SIĞIRIN
ZEKÂTI
METİN
(Sığırın
Arapçası "bakardır".) Bu kelime, "yarmak" mânâsına gelen "bakr"dan alınmıştır.
Sığır yeri yardığı için ona bu isim verilmiştir. Nitekim öküze de sevr
denilmesi, yeri sürdüğü içindir. Bakarın müfredi bakaradır. Sığır ve mandanın
nisabı müşterek olmayan 30 sâime (yani kırda otlamakla geçinen) olmasıdır. Velev
ki anası ehlî, babası vahşî olsun: Aksi bunun hilafına olduğu gibi, yabani
sığır, yabani koyun ve başkaları dahi bunun hilâfınadır. Çünkü böyleleri nisaba
sayılmaz. Otuz sığırda tam bir yaşında bir dana yahut bir yaşında bir düve
verilir. Kırk sığırda iki yaşını bitirmiş bir dana veya düve; 40'tan yukarı
olurlarsa hesabına göre zekâtları verilir. İmam-ı Âzam'dan zûhir rivayet budur:
ondan diğer bir rivayete göre 40'tan yukarı 60'a kadar bir şey verilmez. 60'ta
30'un iki misli verilir. İmameyn'in ve Eimme-i Selâse'nin kavilleri budur, fetva
da buna göredir. Bunu Bahır sahibi Yenâbî'den ve Tashi-i Kudûri'den
nakletmiştir. Bundan sonra her 30 sığırda bir yaşında bir dana ve her 40'ta iki
yaşında bir düve verilir. Meğer ki her iki cins iç içe girmiş ola. Nitekim
sığırlar 120 olunca hal böyledir. Bu takdirde sahibi birer yaşında dört dana ile
ikişer yaşında üç düve vermek arasında muhayyer bırakılır ve hüküm böylece devam
eder.
İZAH
Musannıf'ın
sığırı koyundan önce zikretmesi, büyüklükte deveye yakın olduğu içindir. Hattâ
"bedene" tabiri hem deveye hem sığıra şâmildir. Bahır. Manda sığırın bir
çeşididir. Zekât kurban ve ribada sığır gibidir. Sığırın nisabı onunla ikmal
edilir. İki cinsin zekâtı çok olanından alınır. Hepsi müsavi iseler en aşağının
üstü ve en yukarısının altı (yani ortası) alınır. Arap ve Acem develeriyle koyun
ve keçide dahi hüküm budur. ibn-i Melek.
«Aksi
bunun hilâfınadır.» Yani babası ehlî, anası vahşî olan sığırın hükmü başkadır.
Çünkü muteber olan anadır. Böylesi nisaba dahil olmaz. Zira mülhaktır. Ama
hapsedilmek böyle değildir. Meselâ yaban eşeği hapsedilerek aramızdaki eşeklere
alışsa, ehlî eşek hükmüne mülhak olmaz. Onun etini yemek yine helaldir. Bahır.
Sığırların sayısı 30 olunca erkek olsunlar dişi olsunlar, onlar için tam bir
yaşını bitirmiş bir dana verilir. Mandaların hükmüde böyledir. Nitekim
Bercendî'de beyan edilmiştir. Alafla beslenen sığır ve mandalara zekât yoktur.
Meğer ki ticaret için beslenmiş olsunlar. Bu takdirde onlar hakkında muteber
olan, sayı değil kıymettir. Şârih'in "müşterek olmayan" kaydını koyması,
hayvanlar iki kişi arasında müşterek olurlarsa, her birinin hissesi nisap
miktarından az olacağı için zekât lâzım gelmediğindendir. Velev ki, ortaklık
caiz olsun. Nitekim malın zekâtı bâbında gelecektir. Musannıfın "30 sığırda bir
yaşında bir dana verilir" diyerek erkek danayı zikretmesi, devede olduğu gibi
burada da zekât hâssaten dişilerden alınacağı sanılmasın diyedir.
«Tam
bir yaşında» diye kayıtlaması, başka âlimlerin «ikiye basmış bir dana verilir»
sözlerine uygun düşsün diyedir. Zira hayvan seneyi tamamladı mı iki yaşına
basması lâzım gelir. Binaenaleyh bu iki nevi ifade arasında muhalefet yoktur.
Bunu Şeyh İsmail söylemiştir.
«Hesabına
göre zekâtları verilir» ifadesinden murad, bunlar affedilmez; bilâkis 60'a kadar
hesapedilir, demektir ve 40'tan bir fazla olan sığırda iki yaşındaki bir düvenin
onda birinin dörtte biri;.40'tan iki fazla olan sığırlarda iki yaşındaki bir
düvenin onda birinin yarısı verilir. Dürer.
Şârih
«Bunu Bahır sahibi Yenâbî'den ve Tashih-i Kudûrî'den nakletmiştir.» demiş; Bahır
sahibi de İsbicabî ile Tashîh-i Kudûrî'ye nisbet etmiştir. Ama Onda Yenâbî'den
bahsedilmemiştir. Nehir'de en doğru kavlin bu olduğu bildirilmiş
Cevâmiu'l-Fıkıh'ta «muhtar olan îmameyn'in kavlidir» denilmiştir. Yenâbî ve
İsbicâbî'de dahi «fetva bunun üzerinedir» denilmektedir.
"Bundan
sonra her 30 sığırda bir yaşında bir dana verilir İlh..." Yani her on sığırda
farz olan zekât miktarı değişir. Yetmiş sığırda bir yaşında bir dana ile iki
yaşında bir düve; 80'de ikişer yaşında iki düve, 90'da birer yaşında üç dana,
100'de iki dana ile bir düve verilir. 30'larda 40'larda hesap, ulemanın
söylediklerine göre yapılır. Bunu Kuhistânî den naklen Tahtâvî söylemiştir. Her
iki cinsin iç içe girmesinden murad, bir yaşındaki danalarla iki yaşındaki
düvelerdir. Sayıya göre zekâtı hem danalardan hem düvelerden vermek sahih
olursa, bunlar iç içe girmiş sayılır. T.
«Ve
hüküm böylece devam eder» de 240 sığırda birer yaşında sekiz dana yahut ikişer
yaşında altı düve yerilir.
KOYUNUN
ZEKÂTI
METİN
Koyunun
Arapçası "ganem" olup ganîmetten müştaktır. Çünkü koyunun kendisini müdafaa
edecek aleti yoktur. Bu sebeple o, her isteyen için bir ganîmettir. Koyun ve
keçinin nisabı kırk dır. Zira nisabı tamamlamakta kurban ve ribada koyunla keçi
müsavidir. Ama vâcip olanı eda etmekte ve yeminlerde birbirine müsavi
değildirler. Kırk koyunda zekât olarak bir koyun verilir; bu erkek ve dişilere
şâmildir. 121 koyunda iki, 201'de üç, 400'de dört koyun verilir. Her iki nisap
arası affedilmiştir. Koyun sayısı 400'ü bulduktan sonra nihayetsiz olarak her
100 koyunda bir koyun verilir. Koyunun zekâtı için koyun ve keçiden bir seniy
alınır. Seniy bir yaşını tamamlayan kuzu veya oğlaktır. Ceza' alınmaz, o ancak
kıymeti hesabıyla alınır. Zahire göre ceza' senenin ekserisini geçirmiş fakat
henüz doldurmamış olan kuzu ve oğlaktır. İmam-ı Âzam'dan bir rivayete göre
koyundan bir ceza' vermek caizdir. İmameyn'in kavli de budur. Delil bu kavli
tercih ettirmektir.,Bunu Kemal söylemiştir. Sığırdan seniy iki senelik erkek
dana; deveden seniy beş senelik danadır. Sığırdan ceza' bir senelik dana,
deveden ceza' ise dört senelik danadır.
İZAH
"Ganem"
kelimesi, koyun mânâsına bir cins ismidir. Aynı kelimeden müfredi yoktur.
Müfredi için Araplar şât kelimesini kullanırlar. Kâmus'da, «Şat, erkek olsun,
dişi olsun ganem kelimesinin müfredidir. Koyundan, keçiden, geyikten, sığırdan,
deveden, yaban eşeğinden ve kadından olur; cem'i şâ', şiyâh ve şivâh gelir.»
denilmiştir. Sibeveyh'in sahih olan mezhebine göre koyunla keçi kelimeleri birer
cins isim olup aza, çoğa, erkeğe,' dişiye şâmildirler. Koyun yapağılı, keçi ise
kıllı hayvanlardandır. Kuhistânî. T.
Koyunun
boynuzunun bulunması, «müdafaa aleti yoktur» sözüne aykırı değildir. Çünkü
boynuzu müdafaa için işe yaramaz. T. Koyunların sayısı nisabı doldurmaz da,
nisabı dolduracak kadar keçisi bulunursa, yahut bunun aksi olursa, zekât vermesi
icap eder. Keza keçinin nisabı tam olursa yine zekât vermesi icap eder.
Kurbanlık, her iki cinsten caizdir; ancak cezea'dan kurban olur ise de zekât
için aldığı cezaa'da, aşağıda gelecek hilâf vardır. Riba meselesinde dahi
koyunla keçi müsavidirler. Binaenaleyh biri fazla olmak şartıyla keçi etini
verip koyun etini almak caiz değildir. Ama vâcibi eda hususunda birbirlerine
müsavi olamazlar; çünkü nisap koyundansa zekât koyun olarak alındığı gibi,
keçidense keçiden alınır. Nisap ikisinin mecmûundan ise zekât çok olandan
alınır. Her ikisi müsavi iseler hangisinden dilerse ondan verir. Cevhere. Yani
en iyisinin aşağısındakini yahut en kötüsünün üstündekini verir. Nitekim geçen
bâbda izah etmiştik. Koyunla keçi yeminlerde de birbirlerine müsavi değildirler.
Çünkü bir kimse koyun eti yemeyeceğine yemin eder de keçi eti yerse yemini
bozulmaz. Çünkü örf vardır. H. Yani örf de koyun başka keçi başkadır.
«Her
iki nisabın arası affedilmiştir.» Mesela 40'tan fazla olan koyunlar 120'ye
ulaşmadıkça zekâtları verilmez. Yalnız bunun için, koyunların bir kişinin malı
olması şarttır. Üç kişinin arasında ortak olurlarsa, her birinin birer koyun
vermesi icabeder. Bahır'da şöyle denilmektedir: «Koyunlar birkişinin olursa,
zekât memurunun onları 40'ar 40'ar ayırarak üç koyun almaya hakkı yoktur. Zira
sahipleri bir olduğuna göre koyunların hepsi bir nisap teşkil eder. İki kişinin
ortak olarak 40 koyunu bulunsa ikisinin de zekât vermesi lâzım gelmez. Zekât
memurunun koyunları bir araya toplayarak nisap yapmaya ve zekât almaya hakkı,
yoktur. Çünkü her ikisinin mülkü nisaptan eksiktir.»
Seniy,
bir seneyi tamamlayıp ikinci seneye basan koyun ve keçi yavrusudur. Hidâye ve
diğer fıkıh kitaplarında böyle denilmiştir. Sıhâh, Muğrib ve diğer lügat
kitaplarında ise, koyundan seniyyin, üçüncü seneye basan toklu olduğu
bildirilmiştir. Bercendî'de de böyle denilmiştir. Onun için Zeyleî, «Bu,
fukahanın tefsirine göredir. Lügat ulemasına göre ise seniy üç yaşına basan
tokludur» demiştir. İsmail.
