03 Ekim 2012

REDDU'L-MUHTAR...NİKÂH BAHSİ

NİKÂH BAHSİ

METİN
Bizim için hiçbir ibadet yoktur ki, Hz. Adem devrinden bu güne kadar meşru olsun da, Cennet'te de devam etsin. Bundan yalnız nikâhla îmanı müstesnadır. Nikâh, fukahaya göre kasten milk-i müt'a ifade eden bir akittir. Yanı erkeğin, şer'an nikâhına mâni bulunmayan bir kadından istifade etmesini helâl kılan bir akittir.
İZAH
Musannıfın nikâhı dört ibadetten sonra zikretmesi, bu ibadetlere nisbetle nikâh, mürekkebe nisbetle basit gibi olduğundandır. Çünkü nikâh bir vecihle ibadet, bir vecihle muameledir. Nikâhla cihadın her ikisi, Müslümanın ve İslâm'ın vücut bulmasına sebep olmakta müşterek iseler de musannıf nikâhı evvel zikretmiştir. Çünkü Müslüman fertlerinin nikâhla çoğalması, harple çoğalmasından kat kat fazladır. Zira, cihadda gâlip olan hal, ölüm ve zimmet hâsıl olmaktır. Şu da var ki cihadın. Müslümanın vücut bulmasına sebep oluşunda sıfatın yenilenmesi; zâtın yenilenmesi mesabesinde olmasına bakarak müsamaha vardır; köle âzâdı, vakıf ve kurban dahi öyledir. Velev ki bunlar da ibadet olsunlar. Çünkü nikâh dört ibadete pek yakındır. Hattâ ulema, "Nikâhla meşgul olmak nâfile ibadetlere kendini vermekten efdaldir." demişlerdir. Yani nikâhla ve nikâhın şâmil olduğu nefsi haramdan korumak ve çocuk terbiyesiyle meşgul olmak gibi işleri görmekle meşgul olmak, nâfile ibadetten hayırlıdır demek istiyor.
«Bizim için hiçbir ibadet yoktur ki...» ifadesi Eşbâh'ta da böyledir Fakat söz götürür. Evvelâ nikâhın dünyada ibadet olması; Müslümanların çoğalmasına sebep teşkil ettiği içindir. Bir de onda, söylediğimiz nefsi haramdan korumak ve benzeri şeyler bulunduğu içindir. Bu Cennet'te yoktur; hattâ rivayete göre Cennetliklerin, Cennet'te çocuğu bile olmayacaktır. Lâkin başka bir hadiste vârit olmuştur ki; "Mü'min Cennet'te çocuk istedi mi, ana rahminde kalması, doğması ve büyümesi, dilediği gibide bir saatte olacaktır." Bu daha iyidir. Çünkü Tırmîzî, "Bu hadis hasen gariptir." demiştir. İkincisi, Cennet'te zikir ve şükür dünyadakinden daha çoktur; çünkü orada kulun hali, gece gündüz tesbih ederek bıkmayan meleklerin hali gibi olacaktır. Yalnız bu ibadet teklifle değil tabiat muktezasınca olacaktır. Çünkü krallara hizmet lezzet ve şereftir. Bu, Allah'a yakınlıkla artacaktır. Tamamı Hamevî'nin Eşbâh üzerine yazdığı hâşiydedir.
«Bir akittir.» Yani konuşanlardan birinin icabı ile diğerinin kabulü mecmuundan ibaret bir akittir. Yahut bir kişinin icap ve kabul yerini tutan sözüdür. Yani her iki tarafın sözlerini üzerine alan kimsenin sözüdür. Bahır. Bu hususta ileride söz gelecektir.
«Erkeğin istifadesini helâl kılan bir akittir.» Yani nikâh bir akit olup, şeriatın tahsisi itibarıyla hükmünü ifade eder. Bedâyi'de şöyle denilmiştir: «Nikâhın hükümlerinden biri milk-imüt'adır. Bundan murad, kocanın karısının cimaından vesair uzuvlarndan hassaten istifade etmesidir. Yahut istifade hakkında zâtına veya nefsine mâlik olmaktır. Bu hususta ulemamız ittîfak etmişlerdir.» Bahır. Debbûsî birinci mânâyı Şâfiî'ye nisbet etmiştir. Lâkin musannıfın sözü Kenz sahibi gibi onu tercih ettiği hususunda açıktır. Şu da var ki zâhire göre, Nehir sahibinin dediği gibi bu hilâf sözden ibarettir. Çünkü Debbûsî, "Bu milk hakiki değil, cimaın helâl olması hakkında hükmîdir. Karı-koca hakkıyla bağdaşmayan sair hükümlerde geçerli değildir." demiştir. Debbûsî'nin ulemamıza nisbet ettiği, "Bu akitten murad, zâta mâlik olmaktır." sözü hakikaten zâta mâlik olmak değil, zâttan istifade milkidir. Yani, zevcin hassaten istifade hakkıdır. Nitekim Bedâyi'de böyle denilmiştir. Bil ki müt'a sözünden murad budur. Bu suretle anlaşılır ki, milki burada, Bedâyi sahibinin yaptığı gibi ihtisas diye tefsir etmek, Bahır sahibine uyarak helâl olmak diye tefsir etmekten daha iyidir. Çünkü ihtisas milk mânâsına daha yakındır. Milk ihtisasın bir nevidir. Helâl olmak öyle değildir. Çünkü o milk-i müt'anın lâzımıdır. Milki müt'a da, kadının şer'an kocasına mahsus oluşunun lâzımıdır. Şu da var ki, her şeyin milki kendine göredir. Kocanın akitle müt'aya mâlik olması şer'î bir milktir ve hizmet için çırak tutan kimsenin onun menfaatine mâlik olması gibidir.
Bahır sahibînin, "Milkten murad, helâl olmaktır. Şer'î milk değildir. Çünkü nikâhlı bir kadın şüphe ile cima edilirse mehrî kendinindir. Eğer hakikaten cimaından istifadeye mâlik olsaydı bedeli kocasının olurdu." şeklindeki ifadesiyle itiraz edilemez. Çünkü cimaından hakikaten istifadeye mâlik olması, bedele mâlik olmasını istilzam etmez. Ona lâzım gelen cima hakkının kendisine mâlik olmaktır. Nitekim cariyesi cima edilirse hüküm budur. Alınan ukr (cima parası) onundur. Çünkü bizzat cima menfaatine mâliktir. Koca bunun hilâfınadır.
T E M B İ H : Şarih ile Bedâyi'nin sözleri, istifade hususunda, hakkın kadına değil erkeğe ait olduğuna işaret etmektedir. Nitekim bunu Ebussuud Efendi Miskin hâşiyelerinde zikretmiş; «Kenz şarihi Ebyârî'nin Câmi-i Sağîr şerhinde Peygamber (s.a.v.)'in, "Avretini koru! Bundan yalnız karın yahut mâlik olduğun cariyen müstesnadır." hadis-i şerifini izah ederken söyledikleri buna teferru eder ki, koca karısının fercine ve dübürünün halkasına bakabilir. Kadın bunun hilâfınadır. Kocası bakmaktan men ederse, o kocasınınkine bakamaz.» demiştir. Bu ifadeyi Tahtâvî nakil ve ikrar etmiştir. Zâhire bakılırsa murad, karısı kocasını buna mecbur edemez demektir. Yoksa kocası bundan men ettiği vakit kadına helâl olmaz mânâsına değildir. Çünkü nikâhın hükümlerinden biri, her iki tarafın birbirlerinden istifade etmesinin helâl olmasıdır. Evet kadın şer'î bir mânii bulunmaksızın cimadan imtina ederse kocası onu cimaya zorlayabilir. Ama bir defa cimadan sonra kadının kocasını mecbur etmeye hakkı yoktur. Velev ki bazen diyaneten vâcip olsun. Nitekim gelecektir.
