HEDY
BÂBI
METİN
Hedy, lügatta ve
şeriatta Harem-i Şerif'te kendisiyle ibadet edilmek için oraya hediye edilen
hayvandır ki, en aşağısı bir koyundur. Hedy deveden beş yaşında, sığırdan iki
yaşında ve koyundan bir yaşında olandır. Tarifi vâcip değildir. Yalnız şükür
kurbanında menduptur,
İZAH
Hedy kurbanı, geçen
meseleler içinde kimi ibadet, kimi ceza olarak zikredildiği için açıklanması ve
ona taallûk eden şeylerin beyanına ihtiyaç görülmüştür. İbn-i Kemâl.
«Hediye edilen
hayvandır.» Bu kelime, 'hedy'den daha umumi olan' hediyye'den alınmıştır.
'Hareme' sözüyle musannıf 'Harem'den başkasına hediye edilen hayvan vesaireden
ihtiraz ettiği gibi; 'hayvan' sözüyle de Harem'e hediye edilen hayvandan başka
şeylerden ihtiraz etmiştir. Fukahanın yemin ve nezirler bâbında bundan başkasına
'hedy' ismi vermeleri mecazdır. Bahır.
«Kendisiyle ibadet
edilmek için» sözünden maksat, Harem'de kesilerek kanı akıtılmaktır. Bununla
Harem-i Şerif'te bir adama hediye olmak üzere verilen hayvandan ihtiraz etmiştir
ve bununla velev delâleten olsun hedyde niyet lâzım olduğunu anlatmıştır.
Bahır'da Muhit'ten naklen şöyle denilmektedir: «Hayvanlardan biri ya açık
söylemekle yahut delâlet yoluyla hedy olur. Delâlet yoluyla hedy ya niyetle,
yahut Mekke'ye bir deve götürmekle olur. Velev ki niyet etmesin istihsânen
caizdir. Çünkü hedy niyeti örfen sabittir. Mekke'ye deve götürmek örfü adette
binmek ve ticaret için değil, hedy için olur.» Götürmekten muradı da, gerdanlık
taktıktan sonra götürmektir. Mücerret deveyi sevketmek değildir.
«En aşağısı bir
koyundur.» Yani en yukarısı da bir deve veya sığırdır. Bir devenin yedide biri
hedyin en aşağısı hükmündedir. Lübab şerhi. Musannıf en aşağısını beyan etmekle,
bir kimse "AIIah için hedy göndermek boynuma borç olsun." diyerek birşey niyet
etmese, bir koyun kesmesi lâzım geleceğine işaret etmiştir. Çünkü hedyin en
aşağısı bir koyundur. Muayyen bir şey söylerse, onu göndermesi lâzım gelir. Bir
rivayette kıymetini hediye etmesi de caizdir. Diğer rivayette caiz değildir ki,
tercih edilen de budur. Edilen nezir kanı akıtılmayan menkul eşyadan olursa,
arsa bile olsa kıymetini Harem'de veya Harem dışında tasadduk edeceği hususunda
söz yoktur. Çünkü bu nezir tasadduktan mecazdır. Bunu Bahır ve Lübab sahipleri
söylemiştir.
«Deveden beş
yaşında» olandır. Bu, hedyde caiz olan en az yaşın beyanıdır. Hedyi caiz olacak
deve beş yaşını bitirmiş, altısına basmış ol-malıdır. Sığırdan iki yaşını
bitirmiş üçüne basmış koyundan bir yaşını bitirmiş ikisine basmış olandan
caizdir. Lâkin bu söz, altı aylık kuzudan hedy olmayacağı zannını vermektedir.
Lübab sahibi diyor ki: «îki yaşından aşağı, ancak tokludan caiz olur ki, o da
senenin ekserisini geçiren hayvandır ve ancak büyükolmak şartıyla caizdir.»
«Tarifi vâcip
değildir.» Tariften murad, ya Arafat'a götürmek, yahut gerdanlık takarak
sergilemektir. Bunu Bahır'dan naklen Halebî söylemiştir.
«Şükür kurbanında
menduptur.» Yani şükür kurbanında her iki mânâda tarif menduptur. H. Lâkin
koyuna gerdanlık takmak mendup değildir. Lübab'da, "Şükür devesine gerdanlık
takmak sünnettir. Kusur tamamlamak için boğazlanan cebir devesine gerdanlık
takmak sünnet değildir. Şükür kurbanını Arafat'a götürmek iyidir." denilmiştir.
Görülüyor ki, birincide koyun hariç kalsın diye tabiri kullanılmış, ikincide
koyun dahil olsun diye hedy denilmiştir. Birincinin sünnet, ikincisinin mendup
olduğu da ifade edilmiştir. Şarihin sözünde kısalık vardır.
«Şükür kurbanı»ndan
murad, kıran ve temettu kurbanıdır. Tetavvu ve nezir kurbanlarına da gerdanlık
takılabilir. İhsar ve cinayet kurbanına da takılsa caizdir, beis yoktur. Nitekim
gelecektir.
METİN
Kurbanlıklar
nelerden caiz olursa, hedy kurbanları da onlardan caiz olur. Nitekim gelecektir.
Binaenaleyh satın alınan bir deveye ibadet niyetiyle altı kişinin iştirak etmesi
sahihtir. Velev ki ibadet cinsleri muhtelif olsun.
İZAH
«Kurbanlıklar
nelerden caiz olursa...» ifadesi, Hidâye'de de bu şekildedir. Hidâye sahibi onun
illetini göstererek, "Çünkü kurbanda olduğu gibi bu da kan akıtmaya taallûk eden
bir ibadettir. Onun için her ikisi bir yere mahsus olmuştur." demiş; bunun
muttarid mün'akis olduğuna işaret etmiştir. Yani kurbanda caiz olan burada da
caiz; onda caiz olmayan bunda da caiz değildir.
