03 Ekim 2012

REDDU'L-MUHTAR...VELİ BÂBI


METİN
Velî lügatta düşmanın hilâfıdır. Örfen velî, Allah Teâlâ'yı bilen kimsedir. Şer'an ise, âkil bâliğ ve mirasçı olan kimsedir. Mezhebe göre, perdesi patlamadıkça velev ki fâsik olsun. Çocuk ve vasî gibiler mezhebe göre bu tariften mutlak surette hariçtirler. Velâyet, başkası üzerinde ister istemez sözünü geçirmektir ki, dört şeyle sabit olur:
1 - Akrabalık,
2 - Milk,
3 - Velâ,
4 - İmamlık.
İZAH
Musannıf nikâhı, sözlerini ve nikâhın mahallini bildirdikten sonra onu akdedeni beyana başlıyor. Bunu geriye bırakması, bütün suretlerde nikâhın sıhhatinin şartlarında olmadığı içindir. Velî faîl vezninde ve faîl mânâsındadır. T.
«Örfen" Yani usul-i din ulemasının örfüne göre demektir. Bahır sahibi diyor ki: «Usul-i dinde velî, Allah Teâlâ'yı isimleriyle, sıfatlarıyla bilen kimsedir ki, bu, taatlara ve günahlardan kaçınmaya devam, şehvetlere ve lezzetlere düşkün olmamak nisbetinde mümkün olur. Nitekim Akâit şerhinde beyan olunmuştur.» H.
«Mirasçı» tabiri Fetih ve diğer kitaplarda vardır. Remlî diyor ki: «Bunu zikretmek gerekmez. Çünkü hâkim velîdir. Fakat mirasçı değildir.»
Ben derim ki: Kölenin efendisi de öyledir. şu halde tarif, akrabalık cihetinden velîye hastır.
«Mezhebe göre» demesi, Bezzâziyye'de şu ifade kullanıldığı içindir: «Baba ile dede fâsık olurlarsa, hâkim kızı dengine verebilir.» Fetih sahibi bu ifade için, "Mezhepte böyle bir şey mâlûm değildir." demiştir.
«Perdesi patlamadıkça» diye tercüme ettiğimiz 'mütehettik' kelimesi, Kâmûs'ta perdesinin yırtılmasına aldırış etmeyen adam şeklinde tefsir edilmiştir. Fetih sahibi kendisinden az yukarıda naklettiğimiz sözden sonra şunları söylemiştir: «Evet, perdesi patlak olursa. kızı mehr-i mislinden az mehirle ve denginden başkasına vermesi geçersizdir. Bu ileride gelecektir.» Hâsılı şudur: Fısk bize göre ehliyeti selbetmese de, baba perdesi patlak fâsık olursa, kızını evlendirmesi ancak maslahat şartıyla geçerli olur. Musannıfın aşağıda gelecek olan, "Ama geçerli olur. Velev ki çok aldanmayla veya dengi olmayana evlendirmek suretiyle olsun. Elverir ki velî, baba veya dede olup, kötü hareketleri görülmemiş olsun. Kötü hareketleri olduğu bilinirse, caiz değildir." ifadesi de bunun gibidir. Bundan anlaşılır ki, fâsıktan murad, perdesi patlak olandır. Bu söz. kötü hareketli manâsınadır. Ve velâyetini mutlak surette ıskat etmez. Çünkü kızı dengine mehr-i misille verirse sahih olur. Nitekimizahı gelecektir. Bu, yukarıda Bezzâziyye'den nakledilene muhaliftir. Onu bu mânâya yorumlamakla arabulmak da mümkün değildir. Çünkü Bezzâziye sahibinin, "Hâkim kızı dengine verebilir." demesi, babanın velâyetinin aslından sükutunu gerektirir.
«Çocuk gibiler» deliler ve bunaklardır. Ancak çocuk, bâliğ sözüyle; deli ile bunak da âkil tabiriyle tariften çıkmışlardır. T.
«Vasî gibiler» Yani mirasçı olmayan kimselerden köle ve müslüman kızı olan kâfir yahut kâfir kızı olan müslüman gibi kimselerdir. Nitekim gelecektir. Evet, vasî akrabadan yahut hâkim olursa, velâyeti îtibariyle kızı evlendirmeye hakkı vardır. Nitekim velîleri beyan ederken gelecektir.
«Mezhebe göre mutlak surette hariçtlrier.» Yani baba ona bu hususu vasiyet etsin etmesin birdir. Bir rivayete göre caiz olur. Keza vasiyet eden bunun için hayatında birini tayin etsin etmesin müsavidir. Fethu'l-Kadir'in ifadesi buna muhaliftir. Nitekim gelecektir.
«Velâyet, başkası üzerinde ister istemez sözünü geçirmektir.» Bu söz, velâyetin fıkhî tarifidir. Nitekim Bahır'da da böyle denilmiştir. Yoksa lügat itibariyle mânâsı sevgi ve yardımdır. Nitekim Muğrib'de beyan edilmiştir. Ancak musannıfın söylediği velâyetin iki nevinden birinin tarifidir ki, o da icbar velâyetidir. Buna karine, şarihin, "Burada o iki nevidîr." demesidir. Bu gösterir ki, metinde zikredilen bu bâba mahsus değildir. Vasinin velâyetî, vakfın kayyımı ve fitre sadakasının vücûbu velâyeti de bundandır. Şuna binaen ki, başkasına sözünü geçirmekten murad, nefiste veya malda yahut her ikisindedir. Bu bâbtakînden murad, birinci ile üçüncüye şâmildir. İkincîye şâmil değildir.
«Akrabalık...» Asabeler ile zevil-erham denilen hısımlar bunda dahildir.
«Milk»ten murad; sahibinin kölesine veya cariyesine mâlik olmasıdır. «Velâ»dan murad, mevlel-atâka ve mevlel-muvâlâttır ki, ileride gelecektir.
«İmamlık» sözünde. evlendirmeye mezun olan hâkim de dahildir. Çünkü hükümdarın naibidir. Musannıf, "ister istemez" ifadesiyle, vekilin velâyetinden ihtiraz etmiştir.
METİN
Burada velâyet iki nevidir. Birincisi; mendup olan velâyettir ki, mükellef olan kadına velî olmaktır. Velev ki bâkire olsun. ikincisi icbar velâyetidir ki, küçük kız üzerine olur. Velev ki dul veya bunak yahut cariye olsun. Nitekim musannıf bunu şu sözüyle ifade etmiştîr: Yani velî, küçük çocuğun, delinin ve cariyenin nikâhı sahih olmak için şarttır. Mükellef kadının nikâhında şart değildir. Binaenaleyh mükellef hür kadının nikahı, velînin rızası olmasa da geçerlidir.
İZAH
«Mendup olan velâyettir.» Yani kadının kötülüğe yorumlanmasın diye işini velîsine havaleetmesi müstehap olur. Bahır. Bir de bâkire hakkında imam Sâfiî'nin hilâfından çıkmak içindir. Bu, hakikatta vekâlet velâyetidir.
"Mükellef" kadından murad, âkil baliğ olandır.
«Velev ki bâkire olsun.» Burada evlâ olan, velev ki dul olsun demektir. Tâ ki bâkirenin işini velîsine havale etmesinin mendup olduğunu evleviyetle ifade etsin. Biliyorsun ki, mendup olmasının illeti, kadına kötülük nisbet edilmemesidir. Ancak şarihin muradı Şâfiî'nin hilâfına işaret etmekse o başkadır. Buna karine, bundan sonraki sözü, yanî, "Velâyet menduptur, vacip değildir. Bize göre velev ki bâkire olsun. Şâfiî buna muhaliftir." sözüdür.
«Velev ki dul» sözüyle Şâfiî'nin muhalefetine işaret etmiştir. Çünkü O'na göre icbar velâyeti bâkire olmaya bağlıdır. Bâkire olursa, velîsi onu izinsiz kocaya verebilir. Velev ki bulûğa ermiş olsun. Dul olursa, izni olmaksızın kocaya veremez. Velev ki küçük olsun. Demek oluyor ki, O'na göre küçük dul bülûğa ermedikçe kocaya verilmez. Çünkü babanın velâyeti sâkıttır.
«Mükellef kadının nikâhında şart değildir.» Burada evlâ olan, hür kadını ziyade etmekdi. Tâ ki cariyeye mukabil düşsün. T. Mükellef sözü, metnin mefhum-u muhalifidir. Şarihin bunu zikretmesi, musannıfın' binaenaleyh diye başladığı cümlenin buna teferru ettiğini anlatmak içindir.
«Geçerlidir ilh...» sözüyle musannıf nikâhın sahih olduğunu, talâk ve miras gibi hükümlerin bunun üzerine terettüp edeceğini anlatmak istemiştir. Yoksa nikâhın lâzım olacağını kasdetmemiştir. Çünkü bu onlardan daha hâstır. Zira bozulması mümkün olmayan bir şeydir. Bunun ise dengiyle evlendirilmeyen kız hakkında ortadan kaldırılması mümkündür. Binaenaleyh Şurunbulâliyye'nin, «Yani lâzım olarak münakittir." diye mutlak bıraktığı ifadesi söz götürür. Musannıf hür kadın sözüyle cariyeden ihtiraz etmiştir. Velev ki mükâtebe veya ümmü veled olsun. Mükellefe sözüyle de, küçük ve deliden ihtiraz etmiştir. Bunların nikâhı ancak velîyle sahih olur. Nitekim evvelce beyan etmişti.
"Hangi kadın kendini velîsinin izni olmaksızın evlendirirse, onun nikâhı bâtıldır, onun nikâhı bâtıldır, onun nikâhı bâtıldır." hadisine gelince: Gerçi Tirmîzî bu hadisin hasen olduğunu söylemiştir. Bir de, "Velisiz nîkâh yoktur." hadisi vardır. Onu Ebû Dâvud ve başkaları rivayet etmişlerdir. Bunlar Peygamber (s.a.v.)'in, "Kocasız kadın, kendisini evlendirmeye velisinden daha haklıdır." hadisine muarızdır. Bu son hadisi Muslim, Ebû Dâvud, Tirmîzî, Nesâî, ve Muvatta'da İmam Mâlik rivayet etmişlerdir. Kocasız kadın dul da olabilir, bâkire de. Böyle bir kadının velîsi ancak onun rızasıyle nikâh akdine girişebilir. Hadis-i şerif, kadını akıt yapmak için velîsinden daha haklı göstermiştir. Bu hadis, senedinin kuvvetiyle ve sahih olduğuna ittifak edilmekle tercih olunur. İlk iki hadis böyle değildir. Zira onlar zayıf yahut hasendirler. Yahut tahsis suretiyle araları bulunur. Veya nikâh yoktur sözünden murad, nikâhın kemâli yoktur diye te'vil edilir. Yahut velîden murad, nikâh onun iznîne bağlı olan kimsedir. Yani nikâh ancak kâfirin müslüman kadınla evlenmesini önlemeye, bunak kadına, köle ve cariyeye velâyeti olan kimsenin izniyle kıyılır. Bâtıldan murad, velînin, kızı dengi olmayana vermesini sahih görmeyenlerin kavline göre kelimenin hakikatıdır. Yahut sahih görenlerin kavline göre hükmüdür. Mutlak olan nasslarda bunların hepsi geçerlidir. Murazayı def etmek için bunu irtikâb vâcip olur. Bu husustaki sözün tamamı Fetih'te izah edilmiştir.