"Bir kadın"dan murad, kadınlığı muhakkak olan kimsedir. Bunu karine, aynı sözle 'hünsa'dan ihtiraz etmesidir. Bu, akde mahâl olmasını beyandır. Bahır sahibi bunu Fetih'ten naklettikten sonra; "Nikâha mahâl oluşu kadın olmasıdır. Daha doğrusu mahâl oluşu, Benât-ı Âdem'den muhakkak surette kadın olmak, haram kılınanlardan olmamaktır." demiştir. İnâye'de de; "Nikâhın mahalli, nikâhına şer'an bir mâni bulunmayan kadındır. Böylece erkeğin erkeğe ve hünsaya nikâhı mutlak surette hariç kaldığı gibi; cinnînin insana nikahı ve mahremler gibi ebediyyen nîkâhı haram olan kadınlar hariç kalırlar. Anlaşılıyor ki şarihin, "şer'an nikâhına mâni bulunmayan" sözünden muradı akittir, cima deâildir. Çünkü maksat akdin mahallini beyan etmektir. Onun için şer'î mâni sözüyle mahremlerden ihtiraz etmiştir. Demek ki ondan murad, nesep yahut süt ve dâmatlık gibi bir sebeple mahrem olmaktır. Hayız, nifas, ihram ve kefaret vermezden önce zıhar gibi şeylerse, akde mahâl olmasına değil, cimaın helal olmasına mânidir.
METİN
Binaenaleyh erkek, hünsa-i müşkil ve putperest kadın tariften hariç kalmıştır. Çünkü hünsa-i müşkilin erkek olması ihtimali vardır. Mahrem kadınlar, cinnî kadını ve su insanı dahi tariften hariçtirler: Çünkü bunlarda cins değişikliği vardır. Hasan, şahitler huzurunda cinni kadının nikâhına cevaz vermiştir. Kınye. Kasten kaydıyla zımnen helâllık ifade eden cima için cariye satın almak gibi şeyler hariç kalmıştır.
Su insanı hakkında İmam Kazfini'nin Acayibü'l-Mahlûkat ve Garaibü'l-Mevcudat adlı kitabında şöyle denilmektedir: «insana benzer, ancak kuyruğu vardır. Zamanımızda bundan birini bir kimse Bağdat'a getirmişti. Onu insanlara gösterdi. Söylendiğine göre Şam denizinde bazı vakitlerde bu mahlûk sudan insan şeklinde karaya çıkarmış. Beyaz sakalı varmış. Halk ona Şeyhü'l-Bahr derlermiş. Birkaç gün karada kalır, sonra yine denize inermiş. İnsanlar onu gördüklerinde hayra yorup birbirlerini ucuzlukla müjdelerlermiş.
- Bütün hayvanların kuyrukları alt kısımlarındadır. Bu insanlara ne olmuş ki kuyrukları hep yüzlerindedir.
Bize kalırsa, bu anlatılan mahlûk hakikatten ziyade hayal mahsulüne benzemektedir.
İZAH
«Erkek ve hünsa-i müşkil hariç kalmışlardır.» Yani, bunlara nikâh akdi yapılsa, erkeğin onlardan istifade milkiyetini ifade etmez. Çünkü nikâha mahâl değillerdir. Hünsayı hünsaya veya hünsayı kadına nikâhlamak da böyledir. Bahır'da Zeylâî'den naklen şöyle deniliyor: «Hünsayı, babası veya sahibi bir kadına yahut erkeğe nikâh etse; erkek midir kadın mıdır hali anlaşılıncaya kadar akdin sahih olduğuna hükmedilemez. Evlendirdiği kimsenin hilâfı olduğu anlaşılınca akit sahih olur. Aksi takdirde akit bâtıldır. Çünkü mahalline yapılmamıştır. Keza hünsa ile hünsa evlendirilirse, birinin erkek birinin kadın olduğu anlaşılıncaya kadarnikâhın sahih olduğuna hükmedilemez.» Şarih, "mutlak surette hünsa-i müşkil" deseydi, üç surete de şâmil olurdu. Lâkin o bazı hükümlerini ifade etmekle yetindi. Ama burada icmal (kısadan kesmek) yoktur.
"Putperest" ifadesi bazı nüshalarda yoktur. Bazılarında hünsadan evvel zikredilmiştir. Hünsadan sonra zikredilmesi daha iyidir. Çünkü o mâni-i şer'î kaydıyla tariften çıkmaktadır. Şarihin bu tabiri kullanması, musannıf nikâhı haram olan kadınlar faslında onu kullandığı içindir. En iyisi, şarihin orada dediği gibi, müşrik kadın tabirini kullanmaktır.
«Mahrem kadınlar ve keza cinnî kadınla su insanı» dahi manı-i şer'i kaydıyla tariften çıkmaktadır. Buna karîne, "Çünkü bunlarda cins değişikliği vardır." sözüdür. Zira Teâlâ Hazretleri, "Allah size kendinizden eşler yarattı." buyurarak; "Sizin için helâl olan kadınlardan nikâh edin." âyet-i
Hikâye olunur ki krallardan birine su insanı getirmişler. Kral onun halini anlamak istemiş ve onu bir kadınla evlendirmiş. Kadın bir çocuk doğurmuş. Çocuk anne ve babasının sözlerini anlamış. Ona, 'Baban ne?' diyor diye sormuşlar. Şu cevabı vermiş: kerîmesinden muradın ne olduğunu açıklamıştır. Murad kadındır. Kadından başkasının helâl olması delilsiz sabit olamaz. Bir de cinler muhtelif şekillere girerler. Bazen erkeği kadın kıyafetine girer. Gerçi, "Cinnî kadınıyla evlenmek caiz midir diye sorana, cehlinden ve hamakatından dolayı tokat vurulur. Çünkü böyle bir şey tasavvur edilemez." denilmişse de bu gerçekten uzaktır. Çünkü tasavvur mümkündür. Cinlerin muhtelif şekillere girdikleri, hadislerle, eserlerle ve birçok hikâyelerle sabittir. Onun için bazı yılanların öldürülmesi yasak edilmiştir. Nitekim namazın mekruhları bahsinde geçmişti. Şu da var ki, tasavvur edememek, soranın hamakatine delâlet etmez. Nitekim bunu Eşbâh sahibi söylemiş ve şöyle demiştir: «Görmüyor musun Ebu'l-Leys Fetevâ'sında şöyle demiştir: Kâfirler peygamberlerden birini kendilerine siper etseler onlara silâh atılır mı? Sonra bunu o peygambere sormalı. Ama bizim Peygamberimiz (s.a.v.)'den sonra bu tasavvur edilemez. Lâkin tasavvur edilmiş olsa diye takdir ederek cevap vermiştir. Bu da öyledir.» Bunun tamamı bizim "Selil-Hüsâm el-Hindiy..." adlı risalemizdedir.
T E M B İ H : Eşbâh'ta Sirâciyye'den naklen, "Ademoğullarıyla cinler ve su insanları arasında nikâhlaşma caiz değildir. Çünkü cins değişikliği vardır." denilmektedir. Nikâhlaşma tabirinin mânâsı, erkek cinninin de insanın kadınıyla evlenmesi caiz olmadığını gösterir. Ta'lîlden anlaşılan da budur.
