03 Ekim 2012

REDDU'L-MUHTAR...RİKAZ (YERALTINDA SAKLI BULUNAN DEFİNE) BABI


RİKÂZ BÂBI


METİN
Rikâz mâli vazifelerden olduğu için, ulema onu zekâta ilhak etmişlerdir. Rikaz lügatta "rekiz"den yani "ispat'dan alma olup, "gömülmüş" mânâsına gelir. Şer'an, yeraltında gömülü mal, mânâsınadır. Ve gömenin hâlik ve mahlûk olmasına şâmildir. Onun için Musannıf, «Hilkat itibariyle Allah Teâlâ'nın yarattığı maden veya define, kâfirlerin gömdüğü maldır» demiştir. Çünkü beşte biri alınan budur. Rikâzı, müslüman veya zımmînin bulması fark etmez. Velev ki küçük köle veya câriye olsun. Rikâz maden, altın, gümüş para ve demir gibi şeylerdir ki, bundan maksat sert olup, ateşe tutmakla yumuşayan madendir. Civa da bundandır.
ÎZAH
Bâbımızın ilk cümlesi, mukadder bir sualin cevabıdır. Sual şudur: «Bu bâbın hakkı, siyer bahsinde zikredilmekti. Çünkü rikâzdan alınan, zekât değildir. Ancak ganîmetin sarf edildiği yerlere verilir. Nitekim Nehir'de beyan edilmiştir. Bu suale Şârih «Çünkü rikâz mâlî vazifelerdendir» diye cevap vermiştir. (Yani zekâttan sonra zikredilmesi, bundan dolayıdır, demek istemiştir.) Musannıfın rikâzı öşürden önce zikretmesi, öşür, kendisinde kurbet (ibâdet) mânâsı olan nafaka olduğu içindir. Rıkâz ise sırf kurbettir. T.
Rikâz, lügatta, "rekiz"den alınmadır. Müştak (türeme) değildir. Çünkü ayın isimleri, camid (arı) dirler. T. Zâhirine bakılırsa, rikâzın şer'î mânâsı, lügat mânâsından başkadır. Muğrib'den naklen Mineh'de bildirildiğine göre, rikaz, maden yahut definedir. Çünkü bunların ikisi de yeraltında gömülüdür. Velev ki gömen ayrı olsun. Öyle anlaşılıyor ki, bu kelime, her iki mânâda müşterektir; defineye mahsus değildir. Nehir sahibi, «Şu halde bu kelime müteradiftir» diyor, ki Musannıf'ın verdiği ünvana münasip olan da budur. Maden mânâsında hakikat, definede mecaz olamaz. Çünkü bir kelimede hakikat la mecazın bir araya gelmesi imkânsızdır. T.
Ma'den veya ma'din, adn'dan alınmadır. Adn, bir yerde oturmaktır. Ma'denin aslı, içinde karar kılmak kaydı ile yerdir. Sonra, Allah'ın yeri yarattığı gün, onun terkibine kattığı cüzler mânâsında meşhur olmuştur. Hattâ ma'den denilince karinesiz doğrudan doğruya bu mânâya intikal edilir olmuştur. Fetih.
«Çünkü beşte biri alınan budur.» Yani aslında define, insan fiili ile yere gömülen şeyin adıdır. Nitekim Fetih ve diğer kitaplarda beyan edilmiştir. İnsan kelimesi, mü'mine de şâmildir. Lâkin Şârih onu kafire tahsis etmiştir. Zira beşte biri alınan define, kâfirin definesidir. Müslümanın definesi lükata (bulma mal) dır. Nitekim gelecektir.
«Rikâzı, mûslüman veya zımmînin bulması fark etmez» sözü ile, harbî tariften çıkarılmıştır. Onun hükmü metinde gelecektir.
«Velev ki küçük köle veya cariye olsun.» Çünkü Nehir ve diğer kitaplarda, «Bu hüküm, bulanın hür olup olmamasına, baliğ olup olmamasına, erkek ve müslüman olup olmamasına şâmildir» denilmiştir.
Giva'nın madenden sayılması, İmam-ı Âzam'ın son kavlidir. İmam Muhammed'in kavli de budur. İmam-ı Âzam, evvelce, civadan bir şey alınmayacağına kâilmiş. Ebû Yusuf'un son kavli de budur. Çünkü civa, zift ve neft gibidir. Yani su cinsindendir. Bunlarda 1/5 vergi yoktur. İmam-ı Âzam'la İmam Muhammed'e göre civa, kaynağından ilaçla elde edilir ve başka madenlerle birlikte yumuşar. Binaenaleyh gümüş gibidir. Nehir. Yani gümüş, bir şey karıştırmadan yumuşamaz. Fetih. Nehir sahibi diyor ki: «Hilâf, madeninde bulunan civa hakkındadır. Kâfirlerin hazinelerinde bulunan civadan ise bilittifak 1/5 alınır.»
METİN
Mazot ve zift gibi sıvı maddeler hariç kaldığı gibi, taş madenler gibi yumuşamayan şeyler de tariften hariç kalır. Rikâz, haraç veya öşür yerinde bulunur. Bu kayıtla hâne tariften hariç kalır. Ova hariç kalmaz, çünkü o evleviyetle tarifte dahildir.
