Şevvâlin Altı Gün
Orucu
METİN
Şevvalin altı gün
orucunu aralıklı tutmak menduptur. Ama muhtar kavle göre peş peşe tutmak da
mekruh değildir. İmam Ebû Yusuf buna muhaliftir. Hâvî. Mekruh olan aralıksız
oruç, bayram günü oruç tutup, ondan sonra beş gün daha eklemektir. Bayram günü
oruç tutmazsa mekruh olmaz. Bilâkis müstehap ve sünnet olur. İbn-i Kemâl.
Bir kimse muayyen
olmayan bir ay, aralıksız oruç tutmayı nezir eder de bir gün bırakırsa, velev
yasak günlerden olsun, yeniden başlar. Çünkü "aralıksız" vasfını ihlâl etmiştir.
Halbuki bir ayda yasak günler de yoktur. Sene bunun hilâfınadır.
İZAH
Şevvâl orucunu
nezir meseleleri arasında zikretmek münasip değildir. Musannıf burada Dürer
sahibine tâbi olmuştur.
«Muhtar kavle göre»
aralıksız tutmak da mekruh değildir. Hidâye sahibi Tecnîs adlı eserinde şunları
söylemiştir: «Fitre bayramından sonra, altı gün aralıksız oruç tutmayı, ulemadan
bazıları mekruh saymıştır. Muhtar kavle göre bunda bir beis yoktur. Çünkü
kerahet, bu orucu ramazandan saymasından emin olunamadığı içindir; böylece
Hıristiyanlara benzemiş olur. Ama şimdi bu manâ kalmamıştır.» Ebulleys'in
Kitâbü'n-Nevâzil'inde Husâmü'ş-şehid'in Vâkıat'ında Muhît-i Burhânî'de ve
Zahîre'de de buna benzer sözler vardır. Gâye'de Hasan b. Ziyâd'ın bu oruçta bir
beis görmediği ve «Ramazanla bu günleri ayırmak için bayram günü kâfidir.»
dediği rivayet olunmuştur. Yine aynı eserde kaydedildiğine göre, müteehhirîn
ulemanın ekserisi bunda bir beis görmemiş; yalnız aralıklı mı, yoksa aralıksız
mı tutulmasının efdal olduğu hususunda ihtilâf etmişlerdir. Hakâyık adlı eserde
beyan olunduğuna göre bu orucu bayram gününe bitişik olarak tutmak İmam Mâlik'e
göre mekruhtur, Bize göre mekruh değildir; velev ki ulemamız efdal hakkında
ihtilâf etmiş olsunlar. Bir rivayete göre Ebû Yusuf onun aralıksız tutulmasını
mekruh görmüştür. Fakat muhtar olan kavle göre bunda bir beis yoktur. Vâfî, Kâfî
ve Musaffâ'da "Mâlik'e göre mekruhtur; bize göre mekruh değildir."
denilmektedir. Tamamı Allâme Kâsım'ın "Tahrî-ru'l-akvâl fi savmi's-sitti min
şevvâl" adlı risalesindedir. Bu risalede Nebbanî'nin manzumesinde ve onun
şerhindeki kerahetin mutlak olarak Ebû Hanife'ye nisbeti meselesini reddetmiş;
esah olan bunun usul denilen ana kitaplarda rivayet olunmaması bulunduğunu;
Nebbânî'nin daha önce kimse tarafından sahihlenmemiş zayıf bir kavli
sahihlediğini; delilsiz yalancı bir dava ile çok sevaplı bir ibadeti kaldırmayı
kastettiğini söylemiş; sonra mezhebimizin kitaplarından birçok ibareler
nakletmiştir. Ona müracaat et! Ve anla!
«Mekruh olan
aralıksız oruç..» ifadesi, Bedâyi sahibinindir' ve bu söz Ebû Yusuf'tan rivayet
olunanı, Hakâyık sahibinin anladığının hilâfına tevildir. Nitekim Allâme
Kâsım'ın risalesindede böyle denilmiştir. Lâkin yukarıda Hasan b. Ziyâd'dan
naklettiğimiz sözde Ebû Yusuf'a göre mekruh olanın, aralıksız tutulan olduğuna
işaret vardır; velev ki bayram günü ile ayrılmış olsun. Bu, Hakâyık sahibinin
anladığını te'yîd etmektedir.
«Bir ay aralıksız
oruç...» Bu orucun sayı hesabı ile tutulması lâzımdır. Ay hesabı ile tutulamaz.