«Altı kişinin
iştirak etmesi sahihtir.» Yani bu kurbanda caiz olduğu gibi burada da caizdir.
Fetih sahibi Asıl ve Mebsut'tan naklen diyor ki: «Bir kimse meselâ temettu için
bir deve satın alır da onu kendisine tahsis ettikten sonra altı kişi iştirak
ederse caiz olmaz. Çünkü kendisine tahsis edince, devenin bütünü vâcip olmuştur.
Bunun bir kısmı şeriatın vâcip kılmasıyla, bir kısmı da kendi vâcip kılmasıyla
olmuştur. Ortak kabul ederse, kıymetini tasadduk etmesi lâzım gelir. Ama o
deveye altı kişiyi ortak etmeyi niyetlenirse caiz olur. Çünkü onu satın almakla
bütününü kendine vâcip kılmış değildir. Satın alırken yok da, deveyi kendine
vâcip kılmadan altı kişiyi ortak kabul ederse caiz olur. En iyisi, satın almayı
o altı kişi yahut onlardan biri diğerIerinin emriyle yapmalıdır. Tâ ki işin
başında ortaklık sabit olsun.» "Çünkü onu satın almakla bütününü kendine vâcip
kılmış değildir." sözü gösteriyor ki, kendisine vâcip kılmanın mânâsı, kendisi
için satın alması yahut aldıktan sonra ibadetiniyet etmesidir. Bu ibarenin bir
misli de Lübab şerhindedir. Orada, "Yani niyeti kendisi için tayin ve tahsis
etmesidir." denilmiştir. Bunu öğrendikten sonra bil ki suretler altıdır:
1) O kimse deveyi
ya hassaten kendisi için satın alır yahut
2) Niyetsiz satın
alır da sonra kendisi için tayin eder.
3) Yahut niyetsiz
satın alır, kendisi için tayin de etmez.
4) Yahut ortak
olmak niyetiyle satın alır.
5) Yahut altı
kişiyle birlikte;
6) Veya onların
emriyle kendisi satın alır. Binaenaleyh şarihin, "İbadet niyetiyle satın alınan"
demesi, mutlak şekliyle sahih değildir. Bu söz, ilk iki suretten geri kalan
şekillere mahsustur. Lâkin bu tafsilâtın fakire yorumlanması gerekir. Çünkü
zengine, satın almakla o hayvanı kurban etmek vâcip olmaz. Buna delil,
Bedâyi'nin kurban bahsinde Asıl'dan nakledilen şu sözdür: «Bir kimse kendi
namına kurban etmek için bir inek satın alır da, başkalarını ona ortak ederse,
hepsine kâfi gelir. En iyisi bu ortaklığı satın almadan yapmaktır.» Bedâyi
sahibi, "Ulemanın hepsine kâfidir sözü, zengine yorumlanmıştır. çünkü zengine bu
hayvan taayyün etmemiştir. Fakire gelince: O hayvana başkasını ortak etmesi caiz
olmaz. Çünkü kurban etmek için satın almakla onu kendisine vâcip kılmıştır. O
hayvan taayyün etmiştir." diyor. Lakin Hâniyye sahibi kurban meselesinde
zenginle fakir arasında fark göstermemiştir.
«Velev ki ibadet
cinsleri muhtelif olsun.» Fetih'te Asıl ile Mebsut'tan naklen şöyle denilmiştir:
«Hacc kurbanlarından bir kimseye ne vacip olursa, ona kendilerine kurban vâcip
olmuş altı kişiyi ortak edebilir. Velev ki cinsleri muhtelif olsun da, kimisi
temettu, kimisi ihsar, av cezası vesaire için lâzım gelsin. Ama hepsinin bir
cinsten olması daha makbuldür.» Bahır'da da burada buna benzer bir ibare
zikredilmiştir. Bundan anlaşılır ki, Bahır sahibinin kırân ve cinayetler
bâblarında, "Cinayetlerde ortaklık kâfi değildir. Şükür kurbanı bunun
hilâfınadır." demesi söz götürür. Biz buna cinayetler bâbının başında tembihte
bulunmuştuk.
METİN
Haccda her şeyde
bir koyun caizdir, yalnız rükün tavafını cünüp veya hayızlı olarak yapana ve
vakfeden sonra evvelce geçtiği vecihle tıraş olmadan cima edene kâfi gelmez.
Tetavvu için götürdüğü hedy hayvanı Harem'e ulaşırsa, ondan ve yalnız temettu
ile kırân hayvanlarından yemesi caizdir. Hattâ kurbanda olduğu gibi menduptur.
Başka kurbanlardan yerse, yediğinin kıymetini öder.
İZAH
«Haccda her
şeyde...» Yani hacca taallûk eden şükür, cinayet, ihsar ve nâfile gibi her kan
için bir koyun caizdir. Nehir sahibi diyor ki: «Burada deve nezredene koyun kâfi
değildir diye itiraz vârit olamaz.»
«Yalnız rükün
tavafını ilh...» istisna etmektedir ki, burada deve boğazlamak vâcip olur. Bu
iki yerin üçüncüsü yoktur. Lübab. Lübab şârihi diyor ki: «Bu iddia söz götürür.
Çünkü yukarıda geçti ki, bir kimse vakfeden sonra ölür de haccının
tamamlanmasını vasiyet ederse, ziyaret tavafı için bir deve vâcip olur ve haccı
caizdir. Keza İmam Muhammed'e göre devekuşu öldürene bir deve vâcip olur. Sonra
haccda demesi, umreden ihtiraz içindir. Umrede rüknü olan tavaftan önce cima
etmekle veya onun tavafını cünüp, hayızlı veya nifaslı olarak eda etmekle deve
vâcip olmaz.»
