03 Ekim 2012

REDDU'L-MUHTAR...BAŞKASINDAN İDDET BEKLEYEN KADINA NAFAKA


BAŞKASINDAN İDDET BEKLEYEN KADINA NAFAKA

METİN
Bir adam iddetini bitirdikten sonra kendisiyle evlenmek şartıyla başkasından iddet bekleyen bir kadına nafaka verirse, onunla evlendiği takdirde mutlak surette bir şey dönmek yoktur. Kadın razı olmazsa, kadına vermiş olmak şartıyla erkek dönebilir. Kadın onunla beraber yemişse, mutlak surette dönemez. Bunu İmâdiye'den naklen Bahır sahibi söylemiştir.
İZAH
«Başkasından iddet bekleyen bir kadına nafaka verirse ilh...» Bezzâziye sahibi bu meselede sahih kabul edilmiş üç kavil rivayet etmiştir. Birincinin hâsılı şudur: Erkek evlenmeyi şart koşsun koşmasın; keza kadın onunla evlensin evlenmesin mutlak surette döner. Çünkü verdiği şey rüşvettir. İkincinin hâsılı şudur: Şart koşmadıysa dönemez. Üçüncünün hâsılı şudur ki bunu İmâdî'nin Fusul'ünden nakletmiştir: kadın onunla evlenirse dönemez. Evlenmeyi kabul etmezse, dönmeyi şart koşsun koşmasın şayet kadına kendisi için harcamak şartıyla para verdiyse döner. Kadın onunla beraber yerse, asla bir şey dönemez.
Fethu'l-Kadır'dekinin hâsılı birinci ile üçüncüdür. Bahır sahibi birinciyi de hikâye etmiş; sonra şöyle demiştir: «Bazıları, erkek evlenmeyi şart koşmuş da kadın onunla evlenmişse dönemez demişlerdir.» Kadın evlenmeye razı olmaz da erkek de bunu şart koşmamış bulunursa, sahih kavle göre yine dönemeyeceğini dahi sahihlemiştir. Bahır sahibinin, "Kadın onunla evlenirse dönemez ilh..." sözünden erkek şart koşmadığı halde kadın onunla evlenirse, evleviyetle dönemeyeceği anlaşılır.
«Kadın razı olmazsa ilh...» sözünden anlaşılıyor ki, erkek şart koştuğu halde kadın razı olmazsa dönebilir. Binaenaleyh bu ikinci kavlin hâsılı şöyle olur: Erkek bir surette döner ki, o da kadın evlenmeyi teklif etmeyip, erkeğin bunu şart koşmuş olmasıdır. Üç surette dönemez. Bunlar:
1) Kadın evlenmeye razı olmayıp, erkeğin de bunu şart koşmaması.
2) Erkek evlenmeyi şart koşup, kadının da evlenmesi.
3) Erkek şart koşmadığı halde kadının evlenmesidir. Böylece dört kavil meydana gelir ki, hepsi sahih kabul edilmiştir. Musannıfın şerhinde beyan ettiğine göre mutemet olan kavil, İmâdî'nin Fusul'ündekidir. Yani üçüncü kavildir. Üstadı Bahır sahibi bununla fetva vermiştir.
Ben derim ki: Nefsin fâkihi İmam Kâdıhân'ın itimat ettiği birinci kavildir. Zira şöyle demiştir: «Erkek evlenmeyi şart koşmuşsa döner. Çünkü bu şart fâsittir. Aksi takdirde yaptığı bir iyilikse, ulemadan bazıları döner, bazıları dönmez demişlerdir.» Sonra sözüne devamla şunları söylemiştir: «Dönmesi gerekir. Çünkü kadının evlenmeyeceğini bilse ona nafaka vermezdi. Bu, şart mesabesindedir. Karz olan kimseye benzer ki, karz veren şahsa önceden hediye etmek âdeti olmayan bir şeyi hediye ederse haram olur. Hâkim de öyledir. Hususidavete icabet etmez. Hâkim olmasa, hediye vermeyecek olan bir kimsenin hediyesini kabul etmez. Bu, şart mesabesinde olur. Velev ki şart koşulmasın.» Hayriyye sahibi nafakalar bahsinde bunu teyid etmiş; kendisine, "Bir kimse bir kadını ister de ona nafaka verirse, kadın da onun kendisine evlenmek için nafaka verdiğini bilerek başkasıyla evlenirse..." fetva ne olur diye sorulduğunda, bununla fetva vermiş. döneceğini söylemiştir. Buna şahit olarak Kâdıhân'ın zikri gecen sözüyle başkalarının sözlerini zikretmiş; "Bunun vechi zâhirdir. Binaenaleyh bundan ayrılmamak gerekir." demiştir.
T E M B İ H : Hayriyye'nin ifadesi kız isteme meselesinde Hâniyye'-nin ibaresiyle istişhad ettiğine göre burada cereyan eden hilâfın geçen kız isteme meselesinde de cereyan ettiğini gösterir ve orada gecen; "Erkek mevcut olan eşyayı geri alabilir. Helâk olanla istihlâk edileni geri alamaz." meselesi hediyeye mahsustur. Nafaka ve giyeceğe şâmil değildir. Çünkü şüphesiz iddet bekleyen kadın dahi kocaya istenmiştir. İddet beklediği için açıkça kocaya istenmesinîn haram olması bir tesir göstermez. Tesir, şartın bulunup bulunmamasına, fâsit şart olmasına ve bunun rüşvet sayılmasına aittir. Nitekim kavillerin ta'lilinden anladın.