İZAH
Taş madenler'den murad, kireç, alçı, yâkut ve zümrüt gibi şeylerdir. Bunlarda öşür yoktur. Bahır. Haraç ve öşür yerleri, inşallah cihad bahsinde anlatılacaktır. Halebî şöyle demiştir: «Bilmiş ol ki, yer dört kısımdır. Birincisi mübah, ikincisi bütün müslümanların malı, üçüncüsü muayyen şahsın malı, dördüncüsü vakıftır. Mübah olan yer, öşür ve haraç arazisi olamaz. Bütün müslümanların mülkü olan yer de öyledir. Mısır'ın vakıf olmayan arazisi bu kabildendir. Bu arazi asıl itibariyle haraç yeri olsa da sahibi mirasçı bırakamadan öldüğü için Beytülmal'e verilmiştir. Nitekim bunu Bahır sahibi, Tuhfe adlı eserinde açıklamıştır. Muayyen şahsın ve vakfın arazisi, ya öşri ya haracidir.
Sonra, mübah araziden alınan 1/5 Beytülmal'e verilir; geri kalan, rikâzı bulana aittir. İkincisi, yani muayyen olmayan kimsenin mülkünü görmedim. Bana öyle geliyor ki, bulunan definenin hepsi Beytülmal'ın olacaktır. 1/5'in onun olması meydandadır. Geri kalan da onundur. Çünkü sahibi mevcuttur. Sahibi bütün müslümanlardır. Binaenaleyh onu müslümanların vekili olan sultan alır. Üçüncü, yani muayyen kimsenin mülkünde bulunandan Beytülmal için 1/5 alınır. Geri kalanı sahibinindir. Dördüncüde, yani vakıfta 1/5 Beytülmal'ındır. Nitekim bunu Hamavî, Bercendî'den nakletmiştir. Ama onun ifadesinden, kalanın hükmü anlaşılmamıştır. Bana öyle geliyor ki, birincide olduğu gibi, burada da, kalan kısım, bulanın olacaktır. Çünkü mâlik yoktur. Kaydedilmelidir:»
Ben derim ki: Bu ibâre, birkaç yönden söz götürür.
Evvelâ, «Mübah, öşrî ve haracî olamaz» demesi söz götürür. Çünkü Hâniyye, Hülâsa ve diğer kitaplarda açıklandığına göre, su ulaşmayan dağlık arazi öşür arazisidir.
İkincisi, «İkinci ve üçüncü kısımlar ya öşrîdir; ya haracîdir.» demesi söz götürür. Şârih'in, öşür ve harac bâbında beyan ettiğine göre, bir kimse Beytülmal'den satın aldığı yerini vakfeder veya vakfetmezse, o yere haraç ve öşür yoktur. Lâkin bu da söz götürür ki, bundan, gelecek bâbda söz edeceğiz.
Üçüncüsü, Halebî 1/5 den geri kalan miktarın bulana ait olmasında, vakıf yerini, mübah yer gibi saymıştır. Bu da söz götürür. Çünkü vakıf, İmam-ı Âzam'a göre, mülk vâkıfın olmak üzere, malın aynını hapsetmektir. İmameyn'e göre ise, mülk Allah'ın olmak üzere, aynı hapsetmek, menfaatitasaddukta bulunmaktır. Maden menfaat değildir. O yerin cüzlerindendir. Bu yer vâkıfın mülkü idi. Sonra onu hapsetti. Binaenaleyh vakfı bozmak mesabesindedir. UIemanın açıkladıklarına göre, vakfın enkazı, ihtiyaç varsa vakfın tamirinde kullanılır. İhtiyaç yoksa muhafaza edilir. Hak sahiplerine dağıtılmaz. Çünkü onların hakkı, menfaatte değil ayındadır. Hak sahiplerinin bunda hakkı olmayınca, ecnebi ona nasıl mâlik olabilir. Meğer ki madenle yıkıntı arasında fark iddia edile! Teemmül buyrulsun!
Dördüncüsü, Halebî'nin «muayyen kimsenin mülkünde 1/5 alınır» demesi, Musannıf'ın tercihine aykırıdır. Musannıf «sahipli yerden bir şey alınmaz» demektedir. Nitekim gelecektir.
T E M B İ H : Fethu'l-Kadîr'de şöyle deniliyor: «Haraç ve öşür yeri diye kayıtlaması, hane tariften hariç kalsın diyedir. Çünkü hanede bir şey alınmaz. Lâkin buna da şöyle itiraz olunur! Ova gibi kendisinde bir vazife bulunmayan yerde bulunandan da bir şey alınmamak gerekir. Halbuki böyle değildir. Binaenaleyh doğrusu, bu kaydın ihtiraz için değil de, haraçla öşür vazifelerinin daimî olduğunu; bu yerlerde bulunandan bir şey almaya mâni olmadığını anlatmak için konulduğunu kabul etmektir.» Nehir'de, Şârih'in işaret ettiği şekilde cevap verilmiştir, ki o da şudur: Bu kaydın, haneden ihtiraz için konulması sahihtir. Bundan ovanın hükmü evleviyetle anlaşılır, Zira vazifeyle birlikte yer de vâcip olunca vazifeden hâli olanda vâcip olması, evleviyette kalır.
