03 Ekim 2012

REDDU'L-MUHTAR...Sarûrenin Haccı


Sarûrenin Haccı


METİN
Zikredilen acz şartı farz hacc içindir. Nafile için değildir. Çünkü onun kapısı geniştir. Mezhebin zâhirine göre, farz hacc gönderen namına olur. Bazıları, "Hacc nâfile olarak gönderilen namına; nafakanın sevabı da nâfilede olduğu gibi gönderen namına olur." demişlerdir. Lâkin niyabet sahih olabilmek için, gönderilenin hacc fiillerinin sahih olmasına ehliyeti şarttır. Musannıf bunun üzerine şu meseleyi tefri etmiştir: Binaenaleyh sarûrenin yani hiç hacca gitmemiş kimsenin, kadının - velev cariye olsun - kölenin ve köleden başkasının yani mürâhik gibilerinin haccı caizdir. Bunlardan başkalarının haccı ise evleviyetle caiz olur. Çünkü hilâf yoktur.
İZAH
«Acz şartı farz hacc içindir.» Çünkü Lübab'dan naklen yukarıda söylediklerimizden biliyorsun ki, şartların hepsi farz hacc için şarttır. Nâfile hacc için değildir. Nâfile için İslâm, akıl ve temyizden başka şart yoktur, Yukarıda beyan edildiği vecihle, kiralanmamış olmak da şarttır.
«Çünkü onun kapısı geniştir.» Yani farzda gösterilmeyen müsamaha nâfilede gösterilir. Fetih sahibi diyor ki: «Nafile hacca gelince: Onda acz şart değildir. Çünkü o kimseye iki meşakkatten yani beden meşakkatiyle mal meşakkatinden biri vâcip olmamıştır. Bunların ikisini de terk etmeye hakkı olunca, Rabbi Teâlâ'ya yaklaşmak için birini üzerine almaya da hakkı vardır. Sahih olarak bu bâbta vekil göndermeye de hakkı vardır.»
«Mezhebin zâhirine göre farz hacc gönderen namına olur.» Mebsut'da da böyle denilmiştir. Sahih olan da budur. Nitekim birçok kitaplarda böyle denilmiştir. Bahır. Sünnetten bazı eserler ve mezhepten bazı fer'î meseleler de buna şahittir. Fetih.
«Bazıları, "hacc, nâfile olarak gönderilen namına olur" demişlerdir.»
Müteehhirin ulemanın ekserisi buna kail olmuşlardır. Nitekim kitaplarda beyan edilmiştir. Onlar bunun, imam Muhammed'den bir rivayet olduğunu söylerler. Ama bu iş, semeresi olmayan bir ihtilâftır. Çünkü bu zevat, farzın gönderilenden değil; gönderenden sâkıt olduğuna ve giden vekilin gönderen namına niyetlenmesinin lâzım olduğuna ittifak etmişlerdir. Meselenin tamamı Bahır'dadır.
Ben derim ki: Hacc, gönderen namına olur denildiği takdirde dahi, giden memur sevaptan hâlî değildir. Hattâ Allâme Nûh Efendi, Kâdî'nin Menâsik'inden naklen, "Bir insanın başkası namına yaptığı hacc, farz olan haccı edadan sonra, kendi namına yaptığı haccdan daha faziletlidir. Çünkü onun faydası başkasına geçer ve o başkasına geçmeyenden efdaldir." demiştir.
«Nâfilede olduğu gibi...» sözünün muktezası şudur. Nâfile bilittifak memur edilen vekil namına olur. Gönderene ise, verdiği nafakanın sevabı vardır. Şarihlerden bazısı bunu açıklamış; Lübab sahibi de buna göre hareket etmiştir. Ama Efkânî Gâyetü'l-Beyân'da bunu redderek; "Bu, rivayetin hilâfınadır. Çünkü Hâkim-i Şehid Kâfi'de sağlam bir kimse namına yapılan nâfile haccın sahih olduğunu söylemiştir." demiş, sonra Asıl nam kitapta, "Hacc, gönderen namına olur." denildiğini söylemiştir.
«Hacc fiillerinin sahih olmasına ehliyeti şarttır.» Burada hacc fiilleri "vâcip olmasına" demeyip, "sahih olmasına" tabirini kullanması, sabî-i mürâhika (yani bülûğa yaklaşan çocuğa) da şâmil olsun diyedir. Çünkü sabî-i mürâhik, fiilin sahih olmasına ehildir; vâcip olmasına ehil değildir.
«Musannıf bunun üzerine...» Yanişartın ehliyet olduğuna, vekilin kendi namına haccetmiş olması, erkek, hür ve bâliğ olması şart olmadığına aşağıdaki meseleyi tefri etmiştir.
«Yani hiç hacca gitmemiş kimsenin ilh...» haccı caizdir. Kâmus'ta sarûre; hiç hacca gitmemiş kimse demektir şeklinde izah edilmiş; Fetih'te ise, "Sarûreden, kendi namına haccetmeyen kasdedilir." denilmiştir. Yani farz haccı yapmayan mânâsına alınmıştır. Çünkü İmam Şâfiî'nin muhalefefeti bunun hakkındadır. Bu mânâ lügat mânâsından daha şümullüdür. Binaenaleyh şarihin bunu söylemesi icabederdi. Çünkü hiç haccetmeyene, başkası namına haccedene, kendi namına nafile olarak haccedene veya nezir hacca yahut fâsit olan farza veya sahih olan farz haccı eda edip sonra dinden dönen, sonra yine müslüman olan kimselere şâmildir. Nitekim bunu Halebî söylemiştir.
«Çünkü hilâf yoktur.» Yani Şâfiî'nin muhalefeti yoktur. Çünkü o, bu söylenenlerin haccını caiz görmemektedir. Nitekim Zeylâî'de beyan edilmiştir. H. Âşikârdır ki, ta'lîl buradaki kerahetin keraheti tenzihiyye olduğunu gösterir. Çünkü hilâfa riayet etmek müstehaptır. Fetih sahibi, kadın hakkındaki keraheti Mebsut'taki, "Onun haccı daha noksandır. Çünkü kadına ramel olmadığı gibi, vadinin ortasında koşmak, telbiyeyi yüksek sesle almak ve tıraş olmak da yoktur." ifadesiyle illetlendirdiği gibi; köle hakkındaki keraheti de Bedâyi'nin, "Çünkü o kendisi namına farzı edaya ehil değildir." sözüyle ta'lîl etmiştir. Bedâyi sahibi köleyi hacca göndermenin sahih olduğunu mutlak olarak söylemiştir. Binaenaleyh sahibinin izni olduğu ve olmadığı suretlere şâmildir. Nitekim Mi'râc sahibi bunu açıklamıştır. Fetih sahibi şunu da söylemiştir: «Efdal olan, hilâftan çıkmak için vekil gidenin kendisine farz olan haccı yapmış bulunmasıdır. Yine efdal olan, hür ve kendi namına haccettiğinden yapmış olduğu hacc ibadetlerini bilen bir kimseyi göndermektir. Bedâyi sahibi hacca gitmemiş bir kimseyi vekil göndermenin mekruh olduğunu söylemiştir. Çünkü o kimse farz olan haccı terketmiştir.» Fetih sahibi uzun uzadıya delil getirdikten sonra şöyle demiştir: «İstidlâl şunu gerektirir ki: Haccetmeyen birinin başkası namına hacca gitmesi, şayet sıhhati yerinde olup hacc masraflarına mâlık bulunmak suretiyle kendisine hacc farz olduğu tahakkuk ettikten sonra ise bu, keraheti tahrimiyye ile mekruhtur. Çünkü hacc, imkân bulduğu senelerin ilkinde kendisine farz olur ve onu terketmekle günaha girer. Kendi namına nafile hacc yapmış olması da böyledir. Mamafih yine de sahihtir. Çünkü buradaki nehy, yapılan haccın aynı için değil: gayrı içindir ki o da haccı kaçırmasıdır. Çünkü bir sonede ölmek nâdirdir.» Bahır sahibi diyor ki: «Doğrusu bu kerahet, keraheti tenzihiyye olup gönderene aittir. Çünkü ulema (efdal olan, kendi namına farz haccı yapmış olmasıdır ilh...) sözleriyle, kendisinde haccın şartları mevcut olup da haccetmemiş bulunan vekil, sarûrenin geciktirdiği için keraheti tahrimiyye işlediğini bildirmişlerdir.»
Ben derim ki: Bu söz Fetih sahibinin ifadesine aykırı değildir. Çünkü onun sözü vekil hakkındadır. Şarihin sözü de gönderene yorumlanır ve Bahır'ın ifadesine uyar. Velev ki vekil hakkında keraheti tahrimiyye olsun.
TEMBİH: İbn-i Hamza, Nehcü'n-Necât adlı eserinde Bahır'ın yukarıda geçen sözünü andıktan sonra şunları söylemiştir: «Ben derim ki: Bu sözün zâhiri, fakir olan sarûreye Mekke'ye girmekle hacc farz olmayacağını gösterilmektedir. Bedâyi sahibinin, mutlak olan sözünden ise, kerahet anlaşılmaktadır. Yani "Sarûreyi hacca göndermek mekruhtur. Çünkü o, farz olan haccı terketmiştir." sözüyle, Mekke'ye girdiğinde o kimsenin kendi namına haccetmeye kâdir olduğunu anlatıyor. Velev ki vakti başkası namına yaptığı hacc ile meşgul olsun. Fetva vak'ası da budur.» Ben derim ki: O kimseye hacc, farz olur diye, İstanbul Müftüsü Allâme Ebussuud fetva vermiş; Şekbü'l-Enhûr sahibi de ona ,tâbi olmuştur. Keza Seyyid Ahmed Padişah bu şekilde fetva vermiş ve bu hususta bir risale yazmıştır. Abdülgâni Nablûsi ise bunun hilâfına fetva vermiş ve bu bâbta bir risale yazmıştır. Çünkü vekilin o sene kendi namına haccetmesi mümkün değildir. Onun seferi gönderenin malıyla olmuştur. Onun namına ihrama girmiş; onun namına haccetmiştir. Kendi namına gelecek seneye haccetmek için Mekke'de kalmasını teklif etmek, çoluğunu çocuğunu memleketinde bıraktırmak ise büyük güçlüktür. Fakir olduğu halde memleketinden tekrar hacca gelmesini teklif dahi büyük güçlüktür.
