BAŞKASINDAN
İDDET BEKLEYEN KADINA NAFAKA
METİN
Bir adam iddetini
bitirdikten sonra kendisiyle evlenmek şartıyla başkasından iddet bekleyen bir
kadına nafaka verirse, onunla evlendiği takdirde mutlak surette bir şey dönmek
yoktur. Kadın razı olmazsa, kadına vermiş olmak şartıyla erkek dönebilir. Kadın
onunla beraber yemişse, mutlak surette dönemez. Bunu İmâdiye'den naklen Bahır
sahibi söylemiştir.
İZAH
«Başkasından iddet
bekleyen bir kadına nafaka verirse ilh...» Bezzâziye sahibi bu meselede sahih
kabul edilmiş üç kavil rivayet etmiştir. Birincinin hâsılı şudur: Erkek
evlenmeyi şart koşsun koşmasın; keza kadın onunla evlensin evlenmesin mutlak
surette döner. Çünkü verdiği şey rüşvettir. İkincinin hâsılı şudur: Şart
koşmadıysa dönemez. Üçüncünün hâsılı şudur ki bunu İmâdî'nin Fusul'ünden
nakletmiştir: kadın onunla evlenirse dönemez. Evlenmeyi kabul etmezse, dönmeyi
şart koşsun koşmasın şayet kadına kendisi için harcamak şartıyla para verdiyse
döner. Kadın onunla beraber yerse, asla bir şey dönemez.
Fethu'l-Kadır'dekinin
hâsılı birinci ile üçüncüdür. Bahır sahibi birinciyi de hikâye etmiş; sonra
şöyle demiştir: «Bazıları, erkek evlenmeyi şart koşmuş da kadın onunla
evlenmişse dönemez demişlerdir.» Kadın evlenmeye razı olmaz da erkek de bunu
şart koşmamış bulunursa, sahih kavle göre yine dönemeyeceğini dahi
sahihlemiştir. Bahır sahibinin, "Kadın onunla evlenirse dönemez ilh..." sözünden
erkek şart koşmadığı halde kadın onunla evlenirse, evleviyetle dönemeyeceği
anlaşılır.
«Kadın razı olmazsa
ilh...» sözünden anlaşılıyor ki, erkek şart koştuğu halde kadın razı olmazsa
dönebilir. Binaenaleyh bu ikinci kavlin hâsılı şöyle olur: Erkek bir surette
döner ki, o da kadın evlenmeyi teklif etmeyip, erkeğin bunu şart koşmuş
olmasıdır. Üç surette dönemez. Bunlar:
1) Kadın evlenmeye
razı olmayıp, erkeğin de bunu şart koşmaması.
2) Erkek evlenmeyi
şart koşup, kadının da evlenmesi.
3) Erkek şart
koşmadığı halde kadının evlenmesidir. Böylece dört kavil meydana gelir ki, hepsi
sahih kabul edilmiştir. Musannıfın şerhinde beyan ettiğine göre mutemet olan
kavil, İmâdî'nin Fusul'ündekidir. Yani üçüncü kavildir. Üstadı Bahır sahibi
bununla fetva vermiştir.
Ben derim ki:
Nefsin fâkihi İmam Kâdıhân'ın itimat ettiği birinci kavildir. Zira şöyle
demiştir: «Erkek evlenmeyi şart koşmuşsa döner. Çünkü bu şart fâsittir. Aksi
takdirde yaptığı bir iyilikse, ulemadan bazıları döner, bazıları dönmez
demişlerdir.» Sonra sözüne devamla şunları söylemiştir: «Dönmesi gerekir. Çünkü
kadının evlenmeyeceğini bilse ona nafaka vermezdi. Bu, şart mesabesindedir. Karz
olan kimseye benzer ki, karz veren şahsa önceden hediye etmek âdeti olmayan bir
şeyi hediye ederse haram olur. Hâkim de öyledir. Hususidavete icabet etmez.
Hâkim olmasa, hediye vermeyecek olan bir kimsenin hediyesini kabul etmez. Bu,
şart mesabesinde olur. Velev ki şart koşulmasın.» Hayriyye sahibi nafakalar
bahsinde bunu teyid etmiş; kendisine, "Bir kimse bir kadını ister de ona nafaka
verirse, kadın da onun kendisine evlenmek için nafaka verdiğini bilerek
başkasıyla evlenirse..." fetva ne olur diye sorulduğunda, bununla fetva vermiş.
döneceğini söylemiştir. Buna şahit olarak Kâdıhân'ın zikri gecen sözüyle
başkalarının sözlerini zikretmiş; "Bunun vechi zâhirdir. Binaenaleyh bundan
ayrılmamak gerekir." demiştir.
T E M B İ H :
Hayriyye'nin ifadesi kız isteme meselesinde Hâniyye'-nin ibaresiyle istişhad
ettiğine göre burada cereyan eden hilâfın geçen kız isteme meselesinde de
cereyan ettiğini gösterir ve orada gecen; "Erkek mevcut olan eşyayı geri
alabilir. Helâk olanla istihlâk edileni geri alamaz." meselesi hediyeye
mahsustur. Nafaka ve giyeceğe şâmil değildir. Çünkü şüphesiz iddet bekleyen
kadın dahi kocaya istenmiştir. İddet beklediği için açıkça kocaya istenmesinîn
haram olması bir tesir göstermez. Tesir, şartın bulunup bulunmamasına, fâsit
şart olmasına ve bunun rüşvet sayılmasına aittir. Nitekim kavillerin ta'lilinden
anladın.
Bu izaha göre
Dimaşk köylerinde görülen şu hale dikkat etmeli: Bir adam bir kadını ister, ona
bayramlarda giyecek ve hediye göndermeye başlar. Nafaka ve mehir için paralar
verir. Bu hâl, mehrini tamamlayıncaya kadar devam eder. Nihayet zifaf gecesi
onunla nikâhlanır. Şayet kadın onunla evlenmeyi istemezse, yukarıda geçen dört
kavle göre helâk olan hediyeden başka ona verdiği her şeyi dönüp alması gerekir.
Çünkü bu verilenler evlenmek şartıyla verilmişti. Nitekim yukarıda geçen ifadede
Kâdıhân bunu tahkik etmîştir. Şimdi şu kalır: Bu kadın ölürse, birinci kavle
göre erkeğin verdiklerini geri alması hakkında söz yoktur. Üçüncü kavle göre
acaba imtina hükmüne girer mi girmez mi? Bunu görmedim. Ama dönmesi gerekir.