Bu izaha göre Dimaşk köylerinde görülen şu hale dikkat etmeli: Bir adam bir kadını ister, ona bayramlarda giyecek ve hediye göndermeye başlar. Nafaka ve mehir için paralar verir. Bu hâl, mehrini tamamlayıncaya kadar devam eder. Nihayet zifaf gecesi onunla nikâhlanır. Şayet kadın onunla evlenmeyi istemezse, yukarıda geçen dört kavle göre helâk olan hediyeden başka ona verdiği her şeyi dönüp alması gerekir. Çünkü bu verilenler evlenmek şartıyla verilmişti. Nitekim yukarıda geçen ifadede Kâdıhân bunu tahkik etmîştir. Şimdi şu kalır: Bu kadın ölürse, birinci kavle göre erkeğin verdiklerini geri alması hakkında söz yoktur. Üçüncü kavle göre acaba imtina hükmüne girer mi girmez mi? Bunu görmedim. Ama dönmesi gerekir. Çünkü zâhire göre üçüncü kavlin illeti, karşılık vermek şartıyla yapılan hîbe gibi olmasıdır. Bu karşılık da evlenmedir. Nitekim Zâhîdî'nin Hâvî adındaki eserinde Muhit sahibi Burhan'ın remzi ile ifade edilmiş ve şöyle denilmiştir: «Gelin, güvey evine elbise gönderirse, sonra bunları dönemez. Velev ki mevcut olsunlar.» Sonra kendisine sorulduğunda, "Gönderdiği şeyler mevcut ise dönebilir." demiştir. Zâhîdî diyor ki: «Bu iki sözün arasını bulmak şöyle olur: İlk gönderdiği zifaftan öncedir. Sonra zifaf için olmuştur. Binaenaleyh karşılık vermek şartıyla hîbe gibidir. Bu da olmuştur ve kadın dönemez. İkincisi zifaftan sonradır. Onun için döner.» Keza erkek ölürse yahut evlenmekten vazgeçerse hüküm ne olur görmedim. Araştırmalıdır.
T E T İ M M E : Musannıf şu meseleyi zikretmemiştir: Bir kimse karısına nafaka verir de sonra sütkardeş olduklarına şahitlik edilerek nikâhın fâsit olduğu anlaşılır ve araları ayrılırsa. Zahîre'de bu adamın hâkimin koyduğu nafakayı dönüp alacağı bildirilmiştir. Çünkü kadınınonu haksız olarak aldığı anlaşılmıştır. Nafakayı hâkim koymamışsa, adam hiçbir şey dönemez.
«Evlenmek şartıyla...» diyeceğine, "evlenmek ümidiyle" dese daha iyi olurdu. Nitekim Bahır sahibi öyle yapmıştır.
«Mutlak surette» sözü, her iki yerde yapılan ıtlakın tefsiridir. Nitekim musannıfın şerhinde, "evlenmeyi şart koşsun koşmasın" demiş olması bunu gösterir. Onun için, "Evlenmek ümidiyle dese daha iyi olurdu" dedik. Tâ ki bu mutlak söze yer kalsın,, Bu kavil üçüncü kavildir. Musannıf gerek metninde, gerekse şerhinde buna itimat etmiştir. Feyz sahibi, "Fetva bununla verilir." demiştir.
«Kadın onunla beraber yemişse dönemez.» Çünkü yemek temlîk değil ibâhadır. (Mübah kılmaktır.) Yahut meçhûldür, miktarı belli değildir. Yukarıda söylediğimiz, "Hediye helâk olur veya istihlâk edilirse dönemez." meselesinde, kocaya istenenle iddet bekleyen kadın arasında fark olmadığına göre dönememenin vechi düşünülsün!
«Bunu İmâdiye'den naklen Bahır sahibi söylemiştir.» sözü yanlıştır. Doğrusu, İmâdiye'den naklen Minah sahibi söylemiştir. Çünkü metindekini Minah'ta Fusûl-i İmâdiye'ye nisbet etmiştir. Yukarıda söylediğimiz dört kavilden üçüncüsü budur. Bahır'daki ise birinci ile dördüncü kavildir. Üçüncü kavilden hiç bahsetmemiştir. Orada İmâdiye'ye nisbet de yapılmamıştır.
METİN
Yine Bahır'da Mübtegâ'dan naklen şöyle denilmiştir: «Bir kimse kızına çeyiz hazırlar da teslim ederse, bundan dönmeye hakkı olmadığı gibi;sağlam iken teslim etmişse, ölümünden sonra mirasçılarının da dönmeye hakları yoktur. O çeyiz kıza mahsustur. Fetva bununla verilir. Keza çeyizi kız için onun küçüklüğünde satın alırsa yine dönemez. Valvalciyye. Bunun çaresi, çeyizi kıza teslim ederken sadece emanet olmak üzere verdiğine şahit bulundurmaktır. Daha ihtiyatı, çeyizi kızdan satın alması, sonra kızın onu tebrik etmesidir. Dürer. Kızın ailesi onu teslim ederken bir şey aldılarsa, dâmadın onu geri almaya hakkı vardır. Çünkü rüşvettir. Bir kimse kızına çeyiz hazırlar daha sonra ona verdiklerinin emanet olduğunu iddia ederse; kız, o temlik idi dediği yahut kız öldükten sonra kocası mirasçı olmak için aynı sözü söylediği takdirde, baba yahut o öldükten sonra mirasçıları emannetti derlerse, mutemet olan söz kocasının olmasıdır. Böyle bir şeyi babanın emanet olarak değil de çeyiz olarak verdiği devam eden bir örf haline gelmişse, söz kızındır.
İZAH
«Bundan dönmeye hakkı» yoktur. Bu, devam eden gelin âdete göre babanın bu eşyayı emanet değil de çeyiz olarak verdiğine göredir. Nitekim az sonra söylecektir ki, onunlayetinse daha iyi olur, buradakine hâ-cet kalmazdı. Ama buradaki sözünün diyaneten; gelecek olan sözünün kazaen hükmünü beyan olması da mümkündür.
«Sağlam iken» sözü, ölüm hastalığında iken teslim etmeden ihtirazdır. Çünkü ölüm hastalığında teslim etmesi mirasçıya temlik olur ve diğer mirasçılar razı olmadıkça doğru değildir.
«Çeyizi kız için onun küçüklüğünde satın alırsa...» İster kıza ölüm hastalığında teslim etsin, ister hiç teslim etmesin bir şey dönemez. Çünkü alınan şeyler babının satın almasıyla teslim edilmeden kızın milki olmuştur. Nitekim gelecektir. Baba aldığı şeylerin parasını vermeden ölürse, satıcı terekesinden alır. Mirasçıların bunu dönmeye hakları yoktur. Edebu'I-Evsiya adlı kitapta Hâniyye ve diğer kitaplardan naklen şöyle denilmiştir: «Baba, küçük oğlu için bir hizmetçi satın alır da parasını kendi malından sayarsa. bir daha onu dönemez. Meğer ki döneceğine şahit bulundursun. Parasını saymadı da öldüyse. şahit bulundurmadığı takdirde terekesinden alır. Diğer mirasçılar bir şey dönemezler»
«Bunun çaresi...» Yani verdiklerini kızından geri almanın çaresi, emanet verdiğine şahit bulundurmaktır.