Muayyen ay ise, hilâle göre hesap edilir. Nitekim Fetih ve emsalinden naklen
ileride gelecektir. T.
«Aralıksız oruç
tutmayı...» sözü ile Musannıf, aralıksız tutmanın bunu açık söylediği zaman
lâzım geleceğini ifade etmiştir. Niyet ederse hüküm yine budur. Fakat açık
söylemez; niyet de etmezse muhayyerdir. Dilerse aralıksız, dilerse aralıklı
tutar. "Ay" mutlak zikredilirse hüküm budur. Muayyen bir ay yahut muayyen birkaç
gün nezrederse, aralıksız tutması lâzım gelir. Velev ki söylemesin. Sirâc.
Bahır'da şöyle denilmiştir: «Bir kimse aralıksız oruç tutmayı nezreder de,
aralıklı tutarsa caiz olmaz; fakat bunun aksi caizdir.» Minah'ta da şöyle bir
ifade vardır: «Bir kimse, "Allah için ramazan orucu gibî bir oruç boynuma borç
olsun!" derse, vücup hususunda onun gibi olmasını kast ettiği takdirde, aralıklı
tutabilir. Aralıksız olmakta kast ettiği takdirde, aralıksız tutması gerekir.
Hiçbir kastı yoksa aralıklı tutabilir.» T.
«Bir ayda yasak
günler de yoktur.» Bu cümle bir itirazın cevabıdır. İtiraz şudur: Tuttuğu gün
yasak günlerden olsa idi, vâcip olması için orucu bozmuş olması zaruri idi.
Binaenaleyh yeniden başlamaması,arkacığından kaza etmesi gerekirdi. Nitekim
seneyi belirsiz söyleyip, aralıksız tutmayı şart koşsa, böyle yapacağı yukarıda
geçmişti. Cevap: Aralıksız oruç tutulacak sene, yasak günlerden hâli değildir.
Ay bunun hilâfınadır. Sirâc'ın şu ifadesi bu izaha göredir: "Bir kadının temiz
olduğu günler bir ay veya daha çok ise, temizlik günlerinin başında oruç tutar.
O günlerin ortasında tutar da hayzını görürse yeniden başlar. Hayzı bir aydan
azsa, hayız günlerini aralıksız kaza eder."
METİN
Hepsi vaktin
dışında olmasın diye, muayyen bir ay nezirde yeniden başlamaz. Muallâk olmayan
itikaf, hacc, namaz, oruç ve saire nezri muayyen bile olsa bir zamana, mekâna,
dirheme ve fakire mahsus olmaz. "Cuma günü Mekke'de şu dirhemi filân fakire
tasadduk edeceğim" 'diye nezredip aksini yapsa caiz olur. Keza ondan önce peşin
verse caizdir. İtikaf veya oruç için bir ay tayin eder de, ondan önce yaparsa
sahih olur. Keza "filân sene haccedeceğim" diye nezreder de, ondan bir sene
evvel haccederse, sahih olur. Yahut "filân gün bir namaz kılacağım" diye
nezreder de o günden evvel kılarsa caizdir. Çünkü bu vücubun sebebi olan nezir
bulunduktan sonra peşin kılmaktır. Şu halde tayin hükümsüz kalır.
Şurunbulâliyye. Bu bellenmelidir.
İZAH
«Hepsi vaktin
dışında olmasın diye.» Çünkü bu, görüleceği gibi tayinle muayyen olmazsa da,
vaktinden sonra yapılması kaza olur. Onun için yukarıda geçtiği gibi, bunda
niyeti geceden yapmak şarttır. Eda kazadan hayırlıdır. Sonra Şârih'in "hepsi"
diye kayıtlaması, Tahtâvî'nin dediği gibi, ayın son günü oruç tutmadığı zaman
anlaşılır. Ama ayın meselâ onuncu günü oruç tutmazsa, zâhir değildir. Çünkü
oruca ayın on birinden itibaren yeniden başlar da bir ayı tamamlarsa, orucun bir
kısmını vaktinde, bir kısmını da vaktin dışında tutmak lâzım gelir.
«Muayyen bile
olsa...» Yani aşağıda zikredilen zaman, mekân, dirhem ve fakir muayyen bile
olsa, hiçbirine mahsus olmaz. Muayyen olmayanın mahsus olmayacağı ise
evleviyette kalır. Nitekim mutlak olarak belirsiz bir dirhem nezretse, hiçbir
şeye mahsus olmaz.
