yemin verdirilir.»
Yani iddia eden taraf delil getirmekten aciz kalırsa, inkar edene yemin
verdirilir. Şarihler yemin verdirme meselesinden bahsetmemişlerdir. Çünkü
açıktır. Nitekim Bahır'da böyle denilmiştir.
«Mehr-i misil vâcip
olur.» Bahır sahibi diyor ki: «Bunun zâhirine bakılırsa, kaça çıkarsa çıksın
mehr-i misil vâcip olur. Halbuki öyle değildir. Bilâkis mehr-i müsemmayı dâvâ
eden kadınsa, kadının iddia ettiği miktardan fazla verilmez. Dâvâcı erkekse,
onun iddia ettiğinden de noksan bırakılmaz. Nitekim Bedâyi'de buna işaret
edilmiştir.»
Ben derim ki: Eğer
dâvâcı bir şey tesmiye ederse, bu zâhirdir. Aksi takdirde zâhir değildir. Sonra
bu mesele, ihtilâf mutlak surette boşamadan önce veya sonra, zifaf veya
halvetten sonra olmakla kayıtlıdır. Kadını zifaf ve halvetten önce boşarsa,
vâcip olan müt'adır. Nitekim Bahır'da bildirilmiştir. Burada musannıf bundan
bahsetmemiştir. Çünkü aşağıda gelecek "Cimadan önce boşamada müt'a-i misil hakem
kılınır." sözünden anlaşılmaktadır.
«Mehir meselesinde
bilittifak yemin verdirilir.» sözü. Sadru'ş-Şeria'ya verilen red cevabına
işarettir. Sadru'ş-Şeria şöyle demiştir: «Ebû Hanife'ye göre inkâr edene yemin
verdirmemek gerekir. Çünkü ona göre nikâhta yemin verdirmek yoktur. Binaenaleyh
mehr-i misil vâcip olur." Bahır sahibi diyor ki: «Bu. söz götürür. Çünkü burada
yemin verdirmek asıl nikâha değil, mal üzerinedir. Binaenaleyh mehr-i müsemmayı
inkâr edene bilittifak yemin verdirmek taayyûn eder.» Sadru'ş-Şeria'ya Dürer
sahibiyle İbn-i Kemâl de itiraz etmişlerdir. İbn-i Kemal onu vehme nisbet
etmiştir.
METİN
Nikâh mevcut iken
mehrin miktarında ihtilâf ederlerse, söz yeminiyle beraber mehr-i mislin şahit
olduğu tarafındır. Hangi taraf beyyine getirirse kabul edilir. Mehr-i mislin
erkeğe veya kadına şahit olup olmaması müsavidir. İki taraf birden beyyine
getirdikleri takdirde, mehr-i misil erkeğe ,şahit ise, kadının beyyinesi tercih
edilir. Mehir misil kadına şahit ise, erkeğin beyyinesi tercih edilir. Çünkü
beyyineler zâhirin hilâfını isbat içindir. Mehr-i misil ikisinin arasında ise,
her ikisinden yemin istenir. Yemin ederler veya delil getirirlerse, onunla hüküm
verilir. Birisi delil getirirse, onun delili kabul edilir. Çünkü o dâvâsını
aydınlatmıştır.
İZAH
«Mehrin miktarında
ihtilâf ederlerse...» Yani mehir, nakit olsun, ölçülen veya tartılan şeylerden
olsun, zimmette vasfedilmiş bir borçtur yahut aynıdır. Musannıfın, "miktarında"
diye kayıtlaması şundandır: Çünkü köle ve cariye gibi cinsinde yahut iyilik,
kötülük gibi sıfatında, Türk veya Rum gibi nevinde ihtilâf ederlerse, mehr-i
müsemma ayrı olduğu takdirde söz kocanındır. Borç olursa, mehrin aslındaki
ihtilâf gibidir. Tamamı Bahır'dadır.
«Nikâh mevcut
iken...» Yani zifaftan önce veya sonra keza talâk ve zifaftan sonra ihtilâf
ederlerse demektir. Rahmetî. Zifaftan önce boşar da ihtilâf ederlerse, hükmü
ileride gelecektir.
«Mehr-i mislin
şahit olduğu tarafındır.» Yani mehr-i misli kadının dediği kadar veya çokolursa,
söz kadının; erkeğin dediği kadar veya daha az olursa, söz erkeğindir. İkisinin
arasında olursa, yani mehr-i misil erkeğin söylediğinden çok, kadının
söylediğinden az olur da beyyine bulunmazsa, iki taraf yemin ederler ve mehr-i
misil lâzım gelir. Mültekâ ile şerhinde böyle denilmiştir. Ama bu, Râzî'nin
tahricine göredir ve hâsılı şudur: Yemin verdirmek, karı-kocanın sözleri
birbirine muhalif olduğu vakittir. Birisinin sözü muvafık düşerse söz
erkeğindir. Câmı-i Sagîr'de zikredilen budur. Kerhî'nin tahricine göre ise,
karı-koca üç suretin hepsinde yemin ederler. Sonra mehr-i misil hakem tayin
edilir. Mebsût ve Muhit sahipleri bu kavli sahih bulmuşlardır. Kenz sahibi de
yeminleşme bâbında kesinlikle buna kail olmuştur. Bahır sahibi "Ben birinci
kavli tercih eden görmedim." demiş; fakat Nehir sahibi ona itirazla "Zeyfâî ve
başkalarının Hidâye sahibine uyarak onu önce zikretmeleri tercih edildiğini
bildirir." demiştir. Nihâye sahibi de bu kavli sahihlemiş; Kâdıhân bunun evlâ
olduğunu söylemiştir. Câmi-i Sagîr şerhinde bu kavilden başkası
zikredilmemiştir. Evlâ olan, kocaya yemin verdirmekten başlamaktır. Bazıları
aralarında kura çekileceğini söylemişlerdir.