Çünkü zâhire göre üçüncü kavlin illeti, karşılık vermek şartıyla yapılan hîbe
gibi olmasıdır. Bu karşılık da evlenmedir. Nitekim Zâhîdî'nin Hâvî adındaki
eserinde Muhit sahibi Burhan'ın remzi ile ifade edilmiş ve şöyle denilmiştir:
«Gelin, güvey evine elbise gönderirse, sonra bunları dönemez. Velev ki mevcut
olsunlar.» Sonra kendisine sorulduğunda, "Gönderdiği şeyler mevcut ise
dönebilir." demiştir. Zâhîdî diyor ki: «Bu iki sözün arasını bulmak şöyle olur:
İlk gönderdiği zifaftan öncedir. Sonra zifaf için olmuştur. Binaenaleyh karşılık
vermek şartıyla hîbe gibidir. Bu da olmuştur ve kadın dönemez. İkincisi zifaftan
sonradır. Onun için döner.» Keza erkek ölürse yahut evlenmekten vazgeçerse hüküm
ne olur görmedim. Araştırmalıdır.
T E T İ M M E :
Musannıf şu meseleyi zikretmemiştir: Bir kimse karısına nafaka verir de sonra
sütkardeş olduklarına şahitlik edilerek nikâhın fâsit olduğu anlaşılır ve
araları ayrılırsa. Zahîre'de bu adamın hâkimin koyduğu nafakayı dönüp alacağı
bildirilmiştir. Çünkü kadınınonu haksız olarak aldığı anlaşılmıştır. Nafakayı
hâkim koymamışsa, adam hiçbir şey dönemez.
«Evlenmek
şartıyla...» diyeceğine, "evlenmek ümidiyle" dese daha iyi olurdu. Nitekim Bahır
sahibi öyle yapmıştır.
«Mutlak surette»
sözü, her iki yerde yapılan ıtlakın tefsiridir. Nitekim musannıfın şerhinde,
"evlenmeyi şart koşsun koşmasın" demiş olması bunu gösterir. Onun için,
"Evlenmek ümidiyle dese daha iyi olurdu" dedik. Tâ ki bu mutlak söze yer
kalsın,, Bu kavil üçüncü kavildir. Musannıf gerek metninde, gerekse şerhinde
buna itimat etmiştir. Feyz sahibi, "Fetva bununla verilir." demiştir.
«Kadın onunla
beraber yemişse dönemez.» Çünkü yemek temlîk değil ibâhadır. (Mübah kılmaktır.)
Yahut meçhûldür, miktarı belli değildir. Yukarıda söylediğimiz, "Hediye helâk
olur veya istihlâk edilirse dönemez." meselesinde, kocaya istenenle iddet
bekleyen kadın arasında fark olmadığına göre dönememenin vechi düşünülsün!
«Bunu İmâdiye'den
naklen Bahır sahibi söylemiştir.» sözü yanlıştır. Doğrusu, İmâdiye'den naklen
Minah sahibi söylemiştir. Çünkü metindekini Minah'ta Fusûl-i İmâdiye'ye nisbet
etmiştir. Yukarıda söylediğimiz dört kavilden üçüncüsü budur. Bahır'daki ise
birinci ile dördüncü kavildir. Üçüncü kavilden hiç bahsetmemiştir. Orada
İmâdiye'ye nisbet de yapılmamıştır.
METİN
Yine Bahır'da
Mübtegâ'dan naklen şöyle denilmiştir: «Bir kimse kızına çeyiz hazırlar da teslim
ederse, bundan dönmeye hakkı olmadığı gibi;sağlam iken teslim etmişse, ölümünden
sonra mirasçılarının da dönmeye hakları yoktur. O çeyiz kıza mahsustur. Fetva
bununla verilir. Keza çeyizi kız için onun küçüklüğünde satın alırsa yine
dönemez. Valvalciyye. Bunun çaresi, çeyizi kıza teslim ederken sadece emanet
olmak üzere verdiğine şahit bulundurmaktır. Daha ihtiyatı, çeyizi kızdan satın
alması, sonra kızın onu tebrik etmesidir. Dürer. Kızın ailesi onu teslim ederken
bir şey aldılarsa, dâmadın onu geri almaya hakkı vardır. Çünkü rüşvettir. Bir
kimse kızına çeyiz hazırlar daha sonra ona verdiklerinin emanet olduğunu iddia
ederse; kız, o temlik idi dediği yahut kız öldükten sonra kocası mirasçı olmak
için aynı sözü söylediği takdirde, baba yahut o öldükten sonra mirasçıları
emannetti derlerse, mutemet olan söz kocasının olmasıdır. Böyle bir şeyi babanın
emanet olarak değil de çeyiz olarak verdiği devam eden bir örf haline gelmişse,
söz kızındır.
İZAH
«Bundan dönmeye
hakkı» yoktur. Bu, devam eden gelin âdete göre babanın bu eşyayı emanet değil de
çeyiz olarak verdiğine göredir. Nitekim az sonra söylecektir ki, onunlayetinse
daha iyi olur, buradakine hâ-cet kalmazdı. Ama buradaki sözünün diyaneten;
gelecek olan sözünün kazaen hükmünü beyan olması da mümkündür.
«Sağlam iken» sözü,
ölüm hastalığında iken teslim etmeden ihtirazdır. Çünkü ölüm hastalığında teslim
etmesi mirasçıya temlik olur ve diğer mirasçılar razı olmadıkça doğru değildir.
«Çeyizi kız için
onun küçüklüğünde satın alırsa...» İster kıza ölüm hastalığında teslim etsin,
ister hiç teslim etmesin bir şey dönemez. Çünkü alınan şeyler babının satın
almasıyla teslim edilmeden kızın milki olmuştur. Nitekim gelecektir. Baba aldığı
şeylerin parasını vermeden ölürse, satıcı terekesinden alır. Mirasçıların bunu
dönmeye hakları yoktur. Edebu'I-Evsiya adlı kitapta Hâniyye ve diğer kitaplardan
naklen şöyle denilmiştir: «Baba, küçük oğlu için bir hizmetçi satın alır da
parasını kendi malından sayarsa. bir daha onu dönemez. Meğer ki döneceğine şahit
bulundursun. Parasını saymadı da öldüyse. şahit bulundurmadığı takdirde
terekesinden alır. Diğer mirasçılar bir şey dönemezler»
«Bunun çaresi...»