Cezaa',
senenin yarısını geçmiş fakat henüz doldurmamış koyun ve keçi yavrusudur.
Hidâye, Kâfi ve Dürer'de böyle denilmiştir. Bazıları sekiz aylık, diğer bazıları
yedi aylık yavru mânâsına geldiğini söylemişlerdir. Aktâ'ın beyanına göre fukaha
altı ayını tamamlayan yavruya cezea' derler. Bahır sahibi: «Zâhir olan da budur»
demiştir. İmam-ı Azam'dan bir rivayete göre koyunun ceza'ından zekât vermek
caizdir. Keçinin ceza'ından ise bilittifak caiz değildir. Keçiden ancak seniy
alınır. Bunu Hâniyye'den naklen Bahır sahibi kaydetmiştir. Kemal'in söylediğini
Nehir sahibi tasdik etmiş; lâkin, Bahır sahibi ile başkaları zâhir rivayeti
kesinlikle benimsemişlerdir. El-İhtiyâr adlı eserde, «Sahih olan kavil budur»
denilmektedir. Zâhire bakılırsa fukahaya göre koyunla keçinin ceza'ı arasında
fark yoktur.
METİN
İmameyn'e
göre kırda otlamakla yetinen atlara zekât yoktur. Fetva buna göredir. Hâniyye ve
diğer kitaplarda böyle denilmiştir. Sonra acaba İmam-ı Âzam'a göre atların
muayyen bir nisabı var mıdır? Esah kavle göre yoktur. Çünkü nisap takdirine dair
bir nakil bulunmamıştır. Kırda otlamakla yetinen ve ticaret için olmayan katır
ve eşeklerde bilittifâk zekât yoktur. Ticaret için olurlarsa zekât lâzım
geleceğinde ise söz yoktur. Zira eşyadan sayılırlar. Çalışan atlarda ve ticaret
için olmadıkça alafla beslenenlerde dahi zekât yoktur. Bir yaşını doldurmamış
kuzularda, buzağı ve deve yavrularında zekât yoktur. Bu meselenin sureti,
büyükler ölerek, senenin, yavruların üzerine tamam olmasıdır. Küçükler ancak
büyüklere tâbi olarak zekâta dahil olurlar, velev ki büyük bir tane olsun. Bu
büyük nâkıs bile olsa onu vermek vâcip olur. İyi olursa ortasını vermek lâzım
gelir. Büyük hayvanın helâk olması zekâtı ıskat eder. Farz yerine geçen hayvan
birkaç olursa, yalnız büyük hayvanları vermek vâcip olur; küçüklerden nisap
tamamlanmaz. İmam Ebû Yusuf buna muhaliftir.
İZAH
İmameyn'e
göre atlara zekât yoktur. Delilleri, Kütüb'ü-Sitte'deki şu hadistir: «Müslümana,
kölesi ile atı için zekât yoktur.» Müslim'in bir rivayetinde, «Ancak sadakayı
fıtır vardır» ziyadesi mevcuttur. İmam-ı Âzam'a göre atlar, üretip çoğaltmak
için olur da, dişi ve erkek karışık bulunurlarsa, üzerlerinden sene geçtiği
takdirde zekât vâcip olur. Şu kadar var ki bu hayvanlar Arap atı iseler,
sahipleri her at için bir dinar (altın) vermekle hayvana kıymet biçerek her
ikiyüz dirhem için beş dirhem gümüş vermek arasında muhayyer bırakılır.
Hayvanlar Arap atı değillerse, muhayyer olmayıp yalnız kıymet biçer. Atlar
yalnız erkek veya dişilerden ibaret olursa, bu hususta İmam-ı Âzam'dan iki
rivayet vardır: Bunların meşhur olanına göre zekât vâcip değildir. Muhit'de
böyle denilmiştir. Fetih'te ise: «Muhtar kavle göre erkeklerde zekât yok,
dişilerde vardır.» denilmiştir. Atlar yük taşımak ve üzerine binmek için olur
yahut alafla beslenirlerse zekât lâzım gelmediğinde ve hükümdarın zekâtı zorla
alamayacağı hususunda imamlarımız ittifak etmişlerdir. Nehir.
Fetva
İmameyn'in kavline göredir. Bu hususta Tahâvi, «Bizce iki kavlin en güzeli
budur» demiş. Kadı Ebû Zeyd Esrar adlı eserinde bunu tercih etmiştir. Yenâbî'de
«Fetva buna göredir» denildiği gibi; Cevahir'de dahi «Fetva İmameyn'in kavline
göredir» denilmiştir. Kâfî'de «Fetva için muhtar olan bu kavildir» denilmiş;
Zeylei ona tâbi olduğu gibi; Hulâsa'ya tebean Bezzâzi dahi ona uymuştur.
Hâniyye'de, «Fetvanın İmameyn'in kavline göre olduğu söylenir. Bu, Allâme
Kâsım'ın tashihidir.» denilmekte dir.
Ben
derim ki: Kenz sahibi dahi kesinlikle buna kaildir. Lâkin Fethu'l-Kadir'de
İmam-ı Âzam'ın kavli tercih edilmiş; İmameyn'in yukarıda geçen delillerine, «Bu
hadisten murad, askerin atıdır» denilmiştir. Fetih sahibi bu meseleyi söz
götürmez şekilde tahkik etmiş; İmam-ı Âzam için açık deliller getirmiştir. Onun
için Fetih sahibinin tilmizi AIIâme Kasım; «Tuhfe adlı eserde sahih kavil İmam-ı
Âzam'ın kavlidir, denildiği gibi; bunu îmam Sarahsî Mebsut'unda, Kudûrî
Tecrid'de tercih etmişlerdir» demiş ve Hazreti İmamın deliline yapılacak itiraza
cevap vermiştir. İmam-ı Âzam'ın kavlini Bedâyi' sahibi de tercih etmiş: Hidâye
sahibi ise: «Bu kavil Tecrid'de, Mebsut'ta ve şeyhimizin şerhinde şehadet
edildiğine göre huccet itibarıyla daha kuvvetlidir» demiştir.
«Esah
kavle göre yoktur.» Bazıları; «nisap üç attır, diğer bazıları beş attır»
demişlerdir. Kuhistânî.
«Ticaret
için olmayan» kaydı, her üç cinse, yani at, eşek ve katırlara şâmildir. Çalışan
atlardan murad, tarla sürmek, çiftlik işlerinde kullanmak, su taşımak gibi
hususlarda çalıştırılanlardır. Dürer'de bunlara yük atları da katılmıştır.
Bunlardan murad, sırtlarında yük taşınan atlardır. Musannıf herhalde çalışan
atların yük taşıyanlara da şâmil olmasına bakarak, bunları ayrıca
zikretmemiştir. Alafla beslenenler hakkında Bahır'da şöyle denilmiştir:
«Kınye'den naklen beyan etmiştik ki bir kimsenin çalışan develeri olur da
onlarla senede dört ay çalışır, kalanında merada otlatırsa, bu hayvanlara zekât
düşmemek gerekir.» Şârih'in alafla beslenenleri Ticaret için olmamakla»
kayıtlaması, çalışan hayvanlara ticaret niyetiyle beslense bile zekât düşmediği
içindir. Nitekim Nehir'de böyle beyan edilmiştir. Yani bu hayvanlar haceti
asliyye ile meşguldürler.
«Bu
meselenin sureti» şudur: Bir kimsenin kırda otlayan büyük baş hayvanları bulunur
ve nisap teşkil ederlerse, üzerlerinden meselâ altı ay geçtikten sonra yavru
doğururlar da ölürlerse, bu suretle sene yavruların üzerine tamam oldukta,
İmam-ı Azam'la İmam Muhammed'e göre bunlara zekât yoktur. Ebû Yusuf'a göre ise,
onlardan birini vermek icabeder. Nisaptan murad, deveden 25, sığırdan 30,
koyundan 40 baş olmaktır. 25 deveden aşağısında bilittifak zekat yoktur.
Meselenintamamı İhtiyar adlı kitaptadır. Kuhistânî'de Tuhfe'den naklen, «Sahih
olan kavil İmam-ı Âzam' la İmam Muhammed'in kavlidir» denilmiştir.
«Bu
büyük nâkıs bile olsa onu vermek vâcip olur» ifadesinin yerine bazı nüshalarda
«Bu bir hayvan iyi olmadıkça kendini vermek icabeder, iyi olursa orta bir hayvan
vermek lâzım gelir.» denilmiştir ki bu daha güzeldir.
«Büyük
hayvanın helâk olması zekâtı ıskat eder.» Yani sene dolduktan sonra büyük hayvan
helâk olursa Tarafeyn'e göre zekât düşer. Ebû Yusuf'a göre 40'tan kalan 39 cüz'e
zekât lâzımdır. İki kuzu ölür de büyüğü kalırsa 40 cüzden bir cüz alınır.
Bedâyi.
Farz
yerine gecen hayvanın birkaç olması şöyledir: Bir kimsenin iki tane ikişer
yaşında danası ve 119 buzağısı bulunursa, bütün ulemanın kavline göre ikişer
yaşındaki hayvanları vermek vâcip olur; ama bir tane iki senelik düvesi ve 120
buzağısı bulunursa, Tarafeyn'e göre bir tane iki senelik düve vermek icabeder.
Ebû Yusuf onunla beraber bir de buzağı verileceğini söylemiştir: Şu izaha göre o
kimsenin 59 buzağısı ve bir yaşını doldurmuş bir danası bulunursa, aynı hilafa
göre halledilir. Bunu Gâyetü'l Beyan'dan naklen Nehir sahibi söylemiştir.
METİN
Affedilen
miktarda zekât yoktur. Af miktarı, bütün mallarda nisapların arasıdır. İmameyn,
bunu yalnız kırda otlayan hayvanlara tahsis etmişlerdir. Zekât farz olduktan ve
memuruna vermekten imtina ettikten sonra helâk olursa, esah kavle göre o malın
zekâtı vâcip değildir. Çünkü zekât zimmete değil aynın kendisine tealluk eder.
Malın bir kısmı helak olursa, o kısmın zekâtı sakıt olur ve helâk olan kısım
evvela af ve sonra gelecek nisaplara sıra ile hesabedilir. Sene geçtikten sonra
helâk edilen mal bunun hilâfınadır. Çünkü bunda tecavüz vardır.
İZAH
İmam-ı
Âzam'la Ebû Yusuf'a göre af miktarında zekât yoktur. Çünkü farz miktarı
nisapdadır, afda değildir. İmam Muhammed'le Züfer'e göre ise farz her
ikisindedir. Bu hilâfın eseri şurada kendini gösterir: Bir kimsenin dokuz devesi
bulunur da sene geçtikten sonra dördü ölürse, birinci kavle göre zekâttan bir
şey sâkıt olmaz. İkinciye göre bir koyunun dokuzda dördü miktarı sâkıt olur.
Keza o kimsenin 120 koyunu olur da, bunlardan 80'i ölürse, ikinci kavle göre bu
koyunlardan bir koyunun üçte ikisi miktarında zekât sâkıt olur. Meselenin tamamı
Zeyleî'dedir. İmameyn af miktarını yalnız kırda otlamakla geçinen hayvanlara
tahsis etmişlerdir. Onlara göre paralarda af yoktur. 200 dirhemden fazla olan
parada, fazlalığın hesabına göre zekât farzdır. İmam-ı Âzam'a göre ise ziyade 40
dirhemi bulmadıkça af sayılır. Kırk dirhem olunca bir dirhem daha vermek
icabeder. Nitekim gelecektir.
