RİKÂZ BÂBI
METİN
Rikâz
mâli vazifelerden olduğu için, ulema onu zekâta ilhak etmişlerdir. Rikaz lügatta
"rekiz"den yani "ispat'dan alma olup, "gömülmüş" mânâsına gelir. Şer'an,
yeraltında gömülü mal, mânâsınadır. Ve gömenin hâlik ve mahlûk olmasına
şâmildir. Onun için Musannıf, «Hilkat itibariyle Allah Teâlâ'nın yarattığı maden
veya define, kâfirlerin gömdüğü maldır» demiştir. Çünkü beşte biri alınan budur.
Rikâzı, müslüman veya zımmînin bulması fark etmez. Velev ki küçük köle veya
câriye olsun. Rikâz maden, altın, gümüş para ve demir gibi şeylerdir ki, bundan
maksat sert olup, ateşe tutmakla yumuşayan madendir. Civa da bundandır.
ÎZAH
Bâbımızın
ilk cümlesi, mukadder bir sualin cevabıdır. Sual şudur: «Bu bâbın hakkı, siyer
bahsinde zikredilmekti. Çünkü rikâzdan alınan, zekât değildir. Ancak ganîmetin
sarf edildiği yerlere verilir. Nitekim Nehir'de beyan edilmiştir. Bu suale Şârih
«Çünkü rikâz mâlî vazifelerdendir» diye cevap vermiştir. (Yani zekâttan sonra
zikredilmesi, bundan dolayıdır, demek istemiştir.) Musannıfın rikâzı öşürden
önce zikretmesi, öşür, kendisinde kurbet (ibâdet) mânâsı olan nafaka olduğu
içindir. Rıkâz ise sırf kurbettir. T.
Rikâz,
lügatta, "rekiz"den alınmadır. Müştak (türeme) değildir. Çünkü ayın isimleri,
camid (arı) dirler. T. Zâhirine bakılırsa, rikâzın şer'î mânâsı, lügat
mânâsından başkadır. Muğrib'den naklen Mineh'de bildirildiğine göre, rikaz,
maden yahut definedir. Çünkü bunların ikisi de yeraltında gömülüdür. Velev ki
gömen ayrı olsun. Öyle anlaşılıyor ki, bu kelime, her iki mânâda müşterektir;
defineye mahsus değildir. Nehir sahibi, «Şu halde bu kelime müteradiftir» diyor,
ki Musannıf'ın verdiği ünvana münasip olan da budur. Maden mânâsında hakikat,
definede mecaz olamaz. Çünkü bir kelimede hakikat la mecazın bir araya gelmesi
imkânsızdır. T.
Ma'den
veya ma'din, adn'dan alınmadır. Adn, bir yerde oturmaktır. Ma'denin aslı, içinde
karar kılmak kaydı ile yerdir. Sonra, Allah'ın yeri yarattığı gün, onun
terkibine kattığı cüzler mânâsında meşhur olmuştur. Hattâ ma'den denilince
karinesiz doğrudan doğruya bu mânâya intikal edilir olmuştur. Fetih.
«Çünkü
beşte biri alınan budur.» Yani aslında define, insan fiili ile yere gömülen
şeyin adıdır. Nitekim Fetih ve diğer kitaplarda beyan edilmiştir. İnsan
kelimesi, mü'mine de şâmildir. Lâkin Şârih onu kafire tahsis etmiştir. Zira
beşte biri alınan define, kâfirin definesidir. Müslümanın definesi lükata (bulma
mal) dır. Nitekim gelecektir.
«Rikâzı,
mûslüman veya zımmînin bulması fark etmez» sözü ile, harbî tariften
çıkarılmıştır. Onun hükmü metinde gelecektir.
«Velev
ki küçük köle veya cariye olsun.» Çünkü Nehir ve diğer kitaplarda, «Bu hüküm,
bulanın hür olup olmamasına, baliğ olup olmamasına, erkek ve müslüman olup
olmamasına şâmildir» denilmiştir.
Giva'nın
madenden sayılması, İmam-ı Âzam'ın son kavlidir. İmam Muhammed'in kavli de
budur. İmam-ı Âzam, evvelce, civadan bir şey alınmayacağına kâilmiş. Ebû
Yusuf'un son kavli de budur. Çünkü civa, zift ve neft gibidir. Yani su
cinsindendir. Bunlarda 1/5 vergi yoktur. İmam-ı Âzam'la İmam Muhammed'e göre
civa, kaynağından ilaçla elde edilir ve başka madenlerle birlikte yumuşar.
Binaenaleyh gümüş gibidir. Nehir. Yani gümüş, bir şey karıştırmadan yumuşamaz.
Fetih. Nehir sahibi diyor ki: «Hilâf, madeninde bulunan civa hakkındadır.
Kâfirlerin hazinelerinde bulunan civadan ise bilittifak 1/5 alınır.»
METİN
Mazot
ve zift gibi sıvı maddeler hariç kaldığı gibi, taş madenler gibi yumuşamayan
şeyler de tariften hariç kalır. Rikâz, haraç veya öşür yerinde bulunur. Bu
kayıtla hâne tariften hariç kalır. Ova hariç kalmaz, çünkü o evleviyetle tarifte
dahildir.
İZAH
Taş
madenler'den murad, kireç, alçı, yâkut ve zümrüt gibi şeylerdir. Bunlarda öşür
yoktur. Bahır. Haraç ve öşür yerleri, inşallah cihad bahsinde anlatılacaktır.