«Daha ihtiyatı, çehizi kızdan satın almasıdır.» Çünkü kızın çehizinin bir kısmını onun küçüklüğünde satın almış olması ihtimali vardır. Binaenaleyh bu ikrarla onu geri alması diyaneten helâl olmaz. Nitekim Bahır ve Dürer'de beyan edilmiştir. Kız büyükken teslim ettikten sonra dahi hüküm budur.
«Teslim ederken...» Yani kızı ağabeyi veya onun gibi birisi güveyi tarafından bir şey almadan teslim etmek istemezse. dâmat verdiği şeyi geri alabilir. Keza babası kızı başlık vermeden nikâhlamaya razı olmazsa, verilen şey mevcut olsun olmasın dâmat onu geri alabilir. Çünkü rüşvettir. Bezzâziye. Zâhîdî'nin Hâvî ismindeki kitabında Allâme Necmüddin'in Esrar adlı kitabının remziyle şöyle denilmiştir: Bir kimse dâmatlık işlerini yoluna koymak için birine bir şey verir de, o adam istenilen kızın kavminden veya başka bir kabileden olup, hem ıslaha, hem işi bozmaya muktedirse;verirken, "bu işi yoluna koymak için sana ücrettir" dediği takdirde dönemez. Bozmamak ve sus payı olmak üzere veriyorum derse döner. Çünkü rüşvettir. Ücret ancak amel karşılığında olur. Susmak amel değildir. Ama verirken, bu ücrettir demezse döner. O adam işi bozup düzmeye muktedîr değilse, kendisine verirken bu bahşiştir yahut sana gîdip gelme ücretidir veya konuşma yahut kızla benîm aramda yapacağın elciliğin ücretidir derse dönemez. Bunlardan hiçbirini söylemezse, verdiği hîbe olur. dönmesine bir mâni yoksa dönebilir.
«Kız; o temlik idi derse...» Fetih, Bahır ve diğer kitaplarda böyle denilmiştir. Ama sözün kızın olması müşkildir. Çünkü bu söz o şeye babanın mâlik olduğunu, milkin onun tarafından kızaintikal ettiğini itiraftır. Gerçekten Bedâyi'de açıklandığına göre kadın, "Bu eşyayı benim için kocam satın aldı." diye ikrar ederse, söz hakkı sâkıt olur. Çünkü milkin kocasına ait olduğunu ikrar etmiş; sonra kendisine intikalini iddiada bulunmuştur. Bu ancak delille sabit olur. Buna şöyle cevap verilir: Bu mesele. ulemanın zâhire bakarak amel ettikleri meselelerdendir. Meselâ ev eşyası ve benzeri gibi karı-kocanın ihtilâf ettikleri şeylerdeki, dâvâ bahsinin yeminleşme bâbının sonunda gelecektir. Böyle hüküm vermişlerdir. Yukarıda geçen mehir ve hediye dâvâsındaki ihtilâf da bunun gibidir.
«Mutemet olan ilh...» tabiri yerine Fethu'l-Kadir'de, "fetva için muhtar olan" denilmiştir. Bu kavlin mukabili, daha önce naklettiği, "söz kadınındır." ifadesidir. Yani zâhirin şehadetine bakarak diye tafsilât vermemiştir. Çünkü böyle şeylerde âdet, hîbe olarak vermektir. İmam Serahsî. "Söz babanındır. Çünkü bu onun tarafından alınmaktadır." demiştir. Zâhire bakılırsa mutemet olan kavil, aradaki hilâfı sözden ibaret saymakla bu iki kavlin arasını bulmaktan ibarettir.
METİN
Ama Mısır ve Şam'da olduğu gibi âdet müşterek ise, söz babanındır. Nitekim kızın emsaline verilen çehizden daha çok vermişse söz yine babanındır.
İZAH
«Söz babanındır.» Yani yeminiyle beraber söz babanındır. Nitekim Kâriü'l-Hidâye Fetevâ'sında böyle denilmiştir.
Ben derim ki: Sözün babanın olmasını, çehizin hepsi onun malındansa diye kayıtlamak gerekir. Fakat kızın çehizini onun nâmına aldığı mehirden yaparsa, söz babanın olamaz. Çünkü satın almak onun nâmına olmuştur. O çehizinin mehri ile satın alınmasına razı olmuştur. Bu örfen kızın izin vermesi mesabesindedir. Evet, babası kızın mehrini arttırırsa, örf müşterek olduğu takdirde ziyade hakkında söz onundur. Sonra bilmelisin ki Eşbâh'ta şöyle denilmiştir: «Adet ancak bir düzüye devanı ederse; yahut ekseriyeti teşkil ederse, o zaman muteber olur. Onun için satış hakkında ulema şöyle demişlerdir: Bir kimse çeşitli paraların geçtiği bir yer de maliyet ve geçerlilik muhtelif olmakla beraber dirhem veya dinarla diyerek satarsa, bu satış çok geçene sarfedilir. Hidâye'de, "Çünkü örf budur. Mutlak söz de buna sarfedilir." denilmiştir.»
Ben derim ki: Bunun muktezası şudur: Burada örfün devam etmesinden murad, onun galebe çalmasıdır. Müşterek olmasından murad da, her ikisinin çokluğudur. Çünkü nâdire bakılmaz. Bir de devamı o beldede yaşayan her ferde yorumlamak mümkün değildir. Buna göre meselenin muhal olması lâzım gelir. Çünkü bazı fertlerden emanet sudur edeceğinde şüphe yoktur. Halbuki yaygın ve insanların gerek yüksek tabakası gerekse orta tabakasıarasında gâlip olan âdet çehiz namına mehirden fazla verilen şeyin temlik olmasıdır. Bundan yalnız zifaf gecesi zevceye verilen zînet ev elbiseler müstesnadır. Zira bunların çoğu veya ekserisi emanettîr. Zifaf gecesi gelin ölürse. dâmadın bunlar gelinin idi diye iddia etmeye hakkı yoktur. Bilâkis burada söz emanettir veya kız için emanet alınmıştır diyen babanın yahut annenindir. Nitekim şarihin, "nitekim kızın emsaline verilen çehizden daha çok vermişse" demesinden de anlaşılmaktadır. Burada, "Bunlar örfen çehiz sayılmaz." denilebilir.
