03 Ekim 2012

REDDU'L-MUHTAR...ORUÇTA İTİKAF BÂBI



İTİKAF BÂBI


METİN
İtikafın oruca münasebetinin ve ondan sonra zikredilmesinin vechi, bazı îtikaf nevilerinde orucun şart olması ve îtikafın ramazanın son on gününde kuvvetli bir surette istenmesidir. Lügatta îtikaf, durmaktır. Şeriatta ise: Bir cemaat mescidinde - velev sabî-i mümeyyiz olsun - bir erkeğin durmasıdır. Cemaat mescidinden murad, imamı ve müezzini olup, içinde beş vakit namaz kılınan veya kılınmayan mescittir. İmam-ı Âzam'dan bir rivayete göre, içinde beş vakit namazın kılınması şarttır. Bazıları bu kavli sahihlemişlerdir. İmameyn, "îtikaf her mescitte sahihtir." demişlerdir. Sürûcî bu kavli sahih bulmuştur. Camide ise, mutlak surette bil ittifak sahih olur.
Yahut kadının, evindeki mescitte durmasıdır. Umumi mescitte îtikafı mekruhtur. Evinde, namaz kıldığı yerden başkasında sahih olmaz. Nitekim evinde mescit yoksa hüküm budur. Kadın evindeki mescidinde îtikafa girdiğinde, ondan çıkamaz.
İZAH
«Oruca münasebetinin... vechi...» Yani îtikafın oruçla beraber zikredilmesinin ve ondan sonraya bırakılmasının vechi; bazı îtikaf nevilerinde orucun şart olmasıdır. Oruç şart olan îtikaf, vâcip olan îtikaftır. Şart meşruttan önce bulunur. Bir de îtikaf, ramazanın son on gününde kuvvetle istenen bir ibadettir; oruç onunla bitirilir. Binaenaleyh oruç meselelerini onunla bitirmek münasip olmuştur.
«Lügatta îtikaf, durmaktır» Yani nerede olursa olsun, beklemek ve kendini orada hapsetmektir. Bahır'da beyan olunduğuna göre îtikaf; akefe'den iftiâl bâbına nakledilmiş bir kelime olup, durup beklemek mânâsınadır. Akefe; hapsetti demektir. İbadetin bu nevine bu ismin verilmesi, birtakım şartlarla mescitte oturduğu içindir. Muğrib.
«Erkeğin durması» diye kayıtlaması - kadının mescitte îtikafı tahakkuk etmekle beraber - matlûb olan îtikafın tarifine meylettiği içindir. Çünkü kadının mescitte îtikafı mekruhtur. Nitekim gelecektir. Hattâ Gâyetü'l-Beyân'ın ifadesinden anlaşıldığına göre, zâhir rivayet sahih olmamasıdır. Lâkin Gâyetü'l-Beyân sahibi bunun hilâfsız sahih olduğunu açıklamıştır. Nitekim Bahır'da da böyle denilmiştir. Denilebilir ki: Bununla kayıtlaması, cemaat mescidinde şart olmasına bakaraktır; çünkü bu sadece erkeğin îtikafı için şarttır. Birincisi daha evlâdır. Çünkü bundan sonra, "yahut kadının evindeki mescitte durmasıdır." demektedir.
«Velev ki sabî-i mümeyyiz olsun!» Şu halde buluğa ermiş olması şart değildir. Nitekim Bedâyi'den naklen Bahır'da beyan olunmuştur. Bu kelime köleye de şâmildir. Sahibinin izni ile onun îtikafı da sahihtir. Köle îtikafı nezrederse, sahibi onu men edebilir. Onu, âzâd edildikten sonra kaza eder. Kadında öyledir. Lâkin izin verdikten sonra kocası onu men edemez. Köle bunun hilâfınadır; o milke ehil değildir. Mükâtebe gelince: Sahibi onu menedemez; velev ki nâfileye niyet etmiş olsun. Meselenin tamamı Bahır'dadır.
«Beş vakit namaz kılınan veya kılınmayan» ifadesi, İnaye ve Nehir'de böyle mutlaktır. Şeyh İsmail onu Feyz, Bezzâziye, Hızânetü'l-Fetevâ, Hulâsa ve diğer kitaplara nispet etmiştir. Ama açık açık mutlak bırakılmasa bile, Şârihin burada Hidâye sahibine uyarak, ikinci kavli bunun ardından zikretmesinden de anlaşılmaktadır.
«Bazıları bu kavli sahihlemişlerdir.» Bahır sahibi Kemal b.. Hümâm'ın bunu sahih kabul ettiğini söylemiştir.
«Surûcî bu kavli sahih bulmuştur.» Tahâvî de bunu kabul etmiştir. Hayreddin Remlî "Bu daha kolaydır. Bâhusus zamanımızda! Binaenaleyh buna itimat etmelidir." demiştir. Allah'u a'lem!
«Câmide ise mutlak surette sahih olur.» "Mescit" kelimesi, hem mahalle mescidi gibi hususi mescide, hem de Dimaşk'daki Emevî Câmii gibi umumi olana şâmil bulunduğundan, Kâfî ve diğer kitaplara uyarak Şârih onu umumdan çıkarmıştır. Çünkü câmi hakkında hilâf yoktur. "Mutlak surette" demesi, bütün namazlar kılınmasa da orada bil ittifak itikaf caiz olacağı içindir. H. Hulâsa ve diğer kitaplarda, "İsterse orada cemaat olmasın." denilmiştir.
T E M B İ H : Bütün bunlar sahih olduğunu anlatmak içindir. Nehir ve Fetih'te şöyle denilmektedir: «îtikafın en faziletlisi ise, Me'scid-i Haram'da
yapılandır. Sonra Peygamber (s.a.v.)'in mescidinde, sonra Mescid-i Aksâ'da, sonra câmide yapılan gelir. Denilmiştir ki: Cami, içinde cemaat namaz kılarsa efdaldir. Yoksa dışarı çıkmaya hacet kalmasın diye mahallesinin mescidi efdaldir. Daha sonra cemaatı çok olan cami gelir.»
«Kadının evindeki mescidi» nâfile namazlarını kılmak için hazırlanan yerdir. Bunu herkes yapabilir. Nitekim Bezzâziye ve Nehir'de beyan edilmiştir. Yani erkeğin de nâfile namaz kılmak için evinde bir yer ayırması menduptur. Farz namazlarla îtikafı ise, tabii ki mescitte olur. Sirâc'da şöyle denilmiştir: «Kadına kocası izin verdikten sonra, onunla cinsî münasebette bulunamaz; çünkü menfaatlerini ona temlik etmiştir. İzinden sonra men ederse, bu sahih olmaz. Kadının ondan izinsiz îtifaka girmesi doğru değildir. Câriyeye izin verirse, dönmesi mekruh olur. Çünkü vaadinden dönmüş sayılır. Bununla beraber caizdir. Zira câriye kendi menfaatlerine mâlik değildir.»
«Umumi mescitte itikafı mekruhtur.» Nihaye'den anlaşıldığı gibi, bu kerahet tenzîhîdir. Nehir. Bedâyi sahibi bunun, efdalin hilâfı olduğunu açıklamıştır.
«Evinde mescit yoksa hüküm budur.» Yani evinde mescit yoksa sahih olmaz. Namaz yerini îtikafa girmek istediği vakit hazırlarsa sahih olması gerekir.
METİN
Acaba hünsânın evinde îtikafı sahih olur mu? Bunu görmedim. Zâhire göre sahih olmaz; çünkü erkek olması ihtimali vardır. İtikafta niyet şarttır. Durmak ise rükûndür. Mescitte yapılması ile, aklı başında, cünüplükten, hayız ve nifastan temiz olan Müslüman'ın niyeti, onun iki şartıdır.
İtikaf üç kısımdır:
1) Dili ile nezretmek, başlamak ve tâlik ile vacip olur. Bunu İbn-i Kemâl söylemiştir.
2) Ramazanın son on gününde sünnet-i müekkede, yani kifâyedir. Nitekim Burhan ile diğer kitaplarda beyan edilmiştir. Zira sahabeden îtikafı yapmayana inkâr buyrulmamıştır.
3) Sair zamanlarda müstehaptır. Bu söz, sünnet-i gayr-i müekkededir mânâsınadır. Mezhebe göre, yalnız birincinin sahih olması için bil ittifak oruç şarttır.
«Zâhire göre sahih olmaz.» Çünkü "hunsây"ı "kadın" itibar edersek, mekruh olmakla beraber mescitte îtikafı sahih olur. Erkek itibar edersek, evinde hiçbir vecihle sahih olmaz. H.
Ben derim ki: Lâkin ulemanın açıkladıklarına göre, vâcip ile bidat arasında tereddüt eden bir şey ihtiyaten yapılır. Sünnetle bidat arasında tereddüt ederse terk edilir. Meğer ki "Bidattan maksat, tahrîmen mekruhtur. Bu öyle değildir. Bâhusus îtikaf nezredilmişse hiç de öyle değildir." denile.
«Durmak ise rüknüdür.» Burada şöyle denilebilir: Bu, lügat itibarı ile hakikattir. Şer'î hakikati ise, hususi: bekleyiştir; yani mescitte durmaktır.
«Aklı başında bir Müslüman'ın ilh...» Zira İslâm ve akıl olmazsa, niyet sahih olmaz. Bunlar niyetin şartlarıdır. Böyle demekle, bu iki şeyi îtikafın şartı yapmaya hacet kalmaz. Nitekim Bahır sahibi söylemiştir.
«Cünüplükten, hayız ve nifastan temiz olan...» Bedâyi sahibi bu üç şeyden "temiz olmayı" îtikafın şartı saymıştır. Nehir'de şöyle denilmiştir: "Hayız ve nifastan temizliği îtikafta şart koşmak, naklinde oruç şart kılınan rivayete göre olmak gerekir; naklinde oruç şartı yoksa, cünüplükten temizlenmek gibi yalnız helâl olmanın şartlarından sayılmak gerekir. Ben buna temas eden görmedîm!"