Bedâyi'nin ifadesine gelince: Onun, keraheti mutlak söylemesi ve bundan keraheti tahrimiyye anlaşılması, sözünun evvelden kendisine hacc farz olan sarûre hakkında olmasını gerektirir. Nitekim Fetih'ten naklettiğimiz de bunu ifade etmektedir. Evet hacc bahsinin başında Lübab ve şerhinden naklen arzetmiştik ki; uzaklardan gelen fakir, mikâta erişmekle Mekkeli gibi olur. Yürümeye kudreti varsa, kendisine hacc lâzım gelir. Fakirim, çünkü âfâkî iken bu hacc bana vâcip değildi diye nâfileye niyet etmemelidir. Mekkeli gibi olunca, hacc kendisine farz olur. Hatta o hacca nâfile diye niyet ederse, ikinci defa hacca gitmesi lâzım gelir. Lâkin bu fakir, sarûrenin de böyle olduğuna delâlet etmez. Çünkü onun kudreti, söylediğimiz gibi başkasının kudretiyledir. Başkasının kudreti ise muteber değildir. Kendi namına haccetmek için fakir olarak yola çıkması bunun hilâfınadır. Çünkü mikâta erişince, kendi kudretiyle kâdir olur ve hacc kendisine farz olur. Velev ki seferi baştan tetavvu diye olsun. Eğer fakire sarûre bunun gibi olsaydı, Kemâl b. Hümâm'ın keraheti tahrimiyyeyi kendisine haccın farz olduğu tahakkuk ettikten sonra başkası namına hacca gittiği zaman diye kayıtlaması ve bu keraheti o kimsenin üzerine farzı daraltır diye ta'lîlde bulunması sahih olmazdı.
METİN
Bir zımmîye veya deliye hacca gitmesini emrederse, sahih olmaz. Hacca gönderilen kimse yolda hastalanırsa, malı başkasına vererek ölü namına haccettiremez. Meğer ki kendisine bu hususta izin verilmiş olsun. Meselâ parayı verirken, "nasıl istersen öyle yap" denilirse, hasta olsun olmasın bunu yapması caiz olur. Çünkü mutlak surette vekil olmuştur. Bir mükellef 'hacca' diye yola çıkar da yolda ölürse ve kendisi namına haccedilmesini vasiyet ederse, malı veya yerini tefsir ettiği takdirde, iş onun tefsir ettiği gibi olur. Ama bunu vasiyet etmesi, farz olup da geciktirdikten sonra vâciptir. Farz olduğu yıl haccederse vasiyet vâcip olmaz.
İZAH
«Sahih olmaz.» Çünkü zikredilen ehliyet yoktur.
«Yolda hastalanırsa...» Yani hastalık ve hapis gibi girmesine mâni bir şey çıkarsa demektir. Bu söz, gönderenin tayin ettiği ye etmediği kimseye de şâmildir
«Ölü namına...» sözünden murad; ölü olsun, diri olsun, namına haccettiği kimsedir.
«Bir mükellef 'hacca" diye yola çıkarsa ilh...» Fakat hacca diye çıkmaz da, kendi namına haccedilmesini vasiyette bulunursa, mutlak söyleyerek mal ve mekân tayini etmediği takdirde, onun namına yeterse, malının üçte birinden kendi beldesinden hacca vekil gönderilir. Çünkü ona vâcip olan, yaşadığı beldeden hacca gitmektir. Yetmezse yettiği yerden bedel gönderilir. Hiçbir yerden göndermek mümkün değilse, vasiyet bâtıl olur. Nitekim Lübab'da beyan edilmiştir. Lübab şarihi diyor ki: «İhtimal yer, mikâtlardan önce olmakla kayıtlıdır. Aksi takdirde mümkün olan en az bir şeyle onun namına Mekke'den bedel gönderilir. Keza kendi namına haccedilmesini vasiyette bulunarak bir meblâğ gösterirse, hüküm yine budur. Yani memleketinden bedel göndermeye yeterse memleketinden yetmezse yettiği yerden bedel gönderilir.» 'Mükellef' sözü ile şarih, mükellef olmayan çocuk ve deliden ihtiraz etmiştir. Çünkü böylesinin vasiyetine itibar yoktur.
«Hacca diye çıkarsa...» sözüyle, ticaret ve benzeri bir şey için çıkıp da vasiyetle bulunmasından ihtiraz etmiştir. Çünkü böylesi için bilittifak memleketinden bedel gönderilir. Mi'râc ve diğer kitaplarda böyle denilmiştir. "Kendisi çıkarsa diye kayıtlaması başkasını gönderir de vekil yolda ölürse hükmün ne olacağını daha sonra söyleyeceği içindir.
«Yolda ölürse...» gözünden maksadı. Arafafta vakfe yapmazdan önce ölürse demektir. Velev kî Mekke'de olsun. Bahır. Tecnîs'te beyan edildiğine göre, Arafat'ta vakfeden sonra ölürse, ölü namına kifayet eder. Çünkü haccın Arafat'tan ibaret olduğu nassan bildirilmiştir. Haccın farzları hakkında söz ederken bildirmiştik ki, kendi namına hacceden bir kimse haccının tamamlanmasını vasiyet ederse, bir deve boğazlaması vacip olur.
«Ama bunu vasiyet etmesi farz olup da geciktirdikten sonra vâciptir.» Tecnîs'te de böyle denilmiştir. Kemâl, "Bu güzel bir kayıttır." demiştir.
«İş onun tefsir ettiği gibi olur.» Yani onun tayinine göre hareket edilir. Malı tefsir ettiyse, nereden yetecekse oradan bedel gönderilir. Mekânı tefsir ettiyse, onun dediği yerden gönderilir. H.
Ben derim ki: Zâhire bakılırsa, malının üçte biri yettiği takdirde, memleketinden hacca gönderilecek birini vasiyet etmesi gerekir. Bundan azını vasiyet ederse, yahut memleketinden başka bir yeri tayin ederse günahkâr olur. Biliyorsun ki, ona vâcip olan, yaşadığı memleketten hacca gitmektir.
METİN
Malı veya yeri tefsir etmezse, kıyasen memleketinden onun namına haccedecek biri gönderilir. İstihsanen gönderilmez. Bu bellenmelidir. Vasî onun yerine başka beldeden birini hacca gönderirse sahih olmaz. Ama bu, malının üçte biri memleketinden hacı göndermeye yettiğine göredir. Yetmezse istihsanen yettiği yerden gönderilir. Ölenin vasisi ile mirasçısının bedel giden kimseden ihrama girmemiş olmak şartıyla, malı geri almaya hakları vardır. Sonra bu malı kendi hıyaneti sebebiyle çevirirse, dönme masrafı kendi malından olur. Aksi takdirde ölenin malından çıkarılır.
İZAH
«Kıyasen memleketinden gönderilir.» Şayet birkaç tane memleketi varsa, Mekke'ye on yakın olanından gönderilir. Hiç memleketi yoksa, öldüğü yerden bedel gönderilir. Bir Horasanlı Mekke'de yahut Mekkeli Rey şehrinde vasiyet etse, onlar namına vatanlarından bedel gönderilir. Rey'de ölen Mekkeli, kendisi için kırân yapılmasını vasiyet ederse, onun namına Rey'den kırân hacısı gönderilir. Lübab. Çünkü Mekke'de bulunan bir kimseye kırân yoktur demek istiyor.
«İstihsanen gönderilmez.» Kıyâs İmam-ı Âzam'ın kavli, istihsan îse İmameyn'in kavlidir. Hidâye sahibi, İmam-ı Âzam'ın delilini sonra zikretmiştir. İhtimal ki onu tercih etmiştir. Çünkü umumiyetle suretlerin çoğunda istihsan tercih edilir. İnâye. Mi'râc sahibi de bunu kuvvetli bulmuştur. Lâkin metinler kıyasa göre yazılmıştır. Bunun sahih kabul edildiğini Allâme Kâsım vasiyetler bahsinde söylemiştir. Bu mesele kıyasın istihsana tercih edildiği yerlerden biridir. Şarih ' bellenmelidir ' demekle buna işaret etmiştir,
«Başka beldeden birini hacca gönderirse sahih olmaz.» Yani kendi memleketinden hacca göndermek vacip iken, başka memleketten birini gönderirse sahih olmaz ve nafakayı öder, hacc vasînin olur. Ölen için ikinci bir şahsı hacca gönderir. Çünkü muhalif hareket etmiştir. Meğer ki o yer kendi memleketine yakın olup, gündüz giderek akşam olmadan dönebilecek halde olsun. Nitekim Lübab ile Bahır'da belirtilmiştir.