Ben derim ki: Şimdi
mehr-i misil bilinmezse ne yapılacağı kalır. Zâhire bakılırsa söz kocanındır.
Çünkü yukarıda geçtiği gibi o, ziyadeyi inkar etmektedir.
«Erkeğin beyyinesi
tercih edilir ilh...» Bu söz bazı ulemanın sözüdür. Mültekâ sahibi kesinlikle
buna kaildir. Burada ve yeminleşme bâbında Zeylâî'de öyledir. Bazıları kadının
beyyinesinin de tercih edileceğini söylemişlerdir. Çünkü o karı-kocanın
birbirlerini tasdik etmelerinden anlaşılmayan bir şeyi meydana çıkarmıştır.
Nitekim Bahır'da beyan edilmiştir.
«Zâhirin hilâfını
isbat içindir» Zâhir, mehr-i mislin şahit olduğu tarafta beraberdir. T.
«Mehr-i misil
ikisinin arasında ise ilh...» Bu söz üçüncü kısmı beyandır. Birinci kısım mehr-i
mislin şahit olduğu taraf, ikinci kısım her ikisinîn beyyine getirmeleri idi.
Zira her iki taraf beyyine getiremezler veya getirirlerse, bazen mehr-i misil
erkeğe, bazen kadına şahit olur bazen de ikisinin arasında bulunur. Musannıf iki
kısmı iki meselede beyan etti. Bu üçüncü kısımdır. "Her ikisi yemin ederlerse"
sözü birinci meseleye râcî; "Yahut her ikisi delil getirirlerse" sözü de ikinci
meseleye recîdir. Lâkin musannıfın, "yemin ederler" sözünü ibareden atması
lâzımdı. Çünkü her ikisi delil getirirse kendilerinden yemin istenmez.
«Her ikisinden
yemin istenir.» Koca yeminden çekinirse binbeşyüz dirhem mehr-i misil
hükmolunur. Nitekim bunu açıkça ikrar etse verilecek hüküm bu olurdu. Kadın
yeminden çekinirse, mehr-i müsemma olan bin dirhem vâcip olur. Çünkü kadın
indirim olduğunu ikrar etmiştir. İnâye'de böyle demimiştir. Sa'diyye sahibi buna
itiraz etmiş; "Koca yeminden çekinirse ikibin dirhem mehir hükmolunur. Zira
bilindiği gibi hangisi yeminden çekinirse, diğerinin dâvâsı ona lâzım olur."
demiştir. Meselenin sureti, kadın ikibin dirhem, kocası isebin dirhem mehir
iddia ettiği zamandır. Mehr-i misil ise binbeşyüz dirhemdir.
«Onunla hüküm
verllir.» Yani mehr-i misil tayin edilir. Lâkin ikisi de delil getirirlerse,
mehr-i misil hususunda koca gümüş veya altın para vermek arasında muhayyer
bırakılır. Yeminleşmeleri bunun hilâfınadır. Çünkü herbirinin beyyinesi
diğerinin mehr-i müsemma sözünü nefyetmektedir. Böylece akit mehr-i müsemmadan
hâlî kalır ve mehr-i misil vâcip olur. Yeminleşmek böyle değildir. Zira kocanın
ikrar ettiği miktarın vâcip olması ittifakla verilmiş bir hükümdür. Ziyadesi ise
mehr-i misil hükmüncedir. Bahır. Meselenin tamamı Bahır'dadır.
«Birisî delil
getirirse ilh...» Yani mehr-i misil aralarında olduğu vakit biri burhan
getirirse demektir. Fakat bundan önceki, "Hangisi beyyine getirirse kabul
edilir. Mehr-i misil erkeğe şahit olsun olmasın." demesi buna hâcet
bırakmamıştır. Çünkü, "olmasın" sözü, mehr-i mislin kadına şahit olmasına, yahut
ikisinin arasında bulunmasına sadıktır.
«Çünkü o dâvasını
aydınlatmıştır.» Yani çünkü delil getiren getirdiği delille dâvâsını açıklayıp
izah etmiştir.
METİN
Cimadan önce
boşamada müt'a-i misil hakem kılınır. Bu, mehr-i musemma deyn olduğuna göredir.
