03 Ekim 2012

REDDU'L-MUHTAR...Mühim Bahis: Asabenin Küçük Çocuğa Küf'ü Olmayan Bir Kadını Alması

Mühim Bahis: Asabenin Küçük Çocuğa Küf'ü Olmayan Bir Kadını Alması


METİN
Evlendiren kimse onlardan, yani babayla onun babasından başkasıysa, velev ki anne veya hâkim yahut babanın vekili olsun. Denginden başkasına vermekle veya çok aldanmakla nikâh astâ sahih olmaz. Lâkin Nehir'de inceleme neticesi. "Vekiline miktarı tayin ederse sahih olur." denilmiştir. Sadru'ş-Şeria'da, "Sahih olur. Ama kızla oğlan onu bozabilirler." denilmişse de vehimden ibarettir.
İZAH
«Yani baba ile onun babasından başkasıysa» ifadesine, oğul ve mevlâyı da ziyade etmesi daha iyi olurdu. Sebebi yukarıda geçti.
«Velev ki anne veya hâkim olsun.» Esah kavil budur. Çünkü bunların velâyetleri, kardeşle amcanın velâyetinden geridir. Hacbedenin muhayyerliği yoktur. Tamamı orada gelecektir.
«Denginden başkasına vermekle nikah sahih olmaz.» Kenz'in şu sözü de bunun gibidir: «Çocuğunu dengi olmayanla veya çok aldanarak evlendirse sahih olur. Ama bu, babayla dededen başkasına caiz değildir.» Bu sözün muktezası şudur: Bir kardeş küçük kardeşine ondan daha aşağı bir kadın olsa sahih olmaz. Burada Şurunbulâliyye'den naklettiğimiz, "Denklik koca için muteber değildir." İtirazı ortaya çıkar. Nitekim bâbında da gelecektir. Şarihin de buna işaret ettiğini söylemiştik. Ben çok araştırdım. Lâkin bu hususta açık bir şey bulamadım. Evet , Bedâyi'de Kenz'dekinin benzerini gördüm. Orada şöyle denilmiş: «Baba ile dedenin küçük oğlan ve kızı nikâh etmelerine gelince: Ebû Hanife'ye göre burada kefâet (denklik) şart değildir. Çünkü akit görüşü mükemmel birinden sâdır olmuştur. Onun şefakâti tamdır. Kardeş ile amcanın denk olmayan birine nikahlamaları bunun hilafınadır, bilittifak caiz değildir. Çünkü halis zarardır.»
«Kardeş ile amcanın denk olmayan birine iIh...» cümlesinde zamirlerin küçük oğlanla küçük kıza ait olduğu açıktır. Şu halde damat için denkliğin muteber olmamasının mânâsı; bir adam kendine rütbesinden daha aşağı bir kadın alırsa, asabelerine itiraz hakkı yok demektir. Zevce bunun hilâfınadır. Baba ile dedenin evlendirdikleri küçük oğlanla küçük kız da bunun hilâfınadır. Bana zâhir olan budur. Kefâet bâbının başında bunu teyid eder sözler söyleyeceğiz. Allahu a'lem.
"Aslâ"dan murad; geçerli olmayarak bülûğdan sonra razı olmaya da bağlı kalmayarak demektir. Fethu'l-Kadir sahibi diyor ki: «Mâruf olan fer'î mesele buna göre kurulmuştur. Şöyle ki: Amca, dedenin hürre küçük kızını dedenin âzâdlısına nikâhlasa da, kız büyükse ve nikâha razı olsa nikâh sahih olmaz. Çünkü bu mevkuf bir akit değildir. Zira ona cevap veren yoktur. Amca ve benzeri kimselerin denk olmayan birine kız vermeleri sahih değildir.» Bahır sahibi de şöyle demiştir: «Onun içindir ki, Hâniyye ve diğer kitaplarda bildirildiğine göre, baba ile dededen başkası küçük kızı evlendirdiği vakit, ihtiyat olan ona iki defa akit yapmalarıdır. Bir defa mehr-i müsemma ile bir defa da müsemmasız akit yapmalıdır. Çünkü mehr-i müsemmada fazla noksanlık bulunur da birinci nikâh sahih olmazsa. ikincisi sahih olur.» Görülüyor ki denk olmayana kız vermek hususunda hile (çare) yoktur.