«Malının üçte biri...» Yani vasiyet eden kimsenin malının üçte birinin, memleketinden hacıgöndermeye yeteceğine göredir. Eğer bu miktar vasıta ile hacca göndermeye yeter de, o yaya olarak gönderirse caiz olmaz. Malının üçte biri memleketinden ancak yaya olarak birini göndermeye yeterse, İmam Muhammed, "bu, paranın götüreceği yere kadar vasıtayla gönderilir" demiştir. İmam-ı Âzam'dan bir rivayete göre gönderen, vasıta ile vasıtasız gönderme arasında muhayyerdir. Malın üçte biri bir haccdan fazlasına yeterse, ölen kimse bir hacc diye tayin ettiği takdirde, artan mal mirasçıların olur. Mutlak söylediyse, her sene ölen namına bir hacc bedeli gönderilir; yahut bir senede birkaç hacı gönderilir. Vasiyeti acele yerine getirmiş olmak için bu daha makbuldür. Çünkü ileride mal helâk olabilir. Ölen kimse her sene için bir hacc tayin ederse, mutlak söylemesi gibidir. Nitekim vasî bir adamı bu sene hacca gönderir de o adam gelecek seneye bırakırsa, ölen namına caiz olur. Ve ödemez. Çünkü seneyi zikretmesi acele ettiği içindir. Kayıt için söylenmiş değildir. Bahır.
Ben derim ki: Ölen, "Benim namıma bin dirheme hacı gönderin." der de, bin dirhem birkaç hacc için yeterse, bu da üçte bir meselesi gibidir. Nitekim Lübab ve şerhinde beyan edilmiştir.
«Yetmezse, istihsanen yettiği yerden gönderilir.» Lâkin yettiği yerden gönderir de, üçte birin bir miktarı da artar ve daha uzak yerden göndermeye yeteceği anlaşılırsa vasî öder. Ve ölü namına malın yeteceği yerden bedel gönderir. Ancak artan miktar az bir yiyecek veya giyecek olursa o zaman ödemez. Lübab şerhi. Fetih sahibi bunu Bedâyi'den nakletmiştir.
«Ölenin vasîsi ile mirasçısı...» diyeceğine, ölenin vasîsi veya mirasçısı dese daha iyi olurdu. Nitekim Lübab sahibi öyle yapmıştır. Çünkü vasiyet ederse, vasiyet hakkında mirasçının sözü yoktur. Evet, ölen hacca gidecek vekile parayı kendisi verir de, sonra ölürse; vâris hacca gidecek vekilin elinden o parayı geri alabilir. Velev ki ihrama girmiş olsun. Nitekim fer'î meselelerde gelecektir Yani vasî mevcut bile olsa alabilir. Çünkü ölen vasiyet etmediği için, kalan mal miras olmuştur.
«İhrama girmemiş olmak şartıyla, geri almaya hakları vardır.» İhrama girmiş bulunursa, geri alamazlar. İhramlı ihramında devam eder. Haccı bitirdikten sonra dahi ailesinin yanına dönmedikçe geri alamaz. Tam malı almak istediği sırada ihrama girerse, malı alabilir. O kimsenin ölen namına ihramı tetavvu olur. Bunu Lübab şarihi Hızanetü'l-Ekmel'den nakletmiştir.
«Aksi takdirde...» Yani hıyanetten başka bu hususta reyi zayıf olmak veya hacc ibadetlerini bilmemek gibi bir sebeple geri çevirirse, ölenin malından çıkarılır. Ama hiç sebepsiz geri çevirirse, masraf verenin malından çıkarılır. Bahır sahibi diyor ki: «Memurdan meydana gelen bir hıyanet dolayısıyla malı geri alırsa, masraf hassaten onun malından çıkartılır. Hıyanet ve töhmet olmayan bir sebeple geri alırsa, masraf hassaten vasînin malındançıkarılır. Rey zayıflığı veya hacc fiillerini bilmemek gibi bir sebeple geri alır da, ondan daha elverişli birine vermek isterse, masrafı ölenin malından çıkarılır. Çünkü ölenin menfaati için geri almıştır.» Bunu Halebî söylemiştir.
METİN
Bir kimse haccı vasiyet eder de onun namına biri nâfile haccederse kâfi gelmez. Velev ki ölen emretmiş olsun. Çünkü o kimse bunun maksadını yapmamıştır. Onun maksadı, harcadığının sevabıdır^. Lâkın ölen namına masrafını terkeden almak üzere oğlu haccederse, "benim malımdan" dememiş olmak şartıyla caizdir. Keza sonra almamak şartıyla birini hacca gönderirse caiz olur. Borç gibi ki, onu kendi malından öderse caizdir.
İZAH
«Bir kimse haccı vasiyet ederse...» diye vasiyetle kayıtlaması şundandır: O kimse vasiyet etmez de vârisi onun namına teberruan bir hacc yapar veya yaptırırsa salih olur. Nitekim musannıf yukarıda söylemişti. Yani ölen kimsenin farz haccı namına inşaallah sahih olur. Onu biz de arzetmiştik. Tahtâvî'nin Valvalciyye'den naklettiğine göre, buradaki meşiyet kabuledir, cevaza değildir. Yani inşaallah kabul olunur demektir. Yine Lübab şerhinden nakletmiştik ki, mirasçı olmak dabir kayıt değildir. Ölen vasiyet etmemişse; mirasçının olsun, ecnebininolsun teberruu kâfidir. Bu hususta sözün tamamı ileride gelecektir.
«Onun namına biri nâfile hacc ederse...» Musannıf nâfile haccedeni mutlak söylemiştir. Binaenaleyh mirasçıya da şâmildlr, Kâdıhân onu açık söylemiş; "Ölen kimse kendisi namına malından haccedilmesini vasiyet eder de onun namına bir mirasçı veya ecnebi teberru ederse caiz olmaz." demiştir.
Ben derim ki: Ölenin farz haccı namına caiz olmaz. Yoksa bu haccın sevabı onun olur. Bunu Halebî Şurunbulâliyye'den nakletmiştir. Onun için musannıf, "kâfi gelmez" tabirini kullanmıştır. Lâkin ileride göreceğiz ki, ölen kimseye sevabın hâsıl olması, ancak hacceden kimse onu edadan sonra bağışladığı takdirdedir.
«Velev ki ölen emretmiş olsun.» Yani ölen kimse kendi namına haccedilmesini vasiyet eder de, "Benim yerime Zeyd hacca gitsin." derse, Zeyd onun namına kendi malından hacca gittiği takdirde, ölen için caiz olmaz. Çünkü ölenin vasiyeti tutulmuştur.
«Lâkin ölen namına oğlu haccederse...» cümlesindeki 'oğlu' kelimesi misal olarak zikredilmiştir. Yoksa diğer mirasçıların hükmü de böyledir. Lübab şerhi.
Ben derim ki: Hattâ vasî de öyledir. Nitekim az ileride Umdetü'l-Fetevâ'dan naklen açıklanacaktır. Sonra bu istidrak, musannıfın, "Onun namına biri nâfile haccederse" sözündeki mutlak ifade üzerine yapılmıştır ki, mirasçı veya vasî ecnebi gibi değildir. O bir vecihle tetavvu yapar. Meselâ sonra terekeden olmak üzere kendi malından harcarsa caizolur. Ecnebi böyle değildir. Çünkü mirascı ölenin halifesidir. Onun içindir ki terekeden olmak üzere ölenin borcunu kendi malından öderse caiz olur. Bahır sahibi diyor ki: «Terekeden olmamak üzere haccetse, bu hacc ölen namına caiz olmaz. Çünkü ölenin arzusunu yapmamıştır. Onun arzusu, harcananın sevabıdır.»
Ben derim ki: Yukarıda mirasçının ölenin malıyla haccetmeye hakkı olmadığını söylemiştik. Meğer ki mirasçılar büyük olup, bunu kabul etsinler. Çünkü bu mal teberru etmek gibidir. Zâhire bakılırsa, mirasçının haccı burada da bununla kayıtlanır.
«Benim malımdan dememiş olmak şartıyla... » Bahır'da Sadru's-Şehîd'in Umdetü'l-Fetevâ adlı kitabından naklen şöyle denilmiştir: «Bir kimse kendi malından bin dirheme kendi namına haccedilmesîni vasiyette bulunur da, vasî sonra terekeden almak üzere kendi malından haccetirirse, buna hakkı yoktur. Çünkü vasiyet sözle olmuştur. Vasiyet edenin sözü muteberdir. O ise malı kendine izafe ederek söylemiştir. Binaenaleyh değiştirilemez.»
«Keza sonra almamak şartıyla birini hacca gönderirse caiz olur.»Bundan şu anlaşılır ki, sonra terekeden almak şartıyla birini hacca gönderse, evleviyetle caiz olur. Hâniyye sahibi her iki şıkkı kaydederek şöyle demiştir: «Bir kimse kendisi namına hacca gönderilmesini vasiyet eder de, mirasçı sonra terekeden almak şartıyla kendi malından birini hacca gönderirse caiz olur. Ve sonra terekeden parasını alabilir. Zekât ve kefaret dahi böyledir. Bunu ecnebi yaparsa, terekeden alamaz. Kendi namına haccedilmesini vasiyette bulunur da, mirasçı terekeden almamak şartıyla kendi malından hacca gönderirse, farz hacc namına ölen için caiz olur.» Lübab şarihi bunu naklettikten sonra: "Görülüyor ki bu söz götürür.» demiştir. Demek istiyor ki, yukarıda geçtiği vecihle vasiyet varsa, başkası namına hacc için o kimsenin malından harcamak şarttır. Bu, teberrudan korunmak içindir. Binaenaleyh Hâniyye sahibinin terekeden olmamak şartıyla haccı caiz görmesi buna aykırıdır. Onun içindir ki terekeden almamak şartıyla mirasçı kendisi haccetse caiz olmayacağını kendisi söylemiştir. Onların arasında fark görünmemektedir. Biliyorsun ki ölen kimsenin vasiyetten maksadı, kendi malından harcamanın sevabıdır. Bu, mirasçının sonra terekeden almak şartıyla onun namına haccetmesi veya haccettirmesiyle hâsıl olmaktadır. Almamak şartıyla haccader veya ettirirse, bu maksat hâsıl olmaz. Şurunbulâliyye sahibi bunu da müşkil görmüştür. Aralarında fark görülerek; "Haccettirirse, malı vermek hususunda mirasçı ölenin yerini tutar. Sanki hacca giden vekil ölenin malından harcamıştır. Mirasçının bizzat haccetmesi böyle değildir. Çünkü onun tarafından mal verme yoktur. Hattâ onun yaptığı sadece fiillerdir. Binaenaleyh terekeden almayı niyet etmedikçe caiz olmaz." denilmişse de, bu fark açık değildir. Çünkü mirasçının bizzat yaptığı hacc dahi mutlaka harcamaya dayanır.