«Evvelce geçtiği
vecihle tıraş olmadan cima edene kâfi gelmez.»
Tıraş olduktan
sonra cima ederse, vâcip olup olmayacağı ihtilâflıdır. Bir koyun vâcip olması
tercih edilmiştir. Bunu Halebî Bahır'dan nakletmiştir. Mesele evvelce cinayetler
bahsinde geçmişti. H.
«Tetavvu için
götürdüğü hedy hayvanı Harem'e ulaşırsa...» Bunu Harem'e ulaşırsa diye
kaydetmesi, fakirlerden başkası ondan faydalanmak için hayvanın Harem'e ulaşması
şart olduğu içindir. Nitekim ileride gelecektir. Bahır'da beyan edildiğine göre,
bu kayda hacet yoktur. Çünkü o hayvan Harem'e ulaşmadan hedy değildir.
Binaenaleyh musannıfın ibaresinde dahil değildir ki, çıkarmaya hacet kalsın.
Bahır sahibi şöyle demiştir: «İkisinin arasında fark şudur: Hayvan Harem'e
ulaşırsa, orada kurbet kan akıtmakla olur. Bu da olmuştur. Şu halde yenilmesi
kurbetten sonra demektir. Hayvan Harem'e ulaşmamışsa, kurbet tasaddukla olur.
Yemek buna aykırıdır.» Nehir sahibi, bu söz götürür demiş, fakat bir şey
söylememiştir. İhtimal söyleyeceği şudur: Caiz olmaması, Harem'e ulaşmadan hedy
ismi verilemeyeceğindendir. Çünkü Teâlâ Hazretlerinin "Kâbe'ye ulaşan hedy..."
buyurması, oraya ulaşmadan o hayvana hedy denilebileceğini göstermektedir. Bir
de Harem'e ulaşmasına bağlı olan hüküm o hayvandan yemenin ve zengine yedirmenin
caiz olmasıdır. Hedy olması değildir. Onun içindir ki, zaruret olmadıkça yolda o
hayvana binemez, sütünü sağamaz. Oraya varmadan hayvan helâk olur veya
kusurlanırsa onu boğazlar. Hörgücünün yan tarafına kanını bulaştırır. Tâ ki onun
fakirler için hedy olduğu bilinsin de zenginler yemesin. Nitekim beyanı
gelecektir.
«Hattâ kurbanda
olduğu gibi menduptur.» sözüyle şarih kurbanı üçe bölerek üçte birini tasadduk
etmesi, üçte birini zenginlere yedirmesi, üçte birini de biriktirmesinin
müstehap olduğuna işaret etmiştir. Bunu Bahır'dan naklen Halebî söylemiştir.
«Başka kurbanlardan
yerse...» Yani bu üçten geri kalan kefaret, nezir, hedy, ihsar ve Harem'e
ulaşmayan tetavvu hayvanı gibilerinden yerse: keza zengine yedirirse, yenileni
öder. Bunu Bahır sahibi söylemiştir.
METİN
Müt'a ve kırân
hayvanlarını kesmek için yalnız kurban günü yani kurbanın vakti olan üç gün
taayyün eder ve ondan evvel kesmesi caiz olmaz. Ondan sonra caiz olursa da, bir
ceza kurbanı lazım gelir. Kesilen hayvanların hepsi için Mina değil Harem
taayyün eder. Bu onun fakiri için değildir. Lakin onun fakirine vermek efdaldir.
Hayvanın çulunu ve yularını tasadduk eder. Kasaba, yani kesen kimseye ücretini o
hayvandan vermez. Verirse öder. Fakat ona tasadduk ederse caiz olur. Zaruret
olmadıkça o hayvana mutlak surette binemez. Binmeye muztar kalırsa, binmekle ve
eşyasını taşıtmakla noksanlaşan kıymetini öder. Onu fakirlere tasadduk eder.
Şurunbulaliyye. Ondan zengine yedirirse kıymetini öder. Mebsut. Hayvanı sağmaz.
Mezbah yakınsa hayvanın memelerine su serper, değilse sütünü sağarak tasadduk
eder.
İZAH
«Kurbanın vakti»
demekle, günden mutlak olarak vakit kasdedildiğine işaret etmiştir. Onun için
bütün kurban günlerine şâmildir. Yahut kelime müfret muzaftır; ve yine hepsine
şâmildir. T.
«Yalnız kurban
günü...» Yani temettu ile kırândan başkası o günlerde alettayin kesilmez. Meselâ
tetavvu için gönderilen hedy hayvanı kir, Harem'e ulaştığında bir zamanla
mukayyet olmaz. Sahih olan kavil budur. Velev ki onu da kurban günü kesmek efdal
olsun. Nitekim bunu Zeylâi söylemiştir. Kudûrî buna muhaliftir. Bahır.
«Ondan sonra caiz
olur.» Yani kurban günleri geçtikten sonra caiz olursa da, İmam-ı Azam'a göre
vâcibi terk ettiği için gecikme cezası hayvan kesmek lâzım gelir. İmameyn'e göre
ise, geciktirmemek sünnettir. Hattâ tıraş olarak ihramdan çıktıktan sonra kesse
bir şey lâzım gelmez.
«Kesilen
hayvanların hepsi için Mina değil Harem taayyün eder. »
cümlesi, hedyin
mekânla mukayyet olduğunu beyandır. İster şükür, ister cinayet kurbanı olsun
fark etmez. Çünkü daha önce geçmiştir ki, hedy Harem-i Şerif'e hediye edilen
hayvanın ismidir. Onda nezredilen hedy dahildir. Nezredilen deve bunun
hilâfınadır. İmam-ı Azam'la İmam Muhammed'e göre; o Harem'Ie mukayyet değildir.