Hâsılı bu üç şeyden temiz olmak, helâl olmanın şartıdır. Hayız ve nifastan temiz olmak, menzurda da sahih olmanın şartıdır. Nâfile îtikafta, oruç şarttır rivâyetine göre nâfilede de şarttır. Cünüplük bunun hilâfınadır. Çünkü onunla oruç sahihtir. Rahmetî burada inceleme yapmıştır. Çünkü ulemanın açıkladıklarına göre, îtîkafın meşru olmasından asıl maksat, cemaatla namâz kılmayı beklemektir. Hayızlı ile nifaslı namaza ehil değillerdir. Yani onların îtikafları sahih değildir. Cünüp öyle değildir. Zira temizlenip namaz kılması mümkündür. Fakat Rahmetî'nin bu sözünden, cünüp bir kimse temizlenmez ve namaz kılmazsa îtikafının sahih olmaması ve keza îtikafın sahih olmasının şartlarından biri de cemaatla namaz kılmakolması lâzım gelir ki, buna hiçbir kimse kail olmamıştır.
«Dili ile nezretmek.» Binaenaleyh îtîkaf vâcip olmak için, yalnız niyet kâfi değildir. Bunu Minah sahibi Şemsüleimme'den nakletmiştir.
«Başlamakla...» vâcip olur. Bunu Bahır sahibi Bedâyi'den nâkletmiş; sonra şunları söylemiştir: "Âşikârdır ki, bu söz zayıf bir kavil üzerine tefri edilmiştir. O da, nâfile için zaman şart koşmaktır. Mezhebe göre ise, nâfile itikafın en azı bir andır; zaman şart değildir." Bu az ileride de cevabı ile birlikte gelecektir.
«Ve tâlik ile vâcip olur.» Bu söz, nezirden mutlak nezri vardır diye bir itiraz vârit olamaz ve affın muktezası bunun hilâfıdır; denilemez. Evet, en doğrusu, "nezirle müneccez veya mualtak vâcip olur" demekti. Nitekim Bahır ve İmdâd sahipleri böyle demişlerdir.
«Sünnet-i kifâyedir.» Bunun benzeri, cemaatla teravih namazı kılmaktır; bazılarının cemaat olması ile, diğerlerinden sâkıt olur ve özürsüz devamlı terk etseler bile günahkâr olmazlar. Bu namaz sünneti ayn olsa, cemaatını terk etmekle vâcibin terkinden daha aşağı bir günaha girerlerdi. Nitekim temizlik bahsinde izahı geçmişti.
«Zira sahabeden îtikafı yapmayana inkâr buyrulmamıştır.» Bu cümle, Hidâye'deki "Sahih kavle göre îtikaf sünnet-i müekkededir. Çünkü Peygamber (s.a.v.) ramazanın son on günlerinde ona devam buyurmuştur. Devam, sünnet olduğuna delildir." ifadesine yapılan itiraza cevaptır. İtiraz şudur: "Bırakmadan devam buyurması, o ibadetin vâcip olduğuna delildir." Buna cevap olarak, "Peygamber (s.a.v.) onu terk edeni inkâr ve muâhaze buyurmamıştır. Vâcip olsa muâhaze ederdi." denilmiştir. Nitekim İnâye'de de böyledir.
«Sünnet-i gayr-i müekkede mânâsınadır.» Bunun muktezası, buna da sünnet denilir" demektir. Hidâye'de vitir namazı bâbında müstehabba sünnet denilmesi de buna delâlet eder.
«Birincinin sahih olması için» yani nezir itikafın sahih olması için bil ittifak oruç şarttır. Hattâ bir kimse "Allah için oruçsuz bir ay îtikaf boynuma borç olsun!" dese, îtikafa girip oruç tutması icap eder. Bunu Bahır sahibi Zahiriyye'den nakletmiştir.
«Mezhebe göre» sözü, "yalnız birincinin" ifadesine aittir ki, Asl'ın rivayeti budur. Mukabili, Hasan'ın rivayetidir. Ona göre nâfilede de oruç şarttır. Bunun esası, nâfile îtikaf bir günle mukadder midir değil midir meselesinde rivâyetin muhtelif olmasına dayanır. Asl'ın rivayetine göre, günle sınırlanmış değildir. Şu halde onun için oruç şart değildir. Bir rivayette, bir günle sınırlıdır ki, bu imam Hasan'dan da rivayet edilmiştir. Buna göre nâfile îtikafta oruç şarttır. Nitekim Bedâyi ve diğer kitaplarda beyan edilmiştir.
Ben derim ki: Bunun muktezası, sünnet îtikafta da orucun şart olmasıdır. Çünkü o son on günle sınırlandırılmıştır. Hattâ birisi bu îtikafı hastalık veya yolculuk gibi bir özürden dolayıoruçsuz yapsa sahih olmaması; nâfile îtikaf sayılması gerekir. Sünnet-i kifâye bununla îfa edilmiş olmamalıdır. Kenz'in "Mescitte oruç ve niyetle durmak sünnettir." sözü de bunu te'yîd eder. Çünkü sünnettir ' diye açıkladığı için, Kenz'in sözünü nezir îtikafa yorumlamak mümkün olmadığı gibi, nâfileye yorumlamak da mümkün değildir. Çünkü bu sözün arkasından "îtikafın nâfile olarak en az müddeti bir andır." demiştir. Şu halde sünneti müekkede olan îtikafa hamletmek taayyün eder ve bunda orucun şart olduğunu gösterir.
Bahır'da, "Kenz'in sözünü sünnet îtikafa hamletmek mümkün değildir. Çünkü ulema orucun yalnız nezredilen îtikafta şart olduğunu açıklamışlardır. Başkasında şart değildir." denilmişse de söz götürür. Zira ulema sadece orucun nezir îtikafta şart olduğunu, nâfile îtikafta şart olmadığını açıklamış; sünnet îtikafın hükmünden bahsetmemişlerdir. Çünkü âdeten îtikafın oruçsuz yapılmadığı meydandadır. Onun içindir ki Dürer'in metninde îtikaf; menzûr, sünnet ve nâfile olmak üzere üç kısma ayrılmış; sonra "Birincisi sahih olmak için oruç şart; üçüncüsü için şart değildir." denilmiş; ikinciden bahsedilmemiştir. Bu da dediğimiz gibi âdeten oruçsuz îtikaf olmadığındandır. Eğer ulema tetavvu ve nâfileden sünnet îtikafa şâmil bir mânâ kastetselerdi, Dürer sahibinin "Yalnız birincinin sahih olması için oruç şarttır." demesi gerekirdi. Nasıl ki Musannıf öyle demiştir. Binaenaleyh Dürer sahibinin ifadesi, Musannıf'ın ifadesinden daha güzeldir. Benim anladığım budur.
METİN
Bir kimse bir gecelik itikâfı nezretse sahih olmaz. Velev ki onunla birlikte günü de niyet etmiş olsun. Çünkü gece, oruç için mahal değildir. Ama bu sözle günü niyet ederse, sahih olur. Aralarındaki fark gizli değildir. Nezrinde "gece ve gündüz" derse bunun hilâfınadır; bu sahih olur. Velev ki gece oruç için mahal olmasın. Çünkü gece gündüze tâbi olarak dahildir.
Bilmiş ol ki, oruçta şart, onun mevcudiyetine dikkat etmektir. Meşrutu kasten meydana getirmek değildir. Binaenaleyh ramazan ayının îtikafını nezreden kimseye, bu îtikafı yapmak lâzım olur; îtikaf orucu yerine ramazan orucu kâfi gelir. Lâkin ulema demişlerdir ki:, "Bir kimse nafile oruç tutar da sonra o gün îtikafa girmeyi nezrederse sahih olmaz. Çünkü başından nâfile olarak münakit olmuştur. Artık onu vâcibe çevirmek imkânsızdır."
İZAH
«Velev ki onunla birlikte günü de niyet etsin.» Ama günün İtikafını nezreder de, onunla birlikte geceye de niyetlenirse, her ikisi lâzım gelir. Nitekim Bahır'da beyan edilmiştir.
«Fark gizli değildir.» Yani şudur: Birincide günü geceye tâbi kılmıştır. Halbuki gece hakkındaki nezri bâtıldır. Binaenaleyh ona tâbi olan gün hakkında da bâtıldır. İkincide geceyi mutlak söylemiş; iki mertebe ile mecâz-ı mürsel olarak günü kastetmiştir. Zira mukayyet olan geceyi mutlak zaman mânâsında kullanmış; sonra bu mutlakı mukayyet, yani 'gün'mânâsında kullanmıştır. Böylelikle gün maksut olmuştur. H.
Ben derim ki: Lâkin bu fer'î mesele müşkildir. Çünkü caiz olan mecaz, gündüzü mutlak zaman mânâsında kullanmaktır; gecenin mutlak kullanılması değildir. Itlak takyit alâkası ile veya başka bir sebeple bu ıtlak caiz görülse, ' gök yüzü ' kelimesini ' yer' mânâsında; yahut hurma ağacını uzun bir şey mânâsında kullanmak caiz görülürdü. Halbuki usül kitaplarında bunun caiz olmadığı açıklanmıştır. Yine ulemanın açıkladıklarına göre, bir kimse ' ıtk ' (âzâd) kelimesi ile boşamayı niyet ederse sahih olur. Çünkü ıtk, milki rakabeyi yok etmek için; boşama ise, milk-i müt'ayı yok etmek için konmuştur. Bunların birincisi ikincinin sebebidir. Binaenaleyh mecaz sahihtir. Fakat boşamakla âzad etmeyi niyet böyle değildir. Bu sahih olamaz. Halbuki bunda, ıtlak takyit de iddia edilemez. Düşünülsün!
«Gece gündüzde tâbi olarak dahildir.» Tâbi olan şeyde, asıl için aranan şartlar aranmaz. Bahır.
«Meşrûtu kasten meydana getirmek değildir.» Yani şart olan îtikaf için meşrûtu maksut olarak yapmak şart değildir. Nasıl ki namaz için abdest almak maksut olarak şart değildir. Namaz kılınacağı zaman önceden başka bir şey için abdest almış bulunsa, velev ki serinlemek için almış olsun, namaz için kafidir.
«Ramazan ayının itikafını nezreden kimseye...» Zâhire bakılırsa, tıpkı bunun gibi muayyen bir ayın orucunu nezredip de, sonra o ayın itikâfını da nezredene; yahut ebedî orucu nezredip, sonra îtikaf nezredene, bu îtikafı yapmak lâzım olur. Düşünülsün ve araştırılsın. H.