«Hasan cevaz vermiştir.» Bundan murad, Hasan-ı Basrî (r.a.)'dir. Nitekim Bahır'da beyan edilmiştir. Şarih böyle kayıtlasa daha iyi olurdu. İmam-ı Azam'ın talebesinden Hasan b. Ziyâd çıkarılmış olurdu. Çünkü buradaki mutlak ifadeden, bunun mezhebimizin bir rivayeti olduğuzannına düşülüyor. Halbuki değildir. T. Lâkin şarih bundan sonra Mültekâ şerhinden naklen. "Esah kavle göre insanın cinnî kadınla ve cinninin insan kadınla evlenmesi sahih değildir. Çünkü cins değişiktir. Binaenaleyh sair hayvanlar gibidirler." demiştir. Esah kavlin mukabili olmak üzere buradaki ifade, adı geçen Hasan b. Ziyâd'ın kavli olabilir.
«Cima için cariye satın almak gibi...» Çünkü bundan maksat, cariyenin kendisine mâlık olmaktır. Cima istifadesi zımnen helâl olur. Onun içindir ki, neseben veya süt kardeşliği yahut ortaklık gibi bir sebeple haram olan cariyeyi satın alırsa hüküm değişir. H. Cima için diye ayrıca zikretmesi, bu maksatla satın almadığı vakit cima istifadesinin evleviyetle zımnen helâl, olacağını anlatmak içindir.
METİN
Usulcülerle lügat ulemasına göre nikâh sözü; cimada hakikat, akitte mecazdır. Kitap veya sünnette karinelerden mücerret zikredilirse, on-;dan cima kasdolunur. Nitekim, "Babalarınızın nikâh ettiği kadınları nikâh etmeyin!" âyet-i kerîmesinde nikâh bu mânâyadır. Binaenaleyh babanın zina ettiği kadın oğluna haram olur. "Başka kocaya nikâh oluncaya kadar" âyet-i kerîmesi bunun hilâfınadır. Çünkü buradaki nikâh kadına isnadedilmiştir. Kadından mütesavver olan akittir. Cima tasavvur edilemez. Meğer ki mecaz kast edilsin.
İZAH
«Usulcülerle lügat ulemasına göre ilh...» Hâsılı şudur: Musannıfın yukarıda söylediği nikâhın fukaha örfüne göre mânâsıdır. Buradaki söylediği, ise şer'an ve lügaten mânâsıdır. Çünkü usûl-i fıkıh uleması, delillerin şer'î mânâlarından bahsederler. Binaenaleyh musannıfın iki sözü arasında çelişki yoktur. 'Bahır sahibi diyor ki: "Bu mânâda lügat ve şeriat birleşmiştir." Bunu Tahtâvî söylemiştir.
«Akitte mecazdır.» Bunun aksini söyleyen de vardır. (Yani akitte hakikat, cimada mecazdır demiştir.) Bunu usulcüler îmam Şâfiî (r.a.)'ye nisbet etmişlerdir. Bazıları, nikâh akitle cima arasında lafzan müşterektir demiş; birtakımları da akde ve cimaa sâdık olan biraraya getirme mânâsına geldiğini söylemişlerdir. Bu takdirde manevi müşterek olur. Bunu bizim ulemamız dahi söylemişlerdir. Bahır. H. Sahih olan, nikâhın cimada hakikat olmasıdır. Nitekim Tahrir şerhinde böyle denilmiştir.
«Karinelerden mücerret...» Yani harici bir müreccih olmaksızın hem hakiki hem mecâzî mânâya ihtimalli olarak zikredilirse, ondan cima kasdedilir. Zira mecaz hakikatın halefidir (ondan sonra gelir). Haddi zatında hakikat mânâ tercih edilir.
«Binaenaleyh babanın zina ettiği kadın oğluna haramdır.» Yani bütün furuuna haramdır ve onlara haram olması nassla sabittir. Babanın sahih nikâhla aldığı kadın ise oğullarına icma ile haramdır. Bir kimse karısına, "Seni nikâh edersem boşsun" dese, bu söz cimaa taallûkeder. Keza karısını cimadan önce talâk-ı bâinle boşar da sonra tekrar alırsa;kadın akitle değil, bu sözle boş olur. Bu sözün ecnebi bir kadına söylemesî bunun hilâfınadır. O zaman sözü akde taallûk eder. Çünkü ecnebi kadının cimaı şer'an haram olunca, hakikat mânâ terkedilir, mecaz taayyün eder. Bahır'da Tahrir ve şerhinde böyle denilmiştir.
«Çünkü burada nikâh kadına isnadedilmiştir.» cümlesi, makamdan anlaşılan akit olmasının illetidir. Hullecinin cimaının şart olması ise Useyle hadisinden alınmıştır. T.
«Meğer ki mecaz kasdedilsin.» Burada şöyle denilebilir: Her iki takdire göre mecazdan kurtulmanın çaresi yoksa, birini diğerine tercih ettiren sebep nedir? H. Yani âyetteki nikâhtan cima muradedilirse, mecaz aklî olur. Çünkü bu fiil kadından tasavvur edilemez. Akit kasdedilirse, mecaz lügavî olur. Çünkü nikâh kelimesi cimada hakikattir. Şu halde âyeti bu iki mânâdan birine yorumlamak, müreccih bulunmadan tercih yapmak olur. Hattâ denilebilir ki; âyeti cima mânâsına yorumlamak vakıa daha münasiptir. Çünkü üç defa boşanan kadın, hulleci onunla cima etmeksizin ilk kocasına helâl olmaz. Meğer ki müreccih sebep bu mânâda çok kullanılmasıdır denilsin. T.
Ben derim ki: Zâhire bakılırsa, burada iki mânâdan herbirini murad etmeye mâni yoktur. Lâkin münakaşa, nikâhın cimada mı hakikattır, yoksa akitte mi meselesinde olduğu için ve bizce cimada hakikat olması tercih edildiğinden, ulema. "Nikâh kelimesi bu âyette akit mânâsına mecâz-ı lügavîdir." demişlerdir. Çünkü bu söz akit mânâsında hakikattır diyene red cevabı olmak için daha açıktır. "İsnadda mecâz-ı aklîdir." denilse de olurdu. Nitekim "nehir aktı" sözünde, isnatta mecaz vardır diyebilirsin. Lâkin meşhur olan hâliyyet ve mahalliyet alâkasıyla mecâz-ı lügavî denilmesidir. Kaldı ki şarihin sözünde buna bir mâni yoktur. Çünkü, "Kadından mütesavver olan akittir, cima değildir. Meğer ki mecaz kasdedile." ifadesini de isnatda mecazdır mânâsına almak mümkündür. Buna karine, "Kadına isnat edilmiştir." sözüdür. Yani bu bir şeyi mevzuunun gayriye isnat kabilindendir.
«Kadından mütesavver olan ilh...» cümlesi, kadına isnat etmenin hakiki olmadığını beyandır.
METİN
Nikâh tevekan (yani şiddetli şehvet) halinde vâcip olur. Nikâhlanmadığı takdirde yüzdeyüz zina edeceğini bilirse farz olur. Nihâye. Bu, mehir ve nafakaya mâlik olduğuna göredir. Aksi takdirde terkinden dolayı günahkâr olmaz. Bedâyi. Esah kavle göre i'tidal halinde sünnet-i müekkede olur ve terkinden dolayı günaha girer. Namuslu olmayı ve çocuk doğurmayı niyet ederse sevap kazanır. İ'tidalden murad; cimaa mehir ve nafakayı vermeye kâdir olmaktır. Nehir sahibi vâcip olduğunu tercih etmiştir. Çünkü Peygamber (s.a.v.) nikâhlı olmaya devam buyurmuş, ondan yüz çevireni inkâr etmiştir.
İZAH
"Tevekan" şehvetin şiddetli olmasıdır. Nitekim Zeylâî'de bildirilmiştir. Yani evlenmemiş olsa zinaya düşeceğinden korkulacak halde olmalıdır.
