03 Ekim 2012

REDDU'L-MUHTAR..ŞEVVALIN ALTI GÜN ORUCU


Şevvâlin Altı Gün Orucu


METİN
Şevvalin altı gün orucunu aralıklı tutmak menduptur. Ama muhtar kavle göre peş peşe tutmak da mekruh değildir. İmam Ebû Yusuf buna muhaliftir. Hâvî. Mekruh olan aralıksız oruç, bayram günü oruç tutup, ondan sonra beş gün daha eklemektir. Bayram günü oruç tutmazsa mekruh olmaz. Bilâkis müstehap ve sünnet olur. İbn-i Kemâl.
Bir kimse muayyen olmayan bir ay, aralıksız oruç tutmayı nezir eder de bir gün bırakırsa, velev yasak günlerden olsun, yeniden başlar. Çünkü "aralıksız" vasfını ihlâl etmiştir. Halbuki bir ayda yasak günler de yoktur. Sene bunun hilâfınadır.
İZAH
Şevvâl orucunu nezir meseleleri arasında zikretmek münasip değildir. Musannıf burada Dürer sahibine tâbi olmuştur.
«Muhtar kavle göre» aralıksız tutmak da mekruh değildir. Hidâye sahibi Tecnîs adlı eserinde şunları söylemiştir: «Fitre bayramından sonra, altı gün aralıksız oruç tutmayı, ulemadan bazıları mekruh saymıştır. Muhtar kavle göre bunda bir beis yoktur. Çünkü kerahet, bu orucu ramazandan saymasından emin olunamadığı içindir; böylece Hıristiyanlara benzemiş olur. Ama şimdi bu manâ kalmamıştır.» Ebulleys'in Kitâbü'n-Nevâzil'inde Husâmü'ş-şehid'in Vâkıat'ında Muhît-i Burhânî'de ve Zahîre'de de buna benzer sözler vardır. Gâye'de Hasan b. Ziyâd'ın bu oruçta bir beis görmediği ve «Ramazanla bu günleri ayırmak için bayram günü kâfidir.» dediği rivayet olunmuştur. Yine aynı eserde kaydedildiğine göre, müteehhirîn ulemanın ekserisi bunda bir beis görmemiş; yalnız aralıklı mı, yoksa aralıksız mı tutulmasının efdal olduğu hususunda ihtilâf etmişlerdir. Hakâyık adlı eserde beyan olunduğuna göre bu orucu bayram gününe bitişik olarak tutmak İmam Mâlik'e göre mekruhtur, Bize göre mekruh değildir; velev ki ulemamız efdal hakkında ihtilâf etmiş olsunlar. Bir rivayete göre Ebû Yusuf onun aralıksız tutulmasını mekruh görmüştür. Fakat muhtar olan kavle göre bunda bir beis yoktur. Vâfî, Kâfî ve Musaffâ'da "Mâlik'e göre mekruhtur; bize göre mekruh değildir." denilmektedir. Tamamı Allâme Kâsım'ın "Tahrî-ru'l-akvâl fi savmi's-sitti min şevvâl" adlı risalesindedir. Bu risalede Nebbanî'nin manzumesinde ve onun şerhindeki kerahetin mutlak olarak Ebû Hanife'ye nisbeti meselesini reddetmiş; esah olan bunun usul denilen ana kitaplarda rivayet olunmaması bulunduğunu; Nebbânî'nin daha önce kimse tarafından sahihlenmemiş zayıf bir kavli sahihlediğini; delilsiz yalancı bir dava ile çok sevaplı bir ibadeti kaldırmayı kastettiğini söylemiş; sonra mezhebimizin kitaplarından birçok ibareler nakletmiştir. Ona müracaat et! Ve anla!
«Mekruh olan aralıksız oruç..» ifadesi, Bedâyi sahibinindir' ve bu söz Ebû Yusuf'tan rivayet olunanı, Hakâyık sahibinin anladığının hilâfına tevildir. Nitekim Allâme Kâsım'ın risalesindede böyle denilmiştir. Lâkin yukarıda Hasan b. Ziyâd'dan naklettiğimiz sözde Ebû Yusuf'a göre mekruh olanın, aralıksız tutulan olduğuna işaret vardır; velev ki bayram günü ile ayrılmış olsun. Bu, Hakâyık sahibinin anladığını te'yîd etmektedir.