Ebû Yusuf ise onu nezredilen hedye kıyas etmiştir. Aralarındaki fârk
meydandadır. Bunu Bahır sahibi Muhit'ten nakletmiştir. Hayvan kesmek icin Mina
taayyün etmezse de, orada kesmek yine de sünnettir. Çünkü Mebsut'ta
bildirildiğine göre, kurban günlerinde hedy hayvanları için sünnet olan yer
Mina'dır. Kurban günlerinden başka zamanlarda ise Mekke'de kesmek evlâdır. Lübab
şerhi.
«Verirse öder.»
Yani şart koşmadan verirse öder. Fakat şart koşarsa caiz değildir. Nitekim
Lübab'da beyan edilmiştir. Lübab şarihi diyor ki: «Bunun izahı. Tarablusî'nin
dediği gibidir. Yani kesen kimse ücretinin o hayvandan verilmesini şart koşarsa,
hayvana ortak olur. Kendisi et maksadıyla kestiği için, artık bütün hayvan
kurban olarak caiz değildir.»
Ben derim ki: Bu,
söz götürür. Çünkü kesenin ortak olması. icarenin sahih olmasına teferru eder.
Fâsit icarede gelecektir ki, bir kimse yarıya dokunmak için birine iplik verir
veya bir katır kiralar da yiyecek yükletir, ücretini yiyecekten verirse; yahut
değirmene gitmek için öküz kiralar da ücretini buğdayının unundan verirse. icare
fâsit olur. Çünkü amelinin bir cüzü ile kiralamıştır. İcare fâsit olunca, para
olarak ecr-i misil lâzım gelir. Nitekim ulema bunu da açıklamışlardır. Bu,
kasaba da para olarak ecr-i misil ödemesi lâzım geldiğini gösterir. Etten hiçbir
şeye hakkı yoktur. Ona ortak da olmamıştır. Ben Mi'râc-ı Dirâye'de şunu gördüm:
«Ücret olarak verilen et parçası, değirmencinin ölçeği yerinedir. Çünkü kendi
amelinin menfaatlarındandır. Binaenaleyh ücret olamaz.» Sonra sözüne devamla, "O
hayvanın etinden kasaba tasadduk ederse caiz olur. Fakat kestiğine karşılık bir
şey verirse onu öder." demiştir. Böylece ilk sözünün, ücreti şart koştuğu
zamana; son sözünün, şart koşmadığına ait olduğu anlaşılmıştır. Yani aralarında
fark yoktur. Allahu a'lem.
«Mutlak surette
binemez.» Yani ondan yemek caiz olsun olmasın binemez demektir. Nehir. Muhit'te
bunun haram olduğu açıklanmıştır.
«Onu fakirlere
tasadduk eder» Bunu Şurunbulâliyye sahibi Cevhere, Bercendî ve Hidâye'den,
Nesefî ile Hâkim'in Kâfî'lerinden nakletmiştir. Bir misli de Lübab'dadır. Şu
halde Bahır'da Nehir sahiplerinin, "Ulemanın zâhir olan sözlerinden
anlaşıldığına göre, hayvanın kıymeti zaruretten dolayı bindiği için azalırsa,
ödemesi icabetmez." demeleri açık olarak nakledilene muhaliftir.
«Ondan zengine
yedirirse...» Yani ödediği noksanlıktan zengine yedirirse kıymetini öder. Çünkü
zengine sadaka vermek caiz değildir. Bahır'ın ibaresi şöyledir: «Hayvana biner
veya üzerine bir şey yükletir de noksanlaşırsa, noksanın kıymetini ödemesi
icabeder ve onu fakirlere tasadduk eder. Zenginlere vermez. Çünkü zenginlerin
ondan faydalanmasının caiz olması, hayvanın Harem'e ulaşmasına bağlanmıştır.»
«Mezbah yakınsa...»
cümlesindeki 'mezbah 'tan murad, zaman ismidir. Yani kesme zamanı yakınsa
mânâsınadır. H. Bazı nüshalarda mezbah ' yerine ' zebh ' (kesmek)
kullanılmıştır. Bu daha iyidir. Çünkü kesme zamanına da, mekânına da şamildir.
Zira bazen Harem'de olur da vakti girmemiştir. Vakti kurban bayramı günüdür.
Bazen de Harem dışında olur da vakti girmiştir. Bir mimli mastar olan 'mezbah'
kelimesinden, hem zaman, hem mekân muradedilemez. Çünkü müşterek bir kelime, her
iki mânâsında kullanılamaz. Bunu Rahmetî söylemiştir.
«Tasadduk eder.»
Yani fukaraya verir. Kendisi için bırakırsa, yahut istihlâk eder veya bir
zengine verirse kıymetini öder. Yani ya mislini, ya kıymetini tasadduk eder.
Lübab şerhi.
METİN
Vâcip olan hedy
kurbanı helâk olur veya kurban olmasına mâni bir şekilde sakatlanırsa, onun
bedeli olan kıymetini verir. Sakatlanan hayvanı nasıl isterse öyle yapar.
Sakatlanan hayvan tetavvu ise, onu boğazlar ve gerdanlığını kanıyla boyar. Bunu
fakirlere hedy olduğu bilinsin de yenilmesin diye kanlı gerdanlığıyla hörgücünün
yan tarafına vurur. Zenginse, etinden yemez. Çünkü hayvan Harem'e ulaşmamıştır.