«Aksini yapsa...»
Yani bazısında veya hepsinde söylediğine muhalefet etse; meselâ cumadan başka
bir gün, başka bir beldede, başka bir dirhemi, başka bir şahsa verse caiz olur.
Çünkü nezrin mânâsına giren tayin değil, tasaddukun aslı olan ibadettir.
Binaenaleyh tayin batıl olup ibadet lazım gelir. Nitekim Dürer'de beyan
edilmiştir.. Mi'râc'da şöyle denilmiştir: «Bir kimse yarın oruç tutmayı nezreder
de, ertesi güne bırakırsa, caiz olur ve günahkâr olmaması gerekir. Nasıl ki
şimdi bir dirhem tasadduk etmeyi adar da sonra verirse günahkâr sayılmaz.»
T E M B İ H :
Allâme İbn-i Nüceym, risalesinde sadaka adayan hakkında şunları söylemiştir:
«Hâniyye'de beyan olunduğuna göre, bir kimse muayyen birkaç dirhemi tasadduk
için adasa da bu dirhemler helâk olsalar nezir sâkıt olur. Bu gösterir ki,
ulemanın "dinar ve dirhemin tayini hükümsüzdür" sözü mutlak olarak kabul
edilemez ki, bu mesele müstesnadır diyelim. Çünkü mutlak olarak hükümsüz
bırakırsak, vâcip o kimsenin zimmetinde kalır. Muayyen nesne helâk olduğunda,
vâcip zimmetinden düşmez. Fukahânın "fakirin tayinini de hükümsüz bırakıyoruz!"
sözleri de mutlak olarak kabul edilemez. Zira Bedâyi'de beyan edildiğine göre
bir kimse "şu fakiri doyurmak Allah için boynuma borç olsun!" deyip adını
söylese, fakat yiyeceği tayin etmese, onu o fakire vermesi icabeder. Çünkü
adadığı şeyi tayin etmeyince, fakirin tayini maksut olur ve başkasına vermesi
caiz olamaz.»
Şu da var:
Hamevî'de İmâdiyye'den naklen deniliyor ki: «Bir adama emrederek, "şu malı
Kûfe'nin fakirlerine tasadduk et" der de, o adam Basra'nın fakirlerine verirse
caiz olmaz; öder. Müntekâ'da beyan edildiğine göre, bir kimse "Kûfe'nin
fakirlerine şu kadar para verilecek" diye vasiyyet eder de, vasî Basra'nın
fakirlerine verirse, Ebû Yusuf'a göre caiz olur. İmam Muhammed, "vasî öder"
demiştir.»
Ben derim ki: Bunun
vechi şudur: Vekil âmirine muhalefet ederse öder. Ama vasî asıl veyavekil
yerinde midir? Düşün!
«Önce yaparsa sahih
olur» imam Muhammed'le Züfer buna muhaliftir. Ancak İmam Muhammed, önce yapmayı
mutlak olarak caiz görmez. Züfer ise, önceki zaman faziletçe daha noksan olursa
caiz görmemiştir. Nitekim Fetih'te beyan edilmiştir.
FER'İ Bİ'R MESELE:
Bir kimse recep ayını oruçla geçirmeyi nezreder de, ondan önce yirmi dokuz gün
oruç tutarsa, recep yirmi dokuz çektiği takdirde kaza lâzım gelmemesi gerekir.
Esah olan budur. Nitekim Sirâc'da beyan edilmiştir. Ama recep otuz çekerse, bir
gün kaza eder.
«Evvel kılarsa
caizdir.» Nasıl ki zekâtta da caizdir. İmam Muhammed'le Züfer buna muhaliftir.
Fetih.
«Tayin hükümsüz
kalır.» Bu sadece taat olan nezri îfa lâzım geldiğine binaendir. Fetih. Az
yukarıda Dürer'den naklen arzettik ki, tayin maksut bir ibadet olmadığı için,
nezirle îfası lâzım gelmez
METİN
Muallâk nezir bunun
hilâfınadır. Zira onu şart bulunmadan peşin yapmak caiz değildir. Nitekim
yeminler bahsinde gelecektir. Bir hasta, "Allah için bir ay oruç boynuma borç
olsun!" der de iyileşmeden ölürse, bir şey lâzım gelmez. Ama velev bir gün olsun
iyileşir de, o gün oruç tutmazsa, sahih kavle göre bütün ayı vasiyet etmesi
lâzım gelir. Nasıl ki sağlam bir kimse bunu nezreder de ay tamam olmadan ölürse,
bilittifak bütün ayı vasiyet etmesi lâzım gelir. Nitekim Habbâziye'de beyan
edilmiştir. Kaza bunun gibi değildir. Çünkü onun sebebi, başka günlere
erişmektir.