METİN
Bir kimse her iki müvekkili namına haccederse, haccı kendi namına olur, onların mallarını öder. Çünkü kendilerine muhalefet etmiştir. Yaptığı haccı birine tahsis edemez. Zira evleviyet yoktur. Ama ihramı mutlak yaparsa, tayininin sahih olması gerekir, ihramı müphem yaparsa, tavaf ve vakfeden önce birini tayin ettiği takdirde caiz olur.
İZAH
«Her iki müvekkili namına haccederse...» Yani hacca niyetlenirse demektir. Çünkü amellere hacet kalmaksızın mücerret telbiye getirmekle muhalefet etmiş olur. Bunu Halebî söylemiştir.
Ben derim ki: Metindeki surete göre böyledir. Yoksa bazan hacca başlamadıkça muhalif sayılmaz. Nitekim göreceksin.
İki müvekkil, anne-babası veya ecnebi olabilir. Nitekim Fetih'te açıklanmıştır. Şu halde Bahır sahibinin, "İki müvekkil anne-babaya da şâmildir. Ama bunları çıkaracak söz aşağıda gelecektir." demesi itiraz götürür. Çünkü aşağıda gelecek olan anneyle babanın emri olmaksızın onlar namına ihrama girmek hakkındadır. Burada ise sözümüz iki müvekkil namına ihrama girmek hususundadır.
«Haccı kendi namına olur.» Yani vekil için nâfile olur. Farz haccının yerine geçmez. Bahır ve Nehir. Ama bu söz götürür. Az ileride gelecektir.
«Çünkü kendilerine muhalefet etmiştir.» Bu cümle, haccın,kendi namına olmasının ve ödemesi gerektiğinin illetidir. Şöyle demek istiyor: Çünkü müvekkillerden her biri sırf kendi parasıyla hacca gitmesini emretmiştir. O ise bu parayı kendi haccına sarfetmiştir. Çünkü evleviyet olmadığı için bu haccı onlardan birine tahsis edemez.
«Ama ihramı mutlak yaparsa tayinin sahih olması gerekir.» Meselâ, "Bir hacc için Lebbeyk" der de susarsa, ihram mutlak olur. Zeylâî diyor ki: «Kimin namına haccettiğini muayyen veya müphem olarak söylemeksizin mutlak telbiye yapar da susarsa, Kâfî sahibi bu hususta bir nass bulunmadığını söylemiştir. Ama muhalefet bulunmadığı için burada bilittifak tayinin sahih olması gerekir.» Tayinin sahih olmasından muradı, tavaf ve vakfeden önce iki müvekkilinden birini tayin etmesidir. Nitekim müphem bıraktığı zaman da hüküm budur. Zeylâî bilittifak diyorsa da, bizim üstadımız, "Burada İmam Ebû Yusuf'un aşağıda zikredilen ibham meselesindeki muhalefeti câri olmasıdır. Çünkü aşağıdaki meselenin illeti burada da câridir." demiştir. H.
«İhramı müphem yaparsa.» Yani "iki müvekkilimden biri namına hacc için lebbeyk" derse, tavaftan ve vakfeden önce birini tayin ettiği takdirde caiz olur. Buradaki tavaftan murad, tavafı kudûmdur. Nitekim bir kimse iki hacc için iki ihrama birden girer de sonra tavafı kudûma başlarsa, Ebû Hanife'ye göre haccın biri terkedilmiş olur.
«Caiz olur» ifadesinden murad, İmam-ı Azam'la İmam Muhammed'e göre demektir. EbûYusuf'a göre bu hacca hiçbir şeye tevekkuf etmeksizin kendi namına olur ve her iki müvekkilin paralarını öder. Kıyas da budur. Çünkü müvekkillerden her biri, haccı kendisi için tayinini emretmişti. Tayin etmeyince, emre emre muhalefet etmiş olur. Tarafeyn'in kavli - ki istihsandır - şöyle "izah olunur: Bu, ihramı müphem yapmaktır. Halbuki ihram maksat değildir. O ancak diğer fiillere vasıtadır. Müphem tayin suretiyle vesile olabilir. Binaenaleyh şart olarak onunla yetinmiştir. Bunu Halebî Zeylâî'den nakletmiştir.
Ben derim ki: Hâsılı müphem bırakma suretleri dörttür:
1 - Her iki müvekkili namına bir hacc için telbiye getirmek. Metindeki mesele de budur.
2 - İki müvekkilden biri namına müphem olarak.
3 - Bir hacc için mutlak şekilde tehlil getirmek.
4 - Hacca mı yoksa umreye mi ihramlandığını tayin etmeksizin iki müvekkilinden muayyen biri namına ihrama girmektir. Şarih "dördüncüyü zikretmemiştir. Çünkü o hilafsız caizdir. Nitekim Fetih'te bildirilmiştir. Orada beyan edildiğine göre, bu suretlerde cevabın esası şudur: Hacc, vekilin kendisi namına vaki olunca, ondan sonra müvekkiline değişmez. Vekil müvekkilin parasını kendisi için harcadıktan ve o parayı sarfedeceği yola gittikten sonra, ihramın kendi namına değişmesi, ancak muhalefet yahut şer'an tayinden acz tahakkuk ettiği vakit caiz olur. İmdi dört suretten birincide muhalefet ve tayinden acz tahakkuk etmiştir. Buna aşağıda gelen ebeveyn meselesiyle itiraz edilemez. Çünkü o meselede emir yoktur. Nitekim gelecektir. Binaenaleyh tayini terk etmekle muhalefet tahakkuk etmez. Sonunda tayin etmesi de mümkündür. Çünkü onun hakikatı sevabı bağışlamaktır. Onun için ebeveyni kendisine haccı emretseler, hüküm ecnebi müvekkillerde olduğu gibidir. Dört suretten ikincide hacc amellerine başlamadıkça, mücerret ihramla muhalefet tahakkuk etmez. Haccı ona tahsis de mümkün değildir. Çünkü onu iki müvekkilinden birine ayırmakla, kendinin olmaktan çıkarmıştır. Artık kendinin olamaz. Meğer ki muhalefetin tahakkuku veya tayinden acz bulunsun. Böyle bir şey de tahakkuk etmemiştir. Çünkü tayin etmesi mümkündür. Ancak hacc amellerine başlarsa, velev bir şavtla olsun iş değişir. Çünkü ameller tayin edilmeyen bir kimse için olamaz. Ve kendi namına olur. Artık o amelleri başkasına çevirmeye imkânı yoktur. Sadece sevabını değiştirebilir. Nass olmasa sevabını da değiştiremezdi. Üçüncü surette müvekkillerden birine muhalefet bulunmadığı, tayin de imkânsız olmadığı âşikârdır. Ama yukarıda söylediğimiz sebepten dolayı kendi namına olmaz. Dördüncü suret hepsinden zâhirdir. Bu ibare kısaltılarak Fetih'ten alınmıştır. Görüyorsun ki ikinci surette söylediği, iki müvekkilinden birini tayin etmezden önce hacc amellerine başladığı hususunda açıktır. Muhalefet ve tayinden acz tahakkuk ettiği için hacc» kendinin olmuştur. Birinci surette de evteviyetle kendinin olur. Zâhire bakılırsa, bu hacc farz olan haccın yerinitutar Çünkü tayin ve itlak ile sahihtir. Bununla nâfileyi niyet ederse iş değişir. Vekil bu haccı müvekkillerine yahut ikisinden birine tahsis ederek kendinin olmaktan çıkarmak istese de muhalefet tahakkuk edince bu tasarruf bâtıl olur. Aksi takdirde aslâ kendi namına da vâki olmaz. O zaman boştan kendi namına ihramlanmış gibi olur. Nâfileye de niyet etse, farz hacc yerine geçer. Bundan dolayıdır ki müvekkil haccı emreder de, vekil hacda birlikte kendisi için bir umre yaparak kırâna çevirirse, Fetih sahibi dahi caiz olmadığını ve bilittifak ödemesi lâzım geldiğini söylemiş; sonra şöyle demiştir: Bu, kendi namına farz hacc yerine de geçmez. Çünkü mutlak niyetle en azı vâki olur, o ise niyette bu haccı kendinden değiştirmiştir. Ama bu söz götürür.» Zâhire bakılırsa, söz götürmesi bizim anlattığımız gibi muhalefetin tahakkuk etmesi ve haccın kendi namına vâki olmasıdır. Niyeti değiştirmesi bâtıl olur ve yaptığı haccı farz hacc yerine geçer. Binaenalayh Bahır sahibinin yukarıda geçen, "Vekil namına nafile olur, onun namına farz hacc yerine geçmez." ifadesi söz götürür. Gerçekten Bâkânî Mülteka şerhinde ve Mülteka şarihi dahi bununla farz haccı eda etmiş olacağını açıklamışlardır. Bana zâhir olan budur.
METİN
Ebeveyni veya ecnebi iki kimse namına teberru için hacca telbiye getirip, ondan sonra tayinde bulunmak bunun hilâfınadır. Bu caizdir. Çünkü sevabını teberru etmiştir. Onu her ikisine yahut birisine bağışlayabilir.