METİN
Kaide şudur: Kendi malında tasarruf eden herkes nefsinde de tasarruf eder. Malında tasarruf edemeyen nefsinde de tasarruf edemez. Velî asabe olursa - Velev ki esah kavle göre amca oğlu gibi gayrı mahrem olsun. Hâniyye. Küf (denk) olmayan dâmat hakkında itiraz hakkı vardır. Zevi'l - erham anne ve hakim bundan hariçtir. Binaenaleyh evlendiği adamdan çocuk doğuruncaya kadar susmadıkça hakim nikâhı fesheder ve nikâhın yenilenmesiyle itiraz da yenilenir. Tâ ki çocuk zayi olmasın. Zâhir olan gebeliği buna katmak gerekir.
İZAH
«Kaide şudur...» Bahır'ın ibaresi şöyledir: «Burada kaide şudur ki, kendi malında kendi velâyeti hasebiyle tasarrufu caiz olan herkesin iln...» Bu ifade izinli çocuğu hariç bırakır. Çünkü çocuğun malında tasarrufu caiz ise de, kendi nefsine velî olması hasebiyle değildir. Lâkin aksine alırsak, tasarruftan men edilen kadın ile itiraz edilir. Çünkü o, İmameyn'in kavline göre malında tasarrufa mâlik olmasa da nikâha maliktir. İmameyn hür kimsenin tasarrufdan men edileceğine kaildirler. Fakat kaide İmam-ı Azam'ın kavline göredir.
«Velî asabe olursa..» Yani asabe bi nefsih (kendiliğinden asabe) ise demek istiyor. Binaenaleyh oğulla beraber kız gibi asabe bil-gayr ve kız kardeşle kız gibi asabe meal-gayr itirazı vârit değildir. Nitekim Bahır'da böyle denilmiştir. H.
«Küf olmayan...» Yani kız kendini dengi olmayan bir delikanlıya tezviç ettiği zaman ve ,keza kendini mehr-i misilden daha az bir miktarla tezviç ettiğinde velînin itiraz hakkı vardır. Ya mehr-i misli tamamlattırır, yahut hâkime onları biri birinden ayırttırır. Nitekim musannıf bunu kefâet bâbında söyleyecektir.
«Evlendiği adamdan çocuk doğuruncaya kadar susmadıkça...» cümlesinde, susmadıkça sözünü ziyade etmesi, doğurmazdan önce susmasının rıza sayılmayacağına işaret içindir. Bir de bu meselenin sükut söz yerine geçen meselelerden olmadığını anlatmak istemiştir. Nitekim bunlara ileride işaret edecektir. Bundan anlaşılır ki, gebeliğini duyarak susmaz da dâvâ ederse, evleviyetle hüküm budur. Lâkin hiç haberi olmaz da doğurursa, ne hüküm verileceği cevap ister. Acaba itiraz hakkı var mıdır? Metnin zâhirine bakılırsa yoktur. Şerhinzâhirine bakılırsa vardır.
«Hâkim nikâhı fesheder.» Ve bu ayrılık ancak hâkimin hükmüyle sabit olur. Çünkü ictihad götüren bir yerdir. İki hasımdan her biri bir delile dayanır. Binaenaleyh nikâh ancak hâkimin fiiliyle bozulur. Bundan önce nikâh sahihtir. Karı-kocadan biri hükümden önce ölürse, diğeri ona mirasçı olur. Bu ayrılma feshtir. Talâkın sayısını eksiltmez. Eğer zifaftan önce ayrıldılarsa mehirden hiçbir şey vâcip olmaz. Zifaftan sonra ise, kadına mehr-i müsemma verilir. Halvet-i sahihadan (baş başa kalmalarından) sonra dahi hüküm budur. Kadına iddet lâzım gelir. Ve kendisine hiddet nafakası verilir. Çünkü bu nafaka vâcip idi. Fetih. Velî razı oluncaya kadar o kadın cima için kocasına imkân vermeyebilir. Nitekim Fakîh Ebu'l-Leys bunu tercih etmiştir. Zira olur da velî aralarını ayırır ve şüpheyle cima meydana gelir. Ama aşağıda gelen müftabih kavle göre bu iş horamdır. Çünkü akit yoktur. Bunu Bahır sahibi ifade etmiştir.
«İtiraz da yenilenir.» Yani nikâhın yenilenmesîyle velînin itirazı da yenilenir. Meselâ kızı, izniyle velîsi dengi olmayan birisine verir de, o da boşarsa, sonra kız kendini ikinci defa o adama nikâhladığında bu velînin onları birbirinden ayırmaya hakkı olur. Ve ilk akde razı olmak ikinciye de rıza sayılmaz. Fetih. Nikâh yenilenir diye kaydetmesi şundandır. Kocası talâk-ı rîc'î ile boşar da sonra iddet içinde ona dönerse, velî için itiraz hakkı yoktur. Nitekim bunu Zahîre sahibi zikretmiştir.
«Tâ ki çocuk zayi olmasın.» Yani anne ve babası birbirinden ayrılmakla çocuk zayi sayılır. Zira bir arada bulunmaları şüphesiz ki çocuğun terbiyesini daha çok muhafaza eder.
«Zâhir olan gebeliği ilh...» cümlesi, Bahır sahibinin bir incelemesidir. H.
METİN
Denk olmayan dâmat hakkında akdin aslâ caiz olmadığına fetva verilir. Fetva için muhtar olan kavil budur. Çünkü zaman bozulmuştur. Binaenaleyh üç defa boşanan bir kadın, velîsi bunu bilip dururken onun izni olmaksızın dengi olmayan birine varırsa helâl olmaz. Bu bellenmelidir. Birinci kavle binaen - ki zâhir rivayettir - akitten önce veya sonra derecede müsavi iseler, velîlerden bazısının razı olması hepsinin rızası gibidir. Çünkü hepsi için kâmilen sabit olmuştur ve aman velâyetiyle kısas velâyeti gibidir. Bunu vakıf bahsinde tahkik edeceğiz.
İZAH
«Denk olmayan dâmat hakkımda ilh...» diye kayıtlaması, yukarıda söylediği, "Binaenaleyh hür ve mükellef bir kadının nikâhı ilh...» cümlesine döndüğü sanılmasın diyedir. Bir de mehr-i misilsiz evlenmesinden ihtiraz içindir. Biliyorsun ki velînin yine itiraz hakkı vardır. Zâhire bakılırsa, akdin sahih olduğunda hilâf yoktur ve bu fetva verilen kavil, şarihin işareti ettiği gibi denk olmayan dâmada mahsustur. Bu kavli her iki meselede geçerli sayan görmedim. Aralarındaki fark, mehr-i tamamlamak suretiyle istidrak imkânıdır. Onun için ulema, "Mehr-i misli tamamlayıncaya yahut hâkim aralarını ayırıncaya kadar velînin itiraz hakkı vardır. Mehr-i tamamladı mı itiraz sebebi ortadan kalkar. Denk olmamak bunun hilâfınadır." demişlerdir. Bana zâhir olan budur.
«Aslâ caiz olmadığına fetva verilir.» İmam Hasan'ın Ebû Hanife'den» rivayeti budur. Bu, kızın velîsi olup da akitten önce rıza göstermediğine göredir. Akitten sonra rıza göstermesini ifade etmez. Bahır. Fakat kızın' velîsi yoksa, bu akit bil ittifak mutlak surette sahih ve geçerlidir. Nitekim gelecektir. Çünkü bu rivayete göre sahih olmamasının vechi, velîlerden zararı def etmektir. Kıza gelince: O, hakkının ıskat edilmesine razı olmuştur. Fetih. Bahır sahibinin, "Ona razı olmamıştır." Demesi, hiç bilmediği surete şâmildir. Binaenaleyh razı olmadığını açık söylemek lâzım gelmez. Belki sükut etmesi, söylediğimiz gibi rıza değildir. Binaenaleyh bu takdirde akdin sahih olması için onun açık rızası lâzımdır. Bu izaha göre, bundan önce susar da sonra razı olursa faydası yoktur.
«Fetva için muhtar olan kavil budur.» Şemsü'l-Eimme diyor ki: «Bu ihtiyata daha yakındır.» Allâme Kâsım'ın tashihinde de böyledir. Çünkü her velî dâvâcılığı ve murafaayı beceremez. Her hâkim de âdil değildir. Velî becerikli olur hâkim de adalet gösterirse, mahkeme kapılarına gîdip gelmekten ar eder ve dâvâya çıkmayı ağır bir iş sayarak terk edilebilir. Böylece zarar tekarrur eder. Onu menetmek def sayılır. Fetih.
«Binaenaleyh üç defa boşanan bir kadın, dengi olmayana varırsa...»cümlesi, bilip de razı olmamaya, bilmemeye ve bilmeden razı olmaya sâdıktır. Bu üç surette kadın helâl değildir. Ancak dördüncü surette helâl olur ki, o da velînin bilerek dâmadın denk olmamasına rıza göstermesidir. H.
«Ben derim ki: Daha münasibi. "Onu aynen bildiği halde" demesidir. Çünkü Bahır'da şu ifade vardır: «Velî. "bu kızın, dengi olmayan biriyle evlenmesine razı oldum." der de, dâmadı aynen bilmezse, kâfi midir değil midir meselesi fetva hadisesi olmuştur. Ve kâfi gelmemesi gerekir. Çünkü meçhule razı olmak doğru değildir. Nitekim Hâniyye'de kadından velîsi izin ister de damadın ismini söylemezse meselesinde bu zikredilmiş; "Çünkü meçhule rıza tahakkuk etmez" denilmiştir. Ama ben bunun nakIini görmedim.» Bu sözü Nehir sahibi kabul etmiştir. Lâkin umumu üzere değildir. Çünkü şarihin ifadesinde gelecektir ki, kız emri velîsine havale ederse sahih olur. Nasıl ki "beni dilediğine tezviç et" ve benzeri sözler böyledir. Hayreddin-i Remlî diyor ki: «Bunun muktezası şudur: Velî o kıza, ben senin yaptığına razıyım yahut kendini dilediğine tezviç et gibi bir söz söylerse kâfi gelir. Bu zâhirdir. Çünkü emri kıza havale etmiştir. Bir de bu ıskat bâbındandır.»
«Bu bellenmelidir.» Manzume-i Nesefiyye şerhi Hakâyık'ta, "Bu, bellenilmesi vâcip olanşeylerdendir. Çünkü vuku çoktur." denilmiştir. Kemal diyor ki: «Çünkü muhallil (Hulleci) ekseriyetle denk olmaz. Ama muhallin akdini bizzat velî yaparsa, kadın birinciye helâl olur.» Bahır'da şöyle denilmiştir: «Bütün bunlar kızın velîsi olduğuna göredir. Velîsi yoksa akit bil ittifak mutlak surette sahihtir.»
«Zâhir rivayettir.» Ulemadan birçokları bununla fetva vermişlerdir. Şu halde fetva muhtelif demektir. Bahır. Lâkin biliyorsun ki, ikincisi ihtiyata daha yakındır.