Halebî şöyle demiştir: «Bilmiş ol ki, yer dört kısımdır. Birincisi mübah,
ikincisi bütün müslümanların malı, üçüncüsü muayyen şahsın malı, dördüncüsü
vakıftır. Mübah olan yer, öşür ve haraç arazisi olamaz. Bütün müslümanların
mülkü olan yer de öyledir. Mısır'ın vakıf olmayan arazisi bu kabildendir. Bu
arazi asıl itibariyle haraç yeri olsa da sahibi mirasçı bırakamadan öldüğü için
Beytülmal'e verilmiştir. Nitekim bunu Bahır sahibi, Tuhfe adlı eserinde
açıklamıştır. Muayyen şahsın ve vakfın arazisi, ya öşri ya haracidir.
Sonra,
mübah araziden alınan 1/5 Beytülmal'e verilir; geri kalan, rikâzı bulana aittir.
İkincisi, yani muayyen olmayan kimsenin mülkünü görmedim. Bana öyle geliyor ki,
bulunan definenin hepsi Beytülmal'ın olacaktır. 1/5'in onun olması meydandadır.
Geri kalan da onundur. Çünkü sahibi mevcuttur. Sahibi bütün müslümanlardır.
Binaenaleyh onu müslümanların vekili olan sultan alır. Üçüncü, yani muayyen
kimsenin mülkünde bulunandan Beytülmal için 1/5 alınır. Geri kalanı
sahibinindir. Dördüncüde, yani vakıfta 1/5 Beytülmal'ındır. Nitekim bunu Hamavî,
Bercendî'den nakletmiştir. Ama onun ifadesinden, kalanın hükmü anlaşılmamıştır.
Bana öyle geliyor ki, birincide olduğu gibi, burada da, kalan kısım, bulanın
olacaktır. Çünkü mâlik yoktur. Kaydedilmelidir:»
Ben
derim ki: Bu ibâre, birkaç yönden söz götürür.
Evvelâ,
«Mübah, öşrî ve haracî olamaz» demesi söz götürür. Çünkü Hâniyye, Hülâsa ve
diğer kitaplarda açıklandığına göre, su ulaşmayan dağlık arazi öşür arazisidir.
İkincisi,
«İkinci ve üçüncü kısımlar ya öşrîdir; ya haracîdir.» demesi söz götürür.
Şârih'in, öşür ve harac bâbında beyan ettiğine göre, bir kimse Beytülmal'den
satın aldığı yerini vakfeder veya vakfetmezse, o yere haraç ve öşür yoktur.
Lâkin bu da söz götürür ki, bundan, gelecek bâbda söz edeceğiz.
Üçüncüsü,
Halebî 1/5 den geri kalan miktarın bulana ait olmasında, vakıf yerini, mübah yer
gibi saymıştır. Bu da söz götürür. Çünkü vakıf, İmam-ı Âzam'a göre, mülk vâkıfın
olmak üzere, malın aynını hapsetmektir. İmameyn'e göre ise, mülk Allah'ın olmak
üzere, aynı hapsetmek, menfaatitasaddukta bulunmaktır. Maden menfaat değildir. O
yerin cüzlerindendir. Bu yer vâkıfın mülkü idi. Sonra onu hapsetti. Binaenaleyh
vakfı bozmak mesabesindedir. UIemanın açıkladıklarına göre, vakfın enkazı,
ihtiyaç varsa vakfın tamirinde kullanılır. İhtiyaç yoksa muhafaza edilir. Hak
sahiplerine dağıtılmaz. Çünkü onların hakkı, menfaatte değil ayındadır. Hak
sahiplerinin bunda hakkı olmayınca, ecnebi ona nasıl mâlik olabilir. Meğer ki
madenle yıkıntı arasında fark iddia edile! Teemmül buyrulsun!
Dördüncüsü,
Halebî'nin «muayyen kimsenin mülkünde 1/5 alınır» demesi, Musannıf'ın tercihine
aykırıdır. Musannıf «sahipli yerden bir şey alınmaz» demektedir. Nitekim
gelecektir.
T
E M B İ H : Fethu'l-Kadîr'de şöyle deniliyor: «Haraç ve öşür yeri diye
kayıtlaması, hane tariften hariç kalsın diyedir. Çünkü hanede bir şey alınmaz.
Lâkin buna da şöyle itiraz olunur! Ova gibi kendisinde bir vazife bulunmayan
yerde bulunandan da bir şey alınmamak gerekir. Halbuki böyle değildir.
Binaenaleyh doğrusu, bu kaydın ihtiraz için değil de, haraçla öşür vazifelerinin
daimî olduğunu; bu yerlerde bulunandan bir şey almaya mâni olmadığını anlatmak
için konulduğunu kabul etmektir.» Nehir'de, Şârih'in işaret ettiği şekilde cevap
verilmiştir, ki o da şudur: Bu kaydın, haneden ihtiraz için konulması sahihtir.
Bundan ovanın hükmü evleviyetle anlaşılır, Zira vazifeyle birlikte yer de vâcip
olunca vazifeden hâli olanda vâcip olması, evleviyette kalır.
Ben
derim ki: Şöyle cevap vermek de mümkündür: Öşür ve haraç yerinden murad, bir
kimsenin elinde olsun olmasın, vazifesi öşür veya haraç olan yerdir. Binaenaleyh
ovaya ve başkalarına da şâmildir. Buna delil, Hâniyye'den naklettiğimiz, «Dağlık
arazi öşür arazisidir» sözüdür. Şu halde murad, bununla dâr-ı harpten
ihtirazdır. Dürerü'l-Bihâr metninde «Dâr-ı harp madeninden başka» denilmesi de
buna delâlet eder. Ve anlaşılır ki, maksat müslüman memleketinin madenidir. Onun
için Kuhistânî'de «haraç veya öşür yerinde» ibâresinden sonra, «kısacası dağ
olsun, ova olsun, metruk olsun, memlûk olsun, müslüman memleketinde bulunandır.