Köle ve cariye meselesindeki gibi ayrı olursa, hakem tayin etmeksizin kadına
müt'a verilir. Meğer ki koca cariyenin yansına razı olsun. Hangisi beyyine
getirirse kabul edilir. İkisi birden beyyine getirirlerse, müt'a erkeğe şahit
olduğu takdirde kadının beyyinesi, kadına şahit olduğu takdirde erkeğin
beyyinesi tercih olunur. Müt'a ikisinin arasında ise, her ikisinden yemin
istenir. Yemin ettikleri takdirde müt'a-i misil vâcip olur. Karı-kocadan birinin
ölmesi, hükmen asıl ve miktar cihetinden ikisi de hayattaymış gibidir. Çünkü
birinin ölmesiyle mehr-i misli sakıt olmaz. İkisi birden öldükten sonra miktarda
ihtilâf edilirse, söz erkeğin mirasçılarınındır. Asılda ihtilâf ederlerse, söz
mehr-i misli inkâr edenindir. Mehr-i müsemmaya beyyine getirmedikçe hiçbir şeye
hükmedilmez. İmameyn "Hayatında olduğu gibi mehr-i misli ile hüküm verilir."
Demişlerdir. Fetva bununla verilir.
İZAH
«Cimadan önce .»
Yani halvetten de önce demektir. Nehir.
«Mut'a-i misil
hakem kılınır» Yani mut'a-i misil kadının söylediğinin yarısı kadar veya daha
çoksa, söz kadının olur. Erkeğin söyledîği'nin yarısı veya daha azı kadarsa, söz
erkeğin olur. Kadının misli olan birînin müt'ası bunların ikisinin arasındaysa,
yemin ederler ve mut'a lâzım gelir. İmam Ebû Yusuf'a göre zifaftan önce ve sonra
otsun söz erkeğindir. Çünkü o ziyadeyi inkâr etmektedir. Meğer ki kadına mehir
veya müt' a olması âdet sayılmayan bir şey söylemiş olsun. Multekâ ile şerhinde
böyle denilmiştir. Bahır'da bildirildiğine göre, Asıl ile Cami-iSagîr'in
rivayetlerinde müt'a hakem kılınmaksızın yarım mehir hakkında söz kocanındır.
Bedâyi ile Tahâvi şerhinde bu sahihlenmiştir. Fethu'l-Kadir sahibi dahi bunu
tercih ederek "Müt'a mehr-i müsemma olmayan yerde hüküm icabeder. Burada ise iki
taraf mehr-i müsemma bulunduğuna ittifak etmişlerdir. Binaenaleyh biz onların
ittifak ettiklerinin kalmasına kailiz ki, o da kocanın ikrar ettiğinin
yarısıdır. Kadının dâvâ ettiği ziyadenin yarısı için erkeğe yemin verdirilir."
demiştir. Hâsılı Ebû Yusuf'un kavli tercih edilmiştir. Lâkin Fetih sahibi bunu
sonradan bozmuştur. Tamamı bizim Bahır üzerine yazdığımız hâşiyededir.
«Mehr-i müsemma
deyn olduğuna göredir.» Deynden murad zimmette sabit olup muayyen olmayan
şeydir. O, paralar. ölçülen ve tartılan şeyler gibi vasıfla bilinir. Nitekim
evvelce Bahır'dan naklettiğimiz sözlerden anlaşılır.
«Ayn» Yani muayyen
bir şey olursa demektir.
«Kadına müt'a
verilir ilh...» Bahır'da şöyle denilmiştir: Kadına hâkemsiz müt'a verilir. Meğer
ki koca cariyenin yansını almasına razı olsun. Bin veya iki bin dirhem olduğunda
ihtilâf ederlerse bunun hilâfınadır. Çünkü binin yarısı kesinlikle sabittir. İki
taraf bin dirhem mehr-i müsemmaya ittifak etmişlerdir. Cariyenin yarısında milk
kesinlikle sabit değildir. Çünkü taraflar ikiden birinin mehr-i müsemma olmasına
ittifak etmemişlerdir. Binaenaleyh cariyenin yansı ile hüküm vermek, ancak iki
tarafın ihtiyarı ile olur. Böyle bir şey bulunmayınca, her iki bedel sâkıt olur
ve müt'aya dönmek icabeder. Bedâyi'de böyle denilmiştir.
«Her ikisinden
yemin istenir» ve ikisinin beyyineleri de hükümsüz kaIır.
«Asıl ve miktar
cihetinden» ihtilâf, sağ kalanla ölenin mirasçıları arasında asıl hakkında
olursa, yani sağ kalan mehir tesmiye edildiğini iddia eder, ötekinin mirasçıları
tesmiye edilmediğini söylerlerse; yahut bunun aksi olursa, mehr-i misil vâcip
olur. Miktar hususunda ihtilâf ederlerse, mehr-i misil hakem kılınır. Bunu
Tahtâvî Ebussuud'dan nakletmiştir.
«Çünkü birinin
ölmesiyle mehr-i misil sâkıt olmaz.» Dürer sahibi diyor ki: «Zira birinin
ölmesiyle misil itibardan düşmez. Görmüyor musun karı-kocadan biri ölürse
müfevvidaya mehr-i misil verilmektedir.»