İZAH
«Bunun hilâfınadır ilh...» Bu cümle, yukardaki "bir kimse her iki müvekkili namına haccederse" cümlesine bağlıdır.
«Bu caizdir» cümlesi, iki mesele arasındaki muhalefetin vechini göstermek için getirilmiş yeni bir cümledir. Çünkü birincide caiz değildir, ikincisi onun hilâfınadır. Lâkin burada caiz olması, haccı emretmemiş olmaları şartıyladır. Musannıfın "ebeveyni veya ecnebi iki kimse namına" demesi. Kenz'de geçen 'ebeveyn' sözünün ihtirâzî bir kayıt olmadığına tembih içindir. Bunun faydası, evlâdın anne ve babası için haccetmesi pek münasip ve mendup olduğuna işarettir. Nitekim Nehir'de böyle denilmiştir. Bundan anlaşılır ki, bu meselede 'ebeveyn' diye kayıtlaması, yukardaki meselede geçen iki müvekkilin ecnebi olduğuna delâlet etmez. Ebeveyn de emrederlerse, hüküm iki ecnebinin hükmü gibidir. Nitekim Fetih'ten naklen arzetmiştik. Böylece anlaşılır ki, her iki meselede ebeveynle ecnebiler arasında fark yoktur. İtibar, emrin bulunup bulunmamasınadır. Yani açık olarak emretmiş olmasınadır. Nitekim yakında anlaşılacaktır. İki kişi ayrı ayrı "benim namıma haccet" diye emreder de, her ikisi için bir hacca ihramlanırsa, hacc kendi namına olur. Onu ikisinden birine tahsis edemez. Ama emir olmaksızın ikisi namına ihrama girerse, o haccı birine veyaher ikisine tahsis edebilir. Keza müphem olarak biri namına ihrama girerse, sonradan tayini evleviyetle sahih olur. Nitekim Fetih'te beyan edilmiştir.
Fetih sahibi diyor ki: Bunun esası şudur: Her ikisi için yaptığı niyet emir bulunmadığından dolayı geçersiz olur. O kimse teberru etmiş olur, Binaenaleyh yaptığı ameller kesin olarak kendinin olur. Ancak sevabını onlara bağışlar. Sevap terettübü edadan sonra olur. Binaenaleyh önceki niyeti hükümsüzdür. O sevabı, ikisinden birine yahut her ikisine tahsisi sahihtir. Her ikisi namına yaptığı bu hacc nâfile ise, meselede işkâl yoktur. Anne-babasından birinin üzerinde farz hacc olup onu vasiyet ederse, mirasçının kendi malından teberru suretiyle yaptığı bu hata ödenmez. Ama vasiyet etmemiş de, mirasçı teberruan onun namına birini hacca göndermiş veya bizzat kendisi haccetmiş olursa, Ebû Hanîfe, "ona kâfi gelir inşaallah" demiştir. Çünkü Peygamber (s.a.v.) Has'em kabilesinden bir kadına, "Ne dersin, babanın borcu olsa ödermiydin? ilh..." buyurmuştur. Bundan, bu meseleyi ebeveynle kayıtlamanın başka bir faydası daha olduğu anlaşılır. O da, vasiyet yoksa müphem bıraktıktan sonra, tayin ettiği şahıstan farzın sâkıt olmasıdır. Lâkin şu müşkil ortaya çıkar: Emir bulunmayınca, "anne-babasına" diye yaptığı niyet geçersiz kalıp, bütün hacc amelleri sırf kendinin olunca, bunları ebeveyninden birine çevirmesi nasıl sahih olur. Yukarıda geçmişti ki, hacc vekil namına sahih olunca; onu müvekkiline çevirmek mümkün değildir. Evet, yalnız sevabını çevirmek mümkündür. Bu bâbta nass vardır. Nitekim yukarıda geçti. Allahu a'lem. Bunun için Fetih sahibi, "Ebeveyni namına nâfile hacc yaptırsa, bunda işkâl yoktur." demiştir. Yani nâfile ibadet yapan, nihayet sevabını başkasına bağışlayabilir demek istemiştir ki, doğrudur. Fakat emri olmaksızın başkasının farzı yerine geçmesi müşkildir. Bunun cevabı şarihin sözünde geçmişti: «Mirasçı, mûrisî namına hacceder veya ettirirse caizdir. Çünkü burada delâleten emir vardır. demişti. Yani mirasçı onun tarafından memur edilmiş gibidir demek istemiştir. Bu izaha göre yapılan ameller, yapan namına değil ölen namına geçerli olur. Şu halde Fetih sahibinin, "Bunun esası şudur: Her ikisi için yaptığı niyet emir bulunmadığından dolayı geçersiz olur ilh..." sözü, ebeveyninîn üzerinde vasiyet ettikleri farz hacc olmamakla tahsis edilmiştir. Bunun nassla ta'lilini dahi Bedâyi'den nakletmiştir ki, o da bildiğin Has'amiyye hadisi idi. Bununla mirasçı ecnebiden ayrılır. Lâkin Lübab şerhinden naklen biz ecnebinin de böyle olduğunu söylemiştik. Evet, bu başkası namına haccda emrin şart kılınmasına muhaliftir. Ecnebi, ne sarahaten, ne delâleten hacca memur değildir. Cevaben arzetmiştik ki, bu mesele, bu şart hakkındaki rivayetin muhtelif olmasına dayanır. Meşhur olan şart olmasıdır. Mirasçıda delâleten bulunduğu bilinince, Kenz ve diğer kitapların ebeveyni zikirle yetinmelerinin üçüncü bir faydası meydana çıkar ki, o da delâlet yoluyla olan emrin her cihetçe hakiki emir hükmünde olmamasıdır. Biliyorsun ki, ebeveyni okimseye hakikaten haccı emretmezse, müphem söyledikten sonra tayın etmesi sahih olmazdı. Nitekim iki ecnebi hakkında sahih değildir. Açık olarak emretmezlerse, tayin sahih olur. Ulema bu meseleyi baştan iki ecnebi hakkında farzetseler, ebeveynîn tayini sahih olmayacak sanılırdı. Çünkü delaleten emir vardır. Binaenaleyh meseleyi ebeveyn hakkında farz ve tâhmin etmişlerdir ki, delâleten emir bulunsa bile tâyinin sahih olduğu anlaşılsın. Bir de birinci meseledeki emirden murad, açık emir olduğu anlaşılsın. Allahu a'lem.
TEMBİH: Bütün bu anlattıklarımızdan hâsıl olan şudur ki; bir kimse iki şahıs namına hacca niyet ederse, her ikisi de haccı emrettikleri takdirde, yaptığı hacc mutlaka kendisi için olur. Velev ki ondan sonra haccı birisine tahsis etsin. Ama hacc bittikten sonra sevabını her ikisine yahut birisine bağışlayabilir. Haccı emretmemişlerse hüküm yine budur. Ancak mirasçı olur da ölenin vasiyet etmediği farz haccı bulunursa yaptığı hacc ölünün farz haccı yerine geçer. Çünkü delâleten emir ve bir de nass vardır. Vasiyet ederse iş değişir. Çünkü maksadı, kendi malından harcananın sevabıdır. Binaenaleyh mirasçının onun namına teberruu sahih olmaz. Ecnebi ise mutlak surette bunun hilâfınadır. Çünkü emir yoktur.
«Çünkü sevabını teberru etmiştir.» cümlesi, müvekkiller meselesinde değil, ebeveyn meselesinde tayinin sahih olmasının vechini beyandır. Yukarıda Fetih'ten naklettiğimiz, "Bunun esası şudur: Her ikisi için yaptığı niyet, emir bulunmadığından dolayı geçersiz olur ilh..." ifadesinin mânâsı da budur. Şurunbulâliyye sahibi şöyle demiştir: Bu meselenin ta'lîli, haccın, yapan namına olduğunu ifade eder. Bununla farz hacc sakıt olur. Velev ki sevabını başkasına bağışlasın. Fetih sahibinin rivayet ettiği hadisler de buna delâlet etmektedir. O şöyle demiştir: Bilmiş ol ki evlâdın bunu yapması pek yerinde ve menduptur. Çünkü Dârekutnî'nin İbn-i Abbas (r.a.)'dan, Onun da Peygamber (s.a.v.)'den naklen rivayet ettiği bir hadiste, ebeveyni için hacceden veya onların borcunu ödeyen kişi için bir olacak vardır. O kıyamet gününde iyilerle beraber haşrolunacaktır, buyrulmuştur. Dârekutnî Câbir'den şu hadisi tahriç etmiştir: Peygamber (s.a.v.), "Bir kimse babası veya annesi namına haccederse, onun hacc borcunu ödemiştir. Ona, fazladanda on hacc sevabı verilir", buyurdu. Zeyd b. Erkam'dan da şunu tahriç etmiştir: «Rasulullah (s.a.v.), "Bir adam ebeveyni namına haccederse, haccı kendisi ve ebeveyni namına kabul olunur. Ebaveyninin ruhları şâd olur. Kendisi de Allah indinde iyi kul yazılır," buyurdu.»
Ben derim ki: Bu anlattıklarımızdan anlamışsındır ki, bir mirasçı ebeveyni namına hacceder de onlardan birinin üzerinde vasiyet etmediği farz haccı bulunursa, o hacc ölen namına geçer. İnşaallah bununla onun farz haccı sâkıt olur. Şu halde bununla hacceden kimseden dahi farzın sâkıt olduğu nasıl iddia edilebilir. Bu adam onu başkasına sarfetmiş, biz de onun bu tasarrufunu caiz görmüşüzdür. Evet, bu şurada zâhir olur: Ebeveyninden birininüzerinde vasiyet ettiği farz hacc olur. Yahut farz hacc hiç bulunmaz. Buna delil, Fetih sahibinin, "O ancak ebeveynine sevabını bağışlar. Bu da edadan sonra olur." sözüdür. Kâdıhân'ın Câmi şerhindeki şu sözü de bunun gibidir: «O ancak fiilinin sevabını ebeveynine bağışlayabilir. Bu bize göre caizdir. Haccının sevabını başkasına bağışlamak ise ancak haccı eda ettikten sonra olur. Böylece ihram hakkındaki niyeti bâtıl olur, kendisi sevabını hangisine isterse bağışlayabilir.»