«Vekiline miktarı tayin ederse sahih olur.» Yani çok aldanma sayılan miktarı tayin ederse demek istiyor. Nehir. Keza ona denk olmayan bir erkeği tayin ederse hüküm yine budur. Nitekim bunu Allâme Makdisî araştırmıştır.
T E M B İ H : Mecma şerhinde zikredildiğine göre, babanın küçük oğlanla küçük kızı dengi olmayan biriyle yahut fazla aldanarak evlendirmesi, İmam-ı Azam'a göre caiz, İmameyn'e göre caiz değildir. Sonra aynı eserde şöyle denilmiştir: «Muhit'te beyan edildiğine göre, nikâha vekil olan kimse mehr-i misilden azaltır veya çoğaltırsa, hüküm yine bu ihtilâfa göredir.» Bu söz şarihin Bahır'a uyarak Kınye'den naklettiğine muhaliftir. Ama şöyle cevap verilebilir: Mecma şerhinin ibaresindeki vekilden murad, babanın vekili değil, bülûğa ermiş zevc veya zevcenin vekilidir. Buna karine. Bedâyi'nin ibaresidir. Bedâyi sahibi sâbık hilâfı zikretmiş, sonra şunları söylemiştir: «Tevkil de bu hilâfa göredir. Meselâ bir adam kendisine bir kadın nikâhlamak için birini vekil tayin eder de, o da kadının mehr-i misline herkesin aldanmayacağı bir miktarı ziyade ederse; yahut bir kadın kendisini birine nikâhlamak için bir adama vekalet verir de, o da mehr-i misilsiz yahut dengi olmayan birine nikahlarsa, İmam-ı Azam'a göre caiz, İmameyn'e göre caiz değildir.» Biz bunu Bezzaziye'den de rivayet etmiştik. Şu halde zıddiyet yoktur.
«Ama onu bozabilirler» Yani bülûğa erdiklerinde bozabilirler demek istemiştir. Sadru'ş-Şeria'nın metin ibaresi şöyledir: «Baba ile dedenin küçük oğlanı ve kızı çok aldanarak ve dengi olmayan birine nikâhlamaları sahihtir. Onlardan başkası bunu yapamaz.» Şerhinde de şöyle denilmiştir: «Yani baba, yahut o bulunmaz da dede bunu yaparsa, küçük oğlanla küçük kızın bülûğa erdikten sonra nikâhı bozmaya hakları yoktur. Bunu baba ile dededen başkaları yapmış olsa, bülûğa erdikten sonra bozabilirler.» Aşikârdır ki vehim, şerhin ibaresindedir. Buna İbn-i Kemâl ile muhakkık Taftazânî Telvîh'in avariz bahsinde tembih etmişlerdir. Taftazânî bunun aslâ rivayeti bulunmadığını söylemiştir. Kuhistânî buna cevap vermiş;"Çok aldanmakla beraber nikâhın sahih olduğunu Cevahir sahibi bazı ulemadan nakletmiştir. Dengi olmayana nikâhlamayı da Cami sahibi bazılarından nakletmiştir. Bu, rivayet bulunduğunu gösterir." demiştir.
Ben derim ki: Bu söz götürür. Çünkü ulemadan birinin kavlidir diye o sözün mezhep imamlarından rivayet edilmiş olması lâzım gelmez. Bilhassa zayıf ve mezhebin güvenilir meşhur kitaplarında bildirilene muhalif ise hiç lâzım gelmez.