«Söz erkeğin
mirasçılarınındır» ve kendilerine itiraf ettikleri şeyi vermek lâzım gelir.
Bahır. Mehr-i misil hakem kılınmaz. Çünkü karı-koca öldükten sonra Ebû Hanife'ye
göre o itibardan sâkıt olur. Dürer.
«Söz mehr-i misli
inkâr edenindir.» Bunlar da kocanın mirasçılarıdır. Nitekim Bahır'da
bildirilmiştir, şu halde her iki meselede söz onlarındır.
«Hiç bir şeye
hükmedilmez. » Burada evlâ olan. "Ve bir şeye hüküm verilmez." demekti. Çünkü
karı-kocanın ölmeleri, akranlarının kalmadığına delâlet eder. Binaenaleyh
hâkimin mehr-i misil takdir etmesi mümkün olmaz. Nitekim Hidâye'de böyle
denilmiştir. Çünkü mehr-imisil zamana göre değişir. Aradan zaman geçince, onun
miktarının ne olduğunu bilmek imkânı kalmaz. Fetih. Bu gösterir ki, zaman yakın
olursa onunla hüküm verilir. Bahır.
Ben derim ki:
Kâdıhân Câmi şerhinde bunu açıklamıştır.
«Mehr-i musemmaya
beyyine getirilmedikçe...» Yani kadının mirasçıları beyyine getirmedikçe hiçbir
hüküm verilmez.
«Fetva bununla
verilir.» Hâniyye sahibi bunu zikretmiş; Mültekâ metninde de buna uyulmuştur.
Elmme-i Selâse de buna kaildirler. Lâkin İmam Şâfiî. yemin ettirildikten sonra
"Bize ve Mâlik'e göre yemin ettirmek vâcip değildir." demektedir. Fetih.
Uzun zaman geçince
mehr-i misille nasıl hüküm verilebilir!.. Ama şöyle denilebilir: «Burada evvelce
arz ettiğimiz gibi kadının babası cinsinden ve yabancılardan benzeri bulunmazsa,
söz kocanın olur.» Lâkin geçmişti ki, söz yeminiyle beraber kocanındır. Sonra
Bezzâziye'de gördüm ki, Kerhî'nin sözüne itiraz etmiştir. Kerhî "İmam-ı Âzam'ın
cevabı uzun zaman hakkında açıktır." demişti. Bezzâziye sahibi şöyle diyor: «Bu,
söz götürür. Çünkü mehr-i misli itibara almak imkânsızlaşınca, zâhir hiçbirine
şahit olamaz. Binaenaleyh söz kocanın mirasçılarınındır. Çünkü onlar sair
dâvâlarda olduğu gibi dâvâlıdırlar.»
METİN
Bütün bunlar, kadın
kendini kocasına teslim etmediğine göredir. Teslim eder de her iki halde yani
hayatta ve hayat sonrasında ihtilâf vâki olursa, mehr-i misil ile hükmolunmaz.
Çünkü âdeten kadın peşin bir şey almadan nefsini kocasına teslim etmez. Kadına
"Peşin aldığını mutlaka ikrar etmen lâzım; yoksa senin aleyhine peşin verilmesi
âdet olan miktarla hükmederiz." denilir. Sonra geri kalan hakkında söylediğimiz
şekilde amel olunur. Ama bu, koca kadının eline bir şey geçtiğini iddia ettiği
vakittir. Bahır.
İZAH
«Bütün bunlar
ilh...» ifadesini Bahır sahibini Muhit'ten nakletmiş ve şarihlerin bu bâpta onu
tasdik ettiklerini söylemiştir. Keza Kâdıhân Câmi şerhinde söylemiş ve tasdik
etmiştir.
Ben derim ki: Bunun
hasılı şudur: Zifaftan sonra kadının kocası ölür de kadın gelerek mehrini
isterse; yahut o öldükten sonra mehrini mirasçıları isterse, orada mehrin meselâ
yüz dirhem gibi bir miktarını almaktan kadının nefsini kocasına teslim etmemesi
âdet ise, mehr-i misil hükmolunmaz. Bilâkis bakılır. Eğer örf-ü âdete göre peşin
aldığını ikrar ederse ne âlâ, etmezse bununla aleyhine hükmolunur. Sonra kalan
hususunda söylediğimiz gibi amel olunur. Yani mehr-i müsemmanın miktarında
ittifak ettilerse, kadına onun kalanı verilir. Etmedilerse, kocasının
mirasçıları asıl mehr-i müsemmayı inkâr ettikleri takdirde kadına mehr-i mislin
kalanı verilir. Mirasçılar miktarı inkâr ederlerse, söz mehr-i mislin şahit
olduğu tarafındır. Kadın ölürse, mehrin miktarı hakkında söz kocasının
mirasçılarına düşer. Buibare-den anlaşılan budur. Biz peşin verilmesi âdet olanı
misâl olarak yüz dirhem gösterdik. Tâ ki, "Aleyhine âdet olanla hüküm veririz."