Yani verdiklerini kızından geri almanın çaresi, emanet verdiğine şahit
bulundurmaktır.
«Daha ihtiyatı,
çehizi kızdan satın almasıdır.» Çünkü kızın çehizinin bir kısmını onun
küçüklüğünde satın almış olması ihtimali vardır. Binaenaleyh bu ikrarla onu geri
alması diyaneten helâl olmaz. Nitekim Bahır ve Dürer'de beyan edilmiştir. Kız
büyükken teslim ettikten sonra dahi hüküm budur.
«Teslim ederken...»
Yani kızı ağabeyi veya onun gibi birisi güveyi tarafından bir şey almadan teslim
etmek istemezse. dâmat verdiği şeyi geri alabilir. Keza babası kızı başlık
vermeden nikâhlamaya razı olmazsa, verilen şey mevcut olsun olmasın dâmat onu
geri alabilir. Çünkü rüşvettir. Bezzâziye. Zâhîdî'nin Hâvî ismindeki kitabında
Allâme Necmüddin'in Esrar adlı kitabının remziyle şöyle denilmiştir: Bir kimse
dâmatlık işlerini yoluna koymak için birine bir şey verir de, o adam istenilen
kızın kavminden veya başka bir kabileden olup, hem ıslaha, hem işi bozmaya
muktedirse;verirken, "bu işi yoluna koymak için sana ücrettir" dediği takdirde
dönemez. Bozmamak ve sus payı olmak üzere veriyorum derse döner. Çünkü
rüşvettir. Ücret ancak amel karşılığında olur. Susmak amel değildir. Ama
verirken, bu ücrettir demezse döner. O adam işi bozup düzmeye muktedîr değilse,
kendisine verirken bu bahşiştir yahut sana gîdip gelme ücretidir veya konuşma
yahut kızla benîm aramda yapacağın elciliğin ücretidir derse dönemez. Bunlardan
hiçbirini söylemezse, verdiği hîbe olur. dönmesine bir mâni yoksa dönebilir.
«Kız; o temlik idi
derse...» Fetih, Bahır ve diğer kitaplarda böyle denilmiştir. Ama sözün kızın
olması müşkildir. Çünkü bu söz o şeye babanın mâlik olduğunu, milkin onun
tarafından kızaintikal ettiğini itiraftır. Gerçekten Bedâyi'de açıklandığına
göre kadın, "Bu eşyayı benim için kocam satın aldı." diye ikrar ederse, söz
hakkı sâkıt olur. Çünkü milkin kocasına ait olduğunu ikrar etmiş; sonra
kendisine intikalini iddiada bulunmuştur. Bu ancak delille sabit olur. Buna
şöyle cevap verilir: Bu mesele. ulemanın zâhire bakarak amel ettikleri
meselelerdendir. Meselâ ev eşyası ve benzeri gibi karı-kocanın ihtilâf ettikleri
şeylerdeki, dâvâ bahsinin yeminleşme bâbının sonunda gelecektir. Böyle hüküm
vermişlerdir. Yukarıda geçen mehir ve hediye dâvâsındaki ihtilâf da bunun
gibidir.
«Mutemet olan
ilh...» tabiri yerine Fethu'l-Kadir'de, "fetva için muhtar olan" denilmiştir. Bu
kavlin mukabili, daha önce naklettiği, "söz kadınındır." ifadesidir. Yani
zâhirin şehadetine bakarak diye tafsilât vermemiştir. Çünkü böyle şeylerde âdet,
hîbe olarak vermektir. İmam Serahsî. "Söz babanındır. Çünkü bu onun tarafından
alınmaktadır." demiştir. Zâhire bakılırsa mutemet olan kavil, aradaki hilâfı
sözden ibaret saymakla bu iki kavlin arasını bulmaktan ibarettir.
METİN
Ama Mısır ve Şam'da
olduğu gibi âdet müşterek ise, söz babanındır. Nitekim kızın emsaline verilen
çehizden daha çok vermişse söz yine babanındır.
İZAH
«Söz babanındır.»
Yani yeminiyle beraber söz babanındır. Nitekim Kâriü'l-Hidâye Fetevâ'sında böyle
denilmiştir.
Ben derim ki: Sözün
babanın olmasını, çehizin hepsi onun malındansa diye kayıtlamak gerekir. Fakat
kızın çehizini onun nâmına aldığı mehirden yaparsa, söz babanın olamaz. Çünkü
satın almak onun nâmına olmuştur. O çehizinin mehri ile satın alınmasına razı
olmuştur. Bu örfen kızın izin vermesi mesabesindedir. Evet, babası kızın mehrini
arttırırsa, örf müşterek olduğu takdirde ziyade hakkında söz onundur. Sonra
bilmelisin ki Eşbâh'ta şöyle denilmiştir: «Adet ancak bir düzüye devanı ederse;
yahut ekseriyeti teşkil ederse, o zaman muteber olur. Onun için satış hakkında
ulema şöyle demişlerdir: Bir kimse çeşitli paraların geçtiği bir yer de maliyet
ve geçerlilik muhtelif olmakla beraber dirhem veya dinarla diyerek satarsa, bu
satış çok geçene sarfedilir. Hidâye'de, "Çünkü örf budur. Mutlak söz de buna
sarfedilir." denilmiştir.»
Ben derim ki: Bunun
muktezası şudur: Burada örfün devam etmesinden murad, onun galebe çalmasıdır.
Müşterek olmasından murad da, her ikisinin çokluğudur. Çünkü nâdire bakılmaz.
Bir de devamı o beldede yaşayan her ferde yorumlamak mümkün değildir. Buna göre
meselenin muhal olması lâzım gelir. Çünkü bazı fertlerden emanet sudur
edeceğinde şüphe yoktur. Halbuki yaygın ve insanların gerek yüksek tabakası
gerekse orta tabakasıarasında gâlip olan âdet çehiz namına mehirden fazla
verilen şeyin temlik olmasıdır. Bundan yalnız zifaf gecesi zevceye verilen zînet
ev elbiseler müstesnadır. Zira bunların çoğu veya ekserisi emanettîr. Zifaf
gecesi gelin ölürse. dâmadın bunlar gelinin idi diye iddia etmeye hakkı yoktur.
Bilâkis burada söz emanettir veya kız için emanet alınmıştır diyen babanın yahut
annenindir. Nitekim şarihin, "nitekim kızın emsaline verilen çehizden daha çok
vermişse" demesinden de anlaşılmaktadır. Burada, "Bunlar örfen çehiz sayılmaz."
denilebilir.