«Akitten önce veya sonra» ifadesine şöyle itiraz olunabilir: Akitten önce gerek birinciye, gerek ikinciye razı olması sahihtir. Fakat yalnız bîrinci kavle iftira edene göre - ki akitten sonra razı olmaktır - sahihtîr. İkinciye göre - ki müftabihtir - sahih değildir. Nitekim Bahır'dan naklen arzettik. Metnin sözü, ikinciye göre bazılarının razı olması, hepsinin rızası gibi olmaz vehmini vermektedir. Bunun bir vechi yoktur. İhtimal şarih bu îhâmı def etmek istemiştir.
«Çünkü hepsi içîn kâmilen sabit olmuştur.» Çünkü bu bir haktır, parçalanmaz. Zira parçalanmayan bir sebeple sabit olmuştur. Bahır.
«Aman velâyetiyle kısas velâyeti gibidir.» Bir müslüman bir harbîye aman (koruyacağına söz) verirse, başka bir müslümanın o harbîye veya onun malına saldırmaya hakkı olmaz. Velîlerden biri kısası affederse, diğer velî onu isteyemez. H.
«Bunu vakıf bahsinde tahkik edeceğiz.» Şarih vakıf bahsinde buradakinden fazla olarak bazı vakıf müstahıklarını ilâve etmîş; bunların bütün hak sahipleri namına dâvâcı olabileceğîni söylemiştir. Mirasçılardan bazıları da öyledir. Keza alacaklılardan birine karşı fakirlik isbatında ve müslümanların yolundan umumi zararın giderilmesîni isteme velâyetinde hüküm hep böyledir.
METİN
Aksi takdirde onlardan en yakın olan için fesih hakkı vardır. Eğer kızı velisi yoksa akit sahihtir. Ve mutlaka surette bilittifak geçerlidir. Onun, yani itiraz hakkı olan velînin mehri ve benzeri rızaya delâlet eden bir şeyi alması - şayet dâmadın denk olmadığı dâvâya vermezden önce hâkim nazarında sabit ise - rızadır. Aksi takdirde rıza sayılmaz. Nitekim doğurmadıkça velînin susması da rıza değildir. Dâmadın kıza denk olduğunu tasdik etmesi ise, kalanların hakkım ıskat etmez. Mebsût. Bülûğa ermiş bir bâkire nikâha zorlanmaz. Çünkü bülûğ ile velâyet sona ermiştir.
İZAH
«Aksi takdirde...» Yani derecede müsavi değillerse, uzak velî razı olduğu zaman yakının itiraz hakkı vardır. Bunu Bahır sahibi Fetih ve diğer kitaplardan nakletmiştir.
«Eğer kızın velisi yoksa akit sahihtir.» Yani asabiden velîsi yoksa demek istemiştir. Asabi dese daha iyi olurdu. Musannıfın beyan ettiği bu hükmü Fetih sahibi de beyan etmiş; inceleme yaparak, "sahih olması gerekir" demiştir. Bunu, velîlerden zararı def etmek için diye yapılan ta'lilden almıştır. Bir de kız hakkının ıskatına razı olmuştur. Bahır sahibi bunu kesinlikle ifade etmiş, musannıf da O'na uymuştur. Zâhire bakılırsa, kızın küçük asabi velîsi varsa, yok hükmündedir. Çünkü küçük çocuğun velî olma hakkı yoktur. Keza asabisi köle veya kâfir olursa yine yok hükmündedir. Buna şarih dahi, "nikâhta velî asabidir ilh..." dediği yerde işaret edecektir. Biz de orada açıklayacağız. Bu izaha göre çocuk bülûğa erse, köle âzâd edilse veya kâfir müslüman olsa, itiraz hakkı yenilenmez. Fakat kızın gaipte asabisi varsa, o hâzır gibidir. Çünkü velâyeti kesilmez. Şu delil ile ki, küçük kızı bulunduğu yerde evlendirmiş olsa sahih olur. Velev ki kızın orada hâzır başka bir velîsi bulunsun. Mamafih mesele ihtilaflıdır. Nitekim gelecektir.
Yine zâhire bakılırsa bu, âkil bâliğ olan kızdadır. Küçük kızda sahih değildir. Çünkü o hakkının ıskatına razı olmamıştır. Görmüyor musun asabisi olur da onu dengi olmayan birine verirse akit sahih olmaz. Asabisi olmadığı zaman da böyledir. Bütün bunlar, bana ulemanın sözlerinden anlayarak zâhir oldu. Açıkça naklini görmedim.
«Mutlak surette...» Yani dengine varsın varmasın geçerlidir. H.
"Bilittifak" Yani bunda zâhir mezhebe kail olanlarla İmam Hasan'ın fetva verilen rivayetine kail olanlar ittifak etmişlerdir.
«İtiraz hakkı olan velinin» sözü, "kızın velîsi yoksa" ifadesinden murad, zevil - erhema da şâmilmiş zannını vermektedir. Halbuki öyle değildir. Münasip olan, bu açıklamayı orada yapmaktı. Tâ ki murad her iki yerde bilinsin ve bu îhâm ortadan kalksın.
«Ve benzeri...» Yani nafakayı alması yahut mehir ve nafakadan biri hususunda dâvâcı olması, bir de teçhiz gibi şeylerdir. Fetih.
«Şayet dâmadın denk olmadığı sabit ise ilh...» Zahîre sahibi de bunu böyle zikretmiş; Bahır, Nehir ve Şurunbulâliyye sahipleriyle Makdisî şarihi ikrar ve kabul etmişlerdir. Zâhirine bakılırsa, bu yalnız delâleten rızada şarttır. Mücerret denk olmadığını bilmek burada kâfi değildir. Açık açık razı olduğunu söylemek bunun hilâfınadır. Onda yalnız bilmek kâfidir. Lâkin bu, metinlerin mutlak olan ifadelerine muhaliftir. Fetih sahibi onu zikretmediği gibi; zâhir rivayet kitaplarını toplayan Hâkim dahi Kâfî'de zikretmemiştir. Keza bunun vechi de zâhir değildir. Meğer ki fark delâletin derece itibariyle sarahattan aşağı olduğu söylensin. Bu meselenin sureti şudur: Bu kadın dengi olmayan biriyle evlenir. velîsi bunu dâvâ eder ve hâkim huzurunda o adamın buna denk olmadığını isbat eder. Hâkim onları birbirinden ayırmadan velî mehri teslim alır yahut hâkim onları ayırır, sonra kadın velîsinin izni olmaksızın o adamla tekrar evlenir ve veli mehri teslim alır.
«Tasdik etmesi ise ilh... »Bahır sahibi diyor ki: «Rıza kaydını koyması şundandır: Çünküvelîlerden birinin dâmadın denk olduğunu tasdik etmesi, diğer etmeyenlerin hakkını düşürmez. Mebsût'ta beyan edildiğine göre; velîlerden biri dâmadın kıza denk olduğunu iddia eder de, diğeri denk olmadığını isbatlarsa, aralarının ayrılmasını isteyebilir. Çünkü tasdik eden vücup sebebini inkâr etmektedir. Bir şeyin sebebini inkâr ise, onu ıskat etmek değildir.» Fevaid-i Tâciyye'de şöyle denilmektedir: «Kızın velîsi damat kıza denk değildir diye iki şâhid getirir yahut dâmat denk olduğunu isbat etmek için şahit getirirse, şehadet lâfzı şart değildir. Çünkü bu bir ihbardır.»
«Bülûğa ermiş bir bâkire nikâha zorlanmaz.» Büluğa ermiş erkek ve mükâteb ile mükâtebe dahi zorlanmazlar. Velev ki küçük olsunlar. Bunu Halebî Kuhistânî'den nakletmiştir. Bâkire sözünü musannıf mutlak bırakmıştır. Binaenaleyh daha önce evlenip de kızlığı bozulmadan boşanan ve bâkireler gibi evlenen kadına da şâmildir. Asıl'da bu beyan edilmiştir. Bahır.
METİN
Kızdan bizzat velî izin isterse - ki sünnet olan budur - yahut vekili veya elçisi izin isterse veya velisi nikâhlar da kıza onun elçisi yahut âdil bir fuzuli haber verirse, kendi arzusuyla onu reddetmekten sustuğu veya alay etmeksizin güldüğü yahut gülümsediği veya sessizce ağladığı taktirde bu izindir. Sesli ağlarsa bu, izin veya red sayılmaz. Hattâ ondan sonra razı olursa nikâh münakit olur. Bu, Mi'râc ve diğer kitaplarda bildirilmiştir. Vikâye ile Mültekâ'nın ifadeleri ise söz götürür.
İZAH
«Ki sünnet olan budur...» Nikâhtan önce kıza, "filan seni istiyor" yahut, "senin lâfını ediyor" der de susarsa izin sayılır, izin istemeden verirse, sünnet hususunda hata etmiş olur ve kızın rızasına bağlı kalır. Bunu Bahır sahibi Muhit'ten nakletmiştir. Rahmetî ise Şâfiîlerin sözünü beğenmiştir. Onlara göre izin istemekte sünnet, kıza güvenilir birkaç kadın gönderip onun niyetini anlamalarıdır. Bu hususta anne herkesten evlâdır. Çünkü o başka kadınların öğrenemeyeceklerini öğrenir.
«Vekili veya elçisi izin isterse...» vekiline velî, "seni filan kızdan şu hususta izin almaya vekil ettim" der. Elçisine ise, "filan kıza git de, de ki: filan kardeşin şu hususta senden izin istiyor" der.
«Kıza onun elçisi ilh...» ifadesi gösteriyor ki, musannıfın, "yahut kızı nikâhlarsa" sözü, o yokken nikâhlandığına yorumlanmıştır. Bu hatıra gelenin aksi ise de, aşağıdaki, "keza kızı yüzüne karşı nikâh eder de susarsa" ifadesiyle tekrar olmaktan kurtarmak için bunu tercih etmek gerekir. Bahır'da şöyle denilmiştir: Velîsi kızı dengi olmayan birine verir de kıza haber verildiği vakit susarsa, ne hüküm verileceğine ihtilâf edilmiştir. İmameyn bunun rıza sayılmayacağını söylemişler; bazıları Ebû Hanife'nin kavline göre nikâhı akdeden baba veyadede ise rıza sayılacağını, başkaları ise sayılmayacağını bildirmişlerdir. Nitekim Hâniyye'de dengine verilmeyen küçük kız meselesinden alarak böyle denilmiştir.
«Âdil bir fuzûli haber verirse...» Fuzûlide ya adalet yahut adet şarttır. Binaenaleyh Ebû Hânife'ye göre ya âdil bir kimsenin yahut hali kapalı iki kimsenin haber vermesi kûfidir. Adil olmayan bir kişinin haber vermesi kâfi değildir. Bu meselenin benzerleri vardır ki, kaza bahsinde gelecektir. (Fuzûli; işine girmeyen şeye karışan kimsedir.)
"Sustuğu" ifadesinden murad, bülûğa ermîş bâkiredir. Büluğa ermiş oğlan bunun hilâfınadır. Çünkü onun susması rıza sayılmaz. Razı olduğunu sözle bildirecektir. Hâkim'in Kârşısında böyle denilmiştir.
«Kendi arzusuyla...» haber verirken aksırık veya öksürük tutar da, o geçtikten sonra razı değilim derse; yahut o adam ağzını tutar da bıraktıktan sonra bunu söylerse, reddi sahihtir. Çünkü susması mecbur kaldığı içindir. Bahır.