METİN
Şayet dengine ve mehr-i misille verilirse sahih olur. Lâkin küçük oğlanla küçük kız ve o hükümde olanlar bülûğa erdikten yahut bülûğdan sonra, nikâhı öğrendiklerinde kendileri için nikâhı bozma muhayyerliği vardır. Velev ki zifaftan sonra olsun. Çünkü annede şefkat eksiktir. Âzâd olma muhayyerliği buna hâcet bırakmaz. Kız bülûğa erer de oğlan küçük bulunursa, fesh için hâkimin hükmü bulunmak şartıyla babasının veya vasîsinin huzurunda aralan ayrılır. Bu ayrılmada birbirlerine mirasçı olurlar ve mehrin bütünü lâzım gelir.
İZAH
«Nikahı bozma muhayyerliği vardır.» cümlesiyle musannıf "sahihtir" sözünden akla gelen geçerlilik vehmini gidermiştir. T. Sözü mutlak bırakmıştır. Binaenaleyh küçüklerin her ikisinin zımmî ve her ikisinin müslüman olmaları hallerine ve keza küçük kız kendini nikâhladığında velîsinin razı olmasına şâmildir. Çünkü cevaz velînin caiz görmesiyle sabit olur ve bizzat kendi yaptığı nikah kalır. Bunu Muhit'ten Bahır sahibi nakletmiştir.
«O hükümde olanlar» deli olan küçük kızla küçük oğlandır. Bunları baba ile dededen ve oğuldan başkaları nikâhlarlarsa, küçük oğlanla küçük kız hükmünde olurlar. Oğuldan murad, kardeş veya amcadır. Fetih sahibi asabeleri beyan ettikten sonra şöyle demiştir: «Bunların hepsi için kızın ve oğlanın üzerinde icbar velâyetleri vardır. Bu velâyet, küçüklüklerinde de, delirirlerse büyüdükleri vakit de sabittir. Meselâ bir oğlan aklı başında iken bülûğa erer de sonra delirir ve babası onu evlendirirse, delilik daimî olduğu takdirde caizdir. Ayıldığı vakit artık muhayyerlik hakkı yoktur. Ama kardeşi evlendirir de ayılırsa, muhayyerlik hakkı vardır.»
«Bülûğdan sonra nikâhı öğrendiklerinde...» Yani nikâhlı olduklarını bilmeyerek bülûğa erdikten sonra nikâhlı olduklarını öğrendikleri vakit, nikâhı feshetmeye hakları vardır.
«Çünkü annede şefkat eksiktir.» Bu cümle, İmam Ebû Yusuf'un, "Onlara muhayyerlik yoktur." sözüne cevaptır. O bunu, baba veya dedenin evlendirmelerini itibara olarak söylemiştir.
«Âzad olma muhayyerliği buna hâcet bırakmaz.» Bilmelisin ki âzâd olma muhayyerliği, büyük olsun küçük olsun sadece kadın için sabittir. Erkek için bu muhayyerlik yoktur. Cariyeyi sahibi evlendirir de sonra âzâd ederse, onun için muhayyerlik hakkı vardır. Çünkü evvelce kocasının onun üzerindeki milkiyet hakkı iki talâkla biterdi. Şimdi üç talâkla biter oldu. Lâkin kadın küçükse, bülûğa ermedikçe muhayyer olamaz. Bülûğa erdiğinde onu hakim muhayyer bırakır ve bu muhayyerlik bülûğ muhayyerliği değil âzâd muhayyerliğidir. Büluğ muhayyerliği dahi sabit olur ise de, birincisi daha umumidir. Bülûğ muhayyerliği onun şümulüne girer. Bazıları bu kadına bülûğ muhayyerliği olmadığını söylemişlerdir. Esah olanda budur. İmam Muhammed Cami'inde böyle demiştir. Çünkü sahibinin velâyeti kâmil velâyettir. Zira milk sebebiyledir. Binaenaleyh baba ve dedede olduğu gibi bülûğ muhayyerliği sabit olmaz. Bir kimse küçük kölesine hür bir kadın nikâhlar da sonra köleyi âzâd eder, o da bülûğa ererse, kendisi için ne bülûğ muhayyerliği vardır, ne de âzâd muhayyerliği. Çünkü sahibinin nikâhlaması milk itibarı ile idi. Ona fayda ve yardım yoluyla değildi. Âzad ettikten sonra küçük olduğu halde evlendirmesi bunun hilâfınadır. Çünkü bu yardım yoluyladır. Bu satırlar Zahîre'nin onyedinci faslından hulâsa edilmiştir. Bunun bir benzeri de İmam Üsturişnî'nin Camiu's-Saffar adlı kitabındadır.
