Sarûrenin
Haccı
METİN
Zikredilen acz
şartı farz hacc içindir. Nafile için değildir. Çünkü onun kapısı geniştir.
Mezhebin zâhirine göre, farz hacc gönderen namına olur. Bazıları, "Hacc nâfile
olarak gönderilen namına; nafakanın sevabı da nâfilede olduğu gibi gönderen
namına olur." demişlerdir. Lâkin niyabet sahih olabilmek için, gönderilenin hacc
fiillerinin sahih olmasına ehliyeti şarttır. Musannıf bunun üzerine şu meseleyi
tefri etmiştir: Binaenaleyh sarûrenin yani hiç hacca gitmemiş kimsenin, kadının
- velev cariye olsun - kölenin ve köleden başkasının yani mürâhik gibilerinin
haccı caizdir. Bunlardan başkalarının haccı ise evleviyetle caiz olur. Çünkü
hilâf yoktur.
İZAH
«Acz şartı farz
hacc içindir.» Çünkü Lübab'dan naklen yukarıda söylediklerimizden biliyorsun ki,
şartların hepsi farz hacc için şarttır. Nâfile hacc için değildir. Nâfile için
İslâm, akıl ve temyizden başka şart yoktur, Yukarıda beyan edildiği vecihle,
kiralanmamış olmak da şarttır.
«Çünkü onun kapısı
geniştir.» Yani farzda gösterilmeyen müsamaha nâfilede gösterilir. Fetih sahibi
diyor ki: «Nafile hacca gelince: Onda acz şart değildir. Çünkü o kimseye iki
meşakkatten yani beden meşakkatiyle mal meşakkatinden biri vâcip olmamıştır.
Bunların ikisini de terk etmeye hakkı olunca, Rabbi Teâlâ'ya yaklaşmak için
birini üzerine almaya da hakkı vardır. Sahih olarak bu bâbta vekil göndermeye de
hakkı vardır.»
«Mezhebin zâhirine
göre farz hacc gönderen namına olur.» Mebsut'da da böyle denilmiştir. Sahih olan
da budur. Nitekim birçok kitaplarda böyle denilmiştir. Bahır. Sünnetten bazı
eserler ve mezhepten bazı fer'î meseleler de buna şahittir.
Fetih.
«Bazıları, "hacc,
nâfile olarak gönderilen namına olur" demişlerdir.»
Müteehhirin
ulemanın ekserisi buna kail olmuşlardır. Nitekim kitaplarda beyan edilmiştir.
Onlar bunun, imam Muhammed'den bir rivayet olduğunu söylerler. Ama bu iş,
semeresi olmayan bir ihtilâftır. Çünkü bu zevat, farzın gönderilenden değil;
gönderenden sâkıt olduğuna ve giden vekilin gönderen namına niyetlenmesinin
lâzım olduğuna ittifak etmişlerdir. Meselenin tamamı
Bahır'dadır.
Ben derim ki: Hacc,
gönderen namına olur denildiği takdirde dahi, giden memur sevaptan hâlî
değildir. Hattâ Allâme Nûh Efendi, Kâdî'nin Menâsik'inden naklen, "Bir insanın
başkası namına yaptığı hacc, farz olan haccı edadan sonra, kendi namına yaptığı
haccdan daha faziletlidir. Çünkü onun faydası başkasına geçer ve o başkasına
geçmeyenden efdaldir." demiştir.
«Nâfilede olduğu
gibi...» sözünün muktezası şudur. Nâfile bilittifak memur edilen vekil namına
olur. Gönderene ise, verdiği nafakanın sevabı vardır. Şarihlerden bazısı bunu
açıklamış; Lübab sahibi de buna göre hareket etmiştir. Ama Efkânî
Gâyetü'l-Beyân'da bunu redderek; "Bu, rivayetin hilâfınadır. Çünkü Hâkim-i Şehid
Kâfi'de sağlam bir kimse namına yapılan nâfile haccın sahih olduğunu
söylemiştir." demiş, sonra Asıl nam kitapta, "Hacc, gönderen namına olur."
denildiğini söylemiştir.
«Hacc fiillerinin
sahih olmasına ehliyeti şarttır.» Burada hacc fiilleri "vâcip olmasına" demeyip,
"sahih olmasına" tabirini kullanması, sabî-i mürâhika (yani bülûğa yaklaşan
çocuğa) da şâmil olsun diyedir. Çünkü sabî-i mürâhik, fiilin sahih olmasına
ehildir; vâcip olmasına ehil değildir.
«Musannıf bunun
üzerine...» Yanişartın ehliyet olduğuna, vekilin kendi namına haccetmiş olması,
erkek, hür ve bâliğ olması şart olmadığına aşağıdaki meseleyi tefri
etmiştir.
«Yani hiç hacca
gitmemiş kimsenin ilh...» haccı caizdir. Kâmus'ta sarûre; hiç hacca gitmemiş
kimse demektir şeklinde izah edilmiş; Fetih'te ise, "Sarûreden, kendi namına
haccetmeyen kasdedilir." denilmiştir. Yani farz haccı yapmayan mânâsına
alınmıştır. Çünkü İmam Şâfiî'nin muhalefefeti bunun hakkındadır. Bu mânâ lügat
mânâsından daha şümullüdür. Binaenaleyh şarihin bunu söylemesi icabederdi. Çünkü
hiç haccetmeyene, başkası namına haccedene, kendi namına nafile olarak haccedene
veya nezir hacca yahut fâsit olan farza veya sahih olan farz haccı eda edip
sonra dinden dönen, sonra yine müslüman olan kimselere şâmildir. Nitekim bunu
Halebî söylemiştir.
«Çünkü hilâf
yoktur.» Yani Şâfiî'nin muhalefeti yoktur. Çünkü o, bu söylenenlerin haccını
caiz görmemektedir. Nitekim Zeylâî'de beyan edilmiştir. H. Âşikârdır ki, ta'lîl
buradaki kerahetin keraheti tenzihiyye olduğunu gösterir. Çünkü hilâfa riayet
etmek müstehaptır. Fetih sahibi, kadın hakkındaki keraheti Mebsut'taki, "Onun
haccı daha noksandır. Çünkü kadına ramel olmadığı gibi, vadinin ortasında
koşmak, telbiyeyi yüksek sesle almak ve tıraş olmak da yoktur." ifadesiyle
illetlendirdiği gibi; köle hakkındaki keraheti de Bedâyi'nin, "Çünkü o kendisi
namına farzı edaya ehil değildir." sözüyle ta'lîl etmiştir. Bedâyi sahibi köleyi
hacca göndermenin sahih olduğunu mutlak olarak söylemiştir. Binaenaleyh
sahibinin izni olduğu ve olmadığı suretlere şâmildir. Nitekim Mi'râc sahibi bunu
açıklamıştır. Fetih sahibi şunu da söylemiştir: «Efdal olan, hilâftan çıkmak
için vekil gidenin kendisine farz olan haccı yapmış bulunmasıdır. Yine efdal
olan, hür ve kendi namına haccettiğinden yapmış olduğu hacc ibadetlerini bilen
bir kimseyi göndermektir. Bedâyi sahibi hacca gitmemiş bir kimseyi vekil
göndermenin mekruh olduğunu söylemiştir. Çünkü o kimse farz olan haccı
terketmiştir.» Fetih sahibi uzun uzadıya delil getirdikten sonra şöyle demiştir:
«İstidlâl şunu gerektirir ki: Haccetmeyen birinin başkası namına hacca gitmesi,
şayet sıhhati yerinde olup hacc masraflarına mâlık bulunmak suretiyle kendisine
hacc farz olduğu tahakkuk ettikten sonra ise bu, keraheti tahrimiyye ile
mekruhtur. Çünkü hacc, imkân bulduğu senelerin ilkinde kendisine farz olur ve
onu terketmekle günaha girer. Kendi namına nafile hacc yapmış olması da
böyledir. Mamafih yine de sahihtir. Çünkü buradaki nehy, yapılan haccın aynı
için değil: gayrı içindir ki o da haccı kaçırmasıdır. Çünkü bir sonede ölmek
nâdirdir.» Bahır sahibi diyor ki: «Doğrusu bu kerahet, keraheti tenzihiyye olup
gönderene aittir. Çünkü ulema (efdal olan, kendi namına farz haccı yapmış
olmasıdır ilh...) sözleriyle, kendisinde haccın şartları mevcut olup da
haccetmemiş bulunan vekil, sarûrenin geciktirdiği için keraheti tahrimiyye
işlediğini bildirmişlerdir.»
Ben derim ki: Bu
söz Fetih sahibinin ifadesine aykırı değildir. Çünkü onun sözü vekil
hakkındadır. Şarihin sözü de gönderene yorumlanır ve Bahır'ın ifadesine uyar.
Velev ki vekil hakkında keraheti tahrimiyye olsun.
TEMBİH: İbn-i
Hamza, Nehcü'n-Necât adlı eserinde Bahır'ın yukarıda geçen sözünü andıktan sonra
şunları söylemiştir: «Ben derim ki: Bu sözün zâhiri, fakir olan sarûreye
Mekke'ye girmekle hacc farz olmayacağını gösterilmektedir. Bedâyi sahibinin,
mutlak olan sözünden ise, kerahet anlaşılmaktadır. Yani "Sarûreyi hacca
göndermek mekruhtur. Çünkü o, farz olan haccı terketmiştir." sözüyle, Mekke'ye
girdiğinde o kimsenin kendi namına haccetmeye kâdir olduğunu anlatıyor. Velev ki
vakti başkası namına yaptığı hacc ile meşgul olsun. Fetva vak'ası da budur.» Ben
derim ki: O kimseye hacc, farz olur diye, İstanbul Müftüsü Allâme Ebussuud fetva
vermiş; Şekbü'l-Enhûr sahibi de ona ,tâbi olmuştur. Keza Seyyid Ahmed Padişah bu
şekilde fetva vermiş ve bu hususta bir risale yazmıştır. Abdülgâni Nablûsi ise
bunun hilâfına fetva vermiş ve bu bâbta bir risale yazmıştır. Çünkü vekilin o
sene kendi namına haccetmesi mümkün değildir. Onun seferi gönderenin malıyla
olmuştur. Onun namına ihrama girmiş; onun namına haccetmiştir. Kendi namına
gelecek seneye haccetmek için Mekke'de kalmasını teklif etmek, çoluğunu çocuğunu
memleketinde bıraktırmak ise büyük güçlüktür. Fakir olduğu halde memleketinden
tekrar hacca gelmesini teklif dahi büyük güçlüktür.