Ben derim ki: Keza göründüğüne göre, harama bakmaktan yahut eli ile meni getirmekten kendini men edemiyorsa, zinaya düşme korkusu olmasa bile evlenmesi vacip olur.
«Nikâhlanmadığı takdirde yüzde yüz zina edeceğini bilirse farz olur.»
Çünkü haramdan kaçınmak neye bağlı ise, onu yapmak farzdır. Bahır. Ama bu söz götürür. Çünkü haramdan kaçınmak bazen nikâhsız da olur. Cariye alır. O zaman nikâhın vücubu lâzım gelmez. Ancak meseleyi cariye almaya da kudreti yoksa diye farzedersek, o zaman itiraz kalmaz. Nehir. Lâkın, "zinadan korunmak ancak nikâhlanmakla mümkün olursa" sözü, meselenin cariye almaya ve keza zinadan men eden orucu tutmaya kâdir olamadığına göre farzedildiğini gösterir. Bunlardan birine kâdir olursa, nikâh farz veya aynen vâcip olmaz. Onu zinaya düşmekten nikâh da, başka şey de men edebilir.
«Bu, mehir ve nafakaya mâlik olduğuna göredir.» Bu şart her iki kısma yani hem farza, hem vâcibe râcîdir. Bahır sahibi bu iki kısmında başka bir şart daha ziyade etmiştir ki,o da karısına zulmedeceğinden korkusu olmamaktır. O şöyle demiştir: «Evlenmediği takdirde zinaya düşmek korkusu ile; evlendiği takdirde zulmedeceği korkusuyla karşılaşırlarsa, ikincisi tercih edilir ve evlenmek farz olmaz. Hattâ mekruh olur. Bunu Kemâl Fetih'te söylemiştir. Bu, galiba şundan olacaktır: Zulüm kullara müteallik bir günahtır. Zinadan men etmek ise Allah haklarındandır. Kul hakkıyla Allah hakkı karşılaşınca, kul hakkı tercih edilir. Çünkü kul muhtaç, Allah Teâlâ ganîdir.»
Ben derim ki: Mehir ve nafakaya mâlik değilse. bunun muktezası da kerahettir. Çünkü mehirle nafaka dahi kul hakkıdırlar. Velev ki zinadan korksun. Lâkin az ileride göreceğiz ki, o kimseden ödünç alması menduptur. Bahır sahibi şöyle demiştir: «Çünkü Allah onun namına ödemeyi üzerine almıştır. Binaenaleyh niyeti iffetli ve namuslu kalmak ise, fakirlikten korkmamalıdır.» Bu sözün muktezası şudur: Zinadan korktuğu vakit mehir vermeye kudreti olmasa bile ödünç alabilecekse, evlenmesi vâciptir. Bu, zikredilen şarta aykırıdır. Meğer ki şart, mehirle nafakanın velev ödünç alma yoluyla olsun her birine mâlik olmasıdır denile. Yahut, "Bu, kazanmaktan âciz ve ödeyecek bir şeyi olmayan hakkındadır." denile. Şarih hacc bahsinin başında şöyle demişti: «Haccetmez de bütün malını tüketirse, ödünç alarak hacca gidebilir. Velev ki ödemeye kudreti olmasın. Allah Teâlâ'nın onu bundan dolayı muaheze buyurmaması ümit edilir.» Yani imkân bulunca ödemek niyetiyle olursa ödünç alabilir demek istemiştir. Nitekim Zahîriyye'de bu kayıt vardır.
Evvelce demiştik ki: «Murad; o anda ödemeye kudreti olmaması; fakat çalışırsa ödeyeceğine galebe-i zannı bulunmasıdır. Aksi takdirde yapmaması efdal olur.» Şu haldezikredilen ödünç alma, mendup olur sözünü dediğimiz gibi ödeme imkânı bulacağına zann-ı galibi olmasına yorumlamak gerekir. Bu takdirde zinaya düşmekten korkusu olmadığında ödünç almak mendup olursa, zinaya düşeceği yüzde yüz belli olduğunda ödünç almak vâcip olmalıdır. Hattâ ödeyeceğine zann-ı galibi olmasa bile yine ödünç alması vâcip olmalıdır.
«Esah kavle göre i'tidal sünnet-i müekkede olur.» Müstehaptır diyenlerin sözü de buna yorumlanır. Çok defa müsamaha yapılarak, sünnete müstehap adı verilir. Bazıları farz-ı kifayedir demiş, birtakımları da vâcib-i kifaye olduğunu söylemişlerdir. Tamamı Fetih'tedir. Aynen vâcip olduğunu söyleyenler de vardır. Nehir sahibi bu kavli tercih etmiştir. Nitekim gelecektir. Bahır'da şöyle denilmiştir: «İ'tidal halinde sünnet olduğunun delili, bizzat Peygamber (s.a.v.)'in hali ve ümmetinden kendini ibadete vermek isteyeni şiddetle bundan men etmesidir. Nitekim Sahihayn'da rivayet olunmuştur. Ona, "Kim benim sünnetimden yüz çevirirse benden değildir." buyurmuştur. Nitekim Fetih sahibi bunu izah etmiştir.» Nikâhlanmak, ilim öğrenmek ve öğretmekle meşgul olmaktan efdaldır. Nitekim Dürerü'l-Bihâr'da böyle denilmiştir. Yukarıda arzetmiştik ki, nikâh kendini nâfile ibadetlere vermekten de efdaldır.
«Terkinden dolayı günaha girer.» Çünkü sahih kavle göre sünnet-i müekkedeyi terk etmek günahı muciptir. Nitekim namaz bahsinde geçmişti. Bahır. Namazın sünnetleri bâbında arzetmiştik ki, sünnet-i müekkedenin terkinden dolayı yazılan günah azdır. Terkinden murad, ısrarla bırakmaktır. Bununla sünnet-i müekkede vâcipten ayrılır. Velev ki Bedâyi sahibinin imamlık bahsındeki sözünün muktezasınca aralarında yalnız sözde fark olsun.
«Namuslu olmayı niyet ederse...» Yani kendi nefsini ve karısının nefsini harama düşmekten korumayı niyet ederse, sevap kazanır. Mücerret emre uymayı niyet ederse hüküm yine budur. Fakat mücerret şehvetini gidermeyi ve Iezzet almayı niyet ederse iş değişir.
«Cimaya kâdir olmaktır.» Yani şehvetle i'tidalden murad, farz ve vâcipte geçen şiddetli arzu mânâsına değildir. İnnînde olduğu gibi son derece gevşek de olmamalıdır. Onun için şarih bu kelimeyi Mültekâ üzerine yazdığı şerhte, "Gevşeklikle istek arasında olmaktır." diye tefsir etmiştir. Mehir ve nafakayı da ziyade etmiştir. Çünkü bunları vermekten âciz olan kimseden farz sâkıt olur. Sünnet olmasının sükutu ise evleviyette kalır. Bahır'da şöyle denilmektedir: «Murad, zina, zulüm, farz ve vâcipleri terk korkusu olmamakla beraber cimaya mehir ve nafakaya muktedir olduğu haldir. Bu üç şeyden birine kâdir olamaz veya son üç şeyden birinden korkarsa, mutedil sayılmaz ve onun hakkında nikâh sünnet olmaz. Nitekim bunu Bedâyi sahibi de söylemiştir.»
«Çünkü Peygamber (s.a.v.) nikâhlı olmaya devam buyurmuş ilh...»Zira terkinden dolayıinkârda bulunarak nikâhta daim kalması vücuba delâlet eder. Rahmetî buna cevaben, "Hadiste terk edene inkâr yoktur. Bilâkis nikâhtan yüz çevirene inkâr vardır. Şüphesiz ki sünnetten yüz çeviren inkâra mahâl olur." demiştir.