Bahır'da isbicâbî'den naklen, "Bir kimse evvelâ küçük cariyesini âzâd eder de sonra evlendirir ve cariye bülûğa ererse, ona bülûğ muhayyerliği vardır." denilmektedir. Yani yukarıda geçtiği vecihle, o kimsenin cariye üzerindeki velâyeti himaye yoluyladır. Bir de bu âzâd velâyetidir. Adı geçen velayet, bütün asabelerden sonra gelir. Binaenaleyh bu kadına kardeş ve amca velâyetinde olduğu gibi, bülûğ muhayyerliği sabit olur. Hattâ onlardan evlâdır. Azâd etmezden önce evlendirip sonra bülûğa ermesi bunun hilâfınadır. Çünkü yukarıda geçtiği vecihle, ona bülûğ muhayyerliği yoktur. Zira milk velâyeti baba ve dedenin velâyetinden daha kuvvetlidir.
Hâsılı âzâd muhayyerliği, büyük olsun küçük olsun erkeğe sabit olmaz. Kadına, cariye iken evlendirdiği takdirde mutlak surette sabittir. Küçük oğlanla küçük kızı âzâd ettikten sonra evlendirirse, kendilerine bülûğ muhayyerliği sabit olur. Azâd etmezden önce evlendirirse sabit olmaz. Sahih kavle göre bu ne müstakil olarak, ne de küçük kızın azâdlık muhayyerliğine tâbi olarak sabit olmaz. Binaenaleyh şarihin, "Azâd olma muhayyerliği buna hâcet bırakmaz." sözü zayıf kavle mebnidir.
«Babasının veya vasîsinin huzurunda aralan ayrılır.» Bunlardan biri bulunmazsa, hâkim dâvâya çıkacak bir vasî tayin eder ve onu celbederek kendisinden küçük kız için ayrılık dâvâsını iptal edecek bir huccet ister. Aksi takdirde dâvâcı kızdan yemin ister. Yemin ederse, hâkim dâvâcının huzurunda aralarını ayırır. Küçük çocuğun bülûğa ermesini beklemez.
Ben derim ki: Zâhire bakılırsa, babanın vasîsi dededen ileridir. Nitekim ulema bunu bâbında açıklamışlardır. Sonra ben onu burada Camiu's Saffar'da gördüm. Şöyle diyor: «Küçük çocuğun karısı, o çocuğu tenasül âleti kesilmiş bulursa, kadının dâvâsıyla hâkim aralarını ayırır. Karısı o çocuğu âleti kalkmaz bulursa, bülûğa ermesi beklenir.» Bundan sonra şunları söylemiştir: «Çocuğun babası veya vasîsi yoksa, dedesi veya onun vasîsi bu dâvada hasım olur ilh...»
«Hâkimin hükmü bulunmak şartıyla» demesi, aslı zayıf olduğu içindir. Bu sözde, koca gaip ise, o gelmeden araları ayrılmayâcağına işaret vardır. Çünkü ayrılırsa gaip aleyhine hükümvermek lâzım gelecektir. Nehir.
Ben derim ki: Üsturişnî Cami'inde bunu açıklamıştır.
«Fesh için...» Yani bu şart sadece fesh içindir. Muhayyerliğin sübut bulması için değildir. Hâsılı küçük oğlanla küçük kızın nikâhlarını yapan baba ile dededen başkasıysa, bülûğa erdikten sonra yahut nikahlı olduklarını öğrendikten sonra küçüklere bülûğ muhayyerliği vardır. Zira feshi tercih etmek, feshi ancak mahkeme karan şartıyla isbat eder. Onun için musannıf onun üzerine, "Bu ayrılmada birbirine mirasçı olurlar." meselesini tefri etmiştir. Yani bu nikâhta feshi sabit olmadan birbirlerine mirasçı olurlar demek istemiştir.