Bedâyi'nin
ifadesine gelince: Onun, keraheti mutlak söylemesi ve bundan keraheti tahrimiyye
anlaşılması, sözünun evvelden kendisine hacc farz olan sarûre hakkında olmasını
gerektirir. Nitekim Fetih'ten naklettiğimiz de bunu ifade etmektedir. Evet hacc
bahsinin başında Lübab ve şerhinden naklen arzetmiştik ki; uzaklardan gelen
fakir, mikâta erişmekle Mekkeli gibi olur. Yürümeye kudreti varsa, kendisine
hacc lâzım gelir. Fakirim, çünkü âfâkî iken bu hacc bana vâcip değildi diye
nâfileye niyet etmemelidir. Mekkeli gibi olunca, hacc kendisine farz olur. Hatta
o hacca nâfile diye niyet ederse, ikinci defa hacca gitmesi lâzım gelir. Lâkin
bu fakir, sarûrenin de böyle olduğuna delâlet etmez. Çünkü onun kudreti,
söylediğimiz gibi başkasının kudretiyledir. Başkasının kudreti ise muteber
değildir. Kendi namına haccetmek için fakir olarak yola çıkması bunun
hilâfınadır. Çünkü mikâta erişince, kendi kudretiyle kâdir olur ve hacc
kendisine farz olur. Velev ki seferi baştan tetavvu diye olsun. Eğer fakire
sarûre bunun gibi olsaydı, Kemâl b. Hümâm'ın keraheti tahrimiyyeyi kendisine
haccın farz olduğu tahakkuk ettikten sonra başkası namına hacca gittiği zaman
diye kayıtlaması ve bu keraheti o kimsenin üzerine farzı daraltır diye ta'lîlde
bulunması sahih olmazdı.
METİN
Bir zımmîye veya
deliye hacca gitmesini emrederse, sahih olmaz. Hacca gönderilen kimse yolda
hastalanırsa, malı başkasına vererek ölü namına haccettiremez. Meğer ki
kendisine bu hususta izin verilmiş olsun. Meselâ parayı verirken, "nasıl
istersen öyle yap" denilirse, hasta olsun olmasın bunu yapması caiz olur. Çünkü
mutlak surette vekil olmuştur. Bir mükellef 'hacca' diye yola çıkar da yolda
ölürse ve kendisi namına haccedilmesini vasiyet ederse, malı veya yerini tefsir
ettiği takdirde, iş onun tefsir ettiği gibi olur. Ama bunu vasiyet etmesi, farz
olup da geciktirdikten sonra vâciptir. Farz olduğu yıl haccederse vasiyet vâcip
olmaz.
İZAH
«Sahih olmaz.»
Çünkü zikredilen ehliyet yoktur.
«Yolda
hastalanırsa...» Yani hastalık ve hapis gibi girmesine mâni bir şey çıkarsa
demektir. Bu söz, gönderenin tayin ettiği ye etmediği kimseye de
şâmildir
«Ölü namına...»
sözünden murad; ölü olsun, diri olsun, namına haccettiği
kimsedir.
«Bir mükellef
'hacca" diye yola çıkarsa ilh...» Fakat hacca diye çıkmaz da, kendi namına
haccedilmesini vasiyette bulunursa, mutlak söyleyerek mal ve mekân tayini
etmediği takdirde, onun namına yeterse, malının üçte birinden kendi beldesinden
hacca vekil gönderilir. Çünkü ona vâcip olan, yaşadığı beldeden hacca gitmektir.
Yetmezse yettiği yerden bedel gönderilir. Hiçbir yerden göndermek mümkün
değilse, vasiyet bâtıl olur. Nitekim Lübab'da beyan edilmiştir. Lübab şarihi
diyor ki: «İhtimal yer, mikâtlardan önce olmakla kayıtlıdır. Aksi takdirde
mümkün olan en az bir şeyle onun namına Mekke'den bedel gönderilir. Keza kendi
namına haccedilmesini vasiyette bulunarak bir meblâğ gösterirse, hüküm yine
budur. Yani memleketinden bedel göndermeye yeterse memleketinden yetmezse
yettiği yerden bedel gönderilir.» 'Mükellef' sözü ile şarih, mükellef olmayan
çocuk ve deliden ihtiraz etmiştir. Çünkü böylesinin vasiyetine itibar
yoktur.
«Hacca diye
çıkarsa...» sözüyle, ticaret ve benzeri bir şey için çıkıp da vasiyetle
bulunmasından ihtiraz etmiştir. Çünkü böylesi için bilittifak memleketinden
bedel gönderilir. Mi'râc ve diğer kitaplarda böyle denilmiştir. "Kendisi çıkarsa
diye kayıtlaması başkasını gönderir de vekil yolda ölürse hükmün ne olacağını
daha sonra söyleyeceği içindir.
«Yolda ölürse...»
gözünden maksadı. Arafafta vakfe yapmazdan önce ölürse demektir. Velev kî
Mekke'de olsun. Bahır. Tecnîs'te beyan edildiğine göre, Arafat'ta vakfeden sonra
ölürse, ölü namına kifayet eder. Çünkü haccın Arafat'tan ibaret olduğu nassan
bildirilmiştir. Haccın farzları hakkında söz ederken bildirmiştik ki, kendi
namına hacceden bir kimse haccının tamamlanmasını vasiyet ederse, bir deve
boğazlaması vacip olur.
«Ama bunu vasiyet
etmesi farz olup da geciktirdikten sonra vâciptir.» Tecnîs'te de böyle
denilmiştir. Kemâl, "Bu güzel bir kayıttır." demiştir.
«İş onun tefsir
ettiği gibi olur.» Yani onun tayinine göre hareket edilir. Malı tefsir ettiyse,
nereden yetecekse oradan bedel gönderilir. Mekânı tefsir ettiyse, onun dediği
yerden gönderilir. H.
Ben derim ki:
Zâhire bakılırsa, malının üçte biri yettiği takdirde, memleketinden hacca
gönderilecek birini vasiyet etmesi gerekir. Bundan azını vasiyet ederse, yahut
memleketinden başka bir yeri tayin ederse günahkâr olur. Biliyorsun ki, ona
vâcip olan, yaşadığı memleketten hacca gitmektir.
METİN
Malı veya yeri
tefsir etmezse, kıyasen memleketinden onun namına haccedecek biri gönderilir.
İstihsanen gönderilmez. Bu bellenmelidir. Vasî onun yerine başka beldeden birini
hacca gönderirse sahih olmaz. Ama bu, malının üçte biri memleketinden hacı
göndermeye yettiğine göredir. Yetmezse istihsanen yettiği yerden gönderilir.
Ölenin vasisi ile mirasçısının bedel giden kimseden ihrama girmemiş olmak
şartıyla, malı geri almaya hakları vardır. Sonra bu malı kendi hıyaneti
sebebiyle çevirirse, dönme masrafı kendi malından olur. Aksi takdirde ölenin
malından çıkarılır.
İZAH
«Kıyasen
memleketinden gönderilir.» Şayet birkaç tane memleketi varsa, Mekke'ye on yakın
olanından gönderilir. Hiç memleketi yoksa, öldüğü yerden bedel gönderilir. Bir
Horasanlı Mekke'de yahut Mekkeli Rey şehrinde vasiyet etse, onlar namına
vatanlarından bedel gönderilir. Rey'de ölen Mekkeli, kendisi için kırân
yapılmasını vasiyet ederse, onun namına Rey'den kırân hacısı gönderilir. Lübab.
Çünkü Mekke'de bulunan bir kimseye kırân yoktur demek
istiyor.
«İstihsanen
gönderilmez.» Kıyâs İmam-ı Âzam'ın kavli, istihsan îse İmameyn'in kavlidir.
Hidâye sahibi, İmam-ı Âzam'ın delilini sonra zikretmiştir. İhtimal ki onu tercih
etmiştir. Çünkü umumiyetle suretlerin çoğunda istihsan tercih edilir. İnâye.
Mi'râc sahibi de bunu kuvvetli bulmuştur. Lâkin metinler kıyasa göre
yazılmıştır. Bunun sahih kabul edildiğini Allâme Kâsım vasiyetler bahsinde
söylemiştir. Bu mesele kıyasın istihsana tercih edildiği yerlerden biridir.
Şarih ' bellenmelidir ' demekle buna işaret etmiştir,
«Başka beldeden
birini hacca gönderirse sahih olmaz.» Yani kendi memleketinden hacca göndermek
vacip iken, başka memleketten birini gönderirse sahih olmaz ve nafakayı öder,
hacc vasînin olur. Ölen için ikinci bir şahsı hacca gönderir. Çünkü muhalif
hareket etmiştir. Meğer ki o yer kendi memleketine yakın olup, gündüz giderek
akşam olmadan dönebilecek halde olsun. Nitekim Lübab ile Bahır'da
belirtilmiştir.
«Malının üçte
biri...» Yani vasiyet eden kimsenin malının üçte birinin, memleketinden
hacıgöndermeye yeteceğine göredir. Eğer bu miktar vasıta ile hacca göndermeye
yeter de, o yaya olarak gönderirse caiz olmaz. Malının üçte biri memleketinden
ancak yaya olarak birini göndermeye yeterse, İmam Muhammed, "bu, paranın
götüreceği yere kadar vasıtayla gönderilir" demiştir. İmam-ı Âzam'dan bir
rivayete göre gönderen, vasıta ile vasıtasız gönderme arasında muhayyerdir.