Ben derim ki: Şöyle cevap vermek de mümkündür: Öşür ve haraç yerinden murad, bir kimsenin elinde olsun olmasın, vazifesi öşür veya haraç olan yerdir. Binaenaleyh ovaya ve başkalarına da şâmildir. Buna delil, Hâniyye'den naklettiğimiz, «Dağlık arazi öşür arazisidir» sözüdür. Şu halde murad, bununla dâr-ı harpten ihtirazdır. Dürerü'l-Bihâr metninde «Dâr-ı harp madeninden başka» denilmesi de buna delâlet eder. Ve anlaşılır ki, maksat müslüman memleketinin madenidir. Onun için Kuhistânî'de «haraç veya öşür yerinde» ibâresinden sonra, «kısacası dağ olsun, ova olsun, metruk olsun, memlûk olsun, müslüman memleketinde bulunandır. Bununla, kendi hanesinde ve yerinde bulunanla, harbînin yerinde bulunandan ihtiraz etmiştir.» denilmiştir. Sonra, aynen bu söylediğimi, Şeyh İsmail'in Şerhi'nde gördüm. Şöyle dîyor: «Bunun, dâr-ı harpte bulunandan ihtiraz için bir kayıt olması ihtimali vardır. Çünkü dâr-ı harp arazisi, haraç veya öşür arazisi değildir. Haraç veya öşür arazisinden murad, umûmidir. Birinin mülkü olup olmamaya ziraata elverip elvermemeye şâmildir. Binaenaleyh bunda, kırlar ve sahipsiz yerler dahildir. Zira bu yerler ziraata elverişli yapılırsa, öşrî veya haracî olurlar.»
Ben derim ki: Bu izaha göre, haracî ve öşrî tabirlerinde, yerin yukarıdâ geçen bütün kısımları dahildir. Ve bunların madenlerinden 1/5 alınır. Lâkin Musannıf, bir kimsenin kendi hanesinde veya yerinde bulunan madenden 1/5 alınmayacağını açıklayacaktır .
Şârih «ova hâriç kalmaz» sözü ile, yukarıda Nehir'den naklettiğimize işarette bulunmuştur. Bu anlattıklarımıza göre, evleviyet iddiasına ve haneyi tariften çıkarmaya çalışmaya hacet yoktur. Çünkü Musannıf onun çıkarılacağına tembih edecektir. Kaldı ki, haneye temas edince, araziye de temas etmesi gerekirdi. Zira arazi, sahipli de olsa, haracî veya öşrî olabilir. Halbuki, onunmadeninde 1/5 yoktur. Nitekim gelecektir. Meğer ki, «araziyi bırakması onun hakkında iki rivayet olduğundandır» denile.
METİN
Rikâzdan beşte bir alınır. Çünkü hadiste, «Rikâzda 1/5 vardır» buyurulmuştur. yukarıda geçtiği vecihle, bu söz madene de şâmildir. Geri kalanı, yer mülk ise sahibinindir. Yer, dağ ve sahra gibi mülk değilse, bulanındır.
İZAH
Rikâz hadîsinin tamamı şöyledir: «Hayvanın yaptığı zarar, hederdir. Kuyunun getirdiği zarar hederdir; madenin getirdiği zarar hederdir; definede beşte bir vardır.» Bu hadîsi altı hadîs imamı rivayet etmişlerdir. Fetih'te de böyle denilmiştir. Fetih sahibi, bu hadîsin maksada delâletini beyan ederken şöyle demiştir: «Rikâz, tahkikimize göre madene ve defineye şâmildir. Binaenaleyh her ikisinde 1/5 vermek icap eder. Heder olduğunu beyandan sonra, atıf sebebi ile, madenin murad edilmemesi tevehhüm olunamaz. Zira, tenakuz olur. Çünkü madene ta'lik edilen hüküm, rikâzın zımnındaki hüküm değildir ki selp ve icapla değişsin. Zira murad, onu helâk etmesi, yahut onun sebebi ile helâk olması, kuyuyu kazana ödettirilmez, demektir. Yoksa, haddi zâtında bir şey lâzım gelmez, demek değildir. Aksi halde hiç bir şey lazım gelmez ki bu müttefekun aleyhin hilâfınadır.
Hâsılı şudur: Fetih sahibi hâssaten madene hüküm isbat etmiştir. Bunu hâssaten söylemiş; sonra başkası ile birlikte ona bir hüküm daha isbat ederek, her ikisine şâmil olan ismile ifade etmiştir, ki ikisinde de sâbit olsun (1). Bu satırlar kısaltılarak alınmıştır. Bunu Nehir sahibi dahi nakletmiştir.
«Geri kalanı, yer mülk ise sahibinindir.» Mülteka, Nihâye, Nikâye, Dürer ve islâh'da böyle denilmiştir. Bu ibare, Hidâye ile şerhlerinde, Kenz ve şerhlerinde, Dürerü'l-Bihârda, Mevâhib, İhtiyâr ve Câmi-i Sağir'de zikredilmemiştir. Zâhir olan budur.
Bu ibareyi zikreden, ondan sonra, «Arazisi hakkında iki rivayet vardır» demiştir. Yani 1/5 vâcip olup olmaması hakkında iki rivayet var, demek istemiştir. Bu gösterir ki haraç ve öşür yerinden murad, sahipli olmayan arazisidir. Bundan daha garip olmak üzere Musannıf, sadece vâcip değildir, rivayetini söylemekle yetinmiş ve «Rikâzı kendi hanesinde veya arazisinde bulursa, ondan bir şey alınmaz» demiştir ki böylece, sözünün başı sonunu bozmuştur. Çünkü o kimsenin arazisi öşür veya harâc yeri olmaktan hâlî değildir. Nitekim gelecektir. Musannıf evvela, bunlarda 1/5 vâcip odluğuna kesinlikle hükmetmişti. Hâsılı, sahibi yerden çıkan madenin hepsi sahibinindir. Onu, kendisinin bulmasıyla, başkasının bulması arasında fark yoktur. Asıl adlı kitabın, aşağıda gelecek rivayeti budur. Câmi'in rivayetinde ise, «bundan 1/5 vardır, geri kalanı mutlak surette sahibinindir» denilmektedir. Binaenaleyh, «kendi arazisinden çıkandan bir şey yoktur» demesi, «geri kalanı sahibinindir» sözüne aykırıdır. Onun için Rahmetî, «Musannıf'ın sözünün başı, iki rivayetten birine;
sonu diğerine mebnîdir» demiştir.