Yalnız tetavvu, temettu ve kırân için boğazlanacak deveye gerdanlık asmak
menduptur. Nezir de tetavvudandır. Çünkü ibadeti ilân etmek daha lâyık; ibadet
olmayanı gizlemek daha muvafıktır. Şahitler vakfe yapıldıktan sonra, hacıların
vakfeyi vakti geçtikten sonra yaptıklarına şahitlik etseler, bu şehadetleri
kabul edilmez. İstihsanen vakfe sahihtir. Hattâ şahitlerin haccı da sahihtir.
Çünkü bunda şiddetle güçlük vardır.
İZAH
«Kıymetini verir
ilh...» Çünkü vücup o kimsenin zimmetine taallûk etmiştir. Bu, zengin olduğuna
göredir. Fakir olursa o kusurlu hayvan kâfidir. Çünkü fakirin zimmetine vücup
taallûk etmemiştir. Vücup onun tayin ettiği hayvana taallûk eder. Sirâc. Acaba
burada muayyen bir koyun nezreder de helâl olursa, vâcip zimmette değil ayndadır
diye başka bir koyun lâzım gelir mi gelmez mi? Bahır. Zâhir olan lâzım
gelmemesidir. Nitekim Sirâc'dan naklettiğimiz ve az sonra yine ondan
nakledeceğimiz ibare bunu göstermektedir.
«Helâk olur veya
sakatlanırsa...» sözünden murad, Harem-i Şerif'e varmazdan önce yahut muayyen
zamanı gelmeden sakatlanırsa demektir. Lübab şerhi. Kurban olmasına mâni
sakatlık topallık ve körlük gibi şeylerdir. Bunu Kuhistânî'den naklen Tahtâvî
söylemiştir.
«Nasıl isterse öyle
yapar.» Yani isterse satar, isterse hîbe eder. Fetih.
«Sakatlanan hayvan
tetavvu ise onu boğazlar.» Sakatlanan diye ayrıca zikretmesi, helâk olanın
kesilmesi mümkün görülmediğindendir. Hidâye sahibi meseleyi helâk olan hayvan
hakkında farz ettiği için, Fetih sahibi, "Birinci helâktan murad, hakikatidir.
İkinciden murad, helâke yaklaşmasıdır." demiştir. Bu ibarenin bir misli de
Bahır'dadır. Bu daha iyidir. Çünkü helake yaklaşan hayvanın Harem'e ulaşması
mümkün değildir. Onu yolda boğazlar. Bu hale düşmeyen sakat hayvan bunun
hilâfınadır. Çünkü götürülmesi mümkün olunca, Harem'den başka bir yerde
boğazlanmasına sebep yoktur. Onu harem 'de keser. Binaenaleyh sakatlanan
tabirinde iham vardır.
"Boğazlar." Yani
üzerine başkası vâcip olmaz. Çünkü borç zimmetine taallûk etmiş değildi. Nasıl
ki bir kimse muayyen dirhemlere işaret ederek, "Allah için şu dirhemleri
tasadduk etmek boynuma borç olsun." dedikten sonra dirhemler telef olsa vücup
sâkıt olur. O dirhemlerden başkasını vermesi lâzım gelmez. Sirâc.
«Zenginse etinden
yemez.» Kendisi yer veya bir zengine yedirirse, yenileni öder. Lübab.
«Çünkü hayvan
Harem'e ulaşmamıştır.» Hidâye sahibi diyor ki: «Çünkü yeme izni, hayvanın yerine
ulaşması şartına bağlıdır. Binaenaleyh ondan önce asla helâl olmamak gerekir. Şu
kadar var ki, yırtıcı hayvanlara yem olarak bırakmaktansa, Fakirlere tasadduk
etmek daha faziletlidir. Hem bunda bir nevi tekarrup (Allah'a yaklaşma) vardır.
Maksat tekarruptur.»
"Deveye" diye
kayıtlaması, koyuna gerdanlık asmak sünnet olmadığındandır. Hem âdeten koyuna
gerdanlık asılmaz. Bahır.
«Nezir de
tetavvudandır.» Çünkü kulun vâcip kılmasıyla vâcip olmuştur. Yanı iptidaen
Allah'ın vâcip kılmasıyla vâcip olmuş değildir. Bahır. Burada musannıfın
"yalnız" ifadesini kullanması, cinayet ve ihsar kurbanlarında gerdanlık
olmadığını anlatmak içindir. Çünkü bunlar tamamlamak içindir. O halde kendi
cinslerine katılırlar. Nitekim Hidâye'de beyan edilmiştir. Ama gerdanlık takarsa
zararı da yoktur. Bunu Mebsut'tan naklen Bahır sahibi söylemiştir.
FER'Î BİR MESELE:
Gerdanlık takılan her hayvan Arafat' çıkarılır. Takılmayan, çıkarılmayarak
Harem'de kesilir. Gerdanlık takılan hayvanın tanıtılması yapılmasa zarar etmez.
Sirâc.
«Şahitler ilh...»
meselesi, Lübab'da şöyle beyan edilmiştir: «Zilhicce hilâli görülemez de hacılar
zilkâdeyi otuz gün olarak tamamladıktan sonra vakfe yaparlarsa, sonradan
şahitlik yoluyla o günün bayram günü olduğu anlaşıldığı takdirde, hacıların
vakfesi sahihtir; haccları tamamdır. Bu şahitlik kabul edilmez. »
«Hattâ şahitlerin
haccı da sahihtir.» Velev ki onlarca o gün kurban beyandır. Yani bunda umumî
belva vardır. Ondan korunmak mümkün demez. İmamla birlikte tekrar vakfe
yapmaları gerekir. Tekrarlamazlarsa, haccı kaçırmış sayılırlar. Umre ile
ihramdan çıkarak gelecek seneye o haccı kaza etmeleri lâzımdır. Nitekim Lübab ve
diğer kitaplarda beyan edilmiştir.