«Bir ay aralıksız oruç...» Bu orucun sayı hesabı ile tutulması lâzımdır. Ay hesabı ile tutulamaz. Muayyen ay ise, hilâle göre hesap edilir. Nitekim Fetih ve emsalinden naklen ileride gelecektir. T.
«Aralıksız oruç tutmayı...» sözü ile Musannıf, aralıksız tutmanın bunu açık söylediği zaman lâzım geleceğini ifade etmiştir. Niyet ederse hüküm yine budur. Fakat açık söylemez; niyet de etmezse muhayyerdir. Dilerse aralıksız, dilerse aralıklı tutar. "Ay" mutlak zikredilirse hüküm budur. Muayyen bir ay yahut muayyen birkaç gün nezrederse, aralıksız tutması lâzım gelir. Velev ki söylemesin. Sirâc. Bahır'da şöyle denilmiştir: «Bir kimse aralıksız oruç tutmayı nezreder de, aralıklı tutarsa caiz olmaz; fakat bunun aksi caizdir.» Minah'ta da şöyle bir ifade vardır: «Bir kimse, "Allah için ramazan orucu gibî bir oruç boynuma borç olsun!" derse, vücup hususunda onun gibi olmasını kast ettiği takdirde, aralıklı tutabilir. Aralıksız olmakta kast ettiği takdirde, aralıksız tutması gerekir. Hiçbir kastı yoksa aralıklı tutabilir.» T.
«Bir ayda yasak günler de yoktur.» Bu cümle bir itirazın cevabıdır. İtiraz şudur: Tuttuğu gün yasak günlerden olsa idi, vâcip olması için orucu bozmuş olması zaruri idi. Binaenaleyh yeniden başlamaması,arkacığından kaza etmesi gerekirdi. Nitekim seneyi belirsiz söyleyip, aralıksız tutmayı şart koşsa, böyle yapacağı yukarıda geçmişti. Cevap: Aralıksız oruç tutulacak sene, yasak günlerden hâli değildir. Ay bunun hilâfınadır. Sirâc'ın şu ifadesi bu izaha göredir: "Bir kadının temiz olduğu günler bir ay veya daha çok ise, temizlik günlerinin başında oruç tutar. O günlerin ortasında tutar da hayzını görürse yeniden başlar. Hayzı bir aydan azsa, hayız günlerini aralıksız kaza eder."
METİN
Hepsi vaktin dışında olmasın diye, muayyen bir ay nezirde yeniden başlamaz. Muallâk olmayan itikaf, hacc, namaz, oruç ve saire nezri muayyen bile olsa bir zamana, mekâna, dirheme ve fakire mahsus olmaz. "Cuma günü Mekke'de şu dirhemi filân fakire tasadduk edeceğim" 'diye nezredip aksini yapsa caiz olur. Keza ondan önce peşin verse caizdir. İtikaf veya oruç için bir ay tayin eder de, ondan önce yaparsa sahih olur. Keza "filân sene haccedeceğim" diye nezreder de, ondan bir sene evvel haccederse, sahih olur. Yahut "filân gün bir namaz kılacağım" diye nezreder de o günden evvel kılarsa caizdir. Çünkü bu vücubun sebebi olan nezir bulunduktan sonra peşin kılmaktır. Şu halde tayin hükümsüz kalır. Şurunbulâliyye. Bu bellenmelidir.
İZAH
«Hepsi vaktin dışında olmasın diye.» Çünkü bu, görüleceği gibi tayinle muayyen olmazsa da, vaktinden sonra yapılması kaza olur. Onun için yukarıda geçtiği gibi, bunda niyeti geceden yapmak şarttır. Eda kazadan hayırlıdır. Sonra Şârih'in "hepsi" diye kayıtlaması, Tahtâvî'nin dediği gibi, ayın son günü oruç tutmadığı zaman anlaşılır. Ama ayın meselâ onuncu günü oruç tutmazsa, zâhir değildir. Çünkü oruca ayın on birinden itibaren yeniden başlar da bir ayı tamamlarsa, orucun bir kısmını vaktinde, bir kısmını da vaktin dışında tutmak lâzım gelir.
«Muayyen bile olsa...» Yani aşağıda zikredilen zaman, mekân, dirhem ve fakir muayyen bile olsa, hiçbirine mahsus olmaz. Muayyen olmayanın mahsus olmayacağı ise evleviyette kalır. Nitekim mutlak olarak belirsiz bir dirhem nezretse, hiçbir şeye mahsus olmaz.