Bununla, kendi hanesinde ve yerinde bulunanla, harbînin yerinde bulunandan
ihtiraz etmiştir.» denilmiştir. Sonra, aynen bu söylediğimi, Şeyh İsmail'in
Şerhi'nde gördüm. Şöyle dîyor: «Bunun, dâr-ı harpte bulunandan ihtiraz için bir
kayıt olması ihtimali vardır. Çünkü dâr-ı harp arazisi, haraç veya öşür arazisi
değildir. Haraç veya öşür arazisinden murad, umûmidir. Birinin mülkü olup
olmamaya ziraata elverip elvermemeye şâmildir. Binaenaleyh bunda, kırlar ve
sahipsiz yerler dahildir. Zira bu yerler ziraata elverişli yapılırsa, öşrî veya
haracî olurlar.»
Ben
derim ki: Bu izaha göre, haracî ve öşrî tabirlerinde, yerin yukarıdâ geçen bütün
kısımları dahildir. Ve bunların madenlerinden 1/5 alınır. Lâkin Musannıf, bir
kimsenin kendi hanesinde veya yerinde bulunan madenden 1/5 alınmayacağını
açıklayacaktır .
Şârih
«ova hâriç kalmaz» sözü ile, yukarıda Nehir'den naklettiğimize işarette
bulunmuştur. Bu anlattıklarımıza göre, evleviyet iddiasına ve haneyi tariften
çıkarmaya çalışmaya hacet yoktur. Çünkü Musannıf onun çıkarılacağına tembih
edecektir. Kaldı ki, haneye temas edince, araziye de temas etmesi gerekirdi.
Zira arazi, sahipli de olsa, haracî veya öşrî olabilir. Halbuki, onunmadeninde
1/5 yoktur. Nitekim gelecektir. Meğer ki, «araziyi bırakması onun hakkında iki
rivayet olduğundandır» denile.
METİN
Rikâzdan
beşte bir alınır. Çünkü hadiste, «Rikâzda 1/5 vardır» buyurulmuştur. yukarıda
geçtiği vecihle, bu söz madene de şâmildir. Geri kalanı, yer mülk ise
sahibinindir. Yer, dağ ve sahra gibi mülk değilse, bulanındır.
İZAH
Rikâz
hadîsinin tamamı şöyledir: «Hayvanın yaptığı zarar, hederdir. Kuyunun getirdiği
zarar hederdir; madenin getirdiği zarar hederdir; definede beşte bir vardır.» Bu
hadîsi altı hadîs imamı rivayet etmişlerdir. Fetih'te de böyle denilmiştir.
Fetih sahibi, bu hadîsin maksada delâletini beyan ederken şöyle demiştir:
«Rikâz, tahkikimize göre madene ve defineye şâmildir. Binaenaleyh her ikisinde
1/5 vermek icap eder. Heder olduğunu beyandan sonra, atıf sebebi ile, madenin
murad edilmemesi tevehhüm olunamaz. Zira, tenakuz olur. Çünkü madene ta'lik
edilen hüküm, rikâzın zımnındaki hüküm değildir ki selp ve icapla değişsin. Zira
murad, onu helâk etmesi, yahut onun sebebi ile helâk olması, kuyuyu kazana
ödettirilmez, demektir. Yoksa, haddi zâtında bir şey lâzım gelmez, demek
değildir. Aksi halde hiç bir şey lazım gelmez ki bu müttefekun aleyhin
hilâfınadır.
Hâsılı
şudur: Fetih sahibi hâssaten madene hüküm isbat etmiştir. Bunu hâssaten
söylemiş; sonra başkası ile birlikte ona bir hüküm daha isbat ederek, her
ikisine şâmil olan ismile ifade etmiştir, ki ikisinde de sâbit olsun (1). Bu
satırlar kısaltılarak alınmıştır. Bunu Nehir sahibi dahi nakletmiştir.
«Geri
kalanı, yer mülk ise sahibinindir.» Mülteka, Nihâye, Nikâye, Dürer ve islâh'da
böyle denilmiştir. Bu ibare, Hidâye ile şerhlerinde, Kenz ve şerhlerinde,
Dürerü'l-Bihârda, Mevâhib, İhtiyâr ve Câmi-i Sağir'de zikredilmemiştir. Zâhir
olan budur.
Bu
ibareyi zikreden, ondan sonra, «Arazisi hakkında iki rivayet vardır» demiştir.
Yani 1/5 vâcip olup olmaması hakkında iki rivayet var, demek istemiştir. Bu
gösterir ki haraç ve öşür yerinden murad, sahipli olmayan arazisidir. Bundan
daha garip olmak üzere Musannıf, sadece vâcip değildir, rivayetini söylemekle
yetinmiş ve «Rikâzı kendi hanesinde veya arazisinde bulursa, ondan bir şey
alınmaz» demiştir ki böylece, sözünün başı sonunu bozmuştur. Çünkü o kimsenin
arazisi öşür veya harâc yeri olmaktan hâlî değildir. Nitekim gelecektir.