«Onu reddetmekten...» diye kayıtlaması, mutlak susmak murad olmadığı içindir. Çünkü haber ulaştığı vakit ecnebi biriyle konuşursa, burada susmak sayılır ve rıza yerine geçer. "Elhamdülillah kendimi seçtim" yahut, "o tabaktır, ben onu istemem" derse, bir söz sayılır ve red cevabıdır. Bahır.
«Alay etmeksizin gülmesi izindir.» Alay ederek gülmek derhal anlaşılır. Zira gülmek rızaya delâlet ettiği için izin sayılmıştır. Rızaya delâlet etmezse İzin değildir. Bahır.
«Sessizce ağladığı takdirde izindir.» Fetva için tercih edilen budur. Çünkü bu, ailesinden ayrılacağı için üzüldüğündendir. Bahır. Yani bu ancak razı olduğu vakit olur. Mi'râc.
«Vikâye ile Mültekâ'da», "Tebessüm ve sessizce ağlamak izindir. Sesle ağlamak red sayılır." denilmiştir. Bu, söz götürür. Çünkü Mi'râc'ın ifadesine muhaliftir. Orada şöyle denilmiştir: Bunun söz götürdüğü şüphesizdir. Zira Vikâye ve Mültekâ'daki ifadenin misli Hikâye ve lslâh'ta da vardır. Ama metinler şerhlere tercih edilir. Kâdıhân'ın Câmi-i Sağîr şerhinde bildirildiğine göre; kız ağlarsa, Ebû Yusuf'tan bir rivayete göre red sayılır. Diğer bir rivayete göre rızadır. Ulema diyorlar ki: "Ağlamak sesle ve çığlıkla olursa rıza sayılmaz. Sessiz olursa rızadır." Bundan anlaşılır ki, hilâfın aslı ağlamak red midir değil midir meselesidir.
«Ulema diyorlar ki ilh...» sözü, iki rivayetin arasını bulmaktır. Rıza sayılmaz demek red olur demektir. Nitekim Vikâye sahibi ve diğer ulema böyle anlamışlardır. Zahîre sahibi dahi bunu açıklamış; her iki rivayeti naklettikten sonra şunları söylemiştir: «Bazıları, "ağlamak yaygara ve sesle olursa reddir, değilse rızadır" demişlerdir. En güzeli budur. Fetva da buna göredir.» Nasıl buna göre olmasın! Sesle ağlamak, vaveyla koparmak, redde ve razı olmadığına karinedir. Onun içindir ki, Fetih sahibi iki rivayeti naklettikten sonra, "Ağlamak ve gülmek hususunda itimat ve itibar hâl karinelerinedir. Bunlar çatışır veya müşkil olursa, ihtiyatagidilir." demiştir. Şimdi anlamışsındır ki, Mi'râc'ın sözü zayıftır, itimat edilmez.
«Bu izindir.» Yani kız bunun izin olduğunu bilmese bile izin sayılır. Nitekim Fetih'te böyle denilmiştir.
METİN
Yani velî bir kişi ise, birincide tevkildir. Akdi yapanlar müteaddit olursa, kızın susması izin değildir. İkincide nikâh bâkî kalmak şartıyla izindir. Velînin ölmesiyle bâtıl olursa izin değildir. Velî öldükten sonra kız. "Beni babam iznimle evlendirdi." der de mirasçılar inkâr ederlerse söz kızındır. Mirasçı olur ve hiddeti bekler. "Benim iznim olmaksızın vermiş, ama duydum ve razı oldum." derse, söz mirasçılarındır. Kızın. "Başkası ondan daha lâyıktır." demesi akitten önceyse red'dir, sonra ise red değildir. Velî kızı kendine alırsa, akitten sonra susması red sayılır. Akitten önce susması red değildir. Veli muayyen bir şahıs hakkında kızdan izin ister de reddederse, sonra ona nikâhlandığında susmuş olsa, esah kavle göre akit sahih olur. Fakat duyar da reddeder, sonra, "razı oldum" derse caiz olmaz. Çünkü reddetmekle bâtıl olmuştur. Bundan dolayıdır ki ulema, zifafa girerken nikâh tazelemeyi iyi görmüşlerdir. Çünkü ekseriyetle, ansızın işitmekle nefret göstermek âdettir. Velî kızdan izin istediğinde susar, o da söylediği şahsa nikâhlamak için birini tevkil ederse, dâmat ve mehir belli olmak şartıyla caizdir. Nitekim Kınye'de böyle denilmiştir. Bahır sahibi bunu müşkil görerek; "Vekîlin izinsiz vekil tayinine hakkı yoktur." demiştir. Bu sözün muktezası caiz değil demektir yahut bu müstesnadır.
İZAH
«Birincide tevkildir.» Yani akitten önce izin istemesi tevkildir. Hattâ akitten sonra kız, "razı değilim" der de velî bunu bilmeyerek o kızı nikâhlarsa sahih olur. Nitekim Zahîriyye'de belirtmiştir. Çünkü vekil azledildiğini bilmedikçe ma'zûl sayılmaz. Bahır.
«Akdi yapanlar müteaddit olursa ilh...» Burada Bahır'ın ibaresi şöyledir: «Kızı, derecede müsavi iki velîden her biri bir adama nikâhlarsa. kız ikisine birden razı olduğu takdirde her iki akit bâtıl olur. Çünkü evleviyet yoktur. Susarsa kavlen veya fiilen birine razı oluncaya kadar her iki akit mevkuf kalır. Zâhir olan cevap budur. Nasıl ki Bedâyi'de de bildirilmiştir.» Şüphesiz ki bu razı olma hususundadır. Halbuki şimdi bizim sözümüz tevkildedir. Yani akitten önce izin hakkındadır. Lâkin zâhire göre iki velî izin aldıktan sonra o kızı beraberce nikâhlarlarsa, hükmen her iki yerde değişmez. İzin istedikleri zaman kız susar da onu aralıklı olarak iki adama nikâhlarlarsa, öncekinin akdinin sahih olması gerekir. Çünkü muarızı yoktur.
«İkincide nikâh bâki kalmak şartıyla izindir» Yani akitden sonra izin isterse, nikâh bâki kalmak şartıyla izindir. Esah olan budur. Bir rivayete göre akitten sonra susmak izinsayılmaz. Nitekim Fethu'l-Kadir'de beyan edilmiştir. Kızı dengi olmayan birine verir de, haber aldığı vakit susarsa, hükmün ihtilâflı olduğunu da evvelce arz etmiştir.
«Velînin ölmesiyle bâtıl olursa izin değildir.» Çünkü razı olmanın şartı, akdin bâki olmasıdır. Bahır.
«Söz kızındır.» Zira kaide şudur; Mükellef bir müslüman, ancak sahih ve geçerli olan akdi yapar.
«Söz mirasçılarındır.» Çünkü kız akdin tam olmayarak yapıldığını ikrar etmiş; sonradan geçerliliğini iddia etmiştir. Bu sözü kabul edilemez. Zira töhmet vardır. Bahır. O zaman mirasçı da olamaz. Acaba iddet bekler mi? Nefselemirde doğruyu söylerse, şüphesiz diyaneten iddet beklemesi icabeder. Aksi takdirde iddet gerekmez. Evet, evlenmek isterse kendisini kendi sözüyle muaheze etmek için mâni olunur. Fakat evlenirse, Zahîre' de şöyle denilmiştir: «Kadın evlenir de sonra iddet iddiasında bulunursa, kocası ben seni iddetin bittikten sonra aldım dediği takdirde söz kocasınındır. Çünkü doğruyu iddia etmektedir.» İhtimâl burada öyle denilir. Çünkü kadının sâbık ikrarı her vecihle sabit olmamıştır. Bana zâhir olan budur.
«Akitten önce ise reddir, sonra ise red değildir.» Ulema bunların arasında fark görmüş: "Çünkü bunun izin olmaya da, olmamaya da ihtimali vardır. Nikâhtan önce ise nikâh sayılmaz. Binaenaleyh şüpheyle caiz olmaz. Nikâhtan sonra nikâhtır. Binaenaleyh şüpheyle bâtıl olmaz." demişlerdir. Zahîriyye'de de böyledir. Fakat bu müşkildir. Çünkü susmak ancak sahih olduktan sonra nikâh olur. Sahih olması ise izinden sonradır. Zâhire bakılırsa, susmak her iki meselede izin değildir. Bahır. İşkâlin aslını meydana çıkaran Fetih sahibidir. Makdisî ona cevap vermiş; "Akit yapılıp da sonra onu hem kabule, hem redde yarayacak bir söz vârit olursa, kabul ihtimaline bakarak tercih olunur. Akitten sonra izin olmaya ve olmamaya ihtimalli bir söz vârit olursa, red olması tercih edilir. Çünkü akit yapılmamıştır. İzin tahakkuk etmediği için yapılmasına mâni olunur." demiştir.
«Velî kızı kendisine alırsa...» Yani velî amca oğlu gibi biri olur da, amcasının ermiş bâkire kızını onun izni olmadan kendine alırsa, kız duyduğunda sükût etse bile, bu razı olmak sayılmaz. Çünkü amca oğlu kendisi hakkında asil. kadın tarafından fuzûlidir. Binaenaleyh Ebû Hanife ile İmam Muhammed'in kavline göre akit tamam değildir; razı olmanın buna bir tesiri yoktur. Fakat kendisine olmak hususunda kızdan izin ister de susarsa. Bil ittifak caiz olur. Bunu Hâniyye'den naklen Bahır sahibi söylemiştir. Hâsılı fuzûli - velev bir taraftan olsun - akdin iki tarafını üzerine alırsa, Tarafeyn'e göre akdi izin almaya bağlı değildir. Bilâkis bâtıldır. Başkasıyla birlikte akde başlaması bunun hilâfınadır. Başkası, asil olsun, velî veya vekil olsun yahut başka bir fuzûli olsun fark etmez; ve akit bil ittifak izine bağlı olur. Nitekimkefâet bâbının sonunda gelecektir.
«Susmuş olsa akit sahih olur.» Ama duyduğu vakit, "Ben filancayı istemediğimi söylemiştim." diyerek başka bir şey söylemezse, nikâh caiz değildir. Çünkü kendisinin ilk defa razı olmadığında devam ettiğini haber vermiştir. Zahîre.
«Duyar da reddeder, sonra razı oldum derse caiz olmaz.» Çünkü evliliğin geçerliliği izin vermeye bağlıydı. O da reddetmekle bâtıl oldu. Birincide red, izin istemek hakkındaydı. Sonradan ârız olan evlenme hakkında değildi. Lâkin Fetih sahibi diyor ki: «En münasibi sahih olmamaktır. Çünkü bu açık red, sükûtun delâleten rıza olmasını zayıflatmaktadır. » Bahır sahibi bunu kabul etmiştir. Ama şöyle denilebilir: Kadın bundan sonra dâmadın güzel ahlâklı olduğunu öğrenmiş olabilir. İlk defa reddetmesi utandığından da olabilir. Çünkü ekseriyetle görülen hâl, ansızın işitince nefret göstermek olduğunu biliyorsun. Eğer bu kadın ilk rıza göstermediği halinde devam etseydi, evvelce söylediği gibi reddettiğini açık söylerdi.