İZAH
«Muallâk nezir
bunun hilâfınadır.» Yani ister "yolcum gelirse" veya "hastam düzelirse" gibi
olmasını dilediği bir şarta; isterse "zina edersem Allah için filân işi yapmak
boynuma borç olsun" gibi dilemediği bir şarta tâlik etsin müsavidir. Lâkin
birinci surette şart bulunursa, nezrini îfa etmesi lâzım gelir. ikincide mezhebe
göre nezrini îfa ile, yemin kefâreti orasında muhayyer kalır. Çünkü o zâhirine
bakarak nezir; mânâsına bakarak yemindir. Nitekim inşaallah yeminler bahsinde
gelecektir.
«Şart bulunmadan
peşin yapmak caiz değildir.» Çünkü şarta bağlı olan bir şey, hâlen yapmaya sebep
olamaz. Usulü fıkıhta tekerrür ettiği vecihle o, şartı bulunduğu vakit sebep
olur. Eğer peşin yapılması caiz olsa idi, sebebi bulunmazdan önce yapılmış
olması lâzım gelirdi ki, bu sahih değildir. Bundan anlaşılır ki, peşin
yapılmasına bakarak, muallâkta zaman bellidir; geciktirilmesi ise sahihtir;
çünkü önceden sebebi mevcuttur. Keza yine bundan anlaşılır ki, muallâkta mekân,
dirhem ve fakir taayyün etmez; zira tayin sadece sebebiyetingecikmesinde
tesirlidir. Binaenaleyh peşin yapmak imkânsızdır. Mekân, dirhem ve fakir ise,
asıl olan tayinsizlik üzerinde kalırlar. Zira tâlikin bunlardan hiçbirine tesiri
yoktur. Onun için Şârih muallâk olanla olmayanın arasındaki muhalefetin vechini
beyan ederken başkalarının yaptığı gibi "zina onu şart bulunmadan peşin yapmak
caiz değildir." demekle yetinmiştir. Böylece geciktirmenin, mekan, dirhem ve
fakiri - tâlik edilmeyende olduğu gibi -değiştirmenin sahih olduğunu ifade
etmiştir. Galiba anlattığımız zuhur ettiği için, ulema bunu nâssan
bildirmemişlerdir. Bu, anlatılana vâkıf olan bir kimse için, şüphe götürmeyen
şeylerdendir.
«Sahih kavle göre.
.» Ki bu kavil Şeyhayn'ındır. İmam Muhammed'e göre, ramazanın kazasında olduğu
gibi, geçirdiği günler miktarınca vasiyet etmesi lâzımdır. Sirâc sahibi bunu
izah ederek şöyle demiştir: «Bir kimse muayyen olmayarak bir ay oruç nezreder de
sonra bir gün veya daha çok oruca kaadir olarak mukim olur ve oruç tutmazsa,
Şeyhayn'a göre bütün ay için yiyecek verilmesini vasiyet etmesi lâzım gelir.
Bunun vechi, Hâkim'in prensibine göre şudur: O kimsenin yetiştiği zaman nezir
günlerinden her günün orucu için elverişlidir. Oruç tutmayınca, hepsine
kaadirmiş gibi tutulur ve vasiyette bulunması vâcip olur. Tıpkı bir ay sağlam
kalmış da oruç tutmamış gibi olur. Feteva'nın prensibine göre ise, nezir hâlen
zimmette borçtur. Eda imkânı şart değildir. Hilâfın semeresi, yetiştiği günün
orucunu tuttuğu vakit meydana çıkar. Birinciye göre, kalanı vasiyet etmesi vâcip
değildir. İkinciye göre vâciptir. Keza bir kimse geceleyin nezreder de, o gece
ölürse, birinciye göre başka günlere erişmediği için vâcip değildir. İkinciye
göre hepsini vasiyet etmesi vâcip olur.» Kısaltılarak alınmıştır. Bedâyi sahibi
ve başkaları Hâkim'in prensibini söylemekle yetinmişlerdir.