METİN
Zulüm korkusu olursa nikâh tahrimen mekruhtur. Zulmedeceğini yüzde yüz bilirse nikâh haram olur.
Nikâhı ilân etmek, nikâhtan önce hutbe okumak ve nikâhı cuma günü aklı başında bir âkıt ve âdil şahitlerle mescitte yapmak menduptur.
İZAH
«Yüzde yüz bilirse nikâh haram olur.» Çünkü nikah ancak nefsi iffetlendirmek ve sevap kazanmak gibi yararlarından dolayı meşru olmuştur. Kadına zulmetmekle ise günaha girer; haram fiilleri irtikâbeder. Böylece bu zararlıların üstün gelmesiyle yararlı tarafları yok olup gider. Bahır. Şarih altıncı kısmı bırakmıştır. Onu Bahır sahibi Müctebâ'dan nakletmiştir. Altıncı kısım nikâhın icaplarını yapamayacağından korkan kimse için evlenmenin mübah olmasıdır. Bu korku üstün gelmeyecektir. Üstün gelirse, nikâh tahrimen mekruh olur. Çünkü kadına zulmetmemek nikâhın icaplarındandır. Zâhire bakılırsa, sünneti yerine getirmek maksadıyla değil de, mücerret şehvetini gidermek niyetiyle evlenir ve bir şeyden korkmazsa, bundan bir sevap kazanmaz. Çünkü sevap ancak niyetle kazanılır. Binaenaleyh bu nikâh mübahtır. Nasıl ki sırf şehvetini gidermek için cima etmek de öyledir. Lâkin Rasulullah (s.a.v.)'e, "Bizden birimiz şehvetini gideriyor. O halde ona nasıl sevap veriliyor?" diye sorulduğunda şu mânâda bir cevap vermiştir: "Ne dersin, şehvetini haramla giderse idi cezalanmayacak mı idi? " Bu cevap mutlak olarak sevap verileceğini ifade etmektedir. Meğer ki, "Hadisten murad, nefsin iffetini korumak için şehvetini gidermektir." denile.
Eşbâh sahibinin açıkladığına göre, nikâh sünnet-i müekkededir. Binaenaleyh niyete muhtaçtır. Sonra şöyle demiştir: «Mübah fiillere gelince: Niyetine göre bunların sıfatları değişir. Bunlardan ibadetlere kuvvet kazanmak veya ibadetlere erişmek kasdedilirse ibadet olur. Yemek, uyumak, mal kazanmak ve cima etmek bu kabildendir.»
Sonra Fetih sahibinin şunları söylediğini gördüm: «Evvelce söylemiştik ki; nikâh bir niyetle yapılmazsa mübah olur. Çünkü bu takdirde ondan maksat mücerret şehveti gidermek olur. Âdeten esası ise bunun hilâfınadır. Ben de derim ki: Onda fazilet vardır. Şu cihetten ki, o kimse meşru olmayan bir yoldan şehvetini giderebilirdi. Bazen bundan meşekkatler lâzım geleceğini bildiği halde nikâha dönmesinde günahı terk kastı vardır.»
«Nikâhı ilân etmek...» Yani akdi duyurmak menduptur. Çünkü Tirmîzî'nin rivayet ettiği bir hadiste, "Bu nikâhı ilân edin. Onu mescitlerde kıyın. Onun için defler çalın!" buyrulmuştur. Fetih.
«Nikâhtan önce hutbe...»den murad, akitten önce hamd-ü senâ ederek teşehhüdde bulunmaktır. Bu kelime ' hıtbe ' şeklinde okunursa, evlenmek istemek mânâsına gelir. Şarih hutbeyi mutlak zikretmiştir. Bu gösterir ki, onda muayyen ve mahsus sözler yoktur. Ama nakledildiği şekilde hutbe okumak daha iyidir. Hutbe namına Tahtâvî Hısn-ı Hasîn sahibinden şu hadisi nakletmiştir: «Hamd Allah'a mahsustur. O'na hamd eder; O'ndan yardım diler, O'na istiğfar eyleriz. Nefislerimizin şerlerinden ve amellerimizin kötülerinden Allah'a sığınırız. Allah kime hidayet verirse, artık onu saptıracak yoktur. Kimi de saptırırsa, ona hidayet verecek yoktur. Ben şehadet ederim ki, bir Allah'tan başka ilâh yoktur. Onun şerikî yoktur ve şehadet ederim ki; Muhammed O'nun kulu ve elçisidir. Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan Rabbinizden korunun!» Hadisdeki âyet ' rakiben ' durağına kadar okunacaktır. Hadiste şu âyetler de vardır: «Ey İman edenler! Allah'tan lâzım geldiği gibi korkun. Sakın Müslümanlardan başka bir kavim olarak ölmeyin.» «Ey iman edenler! AIIah' tan korkun ve doğru söz söyleyin!» Bu âyet ' azîmen ' durağına kadar okunacaktır.
Hadiste emir buyrulduğu için nikahı mescitte kıymak menduptur. Cuma günü kıyılması da öyledir.
T E M B İ H : Bezzâziye'de şöyle denilmiştir: «iki bayram arasında bina yapmak ve nikâh kıymak caizdir. Yalnız zifaf mekruhtur. Ama muhtar olan kavle göre o da mekruh değildir. Çünkü Peygamber (s.a.v.) Hz: Aişe ile şevvâl ayında evlenmiş; o ayda zifaf olmuştur. Peygamber (s.a.v.)'in, "İki bayram arasında nikâh yoktur." hadisi eğer sahih ise şöyle te'vîl olunur: Kendisi kışın en kısa günlerinde cuma gününe rastlayan bir bayram namazından döndüğünde, cumaya gitmek için efdal olan vakti kaçırmamak maksadıyla böyle söylemiştir.»
«Aklı başında bir âkit ve âdil şahitlerle...» yapmak menduptur. Binaenaleyh yanında asabelerinden hiçbiri bulunmayan bir kadının nikâhı kıyılmamalı, fâsık asabenin huzuru ile ve İmam Şâfiî'nin hilâfından çıkmak için âdil olmayan şahitlerin huzuruyla da nikâh kıymamalıdır.
METİN
Evlenmek için ödünç para almak, nikâhtan önce kadını görmek, kadının yaşça, hasep, nesepçe, mal ve şerefçe kendinden aşağı olması, ahlâk, edep, takva ve güzellikçe kendinden üstün olması da menduptur. Acaba zifaf (güveyi kapamak) mekruh mudur? Muhtar kavle göre dînî bir mefsedete şâmil değilse mekruh değildir.
İZAH
«Evlenmek için ödünç para almak» menduptur. Çünkü bunu ödemeyi Allah Teâla tekeffületmiştir. Tirmîzî, Nesaî ve İbn-i Mâce'nin rivayet ettikleri bir hadiste, "Üç kişi vardır ki, onlara yardım etmek Allah'a borçtur. Birincisi borcunu ödemek isteyen mükâtep, ikincisi namuslu yaşamak isteyen nikâh sahibi, üçüncüsü Allah Teâlâ yolunda cihad edendir." buyrulmuştur. Bunu hâşiye yazarlarından biri zikretmiştir. Bu husustaki sözümüz evvelce geçmişti.
«Nikâhtan önce kadını görmek...» şehvetleneceğinden korksa bile menduptur. Nitekim ulema bunu haram ve helâl bahsinde açıklamışlardır. Ama bu, nikâhına razı olacaklarını bildiği zamandır.
«Yaşça küçük olması » çabuk kısırlaşarak doğurmaz olmasın diyedir.