Ben derim kî: Düşünmenin veçhi şudur: Ulema ramazanda îtikaf için ayrıca oruç lâzım gelmemesi, ancak vaktin şerefinden ileri geldiğini söylemişlerdir. Nitekim izahı gelecektir. Nezir orucunda ise bu şeref yoktur.
«Lâkin ulema demişlerdir ki...» Fethu'l-Kadîr'de şöyle denilmiştir: «Fer'î meselelerdendir ki, bir kimse nâfile oruca niyetli; yahut oruç için niyet etmeden sabahlar da sonra "Bugün Allah için îtikafa girmek boynuma borç olsun" derse sahih olmaz. Velev ki oruca niyet sahih olan, vakitte söylesin. Çünkü bütün günü kaplamak yoktur. Ebû Yusuf'a göre, niyet sahih olan vaktin en azı, günün ekserisidir. Bu sözü gün yarı olmazdan önce söylerse, söylediği lâzım gelir. O gün îtikafa girmezse kazâsı lâzım gelir.» Böylece anlaşılıyor ki, sahih olmamanın illeti, îtikafın bütün günü kaplamamasıdır; nâfileyi vâcip yapmanın imkânsızlığı değildir. Keza anlaşılıyor ki Şârih'in, "Lâkın ulema..." diye yaptığı istidrak, yerinde değildir. O ayn bir meseledir; metindeki mesele ile alâkası yoktur. H.
Ben derim ki: Şârih'in gösterdiği illeti Tatarhâniyye, Tecnîs, Valvalciyye, Mi'râc sahipleri ve Dürerü'l-Bihâr şârihi de göstermişlerdir. Şu halde bu nezrin sahih olduğuna, başka bir illet oluyor demektir. Bununla "şart onun mevcudiyetidir; meşrûtu meydana getirmek değildir." sözüne istidrak sahih olur. Zira burada şart, yani oruç mevcuttur. Bununla beraber îtikafı nezir sahih değildir. Hâsılı bunun sahih olmaması, îtikaf bütün günü kaplamadığı ve vâcip olan oruç günü kaplamadığındandır. Bundan anlaşılır ki, şart, itikâfı nezretmekle veya ramazan gibi başka bir sebeple vâcip olan oruçtur. İstidrakı bununla defetmek mümkün olur.
METİN
Muayyen ramazanda îtikafa girmezse, başka bir ayı maksut bir oruçla kaza eder. Çünkü şartı, aslî kemâle dönmüştür. Onun için başka bir ramazanda caiz olmaz. İlk ramazanın kazasından başka bir vâcipte de olmaz. Zira bu ilk ramazanın halefidir. Tahkîki usul kitaplarında emir bahsindedir.
İtikafın nâfile olarak en azı, İmam Muhammed'e göre gece veya gündüzden bir saattir. İmam-ı Azam'dan zâhir rivayet de budur. Çünkü nâfile kolaylık üzerine kurulmuştur. Bununla fetva verilir. Fukahanın örfünde saat, zamanın bir cüzüdür. Müneccimlerin dediği gibi, yirmi dört saatin bir cüzü değildir. Gurerü'lEzkâr ve diğer kitaplarda böyle denilmiştir. Bir kimse nâfile îtikafa girer de sonra keserse, kaza etmesi lazım gelmez. Çünkü mezhebin zâhir kavline göre, bunun için oruç şart değildir. Gerçi bazı muteber kitaplarda, "Nâfile, başlamakta lâzım olur" denilmişse de, bu zayıf kavle dayanır. Bunu Musannıf ve başkaları söylemişlerdir.
İZAH
«Başka bir ayı kaza eder.» Hem de aralıksız oruç tutar. Çünkü muayyen bir ayda îtikafı iltizam etmiş; fakat geçirmiştir. Onun için aralıksız kaza eder. Nasıl ki recep ayında îtikafı nezreder de yapmazsa böyle yapar. Bedâyi.
«İlk ramazanın kazasından başka bir vâcipte de olmaz.» İlk ramazanın kazasında ise, aralıksız oruç tutar ve içinde îtikaf da yaparsa caiz olur. Çünkü içinde îtikaf vâcip olan oruç bâkîdir. Binaenaleyh aralıksız oruç tutarak her ikisini kaza eder. Bedâyî. Yani, çünkü kaza edanın halefidir ve edanın hükmü ona da verilir. Nitekim Şârih buna işaret etmiştir.
«Tahkîki usul kitaplarındadır.» Ve şudur: Nezir maksut bir orucu gerektiriyordu. Lâkin vaktin şerefinden dolayı sükut etmiştir. Vakit içinde îtikaf yapmayınca, bu nezir, vakitten mutlak olan nezir gibi olmuş ve şartı kemâle dönmüş; mâni kalmadığı için maksut bir oruçla îtikaf vâcip olmuştur. Bu oruç ramazan orucudur. Eğer «Öyle ise bu îtikaf, bu ayın orucunu kaza etmekle eda edilmiş sayılmamalı idi. Nitekim mutlak nezirde böyledir.» denilirse ben de derim ki: İllet, mutlak surette ayın orucuna bitişmektir; bu da mevcuttur. Eğer "Şartın vücuduna bakılır; maksut olması vâcip değildir. Nitekim serinlemek için abdest alsa onunla namaz caiz olur. İkinci ramazan bu sıfattadır." dersen, ben de derim ki: 'Kemâl' sıfatının meydana gelmesi, şartı muktezasından men etmiştir. Binaenaleyh mutlaka maksut olacaktır. Bunu Halebî İbn-i Melek'in Menâr Şerhi'nden nakletmiştir.
T E M B İ H : Bedâyı'de şöyle denilmektedir: «Bir kimse kendine muayyen, bir ayın îtikafını vâcip kılar da, bir ay önce yaparsa, Ebû Yusuf'a göre kâfi gelir. İmam Muhammed'e göre kâfi değildir. Bu muayyer bir ayın orucunu nezredip de, önceden tutarsa meselesindeki ihtilâfa göredir.» Yani şuna binaen ki, muallâk olmayan nezir, bir zaman veya mekâna mahsus değildir. Nitekim geçti. Muallâk öyle değildir. Arz etmiştik ki, hilâf önce yapılmasındadır; geri bırakılmasında değildir. Öyle görülüyor ki, ramazan ayının îtikafını nezirle, başka muayyen bir ayın nezri arasında fark yoktur. Binaenaleyh başka ramazandan gayri kazada ve başkasında, önce ve sonra îtikafı sahihtir. Şu kadar var ki ilk ramazandan veya kazasından evvel yaparsa, mutlaka maksut bir oruç lazım gelir. Nitekim metinde açıktır. Ulemanın sözlerinde, bunların ikisinden başkasında mutlak surette sahih olmadığını gösteren bir şey yoktur. Yalnız bunlarla başkasının arasında fark vardır. Bunlarda yaparsa, vaktin ve halefinin şerefinden dolayı îtikaf için ayrıca maksut oruca hacet kalmaz. Başkasında mutlaka maksut bir oruç lâzımdır. Bu açıktır. Anlaşılmayacak yeri yoktur.
«İtikafa girer de sonra keserse» Burada "keserse" yerine "terk ederse" demek daha iyidir. Musannıf İmam Hasan'ın bir günle takdir edileceğini bildiren rivayetine bakarak böyle demiştir.
«Çünkü bunun için oruç şart değildir.» Evlâ olan, "bir müddetle takdir edilmez" diye ta'lîl etmektir. Zira geçen izahattan anladın ki, itikaf için oruç şart mıdır değil midir ihtilâfı, bir günle takdir edilir mi edilmez mi ihtilafına istinat eder. Şârih'in sözü ise bunun aksini ifade etmektedir.
«Bazı muteber kitaplar»dan murad, Bedayi'dır. İbn-ı Kemâl de ona tâbi olmuştur. Nitekim yukarıda Şârih bunu ondan nakletmişti. «Zayıf kavle» yani İmam Hasan'ın bir günle mukadder olduğunu bildiren rivayetine dayanır.
Ben derim ki: Lâkin Bedâyi sahibi başlamakla lâzım geleceğini açıkladıktan sonra, imam Hasan'ın rivayetini zikretmiş ve incelemiştir. Şöyle ki: Nâfileye başlamak, eda edilen ibadeti bozulmaktan korumak için ulemamızın kaidesine göre tamamlamayı icap eder. Bedâyi sahibi bundan sonra Asl'ın rivayetini zikretmiştir. Buna göre, müddet bir günle mukadder değildir. Hasan'ın rivayetine şu cevabı vermiştir: «Nâfileye başlamak, tamamlamayı icap eder.» sözünü kabul ediyoruz. Lâkin edanın bitiştiği miktarda icap eder. Ondan çıktı mı, ancak eda ettiği kadar vâcip olur. Bundan fazlası lâzım gelmez.
Bu suretle anlaşılıyor ki, Bedâyi sahibinin evvelâ "başlamakla lâzım gelir" demekten maksadı, edaya bitişen miktardır. Bir günün lâzım gelmesi değildir. Şu halde mesele zâhir rivayet olan Asl'ın rivayetine tefrî edilmiştir.
METİN
Ona, yani vâcip olan îtikafa girene, dışarı çıkmak haramdır. Ancak insanın tabiî ihtiyacı olan küçük ve büyük abdest bozmak, ihtilâm olur da mescitte yıkanması mümkün değilse yıkanmak gibi şeyler için çıkabilir. Nehir'de böyle denilmiştir. Nâfile îtikafta ise çıkabilir. Çünkü bu onu bozucu değil, tamamlayıcıdır. Nitekim geçmişti.
İZAH
«Çıkmak haramdır.» Çünkü ibadeti bozmaktır. İbadeti bozmak ise Allah Teâlâ'nın "Amellerinizi bozmayın!" kavl-i kerimi ile haramdır. Bedâyi. Maksat, îtikaf yerinden çıkmasıdır. Velev ki kadın hakkında evinin mescidi olsun. T. Kadın ondan çıkarsa, - velev evine gitmek için olsun -vâcip olan îtikaf» bâtıl olur. Nâfile îtikaf ise sona erer. Bahır.