Malın üçte biri bir haccdan fazlasına yeterse, ölen kimse bir hacc diye tayin
ettiği takdirde, artan mal mirasçıların olur. Mutlak söylediyse, her sene ölen
namına bir hacc bedeli gönderilir; yahut bir senede birkaç hacı gönderilir.
Vasiyeti acele yerine getirmiş olmak için bu daha makbuldür. Çünkü ileride mal
helâk olabilir. Ölen kimse her sene için bir hacc tayin ederse, mutlak söylemesi
gibidir. Nitekim vasî bir adamı bu sene hacca gönderir de o adam gelecek seneye
bırakırsa, ölen namına caiz olur. Ve ödemez. Çünkü seneyi zikretmesi acele
ettiği içindir. Kayıt için söylenmiş değildir. Bahır.
Ben derim ki: Ölen,
"Benim namıma bin dirheme hacı gönderin." der de, bin dirhem birkaç hacc için
yeterse, bu da üçte bir meselesi gibidir. Nitekim Lübab ve şerhinde beyan
edilmiştir.
«Yetmezse,
istihsanen yettiği yerden gönderilir.» Lâkin yettiği yerden gönderir de, üçte
birin bir miktarı da artar ve daha uzak yerden göndermeye yeteceği anlaşılırsa
vasî öder. Ve ölü namına malın yeteceği yerden bedel gönderir. Ancak artan
miktar az bir yiyecek veya giyecek olursa o zaman ödemez. Lübab şerhi. Fetih
sahibi bunu Bedâyi'den nakletmiştir.
«Ölenin vasîsi ile
mirasçısı...» diyeceğine, ölenin vasîsi veya mirasçısı dese daha iyi olurdu.
Nitekim Lübab sahibi öyle yapmıştır. Çünkü vasiyet ederse, vasiyet hakkında
mirasçının sözü yoktur. Evet, ölen hacca gidecek vekile parayı kendisi verir de,
sonra ölürse; vâris hacca gidecek vekilin elinden o parayı geri alabilir. Velev
ki ihrama girmiş olsun. Nitekim fer'î meselelerde gelecektir Yani vasî mevcut
bile olsa alabilir. Çünkü ölen vasiyet etmediği için, kalan mal miras olmuştur.
«İhrama girmemiş
olmak şartıyla, geri almaya hakları vardır.» İhrama girmiş bulunursa, geri
alamazlar. İhramlı ihramında devam eder. Haccı bitirdikten sonra dahi ailesinin
yanına dönmedikçe geri alamaz. Tam malı almak istediği sırada ihrama girerse,
malı alabilir. O kimsenin ölen namına ihramı tetavvu olur. Bunu Lübab şarihi
Hızanetü'l-Ekmel'den nakletmiştir.
«Aksi takdirde...»
Yani hıyanetten başka bu hususta reyi zayıf olmak veya hacc ibadetlerini
bilmemek gibi bir sebeple geri çevirirse, ölenin malından çıkarılır. Ama hiç
sebepsiz geri çevirirse, masraf verenin malından çıkarılır. Bahır sahibi diyor
ki: «Memurdan meydana gelen bir hıyanet dolayısıyla malı geri alırsa, masraf
hassaten onun malından çıkartılır. Hıyanet ve töhmet olmayan bir sebeple geri
alırsa, masraf hassaten vasînin malındançıkarılır. Rey zayıflığı veya hacc
fiillerini bilmemek gibi bir sebeple geri alır da, ondan daha elverişli birine
vermek isterse, masrafı ölenin malından çıkarılır. Çünkü ölenin menfaati için
geri almıştır.» Bunu Halebî söylemiştir.
METİN
Bir kimse haccı
vasiyet eder de onun namına biri nâfile haccederse kâfi gelmez. Velev ki ölen
emretmiş olsun. Çünkü o kimse bunun maksadını yapmamıştır. Onun maksadı,
harcadığının sevabıdır^. Lâkın ölen namına masrafını terkeden almak üzere oğlu
haccederse, "benim malımdan" dememiş olmak şartıyla caizdir. Keza sonra almamak
şartıyla birini hacca gönderirse caiz olur. Borç gibi ki, onu kendi malından
öderse caizdir.
İZAH
«Bir kimse haccı
vasiyet ederse...» diye vasiyetle kayıtlaması şundandır: O kimse vasiyet etmez
de vârisi onun namına teberruan bir hacc yapar veya yaptırırsa salih olur.
Nitekim musannıf yukarıda söylemişti. Yani ölen kimsenin farz haccı namına
inşaallah sahih olur. Onu biz de arzetmiştik. Tahtâvî'nin Valvalciyye'den
naklettiğine göre, buradaki meşiyet kabuledir, cevaza değildir. Yani inşaallah
kabul olunur demektir. Yine Lübab şerhinden nakletmiştik ki, mirasçı olmak dabir
kayıt değildir. Ölen vasiyet etmemişse; mirasçının olsun, ecnebininolsun
teberruu kâfidir. Bu hususta sözün tamamı ileride
gelecektir.
«Onun namına biri
nâfile hacc ederse...» Musannıf nâfile haccedeni mutlak söylemiştir. Binaenaleyh
mirasçıya da şâmildlr, Kâdıhân onu açık söylemiş; "Ölen kimse kendisi namına
malından haccedilmesini vasiyet eder de onun namına bir mirasçı veya ecnebi
teberru ederse caiz olmaz." demiştir.
Ben derim ki:
Ölenin farz haccı namına caiz olmaz. Yoksa bu haccın sevabı onun olur. Bunu
Halebî Şurunbulâliyye'den nakletmiştir. Onun için musannıf, "kâfi gelmez"
tabirini kullanmıştır. Lâkin ileride göreceğiz ki, ölen kimseye sevabın hâsıl
olması, ancak hacceden kimse onu edadan sonra bağışladığı
takdirdedir.
«Velev ki ölen
emretmiş olsun.» Yani ölen kimse kendi namına haccedilmesini vasiyet eder de,
"Benim yerime Zeyd hacca gitsin." derse, Zeyd onun namına kendi malından hacca
gittiği takdirde, ölen için caiz olmaz. Çünkü ölenin vasiyeti
tutulmuştur.
«Lâkin ölen namına
oğlu haccederse...» cümlesindeki 'oğlu' kelimesi misal olarak zikredilmiştir.
Yoksa diğer mirasçıların hükmü de böyledir. Lübab şerhi.
Ben derim ki: Hattâ
vasî de öyledir. Nitekim az ileride Umdetü'l-Fetevâ'dan naklen açıklanacaktır.
Sonra bu istidrak, musannıfın, "Onun namına biri nâfile haccederse" sözündeki
mutlak ifade üzerine yapılmıştır ki, mirasçı veya vasî ecnebi gibi değildir. O
bir vecihle tetavvu yapar. Meselâ sonra terekeden olmak üzere kendi malından
harcarsa caizolur. Ecnebi böyle değildir. Çünkü mirascı ölenin halifesidir. Onun
içindir ki terekeden olmak üzere ölenin borcunu kendi malından öderse caiz olur.
Bahır sahibi diyor ki: «Terekeden olmamak üzere haccetse, bu hacc ölen namına
caiz olmaz. Çünkü ölenin arzusunu yapmamıştır. Onun arzusu, harcananın
sevabıdır.»
Ben derim ki:
Yukarıda mirasçının ölenin malıyla haccetmeye hakkı olmadığını söylemiştik.
Meğer ki mirasçılar büyük olup, bunu kabul etsinler. Çünkü bu mal teberru etmek
gibidir. Zâhire bakılırsa, mirasçının haccı burada da bununla
kayıtlanır.
«Benim malımdan
dememiş olmak şartıyla... » Bahır'da Sadru's-Şehîd'in Umdetü'l-Fetevâ adlı
kitabından naklen şöyle denilmiştir: «Bir kimse kendi malından bin dirheme kendi
namına haccedilmesîni vasiyette bulunur da, vasî sonra terekeden almak üzere
kendi malından haccetirirse, buna hakkı yoktur. Çünkü vasiyet sözle olmuştur.
Vasiyet edenin sözü muteberdir. O ise malı kendine izafe ederek söylemiştir.
Binaenaleyh değiştirilemez.»
«Keza sonra almamak
şartıyla birini hacca gönderirse caiz olur.»Bundan şu anlaşılır ki, sonra
terekeden almak şartıyla birini hacca gönderse, evleviyetle caiz olur. Hâniyye
sahibi her iki şıkkı kaydederek şöyle demiştir: «Bir kimse kendisi namına hacca
gönderilmesini vasiyet eder de, mirasçı sonra terekeden almak şartıyla kendi
malından birini hacca gönderirse caiz olur. Ve sonra terekeden parasını
alabilir. Zekât ve kefaret dahi böyledir. Bunu ecnebi yaparsa, terekeden alamaz.
Kendi namına haccedilmesini vasiyette bulunur da, mirasçı terekeden almamak
şartıyla kendi malından hacca gönderirse, farz hacc namına ölen için caiz olur.»
Lübab şarihi bunu naklettikten sonra: "Görülüyor ki bu söz götürür.» demiştir.
Demek istiyor ki, yukarıda geçtiği vecihle vasiyet varsa, başkası namına hacc
için o kimsenin malından harcamak şarttır. Bu, teberrudan korunmak içindir.
Binaenaleyh Hâniyye sahibinin terekeden olmamak şartıyla haccı caiz görmesi buna
aykırıdır. Onun içindir ki terekeden almamak şartıyla mirasçı kendisi haccetse
caiz olmayacağını kendisi söylemiştir. Onların arasında fark görünmemektedir.