«Dâmat ve mehir belli olmak şartıyla caizdir.» Bunun ihtilâflı olması gerekir. Nitekim metnin bundan sonra gelen meselesi ihtilâflıdır. H.
«Bahır sahibi bunu müşkil görmüştür ilh...» Nikâh bahsinin başında arzettiğimiz, "bana tezviç et" sözünün tevkil mi yoksa icap mı sayılacağı meselesi bunu te'yid eder. Hulâsa'dan naklen demiştik ki: «Vekil kızını filana hîbe et der, o da hîbe ettim cevabını verirse, bundan sonra vekil kabul ettim demedikçe nikâh münakit olmaz. Çünkü vekil temlike salahiyetdar değildir.» Bu da nikâhta vekilin tevkile hakkı olmadığını ve bunun ulema tarafından bu kaideden istisna edilen meselelerden sayılmadığını gösterir.
Orada Rahmetî şunları söylemişti: «Hamevî'nin Eşbâh üzerine yazdığı hâşiyede imam Muhammed'in Asıl adındaki kitabından naklen şöyle denilmiştir: Vekilin huzurunda vekilin vekilinin nikâh kıyması bizzat vekilin kıyması gibi değildir. Satışta iş bunun hilâfınadır. İsâm Muhtasar'ında, "Nikâh satış gibi kabul edilmiş, vekilin huzurunda vekilinin nikâh kıyması bizzat kendi kıyması gibidir' denilmiştir.» Şu halde Kınye'deki ifade İsâm rivayetine terfi edilmiş olabilir. Lâkin Asıl, yani Mebsût zâhir rivayet kitaplarındandır. Binaenaleyh zâhire göre caiz değildir.
METİN
Sükut vesairenin izin sayılması, kadının dâmadı bilmesi şartıyladır. Yani ona rağbet göstermek veya göstermemek için kim olduğunu bilecektir. Velev ki komşularım veya amca oğulları gibi umumi bir sözün zımnında olsun. Bunlar sayılabilirlerse, nikâh sahihtir; sayılamazlarsa emri ona havale etmedikçe caiz olmaz. Mehri bilmesi şart değildir. Ama şart olduğunu söyleyenler de vardır. Müteehhirin ulemanın kavilleri budur. Bunu Zahîre'dennaklen Bahır sahibi söylemiş; musannıf da kabul etmiştir. Dürer sahibinin Kâfî'den naklen sahihlediği sözü Kemâl reddetmiştir. Keza kızı velîsi onun huzurunda nikâh eder de susarsa, esah kavle göre dâmadı bildiği takdirde sahih olur. Nitekim yukarıda geçti. Eşbâh'ta zikredilen otuz yedi meselede susmak konuşmak gibidir. Kızdan, ecnebi veya uzak velî gibi yakın velîden başkası izin isterse, susmasına itibar yoktur.
İZAH
«Umumi bir sözün zımnında olsun.» Keza filan veya filan diye birkaç isim sayar da kız susarsa, onu bu saydıklarından dilediğine verebilir. Bahır.
«Sayılabilirlerse nikâh sahihtir» Feth'in ibaresi, "Bunlar sayılı olurlar, kız tarafından bilinirlerse" şeklindedir. Bu sözün muktezası, kız onları bilmezse, sayılı da olsalar nikâhın sahih olmamasıdır.
«Sayılamazlarsa...» Meselâ seni bir adama veriyorum yahut seni Temîm oğullarından birine veriyorum derse, emri ona havale etmedikçe caiz olmaz. Ama velî, "Seni birçok kimseler istiyor" dedikten sonra, "Ben senin yaptığına razıyım." yahut, "Beni dilediğine ver." gibi bir söz söylerse bu sahih izindir. Nitekim Zahîriyye'de belirtilmiştir. Bu sözle velîsi o kızı evvelâ nikâhını reddettiği kimseye veremez. Çünkü bu umumdan murad, o kimseden başkalarıdır. "Bana bir kadın bul." diye tevkil etmek gibi ki, vekil o adamın karısını boşadığını ve ondan şikayet ettiğini bilip dururken boşadığı kadını ona nikâh edemez. Nitekim Zahîriyye'de bildirilmiştir. Bahır.
«Mehri bilmesi şart değildir. Ama şart olduğunu söyleyenler de vardır.» Şarih bununla, şarttır diyenlerin sözünün zayıf olduğuna işaret etmiştir. Velev ki Fetih'te bu daha münasiptir denilmiş olsun. Çünkü Hidâye sahibi birinci kavli sahihlemiştir. Bahır sahibi de bunun, mezhebin kavli olduğunu bildirmiştir. Çünkü Zahîre'de, "İmam Muhammed'in kitaplarının işaretleri buna delâlet etmektedir." denilmiştir.
Ben derim ki: Mehir konması şarttır diyen kavle göre. bunun mehr-i misil olması şarttır. Binaenaleyh bu mehir olmaksızın susması rıza sayılamaz. Nitekim Zeylâî'den naklen Bahır'da böyle denilmiştir. Şimdi şu kalır:Şart değildir diyen kavle göre acaba o kızı mehr-i misli ile nikâhlaması şart mıdır ve ondan eksik bırakırsa kızın rızasını almaksızın akit sahih olmaz mı? Bu, fetva hadisesi olmuştur. Bezzâziye'nin on birinci faslında gördüm ki: "Mehri zikretmez ve vekil insanların aldanmadıkları şeyde mehr-i misilden ziyadeyle yahut insanların aldanmadıkları şeyde mehr-i misilden daha az!a evlendirirse, İmam-ı Âzam'a göre sahihtir, İmameyn'e göre sahih değildir. Lâkin velîlerin kendilerinden âr'ı def için kadın tarafından itiraza hakları vardır." denilmiştir. Yani kadın buna razı olduğu takdirde demektir. Bu sözün muktezası şudur: Vekil, hadisemizde olduğu gibi velînin kendisiyse kız da bunarazı olursa sahihtir. Aksi takdirde sahih olmaz.
«Dürer sahibinin Kâfî'den naklen...» Yani Kâfi'nin sahihlediğini naklederek söylediği tafsilât ki şudur: «Velî baba veya dede olur da, dâmadı zikrederse kâfidir. Çünkü baba mehr-i misilden aza razı olursa. bu ancak ondan daha yararlı bir şeyden dolayı olur. Babayla dededen başkası ise, mutlaka dâmadın ve mehrin adını söylemesi gerekir.»
«Bunu Kemâl reddetmiştir.» Kemâl'in sözü şudur: «Onun zikrettiği tafsilât bir şey değildir. Çünkü bu, zorlama hükmüyle küçük kızı kocaya vermesi hakkındadır. Bizim sözümüz ise babanın müşaveresi gereken büyük kız hakkındadır. Bu hususta baba ecnebi gibidir»
«Dâmadı bildiği takdirde sahih olur.» Mehire gelince: Bu hususta Bahır sahibinin tembih ettiği gibi, yukarıda geçen sözler vardır.
«Otuz yedi meeslede, susmak konuşmak gibidir.» Yani, "Susana söz nisbet edilmez." kaidesînde otuz yedi mesele vardır. Hâşiyeci onun ibaresini tamamıyla zikretmiş; Tahtâvî de Hamevî'den naklen birtakım meseleler katmıştır ki, bunları şarih vakıf bahsiyle satışlar bahsinin arasında zikrettiği faydalarda bildirecektir. Orada inşaallah bunların hepsi hakkında söz edeceğiz.
"Ecnebî"den murad, velîliğe hakkı olmayan kimsedir. Şu halde kâfir olan babaya, köleye veya mükâtebe de şâmildir. Lâkin velînin elcisi onun yerini tutar. Binaenaleyh o izin isterken kızın susması rıza sayılır. Nitekim Fetih'te bildirilmiştir. Vekil de öyledir. Nitekim Bahır'da Kınye'den naklen belirtilmiştîr.
«Uzak velî...» babayla beraber kardeş olup, baba çok uzaklarda bulunmamaktır. Nitekim Hâniyye'de böyle denilmiştir.
«Susmasına itibar yoktur.» Kerhî'den bir rivayete göre kızın susması kâfidir. Fetih.
METİN
Bilâkis bülûğa ermiş dul gibi mutlaka konuşması lâzımdır. Bunların arasında fark yalnız susmaktır. Zira her ikisinin rızaları delâletle olur. Nitekim bunu musannıf şu sözüyle beyan etmiştir: «Veya söz mânâsını ifade eden ve rıza gösteren fiil olması lâzımdır. Mehrini ve nafakasını istemesi ve cimasına imkân vermesi, yani kendi rızasıyla ona cima etmesi - Zahîriyye -, tebriki kabul etmesi, sevinçten gülmesi gibi şeyler bu kabildendir.» Hizmetinde bulunmak veya hediyesini kabul etmek bunun hilâfınadır.
İZAH
«Bülûğa ermiş dul gibi konuşması lâzımdır.» Küçük dul hakkında ise, küçük bâkirede olduğu gibi izin isteme yoktur. Fetih.
«Yalnız susmaktadır.» Bülûğa eren bâkirenin susması. yakın velî hakkında izindir. Fakat susmak bülûğa eren dul hakkında mutlak surette izin değildir. Buradaki istisna münkatıdır. Çünkü musannıfın, "dul gibidir" sözü, kendisinden uzak velînin izin istediği bâkireye benzetmedir. Bununla, bülûğa eren dul arasında susmak hususunda fark yoktur.
«Zira her ikisinin rızaları delâletle olur.» ifadesiyle şarih Zeylâî'nin Kenz ve diğer kitaplara yaptığı itiraza işaret etmiştir. Onlarda şöyle denilmiştir: «Her ikisinin rızası söze münhasır değildir. Çünkü izin istemenin şart olmasında, rızada ve her ikisinin rızalarının bazen şarih, bazen delâlet yoluyla olmasında aralarında fark yoktur. Şu kadar var kî, bâkirenin susması delâlet yoluyla rızadır. Çünkü utanır. Dul böyle değildir. Çünkü bu işler başından geçmekle onun utanması azalmıştır.» Musannıf bunu hülâsa etmiş; yalnız, "Veya söz mânâsını ifade eden ilh...» cümlesîni katmıştır. Lâkin Fetih sahibi cevap vererek şöyle demiştir: «Hak şudur ki, cimasına imkân vermesinden maada zikredilenlerin hepsi söz kabilindendir. Binaenaleyh delâlet yoluyla sabit olur. Çünkü o sözden üstündür.» Yani rıza sözle sabit olunca, cimaya imkân vermekle sabit olması evleviyette kalır. Çünkü rızaya bu daha çok delâlet eder demek îstemîştir. Bahır sahibi kendisine itiraz etmiş; "Tebrik kabulü söz değil sükuttur." demiştir. Nehir sahibi de, "Onun için de ulema onu sükut meseleleri arasında saymışlardır." cümlesini ziyade etmîştir.