demeye yer kalsın ve. "Sonra geri kalan hakkında söylediğimiz gibi amel olunur."
demek mümkün olsun. Çünkü örf-ü âdete göre mehrin üçte ikisi gibi bir hissesi
şöyle olursa nitekim zamanımızda öyledir bununla kadının aleyhine hüküm vermek
mümkün olmaz. Ancak mehir tesmiye edilmiş ve miktarı mâlûm olursa, o zaman hüküm
verilir. Böyle olunca, yukarıda geçen tafsilât burada yürümez. Lâkin bundan
anlaşılan, hükmün böyle olduğudur. Binaenaleyh kadına meselâ üçte iki hüküm
edilir. Kalanı kendisine verilir.
Minah'ta
Hâmiyye'den naklen şu ibare vardır: «Bir adam ölür de geride küçük çocuklarını
bırakırsa, ve başka bir adam ölende alacağı veya emaneti olduğunu iddia ederse,
kadın da mehrini iddia ettiği takdirde; Ebu'l-Kâsım "Beyyineyle sabit olmadıkça
vasînin borç ve emanet nâmına bir şey vermeye hakkı yoktur. Mehri gelince: Kadın
mehr-i misli kadar iddia ettiyse, nikâh zâhir ve mâlûm olduğu takdirde onu
kendisine verir ve nikâh kadına şahit olur." demiştir. Fâkıh Ebu'l-Leys; kocası
onunla zifaf olduysa, peşin verilmesi âdet olan mehir miktarını kadına vermez.
Peşinden fazla olan mehir hakkında mehr-i mislini tamamlayıncaya kadar söz
kadının olur, demiştir.» Şu da var ki, Rahmetî Kâdıhân'dan onun şöyle dediğini
nakletmiştir: «Bu bir nevi söz götürür. Çünkü nikâhla mehrin tamamı vâcip idi.
Binaenaleyh zâhire bakarak bundan bir şeyin sâkıt olduğuna hüküm verilemez. Zira
bu sabit olan bir şeyi iptal için hüccet olamaz.» Sonra Rahmetî Kadı'nın sözünü
teyid hususunda ve Remlî'nin Kadı'ya "İnsanların bozulmuş olması için söz
götürür diye bir şey kalmamıştır." şeklindeki itirazını red için uzun sözler
etmiş ve şunları söylemiştir: «Fesat çıkmakla delilsiz olarak sabit bir hak
sâkıt olmaz. Mehir kocanın zimmetinde bir borçtur. Onun bir kısmını ödemek
kadının zimmetinde o miktar borç isbatıdır. Bu zâhir hal ile olmaz. Çünkü zâhir
def için yarar, isbata yaramaz.»
Ben derim ki:
Bezzâziye sahibi kadının söylediklerine yakın sözler söylemiştir. Lâkin fâkihin
söyledikleri şayi olan örfe göredir. Bunlar bir şey almadığını iddia eden kadını
yalanlamaktadır. Şarihler Muhit sahibini tasdik ettiklerine, Kadıhan da Cami
şerhinde aynı şeyi yaptığına göre, bununla fetva verilir. Bu. ulemanın örfü
kabul edip cihazın emanet olduğunu iddia eden babayı yalanlamalarına benzer.
Nitekim beyanı ileride gelecektir. Halbuki cihazı temlik eden babadır. Örf
olmasaydı söz babaya düşerdi. Allahu a'lem!
«Ama bu, koca
kadının eline bir şey geçtiğini iddia ettiği vakittir ilh...»
Bu ifade Bahır
sahibi tarafından söylenmiştir. Murad, "koca veya onun mirasçıları sağ olsalar"
demektir. Nitekim zahirdir. Binaenaleyh Şurunbulâliyye'nin "Bu, karıkocanın
ölümleri halinde mümkün değildir." sözü vârit değildir.
METİN
Bir kimse karısına
bir şey gönderir de verirken mehirden başka bir cihet zikretmezse. mesela mum
veya kına yakmak için demezse, sonra bunun mehirden olduğunu söylediği takdirde
kabul edilmez. Kınye. Çünkü bu hediye olmuştur, mehire dönüşemez. Bunun üzerine
kadın; gönderilen hediyedir der, kocası mehir veya elbise yahut emanet olduğunu
söylerse, yemek için hazırlanmayan elbise, diri koyun, yağ, bal gibi şeylerde ve
bir oy kalanlarda söz yeminiyle beraber kocasınındır. Ahizade. Beyyine getirmek
kadına düşer. Kocası yemin eder de gönderilen şey mevcut bulunursa, kadın onu
iade edebilir. Kalan mehrini ondan ister. Bunu İbn-i Kemâl söylemiştir. Kadın
gönderilene karşılık bir şey verir de sonra kocası onun emanet olduğunu iddia
ederse, kadın gönderdiği karşılığı cinsinden geri alır. Zeylâi. Yemek için
hazırlanan ekmek ve kızarmış et gibi şeylerde, söz yeminiyle beraber kadınındır.