Şimdi şu kalır: Kıza verilen eşyanın bir kısmı temlik, bir kısmı da emanet âdet ise hüküm ne olur. Muhammed Ebussuud'un Eşbâh hâşiyesinde Gazzî hâşiyesinden naklen şöyle denildiğini gördüm: Büyük İmam Şehid'in söylediğine göre, fetva için muhtar kavil, çehizin emanet değil milk olduğuna hükmetmektir. Çünkü zâhir ve gâlip olan budur. Bundan yalnız bütün eşyanın emanet olarak verilmesi âdet olan belde müstesnadır. Şu halde söz babanındır. Ama bir kısmı hakkında âdet câri ise, çehiz tereke olur. Ona mirasçıların hakkı taallûk eder. Sahih olan da budur. İhtimal bunun vechi şudur: Babanın aynen emanet olduğunu iddia ettiği kısım için âdet kendisine şahit değildir. Bütün verilenlerin emanet olarak verilmesi hakkında âdetin câri olması bunun hîlâfınadır. Ona vârislerin hakkı taallûk etmez. Bilâkis hepsi babanındır. Allahu a'lem!
T E M B İ H : Bîrî'nin Eşbâh şerhinde beyan ettiğine göre, cehiz meselesinde ulemanın söyledikleri ancak dâvâ baba tarafından geldiğine göredir. Baba ölür de mirasçıları iddia ederlerse, çehizin kıza ait olacağında hilâf yoktur. Çünkü Valvalciyye'de şöyle denilmektedir: «Bir adam kızına çehiz yapar da sonra ölürse, kalan mirascılar taksimi istediklerinde bakılır: Baba bunları, kızı küçükken yahut büyüdükten sonra onun için satın almış da sağlamken ona teslim etmişse, eşya hassaten kızındır.»
Ben derim ki: Bu söz götürür. Çünkü Valvalciyye'nin sözü, kız küçükken satın alındıysa ona satın almakla mâlik olması: büyükken teslim edildiyse teslimle mâlik olması hakkındadır. Burada babanın ölümüyle hayatı orasında bir fark yoktur. Musannıf ile şarihin yukarıda geçen, "Babanın ve o öldükten sonra mirasçılarının bu eşyadan bir şey geri almaya hakkı yoktur." demeleri de bunu gösterir. Söz ancak satın aldıktan veya teslimden sonra emanet iddiasının dinlenip dinlenmeyeceği hususundadır. Mutemet olan kavil, bildiğin gibi işi örfe bırakmaktır. Burada dahi babanın ölümüyle hayatı arasında fark yoktur. Binaenaleyh mirasçılarının dâvâsı onun dâvâsı gibidir.
«Nitekim kızın emsaline verilen çehizden daha çok vermişse ilh...»Zâhire bakılırsa emsaline verilenden fazlayı ayırmak mümkün olduğu takdirde, söz bu bâpta babanındır. Aksi takdirde bütün çehiz hakkında söz onundur. Rahmeti.
METİN
Kıza çehiz hazırlama hususunda anne de baba gibidir. Küçük kızın velisi de öyledir. Vehbâniyye şerhi. Vehbâniyye şerhi. Nehir sahibi Kâdıhân'a uyarak baba eşraftan ise emanettir diye iddiası kabul edilmeyeceğini iyi karşılamıştır. Anne, kızının çehizi için ona babasının huzurunda ve onun haberi varken babasının eşyasından bir şeyler verir de baba susarsa, kız dâmadın yanına zifaf olduğu takdirde, babanın ondan bir şey geri almaya hakkı yoktur. Çünkü örfü ödet böyle cereyan eder. Keza anne, kızının çehizi hususunda mütad olan sarfiyatı yapar da baba susarsa, anne ödemez. Bu iki mesele otuzyedi hattâ Zevâhiru'l-Cevahir'de bildirildiğine göre kırksekiz meseleden olup, bunlarda sükût konuşmak gibidir.
FER'İ M E S E L E : Kız dâmadın yanına ona lâyık çehizi bulunmaksızın zifaf edilirse, dâmat babasından para isteyebilir. Kınye. Bahır'da Mübtega'dan naklen, "Ancak uzun zaman susarsa husumete hakkı yoktur." denilmiştir. Lâkin Nehir'de Bezzâziye'den naklen, "Sahih kavle göre babadan bir şey isteyemez. Çünkü nikâhta mal maksut değildir." denilmiştir.
İZAH
«Anne de baba gibidir.» Musannıf bunu Kâriu'l-Hidâye Fetevâ'sına nisbet etmiştir. Bunu İbn-i Vehbân dahi incelemiştir. Nitekim gelecektir.
«Küçük kızın velîsi de öyledir.» Bunu da İbn-i Vehbân Manzume'sinin şerhinde inceleyerek zikretmiş; "Annenin ve küçük kızı evlendiren velînin iddia ettiği zaman da hükmün böyle olması gerekir. Çünkü burada örf-ü âdet câridir." demiştir. Lâkin İbn-i Şıhne şerhinde şöyle demiştir: «Bence velî meselesi söz götürür.» Bahır sahibi anne ile dede hakkında tereddüt etmiş ve, "Dede meselesi fetva vakası olmuştur. Ben bu mesele hakkında nakil bulamadım. Remlî'nin yazdığına göre, ilk görünürde zâhir olan, anne ile dedenin baba gibi olmasıdır." demiştir.
«İyi karşılamıştır.» Nehir sahibi şöyle demiştir: «İmam Kâdıhân diyor ki: Baba eşraftan ise, onun emanettir diye iddiası kabul edilmez. Kıza bu çehizi yapamayanlardan ise, sözü kabul edilir demelidir, ömrüme yemin ederim ki. bu son derece güzeldir.»
Ben derim ki: İhtimal onun beğenmesinin vechi şudur: Bu söz, mutemet kavle aykırı düşmemekle beraber onu izah etmektedir. Çünkü bazı memleketlerde vâki olan müşterek âdet, ancak eşraf olmayanlar hakkındadır.
«Dâmadın yanına zifaf olduğu takdirde.» diye kayıtlaması şundandır: Çünkü bülûğa ermiş bir kızı temlik etmek teslimle olur. Bu da âdeten ancak zifafla tahakkuk eder. Çünkü o zaman çehizi kızın elinde olur.