Musannıf evvela, bunlarda 1/5 vâcip odluğuna kesinlikle hükmetmişti. Hâsılı,
sahibi yerden çıkan madenin hepsi sahibinindir. Onu, kendisinin bulmasıyla,
başkasının bulması arasında fark yoktur. Asıl adlı kitabın, aşağıda gelecek
rivayeti budur. Câmi'in rivayetinde ise, «bundan 1/5 vardır, geri kalanı mutlak
surette sahibinindir» denilmektedir. Binaenaleyh, «kendi arazisinden çıkandan
bir şey yoktur» demesi, «geri kalanı sahibinindir» sözüne aykırıdır. Onun için
Rahmetî, «Musannıf'ın sözünün başı, iki rivayetten birine;
sonu
diğerine mebnîdir» demiştir.
Ben
derim ki: Bunun benzerini Kuhistânî de söylemiştir. Ben, Muhammed Ebu's-Suud'un
hâşiyesinde şöyle denildiğini gördüm: «Doğru olan hareket, buradaki sahipli
sözünü, madenibulandan başkasının milki mânâsına yorumlamaktır. Böyle denilirse,
ondan sonra gelen söze aykırı düşmez. Çünkü sonra gelen sözden murad, bulanın
milki olan yerdir.»
Ben
derim ki: Musannıf'ın Kenz sahibi gibi «kendi yerinde» tabirini kullanması, bunu
te'yîd eder. Zira bu sözün mânası, bulan kimsenin yeri, demektir. Lakin Bedâyi
sahibinin, harâc ve öşür yeri demeyip sözün başında, «Madeni, İslâm memleketinde
sahipsiz bir yerde bulursa, 1/5'ni vermek vâcip olur. İslâm memleketinde sahipli
bir yerde, veya bir hanede, evde, dükkânda bulursa, hilâfsız olarak 4/5'ü milk
sahibinin olur. Milk, onun olsun başkasının olsun fark etmez. Çünkü maden yere
tâbidir. Yerin cüzlerindendir. Hükümdarın, parselleyip vermesiyle, o yere mâlik
olan kimse, bütün cüzleriyle mâlik olur. O kimseden başkasına intikal ederken
dahi, bütün tâbîleriyle intikal eder. 1/5 vâcip olup olmadığında ihtilâf
edilmiştir. İlh...» demesi buna aykırıdır. Çünkü «hilâfsız olarak 4/5'ü milk
sahibinin olur» sözü, yerin, madeni bulanın veya başkasının milki olması fark
etmediği hususunda açıktır. Zira «başkasının olsun» tabirinden murad dahi,
madeni bulandır. Binaenaleyh hilâf ile, kalan madenin sahibine ait olacağına
ittifak, ancak yerin, bulanın veya başkasının milki olması hususundadır. «Bulan,
sahibinden başkası ise 1/5 vâciptir. Sahibi bulmuşsa 1/5 vâcip değildir» demeye
imkân yoktur. Çünkü her ikisinde illet birdir. Bu illet, sahibinin o yere bütün
cüzleriyle mâlik olmasıdır. Biz her iki rivayeti izah ederken, aralarında fark
olmadığını gösteren sarahata yakın sözler söyleyeceğiz. Allah'u âlem!...
METİN
Madeni,
hanesinde, dükkânında ve arazisinde bulursa, Asl'ın rivayetine göre hiçbir şey
alınmaz. Kenz sahibi, bu rivayeti tercih etmiştir. Yâkut, zümrüt ve feyruz gibi
taşlar, dağda yani madeninde bulunurlarsa, bunlardan bir şey alınmaz. Cahiliyet
definesi, yani gömülü mal olarak bulunurlarsa, 1/5'leri alınır. Çünkü bu
ganimettir. Hâsılı defineden, nasıl bulunursa bulunsun 1/5 alınır. Madenden ise,
ateşte yumuşayanlardan olmak şartıyla alınır. İnci ve amberden de 1/5 alınmaz.
İnci, bahar yağmurundan hâsıl olur. Amber ise denizden çıkan bir ot yahut bir
hayvanın tersidir. Denizden çıkarılan bütün ziynetler de böyledir. Velev ki
denizin dibinde bulunmuş altın hazinesi olsun. Çünkü cebren alınmamıştır.
Binaenaleyh ganimet değildir.
İZAH
Şârih'in,
bulunan şeyi maden diye kayıtlaması, Kenz'in ibaresinden ihtiraz içindir.
Kenz'de, «Madenden 1/5 alınır. Velev ki birinin mülkünde veya hanesinde
bulunsun. Çünkü maden yerin cüzlerinden değildir» denilmiştir. Madeni hanesinde
veya dükkânında bulursa, hiçbir şey vermek lâzım gelmemesi, İmam-ı Âzam'a
göredir. İmameyn buna muhaliftirler. Mültekâ. Asl'ın rivayetine göre, kendi
arazisinde bulursa, yine bir şey alınmaz. Gayetü'l-Beyânda şöyle denilmektedir:
«Sahipli yer hakkında İmam-ı Âzam'dan iki rivayet vardır. Aslın rivayetine göre
yerle hane arasında fark yoktur. Her ikisinde bulunan madenden bir şey alınmaz.
Çünkü yer o kimseye, bütün cüzleriyle intikal etmiştir. Maden de yerin
toprağından sayılır. Binaenaleyh o yere mâlik olunca madeninden 1/5 almak vâcip
olmaz. Nasıl ki, ganimeti hükümdar birisine satarsa, diğer insanların oganimet
üzerindeki hakkı sâkıt olur. Zira alan kimse o ganimete bedelle mâlik olmuştur.