Şimdi şu kalır:
Kıza verilen eşyanın bir kısmı temlik, bir kısmı da emanet âdet ise hüküm ne
olur. Muhammed Ebussuud'un Eşbâh hâşiyesinde Gazzî hâşiyesinden naklen şöyle
denildiğini gördüm: Büyük İmam Şehid'in söylediğine göre, fetva için muhtar
kavil, çehizin emanet değil milk olduğuna hükmetmektir. Çünkü zâhir ve gâlip
olan budur. Bundan yalnız bütün eşyanın emanet olarak verilmesi âdet olan belde
müstesnadır. Şu halde söz babanındır. Ama bir kısmı hakkında âdet câri ise,
çehiz tereke olur. Ona mirasçıların hakkı taallûk eder. Sahih olan da budur.
İhtimal bunun vechi şudur: Babanın aynen emanet olduğunu iddia ettiği kısım için
âdet kendisine şahit değildir. Bütün verilenlerin emanet olarak verilmesi
hakkında âdetin câri olması bunun hîlâfınadır. Ona vârislerin hakkı taallûk
etmez. Bilâkis hepsi babanındır. Allahu a'lem!
T E M B İ H :
Bîrî'nin Eşbâh şerhinde beyan ettiğine göre, cehiz meselesinde ulemanın
söyledikleri ancak dâvâ baba tarafından geldiğine göredir. Baba ölür de
mirasçıları iddia ederlerse, çehizin kıza ait olacağında hilâf yoktur. Çünkü
Valvalciyye'de şöyle denilmektedir: «Bir adam kızına çehiz yapar da sonra
ölürse, kalan mirascılar taksimi istediklerinde bakılır: Baba bunları, kızı
küçükken yahut büyüdükten sonra onun için satın almış da sağlamken ona teslim
etmişse, eşya hassaten kızındır.»
Ben derim ki: Bu
söz götürür. Çünkü Valvalciyye'nin sözü, kız küçükken satın alındıysa ona satın
almakla mâlik olması: büyükken teslim edildiyse teslimle mâlik olması
hakkındadır. Burada babanın ölümüyle hayatı orasında bir fark yoktur. Musannıf
ile şarihin yukarıda geçen, "Babanın ve o öldükten sonra mirasçılarının bu
eşyadan bir şey geri almaya hakkı yoktur." demeleri de bunu gösterir. Söz ancak
satın aldıktan veya teslimden sonra emanet iddiasının dinlenip dinlenmeyeceği
hususundadır. Mutemet olan kavil, bildiğin gibi işi örfe bırakmaktır. Burada
dahi babanın ölümüyle hayatı arasında fark yoktur. Binaenaleyh mirasçılarının
dâvâsı onun dâvâsı gibidir.
«Nitekim kızın
emsaline verilen çehizden daha çok vermişse ilh...»Zâhire bakılırsa emsaline
verilenden fazlayı ayırmak mümkün olduğu takdirde, söz bu bâpta babanındır. Aksi
takdirde bütün çehiz hakkında söz onundur. Rahmeti.
METİN
Kıza çehiz
hazırlama hususunda anne de baba gibidir. Küçük kızın velisi de öyledir.
Vehbâniyye şerhi. Vehbâniyye şerhi. Nehir sahibi Kâdıhân'a uyarak baba eşraftan
ise emanettir diye iddiası kabul edilmeyeceğini iyi karşılamıştır. Anne, kızının
çehizi için ona babasının huzurunda ve onun haberi varken babasının eşyasından
bir şeyler verir de baba susarsa, kız dâmadın yanına zifaf olduğu takdirde,
babanın ondan bir şey geri almaya hakkı yoktur. Çünkü örfü ödet böyle cereyan
eder. Keza anne, kızının çehizi hususunda mütad olan sarfiyatı yapar da baba
susarsa, anne ödemez. Bu iki mesele otuzyedi hattâ Zevâhiru'l-Cevahir'de
bildirildiğine göre kırksekiz meseleden olup, bunlarda sükût konuşmak gibidir.
FER'İ M E S E L E :
Kız dâmadın yanına ona lâyık çehizi bulunmaksızın zifaf edilirse, dâmat
babasından para isteyebilir. Kınye. Bahır'da Mübtega'dan naklen, "Ancak uzun
zaman susarsa husumete hakkı yoktur." denilmiştir. Lâkin Nehir'de Bezzâziye'den
naklen, "Sahih kavle göre babadan bir şey isteyemez. Çünkü nikâhta mal maksut
değildir." denilmiştir.
İZAH
«Anne de baba
gibidir.» Musannıf bunu Kâriu'l-Hidâye Fetevâ'sına nisbet etmiştir. Bunu İbn-i
Vehbân dahi incelemiştir. Nitekim gelecektir.
«Küçük kızın velîsi
de öyledir.» Bunu da İbn-i Vehbân Manzume'sinin şerhinde inceleyerek zikretmiş;
"Annenin ve küçük kızı evlendiren velînin iddia ettiği zaman da hükmün böyle
olması gerekir. Çünkü burada örf-ü âdet câridir." demiştir. Lâkin İbn-i Şıhne
şerhinde şöyle demiştir: «Bence velî meselesi söz götürür.» Bahır sahibi anne
ile dede hakkında tereddüt etmiş ve, "Dede meselesi fetva vakası olmuştur. Ben
bu mesele hakkında nakil bulamadım. Remlî'nin yazdığına göre, ilk görünürde
zâhir olan, anne ile dedenin baba gibi olmasıdır." demiştir.
«İyi
karşılamıştır.» Nehir sahibi şöyle demiştir: «İmam Kâdıhân diyor ki: Baba
eşraftan ise, onun emanettir diye iddiası kabul edilmez. Kıza bu çehizi
yapamayanlardan ise, sözü kabul edilir demelidir, ömrüme yemin ederim ki. bu son
derece güzeldir.»
Ben derim ki:
İhtimal onun beğenmesinin vechi şudur: Bu söz, mutemet kavle aykırı düşmemekle
beraber onu izah etmektedir. Çünkü bazı memleketlerde vâki olan müşterek âdet,
ancak eşraf olmayanlar hakkındadır.
«Dâmadın yanına
zifaf olduğu takdirde.» diye kayıtlaması şundandır: Çünkü bülûğa ermiş bir kızı
temlik etmek teslimle olur. Bu da âdeten ancak zifafla tahakkuk eder. Çünkü o
zaman çehizi kızın elinde olur.