Sonra bilmelisin
ki, bütün bu söylediklerimiz mutlak nezir hakkındadır. Muayyen nezre gelince:
Yine Sirâc'da şöyle denilmektedir: «Bir kimse recep ayını oruçla geçireceğini
nezreder de, sonra oruçsuz bir gün veya daha fazla durursa, oruç tutmadan öldüğü
takdirde Kerhî'de şöyle denilmektedir: Recepten önce ölürse, bir şey lâzım
gelmez. Ama bu yalnız İmam Muhammed'in kavlidir. Çünkü muayyen olan bir şey,
vaktinden önce sebep olamaz. Şeyhayn'a göre ise, Hâkim'in prensibi üzere oruca
kaadir olduğu günler miktarınca vasiyet eder. Çünkü nezir hâlen mülzim bir
sebeptir. Şu kadar var ki, imkân bulması mutlaka lâzımdır. Fetevâ'nın
prensibince, bütün ayı vasiyet eder. Çünkü nezir şartsız mülzimdir. Zira lüzum,
eda hakkında kendini göstermezse, onun halefinde - ki doyurmaktır - kendini
gösterir. Ama yetiştiği günlerde oruç tutarsa, yahut nezrinin arkacığından
ölürse, birinciye göre hiçbir şey vasiyet etmesi gerekmez. İkinciye göre ise
kalanı vasiyet etmesi gerekir. O kimse hasta iken recep ayı girer de, sonra
meselâ bir gün iyileşir ve oruç tutmadan ölürse, bütün ayı vasiyet etmesi
gerekir. İkinciye göre zâhirdir. Birinciye göre de öyledir. Çünkümuayyen olan
ayın çıkması ve ondan sonra meselâ bir gün iyileşmesi ile ona mutlak bir ay oruç
vâcip olur. O ayda tutmazsa, mutlak nezirde olduğu gibi bunda da bütün ayı
vasiyet etmesi vâcip olur. Mutlak nezirde bir gün veya daha fazla kalırsa, oruç
tutmaya gücü yettiği halde tutmadığı takdirde, bütün ayı vasiyet etmesi
gerekirdi.» Kısaltılarak alınmıştır.
«Ay tamam olmadan
ölürse...» Yani o ayda oruç tutmadı ise, bütün ayı vasiyet etmesi lâzım gelir.
Burada başka kitapların ibareleri şöyledir: «Bir gün sonra ölür de, yetiştiğini
tuttuğu ile kalırsa, acaba kalanı vasiyet etmesi lâzım gelir mi gelmez mi?
Hastalık hakkında zikredilen iki prensibe göre olması gerekir.» Bahır'ın bazı
nüshalarında "lâzımdır" diye açıklanmıştır. Lâkin Bahır'ın nüshaları bu
sahifelerde pek değişik ve bozuktur.
«Kaza bunun gibi
değildir.» Yani bir özürden dolayı ramazan orucunu tutamaz da, sonra başka
günlere erişir ve orucunu tutmazsa, kalan günler miktarınca vasiyette bulunması
sahih kavle göre bilittifak lâzım gelir. Tahâvî, hilâfın bu meselede olduğunu
sanmıştır. H.
«Kaza böyle
değildir» cümlesi, İmam Muhammed'in nezri kazaya kıyas etmesine cevaptır. Şöyle
ki: Nezir yukarıda geçtiği haldeki gibi mülzim bir sebeptir. Kazanın sebebi ise
başka günlere erişmektir. Bu bulunmamıştır. Binaenaleyh vasiyet ancak eriştiği
günler miktarınca vâcip olur.
METİN
FER'Î MESELELER:
Bir kimse "vallahi oruç tutarım" diye yemin etse, oruç tutması lâzım gelmez.
Bilâkis tutarsa yemini bozulur. Nitekim yeminler bahsinde gelecektir.
Bir kimse recep
ayını oruçlu geçirmeyi nezreder de, o hasta iken recep girerse, tutmaz da onu
ramazan orucu gibi kaza eder. Yahut ebediyyen oruç tutmayı nezreder de, geçim
derdi ile meşgul olduğu için zayıf düşerse, oruç tutmayıp kefaret verir. Nitekim
geçti. Yahut "filânın geldiği gün" diye nezreder de; o kimse, bu yedikten veya
zevalden yahut kadının hayzından sonra gelirse, İmam Ebû Yusuf'a göre kaza eder.