Biliyorsun ki ölen kimsenin vasiyetten maksadı, kendi malından harcamanın
sevabıdır. Bu, mirasçının sonra terekeden almak şartıyla onun namına haccetmesi
veya haccettirmesiyle hâsıl olmaktadır. Almamak şartıyla haccader veya
ettirirse, bu maksat hâsıl olmaz. Şurunbulâliyye sahibi bunu da müşkil
görmüştür. Aralarında fark görülerek; "Haccettirirse, malı vermek hususunda
mirasçı ölenin yerini tutar. Sanki hacca giden vekil ölenin malından
harcamıştır. Mirasçının bizzat haccetmesi böyle değildir. Çünkü onun tarafından
mal verme yoktur. Hattâ onun yaptığı sadece fiillerdir. Binaenaleyh terekeden
almayı niyet etmedikçe caiz olmaz." denilmişse de, bu fark açık değildir. Çünkü
mirasçının bizzat yaptığı hacc dahi mutlaka harcamaya
dayanır.
METİN
Bir kimse her iki
müvekkili namına haccederse, haccı kendi namına olur, onların mallarını öder.
Çünkü kendilerine muhalefet etmiştir. Yaptığı haccı birine tahsis edemez. Zira
evleviyet yoktur. Ama ihramı mutlak yaparsa, tayininin sahih olması gerekir,
ihramı müphem yaparsa, tavaf ve vakfeden önce birini tayin ettiği takdirde caiz
olur.
İZAH
«Her iki müvekkili
namına haccederse...» Yani hacca niyetlenirse demektir. Çünkü amellere hacet
kalmaksızın mücerret telbiye getirmekle muhalefet etmiş olur. Bunu Halebî
söylemiştir.
Ben derim ki:
Metindeki surete göre böyledir. Yoksa bazan hacca başlamadıkça muhalif sayılmaz.
Nitekim göreceksin.
İki müvekkil,
anne-babası veya ecnebi olabilir. Nitekim Fetih'te açıklanmıştır. Şu halde Bahır
sahibinin, "İki müvekkil anne-babaya da şâmildir. Ama bunları çıkaracak söz
aşağıda gelecektir." demesi itiraz götürür. Çünkü aşağıda gelecek olan anneyle
babanın emri olmaksızın onlar namına ihrama girmek hakkındadır. Burada ise
sözümüz iki müvekkil namına ihrama girmek hususundadır.
«Haccı kendi namına
olur.» Yani vekil için nâfile olur. Farz haccının yerine geçmez. Bahır ve Nehir.
Ama bu söz götürür. Az ileride gelecektir.
«Çünkü kendilerine
muhalefet etmiştir.» Bu cümle, haccın,kendi namına olmasının ve ödemesi
gerektiğinin illetidir. Şöyle demek istiyor: Çünkü müvekkillerden her biri sırf
kendi parasıyla hacca gitmesini emretmiştir. O ise bu parayı kendi haccına
sarfetmiştir. Çünkü evleviyet olmadığı için bu haccı onlardan birine tahsis
edemez.
«Ama ihramı mutlak
yaparsa tayinin sahih olması gerekir.» Meselâ, "Bir hacc için Lebbeyk" der de
susarsa, ihram mutlak olur. Zeylâî diyor ki: «Kimin namına haccettiğini muayyen
veya müphem olarak söylemeksizin mutlak telbiye yapar da susarsa, Kâfî sahibi bu
hususta bir nass bulunmadığını söylemiştir. Ama muhalefet bulunmadığı için
burada bilittifak tayinin sahih olması gerekir.» Tayinin sahih olmasından
muradı, tavaf ve vakfeden önce iki müvekkilinden birini tayin etmesidir. Nitekim
müphem bıraktığı zaman da hüküm budur. Zeylâî bilittifak diyorsa da, bizim
üstadımız, "Burada İmam Ebû Yusuf'un aşağıda zikredilen ibham meselesindeki
muhalefeti câri olmasıdır. Çünkü aşağıdaki meselenin illeti burada da câridir."
demiştir. H.
«İhramı müphem
yaparsa.» Yani "iki müvekkilimden biri namına hacc için lebbeyk" derse, tavaftan
ve vakfeden önce birini tayin ettiği takdirde caiz olur. Buradaki tavaftan
murad, tavafı kudûmdur. Nitekim bir kimse iki hacc için iki ihrama birden girer
de sonra tavafı kudûma başlarsa, Ebû Hanife'ye göre haccın biri terkedilmiş
olur.
«Caiz olur»
ifadesinden murad, İmam-ı Azam'la İmam Muhammed'e göre demektir. EbûYusuf'a göre
bu hacca hiçbir şeye tevekkuf etmeksizin kendi namına olur ve her iki müvekkilin
paralarını öder. Kıyas da budur. Çünkü müvekkillerden her biri, haccı kendisi
için tayinini emretmişti. Tayin etmeyince, emre emre muhalefet etmiş olur.
Tarafeyn'in kavli - ki istihsandır - şöyle "izah olunur: Bu, ihramı müphem
yapmaktır. Halbuki ihram maksat değildir. O ancak diğer fiillere vasıtadır.
Müphem tayin suretiyle vesile olabilir. Binaenaleyh şart olarak onunla
yetinmiştir. Bunu Halebî Zeylâî'den nakletmiştir.
Ben derim ki:
Hâsılı müphem bırakma suretleri dörttür:
1 - Her iki
müvekkili namına bir hacc için telbiye getirmek. Metindeki mesele de
budur.
2 - İki müvekkilden
biri namına müphem olarak.
3 - Bir hacc için
mutlak şekilde tehlil getirmek.
4 - Hacca mı yoksa
umreye mi ihramlandığını tayin etmeksizin iki müvekkilinden muayyen biri namına
ihrama girmektir. Şarih "dördüncüyü zikretmemiştir. Çünkü o hilafsız caizdir.
Nitekim Fetih'te bildirilmiştir. Orada beyan edildiğine göre, bu suretlerde
cevabın esası şudur: Hacc, vekilin kendisi namına vaki olunca, ondan sonra
müvekkiline değişmez. Vekil müvekkilin parasını kendisi için harcadıktan ve o
parayı sarfedeceği yola gittikten sonra, ihramın kendi namına değişmesi, ancak
muhalefet yahut şer'an tayinden acz tahakkuk ettiği vakit caiz olur. İmdi dört
suretten birincide muhalefet ve tayinden acz tahakkuk etmiştir. Buna aşağıda
gelen ebeveyn meselesiyle itiraz edilemez. Çünkü o meselede emir yoktur. Nitekim
gelecektir. Binaenaleyh tayini terk etmekle muhalefet tahakkuk etmez. Sonunda
tayin etmesi de mümkündür. Çünkü onun hakikatı sevabı bağışlamaktır. Onun için
ebeveyni kendisine haccı emretseler, hüküm ecnebi müvekkillerde olduğu gibidir.
Dört suretten ikincide hacc amellerine başlamadıkça, mücerret ihramla muhalefet
tahakkuk etmez. Haccı ona tahsis de mümkün değildir. Çünkü onu iki müvekkilinden
birine ayırmakla, kendinin olmaktan çıkarmıştır. Artık kendinin olamaz. Meğer ki
muhalefetin tahakkuku veya tayinden acz bulunsun. Böyle bir şey de tahakkuk
etmemiştir. Çünkü tayin etmesi mümkündür. Ancak hacc amellerine başlarsa, velev
bir şavtla olsun iş değişir. Çünkü ameller tayin edilmeyen bir kimse için
olamaz. Ve kendi namına olur. Artık o amelleri başkasına çevirmeye imkânı
yoktur. Sadece sevabını değiştirebilir. Nass olmasa sevabını da değiştiremezdi.
Üçüncü surette müvekkillerden birine muhalefet bulunmadığı, tayin de imkânsız
olmadığı âşikârdır. Ama yukarıda söylediğimiz sebepten dolayı kendi namına
olmaz. Dördüncü suret hepsinden zâhirdir. Bu ibare kısaltılarak Fetih'ten
alınmıştır. Görüyorsun ki ikinci surette söylediği, iki müvekkilinden birini
tayin etmezden önce hacc amellerine başladığı hususunda açıktır. Muhalefet ve
tayinden acz tahakkuk ettiği için hacc» kendinin olmuştur. Birinci surette de
evteviyetle kendinin olur. Zâhire bakılırsa, bu hacc farz olan haccın
yerinitutar Çünkü tayin ve itlak ile sahihtir. Bununla nâfileyi niyet ederse iş
değişir. Vekil bu haccı müvekkillerine yahut ikisinden birine tahsis ederek
kendinin olmaktan çıkarmak istese de muhalefet tahakkuk edince bu tasarruf bâtıl
olur. Aksi takdirde aslâ kendi namına da vâki olmaz. O zaman boştan kendi namına
ihramlanmış gibi olur. Nâfileye de niyet etse, farz hacc yerine geçer. Bundan
dolayıdır ki müvekkil haccı emreder de, vekil hacda birlikte kendisi için bir
umre yaparak kırâna çevirirse, Fetih sahibi dahi caiz olmadığını ve bilittifak
ödemesi lâzım geldiğini söylemiş; sonra şöyle demiştir: Bu, kendi namına farz
hacc yerine de geçmez. Çünkü mutlak niyetle en azı vâki olur, o ise niyette bu
haccı kendinden değiştirmiştir. Ama bu söz götürür.» Zâhire bakılırsa, söz
götürmesi bizim anlattığımız gibi muhalefetin tahakkuk etmesi ve haccın kendi
namına vâki olmasıdır. Niyeti değiştirmesi bâtıl olur ve yaptığı haccı farz hacc
yerine geçer. Binaenalayh Bahır sahibinin yukarıda geçen, "Vekil namına nafile
olur, onun namına farz hacc yerine geçmez." ifadesi söz götürür. Gerçekten
Bâkânî Mülteka şerhinde ve Mülteka şarihi dahi bununla farz haccı eda etmiş
olacağını açıklamışlardır. Bana zâhir olan budur.
METİN
Ebeveyni veya
ecnebi iki kimse namına teberru için hacca telbiye getirip, ondan sonra tayinde
bulunmak bunun hilâfınadır. Bu caizdir. Çünkü sevabını teberru etmiştir. Onu her
ikisine yahut birisine bağışlayabilir.