«Mûtad olan
sarfiyatı yaparsa» sözünün mefhumu, mûtadan fazla yaparsa babanın sukûturıza
sayılmamaktır. O zaman anne öder. Acaba bütün çehizi mi ödeyecektir, yoksa
mûtaddan fazlasını mı? Burada tereddüt edilmiştir. Tahtâvî kesinlikle ikincisine
kail olmuştur.
«Otuzyedi...»
Halebî diyor ki: «Biz bunu Eşbâh'tan naklen velî bûbında arzetmiştik.»
«Zevahiru'l-Cevahir...»
Salih İbn-i Musannıf Tenvîr'in yazdığı Eşbâh hâşiyesidir. Eşbâh üzerine onüç
mesele ziyade etmiştir ki, şarih onları vakıf bahsinde zikretmiştir. H.
«Ona lâyık çehizi
bulunmaksızın...» Bahır sahibinin Mübtegâ'dan naklettiği ibarede buradaki zamir,
dâmadın kayınpederine gönderdiği altın ve gümüş paralara aittir. Sonra, "Muteber
olan. dâmat için yapılandır, kız için yapılan değildir." demiştir.
Ben derim ki: Bu
gönderilene, Acemlerin örfünde destiman (ağırlık) denilir. Nitekim gelecektir.
«Ancak uzun zaman
susarsa husumete hakkı yoktur.» Şarih vakıf bahsinde şöyle demiştir: «Zifaftan
sonra uzun zaman susar da bununla razı olduğu anlaşılırsa, artık ondan sonra
dâvâ hakkı kalmaz. Velev ki kendisi için bir şey hazırlanmasın.» H. "Razı olduğu
anlaşılırsa" sözü ile, uzun veya kısa zaman örfe göre itibar edileceğine işaret
etmiştir.
«Lâkin Nehir'de
ilh...» Bu sözün bir misli de Camiu'l-Fusuleyn ile Zahîruddin'in Feteva'sından
naklen Lisanü'l-Hukkâm'dadır. Hâmidiyye'de bununla fetva verilmiştir.
Ben derim ki:
Bezzâziye'de iki kavlin arasını bulmaya yarayan sözler vardır. Orada şöyle
denilmiştir: «Kadınla evlenir de ona üçbin lira destiman verirse, kadın da
zengin kızı olup babası kendisine çehiz vermemişse. İmam Kemâlüddin ile Muhit
sahibi dâmadın kız babasından örf-ü âdete göre çehiz veya ağırlık
isteyebileceğine fetva vermişlerdir.» Bezzâziye sahibi, "İmamlarımızın ihtiyar
ettiği kavil budur." demiştir. İmam Merginânî şunları söylemiştir: «Sahih kavle
göre hiçbir şey isteyemez. Çünkü nikahta mal maksut değildir.» Bazı Harzem
imamları itiraz ederek, "Destiman mehr-i muacceldir. Nitekim Kâfî ve diğer
kitaplarda belirtilmiştir. O kadının kendisine mukabildir. Hattâ kadın onu almak
için kendisini kocasından men etmeye mâliktir. O halde koca nasıl çehiz
isteyebilir. Bir şeyin iki tane mukabili olmaz?" demişlerdir. Fâkih, üstadından
naklen buna cevap vermiş: "Destiman akdin içine girerse, söylediğin mehr-i
muaccet olur. Akde girmez de onun için bir akit yapılmazsa, karşılık şartıyla
hîbe gibi olur. Bizim söylediğimiz de budur. Onun için dedik ki: Bunu akitte
zikretmediyse, kız dâmadın yanına çehizsiz olarak zifaf edildiği ve dâmat birkaç
gün sustuğu takdirde, çehiz dâvâsına kalkışamaz. Çünkü mesele ihtimalli olunca,
dâmat da razı olduğunu gösterecek bir zaman susunca bu, maksadın çehiz
olmadığını gösterir." Bu satırlar kısaltılarak alınmıştır.
Hâsılı peşin
verilen bu malın daima mehr-i muaccel olması lâzım gelmez. - Nasıl ki Kâfî'nin
sözü bunu îhâm ediyor. - Ki bu onun çehizine değil, kendine mukabildir diye
itiraz vâritolsun. Bilâkis burada tafsilât vardır. O da şudur: Eğer bu verilen
üzerine akit yapılan mehir cümlesinden sayılırsa, mehr-i muacceldir ve kadının
nefsine mukabildir. Sayılmazsa, o âdeten çehize mukabildir. Hattâ zifaftan sonra
dâmat susar da çehiz istemezse anlaşılır ki, bunu karşılık istemeksizin teberru
suretiyle vermiştir. Bu son derece güzeldir. Arabulmak da bununla olur.
Muvaffakiyeti veren Allah'tır.
Lâkin zâhir olan
şudur ki: Üzerine akit yapıldığı surette hilâf câridir. Çünkü bunun mehirden
sayılacağını söylese de adaten bilinir ki, o malın çokluğu çehiz çok olsun
diyedir. Binaenaleyh mâna itibariyle o aynı zamanda onun bedelidir. Onun içindir
ki çehizi olmayan kızın mehri, çehizli kızın mehrinden az olur. Velev ki ondan
daha güzel olsun. Buna şöyle cevap verilir: O bunun mehir olduğunu açıklayınca -
ki o da nikâhtan asıl maksut olan cima istifadesinin bedelidir. Çehiz değildir -
mânâya itibar etmemiştir. Bu meselenin daha fazla izahı inşaallah nafaka bâbında
gelecektir. Bu bizim zamanımızda Örf olmamıştır. Bilâkis herkes bilir ki çehiz
kadına mahsustur. Kocası onu boşarsa hepsini alır. Kadın ölürse, ondan
mirasçıları alırlar. Mehrin ziyade edilmesi sadece dâmadın evini onunla süslemek
ve dâmadın oraya dönmesini, kadın öldüğü zaman dâmadın çocuklarının da oraya
dönmelerini sağlamak içindir. Bu mesele, kadını bâkire diye mehr-i mislinden
fazla vererek alıp da dul çıkması meselesine benzer. Ziyadenin lâzım gelip
gelmeyeceği hususundaki hilâf yukarıda geçmişti. Oradaki hilâf, bu meseledeki
hilâfa binaen idi. Tercih edilen kavlin ziyadenin lâzım olduğu da yukarıda
geçti. Onun için burada sahih kabul edilen, Merginânî'den nakledildiği gibi
hiçbir şey isteyememektir.