«Ancak insanın tabii ihtiyacı için çıkabilir.» Ama hacetini gördükten sonra, durmayıp yerine döner, yakındaki dostunun evine gitmesi lâzım değildir. İki evi olur da, onların uzak olanına giderse, îtikafının bozulup bozulmayacağında ihtilâf edilmiştir. Mescidin yakın helâsını bırakıp da evine giderse, her iki kavle göre çıkması gerekir. Nehîr. Bu mesele ile ihtilâflı mesele arasındaki fark uzak görülemez. Çünkü insan bazen evinden başkasına alışamaz. Rahmetî. Yani başkasına alışamaz ve evinden başka yerde hacetini göremezse, hilâfsız caizdir demek çok görülemez. Bu, hacet için çıkıp da, sonra hasta dolaşmak veya cenaze namazına gitmek gibi değildir. Kasten bunun için çıkmadığı halde bu caizdir. Nitekim Bedâyi'den naklen Bahır'da izah edilmiştir.
«Tabiî ihtiyacı...» İbn-i Şilbî, "Mutlaka lâzım olan ve mescitte görülemeyen ihtiyaç" diye izah etmiştir. Yıkanmayı Şârih, İhtiyar, Nehir ve diğer kitaplara uyarak tabiî ihtiyaç saymıştır. Bu, bildiğin gibi tabiî ihtiyacın tefsirine uygundur. Onun için Kenz sahibinin, "Tabiî ihtiyaç; büyük ve küçük abdest bozmaktır." diye tefsirine bazı şârihler itiraz etmiş; "Evlâ olan onu taharet ve mukaddimeleri ile tefsir etmektir. Tâ ki istincâ, abdest ve gusül dahîl olsun; zira bunlar ihtiyaç ve mescitte caiz olmamak hususunda büyük ve küçük abdest bozmaya ortaktırlar." demişlerdir.
«Mescitte yıkanması mümkün değilse...» yıkanmak için çıkabilir. Ama mescidi kirletmeden yıkanmak mümkünse, orada yıkanmasında beis yoktur. Bedâyi. Meselâ mescitte su birikintisi veya abdest ve gusül için hazırlanmış bir yer bulunur da orada yıkanır; yahut kullanılmış su mescide sıçramayacak şekilde büyük bir kapta yıkanır. Bedâyi sahibi diyor ki: «Kullanılmış sudan mescit kirlenecek şekilde olursa, bundan men edilir. Çünkü mescidi temiz tutmak vâciptir.» "Mümkün değilse" diye kayıtlaması gösteriyor ki, söylediğimiz gibi, imkân bulursa çıktığı takdirde îtikafı bozulur. Acaba iki evi olur da, onların uzak olanına giderse, yukarıda geçen hilâf burada da cereyan eder mi? İncelemeye değer. Çünkü o çıktıktan sonra idi. Bununla önceki arasında fark vardır. Buna delil, yukarıda geçen"çıktıktan sonra hasta dolaşmaya gidebilir" sözüdür. Lâkin Bedâyi sahibinin "beis yoktur" demesi, daha ziyade caiz olduğunu ifade etmektedir.
«Nâfile îtikafta ise çıkabilir.» Nâfile, sünnet-i müekkedeye de şâmildir. H.
Ben derim ki: Bunda, orucun şart olduğunu ifade eden rivâyeti ve bunun son on günle takdir edildiğini; takdirin dahi başlamakla lâzım gelmeyi ifade ettiğini evvelce arz etmiştik.
Sonra ehl-i tahkîktan Kemal b. Hümam'ın şöyle dediğini gördüm: «încelemenin muktezası şudur ki, bir kimse sünnet îtikafa yani ramazanın son on gününde niyet ederek îtikafa başlar da, sonra bozarsa, Ebû Yusuf'un, nâfile namaza dört rekat niyeti ile başlayan kimse hakkındaki kavline göre kazası vâcip olur. Tarafeyn'in kavline göre vâcip olmaz.» Yani birini bozmakla, on günün, hepsini kaza etmesi lâzım olur. Nasıl ki nâfile namaza başlar da sonra ilk iki rekatı bozarsa, Ebû Yusuf'a göre dört rekat kaza etmesi lâzım gelir. Lâkin Hulâsa sahibinin sahihlediğine göre, Tarafeyn'in dedikleri gibi, yalnız iki rekat kaza eder. Evet. Münye şârihi öğleden ve cumadan önce kılınan dört rekat gibi sabit bir sünnetin bil ittifak dört rekat olarak kaza edileceğini tercih etmiştir. Fazlî'nin tercih ettiği de budur. Nisâp sahibi bu kavli sahihlemiştir. Meselenin tamamı nâfile namazlar bahsinde geçmişti. Ama zâhir rivâyet bunun hilâfınadır. Ne olursa olsun, Kemal b. Hümam'ın incelemesinden, sünnet îtikafın başlamakla lâzım geleceğini ve hepsinin yahut kalanının kazası lâzım geleceği Ebû Yusuf'un kavline göredir. Başkalarının kavline göre ise, bozduğu günü kaza eder. Çünkü her gün kendi kendine müstakildir. Bizim "yahut kalanını" dememiz, başlamak nezir gibi mülzim olduğuna binaendir. O da şöyle olur: On günü nezrederse, hepsini aralıksız tutması lâzım gelir. Birazını bozarsa, yukarıda muayyen bir ayın nezrinde geçtiği vecihle kalanını kaza eder.
Hâsılı Tarafeyn'e göre, başladığı her günün tamamlanması lâzım gelir; bu, o günün orucu lâzım geldiğindendir. Kalan günler bunun hilâfınadır. Çünkü her gün, dört rekatlı nâfilenin iki rekatı gibidir; velev ki sünnet vecih, on günün tamamını îtikafta geçirmek olsun.
«Nitekim geçmişti.» Maksat, Musannıfın, "îtikafın nâfile olarak en azı bir saattir..." sözüdür.
METİN
Yahut bayram gibi veya müezzin olup minarenin kapısı mescidin dışında bulunması, zevâl vaktinde cuma gibi şer'î bir hacetten dolayı çıkar. Bir kimsenin îtikaf yeri uzaksa, cumaya sünnetleri ile yetişebilecek bir zamanda yola çıkar. Bu hususta hükmü reyi verir. Cumadan sonra dört veya altı rekat sünnet kılacağında ihtilâf edilmiştir.
İZAH
«Bayram gibi» sözü, yasak edilen beş günde îtikafa girmeyi adamanın sahih olduğunu ifade eder. Kadının oruç nezri hakkında geçen ihtilâf burada da vardır. Çünkü oruç, vâcip olanitikafın lâzımlarındandır. İmam Muhammed'in İmam-ı Âzam'dan rivayetine göre sahihtir. Lâkin kendisine, "başka "bir vakitte kaza et!" denir. Yemini kastetti ise kefaret verir. O günlerde îtikafa girerse sahih, fakat kötülük yapmış olur. İmam-ı Âzam'dan Ebû Yusuf'un rivayetine göre ise, nezri sahih olmaz. Nitekim o günlerde oruç tutmayı nezretmek de sahih değildir. Bedâyi.
«Veya müezzin» demesi, zayıf bir kavildir. Sahih kavle göre müezzinle başkasının arasında fark yoktur. Nitekim Bahır ve İmdâd'da beyan edilmiştir. Bedâyi. Minarenin kapısı mescidin içinde olursa evleviyetle çıkar. Bahır sahibi diyor ki: «Minarenin kapısı mescidin içinde ise bozmaz. Aksi takdirde zâhir rivayete göre yine bozmaz.» Şârih, "Müezzin olmasa bile, ezan için çıkar da, minarenin kapısı mescidin dışında bulunursa..." dese daha iyi olurdu. H.
Ben derim ki: Hattâ Bedâyi'den anlaşıldığına göre, ezan dahi şart değildir. Zira orada minareye çıksa hilâfsız bozulmaz; velev ki kapısı mescidin dışında olsun. Çünkü minare mescitten sayılır; mescitte memnû olan bevl ve benzerleri onda da memnûdur. Binaenaleyh mescidin zâviyelerinden birine benzer. Lakin kapısı mescidin dışında ise, "ezan için çıkarsa" diye kayıtlamak gerekir. Çünkü minare mescitten' de sayılsa, onun kapısına ezandan başka bir maksatla çıkmak, özürsüz çıkmaktır. Bu izahla, Şârih'in sözünün zayıf kavle bina edilmediği anlaşılır.
«Sünnetleri ile...» ve hutbesi ile yetişebilecek bir zamanda yola çıkar. Nitekim Bedayi'de böyle denilmiştir. Musannıf'ın onu zikretmemesi, bilindiği içindir. Zira sünnet, hatip minbere çıkmadan kılınır. Tahiyye-i mescidi de zikretmemiştir. Halbuki diğer ulema onu burada zikretmişlerdir. Bunun sebebi, bu kavlin zayıf olmasıdır. Zira açıklamışlardır ki, bir kimse mescide girdiğinde farza başlasa, tahiyye-i mescit namına kâfidir; o bununla hâsıl olmuştur, ayrıca tahiyye namazına hacet yoktur. Sünnete başlarsa hüküm yine budur. Fethu'l-Kadîr'e uyarak Bahır'da böyle denilmiştir. Lâkin Hayreddin Remlî'nin Allâme Makdisi'nin el yazmasından naklettiğine göre, tahiyye namazının ayrı kılınması şüphesiz farz zımnında kılınmaktan efdaldir. Âşikârdır ki, îtikaf yapıp kerîm olan Allah'ın kapısına devam eden bir kimse, ancak fazla lütfü keremi mûcip olacak şey arzu eder.
«İhtilâf edilmiştir.» Yani İmam-ı Âzam'a göre dört, İmameyn'e göre altı rekat kılınır. Bedâyi. Bahır sahibi diyor ki: «Bundan anlaşıldığına göre, cumadan sonra "âhır zuhur" niyeti ile kılınan dört rekat namazın mezhepte aslı yoktur. Çünkü burada cumadan sonra ancak sünneti kılacağını nâssan bildirmişlerdir. Bir de müteehhîrinden bunu kabul eden, cuması geçmiştir şüphesi ile kabul etmiştir; bu da bir şehirde birkaç yerde cuma kılınamayacağına binaendir. Âma İmam Serahsî mezhebin sahih kavline göre bunun caiz olduğunu bildirmiştir. Binaenaleyh zamanımızda buna fetva vermek doğru değildir. Çünkü halk, bundan, cumayı terk etmek için bahane ararlar; cumanın farz olmadığını, onun yerine öğlenin kâfi geleceğini sorarlar. Buna îtikat etmek ise küfürdür.» Kısaltılarak alınmıştır.