Ben derim ki: Bu, söz götürür. Çünkü Fetih sahibinin sözû şunu iktiza eder: Tebrik kabulünden murad, dille söylenen sözdür. Mücerret susmak değildir. Zira onun maksadı, hepsini söz altında toplamaktır. Onun için cimaya imkân vermekten başkasını istisna etmiştir. Söz kabilindendir sözü buna aykırı değildir. Çünkü onun maksadı. "Bu açıkça razı olduğunu söylemek kabilindendir." demektir. Kadının razı oldum demesi ve benzeri sözler bu kabildendir. Şu delil ile ki; bundan önce, "Rıza, ya, evet razı oldum, Allah bize bereket versin ve iyi ettin gibi sözlerle olur, yahut mehri veya nafakayı istemek gibi delâlet yoluyla olur..." demiştir. Yine orada beyan edildiğine göre, sükut meselelerinin arasında ulemanın şu kavli de vardır: «Baba susar da tebrik müddeti içerisinde çocuğu benden değildir diye nefyetmezse, çocuğun nesebi kendisine lâzım gelir.» Bu sözün mânâsı, çocuk benden değildir demeyip susarsa demektir. Tebrike cevap vermekten susarsa demek değildir. Bahır sahibinin itirazına, "Feth'in söz kabilindendir demesi, hakikaten söz değildir mânâsınadır. Belki o söz yerine geçer." diye verilen cevap, tebrik zamanında susmayı reddetmez. Yine Bahır'da denilmiştir ki: Muradı bu olmuş olsaydı, cimaya imkân vermeyi istisnaya muhtaç olmazdı. Burada Zeylâî'nin yaptığı itirazı defy yoktur. Çünkü Zeylâî, "Delâlet. ilzâm hususunda söz yerine geçer" demektedir. Evet, Zeylâî'nin sözünün zâhir olduğu anlaşılıyor. Çünkü zâhire göre mehir istemek ve benzeri şeylerin sözle olması lâzım gelmez. Onun için şarih. "rızaya delâlet eden fiil" sözüyle ifade etmiştir. Bunun muktezası, mehir ve benzerini almak rızadır. Nitekim yukarıda geçtiğî vecihle bazıları onu velî hakkında rıza saymışlardır. Hâniyye sahibi onu şu sözüyle açıklamıştır: Velî dul kadını evlendirir de kalbiyle razı olup diliyle rızasını söylemezse, reddetmeye hakkı vardır. Çünkü burada muteber olan dildir, yahut rıza bildiren fiildir. Cimaya imkân vermek, mehrî istemek ve mehri kabul etmek bu kabildendir. Hediye kabulü böyle değildir.
«Kendi rızasıyla ona cima etmesi...» cümlesi, tekrar edilmiştir. Zâhîre bakılırsa bu yanlıştır. Doğrusu. "Kadınla baş başa kalması"dır. Çünkü Zahîriyye'den naklen Bahır'da bildirilen şudur: «Kadının rızasıyla onunla baş başa kalırsa, acaba bu rıza mıdır? Bu meselenin rivayeti yoktur. Bana kalırsa bu, rıza göstermektir.» Bezzâziye'de, "Zâhir olan bu cevaz vermektir." denilmiştir.
«Sevinçten gülmesi,» alay ederek gülmekten ihtirazdır. Bahır sahibi diyor ki: «Gülmeye gelince: Fethu'l-Kadir sahibi evvelâ onun susmak gibî kâfi olmadığını söylemiş, burada kâfi geldiğini teslim etmiş ve onu söz kabilinden saymıştır. Çünkü harflerden ibarettir.»
Ben derim ki; Zeylâî ve başkalarının açıkladıklarına uygun olan buradakidir.
«Gibi şeyler»den murad, mehri kabul etmektir. Nitekim Hâniyye'den naklen yukarıda geçti. Zâhire bakılırsa, nafakayı kabul etmek de öyledir.
«Hizmetinde bulunmak bunun hilâfınadır.» Yani önceden hizmetinde bulunuyordu ise, ona devam etmesi rıza sayılmaz. Bahır'da Muhit ve Zahîriyye'den naklen, "Kadın onun yemeğinden yer veya eskiden yapmakta olduğu hizmetinde bulunursa, delâleten rıza sayılmaz." denilmektedir.
METİN
Bir kızın bekâreti, atlamakla veya hayzının çok akmasıyla yahut yara veya beklemek yani yaşlanmak sebebiyle bozulursa, o hakikaten bâkire sayılır. Nasıl ki kocasının âleti kesik veya kalkınamaz olduğu için; yahut cimadan önce halvetten sonra boşadığı veya öldüğü için ayrılmaları da böyledir. Zinadan dolayı bekâreti bozulmuşsa, yalnız bu surette hükmen bâkiredir. Fakat tekerrür etmemiş ve bundan dolayı had vurulmamış olmak şarttır. Aksi takdirde şüpheyle yahut fâsit nikâhla cima edilen gibi duldur.
İZAH
«Yaşlanmak"tan murad; bülûğa erdikten sonra evlenmeden uzun süre babasının evinde kalması ve bâkirelerden sayılmaz olmasıdır.
«O hakikaten bâkire sayılır.» Zahiriyye'de bildirildiğine göre bâkire, nikâhlı veya nikâhsız cima edilmeyen kadındır. Ulemanın bu bâbta söylediklerinin hülasası şudur: Bu meselelerde bozulduğundan bahsedilen şey, o mahâldeki zardır. Onun için bir cariye bâkire diye satın alınır da zarı yırtılmış çıkarsa, alan kimse onu reddedebilir. Çünkü bekâret şartından kasd edilen örfî mânâ, zarın sıfatıdır. Bunu Bahır sahibi söylemiştir.
«Nasıl ki kocasının âleti kesik ilh...» cümlesi, kızın hakikaten ve hükmen bâkire sayılacağına tanzîrdir, temsil değildir. Binaenaleyh, "Bu kızın zarı yırtılmamıştır. Onu nasıl olup da zarı yırtılana benzetiyor." diye bir itiraz vârit olamaz. H.
«Halvetten sonra» sözünden anlaşılıyor ki, boşamak veya ölüm halvetten önce olsa, evleviyetle hem hakikaten, hem hükmen bâkire sayılır. Cimadan önce diye kayıtlaması, cimadan sonra ölürse hakikaten ve hükmen dul sayılacağı içindir. H.
«Hükmen bâkiredir.» ifadesiyle, hakikaten bâkire olmadığını kasd etmiştir. Nitekim mukabeleden bu anlaşılır.
«Tekerrür etmemiş ve bundan dolayı had vurulmamış olmak şarttır.» Ulemanın. "Zinası şöhret bulmamışsa, susmasıyla iktifa olunur. Çünkü halk onu bâkire bilirler. Konuşursa ayıplarlar. Binaenaleyh işleri bozulmasın diye susmasıyla yetinilir." demelerinin mânâsı budur. Gerçekten Teâlâ Hazretleri zinanın gizlenmesini dilemiştir. Onun için şer'an bâkire sayılır. Zinası şöhret bulan bunun hilâfınadır.
«Aksi takdirde» sözü üç surete sâdıktır: 1) Zinası tekerrür edip de had vurulmamışsa. 2) Had vurulmuş da zinası tekerrür etmemişse. 3) Zinası tekerrür etmiş ve had vurulmuşsa dul sayılır. H.
«Şüpheyle cima edilen» hakikaten ve hükmen duldur. H.
«Fâsit nikâhla cima edilen duldur.» Fakat cima edilmemişse, o kadın hakikaten ve hükmen bâkiredir. Nasıl ki sahih nikâhta da öyledir. T.
METİN
Kocası bâliğ olan bâkireye, "Sen nikâhı duydun da sustun." der, kadın da, "ben nikâhı reddettim" derse, bu hususta birinin beyyinesi bulunmadığı ve esah kavle göre o kadına kendi rızasıyla cima da etmediği takdirde söz, yeminiyle birlikte kadınındır. Fetva buna göredir. Erkeğin, kadın susmuştur diye getirdiği beyyinesi kabul edilir. Çünkü dudaklarını yummakla vücudîdir.
İZAH
«Kadın, ben nikâhı reddettim derse...» Yani ondan razı olduğunu gösterecek bir şey zuhur etmediyse demektir. Nitekim Şurunbulâliyye'de belirtilmiştir. T.
«Birinin beyyinesi bulunmadığı takdirde...» diye kayıtlaması şundandır: Zira hangisi beyyine getirirse beyyinesi kabul edilir. Bahır. îkisi de beyyine getirirse meselesi aşağıda gelecektir.
«O kadına kendi rızasıyla cima da etmediği...» ifadesinden murad, ya hiç cima etmemiş yahut zorla cimada bulunmuş olmasıdır. Musannıf bu kayıtla. kadının rızasıyla cimadan ihtiraz etmiştir. Zira esah kavle göre bu takdirde reddettim iddiası tasdik edilmez. Çünkü cimaya imkân vermek ikrar gibidir. Bundan dolayıdır ki, Valvalciyye sahibi, bu kadın zifaftan sonranikâhı reddettiğine beyyine getirse, kabul edilmeyeceğini sahihlemiştir. Lâkin Gazzî'nin Eşbâh üzerine yazdığı haşiyede, "Kadının zifaftan sonra razı olmazdan önce nikâhı reddettiğine dair beyyinesi kabul edilip edilmeyeceği hususunda sahihleme ihtilâfı vâki olmuştur. Bezzâziye'de, kitaplarda zikredilen kabul edileceğidir denilmiş; Vâkıât'da kabul edilmeyeceği sahihlenmiştir. Çünkü kadın dâvâda çelişkiye düşmüştür. Sahih olan kabul edilmesidir. Çünkü dâvâ bâtıl olsa da, beyine bâtıl değildir. Zira kadının haram olduğunu isbat içindir. Bunun için getirilen beyine dâvâsız makbuldür. Üstadımız Allâme Alî Makdisî bu bâbta bir risale yazmış; o risalede kabul edildiğinin sahih olduğuna itimat etmiştir.» denilmiştir.
«Söz, yeminiyle birlikte kadınındır.» Çünkü erkek akdin geçerliliğini ve kendisinin kadından istifadeye mâlik olduğunu iddia; kadın ise bunu def etmektedir. Binaenaleyh kadın inkâr ediyor demektir. Velîsinin kadın aleyhinde rıza ile oldu demesi kabul edilmez. Çünkü kadının aleyhine milk sübut bulduğunu ikrar ediyor demektir. Halbukî kadın bülûğa erdikten sonra velîsinin onun aleyhine nikâh ikrarı sahih değildir. Fetih'te böyle denilmiştir. Velîsi başka bir şahitle birlikte razı idi diye şehadette bulunursa, kabul edilmemek gerekir. Çünkü kendinden sâdır olan bir işi tamamlamaya çalışmış olur ve müttehemdir. Ama ben bunun naklini görmedim. Bahır.
Ben derim ki: Hâkim-i Şehid'in Kâfî'sinde şöyle denilmektedir: «Bir adam kızını evlendirir de, kız razı olduğunu inkâr ederse. aleyhinde babasının ve kardeşinin şahitliği caîz olmaz.» Sonra bil ki, Bahır'da mehir babında fâsit nikâhtan bahsedilirken şöyle denilmiştir. «Kadın nikâhın fesadını. kocası ise sahih olduğunu iddia ederse, söz kocasınındır. Aksi halde araları ayrılır, kadına iddet beklemek düşer. Zifaf olmamışsa, kendisine yarını mehir, olmuşsa bütün mehir verilir. Hâniyye'de böyle denilmiştir. Ama Hâkim-i Şehid'in Kâfî'de zikrettiğini bundan müstesna saymak gerekir. Onun zikrettiği şudur: Karı-kocadan biri nikâhın erkek küçükken yapıldığını iddia ederse, söz erkeğindir. Bülûğa ermeden kadınla zifaf olmamışsa, aralarında nikâh yoktur. Kadına mehir de verilmez.» Bahır'ın sözü burada biter.