METİN
Bir zımmi veya
müste'men (pasaportlu), zımmi bir kadını; yahut bir harbî, dâr-ı harpte harbî
bir kadını ölü hayvan karşılığında yahut mehirsiz olarak yani mehirden söz
etmeyerek veya mehri nefyederek nikahlarsa, bu da onlarca caiz olup, kadın cima
edilir veya cimadan önce boşanırsa yahut kocası ölürse kadına mehir yoktur.
Velev ki her ikisi de müslüman olsun veya İslâm memleketine gelsinler. Çünkü biz
onları dinleriyle başbaşa bırakmaya memuruz. Onlar hakkında geri kalan nikah
hükümlerinden nafakanın vâcip olması, talâk vukuu ve bunlara benzeyen iddet,
nesep, bülûğ muhayyerliği, sahih nikâhla birbirlerine mirasçı olmak, üç defa
boşanan kadının haram olması ve haram olan kadınların nikâhı gibi şeyler,
müslümanlardaki gibi sabit olur. Kadını şarapla veya işaret ederek muayyen bir
domuzla nikâh eder de, sonra her ikisi veya birisi mehri almadan müslüman
olursa, kadına bu tayin edilen mehir verilir ve şarap sır gibidir. Bunu
İnâye'den naklen Nehir sahibi söylemiştir.
İZAH
«Bir zımmi ilh...»
Musannıf müslümanların mehirlerini anlattıktan sonra burada
kâfirlerinmehirlerine başlıyor. Onların nikâhları da ileride gelecektir.
Müste'men sözüyle şarih, musannıfın zımmî diyeceğine kâfir dese daha iyi
olacağına işaret etmiştir. Çünkü müste'men burada zımmî gibidir. Bunu İnâye'den
naklen Nehir sahibi söylemiştir.
«Ölü hayvan
karşılığında» tabirinden murad ;kan gibi mal sayılmayan her şeydir. Bahır.
«Kadına mehir
yoktur.» Bu İmam-ı Âzam'a göredir. imameyn'e göre zifaftan sonra ise veya kocası
ölürse kadına mehr-i misil verilir. Cimadan önce boşarsa müt'a vermesi gerekir.
Bazıları ölü hayvan ve sükût meselesinde iki rivayet olduğunu söylemişlerdir.
Fakat esah kavle göre hepsi ihtilâflıdır. Hidâye. Lâkin Fetih'te bildirildiğine
göre mehirden söz edilmezse, zâhir rivayette mehr-i misil vâcip olur. Çünkü
nikâh karşılıklı bir alışveriştir. Karşılık lâzım değil diye söylemedikçe, kadın
ona müstehak olur. Ölü hayvanı zikretmek susmak gibidir. Çünkü o kâfirlerce mal
değildir. Binaenaleyh zikri hükümsüzdür. Nehir.
«Çünkü biz onları
dinleriyle başbaşa bırakmaya memuruz.» Bundan maksat, doğruluğunu ikrar değil,
onlara sataşmaktan vazgeçmektir. Yani onları içki içmekten. domuz eti yemekten
ve bunları satmaktan men etmeyiz. Bunu Ebussuud'dan Tahtâvî nakletmiştir.
«Geri kalan nikâh
hükümleri...» Yani bu hükümlere inançları varsa veya bizim mahkememize müracat
ederlerse. T. Müslümanlardaki gibi sabit olur.
«İddet gibi...»
Yani kadını boşar da iddeti bitinceye kadar evine kapanmasını emrederse, dâvâ
bizim mahkememize geldiğinde, kadın hakkında evine kapanması lâzım geldiğine
hükmederiz. Keza kadın iddet nafakası isterse, bununla kocasını ilzam ederiz.
Rahmetî.
«Nesep gibi...»
Yani bizim aramızda nesep ne ile sabit olursa, onun nesebi de onunla sabit olur.
Rahmetî.
«Bülûğ
muhayyerliği...» Yani akdi yapan baba ile dededen başkası ise, küçük oğlanla
küçük kız bülûğa ermekle muhayyer bırakılırlar. T.
«Sahih nikâhla
birbirlerine mirasçı olmak...» Sahih nikâhtan murad, karı koca müslüman
oldukları vakit eski nikâhları üzerine bırakılmalarıdır. Mahremini nikâh etmişse
yahut bir müslümandan iddet bekliyorsa bunun hilâfınadır. Nitekim feraiz
bahsınde gelecektir.
«Üç defa boşanan
kadının haram olması ilh...» Bununla derhal araları ayrılır. Velev ki yalnız
birinin dâvâ etmesiyle olsun. Ama karı-koca ikisi de mahrem iseler. araları
ancak ikisinin de dâvâ etmesiyle ayrılır. Nitekim kâfirin nikâhında gelecektir.
«Mehri ulmadan...»
Mehri aldıktan sonra müslüman olursa, kadına aldığından başka bir şey verilmez.
Velev ki akit zamanında muayyen olmasın. Nehir.
«Kadına tayin
edilen mehir verilir.» Bu kavil İmam-ı Âzam'ındır. İmam Ebû Yusuf'a göre mehir
muayyen olsun olmasın kadına mehr-i misil verilir. İmam Muhammed'e göre gerek
şarapta gerek domuzda kadına kıymet verilir. Nehir.
«Domuz da başıboş
bırakılır.» Fetih'te böyle denilmiştir. Rahmetî diyor ki: «Evlâ olan, domuz
öldürülür demektir.»
METİN
Kadını zifaftan
önce boşarsa, ona mehrinin yarısı verilir. Muayyen olmayan şarapta onun kıymeti,
domuzda ise mehr-i misil verilir. Çünkü kıyemî olan bir şeyin kıymetini almak,
aynını almak gibidir.
FER'Î MESELELER:
İslâm diyarında cima ya, had vurmaktan yahut mehir vermekten hâlî değildir.
Yalnız iki meselede had vurulmaz. Bunlardan biri izinsiz evlenen çocuktur ki.
karısı ona itaat ettiği takdirde kendisine had vurulmaz. İkincisi cariyesini
satan ve teslim etmeden cimada bulunandır. Cariyenin kıymetinden bekâretin
payına düşen sâkıt otur. Aksi takdirde bir şey sâkıt olmaz.