«Mûtad olan sarfiyatı yaparsa» sözünün mefhumu, mûtadan fazla yaparsa babanın sukûturıza sayılmamaktır. O zaman anne öder. Acaba bütün çehizi mi ödeyecektir, yoksa mûtaddan fazlasını mı? Burada tereddüt edilmiştir. Tahtâvî kesinlikle ikincisine kail olmuştur.
«Otuzyedi...» Halebî diyor ki: «Biz bunu Eşbâh'tan naklen velî bûbında arzetmiştik.»
«Zevahiru'l-Cevahir...» Salih İbn-i Musannıf Tenvîr'in yazdığı Eşbâh hâşiyesidir. Eşbâh üzerine onüç mesele ziyade etmiştir ki, şarih onları vakıf bahsinde zikretmiştir. H.
«Ona lâyık çehizi bulunmaksızın...» Bahır sahibinin Mübtegâ'dan naklettiği ibarede buradaki zamir, dâmadın kayınpederine gönderdiği altın ve gümüş paralara aittir. Sonra, "Muteber olan. dâmat için yapılandır, kız için yapılan değildir." demiştir.
Ben derim ki: Bu gönderilene, Acemlerin örfünde destiman (ağırlık) denilir. Nitekim gelecektir.
«Ancak uzun zaman susarsa husumete hakkı yoktur.» Şarih vakıf bahsinde şöyle demiştir: «Zifaftan sonra uzun zaman susar da bununla razı olduğu anlaşılırsa, artık ondan sonra dâvâ hakkı kalmaz. Velev ki kendisi için bir şey hazırlanmasın.» H. "Razı olduğu anlaşılırsa" sözü ile, uzun veya kısa zaman örfe göre itibar edileceğine işaret etmiştir.
«Lâkin Nehir'de ilh...» Bu sözün bir misli de Camiu'l-Fusuleyn ile Zahîruddin'in Feteva'sından naklen Lisanü'l-Hukkâm'dadır. Hâmidiyye'de bununla fetva verilmiştir.
Ben derim ki: Bezzâziye'de iki kavlin arasını bulmaya yarayan sözler vardır. Orada şöyle denilmiştir: «Kadınla evlenir de ona üçbin lira destiman verirse, kadın da zengin kızı olup babası kendisine çehiz vermemişse. İmam Kemâlüddin ile Muhit sahibi dâmadın kız babasından örf-ü âdete göre çehiz veya ağırlık isteyebileceğine fetva vermişlerdir.» Bezzâziye sahibi, "İmamlarımızın ihtiyar ettiği kavil budur." demiştir. İmam Merginânî şunları söylemiştir: «Sahih kavle göre hiçbir şey isteyemez. Çünkü nikahta mal maksut değildir.» Bazı Harzem imamları itiraz ederek, "Destiman mehr-i muacceldir. Nitekim Kâfî ve diğer kitaplarda belirtilmiştir. O kadının kendisine mukabildir. Hattâ kadın onu almak için kendisini kocasından men etmeye mâliktir. O halde koca nasıl çehiz isteyebilir. Bir şeyin iki tane mukabili olmaz?" demişlerdir. Fâkih, üstadından naklen buna cevap vermiş: "Destiman akdin içine girerse, söylediğin mehr-i muaccet olur. Akde girmez de onun için bir akit yapılmazsa, karşılık şartıyla hîbe gibi olur. Bizim söylediğimiz de budur. Onun için dedik ki: Bunu akitte zikretmediyse, kız dâmadın yanına çehizsiz olarak zifaf edildiği ve dâmat birkaç gün sustuğu takdirde, çehiz dâvâsına kalkışamaz. Çünkü mesele ihtimalli olunca, dâmat da razı olduğunu gösterecek bir zaman susunca bu, maksadın çehiz olmadığını gösterir." Bu satırlar kısaltılarak alınmıştır.
Hâsılı peşin verilen bu malın daima mehr-i muaccel olması lâzım gelmez. - Nasıl ki Kâfî'nin sözü bunu îhâm ediyor. - Ki bu onun çehizine değil, kendine mukabildir diye itiraz vâritolsun. Bilâkis burada tafsilât vardır. O da şudur: Eğer bu verilen üzerine akit yapılan mehir cümlesinden sayılırsa, mehr-i muacceldir ve kadının nefsine mukabildir. Sayılmazsa, o âdeten çehize mukabildir. Hattâ zifaftan sonra dâmat susar da çehiz istemezse anlaşılır ki, bunu karşılık istemeksizin teberru suretiyle vermiştir. Bu son derece güzeldir. Arabulmak da bununla olur. Muvaffakiyeti veren Allah'tır.
Lâkin zâhir olan şudur ki: Üzerine akit yapıldığı surette hilâf câridir. Çünkü bunun mehirden sayılacağını söylese de adaten bilinir ki, o malın çokluğu çehiz çok olsun diyedir. Binaenaleyh mâna itibariyle o aynı zamanda onun bedelidir. Onun içindir ki çehizi olmayan kızın mehri, çehizli kızın mehrinden az olur. Velev ki ondan daha güzel olsun. Buna şöyle cevap verilir: O bunun mehir olduğunu açıklayınca - ki o da nikâhtan asıl maksut olan cima istifadesinin bedelidir. Çehiz değildir - mânâya itibar etmemiştir. Bu meselenin daha fazla izahı inşaallah nafaka bâbında gelecektir. Bu bizim zamanımızda Örf olmamıştır. Bilâkis herkes bilir ki çehiz kadına mahsustur. Kocası onu boşarsa hepsini alır. Kadın ölürse, ondan mirasçıları alırlar. Mehrin ziyade edilmesi sadece dâmadın evini onunla süslemek ve dâmadın oraya dönmesini, kadın öldüğü zaman dâmadın çocuklarının da oraya dönmelerini sağlamak içindir. Bu mesele, kadını bâkire diye mehr-i mislinden fazla vererek alıp da dul çıkması meselesine benzer. Ziyadenin lâzım gelip gelmeyeceği hususundaki hilâf yukarıda geçmişti. Oradaki hilâf, bu meseledeki hilâfa binaen idi. Tercih edilen kavlin ziyadenin lâzım olduğu da yukarıda geçti. Onun için burada sahih kabul edilen, Merginânî'den nakledildiği gibi hiçbir şey isteyememektir.