Ben derim ki: Bu açıklamada gizlilik vardır. Çünkü asıl olan, cumanın birkaç yerde kılınmamasıdır; ama bütün memleketlerde kılınamaz demek değildir. Ulemanın sadece sünneti beyan etmeleri, buna mebnî oluversin. Bir de îtikafa giren kimsenin cumayı mutlaka cuma camiinde kılması lâzım değildir. Onu îtikaf yaptığı camide kılabilir. Sahih kavle göre birkaç yerde cuma kılmanın caiz görülmesi, mezhebimizle başka mezhepler arasındaki kuvvetli hilâftan çıkmak için bu dört rekatın müstehap olmasına aykırı değildir. Cuma bâbında Nehir ve diğer kitaplardan naklen arz etmiştik ki, bu namazın müstehap olduğunda şüphe yoktur. Bahır sahibinin gösterdiği sebepten dolayı buna zamanımızda fetva verilmemesinin evlâ olmasından, onu hiçbir endişesi olmayanın kılmaması lâzım gelmez. Nitekim orada Makdisî'den ve başkalarından naklen uzun uzadı ya izahı geçmişti. Müracaat ederek onu hatırla! Ve anla!
METİN
Daha fazla durursa îtikaf bozulmaz. Çünkü bu onun yeridir. Ama üzerine aldığı vazifeye zaruret yokken muhalefet ettiği için tenzîhen mekruh olur. Unutarak bile olsa özürsüz bir saat - yani zaman saati, kum saati değil - çıkarsa, îtikaf bozulur. Artık onu kaza eder. Meğer ki dinden dönmek sureti ile bozsun! Günün ekserisi muteberdir. Ulema bunun istihsan olduğunu söylemişlerdir. Burada Kemâl inceleme yapmıştır.
İZAH
«Daha fazla durursa» meselâ bir gün bir gece kalır veya îtikafını orada tamamlarsa bozulmaz. Sirâc.
«Çünkü bu onun yeridir.» Yani cuma camii îtikafın yeridir. Bu sözde bununla, büyük veya küçük abdest bozmak için çıkıp da, evine girmesi ve orada durması arasında fark olduğuna işaret vardır. Evinde durduğunda îtikaf bozulur. Nitekim geçti. Bedâyi'de beyan edildiğine göre, hasta dolaşmak ve cenaze namazı kılmak hususunda Peygamber (s.a.v.)'den rivayet olunan hadis hakkında İmam Ebû Yusuf, "Bu nâfile îtikafa hamledilmiştir." demiştir. Bu ruhsatı şöyle yorumlamak da caizdir: İnsanın tabiî haceti veya cuma gibi mübah bir sebeple çıkar da, hasta dolaşır veya cenaze namazı kılar fakat kasten bunun için çıkmış bulunmazsa bu caizdir. Bu izahtan anlaşılır ki, mubah bir sebeple çıktıktan sonra durmak, ancak mescitten başka bir yerde ve hasta dolaşmaktan başka bir maksatla olursa zarar eder.
«Üzerine aldığı vazifeye» Yani birinci mescitteki îtikafa muhalefet ettiği için tenzîhen mekruh olur. Çünkü orada îtikafa başlayınca, sanki o mescidi bu iş için tayin etmiş gibi olur. Bundan dolayı orada tamamlamak imkânı varken yer değiştirmesi mekruh olur. Bedâyi.
Ben derim ki: Galiba o mescidin taayyün etmemesi, nezirde zaman ve mekân tayinle taayyün etmediği içindir. Nitekim geçmişti. Özürsüz oradan çıkmasının caiz olmaması, taayyün etmediği için değil, çıkmak îtikafın hakikatine, yani durmaya aykırı olduğundandır.
T E T İ M M E : Şârih cemaat için çıkmasının caiz olduğunu söylemedi. Biz Nehir ve Fetih'ten naklen bunun caiz olduğunu arz etmiştik. İleride Şârih'in sözünde de gelecektir. Bahır'da Bedâyi'den naklen şöyle denilmektedir: «Bir kimse hacc veya umre için ihrama girerse, îtikafında onu bitirinceye kadar durur. Eğer haccın vakti geçeceğinden korkarsa hacceder; sonra îtikafı yeniden yapar. Çünkü hacc daha mühimdir. İtikafı yeniden yapması şundandır: Oradan çıkması şer'an vâcip olsa da, ancak kendi fiili sebebi iledir. Onun fiilinin meydana geleceği ise bilinmiyordu. Onun için îtikafta müstesna sayılmamıştır.»
«Artık onu kaza eder.» Yani nezirle vâcip olmuşsa kaza eder. Nâfile îtikaf ise, bir gün olmadan bozduğu takdirde kaza etmesi gerekmez. Yalnız yukarıda geçtiği vecihle, İmam Hasan'ın rivayetine göre kazası gerekir. Nezrettiği îtikafı oruçla kaza eder. Şu kadar var ki, muayyen bir ay ise, bozduğu kadarını kaza eder; değilse yeniden başlar. Çünkü kendisine aralıksız lâzım gelmiştir. Bunu özürsüz cima gibi kendi fiili ile bozması - ki bundan yalnız dinden dönme ile hasta dolaşmaya çıkmak gibi haller müstesnadır - ve hayız, delilik, uzun süren baygınlık gibi kendi fiili olmayan bozulma arasında fark yoktur.
Hükmüne gelince: Muayyen olan vakti geçerse bakılır: Yalnız bir kısmı geçmişse, yalnız onu kaza eder; yeniden başlamak gerekmez. Hepsi kalmışsa, hepsini aralıksız olarak kaza eder. Kazaya kudreti olur da, ölünceye kadar kaza etmezse, her gün için bir fakir yiyeceği vasiyet eder. Bir kısmına kudreti olursa, nezir vaktinde sağlam olduğu takdirde, hüküm yine budur. Sağlam değilse, bir gün iyileştiği takdirde oruçta geçen ihtilâfa göre halledilir. Aksi takdirde bir şey lâzım gelmez... Bu satırlar kısaltılarak Bedâyi'den alınmıştır.
«Meğer ki dinden dönmekle bozsun!» Çünkü dinden dönmek, ondan önce Allah'ın vâcip kılması ile veya kendi borç etmesiyle boynuna borç olan her şeyi ıskat eder. Nezir, kendisinin borç ettiği şeylerdendir. H. Yani onun sebebi bâki değildir; zira sebebi nezirdir. Fetih sahibi, "Kurbet olan bir fiilî nezretmek kurbettir. Binaenaleyh sair kurbetler gibi o da dinden dönmekle bâtıl olur." demiştir. Sebebi bâtıl olunca, kazası icap etmez. Hacc ile vakit namazı bunun gibi değildir. Zira onların sebebi bâkidir.
«İstihsan olduğunu söylemişlerdir.» Çünkü azda zaruret vardır. Hidâye'de de böyle ise de, "söylemişlerdir" sözü yoktur. Bu söz, hilâf ve zayıflık olduğunu bildirir. Lâkin Şârih bu sözü Kemâl'in incelemesine meylettiği için söylemiştir.
«Burada Kemâl'in incelemesi.,.» şöyledir: «İstihsan budur sözü onun tercihini iktiza eder. Çünkü bu kıyasın istihsana tercih edildiği sayılı yerlerden değildir.» Sonra istihsan olduğunuzaruretle menetmiş ve şunları söylemiştir: «Hafifliğe sebep olan zaruret, daimi veya ekseriyetle vuku bulan zarurettir; Halbuki İmameyn hiç zaruret yokken çıkmayı da caiz görmektedirler. Çünkü mesele hacet için olsun olmasın; hattâ oyun için bir günden az çıkması hususunda farz ve tahmin edilmiştir. Ben şüphe etmem ki, bir kimse mescitten oyun ve kumar için pazar yerine günün yarısından önceye kadar çıksın da sonra, "Yâ Rasulallah' Ben îtikaftayım!" desin. "Sen îtikafçılardan ne kadar uzaksın!" der.» Bu satırlar kısaltılarak alınmıştır. Kemâl merhum, bunu tahkik hususunda sözü uzatmıştır. Nitekim âdeti budur. Bundan anlaşılır ki, meselenin istihsan olduğu teslim edilmiş değildir ki, Rahmetî'nin dediği gibi kıyasın istihsana tercih edildiği yerlerden olsun.
METİN
Çok başa gelen bir özürden dolayı çıkarsa - ki o da yukarıda geçen tabiî veya şer'î hacettir; başkası değildir - îtikaf bozulmaz. Ama boğulan bir kimseyi kurtarmak ve mescidin yıkılması gibi çok başa gelmeyen özürden dolayı çıkarsa, bu bâtıl olmayı değil, günahı ıskat eder. Aksi takdirde unutmak, bozulmamak hususunda evlâ olurdu. Nitekim Kemâl bunu tahkik etmiştir. Zeylâî'nin ve başkasının tafsile gitmesi bunun hilâfınadır. Lâkin Nehir sahibi ve başkaları, yıkılmakla, cemaatının dağılması ve zorla çıkarılmasıyla bozulmamayı istihsan saymışlardır.
İZAH
«Aksi takdirde unutmak evlâ olurdu...» Çünkü unutmakla bazı hükümlerin şer'an sahih kabul edildiği sabit olmuştur. Fetih. Nitekim oruçlunun unutarak yemesi, kalmış namazını unutan kimsenin vakit namazının sahih olması bu kabildendir.