İZAH
«Kadını zifaftan
önce boşarsa ilh...» Fetih'te şöyle denilmiştir: «Kadını zifaftan önce boşarsa,
muayyen olan mehirde Ebû Hanife'ye göre yarısı verilir. Muayyen olmayan mehirde;
şarap ise yarısının kıymeti, domuz ise müt'a verilir. İmam Muhammed'e göre
kadına her halde kıymetin yarısı verilir. Çünkü ona göre vâcip olan kıymettir.
Binaenaleyh yarısı verilir. Ebû Yusuf'a göre ki mehr-i misil vâciptir diyen odur
kadına müt'a verilir. Çünkü mehr-i misil yarıya bölünmez.
«Çünkü kıyemî olan
bir şeyin kıymetini almak ilh...» sözü şöyle izah olunur: Mislî olan şeylerde
mislini almak, kıyemî olanlarda kıymetini almak, muayyen mehri almak gibidir.
Şarap mislîdir. O halde kıymetini almak aynını almak gibi değildir. Kıyemîde
kıymetini almak domuzda olduğu gibi bunun hilâfınadır. Onun için bunda mehr-i
misil vâciptir dedik. Buna şöyle itiraz olunmuştur: «Bir zımmî başka bir
zımmîden domuz karşılığı bir hâne satın alsa, o hânenin müslüman olan şefî onu
domuzun kıymetiyle alır!» Buna şöyle cevap verilmiştir. «Domuzun kıymeti. nikâh
meselesinde olduğu gibi aynının bedeli olursa aynı gibidir. Şuf'ada kıymet
domuzun değil hânenin bedelidir. Buna başvurulması, başkasıyla kıymet biçilmeyip
yalnız bununla kıymet biçildiği içindir.»
Yine itiraz vârit
olup, "Kıymet nikâhta dahi başka şeyin yani cima istifadesinin bedelidir. Ona
başvurmak kıymet biçmek içindir." denilmiştir. Buna verilen cevap, ulemanın şu
sözüdür; «Bu kadına kocası müslüman olmazdan önce domuzun kıymetini getirseydi,
kadın kabule mecbur edilirdi. Çünkü kıymet için aynın hükmü vardır. Binaenaleyh
konulan bu mehrin muceblerindendir. Müslüman olmakla kıymetini almak
imkânsızlaşmıştır. Biz de onun muceblerinden olmayan bir şeyi, yani mehr-i misli
vâcip kıldık.»
Bu gösterir ki
domuzun kıymeti nikâhta onun bedelidir, aynı yerinedir. Onun için kadınmüslüman
olmazdan önce bunu kabus mecbur edilir. Müslüman olduktan sonra mecbur edilmez.
Hâne meselesi bunun hilâfınadır. Aralarında fark olmadığı teslim edilse bile,
zekât bahsinin sonunda onuncu bâpta geçen şu sözle cevap verilir: «Hânede kıymet
almanın caiz olması, şefinin hakkı zaruretindendir. Burada ise zaruret yoktur.
Çünkü mehr-i misil vâciptir demek mümkündür.»
«İslâm diyarında
cima...» Yani milki yeminle olmayan cima demek istiyor. Bununla dârı harpteki
cimadan ihtiraz etmiştir. Çünkü dârı harpte had vurulmaz. Mehre gelince: Bunun
hükmünü görmedim.
«Yalnız iki
meselede had vurulmaz.» Eşbâh'ın nikâh bahsinde böyle denilmiştir. Yine orada
sünnet miktarının kaybolması hükümlerinden olmak üzere şöyle denilmiştir:
«Müstesna olanlar sekiz meseledir ve buradaki üzerine şunlar ilâve edilmiştir:
1) Zımmî bir kadın
mehirsiz nikâh edilir de sonra karı-koca müslüman olurlarsa, mehirsiz nikâh
olacağına îtikatları olduğu takdirde mehir yoktur.
2) Sahibi
cariyesini kölesine nikâh ederse, esah kavle göre mehir yoktur.
3) Köle şüphe ile
hanımefendisine cimada bulunduğu zaman mehir yoktur. Bu hüküm, ulemanın daha
önce, "Sahibi kölesinin zimmetinde alacak borç hak edemez." sözlerinden
alınmıştır.
4) Harbî bir
kadınla cima ederse,
5) Yahut kendisine
vakfedilen cariyeyle cima ederse,
6) Veya rehin
edilen cariyeyle, helâldir zannıyla rehin edenin izniyle cima ederse. Eşbâh
sahibi son üç meselede mehir lâzım gelmediğini söylemiştir. Ben bunu şimdiye
kadar görmedim.»
Halebî Bahır'ın
hudud bâbından mahâl şüphesi dolayısıyla had vurulamayan neviden olmak üzere
şunu nakletmiştir: «Yine bu nevidendir ki, fasit olarak satılan bir cariye ile
teslim almazdan önce cimada bulunursa. milk vâki olduğu için had vurulmaz.
Teslim aldıktan sonra cima ederse yine had vurulmaz. Çünkü fesih hakkı vardır.
Binaenaleyh o cariyede milk hakkı var demektir. Satıcısı muhayyer olmak şartıyla
satılan cariyenin hükmü de böyledir. Çünkü milki bâkîdir. Muhayyerlik müşteriye
olmak şartıyla satılırsa hüküm yine budur. Çünkü cariye tamamıyla milkinden
çıkmış değildir.» Halebî diyor ki: «Acaba bu dört meselede mehir yok mudur?
Şarihin mutlak sözü bunu andırmaktadır. Ama araştırmalıdır.»
Ben derim ki:
Birinci mesele cariyeyi teslim etmeden satmak meselesinde dahildir. Bunda mehir
yoktur. Satıcısı muhayyer olmak şartıyla satılan cariye de öyledir. Çünkü onunla
cimada bulunmak satışı fesih olur. Fâsit olarak satılan cariye ile teslim
aldıktan sonra cima meselesine gelince: Mehrin lâzım gelmesi gerekir. Çünkü bu
cima başkasının milkine vukubulmuştur. Müşteri muhayyer olmak şartıyla satılan
cariye dahi müşteri satışı geçerli saymak şartıyla böyledir.
«İzinsiz evlenen
çocuktur ilh...» Hâniyye'de şöyle denilmektedir: «Mürâhik (bülûğa yaklaşan) bir
çocuk velîsinin izni olmadan bir kadınla evlenir de onunla zifafa girerse,
babası kadının nikâhını reddettiği takirde, ulema çocuğa had vurulmayacağını,
ukr da lâzım gelmeyeceğini söylemişlerdir. Had vurulmaması, çocuk olduğu
içindir. Ukr (mehir) lâzım gelmemesi ise, kadın nikâhının geçerli olmadığını
bile bile onunla evlendiği içindir. Demek ki hakkının bâtıl olmasına razıdır.»