«Aksini yapsa...» Yani bazısında veya hepsinde söylediğine muhalefet etse; meselâ cumadan başka bir gün, başka bir beldede, başka bir dirhemi, başka bir şahsa verse caiz olur. Çünkü nezrin mânâsına giren tayin değil, tasaddukun aslı olan ibadettir. Binaenaleyh tayin batıl olup ibadet lazım gelir. Nitekim Dürer'de beyan edilmiştir.. Mi'râc'da şöyle denilmiştir: «Bir kimse yarın oruç tutmayı nezreder de, ertesi güne bırakırsa, caiz olur ve günahkâr olmaması gerekir. Nasıl ki şimdi bir dirhem tasadduk etmeyi adar da sonra verirse günahkâr sayılmaz.»
T E M B İ H : Allâme İbn-i Nüceym, risalesinde sadaka adayan hakkında şunları söylemiştir: «Hâniyye'de beyan olunduğuna göre, bir kimse muayyen birkaç dirhemi tasadduk için adasa da bu dirhemler helâk olsalar nezir sâkıt olur. Bu gösterir ki, ulemanın "dinar ve dirhemin tayini hükümsüzdür" sözü mutlak olarak kabul edilemez ki, bu mesele müstesnadır diyelim. Çünkü mutlak olarak hükümsüz bırakırsak, vâcip o kimsenin zimmetinde kalır. Muayyen nesne helâk olduğunda, vâcip zimmetinden düşmez. Fukahânın "fakirin tayinini de hükümsüz bırakıyoruz!" sözleri de mutlak olarak kabul edilemez. Zira Bedâyi'de beyan edildiğine göre bir kimse "şu fakiri doyurmak Allah için boynuma borç olsun!" deyip adını söylese, fakat yiyeceği tayin etmese, onu o fakire vermesi icabeder. Çünkü adadığı şeyi tayin etmeyince, fakirin tayini maksut olur ve başkasına vermesi caiz olamaz.»
Şu da var: Hamevî'de İmâdiyye'den naklen deniliyor ki: «Bir adama emrederek, "şu malı Kûfe'nin fakirlerine tasadduk et" der de, o adam Basra'nın fakirlerine verirse caiz olmaz; öder. Müntekâ'da beyan edildiğine göre, bir kimse "Kûfe'nin fakirlerine şu kadar para verilecek" diye vasiyyet eder de, vasî Basra'nın fakirlerine verirse, Ebû Yusuf'a göre caiz olur. İmam Muhammed, "vasî öder" demiştir.»
Ben derim ki: Bunun vechi şudur: Vekil âmirine muhalefet ederse öder. Ama vasî asıl veyavekil yerinde midir? Düşün!
«Önce yaparsa sahih olur» imam Muhammed'le Züfer buna muhaliftir. Ancak İmam Muhammed, önce yapmayı mutlak olarak caiz görmez. Züfer ise, önceki zaman faziletçe daha noksan olursa caiz görmemiştir. Nitekim Fetih'te beyan edilmiştir.
FER'İ Bİ'R MESELE: Bir kimse recep ayını oruçla geçirmeyi nezreder de, ondan önce yirmi dokuz gün oruç tutarsa, recep yirmi dokuz çektiği takdirde kaza lâzım gelmemesi gerekir. Esah olan budur. Nitekim Sirâc'da beyan edilmiştir. Ama recep otuz çekerse, bir gün kaza eder.
«Evvel kılarsa caizdir.» Nasıl ki zekâtta da caizdir. İmam Muhammed'le Züfer buna muhaliftir. Fetih.
«Tayin hükümsüz kalır.» Bu sadece taat olan nezri îfa lâzım geldiğine binaendir. Fetih. Az yukarıda Dürer'den naklen arzettik ki, tayin maksut bir ibadet olmadığı için, nezirle îfası lâzım gelmez
METİN
Muallâk nezir bunun hilâfınadır. Zira onu şart bulunmadan peşin yapmak caiz değildir. Nitekim yeminler bahsinde gelecektir. Bir hasta, "Allah için bir ay oruç boynuma borç olsun!" der de iyileşmeden ölürse, bir şey lâzım gelmez. Ama velev bir gün olsun iyileşir de, o gün oruç tutmazsa, sahih kavle göre bütün ayı vasiyet etmesi lâzım gelir. Nasıl ki sağlam bir kimse bunu nezreder de ay tamam olmadan ölürse, bilittifak bütün ayı vasiyet etmesi lâzım gelir. Nitekim Habbâziye'de beyan edilmiştir. Kaza bunun gibi değildir. Çünkü onun sebebi, başka günlere erişmektir.