Bu açık olarak gösteriyor ki, niyet, ebeveyn için yapılmamıştır. Hacc amelleri kendi namına olmuştur. O şahıs edadan sonra sevabını dilediğine bağışlayabilir. Bu surette farzın hacceden şahıstan sükutu iddia edilebilir. Nitekim biz bunu iki müvekkil namına hacc meselesinde yazdık. Bundan anlaşılır ki, insan farz haccının sevabını da başkasına bağışlayabilir. Nitekim bâbın başında da zikretmiştik. Ama ölenin üzerinde, vasiyet etmediği farz hacc bulunur da, onunla ölenin farzı sâkıt olursa, bundan hem niyetin, hem amellerin haccı yapan için değil, ölen için yapılmış olması lâzım gelir. Meğer ki ameller burada dahi yapana aittir, denilsin. Nitekim Fetih, Kâdıhân ve diğer kitapların mutlak olan ibareleri bunu iktiza eder. Lâkin bununla Allah'tan bir fazilet olmak üzere ölenin farz haccı da sâkıt olur. Bunu nassla yani Has'em kabileli kadının hadisiyle amel ederek söylüyoruz. Velev ki kıyasa muhalif olsun. Onun içindir ki Ebû Hanife 'inşaallah' diyerek onu meşiete ta'lîk etmiştir. Bu haccla hacceden kimsenin farzı dahi sâkıt olur. Bu hükmü. zikri gecen hadislerden alıyoruz. Onun için de bu hususta mirasçının hükmü ecnebiye uymamıştır.
«Yukarıda delâleten emir bulunduğu için mirasçının haccı caizdir.» şeklinde geçen ta'lîl, amellerin ölen namına olacağını gerektirir. Çünkü açık olarak emretseydi, şüphesiz onun namına olurdu. Binaenaleyh Fetih ve diğer kitapların mutlak olan sözlerinin muktezası buna muhaliftir. Ve o zaman bununla farzın haccedenden sükutu da mümkün değildir, dersen: ben de şöyle derim: Biliyorsun ki delâleten emir, her yönden açık emir gibi değildir. Onun içindir ki sözünü müphem bıraktıktan sonra ebeveyninden birini tayin etmesi sahih olur. Eğer açık olarak emretseydi, iki ecnebi hakkındaki gibi burada da sahih olmazdı. Nitekim evvelce arzettik. Eğer delâlet yoluyla "emir, amellerin ölen namına olmasını gerektirseydi, tayin sahih olmazdı. Bu sebeple biz de amellerin amel sahibine ait olduğunu söyledik. O amellerle onun farzı sâkıt olur. Keza zikri geçen hadislerle amel ederek, babanın veya annenin farzı da sâkıt olur diyoruz. Allahu a'lem.
Bu müşkil meseleleri izah hususunda benim kısa aklımın erebildiği son nokta budur. Öyle meseleler ki, onları böyle izah eden hiç görmedim. Hamd Allah'a mahsustur.
METİN
Hadiste, "Her kim ebeveyni namına haccederse, onun haccını eda etmiş olur. Kendisi için deon hacc fazlası vardır. Hem iyiler meyanında haşrolunur." buyrulmuştur. İhsar kurbanı - başkası değil - gönderenin malından kesilir. Velev ki ölmüş olsun. Bazıları bunun üçte birden bazıları da bütün maldan verileceğini söylemişlerdir. Sonra vekil bu haccı kendi işlediği bir kusurdan dolayı kaçırırsa öder. Semâvî (Allah tarafından) bir âfetten dolayı kaçırırsa ödemez.
İZAH
"Hadiste" demesi, bunun bir hadis olduğu zannını veriyor. Halbuki bu söylediği, bildiğin gibi bazı lâfız değişiklikleriyle iki hadisten alınmıştır. Çünkü sahih kavle göre bilen bir kimse hadisi mana itibariyle rivayet edebilir. H.
«Başkası değil...» Yani ihsar kurbanından başkası değil demektir ki murad, kırân ve temettu'da kesilen şükür kurbanı ile cinayet kurbanıdır. Bunlar, hacca gönderenin malından kesilmezler.
«Gönderen malından kesilir.» Bu, İmam-ı Âzam'la İmam Muhammed'e göredir. Kitap metinleri hep buna göre yazılmıştır. Ebû Yusuf'a göre ise hacca memur olan kimsenin malından kesilir.
«Bazıları bunun üçte birden verileceğini söylemişlerdir.» Çünkü hacc vasiyeti malın üçte» birinden zzzzzzzz edilir. Bu da vasiyetin tâbîlerindendir.
Bazıları da bütün maldan verileceğini söylemişlerdir. Çünkü bu hacca memur olan kimsenin ölen üzerinde sabit olmuş bir hakkıdır. Binaenaleyh bütün malından alınır. Nasıl ki ölen kimse kölesinin satılmasını ve parasının tasadduk edilmesini vasiyet etse, vasî köleyi satarak parasını kaybetse, sonra köle benim hakkımdır diyen biri çıksa, Ebû Hanife'nin son kavline göre müşteri parasını vasîden, vasî de terekenin bütününden alır. Bu satırlar Kadıhan'ın Câmi şerhinden alınmıştır. Tahtavi birinci kavli, Rahmeti ise ikinciyi beğenmişlerdir.
«Sonra vekil bu haccı ..» Yani hacca memur olan kimse kendi kusurundan dolayı hacca yetişemezse demektir. Yetişememeyi sarih mutlak zikretmiştir. Binaenaleyh ihsar sebebiyle olsun, başka bir sebeple olsun hacca yetişememeye şâmildir. Zira ihsan'da kendi kusurundan ileri gelebilir, Kasten kendisini hasta eden bir ilaç alır da bulunduğu yerde kalır Bunu Halebî söylemiştir. Şu da var ki, ulema sair hacca yetişemeyenler gibi, bunun da gelecek seneye kendi malıyla haccetmesi lazım geldiğini açıklamışlardır. Nitekim Bahır'da zikredilmiştir. Bahır sahibi bundan sonra şunları söylemiştir: «O kimse ihsarda kalıp hacca yetişemeyince, onu kaza ettiğinde acaba haccı gönderen namına mı olur, giden namına mı? Ulema bu ciheti açıklamamışlardır. Gönderen namına olursa, acaba gelecek seneye kendi malıyla hacca gitmeye mecbur edilir mi, edilmez mi? »
Ben derim ki: Bedâyi sahibi şunları söylemiştir: «Hacca yetişemezse, başlayıp da haccıkaçıran kimsenin yaptığını yapar ve nafakayı ödemez. Çünkü haccı kendi kusuru olmaksızın kaçırmıştır. O kimseye kendisi hakkında gelecek seneye hacc farzdır. Çünkü hacc ona başlamakla vacip olmuştur. Binaenaleyh kazası lâzım gelir. Bu İmam Muhammed'in kavline göre zâhirdir. Çünkü Ona göre hacc, haccedenin olur.» Bunu Nehir sahibi Sirâc'dan nakletmiş, sonra şöyle demiştir:«İmam Muhammed'den başkalarının kavline göre hacc gönderen namına olur ki, kazanın da namına olması gerekir. Masrafı da onun vermesi lazımdır.»Bunu şu da te'yid eder: Lübab'da açıklandığına göre o kimse semavi bir afetten dolayı hacca yetişememişse, masrafı ödemez ve ölen namına hacca yeniden başlar. Yani İmam Muhammed'in kavline göre o kimseye kendisi için hacc lazımdır. Başkalarının kavline göre ise, ölen namına haccedecektir. Zahirine bakılırsa, hacc o kimseye kendi malından vaciptir. Lakin Tatarhaniyye'de Münteka'dan naklen şöyle denilmiştir: «İmam Muhammed'e göre ölen namına parası yetişirse, memleketinden hacceder. Yetişmezse yetiştiği yerden gider. İhramlı bir kimseye geçirdiği haccın kazası kendisi için lâzımdır. Yaptığı sarfiyatı ödemez. Haccı kaçırdıktan sonra da hacc nafakası alamaz.»
Bu sözün muktezası şudur: Ölen namına hacc, ölenin malından olur. Hacca memur edilen kimsenin başladığını kaza etmek için kendi malından bir hacc daha yapması gerekir. Buna yine Tatarhâniyye'de Tehzib'den nakledilen şu ifade muhaliftir: «İmam Ebû Yusuf demiştir ki: Vakfeden önce haccı fâsit olursa, hacc nafakasını ödemesi icabeder. İfsat ettiği haccı da kaza eder. Gönderen için bir umre ve bir hacc yapar. Haccı kaçırırsa ödemez. Çünkü kendisi güvenilir insandır. Ama kaçırdığı haccı kaza etmesi. gönderen namına da bir hacc yapması icabeder.»
«Ama kaçırdığı haccı kaza etmesi ilh...» ifadesi, o kimsenin kendi malından iki defa haccetmesini gerektirir. Meğer ki "gönderen namına da bir hacc yapması icabeder" ifadesi meçhule çevrile. Yani mirasçılara onun malından haccettirmek düşer mânâsına alına. Sonra anlaşıldığına göre bu söz, İmam Ebû Yusuf'un kavlindendir ve Nehir'den yukarıda naklettiğimize aykırıdır. Bunun üzerinde daha söz edilecektir.