Çünkü zâhir erkeği yalanlamaktadır.
İZAH
«Karısına bir şey
gönderirse» para, eşya veya yiyecek olarak zifaftan önce veya sonra bir şey
gönderirse demektir.
«Bir cihet
zikretmezse ilh...» Murad, mehri veya başka bir şeyi zikretmezse demektir.
«Beyyine getirmek
kadına düşer.» Yani her ikisi beyyine getirirlerse kadının beyyinesi tercih
olunur. T.
«Kadın onu iade
edebilir.» Çünkü onun mehir almasına razı değildir. Bahır.
«Kalan mehrini
ondan ister.» Kocası ona bir şey vermemişse, bütün mehrini ister. Nehir sahibi
diyor ki: «Gönderdiği şey helâk olur da ikisinden biri için bir şey kaldıysâ,
onu döner.» Fakat helâk olanın kıymeti mehir miktarı olursa, hiçbiri için
dönmeye hak yoktur. Bezzâziye'de şöyle denilmiştir: «Kadına elbise yapar da
kadın onu eskiyinceye kadar giyerse, sonra kocası o mehirdendi dediğinde; kadın,
nafakadandı yani sana vâcip olan giyecektendi derse söz kadınındır. Elbise
mevcutsa söz erkeğindir. Çünkü o ne suretle temlik ettiğini daha iyi bilir.
Helâk olan bunun hilâfınadır. Çünkü erkek mehrin bir kısmının sâkıt olduğunu
iddia etmekte, kadınsa bunu inkâr etmektedir. O şey helâk olmakla mal olmaktan
çıkmıştır. Hiçbir suretle ortada milk bulunmadığına göre, temlik hususundaki
ihtilâf da bâtıldır. Bu helâk olan bir şeyin ödenmesinde ve bedeli hakkında
ihtilâf olur. Söz, bedel ve ödeme kime aitse onundur.» Bu satırlar kısaltılarak
alınmıştır. Nehir sahibi bunu müşkil görmüş ve "Bu metindeki meselede helâk olan
şey hakkında sözün kadının olmasını gerektirir. Halbuki bu evvelce
söylediklerimize aykırıdır. Fark bulmak güçtür. Bunu düşün!" demiştir.
Ben derîm ki:
Bilâkis Allah'ın izniyle fark kolaydır. Şöyle ki: Metindeki meselede kadın,
gönderilen şeyin hediye olduğunu iddia etmektedir. Onun için tasdik olunmaz. O
şey helâk olsa da olmasa da söz erkeğindir. Çünkü onu veren erkektir. Erkeğin
dâvâsına muhalif bir şey de yoktur. Burada ise kadın erkeğe vâcip olan giyeceği
iddia etmektedir. Binaenaleyh zikrettiğimiz sebepten dolayı mevcut ise, söz
erkeğin olur. Kadın ondan mehrini ve giyeceğini ister.
Helâk olana
gelince: Burada söz iki şeyden dolayı kadınındır. Birincisi: Zâhirin bu bâptâ
kadını tasdik etmesidir. Nitekim yiyecek için hazırlanan şeylerde gelecektir.
Şarihin fâkihten naklettiklerinde de görülecektir.
İkincisi: Burada
söz erkeğin olmuş olsa, kadının onun üzerinde vâcip olan giyeceği zayi olması
lâzım gelirdi. Çünkü o da nafakadandır. Nafaka müddet geçmekle sâkıt olur ve
geçmişteki nafakasını istemesi mümkün değildir. Böylece bâtıl dâvâların kapısını
açmak lâzım gelir. Yirmi sene sonra her koca karısına verdiği giyecek ve
nafakanın mehirden olduğunu iddia eder ve onların kıymetini kadından ister.
Bunda ise, şeriatın razı olamayacağı kadınlara zarar vermek meselesi vardır.
Halbuki zâhir ve âdet de erkeği yalanlamaktadır.
Mevcut olan eşyaya
gelince: Burada zarar yoktur. Çünkü kadın, kocasının o şeyin kisve olduğuna rıza
göstermemesi halinde ondan başka kisve ister. Âdet de verilenin kadına kisve
olmasını gerektirmez. Çünkü erkek, ben ona başka kisve verdim diyebilir. Bana
zâhir olan budur. Her güçlüğü kolaylaştıran Allah'tır.
«Kadın gönderilene
karşılık bir şey verirse..» Keza karşılığı kadının izniyle onun veya kendi
malından babası verirse o da dönebilir. Nitekim Fetih'te beyan edilmiştir.
Galiba Bahır sahibi bunu görmemiş de bundan önce Fetih sahibinin söylediğini
müşkil saymıştır. Fetih sahibinin söylediği şudur: «Kadının babası kendi
malından bir şey gönderirse, gönderdiğî şey mevcut olduğu takdirde dönebilir.
Mevcut değilse dönemez. Eğer kadının izniyle onun malından gönderirse, dönüş
yoktur. Çünkü bu kadın tarafından bir hîbedir. Kadın kocasına yaptığı hîbeden
dönemez.»