«Çünkü bunda şiddet
ve güçlük vardır.» cümlesi, İstihsanın vechini beyandır. Yani bunda umumi belva
vardır. Ondan korunmak mümkün değildir. Düzeltilmesi de kabil değildir.
Tekrarını emir ise açık acık güçlüktür. Binaenaleyh şüphe hâsıl olduğu vakit
bununla iktifa etmek vâciptir. Terviye günü vakfe yaparlarsa iş değişir. Çünkü
bunun tedariki kısmen mümkündür. Şüphe arefe günü ortadan kalkabilir. Hidâye.
METİN
Vakfeyi vaktinden
evvel yaptıklarına şahitlik ederlerse, geceleyin çoğunluklarıyla birlikte
tedariki mümkün olduğu takdirde kabul edilir. Aksi takdirde kabul edilmez. Bir
kimse ikinci veya üçüncü yahut dördüncü gün orta ve üçüncü cemrede taşlarını
atar da birinci cemrede atmazsa, kaza ederken hepsini tertip üzere atması iyi
olur. Yalnız birinciyi kaza etmesi decaizdir. Çünkü tertip sünnettir.
İZAH
«Vakfeyi vaktinden
evvel yaptıklarına şahitlik ederlerse...» şahitlikleri kabul edilir. Fakat
musannıfın, "tedariki mümkün olduğu takdirde" demesi söz götürür. Çünkü terviye
günü vakfe yaptıklarına şahitlik edince, şüphesiz arefe günü vakfe yaparak bunun
tedariki mümkündür. Nitekim İbn-i Kemâl de böyle demiş ve Hidâye sahibinin
"Kısmen ilh..." sözüne itirazla. "Buna hacet yoktur." demiştir.
Ben derim ki: Lâkin
onun itirazı sakıttır. Çünkü Hidâye'nin, "Arefe günü şüphe ortadan kalkmak
suretiyle" ifadesi, ' kısmen ' sözünün izahıdır ve mânâsı şudur: Şahitler arefe
günü şahitlik yaparak şüphe ortadan kalkınca vakfenin tedariki mümkündür. Bayram
günü şahitlik etmeleri bunun hilâfınadır. Çünkü artık tedariki mümkün değildir.
Burada kısmen, yani bazı suretlerde tedarik mümkün olunca, şahadet kabul edilir.
Günü geçtikten sonra vakfe yaptılar diye şehadette bulunmaları bunun
hilâfınadır. Çünkü tedariki aslâ mümkün değildir. Onun için de kabul edilmez.
İki mesele arasında zikredilen bu fark gereğince, şahitler vaktinden önce vakfe
yapıldığına şehadet ederlerse kabul edilir. Velev ki tedariki mümkün olmasın.
Çünkü bazı suretlerinde tedarik mümkün olunca, şahitliğin kabulüne mahal vardır
ve mutlak olarak kabul edilir. Vakti geçtikten sonra vakfe yapıldığına şahitlik
bunun hilafınadır. Zira burada aslâ tedarik mümkün olmadığından kabulüne mahal
yoktur. Sonra Kâdıhân'ın Câmi şerhinde bunun açıklandığını gördüm. Birinci
meselede kıyası anlatırken şöyle demiş: «Onun içindir ki terviye günü vakfe
yaptıkları anlaşılırsa, bu kendilerine kâfi değildir. Velev ki bunu ancak bayram
günü anlamış olsunlar.» Bunun hâsılı şudur: Orada kıyas, şahitliğin kabul
edilmesi ve haccın sahih olmamasıdır. Velev ki tedariki mümkün olmasın. Nitekim
bu meselede de terviye günü vakfe yaptıklarını ancak bayram günü anlarlarsa
hüküm budur. Bu bizim söylediğimiz mânâda açıktır. Hamd Allah'a mahsustur.
Bunu anladıktan
sonra musannıfın, "Tedariki mümkün olursa kabul edilir." sözünün doğru olmadığı
meydana çıkar. Bilâkis bu meselede şahitlik mutlak surette makbuldür. Evet ulema
bu kaydı üçüncü bir meselede zikretmişlerdir. Bahır sahibi diyor ki: «Burada
üçüncü bir mesele kalıyor. O da şudur: Şahitler terviye günü hacılar Mina'da
iken bugün arefedir diye şahitlik ederlerse, bakılır; eğer imamın hacılarla veya
ekserisiyle birlikte gündüzün vakfe yapması mümkünse, hem kıyasen hem istihsanen
şahitlikleri kabul edilir. Çünkü vakfe yapmaya imkan vardır. Akşam üzeri vakfe
yapmazlarsa, haccı kaçırmış sayılırlar. İmamın hacılarla geceleyin vakfe yapması
mümkünse, istihsanen hüküm yine budur. Eğer hacıların ekserisiyle geceleyin
vakfe yapması mümkün değilse, şahitlikleri kabul edilmez. İstihsanen cemaata
ertesi gün vakfe yapmalarını emreder. Bu hususta şahitler başkaları gibidir.
Nitekimarzetmiştik. Zahîriyye'de, "imamın bu bâbta bir veya iki kişinin ve
benzerlerinin şehadetini kabul etmesi gerekmez." denilmektedir. "Acaba
musannıfın sözünü tashih için bu meseleyi yorumlamak mümkün değil midir?"
dersen, ben de derim ki: Tekellüfle (zorlanarak) mümkündür. O da "vaktinden
evvel" sözünü "şehadet ederlerse" cümlesine zarf yapmakla ve şehadet edilen şeyi
hazfetmekle olur. Bu takdirde mânâ.