Ben derim ki: Bunun benzerini Kuhistânî de söylemiştir. Ben, Muhammed Ebu's-Suud'un hâşiyesinde şöyle denildiğini gördüm: «Doğru olan hareket, buradaki sahipli sözünü, madenibulandan başkasının milki mânâsına yorumlamaktır. Böyle denilirse, ondan sonra gelen söze aykırı düşmez. Çünkü sonra gelen sözden murad, bulanın milki olan yerdir.»
Ben derim ki: Musannıf'ın Kenz sahibi gibi «kendi yerinde» tabirini kullanması, bunu te'yîd eder. Zira bu sözün mânası, bulan kimsenin yeri, demektir. Lakin Bedâyi sahibinin, harâc ve öşür yeri demeyip sözün başında, «Madeni, İslâm memleketinde sahipsiz bir yerde bulursa, 1/5'ni vermek vâcip olur. İslâm memleketinde sahipli bir yerde, veya bir hanede, evde, dükkânda bulursa, hilâfsız olarak 4/5'ü milk sahibinin olur. Milk, onun olsun başkasının olsun fark etmez. Çünkü maden yere tâbidir. Yerin cüzlerindendir. Hükümdarın, parselleyip vermesiyle, o yere mâlik olan kimse, bütün cüzleriyle mâlik olur. O kimseden başkasına intikal ederken dahi, bütün tâbîleriyle intikal eder. 1/5 vâcip olup olmadığında ihtilâf edilmiştir. İlh...» demesi buna aykırıdır. Çünkü «hilâfsız olarak 4/5'ü milk sahibinin olur» sözü, yerin, madeni bulanın veya başkasının milki olması fark etmediği hususunda açıktır. Zira «başkasının olsun» tabirinden murad dahi, madeni bulandır. Binaenaleyh hilâf ile, kalan madenin sahibine ait olacağına ittifak, ancak yerin, bulanın veya başkasının milki olması hususundadır. «Bulan, sahibinden başkası ise 1/5 vâciptir. Sahibi bulmuşsa 1/5 vâcip değildir» demeye imkân yoktur. Çünkü her ikisinde illet birdir. Bu illet, sahibinin o yere bütün cüzleriyle mâlik olmasıdır. Biz her iki rivayeti izah ederken, aralarında fark olmadığını gösteren sarahata yakın sözler söyleyeceğiz. Allah'u âlem!...
METİN
Madeni, hanesinde, dükkânında ve arazisinde bulursa, Asl'ın rivayetine göre hiçbir şey alınmaz. Kenz sahibi, bu rivayeti tercih etmiştir. Yâkut, zümrüt ve feyruz gibi taşlar, dağda yani madeninde bulunurlarsa, bunlardan bir şey alınmaz. Cahiliyet definesi, yani gömülü mal olarak bulunurlarsa, 1/5'leri alınır. Çünkü bu ganimettir. Hâsılı defineden, nasıl bulunursa bulunsun 1/5 alınır. Madenden ise, ateşte yumuşayanlardan olmak şartıyla alınır. İnci ve amberden de 1/5 alınmaz. İnci, bahar yağmurundan hâsıl olur. Amber ise denizden çıkan bir ot yahut bir hayvanın tersidir. Denizden çıkarılan bütün ziynetler de böyledir. Velev ki denizin dibinde bulunmuş altın hazinesi olsun. Çünkü cebren alınmamıştır. Binaenaleyh ganimet değildir.
İZAH
Şârih'in, bulunan şeyi maden diye kayıtlaması, Kenz'in ibaresinden ihtiraz içindir. Kenz'de, «Madenden 1/5 alınır. Velev ki birinin mülkünde veya hanesinde bulunsun. Çünkü maden yerin cüzlerinden değildir» denilmiştir. Madeni hanesinde veya dükkânında bulursa, hiçbir şey vermek lâzım gelmemesi, İmam-ı Âzam'a göredir. İmameyn buna muhaliftirler. Mültekâ. Asl'ın rivayetine göre, kendi arazisinde bulursa, yine bir şey alınmaz. Gayetü'l-Beyânda şöyle denilmektedir: «Sahipli yer hakkında İmam-ı Âzam'dan iki rivayet vardır. Aslın rivayetine göre yerle hane arasında fark yoktur. Her ikisinde bulunan madenden bir şey alınmaz. Çünkü yer o kimseye, bütün cüzleriyle intikal etmiştir. Maden de yerin toprağından sayılır. Binaenaleyh o yere mâlik olunca madeninden 1/5 almak vâcip olmaz. Nasıl ki, ganimeti hükümdar birisine satarsa, diğer insanların oganimet üzerindeki hakkı sâkıt olur. Zira alan kimse o ganimete bedelle mâlik olmuştur. Cessas da böyle demiştir. Cami-i Sağir'in rivayetine göre ise, yerle hane arasında fark vardır. Bunun izahı şudur:
Hanede aslâ zahmete katlanmak yoktur. Onun için beşe bölünmez. Bütün maden, bulanın olur. Yer bunun hilâfınadır. Onda, harâc ve öşür vergisi vardır. Bundan dolayı 1/5 alınır.