Ben derim ki: Bu
söz, karşılıksız gönderdiğine yorumlanır. Binaenaleyh şarihin, "Kadın
gönderilene karşılık bir şey verirse ilh..." sözüne aykırı değildir. Buna
karine. ilk defa Fetih'ten naklettiğimizdir. Şu da var ki, karşılık verme
meselesini Fetih sahibi ve başkaları mutlak olarak zikretmişlerdir. Hâniyye'de
de öyledir. Lâkin Hâniyye sahibi diyor ki: «Ebû Bekir İskâf'ın söylediğine göre,
kadın gönderdiği zaman o şeyin karşılık olduğunu açıklarsa öyledir. Açıklamazsa,
kadın tarafından hediye olur ve kadının niyeti bâtıl olur.» Hindiyye'de de böyle
denilmiştir. Bu ihtimal ki ulemanın muradını beyandır yahut başka bir kavlin
naklidir. Karşılık maksadıyla gönderilen şeyde örf-ü âdete itibar gerekir.
Binaenaleyh söylenmiş gibi olur. Gerçi Tahtâvî "Mutemet olan kavil İskâf'ın
söylediğinin hilâfınadır." demiş ve bu sözü Hindiyye'ye nisbet etmişse de, ben
onu Hindiyye'de göremedim. Evet, şarih hîbe bahsinin sonunda kadının verdiği
şeyin karşılık olduğunu açıklayıp açıklamaması arasında bir fark olmadığını
söyleyecektir.
«Cinsinden»
kelimesini Zeylâî zikretmemiştir. T. Ben bunu zikreden görmedim. İhtimal ondan
murad, verilen karşılık helâk olursa ve misliyattan ise kadın onun mislini
kocasından alır demektir. Böylece cinsten misli murad etmiş olur.
«Çünkü zâhir erkeği
yalanlamaktadır.» Fetih sahibi diyor ki: «Bizim memleketimizde itibara alınması
gereken şudur ki: Zikredilen, buğday, badem, un, şeker, diri koyun ve geri kalan
bütün şeylerde söz kadının olmalıdır. Çünkü bunların hepsinde örf-ü âdet hediye
olarak göndermektir. Zâhir erkekle değil kadınla beraberdir. O halde söz yalnız
elbise ve cari-yede erkeğin olur.» Bahır'da şöyle denilmiştir: «Bu inceleme,
Câmi-i Sagir'dekine uygundur. Çünkü Câmi-i Sagîr'de; yalnız yenilen yiyecekte
söz erkeğin olur. Çünkü o, yemek ve başka şey için hazırlanana şâmildir,
dememiştir.» Nehir sahibi de şöyle demiştir: «Ben derim ki: Erkeğin sözü şeker
ve benzeri şeylerle birlikte götürülen elbiseler hakkında dahi kabul edilmemek
gerekir. Çünkü âdet vardır.»
Ben de derim ki:
Erkeğin zifaftan önce bayram ve mevsimlerde kadına gönderdiği elbise ve zînet
gibi şeyler bunlardan olduğu gibi; erkeğin kadına zifaf gecesinin sabahında
verdiği bu gibi şeyler veya altın ve gümüşler de böyledir. Zamanımızda bunların
hepsi örfe göre mehir değil hediyedir.
METİN
Onun içindir ki
Fâkih Ebu'l-Leys "Muhtar kavle göre erkek ayakkabı ve çarşaf gibi kendisine
vâcip olmayan şeylerde tasdik olunur. Başörtüsü ve entari gibi vâcip olan
şeylerde tasdik olunmaz." demiştir. Yani kendisi onun kisve olduğunu iddia
etmedikçe tasdik olunmaz. Çünkü zâhir onunla beraberdir. Bir kımse birinin
kızını ister de ona bir şeyler gönderirse, babası kızı ona vermediği takdirde
aynen mevcutsalar, yalnız mehir için gönderdiklerini geri alır. Velev ki
kullanmakla değişmiş olsunlar. Helâk olurlarsa, kıymetlerini geri atılır. Çünkü
bu bir karşılıklı alıp vermedir, fakat tamamlanmamıştır. Binaenaleyh gerisi
geriye almak caizdir. Keza hediye olarak gönderdiği şey duruyorsa onu da geri
alabilir. Helâk olanla istihlâk edileni alamaz. Çünkü bunlar hîbe mânâsındadır.
Kadın gönderilen şeyin mehirden olduğunu iddia eder de; erkek, o emanetti derse,
mehir cinsinden olduğu takdirde söz kadınındır. Başka cinsten ise zâhirin
şehadetiyle söz erkeğindir.
İZAH
«Ayakkabı ve çarşaf
gibi şeylerde tasdik olunur.» Çünkü kendisine kadının çıkmasına imkân vermek
vâcip değildir. Bilâkis kadını men etmesi vâciptir. Ancak söyleyeceğimiz
bazıhususat müstesnadır. Fetih.