METİN
Kırân ve temettu kurbanıyla cinayet kurbanı haccedene düşer. Ama hacca gönderenin kırân ve temettua izin vermiş olması şarttır. Aksi takdirde muhalif sayılır ve öder. Vakfeyi yapmadan cima ederse, hacc masrafını öder ve kendi malıyla haccı tekrar eder. Vakfeden sonra cima ederse ödemez. Çünkü maksat hâsıl olmuştur. Hacca memur edilen kimse ölür veya vakfe yapmadan yolda hacc nafakası çalınırsa, gönderenin evinden malının kalan üçte biriyle bedel gönderilir. Yetmezse yeteceği yerden gönderilir. O vekil de ölür veya parası ikinci defa çalınırsa, ondan sonra kalan (malının üçte biriyle hacca bedel gönderilir. Böylecedefalarca tekerrür ederse, malının üçte birinden hacca götürecek miktar kalmayıncaya kadar tekrarlanır, nihayet vasiyet bâtıl olur.
İZAH
"Cinayet" kelimesini musannıf mutlak söylemiştir. Binaenaleyh cima kurbanına av cezası kurbanına ve tıraş cezasına dikişli elbise, koku sürünme ve mikâtı ihramsız geçme cezalarına şâmildir. Bahır.
«Haccedene düşerse» Yani bunlar hacca memur olan kimseye aittir. Kırân ve temettu kurbanı iki ibadeti biraraya getirmek nasip olduğuna şükür içindir. Velev ki yaptığı hacc gönderenin olsun. Çünkü bu şer'î bir vuku'dur; hakiki değildir. Cinayetin cezasına gelince: Bu da onun işlediği cinayete taalluku itibariyledir. Bunu Bahır sahibi söylemiştir.
«Muhalif sayılır.» Bu kavil Ebû Hanife'nindir. Vechi şudur: O kimse kendisine emredileni yapmamıştır. Çünkü gönderen ona yalnız hacc için sefer etmesini söylemiştir. O, bu emre muhalefet etmiştir. Onun için öder. Bedâyi. Muhit'te şu ziyade vardır: «Çünkü umre gönderen namına olmamıştır. O bunu emretmemiştir. Binaenaleyh sanki gönderen namına haccetmiş, kendi namına umre yapmış olur ve muhalefet etmiş sayılır. Gönderen hacc yapmasını emreder de, o evvelâ umre yapar, sonra Mekke'den haccederse, muhalefet etmiş sayılır. Çünkü kendisi mikâttan haccetmeye memurdur. Ama gönderen umre yapmasını emreder de, o da bunu yapar sonra kendisi için haccederse, muhalefet etmiş sayılmaz. Evvelâ haccedip sonra umre yapması bunun hilâfınadır.» İhram bâbından az önce söylediklerimize bir bak!
«Hacc masrafını öder» Kurban ise herhalde memurun vazifesidir. Bahır.
«Kendi malıyla haccı tekrar eder.» Çünkü haccı ifsat ettiği vakit, emredilen fiil meydana gelmemiştir. Olan, memur edilen namına olmuştur. Binaenaleyh kendi haccı için başkasının malından harcadığı miktarı öder. Sonra gelecek sene o haccı sahih olarak kaza ettiğinde, ölenden hacc sakıt olmaz. Çünkü geçen sene haccı bozarak ona muhalefet edince, ihram kendi namına vâki olur. Onun sebebiyle eda edilen hacc da kendi namına olur. İbn-i Kemâl. Gönderen için bir hacc daha yapması gerekir. Nitekim az yukarıda Tatarhâniyye'den naklen arzettik. Yani kaza ettiği haccdan başka bir hacc daha yapacaktır. Esah olan budur. Nitekim Mi'râc'da bildirilmiştir. Bununla Bahır'ın sözü karşılanmış olur. Bahır'da, "Haccını ifsat ederse, gelecek sene kendi malıyla haccetmesi lâzım gelir." denilmiştir. Bu ibarede haccın gönderen namına olmayacağı tereddütlüdür.
«Vakfeyi yapmadan» diye kayıtlaması, vakfeyi yaptıktan sonra tavaftan önce ölürse, gönderen namına hacc caiz olacağı içindir. Çünkü en büyük rüknünü eda etmiştir. Hâniyye ve Fetih. Buna benzer bir ibareyi Tecnîs'ten nakletmiştik. Bahır sahibinin bahsettiği, "Büyüklük meselesi ondan sonra fesattan emin olduğu içindir. Kâfi geldiği için değildir. Binaenaleyh gönderenin tekrar haccettirmesi gerekir." ifadesi nakledilene muhaliftir. Ama sağ kalır da haccı tamamlar, yalnız ziyaret tavafını yapamadan dönerse, Fetih sahibi böylesi hakkında, "Hacc masrafını ödemez. Şu kadar var ki, o kimse kadınlara haramdır. Üzerinde kalanı kaza için kendi parasıyla haccadöner. Çünkübu surette kendisi cinayet işlemiştir." demiştir.
«Gönderenin evinden...» Yani bir yer tayin etmemişse, gönderenin evinden etmişse, o yerden gönderilir. Nitekim geçmişti.
«Ondan sonra kalan malının üçte biriyle...» Yani nafaka helâk olduktan sonra kalanın üçte birinden bedel gönderilir. Ulemanın, "malın kalan üçte birinden" sözünden muradları budur. Bu, İmam-ı Âzam'a göredir. Ebû Yusuf'a göre üçte birin kalanıyla, İmam Muhammed'e göre ise hacca memur edilen kimsenin elinde kalanla gönderilir. Misali şudur: Bir adam kendi namına hacca bedel gönderilmesini vasiyet ederek ölür ve dörtbin dirhem bırakırsa, vasî de hacca memur tayin ettiği kimseye bin dirhem verir de bu para çalınırsa, İmam-ı Âzam'a göre terekeden kalanın üçte birinden hacca yetecek miktar alınır ki, bu da bin dirhemdir. Yine çalınırsa, kalan iki binin üçte birinden alınır. Böylece üçte biri hacca yetecek miktar kalmayıncaya kadar devam edilir. Ebû Yusuf'a göre birinci bin dirhem çalınınca, terekenin üçte biri namına sadece üçyüzotuz dirhemle bir dirhemin üçte biri kalır. Yeterse, hacca memur edilene bu para verilir. Başka bir defa artık para alınmaz. İmam Muhammed'e göre ilk binden hacca götürecek kadar kalırsa, onunla hacceder. Kalmazsa haccetmez. Umumiyetle ulema hilâfı böyle anlatmışlardır. Bazıları da, "Bu, malının üçte birinden haccettirilmesini vasiyet ettiğine göredir. Yahut haccettirilmesini vasiyet edip, başka bir şey söylemediğine göredir. Fakat malının üçte biriyle haccettirilmesini vasiyet ederse, İmam Muhammed'in kavli Ebû Yuusuf'un kavli gibidir." demişlerdir. Tamamı Kâdıhân'ın Câmi'i ile Fetih'tedir. Bu ihtilâf, mal hacca memur edilenin elinde helâk olduğuna göredir. Mirasçılar mirası taksim ettikten sonra vasînin elindeyken helâk olursa, bilittifak kalan malın üçte biriyle haccettirilir. Nitekim Tatarhââniyye'de beyan edilmiştir.
METİN
Ben derim ki: Zâhirine bakılırsa, memurun terekesine dönmek yoktur. Araştırılmalıdır. Memurun öldüğü yerden bedel gönderilmez. İmameyn buna muhaliftir. Onların kavli istihsandır.
FER'Î MESELELER: Hacca memur edilen kimse yukarıda geçtiği gibi kırân veya temettu yapmakla âmirine muhalefet etmiş olur. İlk seneden geciktirmekle tayin edilmiş bile olsa muhalefet etmiş sayılmaz. Çünkü bu tayin kayıt için değil, acele etmek içindir. Efdal olan, âmirinin evine dönmektir. Artan parayı çevirmesi icabeder. Onu kendisi için şart koşmuşsa, bu şart bâtıldır. Meğer ki artanını kendine hîbe etmeye onu tevkil etmiş olsun. Yahut ölen kimse onun muayyen bir şahsa verilmesini vasiyet etmiş bulunsun.
İZAH
«Zâhirine bakılırsa, memurun terekesine dönmek yoktur.» Bu ibareden murad; gönderenin mirasçıları hacca gönderilenin yanında kalan terekesinden bir şey olamaz demekse, bu pek uzak bir ihtimaldir. Çünkü memur edilen, bu mala mâlik değildir. Hattâ haccı tamamlamış olsa, artan parayı çevirmesi vâcip olur. Nitekim ileride gelecektir. şu halde bu kalan miktara, âmirin malıdır denilebilir. Ve üçte birden hesap edilir. Bunu Kuhistânî şu, sözüyle açıklamıştır: «Mirasçıların ve hacca memur edilenin ellerinde kalanın üçte biriyle haccettirilir.» Eğer murad mirasçılar hacca memur olanın ölmezden evvel harcadıklarını yahut ondan çalınanı alamazlar demekse, emre muhalefet etmediği yerde şüphesiz öyledir. Nitekim kendi taksiri olmaksızın hacca yetişemediği yerde geçmişti. Şayet murad, ikinci gönderilen hacc vekiline verilen parayı alamazlar demekse;
ulemanın, "Malından kalan miktarın üçte biriyle" yani gönderenin malından kalanın üçte biriyle sözlerinden anlaşılan budur. Zâhire bakılırsa, şarihin muradı da budur. O, bununla şuna tembihte bulunmuştur: Kendi taksiri olmaksızın hacca yetişemez de kaza etmesi lâzım gelirse, bu kaza bilittifak kendi namına olur. Yukarıda arzettiğimiz, "Bu, İmam Muhammed'in kavline göre zâhirdir. Başkalarının kavline göre kaza haccı emreden namına olur. Masrafı da memur edilen kimseye lâzım gelir." ifadesi bunun hilâfınadır. Çünkü muktezası şudur: Hacca memur edilen kimse yolda ölürse, gönderenin mirasçıları onun terekesinden mûrisleri namına verdikleri parayı alabilir. Bu ise fukahanın bu hilâfî meselede anlattıklarına aykırıdır. Çünkü onlar ikinci defa bedel gönderirken paranın, hacc emrini verenin bütün malından kalanın üçte birinden yahut üçte birinin kalanından yahut hacca memur kimsenin elinde kalanından verileceğini söylemişlerdir. Hacca memur edilen kimsenin malından verileceğini hiçbiri söylememiştir. Binaenaleyh yukarıda Bedâyi. Sirac ve Nehr'in incelemelerinden naklettiklerimize aykırıdır. Aferin bu şarihe! ne kadar da uzak görüşlüymüş!..