«Kemâl bunu tahkik etmiş...» ve şöyle demiştir: «Hâniyye ve Hulâsa'da beyan edilen şudur: Unutarak veya zorla yahut küçük abdest bozmak için îtikaftan çıkar da, alacaklısı bir müddet kendisini hapsederse, yahut hastalık dolayısı ile çıkarsa, İmam-ı Âzam'a göre bozulur. Hâniyye sahibi hastalığı "çok başa gelmez" diye illetlendirmiştir. Bu sebeple icaptan müstesna olmaz; ve hepsinde bozulmayı ifade eder. Bu izaha göre, hasta dolaşmak veya cenazede bulunmak için çıkarsa, vazife ona taayyün etse bile îtikaf bozulur. Ancak hastalıkta olduğu gibi burada da günahkâr olmaz. Bilâkis cumada olduğu gibi vâciptir. Bununla îtikaf bozulmaz; çünkü vukuu mâlûmdur; binaenaleyh müstesnadır. Bu izaha göre, boğulan bir kimseyi kurtarmak veya yangın yahut umumi seferberlik için çıkarsa bozulur; ama günahkâr olmaz. Keza mescit yıkılırsa hüküm budur. Hâniyye ve diğer kitaplarda bu nassan beyan edilmiştir Cemaatının dağılması, bitmesi de böyledir. Hâkim Kâfî adlı eserinde bunu bildirmiş ve, "Ebû Hanife'nin kavline göre ise, büyük veya küçük abdest bozmakla, cumadan başka bir sebeple bir saat çıkarsa îtikafı bozulur." demiştir.» Kısaltılarak alınmıştır.
«Zeylâî'nin tafsile gitmesi bunun hilâfınadır.» O, hasta dolaşmak, cenazede ve namazındabulunmak, boğulanı kurtarmak, yangın, seferberlik ve şahitliği eda gibi bir şey için çıkmayı bozucu saymıştır. Mescit yıkılıp da veya cemaatı dağılıp da beş vakit namaz kılınmaz olduğu İçin başka bir mescide gitmesi, zâlim tarafından zorla çıkarılması, malı ve canı hususunda zorbalardan korkması bunun hilâfınadır. Nuru'l-îzah sahibi de bu tafsilâta göre hareket etmiştir. Fakat Nehir'den aşağıda nakledeceğimize uymamıştır.
«Nehir sahibi» şöyle demiştir: «Bedâyi ve diğer kitaplarda açıklandığına göre, yıkılma ile zorlamada, bozulmaması istihsandır. Çünkü buna mecburdur; yıkıldıktan sonra artık orası îtikaf yeri olmaktan çıkmıştır; artık orada cemaatla beş vakit namaz kılınmaz. Bu da cemaatını dağıtmak ile bozulmayacağını ifade eder.» Şurunbulâliyye'de beyan olunduğuna göre, bu bâbta istihsan bulunduğu, Muhît, Mübtegâ ve Cevhere'de bildirilmiştir.
Ben derim ki: Keza Müctebâ, Sirâc ve Tatarhâniyye'de de bildirilmiştir. Bununla Miskîn Hâşiyesi'ni yazan Ebussuûd'un, "Bedâyi ve diğer kitaplardaki kavil İmameyn'indir. Zeylaî, Miskîn, Şurunbulâlî ve başkaları iki kavli birbirine karıştırmışlardır..." sözü itibardan sâkıt olur. O bu hususta boş yere sözü uzatmıştır. Zira İmameynin kavli olsa, bazı özürlerde istihsanın bulunması, bazılarında bulunmaması ne mâna ifade ederdi. İmameyn hiç özür yokken yarım günden az çıkmakla îtikaf bozulmayacağını söylüyorlar. Şu da var ki, bu onların kavli olsa, bu zevattan biri naklederdi. Bilakis Bedâyi sahibi, yıkılmakla zorlama meselelerinde hemen o saatte başka bir mescide girerse istihsanen bozulmayacağını açıklamıştır. "Hemen o saatte" demesi, açık gösteriyor ki, bu, İmamı Âzam'ın kavline göredir.
Hâsılı: İmam-ı Âzam'ın mezhebine göre, mescitten çıkmakla itikâf bozulur. Bundan yalnız büyük ve küçük abdest bozmakla, cuma için çıkmak müstesnadır. Nitekim Hâkim'in Kâfî adlı eserinden naklen açıklaması yukarıda geçti. Bu izaha göre Hâniyye, Hulâsa ve Fetih'ten naklettiğimiz ve bazı ulemanın bazı meselelerde bozulmamayı istihsan etmeleri, galiba Haniyye sahibinin bu istihsanı beğenmediğinden olacaktır. Zira mescidin yıkılması, onu îtikaf yeri olmaktan çıkarmaz. Şu kavle binaen ki, beş vakit namazı o mescitte cemâatla kılmak, bâbın başında geçtiği gibi şart değildir. Bir de hastalık, hayız ve unutmak, AIIah tarafından olduğu halde bozarsa, kul tarafından olan zorlama evleviyetle bozar olmalıdır. Muhakkık İbn-i Hümâm bu cihete bakmış olacak ki, zâhir rivayet kitapları ile Hâniyye ve diğer kitapların kısaltılmışı olan Hâkim'in Kâfîsine uymuş; Bahır sahibi de ona uymuştur. Burhân sahibi dahi ona itimat ederek "Mevahibû'r-Rahmân" adlı kitabının metninde yalnız bununla iktifa etmiştir. Musannıf dahi ona tâbi olmuştur. Kezâ Allâme Makdisî, şerhinde Şurunbulâlî'ye muhalefet etse de Kemâl'e uymuştur.
METİN
Tatarhâniyye'de Huccet'ten naklen beyan edildiğine göre, bir kimse nezir vaktinde hastadolaşmak, cenaze namazı kılmak ve ilim meclisinde bulunmak gibi şeyleri şart koşsa caiz olur. Bu bellenmelidir. İtikafçıya, mescitte yalnız, yiyip içmek, uyumak ve kendisinin yahut çoluk-çocuğunun muhtaç olduğu bir akdi yapmak tahsis edilmiştir. Ticaret için olursa mekruhtur. Muhtaç olduğu akit, alışveriş ve nikâh gibi şeylerdir. Ric'at dahi muhtaç olduğu şeylerdendir. Ric'at sebebiyle çıkarsa, zaruret bulunmadığı için îtikaf bozulur. İtikaf yerine satılık bir şey getirmek, tahrîmen mekruhtur. Çünkü ulema "mekruh" kelimesini kayıtsız kullanırlarsa kerahet-i tahrîmiyye kastederler. Nitekim îtikaf yerinde îtikafçıdan başkası ile alışveriş yapmak da mutlak surette mekruhtur. Çünkü yasak edilmiştir. Keza başkasının orada yemek yemesi ve uyuması da yasak edilmiştir. Bu yalnız yabancıya caizdir. Eşbâh. Biz bunu vitir bahsinden az önce arz etmiştik. Lâkin İbn-i Kemâl, "İtikaf yerinde mutlak surette yiyip içmek ve uyumak gibi şeyler mekruh değildir." demiştir. Bunun benzeri Muctebâ'da da vardır.
İZAH
Tatarhâniyye'den naklettiği sözler Kuhistânide de vardır. "Şart koşsa" sözünde, niyetle yetinilmeyeceğine işaret vardır. Ebû Suud.
"Caiz olur." Ben derim ki: Buna, Hidâye'nin ve başka kitapların "ancak insan haceti için çıkar" dedikleri yerde, "Çünkü onun alacağı mâlûmdur. Binaenaleyh mutlaka çıkmak lâzımdır." demeleri işaret etmektedir. Binaenaleyh istisna edilmiş olur. Hâsılı çok başa gelen bir şey şart koşulmasa bile, hükmen istisna edilmiş olur. Böyle olmayan, ancak şart koşulursa müstesna olur.
«Tahsis edilmiştir» Yani bunlar ona başka yerde helâl değildir. Bilmiş ol ki, vâcip îtikafta, yiyip içmek gibi şeyler mekruh olmadığı gibi; nâfile îtikafta da mekruh değildir. Nitekim Câmiu'l-Fetevâ'nın kerahet bahsinde beyan edilmiştir. Onun ibaresi şöyledir: «İtikafçıdan başkası için, mescitte uyumak ve yiyip içmek mekruhtur. Bunu yapmak isterse, itikafa niyet ederek girmesi lâzım gelir ve içeri girdiğinde, durmaya niyet ettiği miktarda Allah'ı zikreder yahut namaz kılar. Sonra yapmak istediği fiili yapar.»
«Ticaret için olursa mekruhtur.» Yani satılacak eşyayı getirmese bile mekruhtur. Kâdıhan ve Zeylâî bunu tercih etmişlerdir. Çünkü îtikafa giren Allah için dünya işinden el çeken kimsedir. Ona dünya işleriyle meşgul olmak gerekmez. Bahır.
«Zaruret bulunmadığı için» Yani bunlar mescitte caiz olduğundan, çıkmaya zaruret yoktur. Zahîriyye'de şöyle denilmiştir: «Güneş kavuştuktan sonra yiyip içmek için çıkar diyenler de olmuştur.» Bu sözü, yemek getiren bulunmadığına hamletmek gerekir. O zaman abdest bozmak gibi bu da zaruri ihtiyaçlardan olur. Bahır.
«İtikaf yerine satılık bir şey getirmek mekruhtur.» Çünkü mescid kul haklarından ayrılmıştır. Eşyayı oraya getirmek ise mescidi kul hakkı ile meşgul etmek demektir. Ulemanın ta'lîli gösteriyor ki, satılık eşya birkaç dirhem veya bir kitap gibi yer meşgul etmeyen cinsten olursa, getirmek mekruh değildir. Bahır. Lâkin ilk ta'lîlin muktezası, mekruh olmaktır. Velev ki yer kaplamasın. Nehir.
Ben derim ki: .Ta'lîl birdir ve manâsı şudur: Mescit îtikafçının onu kul haklarıyla meşgul etmesinden ayrılmıştır. Ulemanın, "Eşya getirmek ise mescidi meşgul etmek demektir." sözleri, ta'lîlin neticesidir. Onun için Mi'rac sahibi bu ibareyi değiştirerek "Eşya ile mescidi meşgul etmesi mekruh olur." demiştir.
Bahır'da şöyle denilmiştir: «Mutlak söylemesi şunu ifade eder ki:Yemek için satın alacağı şeyi getirmek mekruhtur. Ama anlaşıldığı gibi kerahet olmaması gerekir.» Yani onu getirmesi yemek için zaruridir. Bir de bu az olduğu için yer tutmaz. Ebû Suûd diyor ki: «Hamevî'nin Bercendî'den naklettiğine göre, mescitte yer tutmayacak eşyayı ve parayı oraya getirmek caizdir.»