"Hasep" bir kimsenin babalarının öğülecek hallerini saymasıdır. Bunu Halebî Kâmus'tan nakletmiştir. Yani kadının babaları ve dedeleri, şeref, cömertlik ve diyanet hususunda damadınkilerden aşağı olmak müstehaptır. Mevki, yükseklik ve malda da daha aşağı olurlarsa, kadın kocasına itaat eder, onu küçümsemez. Aksi takdirde kendini ondan yüksek görür. Fetih'te şöyle deniliyor: «Taberânî'nin Hz. Enes'ten, Onun da Peygamber (s.a.v.)'den rivayet ettiği bir hadiste, "Her kim bir kadını mevkii için alırsa, Allah onun ancak zelil olmasını ziyade eder; her kim kadını malı için alırsa, Allah onun ancak fakirliğini ziyadeleştirir; her kim bir kadını hasebi için alırsa, Allah onun ancak alçaklığını ziyade eder ve her kim bir kadını gözünü yummak, namusunu korumak veya akraba hakkına riayet etmekten başka bir maksatla almazsa, Allah kadını ona, onu kadına mübarek kılar." buyrulmuştur.»
TETİMME: Bahır sahibi şunu da ziyade etmiştir: Kadınların, dünürlüğü ve masarifi en sâde olanını seçer. Bâkire almak daha iyidir. Çünkü hadiste, "Bakireleri almaya bakın. Çünkü onların ağızları tatlı, rahimleri daha temizdir. Aza onlar daha razıdırlar." buyrulmuştur. Uzun arık, kısa çirkin, çenesi düşük, ahlâkı bozuk, çok çocuklu ve yaşlı kadın alınmaz. Çünkü bir hadiste, "Doğuran bir kara kadın, kısır güzelden daha hayırlıdır." buyrulmuştur. Hür kadın almaya kudreti varken cariyeyle ve zaniyeyle evlenmemeli, kadın da dindar, ahlâklı, cömert ve zengin erkeği seçmeli, fâsıkla evlenmemelidir. Bir adam genç kızını ihtiyar birine ve çirkine vermemeli, onu dengiyle evlendirmelidir. Dengi istediği vakit kızı ertelememelidir. Denkten murad, takva sahibi olan her Müslümandır. Erkekler rağbet göstersin diye kızları zînetlerle, kıymetli elbiselerle süslemek sünnettir. Başkasının dünür yolladığı kız istenmez. Çünkü bu, cefa ve hıyanettir.
"Zifaf" Kâmus'ta kadını kocasına hediye etmektir. Burada ondan murad, kadınların bu maksatla toplanmasıdır. Çünkü toplanmak örfen zifafın lâzımıdır. Bunu Rahmetî söylemiştir.
«Muhtar kavle göre mekruh değildir.» Fetih'te de böyle denilmiş;buna delil olarak yukarıda geçen Tirmîzî hadîsi ile Buhârî'nin Aişe (r.a.)' den rivayet ettiği şu hadis gösterilmiştir. «Aişe demiştir ki: Ensardan bir adama bir kadını zifaf ettik. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.), "Acaba bunlarda oyun yok mu, zira oyun Ensarın hoşuna gider." buyurdular» Tırmîzî ile Nesaî'nin rivayet ettikleri bir hadiste; "Helâl ile haramın arasını def ve ses ayırır." buyrulmuştur. Fukaha diyorlar ki: «Deften murad, zilleri olmayandır.» Bahır'da Zahîre'den naklen şöyle denilmiştir: «Düğünlerde def çalmak hakkında ihtilâf edilmiştir. Keza düğünlerde ve davetlerde şarkı söylemek de ihtilâflıdır. Bazıları def çalmak gibi bunda da kerahet olmadığını söylemişlerdir.»
METİN
Nikah, bir tarafın icabı diğer tarafın kabulü ile ve maziye tahsis edilmiş iki sözle mün'akit olur. Çünkü mazi tahkike daha çok delalet eder. Kendimi yahut kızımı yahut müvekkilimi sana tezviç ettim demek icaba:diğerinin de tezevvüç ettim demesi kabule misaldir. Keza biri mâzîye diğeri istikbale veya hale mevzu olan iki lâfızla da mün'akit olur. İstikbal için olan emirdir. Bana kızını tezviç et! Yahut kadına, kendini bana tezviç et! Veya benim karım ol! Gibi sözlerdir ki, icap değil zımnen tevkildir.
İZAH
«Mün'akit olur.» Vikâye şarihi diyor ki: «Akit, tasarrufun cüzlerini birbirine bağlamaktır. Yani şer'an icapla kabulü birbirine bağlamaktır. Lâkin burada mastar olan akitten hâsıl bilmastar murad edilmiştir ki, o da bağlanmaktır. (Akit bağlamaktır. Bağlanmak mânâsı ise hâsıl bilmastardır. Yani mastarda meydana gelmiş bir mânâdır.) Lâkin nikâh bu bağlanma ile meydana gelen icap ve kabuldür. Böyle dememizin sebebi şudur:Çünkü şeriat icap ve kabulü nikâh akdinin rükünleri (temel taşı) saymaktadır.
Şartlar gibi harici şeyler saymaz. Ben Tenkîh şerhinin nehy faslında şunu söyledim: Şeriat, hissen mevcut olan icapla kabulün birbirlerine bağlanmalarına hükmeder ve bundan şer'î bir mânâ meydana gelir ki, müşterinin milki bu mânânın eseri olur. İşte bu mânâ satıştır. Şu halde bu mânâdan murad, bu bağlantı ile birlikte icap ve kabulden mürekkep mecmudur. Yoksa satış mücerret bu şer'î mânâdan ibaret olup da icap ile kabul onun âleti değildir. Nasıl ki bazıları böyle tevehhüm etmişlerdir. Çünkü icapla kabulün rükün olmaları buna aykırıdır.» Yani onların âlet olmasına aykırıdır. Hâsılı nikâh, satış ve benzerleri her ne kadar hissen icap kabul ile meydana gelirlerse de, lâkin hususi birtakım rükün ve şartlarla yapılan akitler diye vasıflanmaları üzerine birtakım hükümleri terettüp eder. Bu hükümler bulunmazsa akitler de bulunmaz ki, bu şer'î bir vücut olup hissî mevcudiyetin üzerine ziyadedir.
O halde şer'î akit mücerret icap ve kabulden ibaret olamadığı gibi; yanız bağlantı da değildir. Şer'î akit üçünün, mecmuudur. Şu izaha göre nikâh mün'akıt olur demek, in'ikadı icap ve kabulle sabit ve hâsıl olur demektir.
«Bir tarafın icabı...» ifadesiyle, akdi yapanlardan ilk konuşanın sözü icap olduğuna işaretetmiştir. Bunun koca veya karı tarafından söylenmesi fark etmez. Sonra konuşanın sözü kabuldür. Bunu Halebî Minah'tan nakletmiştir. Binaenaleyh kabulün önce yapılması tasavvur olunamaz. Meselâ erkeğin, «Senin kızını tezevvüç ettim.» sözü icap; ötekinin, «Onu sana tezviç ettim.» sözü de kabuldür. Buna muhalif olarak, «Burada kabul icaptan evvel yapılmıştır.» diyen de olmuştur. Meselenin tam tahkiki Fetih'tedir.
«Çünkü mâzî tahkike daha çok delâlet eder.» Bahır sahibi diyor ki «Mâzî sîgasının tercih edîlmesi şundandır: lügatı icadeden inşâ için hususi bir söz ayırmamıştır. İnşâ ancak şeriatın bildirmesiyle bilinmiştir Bu iş için mâzî sîgasını seçmesi, tahakkuk ve sübuta delâlet ettiği içindir İstikbal sîgası böyle değildir.» Tahakkuktan muradı, bir şeyin hakikaten meydana gelmesidir.