İZAH
«Bunun hilâfınadır
ilh...» Bu cümle, yukardaki "bir kimse her iki müvekkili namına haccederse"
cümlesine bağlıdır.
«Bu caizdir»
cümlesi, iki mesele arasındaki muhalefetin vechini göstermek için getirilmiş
yeni bir cümledir. Çünkü birincide caiz değildir, ikincisi onun hilâfınadır.
Lâkin burada caiz olması, haccı emretmemiş olmaları şartıyladır. Musannıfın
"ebeveyni veya ecnebi iki kimse namına" demesi. Kenz'de geçen 'ebeveyn' sözünün
ihtirâzî bir kayıt olmadığına tembih içindir. Bunun faydası, evlâdın anne ve
babası için haccetmesi pek münasip ve mendup olduğuna işarettir. Nitekim
Nehir'de böyle denilmiştir. Bundan anlaşılır ki, bu meselede 'ebeveyn' diye
kayıtlaması, yukardaki meselede geçen iki müvekkilin ecnebi olduğuna delâlet
etmez. Ebeveyn de emrederlerse, hüküm iki ecnebinin hükmü gibidir. Nitekim
Fetih'ten naklen arzetmiştik. Böylece anlaşılır ki, her iki meselede ebeveynle
ecnebiler arasında fark yoktur. İtibar, emrin bulunup bulunmamasınadır. Yani
açık olarak emretmiş olmasınadır. Nitekim yakında anlaşılacaktır. İki kişi ayrı
ayrı "benim namıma haccet" diye emreder de, her ikisi için bir hacca
ihramlanırsa, hacc kendi namına olur. Onu ikisinden birine tahsis edemez. Ama
emir olmaksızın ikisi namına ihrama girerse, o haccı birine veyaher ikisine
tahsis edebilir. Keza müphem olarak biri namına ihrama girerse, sonradan tayini
evleviyetle sahih olur. Nitekim Fetih'te beyan edilmiştir.
Fetih sahibi diyor
ki: Bunun esası şudur: Her ikisi için yaptığı niyet emir bulunmadığından dolayı
geçersiz olur. O kimse teberru etmiş olur, Binaenaleyh yaptığı ameller kesin
olarak kendinin olur. Ancak sevabını onlara bağışlar. Sevap terettübü edadan
sonra olur. Binaenaleyh önceki niyeti hükümsüzdür. O sevabı, ikisinden birine
yahut her ikisine tahsisi sahihtir. Her ikisi namına yaptığı bu hacc nâfile ise,
meselede işkâl yoktur. Anne-babasından birinin üzerinde farz hacc olup onu
vasiyet ederse, mirasçının kendi malından teberru suretiyle yaptığı bu hata
ödenmez. Ama vasiyet etmemiş de, mirasçı teberruan onun namına birini hacca
göndermiş veya bizzat kendisi haccetmiş olursa, Ebû Hanîfe, "ona kâfi gelir
inşaallah" demiştir. Çünkü Peygamber (s.a.v.) Has'em kabilesinden bir kadına,
"Ne dersin, babanın borcu olsa ödermiydin? ilh..." buyurmuştur. Bundan, bu
meseleyi ebeveynle kayıtlamanın başka bir faydası daha olduğu anlaşılır. O da,
vasiyet yoksa müphem bıraktıktan sonra, tayin ettiği şahıstan farzın sâkıt
olmasıdır. Lâkin şu müşkil ortaya çıkar: Emir bulunmayınca, "anne-babasına" diye
yaptığı niyet geçersiz kalıp, bütün hacc amelleri sırf kendinin olunca, bunları
ebeveyninden birine çevirmesi nasıl sahih olur. Yukarıda geçmişti ki, hacc vekil
namına sahih olunca; onu müvekkiline çevirmek mümkün değildir. Evet, yalnız
sevabını çevirmek mümkündür. Bu bâbta nass vardır. Nitekim yukarıda geçti.
Allahu a'lem. Bunun için Fetih sahibi, "Ebeveyni namına nâfile hacc yaptırsa,
bunda işkâl yoktur." demiştir. Yani nâfile ibadet yapan, nihayet sevabını
başkasına bağışlayabilir demek istemiştir ki, doğrudur. Fakat emri olmaksızın
başkasının farzı yerine geçmesi müşkildir. Bunun cevabı şarihin sözünde
geçmişti: «Mirasçı, mûrisî namına hacceder veya ettirirse caizdir. Çünkü burada
delâleten emir vardır. demişti. Yani mirasçı onun tarafından memur edilmiş
gibidir demek istemiştir. Bu izaha göre yapılan ameller, yapan namına değil ölen
namına geçerli olur. Şu halde Fetih sahibinin, "Bunun esası şudur: Her ikisi
için yaptığı niyet emir bulunmadığından dolayı geçersiz olur ilh..." sözü,
ebeveyninîn üzerinde vasiyet ettikleri farz hacc olmamakla tahsis edilmiştir.
Bunun nassla ta'lilini dahi Bedâyi'den nakletmiştir ki, o da bildiğin Has'amiyye
hadisi idi. Bununla mirasçı ecnebiden ayrılır. Lâkin Lübab şerhinden naklen biz
ecnebinin de böyle olduğunu söylemiştik. Evet, bu başkası namına haccda emrin
şart kılınmasına muhaliftir. Ecnebi, ne sarahaten, ne delâleten hacca memur
değildir. Cevaben arzetmiştik ki, bu mesele, bu şart hakkındaki rivayetin
muhtelif olmasına dayanır. Meşhur olan şart olmasıdır. Mirasçıda delâleten
bulunduğu bilinince, Kenz ve diğer kitapların ebeveyni zikirle yetinmelerinin
üçüncü bir faydası meydana çıkar ki, o da delâlet yoluyla olan emrin her cihetçe
hakiki emir hükmünde olmamasıdır. Biliyorsun ki, ebeveyni okimseye hakikaten
haccı emretmezse, müphem söyledikten sonra tayın etmesi sahih olmazdı. Nitekim
iki ecnebi hakkında sahih değildir. Açık olarak emretmezlerse, tayin sahih olur.
Ulema bu meseleyi baştan iki ecnebi hakkında farzetseler, ebeveynîn tayini sahih
olmayacak sanılırdı. Çünkü delaleten emir vardır. Binaenaleyh meseleyi ebeveyn
hakkında farz ve tâhmin etmişlerdir ki, delâleten emir bulunsa bile tâyinin
sahih olduğu anlaşılsın. Bir de birinci meseledeki emirden murad, açık emir
olduğu anlaşılsın. Allahu a'lem.
TEMBİH: Bütün bu
anlattıklarımızdan hâsıl olan şudur ki; bir kimse iki şahıs namına hacca niyet
ederse, her ikisi de haccı emrettikleri takdirde, yaptığı hacc mutlaka kendisi
için olur. Velev ki ondan sonra haccı birisine tahsis etsin. Ama hacc bittikten
sonra sevabını her ikisine yahut birisine bağışlayabilir. Haccı emretmemişlerse
hüküm yine budur. Ancak mirasçı olur da ölenin vasiyet etmediği farz haccı
bulunursa yaptığı hacc ölünün farz haccı yerine geçer. Çünkü delâleten emir ve
bir de nass vardır. Vasiyet ederse iş değişir. Çünkü maksadı, kendi malından
harcananın sevabıdır. Binaenaleyh mirasçının onun namına teberruu sahih olmaz.
Ecnebi ise mutlak surette bunun hilâfınadır. Çünkü emir yoktur.
«Çünkü sevabını
teberru etmiştir.» cümlesi, müvekkiller meselesinde değil, ebeveyn meselesinde
tayinin sahih olmasının vechini beyandır. Yukarıda Fetih'ten naklettiğimiz,
"Bunun esası şudur: Her ikisi için yaptığı niyet, emir bulunmadığından dolayı
geçersiz olur ilh..." ifadesinin mânâsı da budur. Şurunbulâliyye sahibi şöyle
demiştir: Bu meselenin ta'lîli, haccın, yapan namına olduğunu ifade eder.
Bununla farz hacc sakıt olur. Velev ki sevabını başkasına bağışlasın. Fetih
sahibinin rivayet ettiği hadisler de buna delâlet etmektedir. O şöyle demiştir:
Bilmiş ol ki evlâdın bunu yapması pek yerinde ve menduptur. Çünkü Dârekutnî'nin
İbn-i Abbas (r.a.)'dan, Onun da Peygamber (s.a.v.)'den naklen rivayet ettiği bir
hadiste, ebeveyni için hacceden veya onların borcunu ödeyen kişi için bir olacak
vardır. O kıyamet gününde iyilerle beraber haşrolunacaktır, buyrulmuştur.
Dârekutnî Câbir'den şu hadisi tahriç etmiştir: Peygamber (s.a.v.), "Bir kimse
babası veya annesi namına haccederse, onun hacc borcunu ödemiştir. Ona,
fazladanda on hacc sevabı verilir", buyurdu. Zeyd b. Erkam'dan da şunu tahriç
etmiştir: «Rasulullah (s.a.v.), "Bir adam ebeveyni namına haccederse, haccı
kendisi ve ebeveyni namına kabul olunur. Ebaveyninin ruhları şâd olur. Kendisi
de Allah indinde iyi kul yazılır," buyurdu.»
Ben derim ki: Bu
anlattıklarımızdan anlamışsındır ki, bir mirasçı ebeveyni namına hacceder de
onlardan birinin üzerinde vasiyet etmediği farz haccı bulunursa, o hacc ölen
namına geçer. İnşaallah bununla onun farz haccı sâkıt olur. Şu halde bununla
hacceden kimseden dahi farzın sâkıt olduğu nasıl iddia edilebilir. Bu adam onu
başkasına sarfetmiş, biz de onun bu tasarrufunu caiz görmüşüzdür. Evet, bu
şurada zâhir olur: Ebeveyninden birininüzerinde vasiyet ettiği farz hacc olur.