Cessas da böyle demiştir. Cami-i Sağir'in rivayetine göre ise, yerle hane
arasında fark vardır. Bunun izahı şudur:
Hanede
aslâ zahmete katlanmak yoktur. Onun için beşe bölünmez. Bütün maden, bulanın
olur. Yer bunun hilâfınadır. Onda, harâc ve öşür vergisi vardır. Bundan dolayı
1/5 alınır.
«Kenz
sahibi bu rivayeti tercih etmiştir.» Yani Musannıf'ın yaptığı gibi O da yalnız
bu rivayeti zikretmiş, bununla onun tercih edileceğini anlatmak istemiştir,
Lâkin Hidâye'de, «Ebû Hanîfe'den iki rivayet vardır» denilmiş, sonra Cami-i
Sağîr rivayetine göre, yerle hanenin farkı yapılmış; Asl'ın rivayetinden
bahsedilmemiştir. Bu, Cami-i Sağîr rivayetini tercih ettiğini göstermek için
olsa gerektir. Allâme Nuh Efendi'nin Hâşi-ye'sinde, «Kıyas, iki şeyden dolayı
Cami-i Sağîr rivayetinin tercihini gerektirir. Birincisi, çatışma olursa, Cami-i
Sağır rivayeti başkasına tercih olunur. ikincisi, bu rivayet İmameyn'in kavline
uygundur. Müttefekun aleyh olan rivayeti kabul etmek evlâdır.» denilmektedir.
Hâsılı,
İmam-ı Âzam 1/5 vâcip olması için madenle define arasında fark gördüğü gibi; ova
ile hane ve mübah yerle sahipli yer aralarında da fark görmüştür. İmameyn ise
1/5 vâcip olmak için bunların aralarında fark gözetmemişlerdir.
Musannıf
«cahiliyet definesi» demekle, İslâm definesinden ihtiraz etmiştir. Şârih «Kenz»
tabiriyle, definenin hükmüne işaret etmiştir ki, defineler bahsinde gelecektir.
Cahiliyet definesinin ganîmet sayılması, kâfirlerin elindeyken bizim elimize
geçmesindendir. Bahır.
«Define
nasıl olursa olsun.» Yani yer cinsinden olsun olmasın 1/5'i alınır. Elverir ki,
kıymeti hâiz mal olsun. Bahır. Bundan yalnız, denizin definesi müstesnadır.
Nitekim az sonra gelecektir. Madenden, ateşte yumuşayanlar 1/5'e tâbidir.
Sıvılar ile, ateşte yumuşamayan taşlardan 1/5 alınmaz. Nitekim yukarıda geçti.
İnci,
Şârih'in tarifine göre bahar yağmurundan meydana gelir. Kuhistânî diyor ki:
«İnci, parlak bir cevherdir. Allah Teâlâ onu bir sedefin içine düşen bahar
yağmurundan halkeder. Bu sedefin, balık cinsinden bir hayvan olduğu söylenir.
Allah Teâlâ inciyi onun içinde halkeder. Nitekim Kirmânî'de beyan edilmiştir.»
Şârihimiz,
amberi dahi, «denizden çıkan bir ot» diye tarif etmiştir. Davud Antâkî,
Tezkiresi'nde şöyle demektedir: «Sahih olan şudur ki, amber, denizin dibinde
bulunan birtakım gözlerdir ki, yağlı bir madde ifraz ederler. Bu madde suyun
üstüne çıkınca donar ve deniz onu sahile atar.» Amberin, deniz sığırı denilen
bir hayvanın fışkısından meydana geldiğini söyleyenler de vardır.
«Çünkü
cebren alınmamıştır.» Bu sözün hâsılı şudur. 1/5'in alınacağı yer ganimettir.
Ganimet, vaktiyle kâfirlerin olup, sonra kahr ve galebe suretiyle müslümanların
eline geçen maldır. Denizin dibine galebe ve kahır geçmez. Binaenaleyh orada
bulunan ganîmet değildir Kadıhân.
METİN
Üzerinde
İslâm alâmeti bulunan define - para olsun başka bir şey olsun - lükata (bulma
mal) dır. Hükmü, ileride gelecektir. Üzerinde küfür alâmeti bulunan defineden
ise 1/5 alınır. Geri kalanı, ilk fethedildiği zaman, yerin verildiği
sahibinindir. O yoksa, sağ olan mirasçınındır. O da yoksa, en güzel hareket, bu
defineyi Beytülmal'e vermektir. Bu hüküm, O kimsenin yeri sahipli olduğuna
göredir. Sahipli değilse, define bulanın olur. Velev ki bulan kimse zımmi, köle,
çocuk veya kadın olsun. Çünkü bunlar da ganîmet ehlindendir. Bundan yalnız,
müste'men (pasaportlu) harbî müstesnadır., Ondan, elindeki define geri alınır.
Ancak ovalarda, hükümdarın izniyle bir şarta bağlı olarak çalışırsa, şart edilen
şey kendisine verilir.
Rikâz
aramak için iki adam çalışsa, hangisi bulursa, rikâz onun olur. Her ikisi
yevmiyeci iseler, rikâz kiralayanın olur. Bulunan definenin üzerinde alâmet
bulunmaz, yahut paranın kimin tarafından basıldığı şüpheli kalırsa, zâhir
mezhebe göre, cahiliyet devrinden kalmıştır. Bunu Zeylâî söylemiştir. Çünkü
ekseriyetle, bulunan defineler böyledir. Bazıları, lükata gibi olduğunu
söylemişlerdir.
İZAH
«Başka
bir şey olsun» ifadesinden murad, silah, alet, ev eşyası, yüzük taşları ve kumaş
gibi şeylerdir. Bahır.