Ben derim ki: Bu son meseleyi Bezzâziyye sahibi Muhit'ten naklen, «Çünkü akdin mevcudiyetinde ihtilâf etmişlerdir." sözüyle ta'IiI etmiş; Zahîre sahibi ise onu, "Çünkü küçüklük halinde velî razı olmadan önce yapılan nikâh mânen nikâh değildir ilh...» şeklinde illetlendirmiştir. Ondan önce şunu zikretmiştir: «Eğer ihtilâf, sahih veya fâsit olduğunda ise, zâhirin şahitliği ile söz, sahih olduğunu iddia edenindir. Asıl akdin bulunup bulunmamasında ise söz, bulunduğunu inkâr edenindir.»
Ben derim ki: Bu izaha göre istisna yoktur. Çünkü Hâniyye'nîn sözü birinciden. Kâfî'nin sözü ikincidendir. Hâniyye sahibinin, "Aksi halde araları ayrılır ilh...» sözünün vechi, herhalde ikrarıyla muahaze olunması ve kendine sirayet etmesidir. Onun için de kadına mehir verilir. Sonra bizim üzerinde durduğumuz mesele, zâhire bakılırsa asıl akdin mevcud olup olmadığı hususundaki ihtilâf kabilindendir. Çünkü red icabı kabulsüz bırakmıştır. Aşağıdaki mesele de öyledir. Bana zâhir olan budur.
«Fetva buna göredir.» Bu, İmameyn'in kavlidir. İmam-ı Âzam'a göre kadına yemin verdirilmez. Nitekim ileride altı şey dâvâsında gelecektir. Bahır.
«Çünkü vücudîdir ilh...» sözü bir sualin cevabıdır. Sual şudur: Erkeğin, kadın susmuştur diye getirdiği beyyinesi nefy üzerine beyyinedir. Bu ise makbul değildir. Şarih buna şöyle cevap veriyor: «Sükut vücudîdir. Çünkü dudaklarını yummaktan ibarettir. Bundan da konuşmamak lâzım gelir. Nitekim Mi'râc'da beyan edilmiştir.» Bahır sahibi buna şunu da ilâve etmiştir: «Yahut bu şahidin ilminin ihata ettiği bir nefydir. Binaenaleyh kabul edilir. Nitekim kadın, kocasının mecliste irtidat sayılacak bir şey söylediğini iddia eder de, kocası orada konuşmadığına beyyine getirirse kabul edilir. Keza şahitler, "biz kadının yanındaydık, ama konuştuğunu işitmedik" derlerse, kadının sustuğu sabit olur. Nitekim Cevami'de beyan edilmiştir.» Âşikârdır ki, birinci cevap teslim etmemeye, ikincisi teslim etmeye mebnîdir. Sa'diyye sahibi birincisi hakkında. Akât şerhindeki. "Susmak, konuşmayı terk etmektir." sözüyle bahsetmiş; bu hususta Nehir sahibi kendisini tasdikde bulunmuştur.
Ben derim ki: Şöyle de cevap verilebilir: Bu. sözü lâzımıyla tefsirdir. İkinci hakkında dahi incelemede bulunmuş; "Bu, Hidâye'nin yeminler bahsindeki sözüne muhaliftîr. Orada hacc ve namaz hakkındaki yemin bâbında, nefye şahitlik mutlak surette makbul değildir. Şahidin bilgisi olsun olmasın müsavidir denilmiştîr." demiştir. Orada Bahır sahibî dahi bunları söylemiştir. Hasılı maksut bir nefye şahitlik kabul edilmez. İster sureten, ister mânen nefyolsun ve ister şahit bilsin, ister bilmesin müsavidir.
Ben derim ki: Bu, şartlardan başkasındadır. "Bu haneye bugün girmezsem şöyle olsun...» der de, şahitler girdiğine şahitlik ederlerse kabul olunur.
METİN
İkisi birden beyyine getirirlerse, kadının beyyinesi tercih edilir. Meğerki kocası kadının rızasına yahut cevaz verdiğine beyyine getirsin. Meselâ kızı, babası bülûğa ermedi zannederek kocaya verir de kız, "ben bülûğa erdim" derse, bu nikâh sahih değildir, kız mürâhikadır. Baba yahut koca, bilâkis kız küçüktü derlerse, yaşının dokuz olduğu sübut bulmak şartıyla söz kızındır. Keza mürâhik bir çocuk bülûğa erdiğini iddia ederse hüküm yine budur. İkisi birden beyyine getirirlerse, esah kavle göre bülûğ beyyinesi tercih edilir. Küçük kızın, "ben bülûğa erdiğim de reddettim" deyip, kocasının onu yalanlaması bunun hilâfınadır. Söz kocasınındır. Çünkü milkinin elinden gittiğini inkâr etmektedir. Bu, bülûğzamanından sonra ihtilâf ettiklerine göredir. Bülûğ halinde ihtilâf ederlerse, söz kadınındır. Vehbâniyye şerhi. Bellenmelidir.
İZAH
«Kadının beyyinesi tercih edilir.» Bu beyyine, ziyadeyi isbat içindir. Ziyadeden maksat, reddir. Çünkü o sükut üzerine ziyadedir. Bahır.
«Meğer ki kocası kadının rızasına yahut cevaz verdiğine beyyine getirsin.» Yani o zaman kocasının beyyinesi tercih olunur. Çünkü isbat hususunda ikisi de müsavidir. Kocanın beyyinesinin ziyadeliği lüzumu isbat etmekledir. Şerthe böyle denilmiştir. Bu sözü Nihaye sahibi Timurtâşi've nisbet etmiştir. Birçok fıkıh kitaplarında da böyledir. Lâkin Hulâsa'da Hassaf'ın Edebü'l-Kâdî adlı kitabından naklen kadının beyyinesinin tercih edileceği bildirilmiştir. Bu surette ulemanın ihtilâfı vardır. Vechi ihtimal şudur: sükut icazeyi tahakkuk ettiren şeylerden olunca, icazeye şahitlik yapmaktan açıkça söylemezlerse, onun sükut üzerine ziyade bir şey olması lâzım gelmez. Fetih'te böyle denilmiş; Bahır sahibi de ona uymuştur. îki kavlin arasını bulmak da bundan çıkarılmış; birincî kavli, şahitler kadının cevaz verdim yahut razı oldum dediğini açıkladıkları hale: ikincisi de kadının cevaz verdiğine veya razı olduğuna şahitlik ettikleri hale yorumlanmıştır. Zira susmakta cevaz vermesi ihtimali vardır.
«Meselâ babası kızı kocaya verirse ilh... Yani bâliğ olup olmadığındaki ihtilâf, susup susmadığındaki ihtilâf gibidir. Nitekim Nehir'de belirtilmiştir. Meselâdan muradı, mücbir velî olduğunu anlatmaktır.
«Söz kızındır.» Çünkü kız mürâhika (bülûğa yaklaşmış) ise, haber verilen şey sübuta ihtimallidir. Binaenaleyh kızın haberi kabul edilir. Zira kendisinin başkasının milki olduğunu inkâr etmektedir. Bunu Bahır'dan naklen Halebî söylemiştir.
«Keza mürâhik bir çocuk bülûğa erdiğini iddia ederse...» Meselâ babası malını satar da oğlu. "Ben bülûğa erdim, bu satış sahih değildir." Derse, müşteri ve baba. "bu çocuk küçüktür" dediklerinde, söz oğlunundur. Çünkü o milkinin elden gittiğini inkâr etmektedir. Bunun hilâfına söyleyenler de olmuştur. Ama birincisi esahtır. Bunu Zahîre'den naklen Bahır sahibi söylemiştir.
İkisi birden beyyine getirirlerse ilh...» Bu meseleyi Bezzâziye sahibi birinci meseleden sonra zikretmiştir. Galiba şarih onu her iki meselede hüküm bir olduğunu anlatmak için sonraya bırakmıştır. Bazı hâşiye yazarları bülûğ için beyyine tasavvurunu müşkil saymışlardır.
Ben derim ki: O, gebe kalmak, gebe bırakmak, bülûğ yaşına ermek, kan veya meni görmek gibi şeylerle mümkündür. Nitekim zinaya şehadet meselesinde de böyledir.
«Esah kavle göre...» sözü. mürâhikle mürâhika meselesine râcîdir. Onlar hakkında sahihkabul edilen kavli Bahır sahibi Zâhîre'den nakletmiştir.
«Küçük kızın... » Yani baba ile deden başka velînin evlendirdiği küçük kızın, "ben bülûğa erdiğinde reddettim" demesi bunun hilâfınadır. Ama baba ile dedenin evlendirdiklerine muhayyerlik yoktur. T. Yani kız bülûğa erdikten sonra, "ben nikâhı reddettim ve bülûğa erdiğim an kendimi tercih ettim" derse, sözü kabul edilmez. Çünkü üzerinde milk sabittir. O, bu sözle üzerinde sabit olan milki iptal etmek istemektedir. Nitekim Zahîre'de belirtilmiştir. Bundan anlaşılıyor ki, o bu sözü bülûğa erdikten sonra söylemiştir. Şarihin ona küçük demesi, herhalde akit zamanındaki halini itibara aldığı içindir. Yani o zaman küçük olduğu muhakkak idi. Mürâhika bunun hilâfınadır. Çünkü o zaman bülûğa ermiş olması muhtemeldir.
«Bülûğ halinde ihtilâf ederlerse...» ve kadın hâkim yahut şahitler huzurunda, "şimdi bülûğa erdim ve nikâhı feshettim" derse sahih olur. Nitekim beyanı gelecektir.
METİN
İleride beyan edilecek velînin küçük oğlan ve kızı cebren nikâhlamaya hakkı vardır. Velev ki dul olsun, velev ki bunak ve bir ay delirmiş büyük olsun nikâh geçerlidir. Velev ki çok aldanmayla yapılmış olsun. Bu, kızın mehrini eksiltmek, oğlanınkini arttırmakla olur. Yahut bizzat aldanarak akit yapan velî baba veya dede ise. keza mevlâ ve deli kadının oğlu olup kötü niyetleri, fisku fücurları bilinmiyorsa, dengi olmayan biriyle evlendirmesi sahihtir.
İZAH
İleride beyan edilecek velî» musannıfın, «Nikâhta velî bizzat asabe olandır..." ifadesinde gelecektir. Bununla o, itiraz hakkına mâlik olan velîden ihtiraz etmiştir. Çünkü itiraz hakkı yalnız asabe olan velîye mahsustur. Nitekim yukarıda geçmişti. Akraba olmayan vasîden de ihtiraz etmiştir. Nitekim geçti ve tekrar gelecektir.
«Küçük oğlan ve kızı nikâhlamaya» diye kayıtlaması, onların aleyhine nikâhı ikrar etmesi sahih olmadığı içindir. Bu, ancak şahitlerle yahut bülûğa erdikten sonra o küçüklerin tasdikiyle sahih olur. Nitekim musannıf bâbın sonunda bundan bahsedecektir. Böyle diyeceğine, "velî mükellef olmayanları ve köleleri nikâh edebilir" deseydi, bunak ve emsaline de şâmil olurdu.