Zekât
farz olduktan sonra mal helâk olursa, helâk olan malın nisabında zekât vermek
vâcip olmaz; zekât sâkıt olur. Sahih kavle göre velev ki zekât memuru istedikten
sonra vermeyip helâk olsun. Fetih'te beyan edildiğine göre fıkha en münasip olan
kavil budur. Çünkü zekât sahibinin, malın aynını veya kıymetini vermek hususunda
reyi muteberdir. Bu ise zaman ister.
«Ayn'ın
kendisine taalluk eder.» Çünkü farz olan miktar nisabın bir cüz'üdür. Zekâtın
mahalli olan nisap helâk olunca, vâcip de sâkıt olur.
«Helâk
olan kısım evvela afva ilh... hesap edilir.»
Ben
derim ki: Yani bir kimsenin elinde meselâ üç nisabı dolduran ve biraz artan mal
bulunursa, bu malın bir kısmı helâk olduğu takdirde, helâk olan kısım evvela
afva hesap edilir. Şayet helâk olan miktar af miktarıysa o kimsenin zekât borcu
tam üç nisapda kalır. Helâk olan miktar af miktarından fazla ise, bundan sonraki
nisaba yani üçüncü nisaba hesap edilir ve o kimse iki nisabın zekâtını verir.
Helâk olan miktar üçüncü nisaptan fazla ise, fazlası ikinci nisaba hesap edilir.
Böylece birinci nisapta iş sona erinceye kadar devam eder.
Yukarıdaki
izahların muktezası şudur: Nisap eksildi mi onun hissesi zekâttan düşer. Kalan
maldan, miktarınca zekâtını verir. Sonra bu kavil İmam-ı Âzam'ındır. Ebû Yusuf'a
göre helâk olan miktar birinci afvdan sonra şâyi bir şekilde diğer nisaplara
hesap edilir. İmam Muhammed'e göre ise hem afva hem nisaplara hesabedilir. Zira
yukarıda geçtiği vecihle Ona göre zekât hem afva hem nisaba taalluk eder.
Mültekâ'da ve Şârih'in Mültekâ şerhi'nde şöyle denilmektedir: «Sene dolduktan
sonra seksen koyunun kırkı helâk olsa, İmam-ı Âzam'la Ebû Yusuf'a göre tam bir
koyun zekât vermesi icabeder. İmam Muhammed'e göre ise yarım koyun vermesi lâzım
gelir. Kırk deveden 15'i helâk olsa, bir binti mahad vermek icabeder. Zira
yukarıda gördük ki İmam-ı Âzam helâk olan miktarı evvela afva sonra onun
arkasından gelen nisaba; sonra onun arkasından gelene hesap etmektedir. İmam Ebû
Yusuf'a göre ise bir binti mahadın 36 cüzünden 25 cüz verilir. Çünkü yukarıda
görüldüğü üzere Ebû Yusuf birinci afvdan sonra helâkı nisaplara hesap
etmektedir. İmam Muhammed'e göre ise üç yaşına basmış bir binti lebûn ile, onun
sekizde birini vermesi icabeder. Çünkü gördük ki ona göre zekât hem nisâba hem
afva taallûk eder. Bahır'da İmam Ebû Yusuf dan nakledilen zâhir rivayetin,
İmam-ı Azam'ın kavli gibi olduğu bildirilmiştir.
«Sene
geçtikten sonra istihlâk edilen mal bunun hilâfınadır.» Sene geçmeden istihlâk
ederse şartı bulunmadığı için zekât da yoktur. Bir kimse bunu zekât vermek lâzım
gelmesin diye yaparsa, meselâ otlak hayvanlarının nisabını başkalarıyla
değiştirir, yahut o malı mülkünden çıkarır da sonra tekrar alırsa, İmam Ebû
Yusuf bunun mekruh olmadığını söylemiştir. Çünkü bu, zekâtın farz olmasından
kaçınmaktır. Başkasının hakkını iptal değildir. Muhit adlı eserde «Esah kavil
budur» denilmiştir. imam Muhammed'e göre bu mekruhtur. Hamîdüddin Darir bu kavli
ihtiyar etmiştir. Çünkü zekâtın vâcip olmasından kaçınmakta, fukaraya zarar ve
gelecekte onların hakkını iptal vardır. Şuf'a vâcip olmadan önce onu defetmek
için çare aramak hususundaki hilâf da böyledir. Bazıları şuf'a meselesinde
fetvanın Ebû Yusuf kavline göre, zekâtda ise İmam Muhammed'in kavline göre
olduğunu söylemişlerdir. Bu tafsilât güzeldir. Dürerü'l-Bihar Şerhi.
Ben
derim ki: Musannıf Şuf'a bahsinde bu tafsilâta göre hareket etmiş, Şârih bu sözü
orada Cevhere'ye nisbet ederek kabullenmiş, «Hac ve secde âyeti de zekât
gibidir» demiştir.
METİN
Hayvanı
ölünceye kadar alaf ve sudan mahrum etmek dahi istihlâk sayılır. Binaenaleyh
öder. Bedâyi. ödünç ve emanet verdikten sonra malın helâk olması ve ticaret
malını başka bir ticaret malıyla değiştirmek de helâk sayılır. Ticaret malından
başka bir malla ve otlak hayvanını otlak hayvanıyla değiştirmek istihlâktır.
İZAH
Hayvanı
aç susuz bırakarak ölümüne sebep olmak, istihlak sayılır.
Bu
hususta Nehir sahibi şunları söylemiştir: «İki kavilden biri budur. Buna göre
hayvan helâk olursa öder. İkinci kavle göre ödemez. Çünkü bunu emanet hayvanda
yapmış olsaydı ödemezdi. Burada da öyledir. Ama benim kalbime yatan birinci
kavli tercih etmektir. Sonra gördüm ki Bedâyi'de bu kavil kesinlikle tercih
edilmiş; başka kavil zikredilmemiştir.»
Ben
derim ki: İstihlâkın bir nev'i de bir kimsenin zengin olan borçlusunu ibrâ
etmesidir. Fakir borçluyu ibrâ bunun hilâfınadır, Nitekim onuncu bâbdan az önce
gelecektir.
Ödünç
meselesine gelince: Bu hususta Fetih'te şöyle denilmektedir:
«Sene
geçtikten sonra nisap miktarı dirhemleri ödünç vermek istihlâk değildir. Mal,
ödünç alanın elinde helâk olursa zekâtı vâcip olmaz. Ticaret elbisesini emanet
vermek de bunun gibidir.» Buradaki helaktan murad, alan inkâr edip, isbat için
beyyine bulunmamak; yahut ödünç alan ölüp tereke bırakmamaktır. Bir kimse
ticaret malını başka bir ticaret malıyla değiştirir de sonra "bedel mal" helâk
olursa zekât lâzım gelmez. Çünkü bu istihlâk değildir. Gerçi Nehir sahibinin
buna helâk dediği söylenmişse de ben Nehir'de böyle bir şey görmedim. Gerek
Nehir'de gerekse başka kitaplarda açıkça ifade edilen tâbir, «Bu istihlâk
değildir» şeklindedir. Bundan, o malın helâk olması lâzım gelmez.
Bedâyi'de
şöyle deniliyor: «Ticaret malının üzerinden sene geçer de, o malı altın, gümüş
veya ticaret eşyasıyla ve kıymetinin misliyle mülkünden çıkarırsa zekât ödemez.
Çünkü farz olan zekâtı itlâf etmemiş; sadece onu yerinden başka bir yere
nakletmiştir. Çünkü ticaret malında muteber olan mânâdır ki o da şekil değil
maliyettir. Şu halde ilk mal manen mevcuttur. O mevcut olduğu için vâcip de
bâkidir. Vâcip, o malın helâkıyla sâkıt olur. Malı satar da azıcık iltimas
yaparsa hüküm yine böyledir. Zira bu kadarcığından korunmak mümkün değildir.
Binaenaleyh af sayılır. Fakat halkın aldanmayacağı şekilde iltimasta bulunursa,
yaptığı iltimasın zekatı kadarını öder. Kalan malın zekâtı malın aynına intikal
eder. Mal mevcutsa zekât lâzım gelir. helâk olursa zekât da düşer.» Sene
geçmeden malı değiştirmek dahi böyledir.
Yine
Bedâyi'de bu hususta şöyle denilmektedir: «Eşyadan ibaret olan ticaret malını
sene tamam olmadan başka ticaret malıyla değiştirirse, senenin hükmü bâtıl
olmaz. Bu malı, kendi cinsiyle veya başka cinsle değişmesi bilittifak müsâvidir.
Çünkü zekâtının farz olması malın mânâsına bağlıdır. Bu da maliyet ve kıymet
olup mevcuttur. Keza altın veya gümüş paraları kendi cinsleriyle veya başka
cinslerle satarsa hüküm yine böyledir.»
İmam
Şâfiî, «Senenin hükmü ortadan kalkar» demiştir. Onun kavline kıyasen sarrafların
malındazekât vâcip olmamak gerekir. Bizim delilimiz söylediğimiz gibi,
dirhemlerde vücûbun ayna değil mânâya taalluk etmesidir. Malı değiştirdikten
sonra dahi mânâ mevcuttur. Şu halde senenin hükmü bâtıl olmaz.
Ticaret
malını ticaret için olmayan başka bir malla değiştirmek istihlâk sayılır.
Binaenaleyh zekâtını öder. Nehir sahibi diyor ki: «Bu, Fetih'te, "şayet
değiştirirken bedelde ticaret yapmaya niyet ettiyse" diye kayıtlanmış; "niyet
etmediyse bedel ticaret için olur." denilmiştir.»
Ben
derim ki: Yani bedel ticaret için olunca, bu değiştirme istihlâk sayılmaz.
Binaenaleyh sene tamam olmuşsa aslın zekâtını ödemez. Sene tamam olmamışsa hükmü
ortadan kalkmaz, sadece vücup bedele inkılâp eder ve bedel mevcutsa vücup
bâkidir. Helâk olmuşsa vücup da sâkıttır. Nitekim bunu açık olarak Bedâyi'den
naklettik. Gerçi «Bu değiştirme ile bedelin zekâtı vâcip olmaz; onun için
yeniden bir sene hesap edilir» diyenler olmuşsa da bu söz açık bir hatadır.
T
E M B İ H : Şârih'in «Ticaret malından başka bir malla» sözü, hiç mal sayılmayan
bir bedelle değiştirmeye de şâmildir. Meselâ o mala karşılık bir kadınla evlenir
yahut kasten öldürdüğü kimsenin kısasından sulh olur, veya kadın bununla hul'
olursa, bu suretlerde bedel mal değildir. Şârih'in sözü, bedel mal olup, zekât
malı olamayan hale de şâmildir. Meselâ o malı hizmet için kullanılan köle veya
her gün giyilen elbise mukabilinde satması, onunla bir "ayın"ı kiralaması bu
kabildendir. Bu suretlerin hepsinde zekâtı öder. Çünkü yaptığı iş istihtâktır.
Keza ticaret malını otlak hayvanlarıyla satar da, hayvanları otlak hayvanı
olarak bırakmasını şart koşarsa hüküm yine budur. Zira vâcip değişmiştir.
Yaptığı iş istihlâktır. Meselenin tamamı Bedâyi'dedir.