İnşâ: Kelimeler ihbar ve inşâ olmak üzere ikiye ayrılırlar. Söyleyen için vukuuna bakarak yalan söyledi yahut doğru söyledi diyebildiğimiz kelimelere ihbar derler. Geldi, gitti gibi olmuşu bildiren fiiller ihbardır. Söylenen için yalan söyledi veya doğru söyledi diyemediğimiz kelimelere inşa derler. Emirler ve nehyler birer inşâdır.
«Kendimi yahut kızımı ilh... tezviç ettim.» sözüyle, icabı yapanın ası veya vekil yahut velî olması arasında fark bulunmadığına işaret etmektedir.
«Tezevvüç ettim.» Yahut kendim için kabul ettim veya müvekkilim için kabul ettim yahut oğlum için kabul ettim demesi makbuldür. T.
«Veya benim karım ol.» tabirinin benzeri, oğlumun karısı ol veya müvekkilimin karısı ol gibi sözlerdir. Kadının erkeğe hitaben benim kocam ol yahut kızımın kocası ol veya müvekkilemin kocası ol demesi de böyledir. Bunu Halebî söylemiştir.
«İcap değil zımmen tevkildir.» Lâkin bu, karşı tarafın cevaben tezviç ettim demesinin kabul sayılmamasını gerektirir ve öyledir. Yani hâlis kabul değildir. Bu söz icap ve kabul yerine geçen bir karşılıktır. Ama buna şöyle itiraz edilebilir: Hâli istikbal üzerine atfetmek; meselâ seni tezevvüç ediyorum demek icap olmamasını; kadının da cevaben kabul ettim demesi kabul olmamasını gerektirir. Halbuki bunlar kesin olarak icap ve kabuldür. H.
Bana tevziç et sözü, zımmen emredilen şahsı nikâha tevkildir. Tevkil sözünü açık söylese de, kendini bana tezviç hususunda seni tevkil ettim dese, o da tezviç ettim cevabını verse nikâh sahihtir. Bu da öyledir. Gâyetü'l Beyan.
Şarih zımmen sözüyle bu hususa yapılan itirazın cevabına işaret etmiştir. İtiraz şudur: «Bu tevkil olsaydı, meclise münhasır kalmazdı. Halbuki meclise mahsustur.» Cevabın izahı, Rahmetî'nin dediği gibi şöyledir:Zımmen anlatılan şeyin şartları muteber değildir. Bilâkis zımmen anlatanın şartları muteberdir. Emir nikâhı istemektir. Binaenaleyh onda nikâhın şartları aranır. Nikâhın şartlan her iki rüknün bir mecliste yapılmasıdır. Onun zımnındakidelâletin şartları aranmaz. Nasıl ki, «Köleni benim namıma bin dirheme âzâd et.» sözü de böyledir.
Burada satış zımmî olduğu için bu satışta icap ve kabul şart kılınmamıştır. Zira âzâd ederken bunlar şart değildir. Azâd etmek hususunda milk şarttır. Milk muktezîye tâbidir. Muktezî âzâd olmaktır. Çünkü şartlar tâbi cümlesindendir. Onun için muktezî olan âzâtlığın şartlarıyla mukteza olan satış sabit olmuştur. Bu, tâbiliği göstermek içindir. Binaenaleyh satışın rüknü olan kabul sâkıt olmuştur. Bunda görme ve kusur muhayyerliği sabit olmaz. Teslimi mümkün olması şart değildir. Nitekim bunu Minah sahibi köleler nikâhının sonunda zikretmiştir.
METİN
O mecliste tezevvüç ettim yahut kabul ettim veya başüstüne derse, iki tarafın sözü yerine geçer. Bezzâziyye. Bazıları, «Bu icaptır.» demişlerdir. Bahır sahibi bunu tercih etmiştir.
İZAH
«Başüstüne» ifadesi, mahzuf bir fiile mütealliktir. Yani emrini başüstüne koyarak tezviç ettim yahut kabul ettim mânâsınadır.
«Bezzâziyye»nih ibaresi şöyledir: «Erkek, kendini bana tezviç et der de, kadın başüstüne diye cevap verirse sahih olur.» Bu fer'i Bahır sahibi Nevâzil'den, başka yerde de Hulâsa'dan nakletmiştir.
«Bazıları, "Bu icaptır" demişlerdir.» Bu cümle birinci kavlin yani tevkildir sözünün mukabilidir. Hidâye ile Mecma sahipleri birinci kavle göre hareket etmiş; Fetih sahibi bu kavli muhakkikîn ulemaya nisbet etmiştir. Kenz'in zâhiri ikinci kavle göredir. Dürer sahibi kendisine itiraz etmiş; ulemanın kavillerine muhalefet ettiğini söylemiştir. Bahır ve Nehir sahipleri ona cevap vererek, Hulâsa ile Hâniyye'de bunun açıklandığını söylemişlerdir. Hâniyye'de şöyle denilmiştir: «Emir lâfzı nikâhta icaptır. Hul', talâk, kefalet ve hîbede dahi öyledir.» Fetih sahibi diyor ki: «Bu daha güzeldir. Çünkü icap ancak evvelâ kasdedileni tahakkuk ettiren sözdür. Bu emre de sâdıktır.»
Zâhire bakılırsa, tevkil olması mutlaka itibara alınmalıdır. Aksi taktirde nikâhla satış arasında fark aramak kalır. Zira satışta şu malı bana şu kadara sat dedikten sonra cevapsız olarak sattım demekle akit tamam olmaz. Lâkin Bahır sahibi Fethü'l-Kadir'in alış-verişler bahsinden naklen farkı göstermiş; "Nikâha pazarlık girmez. Çünkü o ancak birtakım mukaddimelerden ve müracaatlardan sonra meydana gelir. Binaenaleyh o tahkîk içindir. Satış bunun hilâfınadır." demiştir. Bahır sahibi bunun icap sayılmasına Hulâsa'nın şu sözüyle itiraz etmiştir: «Nikâha vekil olan kimse, kızını filana hîbe et der de, babası hîbe ettim cevabını verirse, ondan sonra vekil kabul ettim demedikçe nikâh mün'akit olmaz. Çünkü vekil tekilemâlik değildir.»
Zahîriyye'de şöyle denilmiştir: «Kızını benim oğluma hîbe et der de, o da hîbe ettim cevabını verirse, çocuğun babası kabul ettim demedikçe nikâh sahih olmaz.» Sonra kendisi şöyle cevap vermiştir: «Meğer ki bu mesele, emir icap değil tevkildir diyenlerin kavline göre tefri edilmiştir denilsin. O zaman iki kavlin arasındaki İhtilâfın semeresi meydana çıkar. Lâkin bu nakle bağlıdır. Fetih sahibinin açıkladığına göre, emir tevkildir diyen kavil, cevap verenle akdin tamam olmasını gerektirir. İcaptır diyen kavle göre, akdin tamamı her ikisiyle olur.» Yani tevkildir diyenlerin kavline göre emredenin kabul ettim demesi lâzım gelmez. Bu, zikredilen cevaba muhaliftir. Hulâsa'nın ta'lîli de buna muhaliftir. Hulâsa'da, "Vekilin tevkil etmeye hakkı yoktur" denilmiştir.