METİN
Bir zımmi veya müste'men (pasaportlu), zımmi bir kadını; yahut bir harbî, dâr-ı harpte harbî bir kadını ölü hayvan karşılığında yahut mehirsiz olarak yani mehirden söz etmeyerek veya mehri nefyederek nikahlarsa, bu da onlarca caiz olup, kadın cima edilir veya cimadan önce boşanırsa yahut kocası ölürse kadına mehir yoktur. Velev ki her ikisi de müslüman olsun veya İslâm memleketine gelsinler. Çünkü biz onları dinleriyle başbaşa bırakmaya memuruz. Onlar hakkında geri kalan nikah hükümlerinden nafakanın vâcip olması, talâk vukuu ve bunlara benzeyen iddet, nesep, bülûğ muhayyerliği, sahih nikâhla birbirlerine mirasçı olmak, üç defa boşanan kadının haram olması ve haram olan kadınların nikâhı gibi şeyler, müslümanlardaki gibi sabit olur. Kadını şarapla veya işaret ederek muayyen bir domuzla nikâh eder de, sonra her ikisi veya birisi mehri almadan müslüman olursa, kadına bu tayin edilen mehir verilir ve şarap sır gibidir. Bunu İnâye'den naklen Nehir sahibi söylemiştir.
İZAH
«Bir zımmi ilh...» Musannıf müslümanların mehirlerini anlattıktan sonra burada kâfirlerinmehirlerine başlıyor. Onların nikâhları da ileride gelecektir. Müste'men sözüyle şarih, musannıfın zımmî diyeceğine kâfir dese daha iyi olacağına işaret etmiştir. Çünkü müste'men burada zımmî gibidir. Bunu İnâye'den naklen Nehir sahibi söylemiştir.
«Ölü hayvan karşılığında» tabirinden murad ;kan gibi mal sayılmayan her şeydir. Bahır.
«Kadına mehir yoktur.» Bu İmam-ı Âzam'a göredir. imameyn'e göre zifaftan sonra ise veya kocası ölürse kadına mehr-i misil verilir. Cimadan önce boşarsa müt'a vermesi gerekir. Bazıları ölü hayvan ve sükût meselesinde iki rivayet olduğunu söylemişlerdir. Fakat esah kavle göre hepsi ihtilâflıdır. Hidâye. Lâkin Fetih'te bildirildiğine göre mehirden söz edilmezse, zâhir rivayette mehr-i misil vâcip olur. Çünkü nikâh karşılıklı bir alışveriştir. Karşılık lâzım değil diye söylemedikçe, kadın ona müstehak olur. Ölü hayvanı zikretmek susmak gibidir. Çünkü o kâfirlerce mal değildir. Binaenaleyh zikri hükümsüzdür. Nehir.
«Çünkü biz onları dinleriyle başbaşa bırakmaya memuruz.» Bundan maksat, doğruluğunu ikrar değil, onlara sataşmaktan vazgeçmektir. Yani onları içki içmekten. domuz eti yemekten ve bunları satmaktan men etmeyiz. Bunu Ebussuud'dan Tahtâvî nakletmiştir.
«Geri kalan nikâh hükümleri...» Yani bu hükümlere inançları varsa veya bizim mahkememize müracat ederlerse. T. Müslümanlardaki gibi sabit olur.
«İddet gibi...» Yani kadını boşar da iddeti bitinceye kadar evine kapanmasını emrederse, dâvâ bizim mahkememize geldiğinde, kadın hakkında evine kapanması lâzım geldiğine hükmederiz. Keza kadın iddet nafakası isterse, bununla kocasını ilzam ederiz. Rahmetî.
«Nesep gibi...» Yani bizim aramızda nesep ne ile sabit olursa, onun nesebi de onunla sabit olur. Rahmetî.
«Bülûğ muhayyerliği...» Yani akdi yapan baba ile dededen başkası ise, küçük oğlanla küçük kız bülûğa ermekle muhayyer bırakılırlar. T.
«Sahih nikâhla birbirlerine mirasçı olmak...» Sahih nikâhtan murad, karı koca müslüman oldukları vakit eski nikâhları üzerine bırakılmalarıdır. Mahremini nikâh etmişse yahut bir müslümandan iddet bekliyorsa bunun hilâfınadır. Nitekim feraiz bahsınde gelecektir.
«Üç defa boşanan kadının haram olması ilh...» Bununla derhal araları ayrılır. Velev ki yalnız birinin dâvâ etmesiyle olsun. Ama karı-koca ikisi de mahrem iseler. araları ancak ikisinin de dâvâ etmesiyle ayrılır. Nitekim kâfirin nikâhında gelecektir.
«Mehri ulmadan...» Mehri aldıktan sonra müslüman olursa, kadına aldığından başka bir şey verilmez. Velev ki akit zamanında muayyen olmasın. Nehir.
«Kadına tayin edilen mehir verilir.» Bu kavil İmam-ı Âzam'ındır. İmam Ebû Yusuf'a göre mehir muayyen olsun olmasın kadına mehr-i misil verilir. İmam Muhammed'e göre gerek şarapta gerek domuzda kadına kıymet verilir. Nehir.
«Domuz da başıboş bırakılır.» Fetih'te böyle denilmiştir. Rahmetî diyor ki: «Evlâ olan, domuz öldürülür demektir.»
METİN
Kadını zifaftan önce boşarsa, ona mehrinin yarısı verilir. Muayyen olmayan şarapta onun kıymeti, domuzda ise mehr-i misil verilir. Çünkü kıyemî olan bir şeyin kıymetini almak, aynını almak gibidir.
FER'Î MESELELER: İslâm diyarında cima ya, had vurmaktan yahut mehir vermekten hâlî değildir. Yalnız iki meselede had vurulmaz. Bunlardan biri izinsiz evlenen çocuktur ki. karısı ona itaat ettiği takdirde kendisine had vurulmaz. İkincisi cariyesini satan ve teslim etmeden cimada bulunandır. Cariyenin kıymetinden bekâretin payına düşen sâkıt otur. Aksi takdirde bir şey sâkıt olmaz.