«Kenz sahibi bu rivayeti tercih etmiştir.» Yani Musannıf'ın yaptığı gibi O da yalnız bu rivayeti zikretmiş, bununla onun tercih edileceğini anlatmak istemiştir, Lâkin Hidâye'de, «Ebû Hanîfe'den iki rivayet vardır» denilmiş, sonra Cami-i Sağîr rivayetine göre, yerle hanenin farkı yapılmış; Asl'ın rivayetinden bahsedilmemiştir. Bu, Cami-i Sağîr rivayetini tercih ettiğini göstermek için olsa gerektir. Allâme Nuh Efendi'nin Hâşi-ye'sinde, «Kıyas, iki şeyden dolayı Cami-i Sağîr rivayetinin tercihini gerektirir. Birincisi, çatışma olursa, Cami-i Sağır rivayeti başkasına tercih olunur. ikincisi, bu rivayet İmameyn'in kavline uygundur. Müttefekun aleyh olan rivayeti kabul etmek evlâdır.» denilmektedir.
Hâsılı, İmam-ı Âzam 1/5 vâcip olması için madenle define arasında fark gördüğü gibi; ova ile hane ve mübah yerle sahipli yer aralarında da fark görmüştür. İmameyn ise 1/5 vâcip olmak için bunların aralarında fark gözetmemişlerdir.
Musannıf «cahiliyet definesi» demekle, İslâm definesinden ihtiraz etmiştir. Şârih «Kenz» tabiriyle, definenin hükmüne işaret etmiştir ki, defineler bahsinde gelecektir. Cahiliyet definesinin ganîmet sayılması, kâfirlerin elindeyken bizim elimize geçmesindendir. Bahır.
«Define nasıl olursa olsun.» Yani yer cinsinden olsun olmasın 1/5'i alınır. Elverir ki, kıymeti hâiz mal olsun. Bahır. Bundan yalnız, denizin definesi müstesnadır. Nitekim az sonra gelecektir. Madenden, ateşte yumuşayanlar 1/5'e tâbidir. Sıvılar ile, ateşte yumuşamayan taşlardan 1/5 alınmaz. Nitekim yukarıda geçti.
İnci, Şârih'in tarifine göre bahar yağmurundan meydana gelir. Kuhistânî diyor ki: «İnci, parlak bir cevherdir. Allah Teâlâ onu bir sedefin içine düşen bahar yağmurundan halkeder. Bu sedefin, balık cinsinden bir hayvan olduğu söylenir. Allah Teâlâ inciyi onun içinde halkeder. Nitekim Kirmânî'de beyan edilmiştir.»
Şârihimiz, amberi dahi, «denizden çıkan bir ot» diye tarif etmiştir. Davud Antâkî, Tezkiresi'nde şöyle demektedir: «Sahih olan şudur ki, amber, denizin dibinde bulunan birtakım gözlerdir ki, yağlı bir madde ifraz ederler. Bu madde suyun üstüne çıkınca donar ve deniz onu sahile atar.» Amberin, deniz sığırı denilen bir hayvanın fışkısından meydana geldiğini söyleyenler de vardır.
«Çünkü cebren alınmamıştır.» Bu sözün hâsılı şudur. 1/5'in alınacağı yer ganimettir. Ganimet, vaktiyle kâfirlerin olup, sonra kahr ve galebe suretiyle müslümanların eline geçen maldır. Denizin dibine galebe ve kahır geçmez. Binaenaleyh orada bulunan ganîmet değildir Kadıhân.
METİN
Üzerinde İslâm alâmeti bulunan define - para olsun başka bir şey olsun - lükata (bulma mal) dır. Hükmü, ileride gelecektir. Üzerinde küfür alâmeti bulunan defineden ise 1/5 alınır. Geri kalanı, ilk fethedildiği zaman, yerin verildiği sahibinindir. O yoksa, sağ olan mirasçınındır. O da yoksa, en güzel hareket, bu defineyi Beytülmal'e vermektir. Bu hüküm, O kimsenin yeri sahipli olduğuna göredir. Sahipli değilse, define bulanın olur. Velev ki bulan kimse zımmi, köle, çocuk veya kadın olsun. Çünkü bunlar da ganîmet ehlindendir. Bundan yalnız, müste'men (pasaportlu) harbî müstesnadır., Ondan, elindeki define geri alınır. Ancak ovalarda, hükümdarın izniyle bir şarta bağlı olarak çalışırsa, şart edilen şey kendisine verilir.
Rikâz aramak için iki adam çalışsa, hangisi bulursa, rikâz onun olur. Her ikisi yevmiyeci iseler, rikâz kiralayanın olur. Bulunan definenin üzerinde alâmet bulunmaz, yahut paranın kimin tarafından basıldığı şüpheli kalırsa, zâhir mezhebe göre, cahiliyet devrinden kalmıştır. Bunu Zeylâî söylemiştir. Çünkü ekseriyetle, bulunan defineler böyledir. Bazıları, lükata gibi olduğunu söylemişlerdir.
İZAH
«Başka bir şey olsun» ifadesinden murad, silah, alet, ev eşyası, yüzük taşları ve kumaş gibi şeylerdir. Bahır.