İZAH
«Muallâk nezir bunun hilâfınadır.» Yani ister "yolcum gelirse" veya "hastam düzelirse" gibi olmasını dilediği bir şarta; isterse "zina edersem Allah için filân işi yapmak boynuma borç olsun" gibi dilemediği bir şarta tâlik etsin müsavidir. Lâkin birinci surette şart bulunursa, nezrini îfa etmesi lâzım gelir. ikincide mezhebe göre nezrini îfa ile, yemin kefâreti orasında muhayyer kalır. Çünkü o zâhirine bakarak nezir; mânâsına bakarak yemindir. Nitekim inşaallah yeminler bahsinde gelecektir.
«Şart bulunmadan peşin yapmak caiz değildir.» Çünkü şarta bağlı olan bir şey, hâlen yapmaya sebep olamaz. Usulü fıkıhta tekerrür ettiği vecihle o, şartı bulunduğu vakit sebep olur. Eğer peşin yapılması caiz olsa idi, sebebi bulunmazdan önce yapılmış olması lâzım gelirdi ki, bu sahih değildir. Bundan anlaşılır ki, peşin yapılmasına bakarak, muallâkta zaman bellidir; geciktirilmesi ise sahihtir; çünkü önceden sebebi mevcuttur. Keza yine bundan anlaşılır ki, muallâkta mekân, dirhem ve fakir taayyün etmez; zira tayin sadece sebebiyetingecikmesinde tesirlidir. Binaenaleyh peşin yapmak imkânsızdır. Mekân, dirhem ve fakir ise, asıl olan tayinsizlik üzerinde kalırlar. Zira tâlikin bunlardan hiçbirine tesiri yoktur. Onun için Şârih muallâk olanla olmayanın arasındaki muhalefetin vechini beyan ederken başkalarının yaptığı gibi "zina onu şart bulunmadan peşin yapmak caiz değildir." demekle yetinmiştir. Böylece geciktirmenin, mekan, dirhem ve fakiri - tâlik edilmeyende olduğu gibi -değiştirmenin sahih olduğunu ifade etmiştir. Galiba anlattığımız zuhur ettiği için, ulema bunu nâssan bildirmemişlerdir. Bu, anlatılana vâkıf olan bir kimse için, şüphe götürmeyen şeylerdendir.
«Sahih kavle göre. .» Ki bu kavil Şeyhayn'ındır. İmam Muhammed'e göre, ramazanın kazasında olduğu gibi, geçirdiği günler miktarınca vasiyet etmesi lâzımdır. Sirâc sahibi bunu izah ederek şöyle demiştir: «Bir kimse muayyen olmayarak bir ay oruç nezreder de sonra bir gün veya daha çok oruca kaadir olarak mukim olur ve oruç tutmazsa, Şeyhayn'a göre bütün ay için yiyecek verilmesini vasiyet etmesi lâzım gelir. Bunun vechi, Hâkim'in prensibine göre şudur: O kimsenin yetiştiği zaman nezir günlerinden her günün orucu için elverişlidir. Oruç tutmayınca, hepsine kaadirmiş gibi tutulur ve vasiyette bulunması vâcip olur. Tıpkı bir ay sağlam kalmış da oruç tutmamış gibi olur. Feteva'nın prensibine göre ise, nezir hâlen zimmette borçtur. Eda imkânı şart değildir. Hilâfın semeresi, yetiştiği günün orucunu tuttuğu vakit meydana çıkar. Birinciye göre, kalanı vasiyet etmesi vâcip değildir. İkinciye göre vâciptir. Keza bir kimse geceleyin nezreder de, o gece ölürse, birinciye göre başka günlere erişmediği için vâcip değildir. İkinciye göre hepsini vasiyet etmesi vâcip olur.» Kısaltılarak alınmıştır. Bedâyi sahibi ve başkaları Hâkim'in prensibini söylemekle yetinmişlerdir.