İZAH
«Kadını zifaftan önce boşarsa ilh...» Fetih'te şöyle denilmiştir: «Kadını zifaftan önce boşarsa, muayyen olan mehirde Ebû Hanife'ye göre yarısı verilir. Muayyen olmayan mehirde; şarap ise yarısının kıymeti, domuz ise müt'a verilir. İmam Muhammed'e göre kadına her halde kıymetin yarısı verilir. Çünkü ona göre vâcip olan kıymettir. Binaenaleyh yarısı verilir. Ebû Yusuf'a göre ki mehr-i misil vâciptir diyen odur kadına müt'a verilir. Çünkü mehr-i misil yarıya bölünmez.
«Çünkü kıyemî olan bir şeyin kıymetini almak ilh...» sözü şöyle izah olunur: Mislî olan şeylerde mislini almak, kıyemî olanlarda kıymetini almak, muayyen mehri almak gibidir. Şarap mislîdir. O halde kıymetini almak aynını almak gibi değildir. Kıyemîde kıymetini almak domuzda olduğu gibi bunun hilâfınadır. Onun için bunda mehr-i misil vâciptir dedik. Buna şöyle itiraz olunmuştur: «Bir zımmî başka bir zımmîden domuz karşılığı bir hâne satın alsa, o hânenin müslüman olan şefî onu domuzun kıymetiyle alır!» Buna şöyle cevap verilmiştir. «Domuzun kıymeti. nikâh meselesinde olduğu gibi aynının bedeli olursa aynı gibidir. Şuf'ada kıymet domuzun değil hânenin bedelidir. Buna başvurulması, başkasıyla kıymet biçilmeyip yalnız bununla kıymet biçildiği içindir.»
Yine itiraz vârit olup, "Kıymet nikâhta dahi başka şeyin yani cima istifadesinin bedelidir. Ona başvurmak kıymet biçmek içindir." denilmiştir. Buna verilen cevap, ulemanın şu sözüdür; «Bu kadına kocası müslüman olmazdan önce domuzun kıymetini getirseydi, kadın kabule mecbur edilirdi. Çünkü kıymet için aynın hükmü vardır. Binaenaleyh konulan bu mehrin muceblerindendir. Müslüman olmakla kıymetini almak imkânsızlaşmıştır. Biz de onun muceblerinden olmayan bir şeyi, yani mehr-i misli vâcip kıldık.»
Bu gösterir ki domuzun kıymeti nikâhta onun bedelidir, aynı yerinedir. Onun için kadınmüslüman olmazdan önce bunu kabus mecbur edilir. Müslüman olduktan sonra mecbur edilmez. Hâne meselesi bunun hilâfınadır. Aralarında fark olmadığı teslim edilse bile, zekât bahsinin sonunda onuncu bâpta geçen şu sözle cevap verilir: «Hânede kıymet almanın caiz olması, şefinin hakkı zaruretindendir. Burada ise zaruret yoktur. Çünkü mehr-i misil vâciptir demek mümkündür.»
«İslâm diyarında cima...» Yani milki yeminle olmayan cima demek istiyor. Bununla dârı harpteki cimadan ihtiraz etmiştir. Çünkü dârı harpte had vurulmaz. Mehre gelince: Bunun hükmünü görmedim.
«Yalnız iki meselede had vurulmaz.» Eşbâh'ın nikâh bahsinde böyle denilmiştir. Yine orada sünnet miktarının kaybolması hükümlerinden olmak üzere şöyle denilmiştir: «Müstesna olanlar sekiz meseledir ve buradaki üzerine şunlar ilâve edilmiştir:
1) Zımmî bir kadın mehirsiz nikâh edilir de sonra karı-koca müslüman olurlarsa, mehirsiz nikâh olacağına îtikatları olduğu takdirde mehir yoktur.
2) Sahibi cariyesini kölesine nikâh ederse, esah kavle göre mehir yoktur.
3) Köle şüphe ile hanımefendisine cimada bulunduğu zaman mehir yoktur. Bu hüküm, ulemanın daha önce, "Sahibi kölesinin zimmetinde alacak borç hak edemez." sözlerinden alınmıştır.
4) Harbî bir kadınla cima ederse,
5) Yahut kendisine vakfedilen cariyeyle cima ederse,
6) Veya rehin edilen cariyeyle, helâldir zannıyla rehin edenin izniyle cima ederse. Eşbâh sahibi son üç meselede mehir lâzım gelmediğini söylemiştir. Ben bunu şimdiye kadar görmedim.»
Halebî Bahır'ın hudud bâbından mahâl şüphesi dolayısıyla had vurulamayan neviden olmak üzere şunu nakletmiştir: «Yine bu nevidendir ki, fasit olarak satılan bir cariye ile teslim almazdan önce cimada bulunursa. milk vâki olduğu için had vurulmaz. Teslim aldıktan sonra cima ederse yine had vurulmaz. Çünkü fesih hakkı vardır. Binaenaleyh o cariyede milk hakkı var demektir. Satıcısı muhayyer olmak şartıyla satılan cariyenin hükmü de böyledir. Çünkü milki bâkîdir. Muhayyerlik müşteriye olmak şartıyla satılırsa hüküm yine budur. Çünkü cariye tamamıyla milkinden çıkmış değildir.» Halebî diyor ki: «Acaba bu dört meselede mehir yok mudur? Şarihin mutlak sözü bunu andırmaktadır. Ama araştırmalıdır.»
Ben derim ki: Birinci mesele cariyeyi teslim etmeden satmak meselesinde dahildir. Bunda mehir yoktur. Satıcısı muhayyer olmak şartıyla satılan cariye de öyledir. Çünkü onunla cimada bulunmak satışı fesih olur. Fâsit olarak satılan cariye ile teslim aldıktan sonra cima meselesine gelince: Mehrin lâzım gelmesi gerekir. Çünkü bu cima başkasının milkine vukubulmuştur. Müşteri muhayyer olmak şartıyla satılan cariye dahi müşteri satışı geçerli saymak şartıyla böyledir.