«İmameyn buna muhaliftir.» Yani hem ikinci defa verilen para hususunda, hem de ikinci defa nereden vekil gönderileceği hususunda muhaliftirler. Fetih.
«Onların kavli istihsandır.» Yani nereden gönderileceği hakkındaki sözleri istihsandır. Fakat ikinci defa verilecek para hakkında ulema istihsandan bahsetmemişlerdir. Fetih'te beyan edildiğine göre, ikinci defa verilecek para hakkında İmam-ı Âzam'ın kavli daha güzeldir. Burada da İmameyn'in kavli daha güzeldir. Onların bu kavlinin tercih edildiğini biz İnâye ve Mi'râc'dan nakletmiştik. Ama yine demiştik ki: «Metinler İmam-ı Âzam'ın kavline göreyazılmıştır. Bunu sahih kabul edildiğini Allâme Kâsım nakletmiştir.»
«Kayıt için değil, acele etmek içindir.» Çünkü hacc, senelerin geçmesiyle değişmez. Hangi senede yapılsa o kimse namına olur. Şüphesiz ki tayin edilen ilk senede yapılması evlâdır. Çünkü paranın harcanacağından veya haccın menedileceğinden korkulur. T.
«Efdal olan, âmirinin evine dönmektir.» Bahır sahibi diyor ki: «Bir kimseyi hacca gönderir de, o da haccederek Mekke'de kalırsa caizdir. Çünkü farz eda edilmiş olur. Ama efdal olan, haccedip ailesinin yanına dönmektir.»
«Artan parayı çevirmesi icabeder.» Bahır'da şöyle denilmiştir: «Hâsılı hacca memur olan kimse aldığı nafakaya mâlik olamaz. Onda; gönderen sağ olsun, ölmüş olsun ve miktarı muayyen olsun olmasın, gönderenin milki olmak üzere tasarruf eder. Artanı kendisine ancak aşağıda zikredilen şartla helâl olur. Artanın çok veya az olması müsâvidir. Nitekim Zahîriyye'de açıklanmıştır.»
Ben derim ki: Bu da gösterir ki, hacc için ücretle adam tutmak müteehhirin ulemaya göre sahih değildir. Nitekim evvelce bu hususta söz etmiştik.
«Onu tevkil etmiş olsun ilh...» Fetih sahibi diyor ki: «Artan paranın memurun olmasını isterse; ona, seni artanını kendine hîbe etmeye ve kendin için kabul etmeye tevkil ettim, der. Şayet ölüm üzerine tevkil ederse; kalanı benden sana vasiyet olsun der.» Lübab'da şu da ziyade edilmiştir: «Eğer haccı emreden belli bir adam tayin etmezse; vasîye, "Nafakadan kalanı dilediğine ver." der. Mutlak bırakır da; nafakadan kalanı derse, kalan memurun olur, vasiyet bâtıldır.» Çünkü meçhûle vasiyettir demek istiyor.
METİN
Hacca memur olan kimse ihrama girmedikçe, ölenin vârisi malı ondan geri alabilir. Keza kendisi namına vasîsi haccetsin diye mal verip ihrama girer de sonra âmir ölürse, hüküm yine budur. Vasî kendisi haccedebilir. Meğer ki haccı emreden, parayı başkasına vermesini söylemiş olsun yahut mirasçı olup diğer vârisler razı olmasınlar. Hacca memur olan kimse, ben haccdan men olundum der de, mirasçılar kendisini yalanlarsa, tasdik edilmez. Meğer ki meydanda bir iş olsun. Vekil, ben haccettim der de, mirasçılar yalanlarsa, yeminiyle tasdik edilir. Ancak ölene borçlu olur da ödeyeceği borçtan harcaması emrolunmuşsa, o zaman tasdik olunmaz. Mirasçıların, bu adam kurban bayramı günü memlekette idi diye beyyineleri de kabul edilmez. Ancak haccetmediğini ikrarı üzerine beyyine getirirlerse, o zaman kabul edilir.
İZAH
«Vârisi malı ondan geri alabilir ilh...» Bu mesele. musannıfın, "Üçte biri yeterse..." dediği yerde geçmişti. Ancak iki yerde de birbirinden farklı ziyadelerle zikredilmiştir. İkisini bir yerdesıralasa daha iyi olurdu. H.
«Keza kendisi namına vasîsi haccetsin diye mal verip ihrama girer de sonra amir ölürse ilh...» cümlesi, mânâ itibariyle bozuktur. Bir nüshada, "Keza kendisi namına vasiyetsiz olarak haccetmesi için mal verdiyse" denildiği görülmüştür ki doğrusu da budur. Çünkü murad, kendi namına hacı gönderilen kimse haccı vasiyet etmez, lâkin kendi namına haccetsin diye para verir de sonra ölürse. mirasçılara kalan parayı o adamdan geri alabilirler. Velev ki hacc için ihrama girmiş olsun demektir. Nehir sahibi diyor ki: Emredenin kendi namına haccı vasiyet etmesini kaydetmemiz, Muhit'te şöyle denildiği içindir: "Bir adama kendi namına haccetsin diye mal verir de, o da hacca niyet eder, sonra, emreden ölürse, mirasçıları onun elinde kalan malı geri alabilirler. ÖIdükten sonra harcadıklarını da ödettirirler. Çünkü hacc nafakası, zevilerham (akraba) nafakası gibidir, ölümle bâtıl olur."
«Vasî kendisi haccedebilir.» Fethu'l-Kadir sahibi diyor ki: ibadetler için ücretle adam tutmak caiz değildir. Bundan dolayıdır ki, bir kimse kendi namına haccedilmesini vasiyette bulunur da. fazla bir şey söylemezse. onun namına vasi kendisi haccedebilir diyoruz. Meğer ki mirasçı olsun yahut o malı haccetsin diye bir mirasçıya vermiş olsun. Bu caiz değildir. Ancak mirasçılar büyük olur do rıza gösterirlerse caiz olur. Çünkü bu, mal teberru gibidir. Sair mirasçılar razı olmadıkça. bir mirasçı bunu yapamaz. ölen kimse vasîye, "Şu malı benim namıma haccedecek birine ver." dese. vasî mutlak surette bizzat haccedemez.»
«Ben haccdan men olundum ilh...» derse, mirasçılar yalanladıkları takdirde, sözü tasdik edilmez ve ölenin malından harcadığı miktarı öder. Meğer ki açık bir iş olup, doğru söylediğini göstersin. Çünkü ödetmenin sebebi meydandadır. Bunu defetmek için ancak açık açık doğruluğunu gösteren bir şey lâzımdır. Fetih.
«Yeminiyle tasdik edilir.» Çünkü kendisi elindeki emanet borcundan kurtulduğunu iddia etmektedir. Fetih.
«Ancak ölene borçlu olursa ilh...» Yani o zaman ancak beyyineyle tasdik olunur demektir. Çünkü kendisi borcu ödediğini iddia etmektedir. Birçok kitaplarda bu mesele böyledir. İtimat da bunadır. Hızânetü'l-Ekmel'in ifadesi buna muhaliftir. Bahır.
«Mirasçıların beyyineieri kabul olunmaz ilh...» Çünkü bu, nefye şehadettir. Bahır. Yani onların maksadı onun haccını kabul etmemektedir. Velev ki şahitlikleri sûreten isbat olsun. H.
«Ancak haccetmediğini ikrar üzerine beyyine getirirlerse kabul edilmez.» Çünkü ikrarı - ki bu cümleyi söylemesidir - isbattır. H.
TETİMME: Muhit'te Müntekâ'dan naklen şöyle denilmiştir: «Bir kimse bir adama bin; fakirlere bin ve farz haccı için bin dirhem vasiyette bulunsa, malının üçte biri de ikibin dirhem etse, bu üçte bir aralarında üçte bir hesabıyla taksim olunur. Sonra fakirlerin hissesi hacca katılır. Haccdan artan da fakirlere verilir. Çünkü farzdan başlamak daha mühimdir. O kimsenin üzerinde bir haccla zekât bulunur da, bir insana da vasiyet ederse, üçte biri paylaşırlar. Sonra zekâtla hacca bakılır ve vasiyet eden hangisinden söze başladıysa, ondan başlanır. Biri farz, biri nezir olursa, farzdan başlanır. Biri nâfile, biri nezir olursa, nezirden başlanır. Hepsi nâfile veya hepsi farz yahut vâcip olursa, ölenin söze başladığından işe başlanır.» Bu meselenin izahı vasiyetler bahsinde gelecektir. Onu belle! Çünkü mühimdir, çok vuku bulur. Bu bâbtan birçok fer'î meseleler daha kalır ki, Fetih iIe Lübab'dan öğrenilebilir. Allahu a'lem.

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...