«Mehrin bütünü lâzım gelir.» Çünkü zifafla -velev halvet-i sahiha gibi hükmen olsun- mehrin bütünü lâzım geldiği gibi; zifaftan önce karı-kocadan birinin ölmesiyle de lâzım gelir. Bu olmazsa sâkıt olur. Velev ki muhayyerlik erkekten gelsin. Çünkü muhayyerlikten dolayı ayrılmak. akdi feshetmek demektir. Akit feshedildi mi, hiç yokmuş gibi olur. Nitekim Nehir'de beyan edilmiştir.
METİN
Sonra ayrılık kadın tarafından gelirse fesholur; talâkın sayısını eksiltmez. Bu kadına talâk lahîk olmaz. Yalnız irtidat halinde lahîk olur. Ayrılık erkek tarafından gelirse talâktır. Yalnız milk veya dinden dönmek yahut âzâd muhayyerliği ile talâk olmaz. Bize zifaftan önce erkek tarafından gelen bir ayrılma yoktur. Erkeğin mehir vermesi de icabetmez. Meğer ki âzâd muhayyerliği ile kendisini seçmiş olsun.
İZAH
«Ayrılık kadın tarafından gelirse...» Yani kocası tarafından gelen bir sebeple ayrılmazlarsa demektir. Nehir'de böyle denilmiştir. Şarih bununla muhayyer bırakmaktan ve emrin elindedir demekten ihtiraz etmiştir. Çünkü bunların ikisinde ayrılık kadın tarafından gelse de, sebebi kocasından geldiğinden talâk olur. H.
«Talakın sayısını eksiltmez.» Ondan sonra akdi yenilerse üç talâka mâlik olur. Nitekim Fetih'te beyan edilmiştir.
«Bu kadına talâk lahik olmaz.» Yani nikâh feshedildikten sonra iddet bekleyen o kadına talâk yapılamaz. Velev ki açık talâk olsun. H. Ona iddet lâzım gelmesi de, ancak fesh zifaftan sonra yapıldığına göredir. Şarihin söylediklerini Bahır sahibi Nihaye'den nakletmiştir. Bu, Fetih'te bahsedilenin hilâfınadır. Fesihten sonra diye kayıtlaması. Fetih'te, "Talâk suretiyle vaki olan her ayrılığa iddet içinde talâk laîk olur. Ancak liân müstesnadır. Çünkü o ebedî hürmet icabe eder." denildiği içindir. Bunların yeter derecede beyanı, inşallah talâkın tefvîzi bâbından önce gelecektir.
«Yalnız irtidat halinde laik olur.» Yani irtidat eden bir kadına iddeti içinde açık talâk laîk olur. Velev ki ayrılması fesholsun. Çünkü dinden dönmekle meydana gelen horam hükmü ebedî değildir. Müslüman olmakla ortadan kalkar. Binaenaleyh kocasının o kadına iddeti içinde yaptığı talâkı müstetbi olarak (yani arkasından başkasını getirerek) vâki olur. Bunun faydası üç talâktan sonra o kadının kendisine başka kocanın cimasına kadar haram olmasıdır. Fetih'te böyle denilmiştir. Nehir sahibi buna itiraz ederek şöyle demiştir: «Bu söz, iddet içinde talâk vuku bulmamanın yalnız ayrılmaları öpmek ve emzirmek gibi müebbed hürmet icabeden bir sebeple olduğu zamana münhasır kalmayı gerektirir. Bunda ise ulemanın zâhir olan sözlerine açık acık muhalefet vardır. Kitap karıştıran bunu bilir.» Yani ulema âzâd ve bülûğ muhayyerliği iddeti içinde denklik olmadığı için, ayrılarak iddet beklerken mehir noksanlığından dolayı esirlik, muhacirlik sebebiyle beklenen iddetlerde talâk laîk olamayacağını açıklamışlardır demek istiyor.