Yahut farz hacc hiç bulunmaz. Buna delil, Fetih sahibinin, "O ancak ebeveynine
sevabını bağışlar. Bu da edadan sonra olur." sözüdür. Kâdıhân'ın Câmi şerhindeki
şu sözü de bunun gibidir: «O ancak fiilinin sevabını ebeveynine bağışlayabilir.
Bu bize göre caizdir. Haccının sevabını başkasına bağışlamak ise ancak haccı eda
ettikten sonra olur. Böylece ihram hakkındaki niyeti bâtıl olur, kendisi
sevabını hangisine isterse bağışlayabilir.»
Bu açık olarak
gösteriyor ki, niyet, ebeveyn için yapılmamıştır. Hacc amelleri kendi namına
olmuştur. O şahıs edadan sonra sevabını dilediğine bağışlayabilir. Bu surette
farzın hacceden şahıstan sükutu iddia edilebilir. Nitekim biz bunu iki müvekkil
namına hacc meselesinde yazdık. Bundan anlaşılır ki, insan farz haccının
sevabını da başkasına bağışlayabilir. Nitekim bâbın başında da zikretmiştik. Ama
ölenin üzerinde, vasiyet etmediği farz hacc bulunur da, onunla ölenin farzı
sâkıt olursa, bundan hem niyetin, hem amellerin haccı yapan için değil, ölen
için yapılmış olması lâzım gelir. Meğer ki ameller burada dahi yapana aittir,
denilsin. Nitekim Fetih, Kâdıhân ve diğer kitapların mutlak olan ibareleri bunu
iktiza eder. Lâkin bununla Allah'tan bir fazilet olmak üzere ölenin farz haccı
da sâkıt olur. Bunu nassla yani Has'em kabileli kadının hadisiyle amel ederek
söylüyoruz. Velev ki kıyasa muhalif olsun. Onun içindir ki Ebû Hanife
'inşaallah' diyerek onu meşiete ta'lîk etmiştir. Bu haccla hacceden kimsenin
farzı dahi sâkıt olur. Bu hükmü. zikri gecen hadislerden alıyoruz. Onun için de
bu hususta mirasçının hükmü ecnebiye uymamıştır.
«Yukarıda delâleten
emir bulunduğu için mirasçının haccı caizdir.» şeklinde geçen ta'lîl, amellerin
ölen namına olacağını gerektirir. Çünkü açık olarak emretseydi, şüphesiz onun
namına olurdu. Binaenaleyh Fetih ve diğer kitapların mutlak olan sözlerinin
muktezası buna muhaliftir. Ve o zaman bununla farzın haccedenden sükutu da
mümkün değildir, dersen: ben de şöyle derim: Biliyorsun ki delâleten emir, her
yönden açık emir gibi değildir. Onun içindir ki sözünü müphem bıraktıktan sonra
ebeveyninden birini tayin etmesi sahih olur. Eğer açık olarak emretseydi, iki
ecnebi hakkındaki gibi burada da sahih olmazdı. Nitekim evvelce arzettik. Eğer
delâlet yoluyla "emir, amellerin ölen namına olmasını gerektirseydi, tayin sahih
olmazdı. Bu sebeple biz de amellerin amel sahibine ait olduğunu söyledik. O
amellerle onun farzı sâkıt olur. Keza zikri geçen hadislerle amel ederek,
babanın veya annenin farzı da sâkıt olur diyoruz. Allahu
a'lem.
Bu müşkil
meseleleri izah hususunda benim kısa aklımın erebildiği son nokta budur. Öyle
meseleler ki, onları böyle izah eden hiç görmedim. Hamd Allah'a
mahsustur.
METİN
Hadiste, "Her kim
ebeveyni namına haccederse, onun haccını eda etmiş olur. Kendisi için deon hacc
fazlası vardır. Hem iyiler meyanında haşrolunur." buyrulmuştur. İhsar kurbanı -
başkası değil - gönderenin malından kesilir. Velev ki ölmüş olsun. Bazıları
bunun üçte birden bazıları da bütün maldan verileceğini söylemişlerdir. Sonra
vekil bu haccı kendi işlediği bir kusurdan dolayı kaçırırsa öder. Semâvî (Allah
tarafından) bir âfetten dolayı kaçırırsa ödemez.
İZAH
"Hadiste" demesi,
bunun bir hadis olduğu zannını veriyor. Halbuki bu söylediği, bildiğin gibi bazı
lâfız değişiklikleriyle iki hadisten alınmıştır. Çünkü sahih kavle göre bilen
bir kimse hadisi mana itibariyle rivayet edebilir. H.
«Başkası değil...»
Yani ihsar kurbanından başkası değil demektir ki murad, kırân ve temettu'da
kesilen şükür kurbanı ile cinayet kurbanıdır. Bunlar, hacca gönderenin malından
kesilmezler.
«Gönderen malından
kesilir.» Bu, İmam-ı Âzam'la İmam Muhammed'e göredir. Kitap metinleri hep buna
göre yazılmıştır. Ebû Yusuf'a göre ise hacca memur olan kimsenin malından
kesilir.
«Bazıları bunun
üçte birden verileceğini söylemişlerdir.» Çünkü hacc vasiyeti malın üçte»
birinden zzzzzzzz edilir. Bu da vasiyetin tâbîlerindendir.
Bazıları da bütün
maldan verileceğini söylemişlerdir. Çünkü bu hacca memur olan kimsenin ölen
üzerinde sabit olmuş bir hakkıdır. Binaenaleyh bütün malından alınır. Nasıl ki
ölen kimse kölesinin satılmasını ve parasının tasadduk edilmesini vasiyet etse,
vasî köleyi satarak parasını kaybetse, sonra köle benim hakkımdır diyen biri
çıksa, Ebû Hanife'nin son kavline göre müşteri parasını vasîden, vasî de
terekenin bütününden alır. Bu satırlar Kadıhan'ın Câmi şerhinden alınmıştır.
Tahtavi birinci kavli, Rahmeti ise ikinciyi
beğenmişlerdir.
«Sonra vekil bu
haccı ..» Yani hacca memur olan kimse kendi kusurundan dolayı hacca yetişemezse
demektir. Yetişememeyi sarih mutlak zikretmiştir. Binaenaleyh ihsar sebebiyle
olsun, başka bir sebeple olsun hacca yetişememeye şâmildir. Zira ihsan'da kendi
kusurundan ileri gelebilir, Kasten kendisini hasta eden bir ilaç alır da
bulunduğu yerde kalır Bunu Halebî söylemiştir. Şu da var ki, ulema sair hacca
yetişemeyenler gibi, bunun da gelecek seneye kendi malıyla haccetmesi lazım
geldiğini açıklamışlardır. Nitekim Bahır'da zikredilmiştir. Bahır sahibi bundan
sonra şunları söylemiştir: «O kimse ihsarda kalıp hacca yetişemeyince, onu kaza
ettiğinde acaba haccı gönderen namına mı olur, giden namına mı? Ulema bu ciheti
açıklamamışlardır. Gönderen namına olursa, acaba gelecek seneye kendi malıyla
hacca gitmeye mecbur edilir mi, edilmez mi? »
Ben derim ki:
Bedâyi sahibi şunları söylemiştir: «Hacca yetişemezse, başlayıp da haccıkaçıran
kimsenin yaptığını yapar ve nafakayı ödemez. Çünkü haccı kendi kusuru olmaksızın
kaçırmıştır. O kimseye kendisi hakkında gelecek seneye hacc farzdır. Çünkü hacc
ona başlamakla vacip olmuştur. Binaenaleyh kazası lâzım gelir. Bu İmam
Muhammed'in kavline göre zâhirdir. Çünkü Ona göre hacc, haccedenin olur.» Bunu
Nehir sahibi Sirâc'dan nakletmiş, sonra şöyle demiştir:«İmam Muhammed'den
başkalarının kavline göre hacc gönderen namına olur ki, kazanın da namına olması
gerekir. Masrafı da onun vermesi lazımdır.»Bunu şu da te'yid eder: Lübab'da
açıklandığına göre o kimse semavi bir afetten dolayı hacca yetişememişse,
masrafı ödemez ve ölen namına hacca yeniden başlar. Yani İmam Muhammed'in
kavline göre o kimseye kendisi için hacc lazımdır. Başkalarının kavline göre
ise, ölen namına haccedecektir. Zahirine bakılırsa, hacc o kimseye kendi
malından vaciptir. Lakin Tatarhaniyye'de Münteka'dan naklen şöyle denilmiştir:
«İmam Muhammed'e göre ölen namına parası yetişirse, memleketinden hacceder.
Yetişmezse yetiştiği yerden gider. İhramlı bir kimseye geçirdiği haccın kazası
kendisi için lâzımdır. Yaptığı sarfiyatı ödemez. Haccı kaçırdıktan sonra da hacc
nafakası alamaz.»
Bu sözün muktezası
şudur: Ölen namına hacc, ölenin malından olur. Hacca memur edilen kimsenin
başladığını kaza etmek için kendi malından bir hacc daha yapması gerekir. Buna
yine Tatarhâniyye'de Tehzib'den nakledilen şu ifade muhaliftir: «İmam Ebû Yusuf
demiştir ki: Vakfeden önce haccı fâsit olursa, hacc nafakasını ödemesi icabeder.
İfsat ettiği haccı da kaza eder. Gönderen için bir umre ve bir hacc yapar. Haccı
kaçırırsa ödemez. Çünkü kendisi güvenilir insandır. Ama kaçırdığı haccı kaza
etmesi. gönderen namına da bir hacc yapması icabeder.»
«Ama kaçırdığı
haccı kaza etmesi ilh...» ifadesi, o kimsenin kendi malından iki defa
haccetmesini gerektirir. Meğer ki "gönderen namına da bir hacc yapması icabeder"
ifadesi meçhule çevrile. Yani mirasçılara onun malından haccettirmek düşer
mânâsına alına. Sonra anlaşıldığına göre bu söz, İmam Ebû Yusuf'un kavlindendir
ve Nehir'den yukarıda naklettiğimize aykırıdır. Bunun üzerinde daha söz
edilecektir.