"Hacılar vakfe
yapmazdan önce şahitler bugün arefe günüdür diye şahitlik ederlerse, tedariki
mümkün olduğu takdirde kabul edilir ilh..." şekline girer. Şarih yalnız
geceleyin tedarik imkânını söylemekle yetinmiştir. Çünkü gündüzün mümkün olduğu
takdirde şehadetin kabul edileceği evleviyetle anlaşılır. Bu biricik izahı anla
ve ganimet bil!
T E T İ M M E:
Lübab sahibi diyor ki: «İhtilâf-ı metalia itibar yoktur. (Yani hilâlin muhtelif
yerlerde başka başka zamanlarda doğmasına bakılmaz.) Binaenaleyh batılıların
görmesiyle doğululara da hilâlin sübûtu lâzım gelir. Zâhir rivayete göre bir
şehirde hilal sabit olunca, sair insanlara da lâzım gelir. Bazıları, "Aralarında
mesafe çoksa her beldede kendi hilâlinin doğması muteberdir." demişlerdir. Bu
çokluk, bir ayla takdir edilmiştir.
Biz bu husustaki
sözün tamamını oruç bahsinde arzetmiştik. Yine orada bildirmiştik ki, ulemanın
buradaki sözlerinin zâhiri, ihtilâf-ı metalia İtibar edileceğini gösterir.
«Üçüncü yahut
döndürücü gün» ifadesi, ikinci gün tabirinin tekerrüre misal olduğuna işarettir.
Bu birinci günden ihtiraz içindir. Çünkü ilk gün Cemre-i Akabe'den başka şeytan
taşlamak yoktur.
«Hepsini tertip
üzere atması iyi olur.» Sonra bunları vaktinde atarsa, bir şey lazım gelmez.
İkinci güne geciktirirse, bir cemreyi geciktirdiği için yedi sadaka vermesi
icabeder. Çünkü o günün en az taşı yedidir. Hepsini geciktirirse, yahut bir
günün ekserisini teşkil eden onbir taşı geciktirirse, İmam-ı Âzam'a göre bir
kurban kesmesi gerekir. İmameyn'e göre bu gecikmeden dolayı bir şey lâzım
gelmez. Rahmetî. Şeytan taşlama bahsinde arzetmiştik ki, dördüncü günden maada
her gün veya onu takip eden her gece taş atmak eda sayılır. Ertesi güne kalırsa.
kaza sayılır. Cezası da vardır. Dördüncü günün kavuşmasıyla eda ve kaza vakti
geçer. Artık o kimseye ceza lazım gelir.
«Çünkü tertip
sünnettir.» Muhtar olan Kavil budur. İmam Muhammed'den bir rivayete göre
vâciptir. Nitekim şeytan taşlama bahsinde arzetmiştik.
METİN
Mükellef bir kimse
yürüyerek hacca gitmeyi nezrederse, esah kavle göre evinden yürüyerek gitmesi
vâciptir ve farz tavafı yapıncaya kadar yürür. Çünkü rükünler bununla biter.
Bütün yolculukta veya ekserisinde vasıtaya binerse, kurban kesmesi lazım gelir.
Yolun az bir kısmında binerse, hesabına göre sadaka verir. Ama Mescid-i Haram'a
veya Medinemescidine yahut başkalarına yürümeyi nezrederse, bir şey lazım
gelmez. İhramlı bir cariye satın alırsa, velev izinle ihrama girmiş olsun onu
ihramdan çıkarabilir. Bunda bir kerahet de yoktur. Çünkü vad'inden dönmüş
değildir. İhramdan çıkarması, cariyenin saçını kısaltmak veya tırnağını kesmek
yahut koku sürmekle olur. Sonra onunla cima eder. Bu şekil, cima İle ihramdan
çıkarmaktan daha iyidir. Keza İhramlı hür bir kadın nikâh ederse, ihramı
nâfileye olduğu takdirde hüküm yine budur. Kadının mahremi varsa, farz için
ihramlanması bunun hilâfınadır. Mahremi yoksa o kadın muhsaradır; hedy kurbanı
kesinceye kadar ihramdan çıkamaz. Bir kimse karısına nâfile ihram için izin
verirse, artık ondan dönemez. Çünkü kadın menfaatlerine maliktir.
İZAH
"Vaciplik" sözü,
"evinden yürüyerek gitmesi" cümlesine râcîdir. Esah kaye sözü ise, her ikisinde
vâcip olduğuna râcidir. Birincinin mukabil aslı yani İmam Muhamed'in Mebsut'unun
rivayetidir. Ona göre inmek, binmek ikisi arasında muhayyerdir. İmam-ı Âzam'dan
rivayet edilen "Binek efdaldir." kavline de mukabildir. İkincinin
mukabili,"Vücubun yeri, yürümeye mikattan başlamaktır." kavli ile. "ihrama
girdiği yerden vacip olur." sözüdür. Çünkü haccın başı ihram, sonu tavaf-ı
ziyarettir. Binaenaleyh iltizam ettiği kadarı kendisine lazım gelir. itimat
edilen kavil, sahihlenen birinci kavildir. Zira Ebû Hanife'den rivayet
olunduğuna göre, Bağdatlı biri, "Filân kişiyle konuşursam yürüyerek haccetmek
boynuma borç olsun." der de o kimseye Kûfe'de rastlayıp konuşursa, Bağdat'tan
yürüyerek haccetmesi lâzım gelir. Tamamı Fetih ile Bahır dadır.
T E M B İ H:
Ulemanın buradaki açık sözleri, yürüyerek haccın binek haccdan efdal olduğunu
göstermektedir. Şarihin hacc bahsinin başında söyledikleri bunun hilâfınadır.