«Kezâ uyuyan dul bir kadınla zina etse, kendisine had ve ukr lâzım gelmez. Yahut
bülûğa ermiş bir bâkire kendisini cimaya davet ederse, bekâretini giderdiği
takdirde hüküm yine budur. Kadın cimaya zorlanırsa veya küçük yahut cariye
olursa, velev ki onun emriyle yapsın had ve ukr lâzım gelmez. Çünkü küçük kızın
kendi hakkını ıskat için emir vermesi doğru değildir. Cariyenin de sahibinin
hakkını ıskat için emir vermesi doğru olamaz. Zinayı ikrar etmekle çocuğa mehir
lâzım gelmez.» Bu satırlar kısaltılarak Hindiyye'den alınmıştır.
«Cariyesini satan»
müşteriye teslim etmeden onunla cimada bulunursa, ona had ve mehir yoktur. Çünkü
bu iş mahâl şüphesinden ileri gelmiştir. Zira cariye henüz onun elinde ve
garantisindedir. Helâk olmuş olsa, onun milkine döner. Vergi garantiye bağlıdır.
O kimseye mehir vâcip olsa hadde müstehak olurdu.
«Sâkıt olur.» Yani
bekâretin payına düşen müşteriden sâkıt olur ve müşteri muhayyer kalır. Nitekim
cariyenin bir cüzünü telef etse hüküm budur. Valvalciyye.
«Aksi takdirde bir
şey sâkıt olmaz.» Yani bekâret yoksa kıymetinden bir şey sâkıt olmaz. Müşteriye
dahi muhayyerlik yoktur. İmam-ı Azam'dan müşteriye muhayyerlik sabit olacağı
rivayet edilmiştir. Valvalciyye.
METİN
Bir cariye başka
bir cariyeye çarpar da bekâretini bozarsa, mehr-i mislini vermesi lâzım gelir.
Küçük kızın babası
onun mehrini isteyebilir. Kız erkeğe dayanabilecek gibi ise, kocası da onun
teslimini isteyebilir. Bezzâzî diyor ki: Yaş muteber değildir. Onu teslim alır
da kaçarsa, erkeğin onu araması lâzım gelmez. Bir kimse bir kadına hile yaparak
onu alırsa, kadını getirinceye veya kadının ölümü bilininceye kadar hapsedilir.
İZAH
«Bir cariye başka
bir cariyeye çarparsa ilh...» Bu mesele üzerine bâbın başında söz geçmiştir.
«Küçük kızın babası
onun mehrini isteyebilir.» Velev ki kocası ondan istifade edemesin. Nitekim
Hindiyye'de Tecnis'ten naklen bildirilmiştir. Küçük kız kayıt değildir.
Hindiye'debildirildiğine göre. baba, dede ve hâkimin bâkire kızın mehrini teslim
almaya hakları vardır. Bâkirenin küçük veya büyük olması fark etmez. Ancak
bülûğa ermiş olup bundan men ederse nehyi sahihtir. Bunlardan başka velîlere bu
hak yoktur. Vasî küçük kız hakkında buna mâliktir. Bülûğa ermiş dul hakkında
teslim alma hakkı başkasına bağlı değil kendine aittir.
«Başka velilere bu
hak yoktur.» sözü anneye de şâmildir. Onun meh-ri teslim almaya hakkı yoktur.
Ancak vasî, ise kız bülûğa erîp kocası ermediğinde annesi mehrini isteyebilir.
Nitekim bunu Hindiyye sahibi ifade etmiştir. T.
Ben derim ki: Yani
annenin ikrarı olmaksızın mehrin alındığı sabit olursa, anne isteyebilir. Çünkü
Bezzâziye ve diğer kitaplarda şöyle denilmiştir: «Kız bülûğa erer de kocasından
mefrini ister, kocası onu kızın küçüklüğünde babasına verdiğini iddia eder,
babası da bunu ikrarda bulunursa, babasının kızı aleyhinde ikrarı sahih olmaz.
Çünkü bu halde baba mehri teslim almaya selahiyattar değildir. Binaenaleyh onu
ikrara da selahiyattar olamaz. Kadın mehrini kocasından alır. Kocası kızın
babasından bir şey alamaz. Çünkü kendisî, babasının teslim alma velâyeti varken
teslim aldığını ikrar etmiştir. Ancak alırken, seni kızın mehrinden ibrâ ettim
der de sonra kız inkârda bulunursa, kocası burada babasından hakkını
isteyebilir.» Bezzaziye'de şu da vardır: «Velî mehri teslim alır da sonra dâmada
iade ettiğini iddiada bulunursa, kız bâkire olduğu takdirde tasdik edilmez.
Çünkü velînin mehri teslim almaya selâhiyeti vardır. îadeye selahiyeti yoktur.
Kadın dul olursa, velî tasdik edilir. Çünkü kendisi emindir. Emaneti iade
ettiğini söylemektedir.»
Yine Bezzâziye'de
şöyle denilmektedir: «Kız bülûğa ersin ermesin, babası onun mehrini alır da
çeyizini yaparsa; yahut mehir yerine bir ayrı teslim alırsa, kızın cevaz
vermemeye hakkı yoktur. Çünkü mehri teslim alma velâyeti babalara aittir. Sonra
tasarruf hakkı da öyledir.» Lâkin Hindiyye'de, "Bulûğa ermiş bir kızın mehri
yerine arazi teslim alır da kız buna razı olmazsa, böyle yapmak âdet olduğu
takdirde. babanın yaptığı caizdir. Aksi takdirde caiz olamaz. Velev ki kız
bâkire olsun." denilmiştir. Mehri teslim alma meselelerinin tamamı Bahır ve
Nehir'de velîler bâbının başındadır.
«Bezzâzi diyor ki
ilh...» İbaresi şudur: «Baba küçük kızını kocasına vermeye mecbur edilemez.
Lâkin koca mehr-i muacceli vermeye icbar edilir. Eğer koca kızın erkeklere
dayanabileceğini söyler de baba inkâr ederse, hâkim o kızı kadınlara gösterir.
Yaş muteber değildir.»
Ben derim ki: Hattâ
Tatarhâniyye'de, "Bülûğa eren kız erkeğe dayanamayacaksa, babasına onu kocasına
vermesi emredilmez." denilmektedir