T
E T İ M M E: Paraların hükmü, ticaret malı gibidir. Fetih'te beyan edildiğine
göre, bir kimsenin üzerinden sene geçmiş bin lirası bulunur da onlarla ticaret
için bir köle satın alır ve köle ölürse yahut ticaret için eşya satın alır da bu
eşya helak olursa, bin liranın zekâtı düşer. Ama köle hizmet için alınırsa onun
ölmesiyle zekât sâkıt olmaz. Tamamı Fetih'tedir.
«Otlak
hayvanını otlak hayvanıyla değiştirmek istihlâktır.» Şârih burada sadece «otlak
hayvanını değiştirmek» dese daha iyi olurdu ve otlak hayvanından başka bir malla
değiştirmeye de şümullü olurdu. Fethu'lKadir'de şöyle denilmiştir: «Otlak
hayvanını değiştirmek mutlak surette İstihlaktır. İster kendi cinsinden ister
başka cinsten otlak hayvanıyla veya otlakta barınmayan hayvanla değiştirsin.
Karşılığında dirhem veya ticaret eşyası alsın fark etmez. Çünkü zekât evvelâ ve
bizzat ayına taalluk etmiş, sonra değişmiştir. Bedel olan otlak hayvanı helâk
olunca zekât vâciptir. şüphesiz bu, o hayvanı üzerinden sene geçtikten sonra
değiştirdiğine göredir. Sene geçmeden satarsa zekât vâcip olmaz. Hattâ bedelde
zekât ancak üzerinden yeni bir sene geçtikten sonra vâcip olur. Yahut elinde
dirhemleri bulunur da bunları evvelden altın veya gümüş mukabilinde satmış
olur.» Yani o zaman sattığının kıymetîni elindeki dirhemlere katar ve birlikte
zekâtını verir; yeni bir sene beklemeye lüzum kalmaz. Keza otlak hayvanlarını
otlak hayvanıyla satar da elinde başka otlak hayvanı bulunursa, aldıklarını
elindekilere katar. Nitekim bunu otlak hayvanları faslında Cevhere'den naklen
arz ettik.
METİN
Zekât
da kıymeti vermek caiz olduğu gibi öşür, haraç, fitre, adak ve köle azadından
başka kefarette de kıymeti vermek caizdir. imam-ı Âzam'a göre zekâtın, farz
olduğu gün geçen kıymeti, muteberdir. İmameyn, ödendiği gündeki kıymetinin
itibara alınacağını söylemişlerdir. Otlak hayvanlarında bilittifak verildiği
gündeki kıymeti itibara alınır. Esah olan kavil budur. Kıymet, malın bulunduğu
beldede biçilir. Mal ovada bulunursa ona en yakın şehirdeki kıymet itibara
alınır. Fetih.
İZAH
Zekâtı
verilecek malın kendisi elde olsa bile kıymetini vermek caizdir. Mi'râc. Dört
orta koyun yerine üç semiz koyun, yahut bir binti mahad yerine binti lebûnun bir
kısmını vermek caizdir. Meselenin tamamı Fetih'tedir. Sonra bu cevaz, misli
olmamakla kayıtlıdır. Binaenaleyh tartı veya ölçekle satılan malın nisabında
kıymet muteber değildir. Beş ölçek kötü buğdayın yerine, dört ölçek iyi buğday
veya beş tane bozuk dirhemin yerine dört geçer dirhem vermek Üç İmamı'mıza göre
caiz değildir. İmam Züfer buna muhaliftir.
Üç
İmamımıza göre, beş kötünün yerine verilen dört iyi, kendi cinsinden olmak
şartıyla ancak dördü karşılar. Bir ölçek veya bir dirhem hakkında sahibi
verecekli kalır. Mal cinsi cinsine verilmezse, muteber olan kıymettir. Bu
hususta ulemamız müttefiktirler. Sonra İmam Muhammed'e göre muteber olan,
miktarla kıymetin fakire hangisi daha faydalıysa onu vermektir. Şeyhayn'a göre
muteber olan miktardır. Beş ölçek iyi buğday yerine beş ölçek kötü buğday
verirse, İmam Muhammed'e göre vâcip olanının kıymetini tam olarak vermedikçe
caiz olamaz, Şeyhayn'a göre caizdir. Bu hüküm mal iyi olup onun cinsinden kötü
maldan zekât verdiğine göredir. Zekâtı o malın cinsinden vermezse, muteber olan
bilittifak kıymettir. Beş ölçek kötü buğday yerine beş ölçek iyi buğday verirse
bilittifak caizdir. Yalnız mesele muhtelif şekillerde tesbit edilmiştir. Tamamı
Dürerü'l-Bihâr ve Mecmâ Şerhleri'ndedir.
Musannıf'ın
«Zekâtta, öşür, haraç, fitre ve nezirde ilh... malın kıymetini vermek caizdir.»
diye birer birer kaydetmesi, kurbanlık ve hediyelerde, köle azadında kıymetini
vermek caiz olmadığı içindir. Çünkü kurbanda maksat kanın akıtılması, köle
azadında ise köleliğin kaldırılmasıdır. Bu gibi şeyler kıymetle olmaz. Bunu
Gayetü'l-Beyan'dan naklen Bahır sahibi söylemiş, sonra şöyle devam etmiştir:
«Şüphesiz bu hüküm nahir günlerinin devam etmesiyle kayıtlıdır; o günler
geçtikten sonra kurbanın kıymetini vermek caizdir. Nitekim kurban bahsinde
görülecektir. Adak meselesî şöyle tasavvur olunur: Bir kimse elindeki altını
sadaka vermeyi adar da o kıymette gümüş verirse yahut şu ekmeği sadaka vereceğim
diye adar da kıymetini verirse bize göre caiz olur.» Fethu'l-Kadir'de böyle
denilmiştir. Yine aynı kitapta beyan edildiğine göre bir kimse iki koyun hediye
etmeyi, yahut orta kıymette iki köle azat etmeyi adar da bir koyun hediye eder,
yahut iki orta köle kıymetinde bir köle azat ederse caiz olmaz. Çünkü Allah'a
kurbet, kan akıtmakta ve köleyi hürriyetine kavuşturmaktadır. Halbuki bu adam
iki kan akıtmakta iki hürriyete kavuşturmayı üzerine almıştı. Binaenaleyh
bunlardan birini yapmakla sözünü yerine getirmiş olamaz. İki ortakoyun tasadduk
etmeyi adayıp da ikisinin kıymetinde bir koyun tasadduk etmek bunun hilâfınadır
ve caizdir. Zira maksat fakiri dilenmekten müstağni kılmaktır. Kurbet bununla
elde edilir. Bu ise kıymetle de olur. Bir ölçek kötü hurma tasadduk etmeyi adar
da, onun kıymetine denk gelen yarım ölçek iyi hurma verirse caiz olmaz; çünkü
güzellik vasfının burada kıymeti yoktur. Hurma ribâ mallarından dır. Bir de
cinsi cinsine tekabül etmektedir. Bu iş başka bir cinste yapılmış olsa caiz
olur.
«Köle
azadından başka kefarette de kıymeti vermek caizdir.» Musannıf'ın «köle
azadından başka» diyerek yaptığı istisnayı Hidâye, Kenz, Tebyîn ve Kâfî gibi
kitaplar zikretmemişlerdir. Arzettiğimiz gibi onu Gayetü'l-Beyan sahibi
zikretmiş, «Bundaki kurbetin mânâsı, mülkü itlâf ve köleliği kaldırmaktır. Bu
ise kıymet biçilen şeylerden değildir.» diyerek ta'lilde bulunmuştur.
Şurunbulâliye
Ben
derim ki: Giyeceği istisna etmek de lâzımdır. Çünkü Bahır'da Fetih'ten naklen
şöyle denilmiştir: "Giyecek olursa böyle değildir." Meselâ iki elbise kıymetinde
bir elbise verse, bu yalnız, bir elbise yerine geçer, Çünkü kefarette beyan
edilen elbise mutlaktır'. "Orta kıymette" diye kayıtlamamıştır. Şu halde iyisi
kötüsü hassın şümulünde dahildir.
"Esah
olan kavil budur." Yani otlak hayvanlarında muteber olan, bilittifak ödendiği
günün kıymetidîr. Esah olan budur. Zira Bedâyi'de zikredildiğine göre bazıları
İmam-ı Âzam'ın vücup gününü, bazıları da ödeme gününü itibara aldığını
söylemişlerdir. Muhit'de «ödeme günü bilittifak itibara alınır; esah olan budun»
denilmiştir. Muhit'in bu sözü, İma-meyn'in kavline uyan ikinci kavli sahih
bulduğunu gösterir. Buna göre, İmam-ı Âzam'la îmameyn ödeme gününün itibara
alınacağında ittifak etmişlerdir.
METİN
Zekât
Memuru hayvanın ancak orta olanını alır. Ortadan murad, en aşağısının üstü; en
üstünün aşağısıdır. Hayvanların hepsi iyi ise iyisini alır. Zekât memuru zekât
farz olacak yaşta hayvan bulamazsa, hayvan sahibi daha aşağısını vererek
fazlasını da yanına katar. Bulsa da hüküm birdir. Şu halde bu kayıt tesadüfidir,
Memurun bunu kabul etmesi mecburidir. Çünkü malın kıymetini vermekten ibarettir.
Yahut üstün olanı verir, fazlasını memur iade eder. Bunda mecburiyet yoktur.
Zira satın almadır. Binaenaleyh rıza şarttır. Sahih, olan budur. Sirâc.
İZAH
Zekât
memuru, zekâtı farz olan hayvanların orta kıymette olanın alır. Meselâ zekât
olarak bir binti lebûn almak icabediyorsa, binti lebunların en iyisini veya en
kötüsünü değil, ortasını alır. Çünkü Peygamber (s.a.v.) Hz. Muaz'ı Yemen'e
gönderirken, «Sakın mallarının en kıymetlilerini alma.!» diye tembihte
bulunmuştur. Bu hadisi, hadis ulemasından bir cemaat rivayet etmişlerdir. Bir de
ortasını almakta hem fukarayı hem mal sahibini gözetmek vardır. Molla
Aliyyü'l-Kârî. Hâniyye'de, «Yavrusunu yetiştiren, et için beslenen, karnında
yavrusu olan ve koyunun koçu alınmaz, çünkü bunlar kıymetli mallardandır»
denilmiştir.
Bedâyî'de
zikredildiğine göre, zekâtta alınamayacak hayvanların bu neviler olduğunu
İmamMuhammed açıklamıştır. Ulemadan biri İmam Muhammed'e dil uzatarak,
"yavrusunu yetiştiren" yerine "yetişen yavru", "et için beslenen" yerine
"yenilen hayvan" denilmek lazım geldiğini iddia etmişse de, hücumu kendisine
reddedilmiştir. Bu zâttı imam Muhammed'in izinden gitmek düşer. Çünkü o lügatta
da izinden gidilecek bir imamdır ve Ebû Ubeyd, Esmaî, Halîl, Kisâî, Ferrâ' ve
diğer lügat uleması gibidir. Ebû Ubeyd lügatta bu kadar kıymetli bir imam
olmakla beraber, İmam Muhammed'in izinden gitmiş, onun sözünü hüccet tutmuştur.
Ebû'l-Abbas da (1) öyledir. Sa'leb, «Bizce İmam Muhammed Sîbeveyh'in
akranındandır. Onun sözü lügatta hüccettir.» dermiş. Tamamı Bedâyi'dedir.