Sonra bilmelisin ki, bütün bu söylediklerimiz mutlak nezir hakkındadır. Muayyen nezre gelince: Yine Sirâc'da şöyle denilmektedir: «Bir kimse recep ayını oruçla geçireceğini nezreder de, sonra oruçsuz bir gün veya daha fazla durursa, oruç tutmadan öldüğü takdirde Kerhî'de şöyle denilmektedir: Recepten önce ölürse, bir şey lâzım gelmez. Ama bu yalnız İmam Muhammed'in kavlidir. Çünkü muayyen olan bir şey, vaktinden önce sebep olamaz. Şeyhayn'a göre ise, Hâkim'in prensibi üzere oruca kaadir olduğu günler miktarınca vasiyet eder. Çünkü nezir hâlen mülzim bir sebeptir. Şu kadar var ki, imkân bulması mutlaka lâzımdır. Fetevâ'nın prensibince, bütün ayı vasiyet eder. Çünkü nezir şartsız mülzimdir. Zira lüzum, eda hakkında kendini göstermezse, onun halefinde - ki doyurmaktır - kendini gösterir. Ama yetiştiği günlerde oruç tutarsa, yahut nezrinin arkacığından ölürse, birinciye göre hiçbir şey vasiyet etmesi gerekmez. İkinciye göre ise kalanı vasiyet etmesi gerekir. O kimse hasta iken recep ayı girer de, sonra meselâ bir gün iyileşir ve oruç tutmadan ölürse, bütün ayı vasiyet etmesi gerekir. İkinciye göre zâhirdir. Birinciye göre de öyledir. Çünkümuayyen olan ayın çıkması ve ondan sonra meselâ bir gün iyileşmesi ile ona mutlak bir ay oruç vâcip olur. O ayda tutmazsa, mutlak nezirde olduğu gibi bunda da bütün ayı vasiyet etmesi vâcip olur. Mutlak nezirde bir gün veya daha fazla kalırsa, oruç tutmaya gücü yettiği halde tutmadığı takdirde, bütün ayı vasiyet etmesi gerekirdi.» Kısaltılarak alınmıştır.
«Ay tamam olmadan ölürse...» Yani o ayda oruç tutmadı ise, bütün ayı vasiyet etmesi lâzım gelir. Burada başka kitapların ibareleri şöyledir: «Bir gün sonra ölür de, yetiştiğini tuttuğu ile kalırsa, acaba kalanı vasiyet etmesi lâzım gelir mi gelmez mi? Hastalık hakkında zikredilen iki prensibe göre olması gerekir.» Bahır'ın bazı nüshalarında "lâzımdır" diye açıklanmıştır. Lâkin Bahır'ın nüshaları bu sahifelerde pek değişik ve bozuktur.
«Kaza bunun gibi değildir.» Yani bir özürden dolayı ramazan orucunu tutamaz da, sonra başka günlere erişir ve orucunu tutmazsa, kalan günler miktarınca vasiyette bulunması sahih kavle göre bilittifak lâzım gelir. Tahâvî, hilâfın bu meselede olduğunu sanmıştır. H.
«Kaza böyle değildir» cümlesi, İmam Muhammed'in nezri kazaya kıyas etmesine cevaptır. Şöyle ki: Nezir yukarıda geçtiği haldeki gibi mülzim bir sebeptir. Kazanın sebebi ise başka günlere erişmektir. Bu bulunmamıştır. Binaenaleyh vasiyet ancak eriştiği günler miktarınca vâcip olur.
METİN
FER'Î MESELELER: Bir kimse "vallahi oruç tutarım" diye yemin etse, oruç tutması lâzım gelmez. Bilâkis tutarsa yemini bozulur. Nitekim yeminler bahsinde gelecektir.