«Lükatadır (Yani bulma maldır, bulanın elinde emanettir.) Çünkü müslümanların malı ganîmet olamaz.» Bedâyi. Lükatanın ileride gelecek hükmü şudur: Bulunan mal, mescid kapılarında ve pazar yerlerinde, arayan çıkmayacak zannedilinceye kadar ilân edilir. Sonra, bulan kimse fakirse kendisine harcar; fakir değilse; ödemek şartıyla başka bir fakire verir. H.
Kifâye'de şöyle denilmiştir: «İlan işi, malın azlığına çokluğuna göre değişir; hatta ulemanın beyanına göre, on dirhem ve daha fazlası bir sene ilân edilir. On dirhemden aşağısı, üç dirheme kadar bir ay; üç dirhemden aşağısı, bir dirheme kadar bir hafta; bir dirhemden aşağısı, bir gün ilân edilir. Bir kuruş gibi değeri pek az olan şeylerde, bulan kimse sağına soluna bakınarak onu bir fakirin avucuna koyar.
«Üzerinde küfür alâmeti» bulunmaktan murad; paranın üzerine put nakşedilmesi ,veya meşhur krallarından birinin adı bulunması gibi şeylerdir. Bahır. Böyle defineden 1/5 alınır. Bu hususta, kendi yerinde bulunmasıyla, başkasının yerinde veya mübah arazide bulunması arasında fark yoktur. Kifâye. Kâdıhan diyor ki: «Bunda hilâf yoktur. Çünkü define, hanenin cüzlerinden değildir. Binaenaleyh ondan 1/5 almak mümkündür. Maden böyle değildir.»
«En güzel hareket, bu defineyi Beytülmal'e vermektir.» Bunun en güzel hareket olması, Bahır'da şöyle denildiği içindir: «Define, yere tevdî edilmiştir. O yere ilk sahip olan, içindekine de mâlik olmuştur. Yeri satmakla, define onun olmaktan çıkmaz. Bu mesele, içinde inci bulunan balık gibidir.»
Şârih, «bu hüküm» demekle, «geri kalan sahibinindir» sözüne işaret etmiştir. Bu kavil İmameyn'indir. Hidâye ve diğer kitapların zâhirlerinden, bunu tercih ettikleri anlaşılıyor. Lâkin Sirâc'da şöyle denilmiştir: «İmam Ebû Yusuf'a göre kalanı, bulanındır. Nitekim sahipsiz yerdebulunursa, hüküm budur; fetva da buna göredir.»
Ben derim ki: Bu fetva, bizim zamanımız için güzeldir. Çünkü muntazam Beytülmal yoktur. Hattâ Tahtâvî şöyle demiştir: «Zâhir olan şudur ki; İmameyn'in kavline göre, bulan kimse fakir ise, onu kendi nefsine sarf edebilir, demektir. Nitekim ulema, âzad edilenin kızı hakkında, "velev ki süt kızı olsun kendisine tercih edilir." demişlerdir.» Bahır'da Mebsût'tan naklen rivayet edilen şu söz de buna delâlet eder: «Bir kimse rikâz bulursa, onun 1/5'ni fakirlere tasadduk edebilir. Hükümet reisi bunu duyduğu zaman, bu yaptığını geçerli sayar. Çünkü 1/5 fukaranın hakkıdır. O da bunu hak sahibine ulaştırmıştır. O kimse rikâzı bulmak hususunda himayeye muhtaç değildir. Bu iş, bâtınî malların zekâtı gibidir.»
T E M B İ H : Bahr sahibi, Mi'râc'dan naklen, «Hilâfın yeri, arazi sahibi iddia etmediğine göredir. Arazi sahibi, milki olduğunu iddia ederse, bilittifak onun sözü kabul edilir.» demiştir.
Arazi, sahipli değil de, meselâ dağ ve sahradan ibaretse, maden gibidir. Onun da 1/5'ni vermek icabeder. Kalanı, mutlak surette bulanın olur. Bahr. Zımmî ve emsalinin ganîmet ehlinden olmaları, kumandan kendilerine ganîmet malından bahşiş verdiği içindir. Rahmetî.
«Harbî, ovalarda» değil de sahipli yerde çalışırsa, bulduğunun geri kalanı hükümet tarafından parsel olarak verilen şahsa ait olur. Bu husustaki hilâf, yukarıda geçmişti. Bunu Şeyh İsmail söylemiştir.
«Rikâz aramak için iki adam çalışsa, hangisi bulursa rikâz onun olur.» Zâhirine bakılırsa, ötekine bir şey vermek icabetmez. Yeri biri kazar da, sonra öteki gelerek tamamlar ve rikazı çıkarırsa, mesele açıktır. Fakat, kazma işini beraber yürütürlerse. Musannıf fâsit şirket bâbında beyan edecektir ki, ot toplamak, av avlamak ve su çıkarmakta: dağlardan yemiş devşirmek, define aramak, mübah çamurdan tuğla pişirmek gibi sair mübah şeylerde ortaklık caiz değildir. Çünkü bunlar, vekâleti tazammun eden şeylerdir. Mübah bir şeyi aramakta tevkil caiz değildir. Birinin bulduğu kendisinin; ikisinin beraberce buldukları, yarı yarıya ikisinin olur. Bu, her birinin bulduğu miktar bilinmediğine göredir. Arkadaşının yardımıyla, birinin bulduğu rikâz kendinindir. İmam Muhammed'e göre kaça çıkarsa çıksın, arkadaşına ecr-i misil verilir. Ebû Yusuf'a göre ise, ecr-i misil, bulduğu rikazın yarı kıymetini geçmemelidir .