«Hayvanların
hepsi iyi ise iyisini alır.» Zâhiriyye'de şöyle denilmiştir:
«Bir
kimsenin biri iyi diğeri kötü cins iki nevi hurması olsa, İmam-ı Azam'a göre
öşür olarak her cinsten hissesine düşen alınır. İmam Muhammed'e göre hurmalar
orta, iyi ve kötü olmak üzere üç cins olurlarsa, orta olanından alınır.» Bu söz
gereğince ortasının alınması, malın iyisi, kötüsü ve ortası yahut bu sınıfların
ikisi bulunduğuna göredir. Hepsi iyi olursa, meselâ kırk tane besli koyunu
bulunursa, İmam-ı Âzam'a göre orta değil besli ve kıymetli koyun verilir. İmam
Muhammed buna muhaliftir. Bahır. Nehir'de Mi'râc'dan naklen bildirildiğine göre
koyunların içinde ortası yoksa en iyisi verilir; ta ki vâcip kendi miktarına
göre olsun.
«Çünkü
malın kıymetini vermekten ibarettir.» Yani satış değildir ki mecbur etmek buna
aykırı düşsün. «Fazlasını memur iade eder.» Yani fazlasını mal sahibi geri alır.
Ulema, bizim mezhebimize göre bunun ne kadar olacağını takdir etmemişlerdir,
çünkü zamanın ucuzluk ve pahalılığına göre değişir. İmam Şâfiî bu fazlalığı iki
koyun yahut yirmi dirhem diye takdir etmiştir. Nitekim İnâye ve diğer kitaplarda
izah edilmiştir İsmail.
«Bunda
mecburiyet yoktur» ifadesi, Hidâye'de dahi mevcuttur. Kemal ile Zeyleî bunu
kesin bir dille ifade etmişlerdir. Nehir'de Sayrafî'den naklen «sahih kavil
budur» denilmiştir. Bazıları, muhayyerliğin zekât memuruna ait olduğunu
söylemişlerdir. Bunu İmam Muhammed Asıl namındaki eserinde zikretmiştir. Kudûrî
bu kavli tercih etmiş; İsbicâbî dahi aynı yolu takip etmiştir. Bazıları,
muhayyerliğin her iki surette mal sahibine ait olduğunu söylemişlerdir. Kenz,
Dürer ve Mültekâ'da olduğu gibi, kitabımızın metninden anlaşılan da budur.
İhtiyar sahibi bu kavli sahih bulmuşlar. Nihaye ve Mi'râc'da, doğrusunun bu
olduğu bildirilmiş; Bahır sahibi dahi bu yoldan yürüyerek bu kavli Mebsût'a
nisbet etmiştir. Nehir sahibi ise birinci kavli müdafaa etmiştir. Onun için de
Şârih'imiz bu kavli kesinlikle kabul etmiştir.
METİN
Yahut
kıymeti verir. Dört orta koyunun yerine üç semiz koyun verse caiz olur. Sene
ortasında alınan mal velev ki hîbe veya miras yoluyla olsun, kendi cinsinden
olan nisaba katılır ve sahibi asıl malın üzerinden sene geçince bunun zekâtını
da verir. Evvela parasının zekâtını verir de sonra parasıyla otlak hayvanı satın
alırsa, parayı bu hayvanlara katmaz. Bir kimse zekâtı verilmiş otlak
hayvanlarının parası ile 1000 dirhem gibi birbirine katılamayan iki nisaba mâlik
olur; 1000 dirhem demiras alırsa, bu miras önceki 2000'in hangisi seneyi
doldurmaya daha yakın ise ona katılır. Her 1000'in kazancı ise aslına katılır.
İZAH
Sene
ortasında ele geçen malda, satın almak, miras, vasiyet, hayvanın yavrulaması ve
kazanç gibi şeyler dahildir. Nitekim Nehir'de beyan edilmiştir. Musannıf'ın
«Nisaba katılır» diye kayıtlaması şundandır. Nisap noksan olur da sene ortasında
aldığı ile tamamlanırsa, sene tamamlandığı andan itibaren mün'akit olur. Ama
sene içinde nisabın bir kısmı helâk olur da onu tamamlayacak mal edinirse, bize
göre bu malı nisaba katar. Bir de şuna işaret etmiştir ki asıl nisabın mevcut
olması mutlaka lâzımdır. Nisap zayi olursa, yeni edindiği mal için, seneye,
edindiği günden itibaren başlar. Sene tamam olmazdan velev bir gün önce olsun,
kaybolan maldan bir şey bulursa, onu edindiklerine katar ve hepsinin zekatını
verir. Keza bir kimseye biri 1000 dirhem bağışta bulunur, kendisi de sene içinde
bir o kadar mala sahip olursa, bilahare bağışlayan kimse mahkeme kararıyla
bağıştan döndüğü takdirde, edindiklerinin zekâtı için seneye yeniden başlar.
Musannıf'ın
sözü şu surete de şâmildir. Nisap borç olur da o kimse 100 dirhem edinirse, bu
para bilittifak borca katılır. Şu kadar var ki borcun senesi tamam olursa,
İmam-ı Âzam'a göre verdiği borçtan 40 dirhem almadıkça, edindiklerinin zekâtını
vermek lâzım gelmez. Verecekli müflis olarak ölürse, kendi edindiklerinin zekâtı
da düşer. İmameyn'e göre onların zekâtını vermesi icabeder. Bu satırlar Bahır ve
Nehir'den alınmıştır. Mal kendi cinsinden olan nisaba katılır.
ilerde
göreceğiz ki, altınla gümüş birbirine katıldığı gibi, ticaret malları da bunlara
katılır. Çünkü kıymetleri itibarıyla bir cins sayılırlar. Musannıf «Bir cins»
tabiriyle, birbirine uymayan cinslerden ihtiraz etmiştir. Meselâ deve ile koyun
böyledir. Ve birbirlerine katılmazlar. Bahır.
Bir
kimse, zekâtını verdiği parasıyla otlak hayvanı satın alırsa, onları kendi otlak
hayvanlarına katmaz. Yani kendi hayvanlarının üzerinden sene geçtiği vakit
onlarla birlikte satın aldıklarının da zekâtını vermez. Bu, İmam-ı Âzam'a
göredir. İmameyn'e göre hayvanları birbirine katarak zekâtlarını verir. Zekâtı
verilen otlak hayvanlarını parayla satarsa, aynı hilâf bâkidir. Ama zahiresinin
veya arazisinin öşrünü, kölesinin sadakayı fıtrını verir de sonra bunları
satarsa, bunların paralarını bilittifak birbirine katar. İmam-ı Âzam'a göre
yukarıdaki ile bu mesele arasında fark şudur: Otlak hayvanın parası zekât
malının bedelidir. Mübdel-i minhin hükmü ne ise bedelin hükmü de odur. Birbirine
katmış olsa iki kere zekât vermeye müncer olur. Keza otlak hayvanının zekâtını
verdikten sonra onu alafla besleyerek sonra satsa yahut zekâtı verilen ticaret
kölesini hizmet kölesi yaparak sonra satsa, paralarını katar. Çünkü zekât malı
olmaktan çıkmış, başka mal gibi olmuşlardır. Meselenin tamamı Bahır'dadır.
«Miras,
önceki 2000'in hangisi seneyi doldurmaya daha yakın ise ona katılır.» Bahır
sahibi diyor ki: «Çünkü önceki 2000 katma illetinde birbirlerine müsavidirler.
Biri diğerine sene sonuna yakınlığı itibarıyla tercih edilir. Çünkü bu, fakirler
için daha faydalıdır.» Bahır sahibi sözüne şöyle devam ediyor: «Sene ortasında
edindikleri kazanç veya hayvan yavruları ise bunları asıllarına katar. Velevki
sene dolmasına çok zaman olsun. Zira bunlar tabidir. Tâbiin hükmü asıldan
ayrılamaz.»
METİN
Zorbalar
ve zâlim sultanlar, otlak hayvanlarıyla öşür ve haraç gibi zahiri malların
zekâtını alsalar, ileride zikredilecek yerlerine sarf ettikleri takdirde, mal
sahipleri mallarını onlardan geri alamazlar. Yerlerine sarf etmezlerse, haraçtan
gayrı aldıklarını geri vermeleri (diyaneten) kendileriyle Allah arasında vâcip
olur. Haracı iade etmemeleri, kendileri haraç almaya ehil oldukları içindir.
Bâtınî mallar hakkında ihtilâf edilmiştir. Valvalciye ile Vehbâniye Şerhi'nde,
«Müftâbih kavle göre caiz değildir » denilmiş; Mebsut'ta ise esah kavle göre
zamanımızın zâlimlerine verirken kendilerine sadakayı niyet ederse caiz olacağı
bildirilmiştir. Çünkü onlar, üzerlerindeki mesuliyet ve cezalarla fakirdirler.
İZAH
«Zekâtını
alsalar» sözü, ihtirazi bir kayıt değildir. Hattâ zekâtı almasalar da mal
senelerce ellerinde kalsa ondan yine bir şey alınmaz. Nitekim Bahır'da ve
Zeyleî'den naklen Şurunbulâliye'de böyle denilmiştir. Zorbalar, müslüman bir
cemaat olup hak yoluyla giden hükümdara isyan edenlerdir. Nehir. Bana öyle
geliyor ki, ehli harp olan küffar, müslüman beldelerinden birini alsalar
hükümleri yine budur ;zira ulema bu meselenin aslını «Hükümdar onları himaye
etmez; haraç himaye mukabilindedir.» diye ta'lîl etmişlerdir. Bahır ve diğer
kitaplar da beyan edildiğine göre darı harpte bir kâfir müslüman olur da
senelerce orada kalır, sonra müslüman memleketine gelirse, hükümdar ondan zekât
almaz. Çünkü onu himaye etmemiştir. Biz «zekâtın farz olduğunu bilirse edâsı
lâzım gelir; bilmezse ona zekât yoktur» diye fetva veririz. Çünkü kendisine
Allah'ın emri ulaşmamıştır. Zekât farz olmak için bu şarttır.
«Haraçtan
gayrı aldıklarını geri vermeleri vâcip olur.» Lâkin bu hüküm zorbaların
aldıkları hakkındadır. Zira ulema bunu, «zorbalar aldıklarını sadaka yoluyla
değil helâl görerek alırlar ve o malları yerlerine sarf etmezler» şeklinde
ta'lil etmişlerdir.
Zâlim
sultana gelince: Onun sadaka toplamaya hakkı vardır. Fetva buna göredir. Nitekim
az ilerde Ebû Câfer'den naklen beyan edeceğiz. Evet Mi'rac'da birçok Belh
ulemasından nakledildiğine göre zâlim sultan da zorbalar gibidir. Çünkü
topladığı zekâtları yerlerine sarf etmez. Hidaye'de bu kavlin daha ihtiyatlı
olduğu bildirilmiştir. Zorbalar haraç almaya ehildirler; çünkü onlar ehli harp
olan küffarla harbederler. Haraç, harbedenlerin hakkıdır. Mültekâ Şerhi.
Tahtavî.
"Bâtınî
mallar"dan murad, paralarla zekât memuruna arz edilmeyen ticaret mallarıdır.
Zira memura arz etmekle bunlar da zâhirî mallara iltihak ederler. Nitekim
bâbında gelecektir. Zâhirî mallar ise, hükümdarın topladığı zekâtlardır ki,
otlak hayvanları, öşür ve haraca giren mallar ve zekât memuruna arz edilenler
bunlardandır. Şârih'in sözünden, zâhirî mallarda hilâf olmadığı anlaşılıyor.