Bir kimse recep ayını oruçlu geçirmeyi nezreder de, o hasta iken recep girerse, tutmaz da onu ramazan orucu gibi kaza eder. Yahut ebediyyen oruç tutmayı nezreder de, geçim derdi ile meşgul olduğu için zayıf düşerse, oruç tutmayıp kefaret verir. Nitekim geçti. Yahut "filânın geldiği gün" diye nezreder de; o kimse, bu yedikten veya zevalden yahut kadının hayzından sonra gelirse, İmam Ebû Yusuf'a göre kaza eder. İmam Muhammed buna muhaliftir. O kimse ramazanda gelirse, bilittifak kaza lâzım gelmez. Bu sözle yemini kastederse, sadece kefaret verir. Ancak niyet etmezden önce gelir de o da onun namına niyet ederse niyetle yemininde durmuş olur ve oruç ramazandan olur. Bir ay nezrederse, tam olarak lâzım gelir. "Ayın orucu" derse, kalanını; "bir cumanın orucu" derse, bir hafta lâzım gelir. Meğer ki o günü niyet etmiş olsun. Cumartesi günü sekiz günün orucunu nezrederse, iki cumartesi oruç tutar. "Yedi gün" derse, yedi cumartesi lâzım gelir. Fark şudur: ' Yedi günün içinde, cumartesi tekerrür etmez. Onun için sayıya hamledilir. Birincisi bunun hilâfınadır.
İZAH
«Bilâkis tutarsa yemini bozulur.» Çünkü müsbet fiil-i muzâri (Arapçada) ancak nûn'la te'kitli olarak yemin cevap olur. Te'kit bulunmadığı vakit, yokluğu takdir vâcip olur. H. Lâkin Şârihyeminler bahsinde Allâme Makdisî'den naklen, bunun dil değişmezden önce olduğunu söyleyecektir. Şimdi ise avam takımı, isbatla nefyin arasını ancak "lâ" "yok" edatının kullanılıp kullanılmaması ile ayırırlar. Yeminlerde bu Farsça ve diğer bir ıstılah kullanmak gibidir.
«Ramazan orucu gibi kaza eder.» Yani ister aralıksız, isterse aralıklı tutar. Dürer.
«Kefaret verir.» Yani fidye verir. "Nitekim" pîr-i fânî meselesinde "fitre gibi yiyecek fidye verir" diye geçmişti. "Veya zevâlden sonra" ifadesinden murad; günün yarısından sonra demek olduğu defalarca geçti.
«Ebû Yusuf'a göre kaza eder» Ben derim ki: Fetih'te de böyle denilmiştir. Lâkin Sirâc'da şu ifade vardır: "Filânın geldiği gün Allah için oruç tutmak ebediyyen boynuma borç olsun!" der de, o kimse bunun oruç tutmadığı günde gelirse, o günün orucu kendisine lâzım gelmez. Ona, gelecekteki her günün orucu lâzım gelir. Çünkü şart bulunduğunda, nezir sahibi cevabı söylemiş gibi olur. Binaenaleyh "Allah için bu günün orucu boynuma borç olsun" demiş gibi olur. Ama o gün bir şey yemiştir; kazası da lâzım gelmez. İmam Züfer "kazası lâzımdır" demiştir. Bahır'da hilâf zikretmeksizin bunun benzeri vardır. Fakat bu Söz, buradakine muhaliftir. Sirâc'ın "Ona gelecekteki her günün orucu lâzımdır" ifadesi, "ebediyyen boynuma borç olsun" cümlesine aittir.
«İmam Muhammed buna muhaliftir.» Nehir sahibi diyor ki: «Zevâlden sonra gelirse, İmam Muhammed "ona bir şey lâzım gelmez" demiştir. Diğerlerinden bu hususta rivayet yoktur. Serahsî, en münasibi ikisinin bir tutulması olduğunu söylemiştir.» Yani yedikten sonra gelmekle, zevâlden sonra gelmek birdir. demek istemiştir. Demek oluyor ki, şârih ikinci fer'î meselede, bu münasip görmeye göre hareket etmiştir. T.
«Ramazanda gelirse bilittifak kaza lâzım gelmez.» Çünkü nezrinin ramazan üzerine olduğu anlaşılmıştır. Ramazanı nezreden kimseye bir şey lâzım gelmez. H. Yani Sirâc'dan naklen arz ettiğimiz gibi, ramazana eriştiği vakit bir şey lâzım gelmez.