İmam Muhammed buna muhaliftir. O kimse ramazanda gelirse, bilittifak kaza lâzım
gelmez. Bu sözle yemini kastederse, sadece kefaret verir. Ancak niyet etmezden
önce gelir de o da onun namına niyet ederse niyetle yemininde durmuş olur ve
oruç ramazandan olur. Bir ay nezrederse, tam olarak lâzım gelir. "Ayın orucu"
derse, kalanını; "bir cumanın orucu" derse, bir hafta lâzım gelir. Meğer ki o
günü niyet etmiş olsun. Cumartesi günü sekiz günün orucunu nezrederse, iki
cumartesi oruç tutar. "Yedi gün" derse, yedi cumartesi lâzım gelir. Fark şudur:
' Yedi günün içinde, cumartesi tekerrür etmez. Onun için sayıya hamledilir.
Birincisi bunun hilâfınadır.
İZAH
«Bilâkis tutarsa
yemini bozulur.» Çünkü müsbet fiil-i muzâri (Arapçada) ancak nûn'la te'kitli
olarak yemin cevap olur. Te'kit bulunmadığı vakit, yokluğu takdir vâcip olur. H.
Lâkin Şârihyeminler bahsinde Allâme Makdisî'den naklen, bunun dil değişmezden
önce olduğunu söyleyecektir. Şimdi ise avam takımı, isbatla nefyin arasını ancak
"lâ" "yok" edatının kullanılıp kullanılmaması ile ayırırlar. Yeminlerde bu
Farsça ve diğer bir ıstılah kullanmak gibidir.
«Ramazan orucu gibi
kaza eder.» Yani ister aralıksız, isterse aralıklı tutar. Dürer.
«Kefaret verir.»
Yani fidye verir. "Nitekim" pîr-i fânî meselesinde "fitre gibi yiyecek fidye
verir" diye geçmişti. "Veya zevâlden sonra" ifadesinden murad; günün yarısından
sonra demek olduğu defalarca geçti.
«Ebû Yusuf'a göre
kaza eder» Ben derim ki: Fetih'te de böyle denilmiştir. Lâkin Sirâc'da şu ifade
vardır: "Filânın geldiği gün Allah için oruç tutmak ebediyyen boynuma borç
olsun!" der de, o kimse bunun oruç tutmadığı günde gelirse, o günün orucu
kendisine lâzım gelmez. Ona, gelecekteki her günün orucu lâzım gelir. Çünkü şart
bulunduğunda, nezir sahibi cevabı söylemiş gibi olur. Binaenaleyh "Allah için bu
günün orucu boynuma borç olsun" demiş gibi olur. Ama o gün bir şey yemiştir;
kazası da lâzım gelmez. İmam Züfer "kazası lâzımdır" demiştir. Bahır'da hilâf
zikretmeksizin bunun benzeri vardır. Fakat bu Söz, buradakine muhaliftir.
Sirâc'ın "Ona gelecekteki her günün orucu lâzımdır" ifadesi, "ebediyyen boynuma
borç olsun" cümlesine aittir.
«İmam Muhammed buna
muhaliftir.» Nehir sahibi diyor ki: «Zevâlden sonra gelirse, İmam Muhammed "ona
bir şey lâzım gelmez" demiştir. Diğerlerinden bu hususta rivayet yoktur.
Serahsî, en münasibi ikisinin bir tutulması olduğunu söylemiştir.» Yani yedikten
sonra gelmekle, zevâlden sonra gelmek birdir. demek istemiştir. Demek oluyor ki,
şârih ikinci fer'î meselede, bu münasip görmeye göre hareket etmiştir. T.
«Ramazanda gelirse
bilittifak kaza lâzım gelmez.» Çünkü nezrinin ramazan üzerine olduğu
anlaşılmıştır. Ramazanı nezreden kimseye bir şey lâzım gelmez. H. Yani Sirâc'dan
naklen arz ettiğimiz gibi, ramazana eriştiği vakit bir şey lâzım gelmez.
«Yemini kastederse
sadece kefaret verir.» Ben derim ki: Bu sözün tutmak boynuma borç olsun" der de,
bununla yemini kasteder, o kimse makbul bir günü yoktur. Gerçi onu izah için
"Çünkü o kimse bu orucu ramazandan olmak üzere tutmuştur; yemini namına
tutmamıştır." denilmişse de, bunun da makbul bir yönü yoktur. Çünkü üzerine
yemin edilen şeyin yapılmasında niyet şart değildir. Ulema, o işi zorla
yaptırılmakla, unutarak yapmasının bir olduğunu söylemişlerdir. Üzerine yemin
edilen şey oruçtur; o da mevcuttur. Sonra anlaşıldı ki, Şârih'in ifadesinde,
mânâyı bozacak derecede kısaltma vardır. O bu hususta Nehir sahibine uymuştur.