Biz de ona söyleyeceklerimizi orada söylemiştik.
«Ve farz tavafı
yapıncaya kadar yürür.» Umreyi nezretmişse bu, tıraş olmakla sona erer. Lübab.
Lübab şarihi diyor ki: « Bunun haccda kıyası, ihramından çıkmak için tavaftan
önce veya sonra tıraş olmasıyla kayıtlamaktır.»
Ben derim ki: Lâkin
haccda mücerret tavaf, kadınlardan başka her şeyi helâl kılar.
«Yolun az bir
kısmında binerse...» bindiği miktar için orta bir koyunun kıymeti üzerinden
sadaka vermesi lâzım gelir. Bahır.
«Bir şey lâzım
gelmez.» Çünkü orada, bir ibadeti üzerine almak âdet olmamıştır. Bir de Medine
mescidine ihramsız girmek caizdir. Binaenaleyh ona yürümeyi nezretmekle ihramı
nezretmiş sayılmaz. Nitekim Fetih ve diğer kitaplarda böyle denilmiştir.
«İhramlı bir cariye
satın alırsa.» Keza ihramlı bir köle satın alırsa, onu da ihramdan çıkarabilir.
Bahır.
«Velev izinle...»
Yani satanın izniyle ihrama girmiş olsun. Onu ihram dan çıkarabilir.
«Çünkü va'dinden
dönmüş değildir.» Yani müşteri va'dinden dönmüş değildir. Çünkü ona bir va'dde
bulunmamıştır. Satıcının izin vermesi bunun hilâfınadır. Çünkü ona bu cariyeyi
ihramdan çıkarmak mekruh idi. Nitekim Bahır'da böyle denilmiştir.
«Saçını kısaltmakla
olur ilh...» ifadesi gösteriyor ki, ihramdan çıkarmak, "seni ihramdan çıkardım"
demekle sabit olmaz. Bilâkis ya kendi fiili veya kendi emriyle cariyenin
taranması gibi bir fiiliyle olur. Bahır.
Ben derim ki: Bu
şunu da ifade eder ki; cariyeyi ihramdan çıkarmak hacc fiillerine bağlı
değildir. O mücerret yasak bir fiili yapmakla ihramdan çıkar. Bunu ulemanın
açıkça söyledikleri şu sözle itiraz edilemez:
«Haccı fâsit olan
kimse, İhramdan ancak fiillerle çıkar. O kimseye bunlarla ihramdan çıkmak lâzım
gelir.» Nasıl ki Şurunbulâlî cinayetler bahsinde bunu tevehhüm etmiştir. Çünkü
terk etmeye memur olanla, kendisine yasak edilen arasında açık fark vardır.
Görmüyor musun iki hacc için ihrama giren kimseye bunlardan birini terk etmesi
ve tıraş olarak ihramdan çıkması lâzım gelir. Fiilleri lâzım değildir. Düşman
veya hastalık sebebiyle ihsarda kalan da öyledir. Hedy kurbanı keserek ihramdan
çıkar. Burada da öyledir. Çünkü cariye sahibinin hakkından dolayı hacca devam
etmekten menedilmiştir. Zevce de öyledir.
Haccı fâsit olana
gelince: Cinayetler bahsinde tembih ettiğimiz gibi; o kimse fâsit haccına devam
etmeye memurdur. Musannıfın bu sözü şunu da ifade eder ki; her ikisinin ihramdan
çıkmaları hedy kurbanına bağlı değildir. Velev ki üzerlerine vâcip olsun.
Nitekim Lübab'da açıklanmıştır. Bunlara düşen, şayet ihramları hacc için ise,
bir hedy göndererek gelecek yıl hacc ve umre yapmaktır. İhramları umre içinse,
sadece bir umre yapmaktır. Köleyle cariye bunu âzâd olunduktan sonra yaparlar.
Nitekim ihsar bâbının başında arzetmiştik.
«Bu şekil daha
iyidir.» Çünkü cima ihram yasaklarının en büyüğüdür. Hattâ buna fesat taallûk
eder. Bahır. Bahır sahibi bundan sonra şunu zikretmiştir: «Cariye ile cima
etmek, onun ihramlı olduğunu bilirse kendisini ihramdan çıkarmaktır. Bilmezse
ihramdan çıkarmak değildir ve haccı fâsit olur.»
"Keza..." Yani
kadını ihramdan çıkarabilir ve ihramdan çıkarması hedy kurbanını kesinceye kadar
gecikmez. Bahır.
«Kadının mahremi
varsa, farz için ihramlanması bunun hilâfınadır.» Çünkü bu takdirde kadında
bütün vücup şartları mevcut demektir. Artık kocası ona mâni olamaz. H.
«Muhsaradır.» Çünkü
mahremi yoktur. Kocası onu menedebilir. Zira kendisinin karısıyla beraber
gitmesi vâcip değildir. Kadın şer'an muhsaradır.
«Hedy kurbanı
kesinceye kadar ihramdan çıkamaz.» Yani nâfile haccda olduğu gibi, kocasıonu
derhal ihramdan çıkaramaz. İhramdan çıkarması hedy kurbanını kesinceye kadar
gecikir. Bu, iki kavilden biridir. Bunu Mensik-i Kebir sahibi, Kerhî ile
Mebsut'a nisbet etmiştir. Kocasının hedy kurbanı kesmeden ihramdan
çıkabileceğini de Asıl adlı kitaba nisbet etmiştir. Nitekim Lübab şerhinde
belirtilmiştir. Şu halde Asıl'ın rivayetine göre, nâfile ile farz arasında fark
yok demektir.