«Yemini kastederse sadece kefaret verir.» Ben derim ki: Bu sözün tutmak boynuma borç olsun" der de, bununla yemini kasteder, o kimse makbul bir günü yoktur. Gerçi onu izah için "Çünkü o kimse bu orucu ramazandan olmak üzere tutmuştur; yemini namına tutmamıştır." denilmişse de, bunun da makbul bir yönü yoktur. Çünkü üzerine yemin edilen şeyin yapılmasında niyet şart değildir. Ulema, o işi zorla yaptırılmakla, unutarak yapmasının bir olduğunu söylemişlerdir. Üzerine yemin edilen şey oruçtur; o da mevcuttur. Sonra anlaşıldı ki, Şârih'in ifadesinde, mânâyı bozacak derecede kısaltma vardır. O bu hususta Nehir sahibine uymuştur. Meselenin aslı Fetih'te ve diğer kitaplarda şöyledir:"Bir kimse '"Allah'a şükrolsun diye, filânın geldiği gün Allah için oruç de ramazanda gelirse, yemin kefaretivermesi lâzım gelir; kaza lâzım değildir. Çünkü yeminde durmanın şartı olan şükür niyeti ile oruç bulunmamıştır. Gelen kimse bu niyet etmeden gelir de, yemin sahibi bu sözle ramazandan olmamak üzere şükrü niyet ederse, niyeti ile yemininde durmuş olur ve tuttuğu oruç ramazan namına yeterli olur; kazası gerekmez.» Böylece sözünün kalan kısmı da anlaşılmış olur.
Belirsiz: "Bir ay oruç nezrederse tam olarak lâzım gelir." Bu oruca ne zaman isterse, sayı hesabı ile başlar. Hilâli görme hesabı ile başlamaz. Muayyen olan ay, hilâl hesabı ile tutulur Fethu'l-Kadîr'in itikaf bahsinde böyle denilmiştir. H.
«Ayın orucu derse» içinde bulunduğu ayın kalan günlerini tutması gerekir. Çünkü o aya yetişmekle ay belli olmuştur. Ama belirsiz bir ayı niyet ederse, niyet ettiği olur. Zira sözü bu ihtimali de taşır. Bunu Tecnis'ten naklen Fetih sahibi söylemiştir. Bu hususta evvelce söz geçmişti. "Meğer ki o günü niyet etmiş olsun" demek istiyor ki; bir hafta oruç lâzım gelmesi, haftanın günlerini niyet ettiği yâhut hiç niyeti olmadığı zamandır. Çünkü "cuma" sözünden, hem cuma günü, hem haftanın günleri kastedilebilir. Ancak "haftanın günleri" mânâsında daha çok kullanılır. Binaenaleyh mutlak söylendiğinde bu mânâya alınır. Tecnîs. Halebî diyor ki: « 'Cuma' sözünü belirli söylerse "seneyi" ve "ayı" sözlerine kıyasen, haftanın kalan günlerini de tutması gerekir. Çünkü haftanın başı pazar; sonu cumartesidir. Bakılsın!»
Ben derim ki: Bahır'da şöyle ifade edilmiştir: "Cumanın günlerinin orucu" derse, yedi gün oruç tutması lâzım gelir.
«Birinci bunun hilâfınadır.» Yani birincide cumartesi tekerrür eder ve söylediği sayıda bu tekrarlanan kastedilmiştir. Sanki "Bu sekiz günün içindeki cumartesiler" demiş gibidir ki, bunlar ikidir. Minâh sahibi şöyle diyor: "Âşikârdır ki bu, niyeti olmadığına göredir; niyeti bulunursa niyetlendiği şey lâzım gelir." T.
METİN
Bilmiş ol ki: Ekseriyetle avam tarafından ölülere yapılan nezir ve evliyâyı kirâma yakınlaşmak maksadı ile onların kabirlerine alınan paralar, mum ve zeytin yağı gibi şeyler, bilicma bâtıl ve bunları insanların fakirlerine vermeyi kast etmedikçe haramdır. İnsanlar fauna müptelâdır. Bahusus bu devirlerde bu çok yapılmaktadır. Allâme Kâsım bunu Dürerü'l-Bihâr Şerhi'nde uzun uzadıya izah etmiştir. Gerçekten İmam Muhammed, "Avam takımı benim kölelerim olsa, onları âzad eder; velâ hakkımı da ıskat ederdim! Çünkü onlar doğru yolda değillerdir. Bunlarla bütün Müslümanlar ayıplanmaktadır." demiştir.
İZAH
«Evliyây-ı kirâma yakınlaşmak maksadı ile.» "Ey seyyid filân! Eğer hastam düzelir veya kaybım elime geçer yahut hacetim görülürse, sana şu kadar altın veya gümüş, yahut yiyecekveya mum ve zeytin yağı adadım!" gibi sözler, bil ittifak bâtıldır. Bahır'da böyle denilmiştir. Bunlar birçok sebeplerden "bâtıl" ve "haram"dır. Şöyle ki:
1) Bu iş mahlûka nezirdir. Mahlûka nezir caiz değildir. Çünkü nezir ibadettir; mahlûka ibadet yapılmaz.