METİN
Kırân ve temettu
kurbanıyla cinayet kurbanı haccedene düşer. Ama hacca gönderenin kırân ve
temettua izin vermiş olması şarttır. Aksi takdirde muhalif sayılır ve öder.
Vakfeyi yapmadan cima ederse, hacc masrafını öder ve kendi malıyla haccı tekrar
eder. Vakfeden sonra cima ederse ödemez. Çünkü maksat hâsıl olmuştur. Hacca
memur edilen kimse ölür veya vakfe yapmadan yolda hacc nafakası çalınırsa,
gönderenin evinden malının kalan üçte biriyle bedel gönderilir. Yetmezse
yeteceği yerden gönderilir. O vekil de ölür veya parası ikinci defa çalınırsa,
ondan sonra kalan (malının üçte biriyle hacca bedel gönderilir. Böylecedefalarca
tekerrür ederse, malının üçte birinden hacca götürecek miktar kalmayıncaya kadar
tekrarlanır, nihayet vasiyet bâtıl olur.
İZAH
"Cinayet"
kelimesini musannıf mutlak söylemiştir. Binaenaleyh cima kurbanına av cezası
kurbanına ve tıraş cezasına dikişli elbise, koku sürünme ve mikâtı ihramsız
geçme cezalarına şâmildir. Bahır.
«Haccedene düşerse»
Yani bunlar hacca memur olan kimseye aittir. Kırân ve temettu kurbanı iki
ibadeti biraraya getirmek nasip olduğuna şükür içindir. Velev ki yaptığı hacc
gönderenin olsun. Çünkü bu şer'î bir vuku'dur; hakiki değildir. Cinayetin
cezasına gelince: Bu da onun işlediği cinayete taalluku itibariyledir. Bunu
Bahır sahibi söylemiştir.
«Muhalif sayılır.»
Bu kavil Ebû Hanife'nindir. Vechi şudur: O kimse kendisine emredileni
yapmamıştır. Çünkü gönderen ona yalnız hacc için sefer etmesini söylemiştir. O,
bu emre muhalefet etmiştir. Onun için öder. Bedâyi. Muhit'te şu ziyade vardır:
«Çünkü umre gönderen namına olmamıştır. O bunu emretmemiştir. Binaenaleyh sanki
gönderen namına haccetmiş, kendi namına umre yapmış olur ve muhalefet etmiş
sayılır. Gönderen hacc yapmasını emreder de, o evvelâ umre yapar, sonra
Mekke'den haccederse, muhalefet etmiş sayılır. Çünkü kendisi mikâttan haccetmeye
memurdur. Ama gönderen umre yapmasını emreder de, o da bunu yapar sonra kendisi
için haccederse, muhalefet etmiş sayılmaz. Evvelâ haccedip sonra umre yapması
bunun hilâfınadır.» İhram bâbından az önce söylediklerimize bir
bak!
«Hacc masrafını
öder» Kurban ise herhalde memurun vazifesidir. Bahır.
«Kendi malıyla
haccı tekrar eder.» Çünkü haccı ifsat ettiği vakit, emredilen fiil meydana
gelmemiştir. Olan, memur edilen namına olmuştur. Binaenaleyh kendi haccı için
başkasının malından harcadığı miktarı öder. Sonra gelecek sene o haccı sahih
olarak kaza ettiğinde, ölenden hacc sakıt olmaz. Çünkü geçen sene haccı bozarak
ona muhalefet edince, ihram kendi namına vâki olur. Onun sebebiyle eda edilen
hacc da kendi namına olur. İbn-i Kemâl. Gönderen için bir hacc daha yapması
gerekir. Nitekim az yukarıda Tatarhâniyye'den naklen arzettik. Yani kaza ettiği
haccdan başka bir hacc daha yapacaktır. Esah olan budur. Nitekim Mi'râc'da
bildirilmiştir. Bununla Bahır'ın sözü karşılanmış olur. Bahır'da, "Haccını ifsat
ederse, gelecek sene kendi malıyla haccetmesi lâzım gelir." denilmiştir. Bu
ibarede haccın gönderen namına olmayacağı tereddütlüdür.
«Vakfeyi yapmadan»
diye kayıtlaması, vakfeyi yaptıktan sonra tavaftan önce ölürse, gönderen namına
hacc caiz olacağı içindir. Çünkü en büyük rüknünü eda etmiştir. Hâniyye ve
Fetih. Buna benzer bir ibareyi Tecnîs'ten nakletmiştik. Bahır sahibinin
bahsettiği, "Büyüklük meselesi ondan sonra fesattan emin olduğu içindir. Kâfi
geldiği için değildir. Binaenaleyh gönderenin tekrar haccettirmesi gerekir."
ifadesi nakledilene muhaliftir. Ama sağ kalır da haccı tamamlar, yalnız ziyaret
tavafını yapamadan dönerse, Fetih sahibi böylesi hakkında, "Hacc masrafını
ödemez. Şu kadar var ki, o kimse kadınlara haramdır. Üzerinde kalanı kaza için
kendi parasıyla haccadöner. Çünkübu surette kendisi cinayet işlemiştir."
demiştir.
«Gönderenin
evinden...» Yani bir yer tayin etmemişse, gönderenin evinden etmişse, o yerden
gönderilir. Nitekim geçmişti.
«Ondan sonra kalan
malının üçte biriyle...» Yani nafaka helâk olduktan sonra kalanın üçte birinden
bedel gönderilir. Ulemanın, "malın kalan üçte birinden" sözünden muradları
budur. Bu, İmam-ı Âzam'a göredir. Ebû Yusuf'a göre üçte birin kalanıyla, İmam
Muhammed'e göre ise hacca memur edilen kimsenin elinde kalanla gönderilir.
Misali şudur: Bir adam kendi namına hacca bedel gönderilmesini vasiyet ederek
ölür ve dörtbin dirhem bırakırsa, vasî de hacca memur tayin ettiği kimseye bin
dirhem verir de bu para çalınırsa, İmam-ı Âzam'a göre terekeden kalanın üçte
birinden hacca yetecek miktar alınır ki, bu da bin dirhemdir. Yine çalınırsa,
kalan iki binin üçte birinden alınır. Böylece üçte biri hacca yetecek miktar
kalmayıncaya kadar devam edilir. Ebû Yusuf'a göre birinci bin dirhem çalınınca,
terekenin üçte biri namına sadece üçyüzotuz dirhemle bir dirhemin üçte biri
kalır. Yeterse, hacca memur edilene bu para verilir. Başka bir defa artık para
alınmaz. İmam Muhammed'e göre ilk binden hacca götürecek kadar kalırsa, onunla
hacceder. Kalmazsa haccetmez. Umumiyetle ulema hilâfı böyle anlatmışlardır.
Bazıları da, "Bu, malının üçte birinden haccettirilmesini vasiyet ettiğine
göredir. Yahut haccettirilmesini vasiyet edip, başka bir şey söylemediğine
göredir. Fakat malının üçte biriyle haccettirilmesini vasiyet ederse, İmam
Muhammed'in kavli Ebû Yuusuf'un kavli gibidir." demişlerdir. Tamamı Kâdıhân'ın
Câmi'i ile Fetih'tedir. Bu ihtilâf, mal hacca memur edilenin elinde helâk
olduğuna göredir. Mirasçılar mirası taksim ettikten sonra vasînin elindeyken
helâk olursa, bilittifak kalan malın üçte biriyle haccettirilir. Nitekim
Tatarhââniyye'de beyan edilmiştir.
METİN
Ben derim ki:
Zâhirine bakılırsa, memurun terekesine dönmek yoktur. Araştırılmalıdır. Memurun
öldüğü yerden bedel gönderilmez. İmameyn buna muhaliftir. Onların kavli
istihsandır.
FER'Î MESELELER:
Hacca memur edilen kimse yukarıda geçtiği gibi kırân veya temettu yapmakla
âmirine muhalefet etmiş olur. İlk seneden geciktirmekle tayin edilmiş bile olsa
muhalefet etmiş sayılmaz. Çünkü bu tayin kayıt için değil, acele etmek içindir.
Efdal olan, âmirinin evine dönmektir. Artan parayı çevirmesi icabeder. Onu
kendisi için şart koşmuşsa, bu şart bâtıldır. Meğer ki artanını kendine hîbe
etmeye onu tevkil etmiş olsun. Yahut ölen kimse onun muayyen bir şahsa
verilmesini vasiyet etmiş bulunsun.
İZAH
«Zâhirine
bakılırsa, memurun terekesine dönmek yoktur.» Bu ibareden murad; gönderenin
mirasçıları hacca gönderilenin yanında kalan terekesinden bir şey olamaz
demekse, bu pek uzak bir ihtimaldir. Çünkü memur edilen, bu mala mâlik değildir.
Hattâ haccı tamamlamış olsa, artan parayı çevirmesi vâcip olur. Nitekim ileride
gelecektir. şu halde bu kalan miktara, âmirin malıdır denilebilir. Ve üçte
birden hesap edilir. Bunu Kuhistânî şu, sözüyle açıklamıştır: «Mirasçıların ve
hacca memur edilenin ellerinde kalanın üçte biriyle haccettirilir.» Eğer murad
mirasçılar hacca memur olanın ölmezden evvel harcadıklarını yahut ondan çalınanı
alamazlar demekse, emre muhalefet etmediği yerde şüphesiz öyledir. Nitekim kendi
taksiri olmaksızın hacca yetişemediği yerde geçmişti. Şayet murad, ikinci
gönderilen hacc vekiline verilen parayı alamazlar demekse;
ulemanın, "Malından
kalan miktarın üçte biriyle" yani gönderenin malından kalanın üçte biriyle
sözlerinden anlaşılan budur. Zâhire bakılırsa, şarihin muradı da budur. O,
bununla şuna tembihte bulunmuştur: Kendi taksiri olmaksızın hacca yetişemez de
kaza etmesi lâzım gelirse, bu kaza bilittifak kendi namına olur. Yukarıda
arzettiğimiz, "Bu, İmam Muhammed'in kavline göre zâhirdir. Başkalarının kavline
göre kaza haccı emreden namına olur. Masrafı da memur edilen kimseye lâzım
gelir." ifadesi bunun hilâfınadır. Çünkü muktezası şudur: Hacca memur edilen
kimse yolda ölürse, gönderenin mirasçıları onun terekesinden mûrisleri namına
verdikleri parayı alabilir. Bu ise fukahanın bu hilâfî meselede anlattıklarına
aykırıdır. Çünkü onlar ikinci defa bedel gönderirken paranın, hacc emrini
verenin bütün malından kalanın üçte birinden yahut üçte birinin kalanından yahut
hacca memur kimsenin elinde kalanından verileceğini söylemişlerdir. Hacca memur
edilen kimsenin malından verileceğini hiçbiri söylememiştir. Binaenaleyh
yukarıda Bedâyi. Sirac ve Nehr'in incelemelerinden naklettiklerimize aykırıdır.