T E T İ M M E : Baba ile dededen başkası, örfen alınması âdet olan mehri almadan küçük kızı teslim edemez. Ama baba teslim ederse, men etmeye de hakkı vardır. Bunu Tahtâvî beyan etmiştir, tamamı Bahır'dadır.
Ben derim ki: Ama cimaya dayanacak gelişmenin önce zifaf için teslime hakkı yoktur. Yaşın itibarı yoktur. Nitekim bunu şarih mehir bâbının sonunda söyleyecektir.
«Velev ki dul olsun.» sözünü musannıf, Şâfiî muhalif olduğu için söylemiştir. Çünkü onagöre nikâha icbar edebilmenin illeti bekârettir. Bize göre ise, aklı olmamak veya aklı eksik bulunmak suretiyle âcizliktir. İzahı usul-ü fıkıh kitaplarındadır.
«Velev ki bunak ve bir ay delirmiş büyük olsun.» Bundan murad, bunamış bir şahıs gibi demektir ve erkeğe kadına şâmildir. Nehir sahibi diyor ki: «Şayet delilik devamlı ise - ki fetvaya göre bir aydır - velî bunakla deliyi nikâhlayabilir.» Münyetü'l-Müftî'de, "Çocuk deli veya bunak olarak bülûğa ererse, babanın velâyeti eskisi gibi kalır. Bülûğa erdikten sonra delirir veya bunarsa, esah kavle göre velâyet hakkı sabit olur." denilmektedir. Hâniyye'de de şöyle ifade edilmiştir: «Bir kimse bülûğa ermiş oğlunu evlendirir de oğlu delirirse, ulema babasının, "Nikâhı oğluma geçerli kıldım." demesi gerektiğini söylemişlerdir. Çünkü delirdikten sonra onun nikâh hakkı vardır.»
«Nikâh geçerlidir.» Yani kimsenin cevaz vermesine bağlı değildir. Baba, dede ve mevlâ nikâh ederlerse, muhayyerlik de sabit olmaz. Oğul da öyledir. Nitekim gelecektir.
«Velev ki çok aldanmayla yapılmış olsun.» Çok aldanmaktan murad, herkesin aldanmayacağı miktardır. Yani umumiyetle halk o kadar aldanmayı taşımazlar. Bunu az aldanmaktan ihtiraz için söylemiştir. Onu herkes yapar Cevhere sahibi diyor ki: "insanların aldanabildikleri miktar, yarım mehirden aşağısıdır. Üstadımız Muvaffakuddin böyle söylemiştir. Onda birden aşağıdır diyenler de vardır.» Birinci kavle göre çok aldanmak, yarı yarıya veya fazla olandır. İkinciye göre, onda bir ve fazlasıdır.
"Bizzat" sözüyle, evlendirmeye vekil olandan ihtiraz etmiştir. Bunun beyanı yakında gelecektir. H.
«Keza mevlâ...» Yani köle olan küçük oğlan veya küçük kızı sahipleri evlendirir de sonra âzâd eder, sonra bülûğa ererlerse, nikâhları geçerlidir. Velev ki kızı dengine vermemiş yahut mehr-i misilsiz nikâhlamış olsun. Her ikisi için bülûğa erdiklerinde muhayyerlik yoktur. Çünkü sahiplerinin velâyeti mükemmeldir. O, baba ile dededen dahi yakındır. Bir de âzâd muhayyerliği buna hâcet bırakmaz. T. Doğru tasvir budur. Bu meseleyi evlendirmezden önce âzâd etmişse diye tasvir etmek doğru değildir. Çünkü bu surette her ikisine bulûğ muhayyerliği sabit olur. Nitekim ileride anlatacağız. Sözümüz muhayyerlik olmaksızın akdin geçerliliğindedir. Nitekim baba ile dedenin akitleri böyledir.
«Deli kadının oğlu» deli erkek de deli kadın gibidir. Bahır sahibi diyor ki: «Deli erkekle deli kadını oğlu evlendirir de sonra ayrılırlarsa, kendilerine muhayyerlik yoktur.»
«Kötü niyetleri bilinmiyorsa...» cümlesindeki zamir, baba ile dedeye râcîdir. Oğlun da onlar gibi olması gerekir. Köle sahibi bunun hilâfınadır. Çünkü o kendi milkinde tasarruf eder. Binaenaleyh sair mallarında olduğu gibi tasarrufu mutlak surette geçerli olmak gerekir. Rahmetî.
«Fisku fücurları bilinmiyorsa.» Mecma şerhinde şöyle denilmiştir:«Hattâ babamın akılsızlığından veya tamahından dolayı kötü davranışı bilinirse, yaptığı akit bil ittifak caiz olmaz.»
«Dengi olmayan biriyle evlendirmesi sahihtir.» Meselâ oğluna bir cariye alması. kızını bir köleye vermesi caiz olur. Fakat bu İmam-ı Âzam'a göredir. İmameyn'e göre kızını dengi olmayan birine vermesi caiz değildir. Onlara göre mehirde fiyat indirimi bindirimi de caiz değildir. Ancak herkesin aldanabileceği miktarda olabilir. Bunu Halebî Minâh'tan nakletmiştir. Birinci misali zikretmemeliydi. Çünkü kadın tarafında erkek için denk olmak muteber değildir. Bunu şurunbulâliyye sahibi söylemiştir. Tahtâvî'de de benzeri vardır.
Ben derim ki: Bundan dolayı şarih fazla aldanma meselesini umumileştirdiği halde, "yahut kadını evlendirirse" diyerek sözü müennes zamirine izafe etmiştir ki, uyanıklığı methe şâyandır. Lâkin burası söz götürür. Yakında izah edeceğiz.
METİN
Kötü niyetleri ve fisku fücurları bilinirse, nikâh bil ittifak sahih olmaz. Sarhoş olur da kızı fâsık veya kötü yahut fakir ve kıymetsiz sanat sahibi biriyle evlendirirse, hüküm yine budur. Çünkü kötü tutumu meydana çıkmıştır. Onun zannedilen şefkati buna muaraza edemez. Bahır.
İZAH
«Kötü niyetleri bilinirse nikâh sahih olmaz.» Fethu'l-Kadir sahibi bunu Nevâzil'in şu ifadesi karşısında müşkil saymıştır: «Baba küçük kızını sarhoşluk veren içkiler içtiğini inkâr eden birine verir de o kimse ayyaş çıkar ve kız büyüdükten sonra ben nikâha razı değilim derse, babası dâmadın içkici olduğunu bilmemek ve ailesi ekseriyetle iyi kimseler olmak şartıyla bu nikâh bâtıldır. Çünkü o adam kızını dâmat küf'dür (denktir) zannıyla vermiştir.» Fethu'I-Kadir sahibi, "Çünkü baba onun sarhoş olduğunu bilse nikâhın geçerli olması gerekir. Halbuki hayır ve şer her ahlâkı kabul edecek küçük bir kızını içkici fâsık birine bile bile verirse, onun kötü niyeti açıktır." demekte; sonra cevap vererek, "Bu husustaki kötü niyetinin tahakkukundan, kötü niyetli olmakla tanınması lâzım gelmez. Binaenaleyh kötü niyet tahakkuk ettiği zaman nikâhın bâtıl olması lâzım gelmez. Halbuki halk nazarında kötü niyetle tanınması tahakkuk etmemiştir.» demektir.
Hâsılı mâni, babanın akitten önce kötü niyetle meşhur olmasıdır. Bununla meşhur değil de kızını bir fâsıkla evlendirirse akit sahihtir. Velev ki bununla kötü niyetli olduğu tahakkuk edip halk nazarında şöhret bulsun. İkinci bir kızını bir fâsıkla evlendirirse, ikinci akit sahih olmaz. Çünkü akitten önce kötü tutumu ile meşhur idi. Birinci akit bunun hilâfınadır. Zira ondan önce mâni yoktur. Mâni sırf kötü niyetli bulunması olup, şöhret bulması şart olmasaydı, meseleyi, yani ulemanın, "Nikâh; çok aldanmakla veya dengi olmayana vermekle geçerli olur" sözünü velî, baba veya dede olduğu surete havale etmek lâzım gelirdi. Sonra bil ki, yukarıda Nevâzil'den naklen, "Nikâh bâtıldır." demesi, bâtıl olacaktır mânâsınadır. Nitekim Zahire'de böyle denilmiştir. Çünkü mesele kız büyüdükten sonra razı olmadığına göre farz edilmiştir. Nitekim Hâniyye ve Zâhire sahipleriyle diğer ulema bunu açık söylemişlerdir. Kınye'nin şu ifadesi de ona ham olunur: «Bir kimse küçük kızını aslen hür zannetiği bir adama verir de âzâdlı çıkarsa, bu nikâh bil ittifak bâtıldır.» Hınye'nin ibaresinden anlaşılıyor ki, kıza denk olmama hususunda fâsıklıkla başkasının arasında fark yoktur. Hattâ kızını fakir birine yahut kıymetsiz bir sanat sahibine verir de kızına denk olmazsa, sahih değildir. Demek ki Kemâl b. Hümam'ın ulemanın sözlerini fâsıka münhasır bırakması, yakışmayan hallerdendir. Nitekim bunu Bahır sahibi söylemiştir. Bu söylediğimiz bülûğa erdikten sonra kızın muhayyer olması, küçük kız hakkındadır. Velîler büyük kızı onun izniyle evlendirirler de dâmadın denk olmadığını bilmezler, sonra denk olmadığı meydana çıkarsa, hiçbirine muhayyerlik yoktur. Nitekim şarih bunu gelecek bâbın başında söyleyecektir. Bu hususta sözün tamamı orada gelecektir.
«Kızı fâsık biriyle ilh...» Keza mehir de çok aldanmak suretiyle evlendirirse bil ittifak caiz olmaz. Ayık biriyle evlendirirse caiz olur. Çünkü sarhoşun halinden zâhir olan, onun düşünmemesidir. Onun tam düşüncesi yoktur. Binaenaleyh eksiklik hâlis zarar olarak kalır. Ayık bir kimsenin halinden zâhir olan, onun düşünmesidir. Bahır. Sonra şöyle demiştir: «Dengi olmayana kız veren sarhoş da öyledir. Nitekim Hâniyye'de beyan edilmiştir. Bununla anlaşılır ki, babadan murad, sarhoş olmayan ve kötü tutumuyla bilinmeyen kimsedir.»
Ben derim ki: Ta'lilin muktezası şudur: Sarhoş yahut kötü tutumuyla mâruf olan kimse kızını bir dengine mehr-i misille verirse sahih olur. Çünkü ortada sırf zarar yoktur.
«Zâhire göre ayık kimsenin hali düşünüldüğünü gösterir.» sözünün mânâsı; o kimse baba olması dolayısıyla şefkati çok olduğundan, kızını dengi olmayana ve çok aldanarak az bir mehirle vermez. Bunu ancak bu zarardan daha büyük bir maslahat için yapar. Meselâ, kızıyla güzel geçineceğini ona eziyet etmeyeceğini vesaireyi bilir. Sarhoşta ve kötü tutumlu kimsede bu yoktur. Çünkü onun fikir sahibi olmadığı, bu hususta kötü tutumlu olduğu meydandadır.

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...