Fetih sahibi nâmına şöyle cevap verilebilir: Onun ebedî demekten muradı, fesih cihetinden olandır. Bahır sahibi talâk bahsinin başında beyan etmiştir ki; fesih iddeti içinde talâk yapılamaz. Ancak karı-kocadan birinin dinden dönmesi veya birinin İslâmdan yüz çevirmesi sebebiyle, hâkimin ayırması ile iddet lâzım gelir. Lâkin şarih talâkın tefvîzi bâbından önce Minâh sahibine uyarak şunları söylemiştir: «Talâk katılmakla beklenilen irtidat iddetine talâk laîk olmaz.» Binaenaleyh Bahır sahibinin buradaki sözü. katılamaz sözüyle kayıtlanır. Nitekim âşikârdır. Ben bunu şöyle nazma çektim:
«Talâk ayrılığına talâk katılır.
Yahut imtina veya dinden dönme ayrılığına başka talâk katmazsızın laîk olur.»
Halebî diyor ki: «Yine orada görülecektir ki, İslâmiyet sebebiyle ayrılmadan beklenen iddete talâk laik olmaz. Düşün ve araştır!»
Ben derim ki: Halebi'nin son olarak söylediği söz hakkında Hayreddin-i Remlî, "Bu, ehl-i harbin talâkı hakkındadır." demiştir. Yani karı-kocadan biri müslüman olarak hicret ettiği zamandır. Çünkü o kadına iddet yoktur. Meselenin tamamı inşaallah orada ve kâfirin nikâhı bâbında gelecektir.
«Ayrılık erkek tarafından gelirse talâktır.» ifadesi söz götürür. Çünkü ayrılma, öpme, esir alma, müslüman olma, bülûğ muhayyerliği, dinden dönme ve birinin diğerîne mâlik olması gibi şeylerin talâk sayılmasını gerektirir. Velev ki bunlar erkek tarafından gelmiş olsun. Halbuki öyle değildir. Nitekim ileride göreceksin. Birbirine mâlik olmayı, dinden dönmeyi ve âzâdlık muhayyerliğini istisna etmesi de bir fayda sağlamaz. Çünkü diğer dördü yine kalır. Binaenaleyh doğrusu şöyle demektir: «Eğer ayrılık erkek tarafından gelir de kadın tarafından sayılmasına imkân olmazsa, bu talâktır.» Nitekim üstadımız merhum böyle demiştir. Bahır sahibi de şu sözüyle buna işaret etmiştir: «Fesih tabirini kullanması, bu ayrılığın, talâk değil, fesih olduğunu anlatmak içindir. Binaenaleyh talâkın sayısı eksilme Çünkü fesih kadın tarafından da caizdir. Kadının boşamaya hakkı yoktur. Fetevâ'l-Hindiyye'de bunun benzeri vardır. İbaresi şöyledir: Sonra bülûğ muhayyerliği ile ayrılmak talâk değildir. Çünkü o, sebebinde erkekle kadının ortak oldukları bir ayrılmadır. O zaman birincisi hakkında şöyle denilir: "Eğer ayrılık kadın tarafından gelir de erkek tarafından bir sebeple olmazsa, veya erkek tarafından gelir de kadından gelmesi de mümkün olursa fesihtir. Bu söze sarıl! Çünkü o dağınık sözlerden daha faydalıdır!" H.
Ben derim ki: Lâkin buna kocanın müslümanlıktan yüz çevirmesi ile itiraz olunur. Çünkü bu talâktır. Halbuki kadından gelmesi de mümkündür. İlân da öyledir. Çünkü her ikisinden gelir. Ama talâktır. Birinciye şöyle cevap verilebilir: «Bu, Ebû Yusuf'un kavline göredir. Ona göre İslâmiyet'ten yüz çevirmek fesihtir. Velev ki kocadan gelsin.» İkinciye de şöyle cevap verilir: «İlânın başlangıcı erkekten geldiğinden, ilânı yalnız o yapmış gibi olur.»