«Mutlak surette mekruhtur.» Yani ister kendisi için, ister çoluk-çocuğu namına olsun; yahut ticaret için getirmiş olsun olmasın fark etmez. Nitekim bundan önceki sözünden ve Zeylâî ile Bahır'dan da anlaşılmaktadır.
«Çünkü yasak edilmiştir.» Bundan murad, Sünen sahiplerinden dördünün rivayet ettiği ve Tirmîzî'nin "hasendir" dediği şu hadistir: «Rasulullah (s,a,v.) mescitte alışveriş yapmayı, kayıp aramayı, şiir söylemeyi yasak etti. Cuma günü namazdan önce halka olarak oturmayı da yasak etti.» Fetih.
«Lâkin İbn-i Kemâl» ifadesi, Eşbâh'ın sözüne itirazdır. İbn-i Kemâl'in ibaresi İsbîcabî'nin Câmi namındaki eserinden naklen şöyledir: "îtikafçıdan başkası, mukim olsun, yabancı olsun mescitte uzanarak veya bir şeye dayanarak ayaklarını kıbleye veya başka bir yere doğru uzatmış olduğu halde yatabilir: Bunu îtikafçının yapması ise evleviyette kalır" Bu ibareyi Mi'râc sahibi de nakletmiştir. Mutlak bırakılan ifadenin tafsili bununla anlaşılır. Tahtâvî diyor ki: "Lâkin ayaklarını kıbleye uzatarak" sözünü kabul etmiyoruz. Çünkü ulema bunun mekruh olduğunu söylemişlerdir.
Şarihimizin sözünden anlaşılıyor ki, kendisi Eşbâh'a yapılan bu itirazı tercih etmektedir. Zahire göre mescitte yiyip içmek, yer işgal etmez ve orasını kirletmezse uyumak gibidir. Çünkü yukarıda geçtiği vecihle, mescidi temiz tutmak vâciptir. Ancak Vikâye'nin metninde şöyle denilmiştir: «îtikafçı mescitte yer içer, uyur ve alışveriş eder, başkası bunları yapamaz.» Molla Ali Kaarî bunu şerhederken, «Yani itikafçıdan başkası mescitte bunlardan hiçbirini yapamaz.» demiştir. Kuhistânî'de de böyle sözler vardır. Sonra yukarıda Mücteba'dan nakledilen sözler zikredilmiştir.
METİN
Şayet îtikafçı susmayı ibadet îtikat ediyorsa, susmak kerahet-i tahrîmiyye ile mekruhtur. Aksi takdirde kerahet yoktur. Çünkü hadiste, "Susan kimse necat bulur." buyrulmuştur. Gürerül-Ezkâr'da beyan edildiği gibi, kötülüğü söylemekten susmak vâciptir. Çünkü bir hadiste, "Konuşup muvaffak olan, yahut susarak kurtulan kimseye Allah rahmet eylesin." buyrulmuştur. Konuşmak da mekruhtur. Meğer ki hayır konuşa! Bunda murad, günah olmayan sözleri söylemektir. Hacet zamanında mübah sözü söylemek dahi hayırdan sayılır. Hacet yokken söylerse hayır sayılmaz. Fetih'deki, «Mescitte bu mekruhtur, iyilikleri, odunun ateşi yediği gibi yer.» sözünün yorumu budur. Nitekim Nehir sahibi bunu tahkik etmiştir. Hayır konuşmaktan murad, Kur'an, hadis ve ilim okumak, Peygamber (s.a.v.)'in ve diğer peygamberlerin tarihleri ile, sâlih kimselerin hikâyelerini okutmak, dine ait işleri yazmak gibi şeylerdir.
Ferce cima etmekle, meni insin inmesin îtikaf bozulur. Velev ki cimaı mescidin dışında olsun. Bunun, gece veya gündüz, kasten veya unutarak
yapılması esah kavle göre îtikafı bozar. Çünkü îtikafçının hâli hatırlatıcıdır.
İZAH
Susmanın mekruh olması, bizim şeriatımızda meşru olmadığı içindir. Ebû Hanife'nin Hz. Ebû Hureyre'den rivayet ettiği bir hadiste, "Peygamber.(s.a.v.) visâl orucuyla sükût orucunu yasak etti." buyrulmuştur. Fetih.
«Kötülüğü söylemekten susmak vâciptir.» Şarih'in burada 'farzdır' dememesi, vâcibe de şamil olmak içindir. Çünkü bazen konuşmak, gıybet gibi haram olur. Bazen de kötü şiir okumak gibi mekruh olur. Bir malı satmak için zikir dahi böyledir. Binaenaleyh gıybetten susmak farz, şiirden susmak vâciptir. Anla!
"Mubah dahi hayırdan sayılır." Yani konuşulmasında günah yoktur. Nehir sahibi İnaye'den alarak bu sözü daha yerinde bulmuş ve bununla Bahır'a ret cevabı vermiştir. Çünkü Bahır'da, «Evlâ olan, hayrı, yapılmasında sevap olan şey diye tefsir etmektir. Şu halde itikafçının mubah sözü konuşması mekruhtur. Başkaları bunun hilâfınadır.» denilmiştir. Nehir sahibi verdiği ret cevabında «Hacet zamanında mubah söz konuşmaktan müstağni kalamaz. O halde mutlak surette konuşmak ona nasıl mekruh olur.» demiştir. Maksat dünya işlerine, ait sevap kastedilmeyen işlerdir. Aksi takdirde bu sözlerde sevap vardır.
"Mescitte bu mekruhtur." Yani konuşmak için oturursa mekruhtur. Nitekim Zahîriyye'de böyle kaydedilmekledir. Mi'rac'da İrşad Şerhi'nden naklen, «Mescitte konuşmak, az olursa zarar etmez. Fakat mescit, konuşmak için kasten seçilirse doğru olmaz.» denilmiştir. Bu tehdidin zahiri, kerahetin tahrimî olduğunu gösterir.
«Ferc»den murad, ön ve arddır.
«Velev ki mescidin dışında olsun.» Şarih bu cümleyi Dürer'e uyarak umumileştirmiştir ki, İnaye ve diğer kitaplardaki, «îtikafçı ancak mescit içinde bulunur. Binaenaleyh onun cima etmesi mümkün değildir.» ifadesine red cevabı vermek istemiştir. İnaye'de bundan sonra şöyle denilmiştir: «Ulema bu sözü te'vîl ederek, îtikafçının insan haceti için çıkması caizdir; işte o zaman cimada bulunması haramdır, demişlerdir.» Te'vîlat Şerhi'nde beyan edildiğine göre, Ashab-ı Kirâm, îtikaftan çıkarak cima hacetlerini görürler: sonra yıkanıp îtikaf yerine dönerlerdi. Bunun üzerine; "Siz mescitlerde kapalı iken kadınlarla münasebette bulunmayın!" ayeti indi. Şeyh İsmail diyor ki: "Bu, söz götürür. Çünkü mescitte cîmaa imkân vardır. Velev ki başka cihetten bunda haram hüküm bulunsun. Bu da cünüp olarak mescide girmesidir. Şu da var ki, karısı evinin mescidinde îtikafa girmiş olur da, kocası oraya giderek cimada bulunabilir. Bu suretle kadının îtikafı bozulur. Esah kavle göre îtikafı bozar.» Şurunbulâliyye'de şöyle denilmektedir: «İmam Şâfiî, unutarak cima etmekle, îtikafın bozulmayacağını söylemiştir İbn-i Semâa'nın bizim ulemamızdan rivayeti de budur. Onlar bunu oruca kıyas etmişlerdir. Burhân'da da böyledir.»
«İtikafçının hâli, hatırlatıcıdır.» cümlesi, esahhın ta'lîlidir. Şöyle ki: itikafla oruç arasında fark vardır. İtikafçının hâli hatırlatıcıdır. Binaenaleyh unutması affedilmez. O, namaz kılan ve ihramda olan gibidir. Oruçlu öyle değildir.
METÎN
Öpmek, dokunmak ve uyluğundan faydalanarak menisi gelmekle îtikaf bozulur. Meni gelmezse bozulmaz. Velev ki bunların hepsi haram olsun! Çünkü güçlük yoktur. Düşünerek veya bakarak meni gelmekle îtikaf bozulmadığı gibi; geceleyin sarhoş olarak veya unutarak yemekle de bozulmaz; zira oruç bâkidir. Kasten yemesi ve dinden dönmesi bunun hilâfınadır. Keza bayılması ve delirmesî günlerce devam ederlerse, itikafı bozulur. Deliliği bir sene devam ederse, İtikafı istihsanen kaza eder.
Aralıksız, yani peşi peşine günlerde, îtikafa girmeyi dili ile nezredene, geceleyin de peşi peşine îtikaf lâzım gelir. Velev ki peş peşe olmasını şart koşmasın. Aksi de böyledir. Çünkü iki sayıdan birini cemi sîgası ile söylemek, diğerlerine de şâmildir. Tesniye de öyledir.
İZAH
«Menisi gelmekle îtikaf bozulur.» Çünkü meninin gelmesi cima mânâsınadır. Nehir.
«Meni gelmezse bozulmaz.» Zira bunda cima mânâsı yoktur. Onun için bununla oruç da bozulmaz.
«Velev ki hepsi haram olsun.» Yani zikredilen cima sebepleri haram olsa da, onlarla bozulmamaktan, bunların helâl olması lâzım gelmez. Zira güçlük yoktur Mecmâ Şerhi'ndeşöyle denilmiştir: "Eğer "Neden cima'da olduğu gibi, oruçta ve hayız halinde cima sebepleri de haram kılınmamıştır?" dersen; ben de "Çünkü oruçla hayızın mevcudiyetleri çoktur. Bunlarda cima sebepleri haram edilse, kullar güçlüğe düşerlerdi. Bu ise şer'an defedilmiştir." derim.»
«Unutarak yemekle de bozulmaz.» Esas şudur: îtikafta memnu olan şeylerdeki maksat, oruç için değil de îtikaf için men edilenlerdir. Kasıt, yanılma, gece ve gündüz fark etmez. Cima ve mescitten çıkmak gibi. Oruçta memnu olan şeylerde - maksat oruç için men edilenlerdir - kasıtla, yanılma, gece ile gündüz fark eder. Yiyip içmek gibi. Bedâyi.