«Lükatadır
(Yani bulma maldır, bulanın elinde emanettir.) Çünkü müslümanların malı ganîmet
olamaz.» Bedâyi. Lükatanın ileride gelecek hükmü şudur: Bulunan mal, mescid
kapılarında ve pazar yerlerinde, arayan çıkmayacak zannedilinceye kadar ilân
edilir. Sonra, bulan kimse fakirse kendisine harcar; fakir değilse; ödemek
şartıyla başka bir fakire verir. H.
Kifâye'de
şöyle denilmiştir: «İlan işi, malın azlığına çokluğuna göre değişir; hatta
ulemanın beyanına göre, on dirhem ve daha fazlası bir sene ilân edilir. On
dirhemden aşağısı, üç dirheme kadar bir ay; üç dirhemden aşağısı, bir dirheme
kadar bir hafta; bir dirhemden aşağısı, bir gün ilân edilir. Bir kuruş gibi
değeri pek az olan şeylerde, bulan kimse sağına soluna bakınarak onu bir fakirin
avucuna koyar.
«Üzerinde
küfür alâmeti» bulunmaktan murad; paranın üzerine put nakşedilmesi ,veya meşhur
krallarından birinin adı bulunması gibi şeylerdir. Bahır. Böyle defineden 1/5
alınır. Bu hususta, kendi yerinde bulunmasıyla, başkasının yerinde veya mübah
arazide bulunması arasında fark yoktur. Kifâye. Kâdıhan diyor ki: «Bunda hilâf
yoktur. Çünkü define, hanenin cüzlerinden değildir. Binaenaleyh ondan 1/5 almak
mümkündür. Maden böyle değildir.»
«En
güzel hareket, bu defineyi Beytülmal'e vermektir.» Bunun en güzel hareket
olması, Bahır'da şöyle denildiği içindir: «Define, yere tevdî edilmiştir. O yere
ilk sahip olan, içindekine de mâlik olmuştur. Yeri satmakla, define onun
olmaktan çıkmaz. Bu mesele, içinde inci bulunan balık gibidir.»
Şârih,
«bu hüküm» demekle, «geri kalan sahibinindir» sözüne işaret etmiştir. Bu kavil
İmameyn'indir. Hidâye ve diğer kitapların zâhirlerinden, bunu tercih ettikleri
anlaşılıyor. Lâkin Sirâc'da şöyle denilmiştir: «İmam Ebû Yusuf'a göre kalanı,
bulanındır. Nitekim sahipsiz yerdebulunursa, hüküm budur; fetva da buna
göredir.»
Ben
derim ki: Bu fetva, bizim zamanımız için güzeldir. Çünkü muntazam Beytülmal
yoktur. Hattâ Tahtâvî şöyle demiştir: «Zâhir olan şudur ki; İmameyn'in kavline
göre, bulan kimse fakir ise, onu kendi nefsine sarf edebilir, demektir. Nitekim
ulema, âzad edilenin kızı hakkında, "velev ki süt kızı olsun kendisine tercih
edilir." demişlerdir.» Bahır'da Mebsût'tan naklen rivayet edilen şu söz de buna
delâlet eder: «Bir kimse rikâz bulursa, onun 1/5'ni fakirlere tasadduk edebilir.
Hükümet reisi bunu duyduğu zaman, bu yaptığını geçerli sayar. Çünkü 1/5
fukaranın hakkıdır. O da bunu hak sahibine ulaştırmıştır. O kimse rikâzı bulmak
hususunda himayeye muhtaç değildir. Bu iş, bâtınî malların zekâtı gibidir.»
T
E M B İ H : Bahr sahibi, Mi'râc'dan naklen, «Hilâfın yeri, arazi sahibi iddia
etmediğine göredir. Arazi sahibi, milki olduğunu iddia ederse, bilittifak onun
sözü kabul edilir.» demiştir.
Arazi,
sahipli değil de, meselâ dağ ve sahradan ibaretse, maden gibidir. Onun da 1/5'ni
vermek icabeder. Kalanı, mutlak surette bulanın olur. Bahr. Zımmî ve emsalinin
ganîmet ehlinden olmaları, kumandan kendilerine ganîmet malından bahşiş verdiği
içindir. Rahmetî.
«Harbî,
ovalarda» değil de sahipli yerde çalışırsa, bulduğunun geri kalanı hükümet
tarafından parsel olarak verilen şahsa ait olur. Bu husustaki hilâf, yukarıda
geçmişti. Bunu Şeyh İsmail söylemiştir.
«Rikâz
aramak için iki adam çalışsa, hangisi bulursa rikâz onun olur.» Zâhirine
bakılırsa, ötekine bir şey vermek icabetmez. Yeri biri kazar da, sonra öteki
gelerek tamamlar ve rikazı çıkarırsa, mesele açıktır. Fakat, kazma işini beraber
yürütürlerse. Musannıf fâsit şirket bâbında beyan edecektir ki, ot toplamak, av
avlamak ve su çıkarmakta: dağlardan yemiş devşirmek, define aramak, mübah
çamurdan tuğla pişirmek gibi sair mübah şeylerde ortaklık caiz değildir. Çünkü
bunlar, vekâleti tazammun eden şeylerdir. Mübah bir şeyi aramakta tevkil caiz
değildir. Birinin bulduğu kendisinin; ikisinin beraberce buldukları, yarı yarıya
ikisinin olur. Bu, her birinin bulduğu miktar bilinmediğine göredir. Arkadaşının
yardımıyla, birinin bulduğu rikâz kendinindir. İmam Muhammed'e göre kaça çıkarsa
çıksın, arkadaşına ecr-i misil verilir. Ebû Yusuf'a göre ise, ecr-i misil,
bulduğu rikazın yarı kıymetini geçmemelidir .