«Yahut âzâd muhayyerliği ile» sözü, köle için âzâd muhayyerliği olmasını gerektirir. Halbuki bu şarihin hatasıdır. Biz yukarıda Bahır'la Fethu'l - Kadir'den naklen arzetmişdik ki, âzâdlık muhayyerliği yalnız kadına mahsustur. Bunu şarih de kölelerin nikâhı bâbında açıklayacak, "Oğlan için sabit değildir." diyecektir. H.
«Azâd muhayyerliği ile kendisini seçmiş olsun.» ifadesi yanlıştır. Doğrusu, "bülûğ muhayyerliği ile kendisini seçmiş olsun" dur. Buna Bahır sahibinin şu sözü de delildir: «Bizim için zifaftan önce koca tarafından gelen ve kocaya mehir icabettirmeyen bir ayrılık varsa, ancak budur.» Zira bu söz bülûğ muhayyerliğine râcîdir. Bahır sahibinin sözü âzâd muhayyerliği değil, bülûğ muhayyerliği hakkındadır. Nitekim müracaat edersen anlarsın. Sonra Bahır sahibi şunları söylemiştir: «Bu sınırlama doğru değildir. Çünkü Zahîre'de nafakalar bahsinden önce beyan edildiğine göre;hür bir kimse bir mükâtebeyle sahibinden izin alarak evlense ve mehir olarak muayyen bir cariye verse de, mükâtebe cariyeyi teslim almadan onu kocasına yüz dirheme nikâhlasa her ikî nikâh caizdir. Koca evvelâ mükâtebeyi, cariyeyi boşarsa, mükâtebe boş düşer, cariye boş düşmez. Çünkü mükâtebenin boşanması ile cariye yarıya bölünür ve yarısı o talâkla kocasına döner ve cariyenin nikâhı kendisine talâk gelmeden bozulur. Artık boşanmasının bir tesiri kalmaz. Cariyenin bütün mehri bâtıl olur. Kocasının ödemesi lâzım gelmez. Halbuki bu ayrılık cariyeye zifaf olmazdan önce koca tarafından gelmiştir. Çünkü ayrılık koca tarafından gelirse, ancak talâk olduğu vakit bütün mehri ıskat etmez. Fakat zifaftan önce koca tarafından gelir de her vecihle fesih sayılırsa, bütün mehrin sükutunu icabeder ve bülûğa eren çocuk gibi olur. Şu da var ki, bir kimse nikâhlısını onunla zifaf olmadan satın alırsa, bütün mehir sâkıt olur. Halbuki ayrılık koca tarafından gelmiştir. Çünkü nikâhın bozulması milke bağlı bir hükümdür. Milke bağlı olan herhüküm, müşterinin kabulüne havale edilir. Satıcının icabına havale edilmez. Mehrin hepsinin sâkıt olması, her vecihle fesholduğundandır. Zahîre sahibine şu itiraz vârit olur: Koca zifaftan önce dinden dönerse, bu her cihetçe fesih sayılan bir ayrılıktır. Halbuki bütün mehri ıskat etmez. Mehrin yarısını vermesi icabeder. Şu halde hak olan, bu mesele için bir kaide koymamak. her ferdi için delilin ifade ettiği hükmü vermektir.» Bahır sahibinin sözü burada sona erer.
Nehir sahibi de şöyle demiştir: «Ben derim ki: Cariyenin tamamına veya bir kısmına mâlik olduğu vakit ayrılığın erkekten geldiğini dâvâ etmek söz götürür. Bedâyî'de bildirildiğine göre, karısına veya karısının bir kısmına mâlik olmakla meydana gelen ayrılık talâksız ayrılmadır. Çünkü bu ayrılık koca tarafından bir sebeple olmamıştır. Binaenaleyh talâk sayılması mümkün değildir, fesih sayılır. Bunun izahı yerinde gelecektir.» Nehir sahibinin sözü do burada sona erer.

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...