"Rikâz, kiralayanın olur" Musannıf, fâsit icare bâbında şöyle diyecektir: «Bir kimse, kendisine av avlamak veya ot toplamak için birini ücretle tutar da, bunun için bir vakit tayin ederse, caiz olur; etmezse caiz değildir. Meğer ki kendi milki olan odunu tayin ede.» Tahtâvî orada, «Etmezse caiz değildir» sözü üzerine, «odun çalışanın olur» diye yazmıştır.
Ben derim ki! Bu sözün muktezası, vakit tayin etmedikleri takdirde, burada da zekâtın, çalışana lâzım gelmesidir. Çünkü ücretle tutmak fâsit olunca, ortada mücerret tevkîl kalır. Mübahı elde etmek için ise tevkilin sahih olmadığını gördün. Rikâzı, biri diğerinin yardımıyla bulması hali, böyle değildir. Zira yardım eden ecr-i misil alır. Bu adam arkadaşı için çalışmıştır Teberruda bulunmuş değildir. Benim anladığım budur, sen de teemmül et! Zeylaî'nin söylediğini Hidâye sahibi dahi söylemiştir. Çünkü kâfirler, dünya malına ve onu biriktirmeye hırslıdırlar. T.
«Bazıları, lükata gibi olduğunu söylemişlerdir.» Hidâye'nin ibaresi şöyledir: «Bazıları, bizim zamanımızda müslümanlardan kalma sayılacağını söylemişlerdir. Çünkü üzerinden uzun zaman geçmiştir.» Yani zâhire göre cahiliyet devri eserlerinden bir şey kalmamıştır. Aksi tahakkuk etmedikçe, zâhire göre amel vâciptir, demek istemiştir. Hak olan, bu zâhirin kabul edilmemesidir. Bilâkis cahiliyet devrinin defineleri bu güne kadar mevcuttur. Memleketimizde her gün bulunmaktadır. Fethu'l-Kâdîr'de de böyle denilmiştir. Yani cahiliyet devri definelerinin, bu güne kadar bâkî olduğu anlaşılınca, bu zâhir ortadan kalkar.
Ben derim ki: Şimdi şu kalır: Üzerlerinde ehli harp alâmeti bulunan birçok paralarla, müslümanlar muamele görmektedirler; zâhire bakılırsa bu paralar, şüpheli kalan kısımdandır. Meğer ki o beldenin fethinden önceki cahiliyet devrine ait oldukları bilinsin. Sonra Molla Aliyyülkâri'nin Nikâye adlı eserinin şerhinde şöyle denildiğini gördüm: «Kâfir dirhemlerinin müslüman dirhemleriyle karışık olanları ise, zamanımızda kullanılan müşahhas paralar gibidir. Bunların müslüman parası olduğunda hilâf bulunmamak gerektir.»
METİN
Dâr-ı harbin sahrasında bulunan rikâzdan, maden olsun, define olsun 1/5 alınmaz. Bunların hepsi bulanındır; velev ki bulan müste'men (pasaportlu harbî) olsun. Çünkü hırsızlıkla elde edilmiş gibidir. Onun içindir ki, o yere silahlı bir cemaat girer de, küffarın define ve madenlerinden bir şey elde ederlerse, 1/5 alınır. Çünkü ganîmettir. Rikâzı, bir müste'men, kendilerinden birine ait, sahipli bir yerde bulursa, gadir etmiş olmaktan korunmak için, onu sahibine iade eder. Etmez de, rikâzı o yerden çıkarırsa, ona haram olarak mâlik olur. Bundan kurtulmanın çaresi, onu tasadduk etmektir; satması da caizdir. Çünkü milk bâkîdir. Lâkin müşteriye helâl olmaz. Rikâzı, müste'menden başkası, "Ehl-i Harb'in milkinde bulursa, alması helâl olur. İadesi gerekmez. Ondan 1/5 dahi alınmaz. Sebebi yukarıda geçti. Bu hususta, eşya ile başka şey arasında fark yoktur. Gerçi Nikaye'de «Sahipsiz yerden çıkarılan rikâz eşyadan 1/5 alınır» denilmişse de, bu yanlıştır. Meğer ki, küffârın müslüman memleketindeki eşyası, diye yorumlana!
FER'İ MESELE: Rikâzı bulan kimse, onun 1/5'ni, kendisine, usul ve furûuna ve ecnebî kimselere sarf edebilir. Yalnız fakir olmaları şarttır.
İZAH
«Dâr-ı Harb'in sahrasında bulunan rikâzdan, maden olsun, define olsun 1/5 alınmaz.» Kudûrî'nin, bunu yalnız «define ise» diye kayıtlaması, define hakkında hilâf bulunduğundandır, Zira Şeyhülislâm, definede 1/5 vâcip olduğunu söylemiştir. Onun hükmü bilinince, madenin hükmü evleviyette kalır. Çünkü maden hakkında hilâf yoktur. Nitekim Mi'râc'dan naklen, Bahır'da nakledilmiştir.
«Çünkü hırsızlıkla elde edilmiş gibidir.» Hidaye sahibi diyor ki: «Bu, bulan kimsenindir. Çünkü küffarın sahrasındaki bir şey hâssaten bir kimsenin elinde değildir. Binaenaleyh gadir sayılmaz. Bundan bir şey de alınmaz; çünkü hırsızlama mesabesindedir.»