«İzinsiz evlenen çocuktur ilh...» Hâniyye'de şöyle denilmektedir: «Mürâhik (bülûğa yaklaşan) bir çocuk velîsinin izni olmadan bir kadınla evlenir de onunla zifafa girerse, babası kadının nikâhını reddettiği takirde, ulema çocuğa had vurulmayacağını, ukr da lâzım gelmeyeceğini söylemişlerdir. Had vurulmaması, çocuk olduğu içindir. Ukr (mehir) lâzım gelmemesi ise, kadın nikâhının geçerli olmadığını bile bile onunla evlendiği içindir. Demek ki hakkının bâtıl olmasına razıdır.» «Kezâ uyuyan dul bir kadınla zina etse, kendisine had ve ukr lâzım gelmez. Yahut bülûğa ermiş bir bâkire kendisini cimaya davet ederse, bekâretini giderdiği takdirde hüküm yine budur. Kadın cimaya zorlanırsa veya küçük yahut cariye olursa, velev ki onun emriyle yapsın had ve ukr lâzım gelmez. Çünkü küçük kızın kendi hakkını ıskat için emir vermesi doğru değildir. Cariyenin de sahibinin hakkını ıskat için emir vermesi doğru olamaz. Zinayı ikrar etmekle çocuğa mehir lâzım gelmez.» Bu satırlar kısaltılarak Hindiyye'den alınmıştır.
«Cariyesini satan» müşteriye teslim etmeden onunla cimada bulunursa, ona had ve mehir yoktur. Çünkü bu iş mahâl şüphesinden ileri gelmiştir. Zira cariye henüz onun elinde ve garantisindedir. Helâk olmuş olsa, onun milkine döner. Vergi garantiye bağlıdır. O kimseye mehir vâcip olsa hadde müstehak olurdu.
«Sâkıt olur.» Yani bekâretin payına düşen müşteriden sâkıt olur ve müşteri muhayyer kalır. Nitekim cariyenin bir cüzünü telef etse hüküm budur. Valvalciyye.
«Aksi takdirde bir şey sâkıt olmaz.» Yani bekâret yoksa kıymetinden bir şey sâkıt olmaz. Müşteriye dahi muhayyerlik yoktur. İmam-ı Azam'dan müşteriye muhayyerlik sabit olacağı rivayet edilmiştir. Valvalciyye.
METİN
Bir cariye başka bir cariyeye çarpar da bekâretini bozarsa, mehr-i mislini vermesi lâzım gelir.
Küçük kızın babası onun mehrini isteyebilir. Kız erkeğe dayanabilecek gibi ise, kocası da onun teslimini isteyebilir. Bezzâzî diyor ki: Yaş muteber değildir. Onu teslim alır da kaçarsa, erkeğin onu araması lâzım gelmez. Bir kimse bir kadına hile yaparak onu alırsa, kadını getirinceye veya kadının ölümü bilininceye kadar hapsedilir.
İZAH
«Bir cariye başka bir cariyeye çarparsa ilh...» Bu mesele üzerine bâbın başında söz geçmiştir.
«Küçük kızın babası onun mehrini isteyebilir.» Velev ki kocası ondan istifade edemesin. Nitekim Hindiyye'de Tecnis'ten naklen bildirilmiştir. Küçük kız kayıt değildir. Hindiye'debildirildiğine göre. baba, dede ve hâkimin bâkire kızın mehrini teslim almaya hakları vardır. Bâkirenin küçük veya büyük olması fark etmez. Ancak bülûğa ermiş olup bundan men ederse nehyi sahihtir. Bunlardan başka velîlere bu hak yoktur. Vasî küçük kız hakkında buna mâliktir. Bülûğa ermiş dul hakkında teslim alma hakkı başkasına bağlı değil kendine aittir.
«Başka velilere bu hak yoktur.» sözü anneye de şâmildir. Onun meh-ri teslim almaya hakkı yoktur. Ancak vasî, ise kız bülûğa erîp kocası ermediğinde annesi mehrini isteyebilir. Nitekim bunu Hindiyye sahibi ifade etmiştir. T.
Ben derim ki: Yani annenin ikrarı olmaksızın mehrin alındığı sabit olursa, anne isteyebilir. Çünkü Bezzâziye ve diğer kitaplarda şöyle denilmiştir: «Kız bülûğa erer de kocasından mefrini ister, kocası onu kızın küçüklüğünde babasına verdiğini iddia eder, babası da bunu ikrarda bulunursa, babasının kızı aleyhinde ikrarı sahih olmaz. Çünkü bu halde baba mehri teslim almaya selahiyattar değildir. Binaenaleyh onu ikrara da selahiyattar olamaz. Kadın mehrini kocasından alır. Kocası kızın babasından bir şey alamaz. Çünkü kendisî, babasının teslim alma velâyeti varken teslim aldığını ikrar etmiştir. Ancak alırken, seni kızın mehrinden ibrâ ettim der de sonra kız inkârda bulunursa, kocası burada babasından hakkını isteyebilir.» Bezzaziye'de şu da vardır: «Velî mehri teslim alır da sonra dâmada iade ettiğini iddiada bulunursa, kız bâkire olduğu takdirde tasdik edilmez. Çünkü velînin mehri teslim almaya selâhiyeti vardır. îadeye selahiyeti yoktur. Kadın dul olursa, velî tasdik edilir. Çünkü kendisi emindir. Emaneti iade ettiğini söylemektedir.»
Yine Bezzâziye'de şöyle denilmektedir: «Kız bülûğa ersin ermesin, babası onun mehrini alır da çeyizini yaparsa; yahut mehir yerine bir ayrı teslim alırsa, kızın cevaz vermemeye hakkı yoktur. Çünkü mehri teslim alma velâyeti babalara aittir. Sonra tasarruf hakkı da öyledir.» Lâkin Hindiyye'de, "Bulûğa ermiş bir kızın mehri yerine arazi teslim alır da kız buna razı olmazsa, böyle yapmak âdet olduğu takdirde. babanın yaptığı caizdir. Aksi takdirde caiz olamaz. Velev ki kız bâkire olsun." denilmiştir. Mehri teslim alma meselelerinin tamamı Bahır ve Nehir'de velîler bâbının başındadır.
«Bezzâzi diyor ki ilh...» İbaresi şudur: «Baba küçük kızını kocasına vermeye mecbur edilemez. Lâkin koca mehr-i muacceli vermeye icbar edilir. Eğer koca kızın erkeklere dayanabileceğini söyler de baba inkâr ederse, hâkim o kızı kadınlara gösterir. Yaş muteber değildir.»
Ben derim ki: Hattâ Tatarhâniyye'de, "Bülûğa eren kız erkeğe dayanamayacaksa, babasına onu kocasına vermesi emredilmez." denilmektedir

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...