"Dinden dönmesi bunun hilâfınadır" îtikaf onunla bozulunca kazası lâzım gelmez. Nitekim geçmişti.
«Günlerce devam ederlerse» İfadesindeki 'günler' den murad, niyet İmkânı bulunmamak sebebi ile oruç tutamamasıdır. H. Delirmede olduğu gibi, bayılmada da bunu kaza eder. T.
«Deliliği bir sene devam ederse» ibaresi, Bedâyi ve diğer kitaplarda; "Senelerce devam ederse" şeklindedir. Maksat mübâlâğadır. Daha azında evleviyetle kaza eder.
«İstihsanen kaza eder.» Kıyasa göre, ramazan orucunda olduğu gibi kaza etmez. İstihsanın vechi şudur: Ramazanda kazanın sâkıt olması, ancak güçlüğü defetmek içindi. Zira delilik uzun sürerse, nadiren düzelir. Binaenaleyh onun üzerinden ramazan tekrar tekrar geçer ve kazasında güçlük çeker. Bu mânâ îtikafta yoktur. Fetih.
«Dili ile nezredene gecelerinde îtikaf lâzım gelir.» Binaenaleyh yalnız kalbi ile niyet kâfi değildir. Fetih. Bu yukarıda geçmişti.
«Peşi peşine îtikaf lâzım gelir.» Bu cümle, gecelerin halidir. Esasen ne zaman gün ve gece îtikafına dahil olursa, peşi peşine yapması lâzım gelir. Ayırması caiz değildir. Bahır. Keza muayyen olmayan bir ay îtikafı nezrederse, hangi ay olursa olsun aralıksız geceli gündüzlü bir ay îtikafa girmesi gerekir. Bir ay oruç nezredip, "aralıksız" demez ve bunu niyet de etmezse, bunun hilâfınadır. O kimse isterse aralıklı, isterse aralıksız tutar. Çünkü îtikaf daimi bir ibadettir. O esas itibariyle aralıksız yapılır. Zira durup beklemekten ibarettir. Gecelerde bu mümkündür. Oruç bunun hilâfınadır. Meselenin tamamı Bedâyi'dedir. (Aksi de böyledir.) Yani gecelerde îtikafı nezrederse, günleri de lâzım gelir. T.
«Cemi siygasıyla söylemek» Meselâ "otuz gün veya otuz gece"; yahut "üç gün" demek gibi ki, bu da cemi hükmündedir. İkiyi bildiren tesniye siygası da cemi hükmündedir. Binaenaleyh 'iki gün' dedi ise, iki günle beraber iki gece de lâzım gelir. Ama bu Tarafeyn'e (yani İmam-ı Azam'la İmam Muhammed'e) göredir. Ebû Yusuf'a göre, ilk gece hesaba dahil değildir. Bedâyi. İki sayıdan birinin diğerine de şâmil olması, örf ve âdete göredir. "Filanın yanında üç gün kaldım'" dersin, bununla üç de geceyi kastedersin. Allah-ü Tealâ, bir yerde"üç tam gece" başka bir yerde "üç gün sadece işaretle konuşacaksın" buyurmuştur. Halbuki kıssa aynı kıssadır.
METİN
Eğer günleri nezrederken yalnız günleri niyet ederse, niyeti sahih olur; çünkü hakikati niyet etmiştir. Bununla yani günlerle geceleri niyet ederse, niyeti sahih olmaz. Bilâkis gecelerle günlerin her biri lâzım gelir, Nitekim bir ay îtikafı nezreder de, yalnız gündüzleri niyet ederse; yahut aksini yapar, yani yalnız geceleri niyet ederse, bu niyeti sahih olmaz. Çünkü ' ay ' kelimesi, günlerle gecelerden meydana gelen bir mürekkebin ismidir. Ondan aşağısına ihtimali yoktur. Meğer ki geceleri istisna etmiş olsun; Bu takdirde, gündüzlere mahsus kalır. Gündüzleri istisna etmesi de sahih olur. Bu takdirde ona bir şey lâzım gelmez. Sebebi geçmişti. Bil ki, geceler günlere tâbidir. Bundan, yalnız arefe gecesiyle kurban bayramı geceleri müstesnadır. Ki insanlara kolaylık olmak için, onlar geçen gündüzlere tâbidirler. Nitekim Valvalciyye'nin kurban bahsinde beyan edilmiştir.
İZAH
«Niyeti sahih olur» ve gecesiz olarak günler lâzım gelir. Bu günleri birbirinden ayırmakta muhayyerdir. Çünkü kurbet, günlere taalluk etmiştir; onlarsa dağınıktır. Binaenaleyh peş peşe olması lâzım gelmez. Meğer ki şart koşmuş ola. Nitekim oruçta da böyledir. Mescide her gün fecir doğmadan girer; güneş kavuştuktan sonra çıkar. Bedâyi.
«Çünkü hakikati niyet etmiştir.» Bundan murad, lügâvı hakikattir. Örfî hakikat ise, evvelce arz ettiğimiz gibi gecelere de şâmildir. Bir sözün hem lügâvi, hem örfî hakikati olursa, örf alimlerine göre, mutlak söylendiği zaman örfî hakikate yorumlanır. Nitekim nâssan bildirmişlerdir. Onun için lügâvi hakikati murad edilirse, niyete muhtaçtır. Bu suretle "Hakikat karîne ve niyete muhtaç değildir." şeklindeki itiraz defedilmiş olur. Bedâyi'de beyan edildiğine göre, lügat manâsında kullanıldığı vakit, örfî manâsı yine bâkidir; o halde onu niyet sahih olur. Böylece örf müşterek olur. Zahire bakılırsa, ekseriyetle lügâvi mânânın hilâfına kullanılır. Onun için de mutlak söylendiğinde örfî mânâya alınır. Lügâvi mânâ niyete muhtaçtır.
«Niyeti sahih olmaz.» Çünkü sözünün taşıyamayacağı mânâyı niyet etmiştir. Bahır. Hâsılı o kimse ya kastettiği sözü söyleyecektir; ya tesniye veya cemi siygası kullanacaktır. Bu üçten her biri ya gün ya gecedir. Bu altıdan her birinde ya hakikati, ya mecazı yahut her ikisini niyet eder. Yahut hiç niyet etmez. Böylece yirmi dört suret meydana gelir. Bunlardan, tesniye ile cem'in hükümlerini, kısımları ile gördün. Yalnız müfret kaldı. Şöyle ki: Yalnız bir gün îtikafı nezrederse, niyet etsin etmesin yalnız o lâzım gelir. Onunla birlikte geceyi de niyet ederse, her ikisi lâzım gelir. Bir gece îtikafı nezrederse, onunla birlikte günü de niyet etmedikçe sahiholmaz. Nitekim geçti. Tamamı Bahır'dadır.
«Bir ay îtikafı nezreden» yani "ay" kelimesini söylerse, bu niyeti sahih olmaz. Fakat "otuz gün" derse, yukarıda arz ettiğimiz olur.
«Sebebi geçmişti.» Bundan murad, Şârih'in bu bâbın başlarındaki "çünkü gece oruca mahal değildir" sözüdür. H. Yani günleri istisna ettikten sonra kalan şey sadece gecelerdir. şu halde nezredilen îtikafı o gecelerde yapmak sahih olmaz; zira şartı olan oruca aykırıdır.
«Bil ki geceler günlere tâbidir.» Yani her gece, kendinden sonra gelen güne tâbidir. Görmüyor musun, teravih ramazanın ilk gecesinde kılınıyor; şevvâlin ilk gecesinde kılınmıyor! Bu izaha göre tesniye veya cemi olarak söylerse, mescide güneş batmadan önce girer; nezrettiği son günün güneşi battıktan sonra çıkar. Nitekim Hâniyye'de, bu izah edilmiştir. Yine orada açıklandığına göre "birkaç gün" dediği vakit, îtikafa gündüzleyin başlar ve mescide fecir doğmadan girer. Bu izaha göre, günlerin nezrinde gece dahil değildir. Meğer ki îtikaf için muayyen bir gün sayısı söylemiş olsun. Bahır.
«Yalnız arefe gecesi müstesnadır...» Muhit'ten naklen Bahır'ın ifadesi şöyledir: «Yalnız hacda müstesnadır. Çünkü o gece geçmiş günler hükmündedir. Binaenaleyh arefe gecesi terviye gününe, bayram gecesi de arefe gününe tâbidir.» Bundan önce Bahır sahibi Valvalciyye'nin kurban bahsinden şunu nakletmiştir: «Gece her zaman gelecek güne tâbidir. Yalnız kurban bayramı günlerinde müstesnadır. O günlerde insanlara yardım olmak üzere geçen güne tâbidir»
Ben derim ki: Valvalciyye'nin hacc bahsinde bildirildiğine göre, hacc günlerinde gece, geçen güne tâbidir. Onun için bir kimse Arafaf'ta bayram gecesi fecir doğmadan dursa kâfi gelir.
Hâsılı: Arefe gecesi, hükümde önceki güne tâbidir. Hattâ o gecede vakfe yapmak sahihtir. Bayram gecesiyle, ondan sonraki gece dahi öyledir. Hattâ o gecelerde, kurban kesmek ve şeytan taşlamak caizdir. Demek oluyor ki, gündüz yapılan kurban kesmek ve Arafat'ta durmak gibi işler, o günden sonra gelen gecede yapılabilir. Bu, insanlara yardım içindir. Bu sebepten dolayı Şârih, mutlak olarak o gecenin güne tâbi olduğunu söylemiştir. Yani hakikatte değil, hükümde önceki güne tâbidir. Aksi takdirde her gece kendinden sonra gelen güne tâbidir. Onun için kurban bayramında önceki geceye "bayram gecesi" denilmiştir. O gece kendinden önceki güne bağlı olsaydı, arefe gecesine isim olurdu. Bu îse hem lügaten, hem şer'an caiz değildir. Binaenaleyh bundan dolayı, "Kurban günlerinin üçüncüsünün gecesi yoktur; terviye gününün iki gecesi vardır." sözü sahih değildir. Meğer ki hüküm itibariyle murad oluna. Aksi takdirde, bir kimse terviye günü ile arefe günü îtikafı nezrederse, iki gün üç gece îtikafta kalması lâzım gelir. Zâhire bakılırsa bunu kimse söylememiştir. Anla! 

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...