Halbûki onlarda da hilâf vardır. Tecnis ile Valvalciye'de şöyle denilmektedir:
«Zekâtları zâlim sultan alırsa, bazı ulemaya göre sahipleri zekâtı verirken ona
tasadduku niyet ettiği takdirde, ikinci defa zekât vermeleri emir olunmaz. Çünkü
o hakikaten fakirdir. Birtakımları, ikinci defa vermeleriniemretmenin daha
ihtiyat olduğunu söylemişlerdir. Nitekim niyet etmediği zaman yapılacak iş
budur. Zira sahih ihtiyar ve tercih yoktur. Niyet etmediği takdirde bazıları
ikinci defa zekât vermesi emrolunacağını söylemişlerdir. Ebu Cafer. "Bu,
sultanın zekât almaya hakkı olduğundan değildir" demiştir. Binaenaleyh zekât
erbabından borç sâkıt olur. Sultan zekatı yerine sarf etmezse, onun alması
zekâtı iptal etmez. Fetva buna göredir. Bu hüküm zâhirî malların zekâtları
hakkındadır. Ama sultan müsadere yoluyla bir kimsenin bazı mallarını alır da o
kimse kendisine zekât niyetiyle verirse, müteehhirin ulemanın kavline göre
caizdir. Sahih kavle göre caiz değildir. Fetva buna göredir, çünkü zâlimin,
bâtınî malların zekatını almaya hakkı yoktur.»
Ben
derim ki: Yani almaya hakkı olmayınca ona vermek de doğru değildir. Velev ki mal
sahibi ona tasadduku niyet etsin. Çünkü sahih ihtiyar ve tercih yoktur. Zâhirî
mallar bunun hilâfınadır. Zalimin, onların zekâtını, almaya hakkı olunca, ona
vermek kastının bulunmaması zarar etmez. Onun içindir ki, ona tasadduku niyet
etsin etmesin caizdir. Muhtârâtü'n-Nevâzil'de beyan edildiğine göre, zâlim
sultan haracı alırsa caizdir. Zekât ve haraçları alır, yahut bir malı hacz
ederek alırsa, sahibi, verirken zekatı niyet ederse, bazılarına göre caiz olur;
fetva buna göredir. Zekât niyetiyle her zalime verilen malın hükmü budur. Çünkü
zâlimler üzerlerine aldıkları mesuliyet ve takibat sebebiyle fakir sayılırlar.
Ama ihtiyat, aldıklarını iade etmeleridir. Bu ifade Mebsut sahibinin ve ona
uyarak Fetih sahibinin sahih kabul ettikleri kavle uygundur.
Şu
halde bâtınî mallarda zekât niyet edilirse, onları zâlime vermenin caiz olup
olmayacağı hususunda sahih kavil ve fetva muhtelif demektir. Hangisinin daha
ihtiyatlı olduğunu yukarıda gördün.
Ben
derim ki: Bu, "bâccı"nın aldıklarına da şâmildir. Çünkü aslında bâccı hükümetin
tayin ettiği öşür memuru ise de, bugün zekât almak için değil himaye
bulunmaksızın halkın mallarını zulüm yollarıyla ellerinden almak için tayin
edilir. Binaenaleyh onun almasıyla zekât sâkıt olmaz. Nitekim Bezzâziye'de
açıklanmıştır. Ona mal veren kimse zekâtı niyet ederse, yukarıda zikredildiği
şekilde ihtilâflıdır.
METİN
Hattâ
Belh Emîrine, yemin keffareti için oruç tutması lâzım geldiğine fetva
verilmiştir. Bu malları zekât memuru zorla alırsa zekât yerine geçmezler. Çünkü
kast ve ihtiyarla verilmemişlerdir. Lâkin sahipleri bizzat versin diye cebir sve
hapsedilir; çünkü zorlamak, kast ve ihtiyara aykırı değildir. Tecnis'de,
fetvanın zâhirî mallarda zekâtın sâkıt olduğuna; bâtınî mallarda sâkıt
olmadığına verildiği kaydedilmektedir. Sultan, gasp edilen malı kendi mülkü ile
karıştırırsa o malda zekât vâcip olur ve ondan miras olarak alınır. Çünkü
karıştırmak, ayırması mümkün olmayacak şekilde ise Ebû Hanife'ye göre istihlâk
sayılır. Ebû Hanife'nin kavli daha uygundur. Zira gasptan hâli mal pek az
bulunur. Bu izahat, karıştırarak istihlâk ettiği maldan ayrı olarak borcuna
yetecek başka malı bulunduğuna göredir. Başka malı yoksa zekât da yoktur.
Nitekim bütün malı haram ise hüküm budur. Nehir ve Sa'diye hâşiyelerinde böyle
denilmiştir.
İZAH
Belh
Emirinden murad, Horasan valisi olan Müsa b. İsa b. Mâhân'dır. Kendisine fetva
veren de Muhammed b. Seleme'dir. Musa bu fetvayı alınca ağlamaya başlamış ve
yanındakilere; «Bana senin üzerine maldan başka mes'ul olacağın bir şey yoktur.
Senin keffaretin hiçbir şeye mâlik olmayanın yemin keffaretidir, derlerdi»
şeklinde yakınmıştır.
Fetih'te
deniliyor ki: «Bu izaha göre bir kimse malının üçte birini fakirlere vasiyet
eder de zâlim sultana verirse sâkıt olur. Bunu Kadıhân, Câmi-i Sağîr'de
zikretmiştir. Şu halde ulemanın, İmam Mâlik'in tilmizi Yahya b. Yahya'ya mağrip
hükümdarlarından birine lâzım gelen keffaret hakkında oruç tutması icabeder,
diye verdiği fetva hakkında itirazda bulunmaları yersizdir. Çünkü caiz, ki bu
fetvası, oruç tutmak ona köle azadından zordur diye değil; zikri geçen itibardan
dolayıdır...» Bu satırlar kısaltılarak alınmıştır.
Ben
derim ki: Muhammed b. Seleme'nin fetvası Takrîr'de sahih kabul edilen «Borç,
malla keffaret vermeye mâni değildir.» sözüne mebnidir. Keşfi Kebir'de sahih
kabul edilip Bahir ve Nehir sahiplerine tebean Şarih'in de benimsediği kavle
göre değildir.
«Zekât
yerine geçmezler» ifadesi bazı nüshalarda «zekât olmaları sahih değildir»
şeklindedir. Bu söz, Bahır'da Muhit'e nisbet edilmiştir. Bundan sonra Bahır
sahibi şunları söylemiştir: «Kerhî'nin Muhtasarı'nda bildirildiğine göre bu
malları İmam zorla alır da yerlerine harcarsa, zekât namına kâfidir. Çünkü
hükümdarın zekâtları almaya selâhiyeti vardır. Binaenaleyh onun alması mal
sahibinin vermesi yerine geçer. Kınye'de, burada işkâl olduğu kaydedilmiştir.
Çünkü niyet şarttır. Fakat mal sahibinin niyeti yoktur.»
Ben
derim ki: Kerhî'nin «onun alması mal sahibinin vermesi yerinedir» sözü, cevap
olmaya elverişlidir. Bundan sonra Bahır sahibi sözüne şöyle devam etmiştir.
Müftâbih kavil tafsilâttır. Bu tasarruf zâhiri mallarda ise farz sâkıt olur.'
Çünkü sultanın veya naibinin onları almaya selâhiyeti vardır. Bu malları yerine
sarf etmezse, alması bâtıl olmaz. Bâtinî mallarda ise farz sâkıt olmaz.
«Tecnis'te»
kelimesinin başında, bazı nüshalarda "lâkin" kelimesi vardır. Şârih «lâkin
Tecnis'de ilh...» diye başlayarak, Mebsut'un sözüne istidrakde bulunmûştur. Biz,
az yukarıda Tecnis'in sözünü sana dinlettik. Bazıları ikisinin sözü arasında
muhalefet olmadığını iddia etmiş; Tecnis'in sözünü, «Sultana verilen bâc veya
hacz malını zekât niyetiyle "verilip, sultanın onu yerine sarf etmesi istenir.
Bu malın sultana sadaka olarak verilmesi niyet edilmez,» şeklinde
yorumlamışlardır. Bu yorumlamayı, «çünkü sultanın bâtinî mallardan zekât almaya
hakkı yoktur» sözü de te'yid eder; Binaenaleyh Mebsut'un, «Esah olan kavle göre
zamanımızdaki zâlimlerin aldıkları haraç ve haczler mai sahiplerinden sâkıt
olur. Elverir ki onlara sadaka niyetiyle vermiş olsunlar. Çünkü bu zâlimler,
üzerlerindeki mesuliyetler sebebiyle fakirdirler» sözüne aykırı değildir.
Teemmül buyurulsun.
Sultan,
gasp edilen malı başka bir gasp edilen malla karıştırırsa onda zekât yoktur.
Nitekim bunu Şârih az sonra «bütün malı haram ise hüküm budur» cümlesiyle ifade
edecektir. «Malı karıştırmakistihlâktır» Yani başkasının hakkı malın aynına
değil de kişinin zimmetine talluk ettiği cihetle Ebû Hanife'ye göre istihlâk
mesabesindedir İmameyn'in kavline göre ise ödemek icabetmez. O zaman mülk dahi
sabit olmaz. Çünkü mülk, ödemenin fer'idir. Miras olarak da alınmaz, çünkü
müşterek maldır. Miras olarak ondan yalnız ölenin hissesi alınır. Fetih.
«Bu
izahat» ifadesindeki işaret, zekâtın vâcip olmasınadır.
«Nitekim
bütün malı haram ise hüküm budur.» Bu hususta Kınye'de şöyle deniliyor; «Haram
mal nisabı dolduruyorsa zekâtını vermek lâzım gelmez. Çünkü o kimseye bu malın
hepsini tasadduk etmek vâciptir. Bir kısmını sadaka olarak vermesi fayda
vermez.» Bezzaziye'de dahi böyle denilmiştir. Tatarhâniyye'de Feteva
el-Hucce'den naklen şöyle denilmektedir: «Bir kimse helâl olmâyan birtakım
mallar edinse yahut birtakım mallar gaspederek onları kendi malıyla karıştırsa,
karıştırmakla onlara mâlik olur ve öder. Bunlardan başka nisabı yoksa bu
malların zekâtı yoktur. Velev ki nisap miktarını doldurmuş olsunlar, çünkü
kendisi borçludur. Borçlunun malı bize göre zekâtın vâcip olmasına sebep teşkil
edemez.» Tatarhaniyye'nin «bundan başka nisap yoksa» sözü, zekâtın vâcip olması
için başka bir nisabı bulunmasının şart olduğunu gösteriyor. Bununla Bahır
sahibinin ortaya attığı işkâl defedilmiş olur. Onun işkâli şudur: "Bu adam,
karıştırmakla gasbettiği mala sahip olursa, o mal borçla da meşguldür.
Binaenaleyh zekâtın vâcip olmaması gerekir." Lâkin şüphesiz ki bu takdirde zekât
ancak o maldan fazlasında vâcip olur; o malda vâcip olmaz.
METİN
Vehbâniyye
şerhi'nde Bezzaziyye'den naklen şöyle denilmiştir: «Kâtir olması ancak kat'î
olan haramı tasadduk ettiği zamandır. Ama bir insandan 100, diğerinden de 100
dirhem alarak karıştırır; sonra bunlar, tasadduk ederse kâfir olmaz. Çünkü
karıştırmakla istihlâk ettiğinden, kat'î olarak haram biaynihî değildir.»
İZAH
Vehbâniyye
Şerhi'nde, kitabımızın metnine yapılabilecek bir i'tirazın def'i vardır.