Evet Zahîriyye'nin ifadesi cevabı te'yid eder. Lâkin Nehir sahibi, "Zahîriyye'nin ibaresi müşkildir. Çünkü emir icaptır diyenlerin sözüne göre tefri edilmesi sahih değildir. Nitekim bu zâhirdir. Tevkildir diyenlerin sözüne göre de tefrii sahih değildir. Çünkü babanın küçük oğlunun nikâhı için tevkili caizdir. Bu takdirde akdin tamamı cevap verenin sözüyle olur. Babanın kabulüne bağlı değildir." diyor.
Bununla, Bahır sahibinin, "Bu emrin tevkil olduğu kavline göre tefri edilmiştir." sözü defedilmiş olur. Lâkin AIIâme Makdisî şerhînde şöyle demiştir: «Baba yahut vekil, kızını filana hîbe et yahut oğluma hîbe et veya onu meselâ ver dediğinde akdin mün'akit olması kabule bağlıdır. Çünkü bu söz istemek hususunda zâhirdir. Hem de müstakbeldir. Onunla hal ve tahakkuk kasdetmemiştir. Binaenaleyh onunla akit tamam olmaz. Dünürlük ve benzerinden sonra kızını bana şu kadara tezviç et demesi bunun hilâfınadır. Çünkü bu tahakkuk ve isbatta zâhirdir ki, icabın mânâsı da budur.»
Şu da var ki, Bahırda, "Emir tevkildir, sözüne şahitlerin emri işitmelerinin şart olmaması ibtina eder. Çünkü tevkile şahit tutmak şart değildir. Diğer kavle göre şarttır." denilmiştir. Ondan sonra Bahır sahibi Mi'râc'dan naklen mutlak surette şart kılındığını ifade eden sözler söylemiştir. Şöyle ki: «Bana tezviç et sözü tevkil de olsa, o olmaksızın tezviç ettim sözü amel edemeyeceği için akdin yarısı mesabesinde tutulmuştur.» Sonra Zahîriyye'den naklen bunun hilâfına delâlet eden sözler söylemiştir ki, bunları şarih yazışmayla nikâh akdi meselesine yakın bir yerde zikredecektir. Beyanı da gelecektir.
METİN
İkincisi müfret mütekellim veya cem mütekellim yahut muhatap muzârî fiildir. Meselâ bana kendini tezviç eder misin der de, bununla istikbali niyet etmezse, ve keza ben seni tezevvüc edenim yahut seni istemeye geldim derse, nikâh mün'akit olur. Çünkü nikâhta pazarlık cereyan etmez. Yahut meclis nikâh için olur da onu bana verdin mi dense, nikâh lâzım olur. Bu sözü va'd için söylerse, va'd olur. Kadına ey avradım der de, o da lebbeyk cevabını verirse, mezhebe göre nikah mün'akit olur.
İZAH
"Müfret" muzârîye misâl; ben seni tezevvüç ederim.
"Cem" muzarîye misâl; biz seni tezevvüc ederiz demesidir. Nehir sahibi burada inceleme yaparak şunları söylemiştir: «Ulema seni tezevvuç ederiz yahut seni oğluma tezviç ederim gibi muzârîlerden bahsetmemişlerdir. Ama müfret muzârîler gibi olmaları gerekir.»
«Bununla istikbali niyet etmezse...» Yani bununla va'd istemezse demektir. Bu yalnız sonuncuda kayıttır. Nitekim Bahır ve diğer kitâplarda bildirilmiştir. Fetih'in ibaresi şöyledir: «Şeriat tarafından in'ikadın sübutuna bakıldığını ve rıza varsa hüküm lâzım geldiğini anladıktan sonra hükmünü bunu ihtimalsiz ifade eden her söze geçirir ve deriz ki: Müfret muzârî sîgasıyla seninle tezevvüç ederim der, kadın da kendimi tezviç ettim cevabını verirse, nikâh mün'akit olur. Muhatap muzârî sîgasıyla kızını bana tezviç eder misin der, o da ettim cevabını verirse, bundan va'd kasdetmediği takdirde nikâh mün'akit olur. Çünkü bu sigada bu ihtimal vardır. Birincisi bunun hilâfınadır. Çünkü kişi kendisinden va'd istemez. Hal böyle olunca, nikâh da pazarlık cereyan şeylerden olduğuna göre, bu söz derhal akdi tahakkuk ettirmek içindir ve onunla nikâh mün'akit olur. Ama inşâ mânâsına konulmuş diye değil, maksadını ifade için kullanmasına bakarak mün'akit olur. Hattâ deriz ki: Açık sual şeklinde söylese hali anlamak sayılır. Tahâvî şerhinde bildirildiğine göre, bu kızı bana verdin mi der de, babası verdim cevabında bulunursa, vaziyet va'di gösteriyorsa va'd olur. Nikâh akdini gösteriyorsa nikâh olur.»
Rahmetî şöyle demiştir: «Böylece anlıyoruz ki, itibar iki tarafın zâhir olan sözlerinedir, niyetlerine değildir. Görmüyor musun nikâh şakayla da mün'akit oluyor. Halbuki şaka yapan kimse nikahı niyet etmemiştir. Muhatap muzârîde istikbali niyetin sahih olması, Arapçada soru edatı birçok yerlerde mukadder bulunduğu içindir.» Böylece anlaşılıyor ki, müfret muzârî sîgası ile va'd istemek sahih olmadığı gibi; tahkîk ve rıza kasdına karine varsa, mustakbelde bununla evlenmeyi va'd etmek de sahih değildir. Nitekim az yukarıda söylemiştik.
«Keza ben seni tezevvüç edenim.» cümlesini Fetih sahibi inceleyerek zikretmiştir. Demiştir ki: «Ben seni tezevvüç edenim sözüyle, müfret muzârî gibi nikâh mün'akit olmak gerekir.» Halebî diyor ki: «Çünkü tezevvüç edenim kelimesi ism-i faildir. Bu kelime. konuşurken iş kendisiyle meydana gelen zâtı anlatmak için konulmuştur. Binaenaleyh hale delâlet eder. Velev ki delâleti iltizam suretiyle olsun.»
«Seni istemeye geldim.» tabiri hakkında Fetih sahibi şunları söylemiştir: «İsm-i fail sîgasıylameselâ sana kızını istemek için geldim yahut kızını bana tezviç edesin diye geldim der de, baba sana tezviç ettim cevabını verirse, nikâh lâzımdır; istemeye gelen kabul etmezlik yapamaz. Çünkü bunda pazarlık yoktur.» Halebî diyor ki: «Burada icap ve kabulün ikisi de mâzîdir. Binaenaleyh söylemenin bir mânâsı yoktur dersen, ben de derim ki: Muteber olan, istemeye sözüdür; geldim sözü değildir. Çünkü onunla nikâh mün'akit olmaz. Onun nikâhta bir tesiri de yoktur.»
«Çünkü nikâhta pazarlık cereyan etmez.» Bu sözle şarih satıştan ihtiraz etmiştir. Bir kimse, "ben müşteriyim" yahut "sana müşteri olarak geldim" dese, bununla satış mün'akit olmaz. Çünkü satışta pazarlık cereyan eder. T.
«Mezhebe göre nikâh mün'akit olur.» Bu yanlıştır. Doğrusu, mezhebe göre nikâh mün'akit olmaz. Bahır sahibi Sayrafiyye'den naklen açıklamıştır ki; mün'akit olur demek zâhir rivayete muhaliftir. Nehir'de de böyle denilmiştir. Keza Makdisî'nin şerhinde Tâcü'ş-Şeria'nın Fevaid'inden naklen böyle denilmiştir. Tatarhâniyye sahibi diyor ki: «Bir kimse erkeklerin yanında bir kadına ey avradım der de, o da lebbeyk cevabını verirse bu nikâhtır. Ama Kâdı Bediudin bunun zâhir rivayete muhalif olduğunu söylemiştir.»

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...