Meselenin aslı Fetih'te ve diğer kitaplarda şöyledir:"Bir kimse '"Allah'a
şükrolsun diye, filânın geldiği gün Allah için oruç de ramazanda gelirse, yemin
kefaretivermesi lâzım gelir; kaza lâzım değildir. Çünkü yeminde durmanın şartı
olan şükür niyeti ile oruç bulunmamıştır. Gelen kimse bu niyet etmeden gelir de,
yemin sahibi bu sözle ramazandan olmamak üzere şükrü niyet ederse, niyeti ile
yemininde durmuş olur ve tuttuğu oruç ramazan namına yeterli olur; kazası
gerekmez.» Böylece sözünün kalan kısmı da anlaşılmış olur.
Belirsiz: "Bir ay
oruç nezrederse tam olarak lâzım gelir." Bu oruca ne zaman isterse, sayı hesabı
ile başlar. Hilâli görme hesabı ile başlamaz. Muayyen olan ay, hilâl hesabı ile
tutulur Fethu'l-Kadîr'in itikaf bahsinde böyle denilmiştir. H.
«Ayın orucu derse»
içinde bulunduğu ayın kalan günlerini tutması gerekir. Çünkü o aya yetişmekle ay
belli olmuştur. Ama belirsiz bir ayı niyet ederse, niyet ettiği olur. Zira sözü
bu ihtimali de taşır. Bunu Tecnis'ten naklen Fetih sahibi söylemiştir. Bu
hususta evvelce söz geçmişti. "Meğer ki o günü niyet etmiş olsun" demek istiyor
ki; bir hafta oruç lâzım gelmesi, haftanın günlerini niyet ettiği yâhut hiç
niyeti olmadığı zamandır. Çünkü "cuma" sözünden, hem cuma günü, hem haftanın
günleri kastedilebilir. Ancak "haftanın günleri" mânâsında daha çok kullanılır.
Binaenaleyh mutlak söylendiğinde bu mânâya alınır. Tecnîs. Halebî diyor ki: «
'Cuma' sözünü belirli söylerse "seneyi" ve "ayı" sözlerine kıyasen, haftanın
kalan günlerini de tutması gerekir. Çünkü haftanın başı pazar; sonu
cumartesidir. Bakılsın!»
Ben derim ki:
Bahır'da şöyle ifade edilmiştir: "Cumanın günlerinin orucu" derse, yedi gün oruç
tutması lâzım gelir.
«Birinci bunun
hilâfınadır.» Yani birincide cumartesi tekerrür eder ve söylediği sayıda bu
tekrarlanan kastedilmiştir. Sanki "Bu sekiz günün içindeki cumartesiler" demiş
gibidir ki, bunlar ikidir. Minâh sahibi şöyle diyor: "Âşikârdır ki bu, niyeti
olmadığına göredir; niyeti bulunursa niyetlendiği şey lâzım gelir." T.
METİN
Bilmiş ol ki:
Ekseriyetle avam tarafından ölülere yapılan nezir ve evliyâyı kirâma yakınlaşmak
maksadı ile onların kabirlerine alınan paralar, mum ve zeytin yağı gibi şeyler,
bilicma bâtıl ve bunları insanların fakirlerine vermeyi kast etmedikçe haramdır.
İnsanlar fauna müptelâdır. Bahusus bu devirlerde bu çok yapılmaktadır. Allâme
Kâsım bunu Dürerü'l-Bihâr Şerhi'nde uzun uzadıya izah etmiştir. Gerçekten İmam
Muhammed, "Avam takımı benim kölelerim olsa, onları âzad eder; velâ hakkımı da
ıskat ederdim! Çünkü onlar doğru yolda değillerdir. Bunlarla bütün Müslümanlar
ayıplanmaktadır." demiştir.
İZAH
«Evliyây-ı kirâma
yakınlaşmak maksadı ile.» "Ey seyyid filân! Eğer hastam düzelir veya kaybım
elime geçer yahut hacetim görülürse, sana şu kadar altın veya gümüş, yahut
yiyecekveya mum ve zeytin yağı adadım!" gibi sözler, bil ittifak bâtıldır.