Kitabımızın metninde, «Sultan gaspedilen malı kendi malıyla karıştırırsa ona
mâlik olur ve bu malda zekât vâciptir.» denilmektedir. İ'tirazcı, «Bu Haram bir
maldır ondan nasıl zekât verebilir?» diyebilir. Lâkin biliyorsun ki bunun zekâtı
ancak mal sahibinden beraat dilediği, yahut onunla uzlaştığı zaman vâcip olur.
Bu suretle onun haramlığı ortadan kalkar, Evet helâl malın zekâtını haram maldan
verse, Vehbâniyye'de bazılarına göre caiz olacağı kaydedilmiş; Kınye'de iki
kavil zikredilmiş; Bezzâziye'de de şöyle denilmiştir.; «Zekâtı icabeden haram
malda zekâttan olmasını niyet ederse zekât yerine geçer.» Yani sahipleri
bilmediği için zekât vâcip olan malda niyet ederse zekât yerine geçer, demektir.
Bu sözde, Zahîriyye'nin sözünü takyid vardır. Orada şöyle denilmiştir: «Bir adam
haram maldan bir fakire bir şey verir de ondan sevap umarsa, kâfir olur. Fakir
bunu bilir de ona dua eder, veren de âmin derse her ikisi kâfir olurlar. Bunu
Vehbâniyye sahibi manzum olarak ifade etmiştir. Vehbâniyye şerhi'nde
bildirildiğine göre âmin diyen kimse, alandan verenden başka ecnebi bir kimse
olsa hüküm yine budur. İnsanların çoğu bundan gafildirler. Cahillerden bunu
yapanlarvardır.»
Ben
derim ki: Fakire vermek bir kayıt ve şart değildir. Öyle görülüyor ki liaynihi
haram olan bir malla, mescid gibi sevap umulan bir bina yapsa hüküm yine
böyledir. Zira illet, azabı gerektiren bir şeyden sevap ummaktır. Bu ise ancak o
şeyi helâl itikat etmekle olur.
«İki
kişiden 100'er dirhem alarak karıştırır da tasadduk ederse kâfir olmaz.» Sârih
burada yalnız kâfir olmamayı söylemekle yetinmiştir. Çünkü bedelini ödemezden
önce onunla tasarrufta bulunmak helâldir. Velev ki karıştırmakla mâlik olmuş
bulunsun. Nitekim gördün. Hanevî'nin Hâşiyesi'nde Zahîre'den naklen şöyle
deniliyor: «Fâkih Ebû Ca'fer'e soruldu: "Bir kimse malını sultanın vâlilerinden
kazanır, haram olan vergiler vesaireden alırsa, bunu bilen bir kimsenin onun
yemeğinden yemesi helâl olur mu?" denildi. Ebû Ca'fer şu cevabı verdi: "Bence
ondan yememelidir. Ama yedirenin elindeki bu yiyecek gasp veya rüşvet değilse,
hüküm itibarı ile yemesi caizdir."» Yani aynen gaspedilen veya rüşvet olarak
alınan malın kendisi değilse yiyebilir, demek istemiştir. Çünkü ona mâlik
olmamıştır. O mal haramın kendisidir. Binaenaleyh ona da başkasına da helâl
değildir. Bezzâziye'de burada şöyle denilmiştir: «Sadaka olmak kendisine helâl
olmayan bir kimse için efdal olan hareket, sultanın bahşişini kabul etmemektir.
Harzem'de, Allâme, oralıların yemeklerinden yemez; bahşişlerim alırdı. Bu
kendisine sorulunca şu cevabı verdi: Yemek takdimi ibâha (mübah yapmak) olur.
Mübahı yiyen, onu sahibinin mülkü olmak üzere itlâf eder ve bu suretle zâlimin
yemeğini yemiş olur. Bahşiş ise mülk edindirmektir. Binaenaleyh o kimse kendi
mülkünde tasarruf eder.»
Ben
derim ki: Galiba bu söz «haram iki zimmete geçmez» kavline dayanmaktadır. Fâsit
satış ve haram-mübah bahislerinde bunun hilâfının tahkik edildiğini göreceğiz.
Şârih'in,
«Karıştırmakla istihlâk ettiğinden kat'î olarak haram biaynihi değildir» sözü,
karıştırmazdan önce haram liaynihi olduğu zannını veriyor. Halbuki usul-i fıkıh
kitaplarında açıklandığına göre başkasının malı haram ligayrihidir. Haram
liaynihi değildir. Ölü eti bunun hilâfınadır. Velev ki haram olduğu kesin olsun.
Ancak şöyle cevap verilirse o başka: Murad, haramın kendisi değildir. Çünkü o
kimse karıştırmakla o mala mâlik olmuştur. Haram olan, bedelini vermeden onda
tasarrufta bulunmasıdır. Bezzâziye'de zekât bahsinden az önce şöyle
denilmektedir: «Bir kimsenin zulüm yoluyla alarak kendi malıyla ve başka bir
mazlumun malıyla karıştırdığı mal kendi mülkü olur ve ilk şahsın o malda hakkı
kalmaz. Bize göre bu malı almak hâlis haram olmaz. Evet mezhebin sahih kavline
göre bedelini ödemeden o maldan faydalanmak mübah olmaz.» Lâkin Akâid-i
Nesefiyye Şerhi'nde, «Ma'siyeti helâl saymak -şayet o ma'siyet kat'î delille
sâbit olmuşsa- küfürdür» denilmektedir. Fetva kitaplarında zikredilen haramı
helâl itikat etmek meselesi bunun üzerine teferrueder. Zira bir şeyin haram
olması kendi ayınından ileri gelir de, kesin bir delille sabit olursa, onun
helâl olduğunu itikat etmek küfürdür. Aksi takdirde küfür değildir. Yani haram
olması başka bir şeyden ileri geliyorsa yahut zannî delil ile sabit ise onu
helâl itikat etmek küfür değildir. Bazıları haram liaynihi ile haram ligayrihi
arasında fark görmemiş, «Haramı helâl itikat eden kâfir olur»demişlerdir.
Akâid-i Nesefiyye Şârihi Muhakkık İbn-i Gars şöyle demiştir: «Tahkik de budur.
Hilâfın faydası, zulüm yoluyla başkasının malını yemekte kendini gösterir. Zira
helâl itikat eden kimse iki kavilden birine göre kâfir olur.» Bu sözün hâsılı
şudur: Birinci kavle göre küfrün şartı iki şeydir. Yani biri delilinin kat'î
olması, biri de haram liaynihi olmasıdır. İkinci kavle göre şart yalnız delilin
kat'i olmasıdır. Gördün ki tercih edilen kavil de budur. Bezzâziye'nin sözü bu
kavle göredir.
METİN
Nisaba
mâlik olan bir kimse, birkaç senenin veya birkaç nisabın zekâtını önceden verse
sahih olur. Çünkü sebep mevcuttur. Keza ekini veya meyvesi meydana çıktıktan
sonra kemale gelmeden onların öşrünü verse caiz olur. Ekin ve meyve meydana
çıkmadan vermenin caiz olup olmayacağında ihtilâf edilmiştir. En zâhir olan
kavle göre caizdir. Kendi başının haracını önceden vermek dahi böyledir,
meselenin tamamı Nehir'dedir. Velev ki sene tamam olmadan fakir zengin olsun,
yahut ölsün veya dininden dönsün. Bunun sebebi şudur; itibara alınacak cihet, o
kîmsenin kendisine zekât verilirken zekâta mahâl olmasıdır. Verdikten sonra
mahâl olması muteber değildir.
İZAH
Musannıf'ın
«Nisaba mâlik olan» diye kayıtlaması şundandır; O kimse nisabdan az bir mala
mâlik olur da 200 dirhem için beş dirhemi önceden verir, iki yüz dirhemin senesi
sonra dolarsa bu caiz olmaz. Burada iki şart daha vardır: Biri sene esnasında
nisabın ortadan kalkmamasıdır. İki yüz dirhem için önceden beş dirhem verir,
sonra elindeki paraların bir dirhemden geri kalanı helâk olursa ve paraları
tekrar toplayarak sene 200 dirhem üzerine dalarsa, önceki verdiği caiz olur.
Bütün paraları helâk olursa hüküm bunun hilâfınadır. İkinci şart, sene sonunda
nisabın tam olmasıdır. Kırk koyun için önceden bir koyun verir de elinde 39
koyun kaldığı halde sene dolarsa fakire verdiği koyun nafile sadaka olur. Koyunu
zekât memuruna verdiği takdirde elinde mevcut ise, muhtar kavle göre zekat
yerine geçer. Nitekim Hulasa'da beyan edilmiştir. Meselenin tamamı Nehir ve
Bahır'dadır.
Birkaç
senenin zekâtını peşin vermek şöyle olur: O kimsenin elinde 300 dirhem gümüşü
bulunur. Bunların 100 dirhemini iki yüz dirhemin 20 senelik zekâtı olmak üzere
peşin verir.
Nisapların
sureti de şöyledir: Mezkûr 100 dirhemi hem elindeki 200 dirhemin hem de ileride
hâsıl olacak 19 nisabın zekâtı olmak üzere verir. Beklediği 19 nisap o sene
eline geçerse, verdiği zekât sahihtir. Başka bir senede eline geçerse mutlaka
ayrıca zekâtını vermek icabeder. Nitekim Bahır sahibi bunu açıklamıştır. H.
Lâkin peşin verdiği 100 dirhem, eldeki 200 dirhemin 20 senelik zekâtı yerine
geçer ve mesele birinci meseleye döner. Nehir'de şöyle deniliyor: «Hâniyye'deki
mesele buna teferru etmektedir. Mesele şudur: Bir kimsenin beş tane hâmile
devesi olurda onlar için karınlarındaki yavrularıyla birlikte peşin olarak iki
koyun verirse, beş yavru sene dolmadan doğdukları takdirde, verdiği zekât
geçerlidir. Ama ikinci sene gebe kalacakları için zekâtlarını peşin verirse caiz
olmaz.» Sebebi şudur: Gelecek sene hâmile kalacaklar diye zekâtlarını peşin
verince, osene namlarına zekât verdiği hayvanlar bulunmamışlardır. Binaenaleyh
namlarına peşin zekât vermesi de caiz olmaz.
Valvalciye'de
bildirildiğine göre, bir kimsenin elinde 400 dirhem gümüşü bulunur da 500
zannederek zekâtlarını verirse, ziyadeyi ikinci sene için hesap edebilir. Çünkü
bu ziyadeyi peşin yerine saymak mümkündür. Bahır'da, "cinsin bir olması" kaydı
vardır. Bahır sahibi şöyle demiştir: "Çünkü bir adamın beş devesi ve 40 koyunu
bulunur da iki yarıdan birisi için bir koyun verip, sonra o yarı helak olursa,
verdiği koyun öteki yarı yerine geçmez. Hem ayın olarak parası, hem borcu
bulunur da ayın için zekât verir, sonra sene geçmeden o da helâk olursa, verdiği
zekât borç nâmına caizdir. Sene geçtikten sonra verirse caiz olmaz. Altın, gümüş
ve paralarla ticaret malları bir cinstir."
«Çünkü
sebep mevcuttur.» Sebepten murad, vücûbunun sebebidir ki o da üreyen nisaba
mâlik olmaktır. Binaenaleyh bir senelik veya fazla zekâtı önceden vermek
caizdir. Nisaplar dahi böyledir. Zira sebep olmak hususunda asıl olan birinci
nisapdır. Ondan fazlası ona tâbidir. Bahır sahibi diyor ki: «Şüphesiz efdâl olan
önceden vermemektir; çünkü bu hususta ulemanın ihtilâfı vardır. Ama ben bunun
naklini görmedim.»