"Rikâz,
kiralayanın olur" Musannıf, fâsit icare bâbında şöyle diyecektir: «Bir kimse,
kendisine av avlamak veya ot toplamak için birini ücretle tutar da, bunun için
bir vakit tayin ederse, caiz olur; etmezse caiz değildir. Meğer ki kendi milki
olan odunu tayin ede.» Tahtâvî orada, «Etmezse caiz değildir» sözü üzerine,
«odun çalışanın olur» diye yazmıştır.
Ben
derim ki! Bu sözün muktezası, vakit tayin etmedikleri takdirde, burada da
zekâtın, çalışana lâzım gelmesidir. Çünkü ücretle tutmak fâsit olunca, ortada
mücerret tevkîl kalır. Mübahı elde etmek için ise tevkilin sahih olmadığını
gördün. Rikâzı, biri diğerinin yardımıyla bulması hali, böyle değildir. Zira
yardım eden ecr-i misil alır. Bu adam arkadaşı için çalışmıştır Teberruda
bulunmuş değildir. Benim anladığım budur, sen de teemmül et! Zeylaî'nin
söylediğini Hidâye sahibi dahi söylemiştir. Çünkü kâfirler, dünya malına ve onu
biriktirmeye hırslıdırlar. T.
«Bazıları,
lükata gibi olduğunu söylemişlerdir.» Hidâye'nin ibaresi şöyledir: «Bazıları,
bizim zamanımızda müslümanlardan kalma sayılacağını söylemişlerdir. Çünkü
üzerinden uzun zaman geçmiştir.» Yani zâhire göre cahiliyet devri eserlerinden
bir şey kalmamıştır. Aksi tahakkuk etmedikçe, zâhire göre amel vâciptir, demek
istemiştir. Hak olan, bu zâhirin kabul edilmemesidir. Bilâkis cahiliyet devrinin
defineleri bu güne kadar mevcuttur. Memleketimizde her gün bulunmaktadır.
Fethu'l-Kâdîr'de de böyle denilmiştir. Yani cahiliyet devri definelerinin, bu
güne kadar bâkî olduğu anlaşılınca, bu zâhir ortadan kalkar.
Ben
derim ki: Şimdi şu kalır: Üzerlerinde ehli harp alâmeti bulunan birçok
paralarla, müslümanlar muamele görmektedirler; zâhire bakılırsa bu paralar,
şüpheli kalan kısımdandır. Meğer ki o beldenin fethinden önceki cahiliyet
devrine ait oldukları bilinsin. Sonra Molla Aliyyülkâri'nin Nikâye adlı eserinin
şerhinde şöyle denildiğini gördüm: «Kâfir dirhemlerinin müslüman dirhemleriyle
karışık olanları ise, zamanımızda kullanılan müşahhas paralar gibidir. Bunların
müslüman parası olduğunda hilâf bulunmamak gerektir.»
METİN
Dâr-ı
harbin sahrasında bulunan rikâzdan, maden olsun, define olsun 1/5 alınmaz.
Bunların hepsi bulanındır; velev ki bulan müste'men (pasaportlu harbî) olsun.
Çünkü hırsızlıkla elde edilmiş gibidir. Onun içindir ki, o yere silahlı bir
cemaat girer de, küffarın define ve madenlerinden bir şey elde ederlerse, 1/5
alınır. Çünkü ganîmettir. Rikâzı, bir müste'men, kendilerinden birine ait,
sahipli bir yerde bulursa, gadir etmiş olmaktan korunmak için, onu sahibine iade
eder. Etmez de, rikâzı o yerden çıkarırsa, ona haram olarak mâlik olur. Bundan
kurtulmanın çaresi, onu tasadduk etmektir; satması da caizdir. Çünkü milk
bâkîdir. Lâkin müşteriye helâl olmaz. Rikâzı, müste'menden başkası, "Ehl-i
Harb'in milkinde bulursa, alması helâl olur. İadesi gerekmez. Ondan 1/5 dahi
alınmaz. Sebebi yukarıda geçti. Bu hususta, eşya ile başka şey arasında fark
yoktur. Gerçi Nikaye'de «Sahipsiz yerden çıkarılan rikâz eşyadan 1/5 alınır»
denilmişse de, bu yanlıştır. Meğer ki, küffârın müslüman memleketindeki eşyası,
diye yorumlana!
FER'İ
MESELE: Rikâzı bulan kimse, onun 1/5'ni, kendisine, usul ve furûuna ve ecnebî
kimselere sarf edebilir. Yalnız fakir olmaları şarttır.
İZAH
«Dâr-ı
Harb'in sahrasında bulunan rikâzdan, maden olsun, define olsun 1/5 alınmaz.»
Kudûrî'nin, bunu yalnız «define ise» diye kayıtlaması, define hakkında hilâf
bulunduğundandır, Zira Şeyhülislâm, definede 1/5 vâcip olduğunu söylemiştir.
Onun hükmü bilinince, madenin hükmü evleviyette kalır. Çünkü maden hakkında
hilâf yoktur. Nitekim Mi'râc'dan naklen, Bahır'da nakledilmiştir.
«Çünkü
hırsızlıkla elde edilmiş gibidir.» Hidaye sahibi diyor ki: «Bu, bulan
kimsenindir. Çünkü küffarın sahrasındaki bir şey hâssaten bir kimsenin elinde
değildir. Binaenaleyh gadir sayılmaz. Bundan bir şey de alınmaz; çünkü
hırsızlama mesabesindedir.»