«Onun içindir ki» ibaresindeki işaret hırsızlamayadır. Yani onun elde ettiğinden 1/5 alınmaz. Meğer ki kahren ve galebe yoluyla alınsın. Nitekim bundan sonra şârih, bu yolla alınanın ganîmet olduğunu açıklamıştır.
«Rikâzı bir müste'men ilh...» ifadesinin hâsılı şudur: Bir kimse, rikâzı küffâra ait sahipsiz bir yerde bulursa, bulduğunun hepsi, kendinin olur. Bu hususta müste'menle başkası arasında fark yoktur. Bu, yukarıda geçmişti. Sahipli yerde bulursa, bulan müste'men olmadığı takdirde, yine bulduğunun hepsi kendinindir. Bulan müste'men olursa, bulduğunu sahibine iade etmesi vâcip olur. Burada geçen rikâz tabiri, define ve madene şâmildir. Gerçi Bercendî'de «define» diye kayıtlanmışsa da, bu, herhalde yukarıda Kudûrî'den naklettiğimiz söze binaen olsa gerektir.
«Lâkin müşteriye helâl olmaz.» Ama bir adam, fâsit satışla bir şey satın alır da, sonra satarsa, o mal ikinci müşteriye helâl olur. Çünkü bu takdirde, fesîh mümkün değildir. Bunu Halebî Bahır'dan nakletmiştir.
«Ondan 1/5 dahi alınmaz.» Meğer ki silahlı bir cemaat olsunlar. Bu takdirde alınan, ganîmet olur. Nitekim yukarıda geçti aşağıda da gelecektir.
«Sebebi yukarıda geçti.» Yani o kimse hırsızlık etmiş mesabesindedir. Nitekim Gayetü'l-Beyân'dan naklen Dürer'de böyle denilmiştir.
Nikâye, Muhakkık Sadrı'ş-Şeria'nın eseridir. Dedesi Tâcü'ş-Şeria'nın Vikâye namındaki eserinde de böyle denilmiştir. Vikâye'nin ibaresi şöyledir: «Küffârın sahipsiz bir yerinde onların eşyasına ait define bulursa 1/5 alınır.» Dürer sahibi diyor ki: «Bu söz doğru değildir. Çünkü Hidâye Şârihleri ile diğer ulemanın açıkladıklarına göre, 1/5 ancak ganîmet mânâsı taşıyan şeyde vâcip olur, ki bu da vaktiyle küffarın olup ta, sonradan müslümanların eline geçen şeydir. Vikâye'de zikredilen böyle değildir. Çünkü müste'men, hırsızlık eden gibidir. Dâr-ı Harb'in yeri, müslümanların eline geçmiş değildir. Doğrusu "bulursa" kelimesinin, üst tarafıyla alâkası kesilmeli ve bu kelime meçhul okunmalı ve yer müslümanlara izafe edilmelidir.»
«Meğer ki, küffârın müslüman memleketindeki eşyası, diye yorumlana.» Bu yorumlama, Nikâye'nin ibaresinde sahihtir. Çünkü onun ibaresinde, dârı harpten sözü yoktur. Vikâyenin ibaresi böyle değildir. Hâsılı, vikâye'nin ibaresinde mesele, eşya dâr-ı harpte sahipsiz bir yerde bulunduğuna göre farz edilmiştir. Bulan müsellâhtır. Binaenaleyh 1/5 vâciptir. Nikâye'nin ibaresinde ise, yer müslüman memleketinde olduğuna göre farz edilmiştir Bulan da müslüman bir kimsedir. Müste'men olamaz, çünkü müslümanların eman verdiği kâfir hiçbir şeye müstehak değildir. Meğer ki yukarıda görüldüğü vecihle, şartlı çalıştırılsın. İslâm memleketinde bir müslüman, müste'men olamaz. Sonra bu mesele, her iki ibareye göre, yukarıda gecen izahattan anlaşılmıştır. Burada zikredilmesinin faydası, Şârih'in evvel işaret ettiği înâye ve diğer kitapların açıkça beyanda bulundukları şeydir ki, o da, 1/5'in vâcip olması; rikâzın, altın, gümüş paralardan ve eşya gibi başka mallardan olması arasında fark bulunmamasıdır.
«Kendisine sarf edebilir.» Yani muhtaç olur, kendisine ayırdığı 4/5 yetmezse; meselâ 200dirhemden azsa, 1/5'i kendi ihtiyacına sarf edebilir. Ama 200 dirhemi bulursa, 1/5'i alamaz. Bahır.
Ben derim ki: Lâkin burada şöyle denilebilir. Bazen 200 dirhemi bulur geçer de, yine yetmez; meselâ kendisi 200 dirhem borçlu olur. En iyisi, ihtiyaca kadar, demekle yetinmelidir. Hâkim'in Kâfî namındaki eserinde şöyle denilmektedir: «Bir kimse rikâz bulursa, onun 1/5'ni fakirlere tasadduk edebilir. Hükümdar bunu duyunca, onun yaptığını geçerli sayar. Şayet bulduğunun hepsine muhtaç ise, hepsini kendisine ayırabilir. 1/5'ni babalarından ve çocuklarından muhtaç olanlara tasadduk ederse caiz olur. Bu, yerden çıkan mahsulün öşrü mesabesinde değildir»  

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...