Bahır'da böyle denilmiştir. Bunlar birçok sebeplerden "bâtıl" ve "haram"dır.
Şöyle ki:
1) Bu iş mahlûka
nezirdir. Mahlûka nezir caiz değildir. Çünkü nezir ibadettir; mahlûka ibadet
yapılmaz.
2) Kendisine nezir
yapılan kimse ölüdür. Ölü hiçbir şeye mâlik olamaz.
3) Bu işi yapan
kimse, ölünün tasarrufta bulunduğunu zannederse, bu îtikadî küfürdür. Meğer ki,
« "Allah'ım! Eğer hastama şifa verir veya kaybımı bana iade eder yahut hacetimi
bitirirsen, Seyyide Nefîse türbesinin veya İmam Şâfiî'nin yahut İmam Leys'in
türbelerinin kapılarında bekleyen fakirlere giyecek vermeyi veya mescitlerine
hasır, yakmak için zeytin yağı satın almayı yahut hizmetlerinde bulunan
kayyımlara para vermeyi nezrettim!" gibi, faydası fakirlere, nezri Allah'a ait
sözler söyleye. Bu takdirde orada yatan zâtın adı, nezrin onun zâviye veya
mescidinde yaşayan hak sahibi fakirlere verilmesine vesile olması itibarı ile
zikredilmiş olur ki, bu itibarla caizdir. Bu mal fakir olmadıkça, âlim, soy-sop
sahibi, şerefli ve zengin kimselere verilemez. Mahlûka nezir bilicma haram
olduğu için, şeriatta zenginlere verilmesinin cevazı sabit olmamıştır. Böyle bir
nezir münakit olmaz; yapılırsa zimmeti meşgul etmez ve çünkü bu haram hattâ
pisliktir. Yatırın hizmetçisine bile onu almak caiz değildir. Meğer ki fakir
ola; yahut fakir ve aciz hane halkı buluna! Böyleleri onu yeni bir sadaka yolu
ile alabilirler. Nezreden kimse, Allah Teâlâ'ya yakınlığı ve fakirlere
verilmesini kastetmedikçe, yatıra nezri aklından çıkarmadıkça, onu almak da
mekruhtur.» Bu satırlar kısaltılarak Allâme Kâsım'ın şerhinden alınmıştır.
Bahır.
«Fakirlerine
vermeyi kast etmedikçe...» Yani nezrin sîgası Allah Teâlâ'ya yakınlık için;
yatırın isminden murad'da, etrafındaki fakirler olmadıkça haramdır. Şüphesiz ki,
başka fakirlere de verebilir. Nitekim yukarıda geçti. Nezredilen şey mutlaka
para ve benzeri gibi adaması caiz olan şeylerden olmalıdır. Yatırın üzerindeki
kandilde veya minarede yakılmak için yağ adamak bâtıldır. Nitekim kadınlar
Seyyid Abdülkaadir'e yağ adarlar da, minarenin doğu tarafına yakılır. Bundan
daha çirkin olmak üzere, minarelerde mevlit okutmayı nezrederler. Halbuki bu
mevlidde şarkı ve oyun gibi şeyler de vardır. Sonra bunun sevabını Peygamber
(s.a.v.)'e hediye de ederler!..
«Bâhusus bu
devirlerde» hele de Seyyid Ahmed Bedevî'nin mevlidinde çok yapılmaktadır. Nehir.
«Gerçekten İmam
Muhammed...» Nehir'de bu bâbda manzum olarak şöyle denilmiştir: "Akıl
sahiplerine gizli değildir ki" "Hz. İmamın bu sözden maksadı" "ancak avam
takımını zemmetmek" ve hangi vecihle olursa olsun kendisine nispet
olunmalarından uzak kalmaktır." "Velev ki sabit olan velâyı ıskat sureti ile
olsun!" "Bu onların cehlinden dolayıdır," "Bir de birçok hükümleri
değiştirmelerinden" "ve bâtılla haramla ibadet yapmalarındandır." "Binaenaleyh
onlar hayvanlar gibidir. Seçkinler onlar sebebi ile ayıplanır." "Büyükler
onların kötülüklerinden teberrî ederler." "Nitekim Peygamberân-ı kiramın
âdetleri de budur." "Onlar yakınlarının uzaklarının" "Allah Teâlâ'ya
muhalefetleri yüzünden teberrî ederler!" "Bu söylediğimizi anlayıver; vesselâm!"