«Onun
içindir ki» ibaresindeki işaret hırsızlamayadır. Yani onun elde ettiğinden 1/5
alınmaz. Meğer ki kahren ve galebe yoluyla alınsın. Nitekim bundan sonra şârih,
bu yolla alınanın ganîmet olduğunu açıklamıştır.
«Rikâzı
bir müste'men ilh...» ifadesinin hâsılı şudur: Bir kimse, rikâzı küffâra ait
sahipsiz bir yerde bulursa, bulduğunun hepsi, kendinin olur. Bu hususta
müste'menle başkası arasında fark yoktur. Bu, yukarıda geçmişti. Sahipli yerde
bulursa, bulan müste'men olmadığı takdirde, yine bulduğunun hepsi kendinindir.
Bulan müste'men olursa, bulduğunu sahibine iade etmesi vâcip olur. Burada geçen
rikâz tabiri, define ve madene şâmildir. Gerçi Bercendî'de «define» diye
kayıtlanmışsa da, bu, herhalde yukarıda Kudûrî'den naklettiğimiz söze binaen
olsa gerektir.
«Lâkin
müşteriye helâl olmaz.» Ama bir adam, fâsit satışla bir şey satın alır da, sonra
satarsa, o mal ikinci müşteriye helâl olur. Çünkü bu takdirde, fesîh mümkün
değildir. Bunu Halebî Bahır'dan nakletmiştir.
«Ondan
1/5 dahi alınmaz.» Meğer ki silahlı bir cemaat olsunlar. Bu takdirde alınan,
ganîmet olur. Nitekim yukarıda geçti aşağıda da gelecektir.
«Sebebi
yukarıda geçti.» Yani o kimse hırsızlık etmiş mesabesindedir. Nitekim
Gayetü'l-Beyân'dan naklen Dürer'de böyle denilmiştir.
Nikâye,
Muhakkık Sadrı'ş-Şeria'nın eseridir. Dedesi Tâcü'ş-Şeria'nın Vikâye namındaki
eserinde de böyle denilmiştir. Vikâye'nin ibaresi şöyledir: «Küffârın sahipsiz
bir yerinde onların eşyasına ait define bulursa 1/5 alınır.» Dürer sahibi diyor
ki: «Bu söz doğru değildir. Çünkü Hidâye Şârihleri ile diğer ulemanın
açıkladıklarına göre, 1/5 ancak ganîmet mânâsı taşıyan şeyde vâcip olur, ki bu
da vaktiyle küffarın olup ta, sonradan müslümanların eline geçen şeydir.
Vikâye'de zikredilen böyle değildir. Çünkü müste'men, hırsızlık eden gibidir.
Dâr-ı Harb'in yeri, müslümanların eline geçmiş değildir. Doğrusu "bulursa"
kelimesinin, üst tarafıyla alâkası kesilmeli ve bu kelime meçhul okunmalı ve yer
müslümanlara izafe edilmelidir.»
«Meğer
ki, küffârın müslüman memleketindeki eşyası, diye yorumlana.» Bu yorumlama,
Nikâye'nin ibaresinde sahihtir. Çünkü onun ibaresinde, dârı harpten sözü yoktur.
Vikâyenin ibaresi böyle değildir. Hâsılı, vikâye'nin ibaresinde mesele, eşya
dâr-ı harpte sahipsiz bir yerde bulunduğuna göre farz edilmiştir. Bulan
müsellâhtır. Binaenaleyh 1/5 vâciptir. Nikâye'nin ibaresinde ise, yer müslüman
memleketinde olduğuna göre farz edilmiştir Bulan da müslüman bir kimsedir.
Müste'men olamaz, çünkü müslümanların eman verdiği kâfir hiçbir şeye müstehak
değildir. Meğer ki yukarıda görüldüğü vecihle, şartlı çalıştırılsın. İslâm
memleketinde bir müslüman, müste'men olamaz. Sonra bu mesele, her iki ibareye
göre, yukarıda gecen izahattan anlaşılmıştır. Burada zikredilmesinin faydası,
Şârih'in evvel işaret ettiği înâye ve diğer kitapların açıkça beyanda
bulundukları şeydir ki, o da, 1/5'in vâcip olması; rikâzın, altın, gümüş
paralardan ve eşya gibi başka mallardan olması arasında fark bulunmamasıdır.
«Kendisine
sarf edebilir.» Yani muhtaç olur, kendisine ayırdığı 4/5 yetmezse; meselâ
200dirhemden azsa, 1/5'i kendi ihtiyacına sarf edebilir. Ama 200 dirhemi
bulursa, 1/5'i alamaz. Bahır.
Ben
derim ki: Lâkin burada şöyle denilebilir. Bazen 200 dirhemi bulur geçer de, yine
yetmez; meselâ kendisi 200 dirhem borçlu olur. En iyisi, ihtiyaca kadar, demekle
yetinmelidir. Hâkim'in Kâfî namındaki eserinde şöyle denilmektedir: «Bir kimse
rikâz bulursa, onun 1/5'ni fakirlere tasadduk edebilir. Hükümdar bunu duyunca,
onun yaptığını geçerli sayar. Şayet bulduğunun hepsine muhtaç ise, hepsini
kendisine ayırabilir. 1/5'ni babalarından ve çocuklarından muhtaç olanlara
tasadduk ederse caiz olur. Bu, yerden çıkan mahsulün öşrü mesabesinde değildir»