Aferin bu şarihe! ne kadar da uzak görüşlüymüş!..
«İmameyn buna
muhaliftir.» Yani hem ikinci defa verilen para hususunda, hem de ikinci defa
nereden vekil gönderileceği hususunda muhaliftirler.
Fetih.
«Onların kavli
istihsandır.» Yani nereden gönderileceği hakkındaki sözleri istihsandır. Fakat
ikinci defa verilecek para hakkında ulema istihsandan bahsetmemişlerdir.
Fetih'te beyan edildiğine göre, ikinci defa verilecek para hakkında İmam-ı
Âzam'ın kavli daha güzeldir. Burada da İmameyn'in kavli daha güzeldir. Onların
bu kavlinin tercih edildiğini biz İnâye ve Mi'râc'dan nakletmiştik. Ama yine
demiştik ki: «Metinler İmam-ı Âzam'ın kavline göreyazılmıştır. Bunu sahih kabul
edildiğini Allâme Kâsım nakletmiştir.»
«Kayıt için değil,
acele etmek içindir.» Çünkü hacc, senelerin geçmesiyle değişmez. Hangi senede
yapılsa o kimse namına olur. Şüphesiz ki tayin edilen ilk senede yapılması
evlâdır. Çünkü paranın harcanacağından veya haccın menedileceğinden korkulur.
T.
«Efdal olan,
âmirinin evine dönmektir.» Bahır sahibi diyor ki: «Bir kimseyi hacca gönderir
de, o da haccederek Mekke'de kalırsa caizdir. Çünkü farz eda edilmiş olur. Ama
efdal olan, haccedip ailesinin yanına dönmektir.»
«Artan parayı
çevirmesi icabeder.» Bahır'da şöyle denilmiştir: «Hâsılı hacca memur olan kimse
aldığı nafakaya mâlik olamaz. Onda; gönderen sağ olsun, ölmüş olsun ve miktarı
muayyen olsun olmasın, gönderenin milki olmak üzere tasarruf eder. Artanı
kendisine ancak aşağıda zikredilen şartla helâl olur. Artanın çok veya az olması
müsâvidir. Nitekim Zahîriyye'de açıklanmıştır.»
Ben derim ki: Bu da
gösterir ki, hacc için ücretle adam tutmak müteehhirin ulemaya göre sahih
değildir. Nitekim evvelce bu hususta söz etmiştik.
«Onu tevkil etmiş
olsun ilh...» Fetih sahibi diyor ki: «Artan paranın memurun olmasını isterse;
ona, seni artanını kendine hîbe etmeye ve kendin için kabul etmeye tevkil ettim,
der. Şayet ölüm üzerine tevkil ederse; kalanı benden sana vasiyet olsun der.»
Lübab'da şu da ziyade edilmiştir: «Eğer haccı emreden belli bir adam tayin
etmezse; vasîye, "Nafakadan kalanı dilediğine ver." der. Mutlak bırakır da;
nafakadan kalanı derse, kalan memurun olur, vasiyet bâtıldır.» Çünkü meçhûle
vasiyettir demek istiyor.
METİN
Hacca memur olan
kimse ihrama girmedikçe, ölenin vârisi malı ondan geri alabilir. Keza kendisi
namına vasîsi haccetsin diye mal verip ihrama girer de sonra âmir ölürse, hüküm
yine budur. Vasî kendisi haccedebilir. Meğer ki haccı emreden, parayı başkasına
vermesini söylemiş olsun yahut mirasçı olup diğer vârisler razı olmasınlar.
Hacca memur olan kimse, ben haccdan men olundum der de, mirasçılar kendisini
yalanlarsa, tasdik edilmez. Meğer ki meydanda bir iş olsun. Vekil, ben haccettim
der de, mirasçılar yalanlarsa, yeminiyle tasdik edilir. Ancak ölene borçlu olur
da ödeyeceği borçtan harcaması emrolunmuşsa, o zaman tasdik olunmaz.
Mirasçıların, bu adam kurban bayramı günü memlekette idi diye beyyineleri de
kabul edilmez. Ancak haccetmediğini ikrarı üzerine beyyine getirirlerse, o zaman
kabul edilir.
İZAH
«Vârisi malı ondan
geri alabilir ilh...» Bu mesele. musannıfın, "Üçte biri yeterse..." dediği yerde
geçmişti. Ancak iki yerde de birbirinden farklı ziyadelerle zikredilmiştir.
İkisini bir yerdesıralasa daha iyi olurdu. H.
«Keza kendisi
namına vasîsi haccetsin diye mal verip ihrama girer de sonra amir ölürse ilh...»
cümlesi, mânâ itibariyle bozuktur. Bir nüshada, "Keza kendisi namına vasiyetsiz
olarak haccetmesi için mal verdiyse" denildiği görülmüştür ki doğrusu da budur.
Çünkü murad, kendi namına hacı gönderilen kimse haccı vasiyet etmez, lâkin kendi
namına haccetsin diye para verir de sonra ölürse. mirasçılara kalan parayı o
adamdan geri alabilirler. Velev ki hacc için ihrama girmiş olsun demektir. Nehir
sahibi diyor ki: Emredenin kendi namına haccı vasiyet etmesini kaydetmemiz,
Muhit'te şöyle denildiği içindir: "Bir adama kendi namına haccetsin diye mal
verir de, o da hacca niyet eder, sonra, emreden ölürse, mirasçıları onun elinde
kalan malı geri alabilirler. ÖIdükten sonra harcadıklarını da ödettirirler.
Çünkü hacc nafakası, zevilerham (akraba) nafakası gibidir, ölümle bâtıl
olur."
«Vasî kendisi
haccedebilir.» Fethu'l-Kadir sahibi diyor ki: ibadetler için ücretle adam tutmak
caiz değildir. Bundan dolayıdır ki, bir kimse kendi namına haccedilmesini
vasiyette bulunur da. fazla bir şey söylemezse. onun namına vasi kendisi
haccedebilir diyoruz. Meğer ki mirasçı olsun yahut o malı haccetsin diye bir
mirasçıya vermiş olsun. Bu caiz değildir. Ancak mirasçılar büyük olur do rıza
gösterirlerse caiz olur. Çünkü bu, mal teberru gibidir. Sair mirasçılar razı
olmadıkça. bir mirasçı bunu yapamaz. ölen kimse vasîye, "Şu malı benim namıma
haccedecek birine ver." dese. vasî mutlak surette bizzat
haccedemez.»
«Ben haccdan men
olundum ilh...» derse, mirasçılar yalanladıkları takdirde, sözü tasdik edilmez
ve ölenin malından harcadığı miktarı öder. Meğer ki açık bir iş olup, doğru
söylediğini göstersin. Çünkü ödetmenin sebebi meydandadır. Bunu defetmek için
ancak açık açık doğruluğunu gösteren bir şey lâzımdır. Fetih.
«Yeminiyle tasdik
edilir.» Çünkü kendisi elindeki emanet borcundan kurtulduğunu iddia etmektedir.
Fetih.
«Ancak ölene borçlu
olursa ilh...» Yani o zaman ancak beyyineyle tasdik olunur demektir. Çünkü
kendisi borcu ödediğini iddia etmektedir. Birçok kitaplarda bu mesele böyledir.
İtimat da bunadır. Hızânetü'l-Ekmel'in ifadesi buna muhaliftir.
Bahır.
«Mirasçıların
beyyineieri kabul olunmaz ilh...» Çünkü bu, nefye şehadettir. Bahır. Yani
onların maksadı onun haccını kabul etmemektedir. Velev ki şahitlikleri sûreten
isbat olsun. H.
«Ancak
haccetmediğini ikrar üzerine beyyine getirirlerse kabul edilmez.» Çünkü ikrarı -
ki bu cümleyi söylemesidir - isbattır. H.
TETİMME: Muhit'te
Müntekâ'dan naklen şöyle denilmiştir: «Bir kimse bir adama bin; fakirlere bin ve
farz haccı için bin dirhem vasiyette bulunsa, malının üçte biri de ikibin dirhem
etse, bu üçte bir aralarında üçte bir hesabıyla taksim olunur. Sonra fakirlerin
hissesi hacca katılır. Haccdan artan da fakirlere verilir. Çünkü farzdan
başlamak daha mühimdir. O kimsenin üzerinde bir haccla zekât bulunur da, bir
insana da vasiyet ederse, üçte biri paylaşırlar. Sonra zekâtla hacca bakılır ve
vasiyet eden hangisinden söze başladıysa, ondan başlanır. Biri farz, biri nezir
olursa, farzdan başlanır. Biri nâfile, biri nezir olursa, nezirden başlanır.
Hepsi nâfile veya hepsi farz yahut vâcip olursa, ölenin söze başladığından işe
başlanır.» Bu meselenin izahı vasiyetler bahsinde gelecektir. Onu belle! Çünkü
mühimdir, çok vuku bulur. Bu bâbtan birçok fer'î meseleler daha kalır ki, Fetih
iIe Lübab'dan öğrenilebilir. Allahu a'lem.