2) Kendisine nezir yapılan kimse ölüdür. Ölü hiçbir şeye mâlik olamaz.
3) Bu işi yapan kimse, ölünün tasarrufta bulunduğunu zannederse, bu îtikadî küfürdür. Meğer ki, « "Allah'ım! Eğer hastama şifa verir veya kaybımı bana iade eder yahut hacetimi bitirirsen, Seyyide Nefîse türbesinin veya İmam Şâfiî'nin yahut İmam Leys'in türbelerinin kapılarında bekleyen fakirlere giyecek vermeyi veya mescitlerine hasır, yakmak için zeytin yağı satın almayı yahut hizmetlerinde bulunan kayyımlara para vermeyi nezrettim!" gibi, faydası fakirlere, nezri Allah'a ait sözler söyleye. Bu takdirde orada yatan zâtın adı, nezrin onun zâviye veya mescidinde yaşayan hak sahibi fakirlere verilmesine vesile olması itibarı ile zikredilmiş olur ki, bu itibarla caizdir. Bu mal fakir olmadıkça, âlim, soy-sop sahibi, şerefli ve zengin kimselere verilemez. Mahlûka nezir bilicma haram olduğu için, şeriatta zenginlere verilmesinin cevazı sabit olmamıştır. Böyle bir nezir münakit olmaz; yapılırsa zimmeti meşgul etmez ve çünkü bu haram hattâ pisliktir. Yatırın hizmetçisine bile onu almak caiz değildir. Meğer ki fakir ola; yahut fakir ve aciz hane halkı buluna! Böyleleri onu yeni bir sadaka yolu ile alabilirler. Nezreden kimse, Allah Teâlâ'ya yakınlığı ve fakirlere verilmesini kastetmedikçe, yatıra nezri aklından çıkarmadıkça, onu almak da mekruhtur.» Bu satırlar kısaltılarak Allâme Kâsım'ın şerhinden alınmıştır. Bahır.
«Fakirlerine vermeyi kast etmedikçe...» Yani nezrin sîgası Allah Teâlâ'ya yakınlık için; yatırın isminden murad'da, etrafındaki fakirler olmadıkça haramdır. Şüphesiz ki, başka fakirlere de verebilir. Nitekim yukarıda geçti. Nezredilen şey mutlaka para ve benzeri gibi adaması caiz olan şeylerden olmalıdır. Yatırın üzerindeki kandilde veya minarede yakılmak için yağ adamak bâtıldır. Nitekim kadınlar Seyyid Abdülkaadir'e yağ adarlar da, minarenin doğu tarafına yakılır. Bundan daha çirkin olmak üzere, minarelerde mevlit okutmayı nezrederler. Halbuki bu mevlidde şarkı ve oyun gibi şeyler de vardır. Sonra bunun sevabını Peygamber (s.a.v.)'e hediye de ederler!..
«Bâhusus bu devirlerde» hele de Seyyid Ahmed Bedevî'nin mevlidinde çok yapılmaktadır. Nehir.
«Gerçekten İmam Muhammed...» Nehir'de bu bâbda manzum olarak şöyle denilmiştir: "Akıl sahiplerine gizli değildir ki" "Hz. İmamın bu sözden maksadı" "ancak avam takımını zemmetmek" ve hangi vecihle olursa olsun kendisine nispet olunmalarından uzak kalmaktır." "Velev ki sabit olan velâyı ıskat sureti ile olsun!" "Bu onların cehlinden dolayıdır," "Bir de birçok hükümleri değiştirmelerinden" "ve bâtılla haramla ibadet yapmalarındandır." "Binaenaleyh onlar hayvanlar gibidir. Seçkinler onlar sebebi ile ayıplanır." "Büyükler onların kötülüklerinden teberrî ederler." "Nitekim Peygamberân-ı kiramın âdetleri de budur." "Onlar yakınlarının uzaklarının" "Allah Teâlâ'ya muhalefetleri yüzünden teberrî ederler!" "Bu söylediğimizi anlayıver; vesselâm!"

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...