Şârih'in,
ekin ve meyve meselesindeki teşbihi de birinci meseleye, yani birkaç senenin
zekâtını önceden verme, meselesine râcî'dir. Çünkü nisaba mâlik olup sene
geçmeden zekâtını verince, sebebi bulunduktan sonra peşin vermiş olur. Zira bu,
vücup vaktinden önce edâdır. Ekin meselesinde de öyledir. Çünkü öşürün edâ
zamanı, mahsulün yetiştiği vakittir. Önceden verince sebebi bulunduktan sonra
edâ vaktinden önce vermiş olur. Burada sebep hakikaten mahsul getiren üretici
yerdir.
Ekin
ve meyvenin kemali, öşrü edâ etmenin vaktidir. Lâkin Bahır'ın öşür bâbında beyan
edildiğine göre, öşrü edâ etmenin vakti, Ebû Hanife'ye göre ekin ve meyvenin
yerinde belirmesi, Ebû Yusuf'a göre kemale gelmesi imam Muhammed'e göre kesip
temizlenmesi zamanıdır. Bu izaha göre peşin verme meselesi, İmameyn'in
kavillerine göre tahakkuk ederse de İmam-ı Âzam'ın kavline göre tahakkuk etmez.
Sonra gördüm ki Kemal İbn-i Hümam öşür bâbında buna tembihte bulunmuş.
"Ekin
ve meyve meydana çıkmadan vermenin caiz olup olmayacağında ihtilaf edilmiştir."
Şârih kısaca «Belirmeden vermenin caiz olup olmaması ihtilâflıdır» demeliydi. Bu
hem ekine hem meyveye şâmil olur. Ekini ekmeden, fidanı dikmeden zekâtlarını
peşin vermenin bilittifak caiz olmayacağını ifade ederdi. Zira bu, sebep
bulunmadan edadır. Nitekim nisaba mâlik olmadan malının zekâtını vermek de
böyledir. (caiz değildir).
«En
zâhir olan kavle göre caizdir.» Kitabımızın bir nüshasında «caiz değildir»
denilmiştir ki doğrusu da budur. Nehir'de şöyle denilmiştir: «En zâhir olan,
ekinde bitmeden caiz olmamasıdır. Zâhir rivayete göre meyvede dahi yemiş
belirmeden caiz değildir.» «Kendi başının haracını önceden vermek dahi
böyledir.» Bu teşbih dahi birinci, meseleye râcidir. Halebî şöyle demiştir: "Bir
kimse kendi başının birkaç senelik haracını peşin verirse caiz olur." Nitekim
cizye bâbında gelecektir. Bunun caiz olması, sebep bulunduğu içindir, sebep
başıdır. Keza yerînin birkaç senelik haracınıpeşin verse caizdir. Nitekim bunu
Kuhstânî öşür ve harac bâbında zikretmiş «çünkü sebep mevcuttur» diye ta'lilde
bulunmuş; «sebep, üreten yerdir» demiştir. Lâkin onun sözünü muvazzaf haraca
yormak icabeder. Çünkü o haraç üretme kudretine taallûk eder, ve sebebi, üreme
imkânı dolayısıyla üreten yer olur. Öşür ve mukaseme haracında olduğu gibi,
üremenin kendisine taallûk etmez.
«Meselenin
tamamı Nehir'dedir.» Orada şöyle denilmiştir: «Bir kîmse muayyen bir gün oruç
tutmayı nezir eder de onu evvelden tutarsa, Ebû Yusuf'a göre caiz, İmam
Muhammed'e göre caiz değildir.» Namaz ve itikaf dahi bu hilâfa göredîr. Falan
sene hacc edeceğim diye adayarak daha önce hacca giderse, Şeyhayn'a göre caiz,
îmam Muhammed'e göre caiz değildir. Sirâc'da böyle denilmiştir. H.
METİN
Haraç
arazisine bağ dikerse, bağ tamam olup yemiş vermedikçe o kimsenin ekin haracı
vermesi icabeder. Mecmau'l-Fetevâ. Tağleb Kabîlesi'nden olan bir çocuğun malında
zekât yoktur. Tağleb veya Tağlib, Hıristiyan Araplar'dan bir kabîledir. Bunlara
Benî Tağlib derler. Bu kabîIenin kadınına da erkek kadar vergi düşer, çünkü
onlar bu şekilde antlaşma yapmışlardır.
Otlak
hayvanının zekatında ortası alınır. İhtiyarı veya en iyisi alınmaz. Bir kimsenin
vasiyeti olmaksızın terekesinden zekât alınmaz; çünkü şartı yoktur. Zekâtın
şartı niyettir. Zekât verilmesini vasiyet etmişse, malının üçte birinden itibar
edîlir. Meğer ki mirasçılar razı olsunlar. Zekatın senesi Kamerîdir (Gök ayına
göredir). Bunu Bahır sahibi Kınye'den nakletmiştir, Şemsî (Güneş yılı) değildir.
Bunların farkı İnnîn bâbında gelecektir. Bir kimse zekâtını verip vermediğinde
şüphe ederse, onu verir; çünkü zekâtın vakti bütün ömürdür. Eşbah.
İZAH
Şârih
haraç yerine fidan dikme meselesini burada istidrâd yoluyla zikretmiştir. Onun
yeri, öşür ve haraç bâbıdır. T.
"Yemiş
vermedikçe, o kimsenin ekin haracı vermesi icabeder." Çünkü bağ dikmesi, o yeri
muattal bırakmaktır. Bir kimse bir yeri muattal bırakırsa o yerin haracını
ödemesi icabeder. Yer evvelce ekilmeye elverişliydi, binaenaleyh bağ yemiş
verinceye kadar o yerin haracını öder. Yemiş aldığı zaman bağın haracını verir.
Ekinin haracı sâkıt olur. Çünkü artık onun halefi vardır. Ekin haracı her
dönümde bir sa (ölçek) ve bir dirhemdir. Bağ yetişinceye kadar bunu verir. Ondan
sonra on dirhem vermeye başlar. Rahmetî.
Tağleb
Kabîlesi'nden olan zekât malında zekât yoktur. Ama öşür arazisinden çıkan ekin
ve meyvelerden öşürün iki katı alınır. Nitekim müslüman çocuğun arazisinden
çıkan mahsulde de öşür vacip olur. Bu cihet, öşür bâbında gelecektir. Tağleb bir
kabîlenin babasıdır. Onun için Şârih Benî Tağleb demeyip, sadece Tağleb dese
daha iyi olurdu. Ama babasına mensup bir kabîleye Benî Tağleb demekte bir mâni
yoktur, denilebilir. Fetih'te şöyle denilmiştir: «Benî Tağleb Hıristiyan.
Araplardır. Bunlara Hz. Ömer (r.a.) cizye koymak istemiş, Onlar razı olmamışlar;
"Biz Arabız; Acemlerin verdiğini vermeyiz. Birbirinizden aldıklarınızı bizden de
al!" demişler; bununla zekâtıkasdetmişlerdir. Bunun üzerine Ömer (r.a.), "Hayır!
Bu, müslümanların farzıdır" demiş; Onlar da, "O halde cizye adıyla değil de bu
isimle dilediğin kadar ziyade et!" demişlerdi. Ömer (r.a.) da böyle yaptı.»
Onlar dan zekâtın iki mislini almak üzere anlaştılar. Hadisin bazı
rivayetlerinde, «O cizyedir; siz ne derseniz deyin!» cümlesi vardır.
«Bu
kabîlenin kadınına da erkek kadar vergi düşer.» ki o da yarım öşürdür. H.
«Mirasçılar
razı olursa o başka.» Yani zekât verilmesini vasiyet eder de üçte birden fazla
tutarsa, fazlası alınmaz. Mirasçılar razı olursa o başka!
FER'İ
MESELE: Zekât, malın üçte birinden fazlâ tutar da, hastalığında onu vermek
isterse, mirasçılarından gizli olarak verir. Malı yoksa başkasından ödünç alarak
verir. Bunun için ödeyebileceğine kanaat getirmesi gerekir. Çalışır da
ödeyemezse, öldüğü takdirde mâzurdur. Muhtârâtü'n-Nevâzil ve diğer kitaplarda
böyle denilmiştir. Ulemanın "gizlice" demelerinden anlaşılıyor ki, mirasçılar
zekât vereceğini bilirlerse fazlasını kazaen (mahkeme kararıyla) alabilirler.
Miras sahibinin yaptığı ise diyaneten caizdir. Çünkü farzı ödemeye mecburdur.
Nitekim Kâfi şerhi'nde onun illeti beyan edilmiş, «sahih olan da budur»
denilmiştir. Vehbâniyye Şerhi'nde şöyle denilmektedir: «"Kazaen" ve "diyaneten"
sözlerinin arasını bulmak mümkündür.» Yani sahihin mukabili olan üçte bir
itibarını kazaya, birinciyi diyanete, hamletmek suretiyle araları bulunur. Bu da
bizim söylediğimiz te'yid eder.
«Fark,
innîn bahsinde gelecektir.» Oradaki ibare şöyledir: «Mezhebe göre, hilâlleri
görmek suretiyle bir Kameri Sene te'cil edilir. Kamerî Sene 354 gün ve bir günün
birazıdır. Bazıları günler hesabıyla bir Şemsi Sene te'cil edileceğini
söylemişlerdir. Şemsî Sene, ötekinden 11 gün fazladır.»
Sonra
bu hüküm evvela malı ay başında kazandığına göredir. Ay ortasında kazanırsa
bazılarına göre günler itibar edilir. Birtakımları, ilk ayın son aydan
tamamlanacağını, ikisinin arasındaki ayların yine hilâli görme hesabıyla itibara
alınacağını söylemişlerdir. Bu söz iddet hakkındaki sözlerine benzer. T.
«Zekâtın
vakti bütün ömürdür.» Bahır sahibi Vâkıât'tan naklen şöyle demiştir: «Bu
meseleyle, vakit çıktıktan sonra kılıp kılmadığında şüphe edilen namaz arasında
fark vardır. Fark şudur: Zekâtı edâ etmek İçin bütün ömür vakittir. Binaenaleyh
bu, vaktinde namazı kılıp kılmadığında şüphe etmek gibi olur. Böyle bir şüphe
bulunursa namazını tekrar kılar.» Bahır sahibi sözüne devamla şunları
söylemiştir: «Bir hâdise olmuştur ki şudur: Bir kimse bütün zekâtını verip
vermediğinde şüphe ederse, meselâ ayrı ayrı zamanlarda zekât vererek verdiğini
kaydetmezse, tekrar zekâtını verecek midir? Söylediğimize bakılırsa muayyen bir
miktar verdiğine kanaat getirmedikçe zekâtını tekrar vermesi lâzım gelir. Çünkü
bu borç, zimmetinde yüzde yüz sâbittir. Şüpheyle ödenmiş sayılamaz.»
Ben
derim ki: Bunun hulâsası şudur: Bu adam verdiği zekâtın miktarını araştırır.
Nasıl ki namazda rekât sayısında şüphe ederse böyle yapar. Ödediğine kanaat
getirdiği miktar sâkıt olur, geri kalanı verir. Hiçbir şeye kanaat getiremezse
bütün zekâtı verir. Allah'u alem.