Ben derim ki: Bunu
âdet olmayan yerde diye kayıtlamak gerekir. Çünkü söylemiştik ki, bizim örfümüze
göre bu kocaya tâzımdır ve mehir kabilindendir. Nitekim Mültekât'tan da
nakletmiştik ki âdeten şart kılınmış sayılan ayakkabı, elbise, bohça sargısı ve
şeker parası gibi şeylerden dolayı kadın kendisini teslim etmeyebilir. Bunun
benzeri bizim örfümüzde de hamam peşkiri ve benzeri şeylerdir. Çünkü bunlar
mehirde şart koşulmuş gibidir. Erkeğin bunları vermesi lâzımdır. Kadını sokağa
ve hamama çıkmaktan men etmesinin vücubu buna aykırı değildir.
«Başörtüsü ve
entari» ev eşyası gibi şeylerde tasdik olunmaz. Bahır. Ev eşyasını tedarik etmek
erkeğe vâciptir. Bunu söylemenin yeri burasıdır. Musannıf nafaka bahsinde
söyleyecektir ki, erkeğin el değirmeni, çay takımı, tas, tencere, çömlek ve
kaşık gibi mutfak takımlarını alması vâciptir. Şarih diyor ki: «Hasır, keçe ve
yaygı gibi sair ev edevatı da öyledir.»
«Kisve olduğunu
iddia etmedikçe» sözü Fetih sahibi tarafından yapılmış bir kayıttır. Bahır
sahibi de bunu tasdik etmiştir. Yani erkek mehir olduğunu iddia etse, kendisi
kisve olduğunu söylemedikçe tasdik edilmez. Çünkü zâhir onu yalanlamaktadır. Ama
kisve olduğunu söyler de kadın hediye olduğunu iddia ederse, söz erkeğindir.
Çünkü zâhir onunla beraberdir.
«Kızı vermediği
takdirde...» Kız büyük olup kendisi gitmediği takdirde dahi hüküm böyledir. T.
«Mehir için
gönderdiklerini...» Yani karı-kocanın mehir olduğuna ittifak ettikleri şeyleri
geri alır. Yalnız diye kayıtlaması, ayrı olduğuna göredir. Mevcude ait değildir.
Şarih bununla, kullanmakla değişen şeylerden ihtiraz etmiştir. Nitekim buna
işarette bulunmuştur. Minah sahibi diyor ki: «Çünkü buna mâlik tarafından
musallat edilmiştir. Binaenaleyh kullanması mukabilinde noksanlaşan kısım için
bir şey lâzım gelmez.» H.
«Kıymetlerini»
diyeceğine, bedellerini dese daha iyi olur ve misliyata da şümulü olurdu.
«Çünkü bunlar hîbe
mânâsınadır.» Dönülemezler. Bezzâziye'nin ibaresi, "Çünkü hîbedir." şeklindedir.
Bu sözün muktezası şudur: Mevcut olan eşyayı geri almak için ya hâkimin hükmü
yahut rıza şarttır. Keza dönmeye mâni bulunmamak da şarttır. Nitekim gönderilen
şey elbise olur da kadın onu boyar veya dikerse, bu dönmeye mânidir. Ama ben bu
hususta bir şey açıklayan görmedim. Araştırmalıdır! Hîbe ile kayıtlamak Öyle
görülüyor ki, nafakadan ihtiraz içindir. Nitekim başkasından iddet bekleyen
kadına nafaka vermek meselesinde gelecektir.
«Kadın mehirden
olduğunu iddîa eder de îlh...» Bahır sahibi bu meseleyi Kenz'in "Erkek kansına
bir şey gönderirse ilh..." dediği yerde zikretmiş ve şöyle demiştir: Erkek
mehirolduğunu iddia ederse diye kayıtlaması şundandır: Çünkü o şeyin mehir
olduğunu kadın iddia eder de erkek emanet olduğunu söylerse, o şey mehir
cinsinden olduğu takdirde söz kadınındır. Aksi takdirde erkeğindir. şu halde
anlaşılıyor ki, bu mesele zevcenin dâvâsındadır. Babasının vermediği dünürlük
gönderilen kızın dâvâsında değildir. Binaenaleyh münasip olan bunu, "Bir adamın
kızını ister de ilh..." sözünden önce zikretmekti. Sebebi şudur: Dünür
gönderilen kızın, gönderilen şey mehirdendir diye iddia etmesi, kendisine zarar
verir. Zira mevcut olsun olmasın reddi lâzımdır. Binaenaleyh münasip olan,
emanettir diye dâvâ eden kız olmalıdır. Mehir diye dâvâ eden de koca olmalıdır.
Çünkü emanet helâk olursa, kızın onu reddetmesi lâzım gelmez. Zevce bunun
hilâfınadır. Onun; bu mehirdendir diye dâva etmesi kendisine fayda verir. Çünkü
gerisi geriye almak mutlak surette memnudur. Erkeğin, bu emanettir diye dâvâ
etmesi de erkeğe yarar. Çünkü kendisi, mevcutsa onu iade etmesini, istihlâk
ettiyse ödemesini kadından istemektedir.
«Zâhirin
şehadetiyle söz erkeğindir.» Bu ifade her iki surete râcîdir. T.